31 Ağustos 2013 Cumartesi

Comme des Garçons – Odeur 53 (1998)


Comme des Garçons – Odeur 53 (1998)  Odeur serisinin ilk parfümü.

Almanca'da "güzel koku, parfüm", Fransızca'da "koku" anlamına geliyormuş Odeur. Ünlü hazır giyim markası Comme des Garçons, ilginç, tematik, uçarı, zaman zaman anlaşılması zor parfümler piyasaya sürerek, rakiplerinden ayrışmak istiyor görebildiğim kadarıyla. Bunu da her zaman olmasa da başarıyor. İşte yine böyle aykırı bir seri: "Odeur". Fakat bu seri sadece iki parfümden oluşuyor. Nedense devamını getirmediler. Oysa güzel bir yol açmışlardı kendilerine.

Bu serinin ikinci parfümü Odeur 71'i uzun zaman önce denemiş ve oldukça ilginç bulmuştum. Fakat kullanması ve sevmesi zor gelmişti bana. Şimdi serinin ilk parfümü Odeur 53'ü kullanarak bu seriye noktayı koyacağım. 1998 yılında piyasaya sürülen Odeur 53, markanın kronolojik olarak bakarsak üçüncü parfümü.

İsmindeki 53 rakamı, içeriğinde 53 adet soyut inorganik kimyasal kullanıldığı için uygun görülmüş. Anti-perfume serisi olarak da biliniyor Odeur'lar. Yani karşı-parfüm teriminin içini doldurmaya çalışıyorlar. Parfümlerin anti-tezini yapmayı düşünmüşler. Odeur'ların tamamen insanların günlük hayatta kullandıkları nesnelerin kokularını taklit eden yapay notalardan oluşturulduğunu iddia ediyorlar. Odeur 53'ün benzetildiği söylenen bazı nesneler şunlar: "Oksijen ferahlığı, çok sıcak taş, yeni kesilmiş çimen, rüzgarın kuruttuğu çamaşır, kum tepeciği, yüksek dağların ferah havası, metalin ışıltısı, tırnak cilası." Bu terimlere markanın kendi sitesinde rastladım. Buyurun nasıl bir konseptle karşı karşıya olduğumuzu siz düşünün.


Fragrantica'da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Parfümü ilk sıktığımda ne düşüneceğimi bilemedim. Şimdiye kadar karşıma çıkan hiç bir şeye benzemiyor üst notalar. Acaba zihnim bana oyun mu oynuyor? Bildiğim kokularla eşleştiremiyorum. Muhtemelen yeşil çiçekler. Fakat burada yüksek oranda metalik-plastiğimsi efekt var. Yani üst notaları bildiğimiz plastik gibi kokuyor. Hani yeni alınmış arabaların içindeki plastik kokusu olur ya biraz onun gibi. Yada dışı plastik kaplı kablolar vardır. İşte onları andırıyor. Ne olduğunu çözmek zor. Garip ve enteresan. Geçelim orta notalara. Neyseki ilerleyen dakikalarda yoğun plastiğimsilik azalıyor. Onun boşluğunu yumuşak çiçekler, bolca misk ve biraz da kremsi vanilya dolduruyor. Bu kısım başlangıcına göre biraz daha anlaşılabilir ama hala kendisini yeterince açıklamak istemiyor anlaşılan. Ben yine de oyumu miskli çiçeklerden yana kullanıyorum. Alt notalarda plastiğimsilik çok az da olsa hissediliyor. Biraz zayıf odunsu notalar var. O da genel konsepte uygun olarak yapay. Daha ne diyeceğimi açıkçası bilemiyorum.

Kabul etmek gerekir ki parfümün başlangıcı pek alışıldık değil. Yoğun metalik-plastiğimsi koku çoğu kişinin hoşuna gitmeyecektir. Benimde büyük ihtimalle "amma da yapay üst notalar" diye burun kıvırmam gerek. Ama bu pek mümkün değil. Çünkü parfümün karakteri yapaylık üzerine inşa edilmiş. Yani Odeur 53 için yapaylıktan şikayet etmenin anlamı yok. Orta kısmını ise daha sevilebilir ve kullanılabilir buldum. Biraz tatlılık artıyor bu bölümde. Tatlımsı, çiçeksi, miskli kremsi vanilya oldukça başarılı. Hatta en sevdiğim tarafı diyebilirim. Son kısımlarda oldukça zayıflıyor kokusu. Alt notalarıda fena değil.

Yapaylığın had safhada olduğu aşikar. Fakat buradaki yapaylık burnu tırmalayan, uyumsuzluk hissiyatı vermiyor. Kimi parfümlerdeki yapaylık burnu yorar, bıktırır ve baş ağrısı yapar. Burada tam tersi çok pürüzsüz, temiz ve uyumlu harmoniye sahip. Sanırım yapaylığın doğru kullanıldığında insanların sevebileceği tezini ortaya atıyor. Aklıma hemen Bulgari'nin nefis parfümü Black geliyor. Oradaki araba lastiği kokusu harika vanilyayla kombin edilmişti. Sonuç şaşırtıcı derecede başarılıydı. Koku karakterleri çok benzemese de Odeur 53'de de bu yapaylık doğru sonuç vermiş ve tuhaf bir çekicilik katmış.


Deneme sürecinde bol bol kullandım Odeur 53'ü. Başlangıçta şaşırıp kaldım bu koku neye benziyor diye. Çünkü zihnim sürekli olarak duyduğu kokuları başka nesnelerle eşleştirmeye çalışıyordu. Son kullandığım günlerde genel kanıya sahip olabildim. Bence şu üç öğeye ağırlık verilmiş tasarım aşamasında: Plastiğimsi yeşil çiçekler, misk ve vanilya. Başka çok baskın bir elemana rastlamadım. Belki de ben algılayamadım. Eğer onun kokusunu bir renge benzetecek olsam rahatlıkla beyaz derdim. Çok kompleks yada derin değil genel hali. Basit sayılabilecek sadelikte. Hatta minimalist bile diyebilirim.

Öncelikle Odeur 53 ne? Sanırım ilk olarak bunu tartışmamız gerekir. Evet görünüşe göre şişeye konulup, satışı yapılan bir parfüm. Fakat üzerinize sıktığınız anda parfümden çok beyaz eşya dükkanlarını hatırlattı bana. Neyseki üzerinize hamle yapan bir satıcı yok karşınızda. Hepsi beynimin içinde. İyi de bu parfümün kokusu niye bende hiç bir çağrışım yapamıyor. Acaba zihnim yeterli kalmıyor mu onu anlamak için. Yada tam tersi aslında çok mu basit ne olduğunu çözmek?

Kimi yorumcuların onun kokusunu "hiçbirşeye" benzetememelerine hak veriyorum. Fakat bazı yorumların abartılı olduğunu düşünüyorum. Mesela kokusunu "yüksek gerilim hattının altında yaşamaya" benzetilmesini pek anlamlı bulmuyorum. Çünkü elektrik ile onun kokusu nasıl bağdaşabilir. Tamam genel olarak metalik-yapaylık, o hissi verebilir. Ama yüksek gerilim hattı nasıl kokar ki onunla bir tutuyorsun. Hiç gidip, yüksek gerilim hattı nasıl kokar diye denemişliği mi var? Herneyse, uçlarda dolaşan, konseptsel ve sanatsal bir çalışma olmuş. Neyseki küçük kardeşi Odeur 71'den çok daha kullanılabilir buldum Odeur 53'ü.

Bazı yerlerde rastladığım parfümün tanıtımında özellikle "soyut" tarzına vurgu yapılmış. Zaten resmi olarak da inorganik malzemelerden oluşturulduğu açıklanmış. Koku hafızam anlamında soyut olduğunu söyleyebilirim. Fakat gerçek dünyada bir karşılığı olacağını düşünüyorum. Özellikle yoğun şekilde kullanılmış plastiğimsilik, onun soyutluk iddiasına engel oluyor. Yani Odeur 53 için ruhsal bir aurası var diyemem. Tam tersine dünya ile bağları sıkı olan ama sürpriz yapmayı seven haylaz bir çocuk gibi görüyorum genel konseptini.


Odeur 53, anarşist bir parfüm mü? Yani yerleşik düzene savaş açmış bir arkadaş mı? Kendisi yeni bir yol mu inşa ediyor parfüm endüstrisine? Geleceğin parfümleri onun gibi mi olacak? Gelecekten günümüze seyahat eden bir uçan daire mi? O, Iconoclast mı? Hz İsa'nın meşhur sözünü mü hatırlatıyor yoksa bize: "İlk taşı günahsız olanınız atsın." Odeur 53 günahsız mı? Parfüm tröstlerine ve birbirinin aynısı piyasa işi kokulara karşı ilk taşı atıyor mu? Bu soruların hepsine birden aynı cevabı vermek zor. Ama gördüğüm kadarıyla daha önce benzerine rastlamadığım kokusuyla Odeur 53'e ve cesaretinden dolayı Comme des Garçons'a şapka çıkartmayı borç biliyorum.

Muhtemelen büyük satış rakamlarına ulaşamıyor. 2 yada 2 Man gibi popüler de değil. Ama bu haliyle bile bence her parfüm severin denemesi gereken eserlerden birisi. Hatta Luca Turin gibi "En iyi tuhaf parfüm" minvalinde bir liste yapsam üst sıralarda yer alacaktır. Fakat tekrar söyleyeyim herkesin sevebileceği güvenli bir kokuya sahip değil. Zaman zaman diş hekimlerinin o ilaç kokan odalarını hatırlatıyor dersem abartmış olmam. Sadece 200 ml. büyük şişede satıldığı için de denemeden almamanızı tavsiye ederim. Eğer beğenmezseniz o dev gibi şişe ile baş başa kalabilirsiniz.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Odeur 53'ü odunsu sabunsu olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.  

Dört mevsim kullanılabilir. Uniseks olarak satışa sunulmuş. Başları erkek, orta notaları kadın kullanımına daha yakın. Yani doğru bir sınıflandırma yapmışlar. Fark edilirliği zayıf. Kalıcılığı tende ortalama.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Orta notalarını sevdim.
+ Çok ilginç bir konsept.
+ Tuhaf ve yaratıcı.

Eksileri:
- Başlangıcına pek alışamadım.
- Herkesin sevemeyeceği yapısı.

Koku Güzelliği:10/7

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Tom Ford - White Patchouli (2008)


Tom Ford - White Patchouli (2008)  Markanın kadın parfümü.

Evet evet. Kesinlikle. Tom Ford parfüm işini çok sevmiş anlaşılan. Şu performansa bakar mısınız? 2005 yılında kurulmuş Tom Ford markası, 2006 yılında ilk parfümü Black Orchid ile rakiplerine çok güçlü gözdağı vermişti. Aradan geçen yedi yılın ardından 2013 yılının Ağustos ayı itibariyle kırk üçe ulaşmış durumda Tom Ford etiketli parfümler.

Şimdi belirteyim ki Tom Ford'un parfümleri Estee Lauder lisansı altında piyasaya sürülüyor. Yani Tom Ford bizzat parfüm işi ile uğraşmıyor diğer moda evleri gibi. Zaten bu kadar saldırgan şekilde büyümeleri biraz da Estee Lauder'in dünya çapındaki pazarlama ve dağıtım gücüyle oluyor.

Tom Ford'un iki grup parfümü var. İlki normal seriye ait. Mesela Tom Ford For Men, Grey Vetiver, Violet Blonde gibi ana akım markalara rakip ve nispeten uygun fiyatlı parfümler. İkinci grup ise çok yüksek fiyatlara satılan ve heryede bulunmayan Private Blend serisi. Anlaşılacağı üzere bu seri de niche parfümlere rakip olarak tasarlanıyor. Yani Tom Ford parfüm birimi iki cephede savaşan ordu gibi adeta.

Bugünkü konuğumuz White Patchouli, markanın normal serisinin üyesi. İsminden de anlaşılacağı üzere paçuli (silhat yada tefarik) merkezli kokuya sahip. Fragrantica'da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Resmi tanıtımı şöyle: "White Patchouli enerjik bir açılış yapar. Bergamotun ışıltılı notaları, nazik beyaz şakayık ve baharatlı kişniş ile birleşerek anında ilgi uyandırır. Çekici ve güçlü şekilde modern kalbi: Zengin rose absolute, şehvetli, gece açan yasemin ve uyarıcı ambrette tohumu. Kıymetli paçuli orpur, egzotik derinliği ile White Patchouli’ye son noktayı koyar. Uyarıcı, çekici etkisi blonde ağaçları ve tütsünün yumuşak ve doğuya özgü aroması ile karışır. Bugünün sofistike anlayışı ve bohem yaklaşımını bir araya getiren parfüm."


White Patchouli'yi ilk sıktığımda karşıma ferah sayılabilecek turunçgiller hatta limon çıkıyor. Turunçgil derken ağırlık bergamotta. Turunçgillere biraz da tozlu aromatik otlar ve kuru baharatlar eşlik ediyor. Derin, zengin ve doğal. Başlangıcı çok güzel. Orta notalara geçildiğinde ferah turunçgillerin yerini karanlık sayılabilecek yumuşak baharatlar, çiçekler ve tozlu paçuli alıyor. Çiçeksi şipre tanımının gayet yerinde olduğunu orta kısımda anlıyorum. Gerçekten de paçuli oldukça şipre havasında kullanılmış. Arada gül de gösteriyor kendisini. İlginç ve güzel orta notaları da. Geçelim son kısma. Tozlu ve karanlık sayılabilecek paçuli aynen devam ediyor. Ayrıca odunsu notalar ve amber ekleniyor. Alt notaları odunsu-amber-paçuli gibi denebilir. Kapanışı çok etkileyici gelmedi bana.

White Patchuoli, ismi ile benzer kokuya sahip. İsmindeki White muhtemelen beyaz çiçeklere gönderme. Anladığım kadarıyla beyaz çiçekler ile paçuli arasında denge kurulmaya çalışılmış. Fakat bu denge her zaman paçuli tarafına ağır basıyor. Yani parfümümüz çiçeksilikten ziyade şipremsi tozlu paçuli üzerine inşa edilmiş. Diğer öğeler sadece kokuya zenginlik katmak amacını taşıyor.

Başlangıcındaki ferah turunçgiller ve sanırım limon, oldukça şaşırttı beni. Başlangıcından itibaren karanlık ve yoğun koku beklerken güzel sürpriz oldu. Aromatik otlar da güzel kullanılmış. Hatta en çok üst notaları sevdim diyebilirim. Orta kısım asıl koku karakterinin bize sunulduğu yer. Burada başlangıçtaki ferahlık pek kalmıyor. Devreye karanlık tatlı olmayan baharatlar ve eski/tozlu paçuli giriyor. Bu anlamda hem modern hem de eskinin şiprelerini hatırlatan ilginç birlikteliğe imza atılmış. Orta notaların bu yönünü takdir ettim. Son kısım ise bana göre en sıradan yer. Standart bir odunsu-amber-paçuli kapanışa imza atılmış. Eh işte...

White Patchouli, kendi sitelerinde kadın parfümü olarak görünüyor. Fakat paçuli kokusu bende her zaman için erkeksi duygular uyandırıyor. Yani nedense paçuliyi hep erkek parfümlerine yakıştırıyorum. Paçulinin o tozlu/küflü/eski/odunsuya yakın kokusu erkek parfümlerini çağrıştırıyor zihnimde. Aklımdaki bu imgeyi kıran en başarılı paçuli parfümü ise Thierry Mugler'in kült kadın parfümü Angel olmuştu. Paçulinin bu kadar kadınsı kullanımına orada rastlamıştım. White Patchouli'de ise Angel kadar tatlı ve kremsi kullanılmamış paçuli. Daha eski dönemlere öykünmüs sanki. Zaten parfümün resmi tanıtımındaki "modernlik ile retro-klasiğin karışımı" ifadesi böylece tam yerine oturmuş oluyor. Angel gibi çikolatamsı-vanilyalı paçuli yerine burada zamansız ve bohem bir paçuli kullanılmış. Fakat Angel daha kolay sevilebilen eserken, White Patchouli herkese hitap edecek gibi değil.


Yukarıdaki paragraftan hareketle White Patchouli için rahatlıkla uniseks kullanıma uygun diyebilirim. Evet kadın parfümü olarak satılıyor ama kullanım sürecinde öyle yoğun bir feminenlik hissetmedim. Onun içindir ki paçuli seven erkekler şans verebilirler.

Günümüzün modern parfümlerinin en belirgin özelliği ciddi anlamda tatlılık barındırması. Kimi parfümde tatlılık artık bıktırıcı bir şekerlilik olarak verilirken, kimilerinde de başarılı oranda kullanılıyor. White Patchouli, az tatlılık barındıran modern ve yeni parfümlerden birisi. Hiç tatlılık yok dersem doğru olmaz. Fakat tatlılığı bu kadar az kullanarak, diğer markalara da "şekerli olmadan da iyi parfümler yapabilirsiniz" mesajı veriyor sanki. Bu anlamda yeni nesil bol tatlı kokan parfümleri sevmeyenlere hitap ettiği söylenebilir.

Parfümümüz genel olarak Tom Ford kalitesini size sunuyor. Bezdirici veya can sıkıcı düzeyde yapaylığa rastlamadım. Sadece sonları biraz ortalama olmuş. Orasına da özenilseymiş, oldukça iddialı olacağına eminim. Bu haliyle bile fena değil. Çünkü benim gibi paçuli kokusuyla çok haşır neşir olmayan birisi bile White Patchouli'yi beğendiyse, paçuli sevenlerin oldukça ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Ünlü İngiliz manken ve DJ Harley Viera Newton'ın White Patchouli kullandığını küçük bir bilgi olarak vereyim.

Markanın diğer kadın parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Bu sıcak yaz günlerinde fazla sıkıldığında boğucu olacağını düşünüyorum. Hatta bir gün iki fıs uyguladığımda oldukça fazla gelmişti. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olur kanımca. Fakat mutlaka yaz mevsiminde kullanacağım derseniz az sıkmanızı tavsiye ederim.


Tom Ford'un genel olarak ana akım markalardan bir parça fiyatlarının yüksek olduğunu bildirmek durumundayım. Yani marka, kendisini bu markalardan bir seviye yukarıda tanımlıyor büyük ihtimalle. Onun için denemeden almak iyi fikir değil. Hele ki paçuli gibi herkesi çok sevemeyeceği bir kokudan oluşan parfümü.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta notaları da gayet iyi.
+ Kaliteli ve lüks parfüm hissiyatı veriyor.

Eksileri:
- Sonları biraz sıradan.
- Fark edilirliği sonlara doğru çok düşüyor. Black Orchid kadar inatçı değil.
- Rakiplerinden daha yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Acqua di Parma - Fico di Amalfi (2006)


Acqua di Parma - Fico di Amalfi (2006)  Markanın Blu Mediterraneo serisine ait parfümü.

İnsanlar yüzlerce yıldır Akdenizin sularında yelken açtılar, savaşa katıldılar, avlandılar, kıyılarında evler, saraylar kurup şehirler işgal ettiler kaybettiler; denizin mavisine bakarak hayallere daldılar... Batı medeniyetlerinin beşiği, üç kıtayı bir araya getiren deniz olarak anıldı hep Akdeniz; halkların hikayesine denizin gelgitleri eşlik etti. Mısırlılardan Giritlere, Roma ve Bizans dönemine, Arap ve Türk fetihlerine kadar üzerinde hakimiyet kurmayı başaran bütün halkları dize getirdi Akdeniz. Napolyon savaşlarından Süveyş kanalının açılışına, iki dünya savaşına kadar Akdeniz yine tarih sahnesinde başrolde yer alıyordu. Eski dünyanın göbeğinde mücevher gibi uzanan denizin öyküsüdür Akdeniz; gemileri, yemekleri, kentleri, balıkları, bitkileri, efsaneleriyle... (Ernle Bradford - Akdeniz: Bir Denizin Hikayesi)

Denizci ve aynı zamanda tarihçi olan Ernle Bradford, Akdeniz'in tarihini anlatıyor bu kitabında. İyi de Akdeniz kitaplara ne kadar sığabilir? 601 sayfalık kitap, Akdenizi anlatmaya yeter mi? Daha fazlası gerekmez mi? Belki de Akdenizi orada yaşayanlara sormamız gerek. Ancak o zaman değerini ve önemini anlayabiliriz Akdenizin. Bana soracak olursanız dünyanın en güzel sahillerini barındıran bu denizin benzeri olduğunu hiç sanmıyorum. Gerek doğasıyla, gerek deniziyle, gerek havasıyla, gerek mis gibi kokan eşsiz şifalı otlarıyla...

Tabiki bir parfüm evinin Akdenizin güzelliklerini, yarattığı eserlere yansıtması olağan dışı değil. Hatta bunu Akdenize kıyısı olan bir ülkenin markasının yapması daha anlaşılabilir. İtalyanın niş parfümcülükteki gururu Acqua di Parma, Akdenizliliğin getirdiği heyecanla Blu Mediterraneo serisini hayata geçirmiş. Seride 2013 yılına kadar altı parfüm bulunuyor. Sayı daha da artar mı bilemiyorum. İlk Blu Mediterraneo parfümlerini 1999 yılında çıkarmışlar. Serinin her parfümüne İtalya'nın bir sahilinin ismini vermişler. Bugün inceleyeceğim parfüm Amalfi şehrinden esinlenmiş.


Güney İtalya'da Campania bölgesinde bir şehir Amalfi. Akdenizin kıyısındaki bu şehrin dünyaca tanınmasını sağlayan şey ise yetiştirdikleri limon. Amalfi limonu olarak bütün dünyaya ihraç edilen meyve yerine Acqua di Parma, incirden esinlenmiş Amalfi isimli parfümünde. Bakalım Amalfi'nin inciri de limonu kadar güzel mi.

Fico di Amalfi'yi üzerime ilk sıktığımda karşıma buruk turunçgiller çıktı. Canlı neşeli yada parlak değil tersine donuk. Sanki greyfurt-limon-mandalina karışımı gibi. Ağırlık greyfurt ve mandalinada. Pürüzsüz, kaliteli ama çok sevdiğimi söyleyemem. Orta notalara geçildiğinde turunçgillerin etkisi hala hissediliyor. Farklı olarak yeşil incir ile biraz da yumuşak biber ekleniyor. Hala yüksek kaliteli ve pürüzsüz. Bu kısım başlangıcına göre daha hoşuma gitti. Geçelim alt notalara. Sonlarda ortaya çıkan yumuşak odunsu notalar ve misk adeta noktayı koymuş. Tatlımsı turunçgiller de eşlik ediyor odunsu notalarla miske. En sevdiğim kısmı alt notalar oldu diyebilirim rahatlıkla. Böylece de tenden ayrılıyor.

Fico di Amalfi, Blu Mediterraneo serisinin en popüler parfümlerinden birisi. Diğerlerine göre biraz daha öne çıkıyor parfüm platformlarında. Geneli itibariyle pürüzsüz, kaliteli, uyumsuzluk yaşanmayan, yapaylık bulunmayan bir arkadaş. İsmindeki incir vurgusuna rağmen ana oyunculardan birisi turunçgiller. Muhtemelen greyfurt, portakal ve mandalina. Biraz buruk, donuk ve ekşi kullanılmış turunçgiller. Orta notalardan itibaren ortaya çıkan incir, oldukça yeşil kullanılmış. Neredeyse incir yaprağına yakın bile denilebilir. Aklıma hemen ünlü incir parfümü Diptyque - Philosykos geldi. Orada daha sütsü kullanılan incir, burada yeşil ve yaprağımsı olarak karşıma çıktı. Bu anlamda Philosykos kadar cezbedici ve güzel gelmedi bana Fico di Amalfi.

İncir parfümleri, genellikle yaz mevsimine uygun olarak düşünülüyor. Fico di Amalfi, çok ferah ve serin yapıda değil. Daha olgun, buruk ve hüzünlü sanki. Çok canlı, pozitif, neşe dolu kokmuyor. Yine de bu tür parfümleri sevenler için denenmesi gereken seçeneklerden birisi.


Masmavi şişesine bakıp da akuatik bir parfüm beklemeyin. Deneme sürecinde hiç de öyle deniz gibi kokan yanına rastlamadım. Onun tarzı için rahatlıkla meyveli diyebiliriz. Günlük kullanımda, ofiste, spordan sonra, pazar gezmelerinde, her herde kullanılabilecek basit ve hoş bir parfüm Fico di Amalfi. Ama harikalar yaratmadığını ve hayatınızın parfümü olamayacağını düşünüyorum.

Hakkını yememek lazım. Fico di Amalfi, uygun fiyatlara alınabilecek en iyi incir temalı parfümlerden birisi şimdiye kadar ki deneyimlerime göre. İncir temasına sahip Salvatore Ferragamo Pour Homme, Hermes – Un Jardin en Mediterranee ve Christian Dior – Dune Pour Homme'a göre çok daha başarılı. Bu anlamda incir kokusu sevenler muhakkak listelerine eklemeliler.

Kalitesine ise söyleyecek sözüm yok. Niş markadan beklenen kalite hissiyatını veriyor. Yapaylığa rastlamadım. Benim açımdan tek problemi, başlangıcındaki ve orta notaların bir kısmındaki turunçgil kullanımına ısınamamak oldu.

Bir de güzel haber vereyim. Acqua di Parma'nın parfümleri ülkemizde ve bir çok internet sitesinde bulunuyor. Heleki Blu Mediterraneo serisinin parfümleri gayet hesaplı fiyatlara satılıyor. Birbirinin aynısı uyduruk ana akım markalara verilecek paralar, rahatlıkla Blu Mediterraneo serisine akıtılabilir. Benden söylemesi.  

Fico di Amalfi'nin pürüzsüz mavi şişesi, Acqua di Parma dünyasının ikonik Art Deco karakterini yansıtıyormuş. Bütün Blu Mediterraneo serisi gibi o da uniseks kullanıma uygun olarak sunulmuş. Bence de hem kadınlar hem de erkekler kullanabilir.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Son kısmı çok güzel.
+ Yapaylık hissedilmeyen kaliteli kokusu.
+ Basit ve kullanımı kolay yapısı.

Eksileri:
- Başlangıcını çok sevemedim.
- İncir keşke yeşil değil de sütsü kullanılsaymış.

Koku Güzelliği:10/7.5

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Bulgari – Aqua Pour Homme Marine (2008)



Bulgari – Aqua Pour Homme Marine (2008) (Güncellenmiş inceleme)

2000'li yılların yaz mevsimine uygun parfüm trendlerinde, hiç kuşkusuz akuatik denilen deniz-su temalı kokuya sahip oyuncuların yeri yadsınamaz. Tuzlu deniz suyu, yosun ve sahilde dolaşırken burnunuza gelen o harika kokular neden parfümlerin ana nesnesi olmasın ki? Zaten parfüm üreticileri çoktan bu konuya el atmış durumda. Hatta bence geç bile kalmışlardı.

Ünlü mücevher markası Bulgari'de yükselen popülariteye karşı koyamamış gibi görünüyor. Deniz temalı parfümü Aqua Pour Homme'un büyük ticari başarısından sonra, hemen yeni parfümler piyasaya sürülmeye başlandı. 2013 yılı itibariyle beşe yükselmiş durumda Aqua isimli Bulgari parfümleri. Sanırım artık Bulgari Aqua serisinden bahsedebiliriz.    

Bugünkü konuğum için küçük kardeş dersem yanılmış olmam. Aqua Pour Homme'un yeterli olmadığından mıdır yoksa daha farklı bir pazar payına oynadığından mıdır 2008 yılında Aqua’nın Marine isimli versiyonu piyasaya sürüldü. Aqua Marine aromatik akuatik olarak sınıflandırılmış.


İlk sıkıldığında hafif tatlı limonla turunçgiller sizi karşılıyor. Turunçgil derken greyfurt-bergamot ikilisini algılıyorum. Gayet ferah, modern ve canlı başlangıcı var. Orta notalara geçildiğinde tatlı aromatik turunçgillere deniz yosunu benzeri tuzluluk ve azıcık aromatik otlar ekleniyor. Bu andan itibaren parfümümüz gerçek akuatik karakterine bürünüyor. Orta kısımda ciddi anlamda ozonik his veren Calone kimyasalı kullanılmış. Parfüme deniz hissiyatını veren bu öğe denilebilir. Başlangıcına göre daha sıradan orta notaları. Son olarak da hafif aromatik odunsu notalar ile son buluyor. Hala tuzlu kokuyor diyebilirim alt notaları. Kapanışı fena değil. Yani özetle: Tatlı turunçgiller, limon, deniz esintileri ve odunsular.

Aqua Marine, abisi Aqua Pour Homme’u özellikle orta notalarından itibaren oldukça andırıyor. Marine versiyonu daha ferah, daha limonsu, daha deniz tuzu-yosunu hissi veren yapıya sahip. Çok sıcak yaz günlerinde çoğumuz parfüm kullanmak istemeyiz. İşte Aqua Marine tam da bu günler için tasarlanmış büyük ihtimalle. Sıcak, rutubetli, tropikal mevsime sahip yerler için iyi bir seçenek olabilir. Deniz kenarındaki kafede otururken yada plajda kullanımı rahatsızlık vermeyecektir.

İster istemez abisi Aqua ile kıyaslıyorum zihnimde kokusunu. Gördüğüm kadarıyla Aqua Marine, daha canlı, neşeli, basit, ferah, serin ve tuzlu. Aqua Pour Homme ise daha karanlık, baharatlı, tatlı, yapay ve odunsu. Ana hatlarıyla birbirlerine benzeselerde küçük nüanslar göze çarpıyor.

Aqua Marine, abisi Aqua Pour Homme'dan çok daha akuatik diyebilirim. Tam deniz kenarı parfümü. Hani sahilde yürürken, denizden gelen hafif bir esinti ile burnunuza tuzlu-yosunlu deniz kokusu gelir. Aynen öyle işte Aqua Marine. Bu anlamda Aqua Pour Homme'dan çok daha tuzlu.


Aqua Pour Homme'un büyük şöhreti ve hayran kitlesi var. Bunun farkındayım. Fakat ikisi arasında seçim yapacak olsam Aqua Marine bir adım daha önde olacaktır benim için. Nedenlerini kısaca anlatayım.

Öncelikle Aqua Marine, abisi kadar yoğun yapaylık barındırmıyor. Aqua Pour Homme bende bu anlamda büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. İkinci olarak Aqua'daki çok tatlı odunsu notalar, Marine'de yok. Onun yerine daha tuzlu odunsu notalar kullanılmış. İyiki de öyle yapılmış. Üçüncü olarak Aqua Pour Homme'un ismi deniz temasını çağrıştırıyorsa da bana pek o hissi verememişti. Fakat Marine, tam bir deniz kokusu. Ayrıca Aqua Marine, notaların kullanımı anlamında da abisinden bir adım önde. Aqua Pour Homme'u kullanırken zaman zaman baş ağrısı yaparken, Marine'de öyle bir duruma rastlamadım neyseki. Kabul etmem gerekir ki, deniz kokusu hissiyatını en gerçekçi veren parfümlerden birisi Aqua Marine oldu benim için. Tabiki denediklerim içinde.

Gelelim Aqua Marine’nin can sıkan yönlerine. Orta notalarından itibaren alttan alta Calone kullanımı hissettim. Bu da parfümün hafiften yapay kokmasını sağlamış. Evet günümüzün bir çok akuatik parfümünde Calone kullanılıyor. Ama parfümörün biraz daha saklayabilmesi lazımdı bence Calone'in o statik, ozonsu, yapay kokusunu. Başka eksi yönü de çok düz çizgide ilerliyor. Başından sonuna kadar neredeyse aynı kokuyor. Oldukça basit yapısı var.

Aqua Marine’nin tasarımını ünlü burunlardan Jacques Cavallier yapmış. Ustaya tabiki saygım var ama şahesere imza atmış hissi uyandırmadı bende. Kalite anlamında göz dolduramıyor. Eğer bu tür hafif, ferah, serin, deniz esintileri olan parfüm arıyorsanız seçeneklerden birisi de Aqua Marine olabilir.

Parfümlerle ilgili kitapları bulunan yazar Chandler Burr, Aqua Marine'ye beş üzerinden iki yıldız vermiş.


Kalıcılığı kıyafet üzerinde iyi oldu. Farkedilirliği böylesine hafif ve ferah bir parfüm için normal düzeyde. Otuz yaşın altındaki arkadaşlara daha çok uyacaktır. Genel olarak “genç ve enerjik” havası var. Tam yaz parfümü. Siz yine de denemeden almayın. Ne olur ne olmaz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcındaki limon-turunçgil kombinasyonu gayet güzel.
+ Parfüm kullanımının eziyet haline gelebildiği çok sıcak günler için alternatiflerden birisi.

Eksileri:
- Özellikle orta notalara doğru yapaylık hissi veriyor.
- Çok basit yapısı var. Düz çizgide ilerliyor.
- Kalite anlamında beklediğinizi veremeyebilir.

Koku Güzelliği:10/6.5

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Bond No.9 – Bryant Park (2007)


Bond No.9 – Bryant Park (2007)

Tarihi 1686 yılına kadar uzanan bir park. İlk olarak 1686'da New York Valisi Thomas Dongan tarafından kamulaştırılmış. İsminiyse 1884 yılında ölen sivil reformcu ve aynı zamanda romantik bir şair olan William Cullen Bryant'tan almış. Bryant Parkın bulunduğu alan tarih boyunca pek çok farklı şekilde kullanılmış. 1930'lu yıllarda mimarı tarzını belirlemek üzere yapılan yarışma sonunda yeniden şekillendirilmiş ve günümüze en yakın halini almış.

New York'un Manhattan bölgesinde bulunan, 39.000 m2'lik yüzölçümüne sahip park, New York Halk Kütüphanesi'nin hemen yanında, 5. ve 6. caddeler ile 40. ve 42. sokakları arasında yer alıyor. Devasa gökdelenlerin arasında kalmış Bryant Park, anladığım kadarıyla New York ahalisinin en sevdiği mekanlardan birisi. Günün her saati çimenlerin üzerinde güneşlenen, kitap okuyan, müzik dinleyen, arkadaşlarıyla sohbet etmek için burayı tercih eden yüzlerce insanla karşılaşılabilirmiş. Yazın açıkhava sinema gösterimleri ve yoga seanslarının yapıldığı Bryant Park, kış mevsiminde buz pisti haline getiriliyormuş. Böyle parka can kurban.

                                                                              Bryant Park

Oysaki bizim parklarımızda asla çimlere basılmaz. Yasaktır. Kocaman tabelalar asılır ne yapıp ne yapamayacağımızla ilgili. Malum, biz parkta ne yapmamız gerektiğini bilemeyecek kadar demokratik olgunluktan aciz kullarız çünkü. Koca koca yetkililerimiz o tabelaları koyduklarına göre vardır bir bildikleri değil mi?

Hele ki fikirlerimizi söyleyelim, parkımız elimizden gitmesin, ağaçlarımız sökülmesin, "çakma kışla" binaları ve alışveriş merkezleri yapılmasın dediğiniz zaman sopayı yiyiverirsiniz kafanıza. Hatta "Heyhat! Siz de kim oluyorsunuz? Bizden daha mı iyi bileceksiniz? Biz herşeyin en iyisini biliriz. Siz susun ve ne yaparsak yapalım bizi alkışlayın." cevabını alırsınız üstüne üstlük. Şehrin ve insanların nefes alacağı parklara alışveriş merkezi ve rezidans projeleri yapmak, bizim "vizyonu geniş!" yöneticilerimizin işleridir sadece. Bu Amerikalı yöneticiler pek akılsız mesela. Yapsalar ya bütün parklarına alışveriş merkezleri ve rezidans projeleri. Göndereceksin bizim yöneticileri New York'a. Bak o Central Parkı nasıl alışveriş merkezi cennetine çeviriyorlar. Bryant Park'a da o güzelim plastikten kondisyon oyuncaklarını koydun mu, işte sana büyük belediyecilik başarısı. Yok yok adam olmaz bu Amerikalı yöneticiler. Vizyonu dar adamların.

Dertliyiz hepimiz bu işlerden ve söylenecek hala çok şey var ama konumuz olan parfümlere dönelim daha da uzatmadan. Bond No.9 parfüm evinin 2007 yılında çıkardığı Bryant Park, anlaşılacağı üzere ismini New York'un sevimli bir parkından almış. Markanın Midtown serisine ait. Fragrantica'da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış.


Parfümün açılışı lezzetli meyveler ile gerçekleşiyor. Tatlımsı ve biraz ekşi kırmızı meyveler. Sanırım, ahududu ve azıcık çilek. Ferah sayılabilecek modern açılışı var Bryant Park'ın. İlerleyen dakikalarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Tatlımsı lezzetli meyvelere çiçekler ekleniyor. Ağırlık gülde. Bu andan itibaren meyveli-çiçeksi gibi davranıyor. Son kısımda ise bu ana yapıya biraz misk ve paçuli ekleniyor. Fakat ağırlık her zaman meyveli-çiçeksi birlikteliğinde.

Bryant Park, yumuşacık, hafif, tatlı meyveler ve gülden oluşan basit bir arkadaş. Derinliği olmayan, biraz hoppa, neşeli, gelip geçiçi, adeta yaz aşkları gibi. İnsanda güzel hisler uyandıran, rahatlatan, sakinleştiren hali var. Ama onun dışında daha fazlasını veremiyor bu ortalama kompozisyon.

Benzersiz veya yaratıcı değil. Bu kokuyu bir yerden hatırlıyorum dedirtme ihtamali olan parfümlerden. Burnum bir yerlerden ısırıyor ama çıkartamadım zaten.

Rahatsız edecek kadar yoğun yapaylığa rastlamadım genelinde. Fakat yüksek kaliteli koktuğunu da iddia etmek zor. Eğer bu tür meyveli gül temalı parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Tabiki Bond No.9'ın çok yüksek fiyat etiketleri başınızı döndürmeyecekse.

Şişesinin pembe olması, kadın parfümü izlenimi uyandırabilir. Bence de kadın kullanımına daha uygun. Kadınlarda göstereceği etkiyi erkeklerde gösteremeyebilir. Eau de Parfum olarak satılıyor. İlkbahar-yaz döneminde kullanmak iyi fikir.


Tasarımını tanınmış parfümörlerden  Michel Almairac yapmış. Luca Turin'in kitabında meyveli paçuli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş.

Artıları:
+ Genel olarak bir çok kişinin sevebileceğini düşünüyorum.
+ Neşeli ve canlı yapısı.

Eksileri:
- Baştan sona çok değişmeyen tarzı.
- Bir niş parfüme göre fazla mı basit?
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Ağustos 2013 Perşembe

Guerlain – Aqua Allegoria Lemon Fresca (2003)



Guerlain – Aqua Allegoria Lemon Fresca (2003)

Dünya parfüm endüstrisinin en köklü isimlerinden olan Guerlain'in, 1994 yılında lüks hazır tüketim grubu LVMH'e satılması çoğu kişide hayal kırıklığı yaratmıştı muhtemelen. Çünkü biliniyor ki butik ve bağımsız parfüm evleri, popüler markalardan ve bu yönde kokulara yer veren çok bilindik isimlerden daha önemli işlere imza atabiliyor. Evet belki büyük pazarlama kampanyaları yapmaz butik markalar. Video kliplerinde ünlü yüzleri oynatmazlar. Onlara kaynak ayırmak yerine, güçlerini sanat eseri olma ihtimalli parfümlere verirler. Ve bu yönleriyle çoğu zaman ana akım ve popüler markalardan bir kaç adım önde olurlar. Aynı şey Guerlain içinde geçerliydi. Ta ki 1994 yılına kadar.

Tek hedefi daha çok kar elde etmek olan günümüz şirketlerinin tipik örneği Louis Vuitton grubu. Önemli olan karlılık ve verimlilik. Çok satma ve çok kazanma her şeyden önce geliyor. Bu zihniyetteki bir holdingin, Guerlain gibi bağımsız bir pırlantayı, çok iyi yerlere taşıyamadığını üzülerek izliyoruz. 2000'li yıllardan itibaren Jean Paul Guerlain'in emekli olmasıyla, ortalama bir ana akım markaya dönüşme riskiyle karşı karşıya şimdi Guerlain parfüm evi. Yeni çıkardıkları bir çok parfüm ise eski efsanevi klasiklerinin yanına bile yaklaşamıyor ne yazık ki.

Louis Vuitton'un eline geçtikten sonra Guerlain markası bir çok parfüm piyasaya sürmeye başladı. Bunların içinde seri halinde çıkarılanlar da var. Mesela Aqua Allegoria serisi. 1999 yılında beş parfüm birden piyasaya sürülerek bu seriye başlandı. Sonrasında her yıl yenileri eklendi. 2013 yılı itibariyle otuz beşe yükseldi sayısı. Genel olarak bahar aylarından ve doğanın canlanmasından esinleniyor bu seri. Parfümlerini bahar aylarına girerken çıkaryorlar. Her parfümleri farklı temaya sahip. Mandalina, gül, yasemin, leylak, lavanta veya kivi gibi.


Bugün inceleyeceğim Aqua Allegoria serisinden Lemon Fresca olacak. Üretimi bir süredir bitirilmiş durumda. Yani bulunması mümkün görünmüyor hiç bir yerde. İsminden de anlaşılacağı üzere ferah limon ve turunçgil teması üzerine inşa edilmiş.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma buruk limon kokusu çıkıyor. Biraz limon kabuklarını hatırlatıyor. Sanırım bergamot eşlik ediyor limona. Ortalama ve doğal bir açılışı var. Sonrasında büyük değişim geçirmiyor kokusu. Limon aromasına biraz tatlılık ve pudralık ekleniyor. Neyseki fazla değil. Orta kısmı da eh işte. Sonlara gelindiğinde yine aynı koku burnunuza geliyor. Bir tek yumuşak odunsu notalar ekleniyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Lemon Fresca, çok basit formüle sahip. Limon, biraz pudramsılık ve odunsu notalar. Belki azıcık da yumuşak çiçekler. Fakat ana öğe her zaman pudramsı limon. Hani bir limonu ikiye kesince karşımıza ekşimsi bir koku çıkar. Burada o tip canlı ve ferah bir kullanım yok. Daha çok hüzünlü, olgun ve buruk aromaya sahip.

Kabul etmek gerekir ki harikalar yaratmıyor kokusu. Denediğim en güzel limon temalı parfüm de değil. Zaten öyle çok iddialı tarafı da yok. Genel olarak basit bir limon kokusu olarak tasarlanmış. Derinliği yada ilginçliği yok.


Başlangıcında ve orta kısmında yapaylığa rastlanmıyor. Fakat sonlara doğru kullanılan pudralı odunsuları pek sevemedim. Neredeyse yapaylık sınırında. Pek özenilmediği izlenimi çıkarıyorum.

Aslında üzerinde çok konuşulacak bir parfüm değil genel olarak. Zaman zaman limonlu oda veya araba spreylerine benzettim kokusunu. Çok orijinal tarafı yok. Yaratıcı değil, sadece fazla basit ve sıradan.

EDT olarak üretilmiş. Tasarımını bizzat Jean Paul Guerlain yapmış. Zaten sırf bunun için merak etmiştim kokusunu. Fakat biraz hayal kırıklığına uğradım. Uniseks olarak sınıflandırılmış. Bence kadın kullanımına daha yakın. İlkbahar-yaz aylarında kullanmak için ideal. Şişesinin tasarımını Robert Granai'nin yaptığına dair bilgiye rastladım.

Parfüm yazarı Luca Turin, Lemon Fresca'yı düz limon olarak sınıflandırmış. Ayrıca beş üzerinden sadece bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine dahil etmiş.


Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Kalıcılığı kıyafet üzerinde iyi.

Eksileri:
- Sonlarını pek sevemedim.
- Sıradan ve sıkıcı bir limon kokusu.
- Kalite hissiyatı düşük.

Koku Güzelliği:10/5.5  

Scottee - Eau de Toilette (Video)

Scottee. 27 yaşında bir adam. Sanatçı, yönetmen, oyuncu, yayıncı ve yazar. Bu şapkalarından belki de en önemlisi modern performans sanatçılığı. Birleşik Krallık'tan çıkmış ilginç karakterlerden birisi. Londra'nın kuzeyi asıl memleketi.

Birbirinden uçuk ve farklı işlere imza atan bu sanatçının, geçtiğimiz günlerde Eau de Toilette isimli videosuna rastladım. Parfüm kullanımına göndermeler yapıyor anladığım kadarıyla. Sadece üç dakikalık bir iş aslında. Oldukça ilginç geldi bana. Parfümlere farklı açıdan bakmış. Bir de siz göz atın bakalım parfüm severler. Fakat Scottee'nin yaptıklarını evde denemeye kalkmayın :)


12 Ağustos 2013 Pazartesi

Creed – Himalaya (2002)


Creed – Himalaya (2002)  Markanın popüler parfümü.

Sanskrit dilinde "kar barınağı" anlamına gelen, dünyanın en büyük ve yüksek sıradağlarının bulunduğu bölgenin adı Himalaya. Her profesyonel dağcının bildiği ve hayranlık duyduğu bir dağ silsilesi. Yılın on iki ayı erimeyen buzullar sayesinde çok sayıda nehri besleyen koca bir network adeta. Dünyanın çatısı denilen ve gezegenimizin en yüksek zirvesi Everest'i de içine alan bu bölge, Creed parfüm evinin popüler eserlerinden birisine isim babalığı yapıyor.

Doğaya ve doğa yürüyüşlerine olan tutkusu sebebiyle tasarladığı parfümüne Himalaya ismini vermiş Olivier Creed. Bazı söylentilere göre bizzat o yöreye yaptığı seyahatten çok etkilenmiş ve parfümünde bu yörenin adını yaşatmak istemiş. Creed ailesinin altıncı nesil temsilcisi Olivier Creed, baş parfümör olarak yeni bir çok popüler parfümün de arkasındaki isim. Mesela Green Irish Tweed, Millesime Imperial, Silver Mountain Water, Spring Flower, Original Vetiver, Love in White, Original Santal, Virgin Island Water, Love In Black, Acqua Fiorentina, Sublime Vanille, Aventus, Royal Oud ve White Flowers.

Kendi sitelerinde ferah/odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlhamını Himalaya dağlarının, karla kaplı erişilmesi zor zirvelerindeki ihtişamı ve sonsuz güzelliğinden almış. Şişesinin metalik gri olmasının sebebi de o dağlardaki buzlardan etkilenilmesiymiş.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma ferah ve serin turunçgiller çıkıyor. Greyfurt ve bergamot çok başarılı kullanılmış. Doğal, temiz, rafine ve müthiş. Himalaya'nın açılışı harika. Uzun zamandır karşıma çıkan en iyi turunçgil kokusu diyebilirim rahatlıkla. İlerleyen dakikalarda parfümün karakteri radikal şekilde değişiyor. Serin turunçgiller neredeyse hiç hissedilmiyor. Onun yerine oldukça tatlı sabunsuluk, yumuşak baharatlar ve misk geliyor. Başlangıcı ile pek benzeşmiyor orta kısım. Oldukça tatlılaşıyor denebilir. Üst notaları kadar ferah ve etkileyici değil orta kısım. Yine de belli kalitenin üzerinde. Son kısımlarda Creed'in bir çok parfümünde karşılaştığım ambergris etkin. Tabiki tatlımsı odunsu notaları da unutmamak lazım. Muhtemelen ambergristen kaynaklanan yapaylık dikkatimi çekti. Bence en başarısız kısmı sonları. Böylece tenden ayrılıyor.


Himalaya'yı iki kısma ayırmak gerek. İlk kısım ferahlatıcı turunçgillerden oluşuyor. İkinci kısım ise tatlımsı sabunsu notaların önderliğinde ambergris ve misk teması üzerine inşa edilmiş. Yani başı ile sonu pek benzemiyor. Ferah başlangıç, neredeyse bir kış parfümü kadar tatlımsı odunsu-amber olarak sona eriyor.

Himalaya, Creed'in en popüler ve çok satan eserlerinden birisi. Bir çok yorumcu Himalaya'nın ferah ve yaz mevsimine uygun kokulardan olduğunu belirtmiş. Bence başlangıcı dışında çok ferah değil. Belki de dört mevsim kullanılabilmesi için parfümör böyle bir yol izlemiştir. Kimileri de yoğun sabunsuluktan bahsetmiş. Deneme sürecinde öyle yoğun sabunsuluk ile karşılaşmasam da temizlik hissi veren sabun-pudra kokusu özellikle orta notaların başlangıcında etkili. Sonrasında oldukça azalıyor etkinliği.

Genel olarak denediğim bazı Creed'lerden kalite anlamında daha başarılı. Bazılarından ise daha alt düzeyde. Yani benim için ortalama bir Creed parfümü oldu. Fakat ana akım bir parfümden daha yüksek kalite hissiyatı verdiğini kabul etmek lazım. O anlamda Olivier bey fena iş çıkartmamış. Hayatınızın parfümü olacak kadar etkileyici mi? Pek sanmıyorum.

İsmi ve şişesinin rengi dolayısıyla daha ferah, serin hatta soğuk dağ havası gibi koku beklerken, karşıma tam anlamıyla öyle bir arkadaş çıkmadı. Daha sıcak ve tatlımsı odunsulukla karşılaştım. Sonları dışında yapaylık hissedilmemesi ise sevindirici oldu.

Himalaya'nın kokusunu, markanın diğer popüler parfümü Silver Mountain Water'a biraz benzettim. Oysaki çoğu kişi Paco Rabanne'in XS'ine benzetmişler. Aslında haklılar. Fakat XS'den daha rafine ve başarılı genel yapısı.


Himalaya'nın, kendi sitelerindeki açıklamalarında erkek kullanımına daha uygun olduğu belirtilmiş. Fakat bazı kaynaklarda uniseks olarak değerlendirilmiş. Bence de erkek kullanımına yakın. Özellikle baskın odunsu notalar pek kadınlara uyacak gibi değil.

Luca Turin, Himalaya'yı sabunsu biber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş Turin. Diğer bir çok Creed gibi Millesime konsantrasyonuna sahip. Dört mevsim kullanılabilir. Otuz beş yaş ve altındaki arkadaşlar için daha uygun seçim olabilir. Kalıcılık ve fark edilirlik anlamında oldukça sınırlı. Zaten diğer kullanıcılarda zaman zaman şikayet etmişler bu durumdan. Ve tabiki altın kuralımız: "Denemeden almayın, pişman olmayın."

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı çok başarılı.
+ Genel kalitesi tatmin edici.

Eksileri:
- Son kısmı pek başarılı değil.
- Eşsiz ve benzersiz değil.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği düşük.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği: 10/7

8 Ağustos 2013 Perşembe

Cartier – Roadster (2008)



Cartier – Roadster (2008)  Markanın erkek parfümü.

Nedense küçüklüğümden itibaren saat takma alışkanlığım olamadı. Bileğime taktığım o saat, sanki beni sınırlandıran ve boyunduruğu altına alan pranga gibi gelir. Neyseki cep telefonları yaygınlaştı da saat takmak gibi zorunluluğum kalmadı. Ama saat ile ilgili aklıma gelen en matrak isim Hürriyet gazatesi yazarı Kanat Atkaya.

O da benim gibi saat ile arası iyi olmayanlardan. Cep telefonları da henüz yaygın değilken, saati öğrenmek için önünden geçtiği dükkanların içindeki duvarlara bakar ve orada bir saat görürse öyle öğrenirmiş saati. Bu hallerini esprili şekilde anlatırdı yazılarında. Şöyle bir düşündüğümde hiç de fena fikir değilmiş hani.

Malum, yaş biraz ilerleyince insanların neden saat taktıklarını yavaş yavaş anlamaya başladım. Evet ilk amaç zamanı öğrenmek olabilir. Son yüzyılın en önemli bilim insanlarından olan Albert Einstein’in geliştirdiği Genel Görecelik Kuramına göre zamanın evrenin farklı noktalarında farklı hızlarla aktığı, hatta durabildiğini göstererek, mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu ispatlıyor. Aslında saatlerinize baktığınız zaman, gerçek zaman olmayabilir. Buyrun çıkın çıkabilirseniz işin içinden!

Sadece bilimsel anlamda değil, insanın kendisini toplum içinde konumlandırmasıyla da ilgili sanırım saat kullanma kavramı. Burada tabiki çok yüksek fiyatlara satılan lüks saatlerden bahsediyorum. Mesela Tag Heuer, Vacheron, Rolex veya Cartier. Yüksek fiyatlı saatin, girilen sosyal ortamlarda dikkat çekmesi gerekiyor belki de. Bu anlamda aslında parfümler ile saatler arasında bağ kurabiliriz. İkisi de sizi mutlu ediyor, ikisi de size statü sağlıyor, ikisi de bireyselliğinizi okşuyor, ikisi de size "özel" olduğunuzu hissettiriyor.


Cartier'in, insanların bu iki haz nesnesine yönelik ürünleri doğal olarak radarımıza takılıyor pafüm severler olarak. İlhamını Cartier'in aynı isimli saat serisinden almış Roadster. Bu anlamda Cartier'in diğer parfümleri ile aynı yol izlenmiş isim konusunda. Yeni sayılabilecek parfümlerden. Kendi sitelerinde fujer ailesine yakın olduğu belirtilmiş. Daha önce duymadığım mineral-fujer akorundan da bahsedilmiş. Bakalım nasıl bir arkadaş çıkacak karşımıza.

İlk sıktığımda nane-mentol ile kabe samanı karşıma çıkıyor. Ağırlık nane de. Kabe samanı geri planda. Sanki biraz biber de var. Fena değil başlangıcı. İlerleyen dakikalarda nane etkisini devam ettirirken yapaylık sınırında dolaşan odunsu notalar kendisini göstermeye başlıyor. Bu kısım başlangıcına göre daha tatlı. Sanki biraz aromatik otlar veya baharatlar da var. Orta notalar genel beğeniye uyacak gibi. Sonlarda ise vanilya hissediyorum hatırı sayılır derece de. Ona odunsu notalar eşlik ediyor. Güzel diyebilirim alt notaları için.

Roadster, ferah başlıyor, tatlılaşarak devam ediyor ve neredeyse oryantal gibi sona eriyor. Bir çok kişi kokusunun ferah olduğundan bahsediyor. Bunun sebebi şüphesiz önemli oranda kullanılmış nane aroması. Zaman zaman serinlik hissettiren bu naneyi bazıları diş macunlarına benzetmiş. Bence öyle yoğun bir diş macunu efekti yok.

Genel itibariyle ortalamanın biraz üzerinde kaliteye sahip. Başlangıcında yapaylığa rastlanmıyor. Oldukça pürüzsüz diyebilirim. Orta kısımda ise yapaylık odunsu notalardan geliyor. Muhtemelen sedir. Hatta bir parça Iso E Super kullanılmış. Anlaşılan bana rahatsızlık veren aktör o. Sonlarında ise güzel bir vanilyayla teninize veda ediyor.


Modern, parlak, pozitif, herkesin sevebileceği gibi kurgulanmış ana akım parfüm olarak görüyorum Roadster'ı. Harikalar yaratmıyor. Niş parfüm kalitesinde değil. Ama nane kokusunu sevenler için az sayıdaki örnekten birisi. Öyle bir şişesinin peşinden koşulacak kadar başarılı bulmadım. Bende pek iz bırakmadıysa da kötü parfüm olduğunu söylemek mümkün değil. Cartier'in diğer denediğim parfümlerindeki dikkat ve özen burada da gösterilmiş. Açıkçası benim için "Eh işte" güzelliğinde.

Nane ile ilgili duruşum biraz farklı. Normalde bitki halindeki naneyi çok severim ve kokusunun da dünyanın en nefis rahiyalarından birisi olduğunu düşünürüm. Hatta markete veya manava gittiysem özellikle taze nane bitkisini koklarım. Fakat o güzelim nane kokusu parfümlerde kullanılınca bir türlü sevemiyorum. Bitkisinin o doğal, mis gibi kokusunu veremiyor parfümörler. O gerçekçiliği denediğim hiç bir nane temalı parfümde bulamadım. Bu anlamda çok ilginç bir bitki.

Bu haliyle genç yaştaki arkadaşları hedeflediğini düşünüyorum Cartier'in. Zaten parfümün ilk çıktığı yıl olan 2008 yılındaki bir basın bülteninde genç erkeklere yönelik düşünüldüğü bilgisine rastladım.

İlk kullandığım zamanlarda oldukça beğendiğim kokusu, zamanla biraz sıradan gelmeye başladı. Sanrım bir parfümü 4-5 günden fazla kullanınca sıkılmaya başlıyorum. Bu da benim için ciddi bir tehlike. Haydi hayırlısı.


Neredeyse bütün işlerini Cartier için yapmış olan Mathilde Laurent tasarlamış kokusunu. Dört mevsim kullanmaya uygun yapısı memnun edici.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Herkesin sevebileceği kokusu.

Eksileri:
- Orta kısmında yapaylık hissediliyor.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olabilir.
- Rakiplerine göre biraz yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)


Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)  Kadın kullanımına yakın başarılı çiçeksi parfüm.

Gül, yasemin ve sümbülteber... Üç çiçek... Yani 3 Fleurs...

Önce gülden başlayalım. Göksel mükemmelliği bünyesinde barındırırken dünyasal tutkuları da içeren, dolayısıyla içinde zıtlıkları taşıyan son derece kompleks bir ezoterik semboldür gül. Aynı zamanda dünyanın her yerinde şairler tarafından özel önem atfedilen, yaygın kullanımı olan semboldür. Batı simyasında en önemli çiçek olup kısmen Doğu Ezoterizmi’nde de yer alır. Gül hem zaman, hem ebediyet’tir, hem yaşam hem de ölümdür, hem doğurganlık hem de bekarettir. Gül mükemmelliktir, tamamlanmanın, yaşamın gizeminin, hayatın kalp merkezinin, bilinmeyenin sembolü olup güzellik, zerafet, mutluluk ve aynı zamanda şehvet düşkünlüğü, tutkular, hatta şarapla ilişkilendirildiğinde şehvetin ve baştan çıkarıcılığın sembolüdür. Dişil tanrıçaların çiçeği olarak gül; sevginin, hayatın, yaratılışın, doğurganlığın ve insandaki dişil gücün sembolüdür. (www.astroset.com)

Yukarıdaki alıntıda anlatılmış aslında gül ve onun içinde barındırdığı semboller. Sadece onlar mı? Antik çağlarda, Tapınak Şövalyeleri ve Kutsal Kase inancında, İslam’da, Sufizmde, Kadirilikte, Hıristiyanlıkta, Kabalizmde, Hint felsefelerinde, simyacılıkta, Mısırda, Çinde, Masonlukta, edebiyatta ve Spiritüalizmde. Tarih boyunca hangi inanç ve düşünce sistemi varsa gül bir şekilde orada var. Sanırım bundan sonra da olmaya devam edecek.

Bir de yasemine bakalım. Güzelliğin ve çekiciliğin sembolü deniyor onun için. Yasemin, tarih boyunca afrodizyakların temel notalarından birini oluşturmuştur. Hindistan’daki Müslümanlar onu “aşkın parfümü” olarak isimlendirirler. Fiziksel aşk, romantizm, yakınlıkla anılır yasemin. Esansların en mükemmeli olan yasemin, çağlar boyunca koku endüstrisinin odak noktası olmuştur. Zamanında “Yaseminsiz parfüm, parfüm değildir” şeklinde sözler bile söylenmiştir. (http://maimira.com)



Peki sümbülteber... Büyülü güçleri olduğuna inanıldığını söylesem sümbülteberin, ne dersiniz? Kadınsılığı vurguladığı ise o kadar aleni ki. Burada sözü kısaca Kilian Hennessy'e verelim o zaman: "Hayatımdaki kadınların hepsi sümbülteber kokardı; anneannem, annem, teyzem hepsi… 70’li yılların Paris’ini hayal edin. O zamanlar kadınlar gece dışarı çıktıkları zaman son derece şık giyinirlerdi. Onları tuvaletlerini giymiş, süslenmiş ve etrafa yaydıkları mis gibi sümbülteber kokusuyla hatırlıyorum.” (www.mascarammaxx.com)

Bir süredir Fransız niş parfüm evi Parfum d'Empire'ın eserlerine yer vermediğimi fark ettim. Denediğim Cuir Ottoman ve Wazamba oldukça başarılı parfümlerdi. Şimdiyse koleksiyonun üçüncü kokusuna göz atmak istiyorum. 3 Fleurs, markanın fazla öne çıkamayan parfümlerinden. İlhamını ve ismini yukarıda bahsettiğim üç çiçekten almış. Gül, yasemin ve sümbülteber.

Kendi sitelerinde "Göz alıcı çiçeksi" olarak değerlendirilmiş. Üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlı çiçekler çıkıyor. Muhtemelen kremsi yasemin ve gül suyu. Oldukça iddialı kullanılan yasemin-gül, ilk dakikalarda oldukça baskın. "Bana yaklaşmayın, benimle lüzumsuz muhatap olmayın" der gibi. Yüksek kaliteli, saldırgan ve yoğun. Orta notalara doğru neyseki biraz sakinleşiyor ve evcilleşiyor. Bu andan itibaren yasemine-gül ikilisine sümbülteber eşlik etmeye başlıyor. Gayet pürüzsüz ve gerçekçi kullanılmış. Orta notalarını sevdim. Son kısımlarda çiçeklere misk de ekleniyor. Sümbülteber, hatırı sayılır derecede sabunsuluk ekliyor ana kompozisyona. Son kısımları da yüksek kaliteli. Hala çiçeksi, sabunsu, cazibeli ve çarpıcı. Böylece de tenden ayrılıyor.

3 Fleurs, sıradan bir sümbülteber kokusu gibi olur diye düşünürken, ters köşeye yatırdı beni. Ana öğe iddialı yasemin-gül ikilisi. Evet bu parfüm için doğru sözcük muhtemelen "iddialı". Aynı hissi Thierry Mugler'in çarpıcı parfümü Alien'da da hissetmiştim. Fakat koku olarak biraz Montale – Black Aoud’a benzettim. Hatta parfümün kokusunu üzerimde duyanlar ya gül suyuna yada hacı yağlarına benzettiler açılışını. Son kısmı ise meyveli (şeftali), eski tarz şipreleri hatırlattı bana.



3 Fleurs dolu dolu parfümlerden. Yani gerçek anlamda parfüm kullandığınızı hissediyorsunuz. Her şey ortada. Gül, yasemin ve sümbülteber, bütün cazibeleri ile orada duruyorlar. Sağlam ve güçlü yapısı kadınların özgüvenini arttıracak cinsten. Çok fazla sıkmanızı tavsiye etmem çünkü boğucu olabilir. Özellikle başlangıcının fark edilirliği yüksek. Kokusuysa kabul edilebilir ölçüde tatlı. Çok baygın şekerlilik yok neyseki.

Kimi zaman gül ön plana çıkarken, bazen yasemin kendisini gösteriyor. Arkadan ise sümbülteberin o sabunsu kokusuna rastlıyorsunuz. Hatta yer yer meyveli şipre gibi davranıyor. Mesela sıcak öğle saatlerinde yasemin ve sabunsu sümbülteber baskınken, serin saatlerde gül öne çıkıyor. Bu anlamda zengin ve değişken olduğunu söylemeliyim. Verdiğiniz yüksek bedelin karşılığını almanız olası.

İsminden anlaşılacağı üzere çiçekler üzerine kurulmuş ana kompozisyon. Bu da onu kadın kullanımına yakın hale getiriyor. Bence de kadın parfümü olarak daha etkili olacaktır. Çiçeksi parfüm arayan erkekler için denenmesi gereken seçeneklerden birisi. Kadın parfümlerinde yüksek oranda kullanılan pudra-sabun efekti, burada baskın değil. Sümbülteber ara ara kendisini göstererek bu görevi yerine getirmiş oluyor.

Pürüzsüz, uyumlu, lüks, romantik ve rafine. Ama benim için fazla çiçeksi ve yer yer fazla hacı yağımsı. Özellikle sümbülteberle aramız bir türlü düzelemiyor. Onun içindir ki harika bir parfüm diyemiyorum. Ancak şöyle söyleyebilirim. Bu tür kokuları sevenler için çok güçlü bir alternatif.

Markanın diğer parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Dört mevsim kullabilecek yapısı ilgi çekici. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşlara uyacağını düşünüyorum.



3 Fleurs'un kokusunun tasarımını, Parfum d'Empire'ın kurucusu ve sahibi Marc-Antoine Corticchiato yapmış. Yüksek fiyatı göz önüne alınırsa denemeden almak iyi fikir değil.

Artıları:
+ Orta kısmını sevdim.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi oldu tenimde.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Hatırı sayılır şekilde kullanılmış sümbültebere alışamadım.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/7.5

1 Ağustos 2013 Perşembe

Dolce & Gabbana – Light Blue (2001)



Dolce & Gabbana – Light Blue (2001)  Markanın popüler kadın parfümü.

Bu konsept için bir aşk hikayesi diyebiliriz. Her şeyi ile Akdenizli bir aşk hikayesi hemde.

İlhamını Domenico Dolce'nin memleketi Sicilya'dan alan bir parfüm. Aslında sadece Sicilya ile kısıtlamamak lazım. Çünkü Light Blue parfüm serisi, Akdeniz'in o güzelim mavi suları düşünülürek meydana getirilmiş bir konsept. Gerek kokusu, gerekse pazarlama faaliyetlerinde hep Akdeniz vurgusu var.

2001 yılında ilk Light Blue, kadın parfümü olarak piyasaya sürüldü. Kısa sürede öylesine büyük başarı yakaladı ki, en çok satanlar listesine girmesi hiç zor olmadı. Kadınlar onu sevmişlerdi. Ve ona sahip çıktıklarını ispat ediyorlardı. Çünkü hepimiz biliyoruz ki erkek yada kadın modası olsun, eğer kadınlar tarafından sevilmiyor ve ilgi görmüyorsa başarısız olmaya mahkumdur. İster kıyafet, ister ayakkabı, isterse de parfüm. Moda dünyasını kadınların arzularının şekillendirdiğini artık hepimiz biliyoruz. İyiki de öyle.

Kadın parfümleri içinde büyük hayran kitlesi olan arkadaşlardan birisi de Light Blue gibi görünüyor. Bunu 12 yıldır pek azalmayan popülaritesinden anlıyoruz. Hatta o kadar başarılı oldu ki Light Blue, ilerleyen yıllarda erkek versiyonu da piyasaya sürüldü. Fakat hiç bir zaman kadın versiyonu kadar başarılı olamadı Pour Homme.

                                     Light Blue parfümlerinin tanıtım yüzleri: Bianca Balti ve David Gandy. 

İsmi bize önemli ipuçları veriyor Light Blue'nun. Öncelikle onun hafif ve yumuşak yapıda olduğu vurgulanmış. Blue ile deniz arasında bağ kurulmuş. Yani akuatik merkezli kokusunun olduğu ilk anda akla geliyor. Aynı şeklide şişesi de benzer vurgulara sahip. Şişenin cam kısmı şeffaf olarak tasarlanmış ki suya gönderme olduğu düşünülebilir. Mavi kapağı da denizden ilhamını almış sanki. Resmi tanıtımı ise şöyle: "Şehvetli Akdeniz stilinin yeniden keşfi: Dolce&Gabbana Light Blue Pour Femme. Akdeniz yaşam tarzının seksiliğini yansıtan renkli, ferah, çiçeksi-meyveli kokusuyla, güneşli yaz günleri ve göz kamaştırıcı geceleri yakalayın."

Parfümün başlangıcı ekşimsi turunçgiller, azıcık limon ve meyveler ile gerçekleşiyor. Meyve derken ağırlık elmada diyebilirim. Hani yeşil ekşimsi elmalar vardır aynen öyle. Yapaylık hissedilmeyen elma kokusuna hayran kaldığımı söyleyemem. Orta kısma geçildiğinde büyük değişiklikler yaşanmıyor. Turunçgiller ortadan kaybolurken meyvelerin hakimiyeti daha da artıyor. Çilek-elma benzeri koku artık merkeze yerleşiyor. Biraz da egzotik çiçekler. Hatta gerilerden gül ve misk de geliyor. Bu kısımda hafiften yapaylık emareleri başlıyor. Son kısımda ise yine aynı meyvemsilik var. Fakat onu desteklemek için odunsu notalarda eklenmiş. Muhtemelen sedir ağacı. Miski de unutmayalım alt notalarda. Böylece de tenden ayrılıyor.

Light Blue, tenimde ağırlık olarak hafif, tatlı, meyveli-çiçeksi-odunsu şeklinde kendisini gösterdi. Tabiki meyveler her zaman ön planda ve baskın. Çilek-elma ikilisi neredeyse ana yapıyı oluşturuyor. Ferah, yumuşak ve sakin diyebilirim genel haline. Çok rahatsız edecek kadar yapaylığa rastlamadım. Fakat yüksek kaliteli parfüm izlenimi vermiyor.

Light Blue, şaşırtıcı derecede Paco Rabanne'in popüler erkek parfümü Black XS'e benziyor. Denemelerim sırasında iki parfümün neredeyse aynı kokuya sahip olduğunu farkettim. Black XS'in Light Blue'dan daha sonra çıkarıldığını düşünürsek bariz bir esinlenme hatta taklit söz konusu gibi görünüyor Paco Rabanne tarafından. Fakat iki parfümün tasarımcısının (Olivier Cresp) aynı kişi olduğunu öğrendiğimde zihnimde netleşti küçük masum sorular.


Light Blue, kadınların çok sevdiği ve kullandığı parfümlerden birisi. Acaba sebebi ne? Bu tür onlarca meyveli-çiçeksi temada kokuya rastlanabilir. Onu diğer rakiplerinden hangi özelliği ayırıyor acaba? Bu sorunun yanıtına bir erkek olarak nasıl cevap verebileceğimi bilemiyorum. Fakat yukarıda bahsettiğim Black XS'in bu kadar sevilmesinin sebebiyle, Light Blue'nun da böylesine ilgi görmesi arasında bağ olduğunu düşünüyorum. Sanırım insanlar bu tür çilek-elma (taze, ekşimsi meyve) konseptini kendilerine yakın buluyorlar.

Parfümün sıkıntılı yönlerinden kısaca bahsedeyim. İlk olarak başından sonuna kadar neredeyse aynı kalıyor. Hiç değişmeden tekdüze devam ediyor. E bu da bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Yani çok basit kokusu var. Karmaşık yada ilginç değil. Belki de yaz parfümü olması sebebiyle böyle basit yapıya sahip. İkinci olarak tene yakın kalıyor. Yani fark edilirliği düşük oldu bende. Üçüncü olarak da orta kısmın sonlarından itibaren yapaylık kendisini gösteriyor. Çok rafine bir parfüm olmadığı aşikar.

Evet Light Blue, kadın parfümü. Fakat şu haliyle erkeklerin rahatlıkla kullanabileceği gibi. Hatta bu parfümü erkeklere sunsalardı hiç sorun olmazdı muhtemelen. Çünkü meyveler kadınsı ve pudralı kullanılmamış.


Değineceğim başka konu ise parfümün akutik yönüne yapılan vurgu. Gerek isminde gerekse pazarlama kampanyasındaki deniz teması kokusuna neredeyse yansımamış. Yani Light Blue için akuatik demek doğru olmayacaktır. Yukarıda da bahsettiğim gibi o tam bir meyveli-çiçeksi. Bu anlamda kokusu ile konspeti arasında uyumsuzluk sezinledim.

Parfüm yazarı Luca Turin, Light Blue'yu turunçgil-amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine koymuş. Başka bir parfüm yazarı Chandler Burr ise oldukça beğenmiş Light Blue'yu. Birbirlerine nispet mi yapmışlar karar veremedim. 

Farklı kozmetik ve güzellik organizasyonlarından ona yakın ödül aldığını küçük bir not olarak vereyim. Kokusunun tasarımını ünlü isimlerden Olivier Cresp yapmış. İlkbahar-yaz mevsimi için daha uygun. 15-35 yaş arasındaki arkadaşlar deneyebilir. Daha üst yaş gurupları için fazla "genç işi" kalabilir. Bir çok kadın parfümünün aksine EDT konsantrasyonuna sahip.


Artıları:
+ Genel beğeniye hitap eden kokusu.

Eksileri:
- Yüksek kaliteli değil.
- Düz çizgide ilerliyor ve bu da onu sıkıcı yapıyor.
- Sıradan bir ana akım parfümden farkı yok.
- Fark edilirliği düşük.

Koku Güzelliği:10/6