30 Aralık 2013 Pazartesi

Puredistance – M (2010)


Puredistance – M (2010)

Puredistance, Jan Ewoud Vos tarafından kurulmuş niş parfüm evi olarak kayıtlara geçebilir. Jan Ewoud Vos, fotoğraf sanatçılığı ve tasarımcılığın ardından parfümlerle de ilgilenmek istemiş. 2010 yılında kurulan Puredistance, ilk yıl, üç parfüm piyasa sürdü. Özellikle I isimli kadın parfümü oldukça ilgi çekti. Aynı yılın sonlarında M'de piyasaya sürüldü. 2011 yılında hiçbir parfüm çıkarmayan marka, 2012’de Opardu, 2013 yılında Black'i görücüye çıkardı. Henüz üç yıllık bir parfüm evi ve sadece beş parfüme sahipler. Sanırım ağır ağır ama sağlam adımlarla ilerlemek istiyorlar.

Puredistance'ı takip ettiğim yurt dışı parfüm platformlarında tanıdım. İsminden bu kadar çok bahsedilen bir markanın ilgimi çekmemesi düşünülemezdi. Özellikle bugün yazacağım M, adeta fenomen olmuş durumda. Böylesine talep gören ve hakkında bir çok şey yazılan parfümün incelemesini vakit geçirmeden yazmak istedim. Markanın kendisini nasıl konumlandırdığı ile ilgili gözlemlerimi de aktarmak istiyorum.

Evet bana da biraz garip geldi ilk başta Puredistance.  Jan Ewoud Vos isimli neredeyse hiç tanınmayan bir adam. Niş parfüm dünyasında henüz üç senelik yepyeni bir soluk. Acelesi olmayan bir marka olduklarını, son üç yılda sadece 2 parfüm çıkararak kanıtlamış durumdalar. I ve M isimli iki parfümü büyük ses getirmiş gibi görünüyor koku severler arasında.


Puredistance'ı fiyat bağlamında ele alarak durumu açıklayayım. Puredistance’ın daha önce hiç bir markada rastlamadığım 17.5 ml. şişelerinin fiyatlarının 165 Euro olduğunu gördüğümde ne diyeceğimi bilemedim. Hele ki kendi sitelerinde 100 ml. parfümlerinin 490 Euro olduğunu fark ettiğimde boğazıma küçük bir düğüm takıldı. Acaba doğru görüyor muyum diye tekrar kontrol ettim. Çünkü bir şişe parfüm için istenen bu müthiş rakam, dünyanın en pahalı markalarından birisi haline getiriyor Puredistance'ı. Yani niş markaların bile neredeyse iki katından yüksek fiyatlara satılması, onu niş üzeri bir segmente çıkarıyor. “Ultra lüks” sözünü pek sevmesem de sanırım Puredistance için söylenebilir. Aynı Nasomatto, Amouage veya Clive Christian gibi...

Otomobil dünyası ile karşılaştırma yapacak olursam karşımızda Aston Martin var diyebilirim. Zaten ilginç olan şey de M'in gri bir Aston Martin'den esinlenmiş olması. Bu bilgiyi bizzat kendi sitelerinden edindiğimi belirtmem gerek. M’in tanıtımı şu minvalde yapılmış:

"Puredistance - M (erkek ve kadın için), oryantal, deri, şipre kategorisindedir. Görkemli, şehvetli ve kompleks, aynı zamanda asil ve sofistikedir. Londra'da, parfüm profesörü ve en önemli otoritelerden olan Roja Dove tarafından tasarlanmıştır. M, gri bir Aston Martin'in iç mekanının konforlu şıklığından esinlenmiştir. M, klasik anlamda deri şipre kokusudur. Beklenmeyen oryantalliği ile modern ve özgünlük hissi verir. M, şık dumansı deri kokusu ile kuşatıcı ve konforludur. İlhamını, James Bond'un arabasından almıştır."


M'in açılışı yoğun portakal/portakal çiçeği ile gerçekleşiyor. Ferah ve hafif değil. Üst notalar için derin, detaylı ve yoğun denebilir. Biraz Tauer'lerin açılışını hatırlattı bana. Fakat Tauer'lerden çok daha başarılı bence. Başlangıcını sevdim. Orta notalarda kokusu oldukça değişiyor. Portakalın yerini tatlımsı keskin baharatlar ve deri alıyor. Derin, karanlık, dumansı ve egzotik. Baharat-deri ikilisine geri planda meşe yosunu, amber ve kabe samanı (vetiver) destek veriyor. Yüksek kaliteli baharatları çok sevdim. Orta notalar gayet başarılı. Sonlara gelindiğinde karanlık yapı devam ediyor. Baharatların etkisi azalırken, tatlımsı odunsu notalar kendisini gösteriyor. Tek düze ve vasat tatlı odunsu notalar küçük çaplı hayal kırıklığı yarattı. Kapanışını hiç başarılı bulmadım ne yazık ki.

Kendi sitelerindeki tanım olan oryantal ve deriye katılmakla beraber, şipre bölümünün nerede olduğunu çözemedim. M, koyu, karanlık, gotik bir baharat-deri-tütsü kombinasyonu gibi geldi bana. Sonları dışında yüksek kaliteli, ilginç, gizemli ve dumansı.

Daha özele inecek olursam, M, deriden ziyade baharat parfümü. Tarçın ve karanfil nefis kullanılmış. Hatta kimi zaman mesir macunlarını hatırlattı bana. Tatlımsı karanlık baharatlarla derinin güzel bir işbirliği var orta notalarda. Bu anda karşımıza çıkan ikili bence parfümün en etkileyici kısmı. Tütsünün de hatırı sayılır bir yeri var orta kısımdan itibaren. Alt notalarındaki sıradan odunsu notalardan ise bahsetmeme gerek bile yok.


Zengin ve dumansı bir deri-baharat kokusuna ihtiyacınız varsa Puredistance'ın kapısını çalmanız gerekecek gibi. Genel anlamda güzel bir arkadaş. Dolu dolu bir parfüm kokladığınızı hissediyorsunuz. Güçlü ve sağlam yapısı sizi memnun edecektir. Zaman zaman serseri zaman zaman depresif zaman zaman gizemli kokusuyla farklı bir deneyim yaşatacağını düşünüyorum size.

Kendi sitelerinde M’in şipre yönü vurgulanmış. Peki M, şipre mi? Bence kesinlikle değil. Belki başlangıcı için azıcık şipremsi denebilir. Fakat modern bir kokuya sahip olduğunu düşünüyorum. Eğer muhakkak bir şeye benzetilecekse, aromatik fujerlara daha yakın olduğu söylenebilir. Fakat çok güvenli kokmadığını söylemem gerek. Her deneyen arkadaşın sevebileceği gibi değil. Kullanması zor bir koku gibi duruyor. Karşı cinsten övgüler almak istiyorsanız M, iyi bir seçenek olmayabilir.

Değinmem gereken önemli bir durum daha var. M'in konsantrasyonu Parfum Extrait olarak verilmiş. Kendi sitelerinde %25 konsantre parfüm yağı olarak sunulmuş. Yani EDP'lerden bile daha yüksek bir oran. Çok az marka Parfum Extrait olarak üretim yapıyor. Aklıma ilk olarak Nasomatto geliyor. Bir de bazı markaların çok az parfüm için limitli üretim olarak sürdükleri kokularda kullanılıyor. Yani türünün az rastlanan örneklerinden Puredistance parfümleri. Fakat bu durum fark edilirliğini o kadar da etkilememiş. Kalıcılığı gayet iyi.


Parfümün tasarımcısı Roja Dove. M, uniseks olarak parfüm severlerin beğenisine sunulmuş. Oldukça şaşırdım bu duruma. Bence gayet erkeksi duruşa sahip. Bu parfümü bir kadının üzerinde pek hayal edemiyorum. Onun içindir ki erkek arkadaşlar listelerine alsalar iyi olur. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir.

Koku Güzelliği:10/8

27 Aralık 2013 Cuma

Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)


Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)

Bu soğuk günlerde, güneşin yaz-kış eksik olmadığı Kuzey Afrika'ya gitmeye ne dersiniz? Uzun yıllar Fransa'nın sömürge yönetimi altında yaşayan bu coğrafya, her ne kadar şu sıralar karmaşık durumdaysa da, ilerleyen yıllarda eminim ki her şey rayına oturacak. Toplumsal barışın artık zor sağlanabildiği dönemlerden geçiyoruz. Sanırım bu bir süreç ve iyiye gitmeyi ummaktan başka elimizden gelecek fazla şey yok gibi.

Kuzey Afrika'nın güzel ve kendi halinde ülkesi Tunus'un tarihi, antik Roma dönemlerine kadar uzanıyor. Bir zamanların en büyük cihan imparatorluğu olan Roma'nın, etki alanlarından birisi de Tunus'tu. Hatta bazılarına göre Afrika'nın en etkileyici Roma izlerine burada rastlanabilir.

Roma İmparatorluğu dendiğinde benim aklıma kolezyumlar ve amfitiyatrolar geliyor. Kolezyum mimarisinin gösterişli olduğunu vurgulamama gerek bile yok. Roma'da halkın en büyük eğlencelerinden ve sosyalleşme yerlerinden olan kolezyumlarda, bugünün dünyası için vahşi sayılabilecek ölümüne dövüşlerin yapıldığı, "Gladyatör" filminden ve tarihi kaynaklardan çoğumuza aşinadır. Roma mimarisinin anıtsal yapılarından olan kolezyumların, günümüzde ayakta kalabilen az sayıda örneklerinden birisi de Tunus'ta. El Jem (El Djem) şehrindeki Roma kolezyumu, bugün önemli bir sanat eseri olarak titizlikle korunmakta. Unesco'nun da dünya mirası olarak kabul ettiği bu yapıyı, 1980'li yıllarda bir Fransız "usta parfümör" ziyaret eder. Bu ziyaretin zihinsel mi yoksa fiziksel mi olduğu konusu benim için şimdilik muamma. Ve Derby’nin oluşturulma fikri de böylece ortaya çıkmış olur.


1985 yılında Guerlain parfüm evi, Derby isimli erkek parfümünü piyasaya sürecekti. Parfümün yaratıcısı Jean-Paul Guerlain, bu parfümün ilhamını Tunus’taki kolezyumdan almıştı. Burada amaç, kolezyumda yüzlerce yıl önce koşturulan atlara bianen, parfümün deri temalı olması mıydı? Muhtemelen evet. Hatta şişe tasarımı bile Roma İmparatorluğunun arması olan kartal figürüne benziyordu. İşte bazı yorumculara göre "şimdiye kadar yapılmış en iyi erkek parfümlerinden birisi" olan Derby'nin kısa hikayesi böyle denilebilir.     

Bu tarihi önemdeki parfümün eski versiyonunu (vintage) kullanıyorum. Kartal (Eagle) şişe denilen ve artık çok zor bulunan orijinal formülasyon Derby ile tanışmak benim için gurur verici. Kendimi şanslı azınlıktan birisi olarak görüyorum. Bir de 2012 yılında uzun ince dikdörtgen forma sahip, yeni şişe tasarımıyla tekrardan piyasaya sürülmüş durumda.

Derby, kendi sitelerinde fujer-şipre-deri olarak sınıflandırılmış. The Exclusive Collections’un altında “Les Parisiens” serisinin üyesi olarak gösterilmiş. Tanıtımı şöyle yapılmış:

"Derby'i oluşturma fikri, Jean-Paul Guerlain'in vizyonu çerçevesinde, Tunus'taki El Djem anfitiyatrosunu ziyaret ettikten sonra ortaya çıkmıştır. Pirinçten yapılmış hissi veren bu koku, cesur erkeklere adanmıştır. Sıcak ve şehvetlidir. Erkekler için şık bir zırh. Derby, vahşilik ve uygarlığın karışımıdır: Baskın baharatların akını, odun ve deri. Zeki ve rafine erkeğin imzasıdır. Eşine az rastlanan fujer, şipre ve deri akorları saygı ve hayranlık uyandırır. Bir tarzın en mükemmel örneği.”


Derby'i üzerime ilk sıktığımda karşıma 1970'li yılların şiprelerini hatırlatan tozlu ve eski bergamotla turunçgiller çıkıyor. Bir çok yüksek kaliteli şiprede karşıma çıkan nostaljik ve eski turunçgiller gayet güzel ve rafine. Oldukça da yoğun ve keskin. Başlangıcına hayran olamasam da çok başarılı buldum. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Asıl şölen bu andan itibaren başlıyor. Turunçgiller ve bergamot geri çekilirken onların yerini tatlı baharatlar alıyor. Karanfil ve karabiber olabilir. Biraz da erkeksi çiçekler ve aromatik otlar mevcut. Orta kısmı harika diyebilirim. Son kısımda yine büyük değişim var. Tatlı baharatlar ortadan kaybolurken müthiş bir deri sizi selamlıyor. Deriye gerilerden meşe yosunu da eşlik ediyor. Gayet şık ve erkeksi. Son kısımda etkileyici. Böylece tenden ayrılıyor.

Derby’in başlangıcı oldukça yoğun geldi bana. Oysaki çok fazla da sıkmadım hiçbir kullanımda. İki fıs bile ilk başlarda fazla geldi. Onun içindir ki abartılı kullanmayın derim onu. Yoksa hem sizi hem de etrafınızı rahatsız etmesi olasılık dahilinde.

Derby, 1980'li yılların tatlımsı baharatlı deri kokularının belki de en iyisi. Başlangıçta şipre olarak kendisini gösteren, sonrasındaysa fujer karakterini benimseyen yapısıyla ilgi çekici bir eser olarak değerlendiriyorum onu. Yer yer erkeksi ve maço yer yer kadınsı nüanslar içeren yer yer cinsiyetsiz bir klasik gibi davranan Derby, ders veriyor adeta parfüm nasıl olur diye. Rahatlıkla niş parfümlerle rekabet eder, bir çoğunu da geride bırakır eski formülasyon Derby.

                                                                          Resim: Basenotes

Başlangıcı biraz büyük kız kardeşi Mitsouko'yu andırıyor. Orta kısmı Obsession, Bois du Portugal, New York paralelinde. Son kısımsa size özel bir deri kokusu sunuyor. Adeta el işçiliği ile yapılmış deri çanta yada ayakkabı gibi. Çok değerli, az bulunan, emek sarfedilmiş, detaylı ve zengin. Özel bir koleksiyon parçası olarak düşünülebilir.

Dikkatimi çeken yanlarından birisi de tatlılık oranı oldu. Tatlılık tenimde başlangıçta çok azken, orta kısımda oldukça hissedilir hale geldi. Fakat günümüzün modern ve bol şekerli sıkıcı parfümlerindeki gibi değil. Yine de kimilerine fazla gelebilir.

Derby, en büyük pişmanlıklarımdan birisi. Bu zamana kadar böylesine nefis parfümü neden keşfedemedim diye kendime kızıyorum. Olabilecek en iyi erkek parfümlerinden birisi gerçektende. Derby, çok şık, rafine, kibar, saygı duyulası eski Fransız beyefendisi gibi. Üzerine tam oturmuş takım elbisesi, şapkası, elinde şemsiyesi, yeni boyanmış pahalı deri ayakkabıları ve ceketinin ön cebindeki takımıyla uyumlu mendiliyle, 1960'lı yıllardan fırlayıp gelen bir adam adeta.


Bu parfümü kimler mi kullanmalı? Frank Sinatra dinleyen, Orson Welles'in oyunculuğunu takdir eden, Oscar Wilde'in oyunlarını seven, Edgar Allan Poe'nun kısa öykülerini okuyan, David Lynch'in yönettiği filmleri izlemekten keyif alan, sadece Michelin yıldızına sahip mekanlarda yemek yiyen, Mercedes değil Aston Martin kullanan, şaraplar hakkında ortalama üzeri bilgiye sahip, kırklı yaşlarına gelmiş, hayatın bir çok badiresini atlatmış ve onları potasında eriterek gusto sahibi olabilmiş erkeklere uyacaktır Derby.

Peki Derby modası geçmiş bir aktör mü? Hani yaşı ilerledikçe filmlerde veya dizilerde yer bulamayan Yeşilçam oyuncuları gibi mi? Tabi aktörler ile parfümler arasında böyle bir bağlantı kurmak doğru olmayabilir. Evet Derby eski kokuyor. Günümüzün parfümlerine benzemiyor. Genç arkadaşlar ona burun kıvırabilirler ve dedelerini hatırlattığını düşünebilirler. Zaten Derby’nin de on sekiz yaşındaki genç arkadaşlarla pek işi yok. Pek alışılmış ve modern kokmasa da bence 2013 yılının şu son günlerinde hala severek kullanılacak bir arkadaş olarak görüyorum kendisini.

Parfüm yazarı Luca Turin, Derby'i dumansı odun kokusuna benzetmiş ve beş üzerinden beş vererek en iyi parfümler listesine almış. Ayrıca "Tüm zamanların en iyi on erkek parfümünden birisi" olduğunu belirtmiş. Bu konuda Turin'e katılıyorum ve bende en iyi parfümler listeme ekliyorum zaman kaybetmeden.


İlk çıktığından itibaren sadece EDT olarak üretilmiş. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Bulabilirseniz eski kartal şişe olarak tabir edilen versiyonunu alın. Bunu çok sık söylemem ama bu tarz kokuları seviyorsanız gözünüz kapalı alın ve keyfini çıkarın.

Bravo Guerlain, bravo Derby…

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/9

23 Aralık 2013 Pazartesi

By Kilian – Amber Oud (2012)


By Kilian – Amber Oud (2012)

Uzun zamandır dolabımda duran parfümlerden olduğunu söyleyebilirim Amber Oud'un. Geçtiğimiz yıl (2012) piyasaya çıkan Amber Oud, havaların soğumasını beklediğim parfümlerden birisiydi.

Amber Oud'un en ilgi çekici yanı şüphesiz, ismindeki "öd ağacı" göndermesi. Son yıllarda çılgınlık halini alan öd temalı parfümlere, niş parfümcülüğün iddialı ismi Kilian Hennessy'in tepkisiz kalmayacağı belliydi. Hatta öyle bir çıkış yaptı ki arka arkaya, beş öd temalı parfüm piyasaya sürdü, dört yıl içinde.

By Kilian, öd temalı parfümlerini "Arabian Nights" adı altında piyasaya sürüyor. 2009 yılında bu serinin ilk parfümü çıkarıldı. 2013 yılı sonu itibariyle beş parfüm var Arabian Nights serisinde. Bu serideki parfümlerin isimlerinin tamamında "Oud" var. Aslında gayet anlaşılabilir bu durum. Arap pazarı için tasarlanan ve ismi "Arap Geceleri" olan bir serinin Ortadoğu coğrafyasına hitap etmesi gayet anlaşılabilir. Önceki aylarda denediğim Incense Oud'u gayet başarılı bulmuştum. Şimdi serinin bir başka kokusu Amber Oud karşımda.


Resmi tanıtımı kısaca şöyle yapılmış: "Amber Oud, çok eskilerden kalma iki hammadde olan, Kamboçya'dan gelen amber ve öd ağacının, yumuşak, sıcak ve şehvetli karışımı üzerine inşa edilmiştir. Amber, karanlık öd ağacının hayvansal kalitesiyle yeniden inşa edilmiş, Laos'un benzoin'i ile Madagaskar'ın vanilyası, kokuya zenginlik katmıştır. Atlas'ın sedir ağacını beraberinde getiren bu kreasyon, balsamik notalar tarafından dengede tutulmaktadır."

Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılan Amber Oud'u üzerime ilk sıktığımda biraz irkiliyorum. Karmaşık, keskin ve biraz sert başlangıcı var. İlk algıladığım yoğun sıcak baharatlar. Muhtemelen tarçın, karanfil ve biber. Baharatlar tatlı değil hafiften metalik. Üst notaları sevdim. İlerleyen dakikalarda baharatlar biraz geri planda kalıyor. Ona destek olarak egzotik/hayvansal amber katılıyor oyuna. Orta kısımda gayet güzel diyebilirim. Geçeyim sonlara. Parfümün kapanışı radikal bir değişim gösteriyor. Başlangıçtaki baharat ve hayvansal amber ortadan kayboluyor. Onların yerini pudramsı vanilya biraz da odunsu notalar alıyor. Pek hoşuma gitmedi sonları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Amber Oud. İsmine bakarsak parfümün amber ve öd ağacını merkeze almasını bekleyebiliriz. Evet amber orta kısımdan itibaren yoğun ve ön planda. Fakat öd ağacına rastlamadım. Zaten bazı parfüm severlerde aynı şeyi söylemiş. Onlara katılıyorum. İsminde öd var ama bir çok öd temalı parfüm denemiş birisi olarak neredeyse hiç öd algılayamadım. Bu parfüm benim tenimde baharat-amber-vanilya ekseninde ilerledi. İyi ki de öyle yapmış.


Biraz detaya ineyim. Başlangıçtaki baharatların biraz metalik olduğunu yukarıda belirttim. Yapaylık sınırında dolaşan bu durumu inkar etmenin anlamı yok. Fakat yine de bu metalik tarz, biraz da içkimsi hava veriyor genel aurasına. Ve de onu ilginç şekilde cazibeli yapıyor. Keskin ve kuru baharatları kimileri Ambre Sultan'daki kullanıma benzetmiş. Biraz benzerlik olsa da Amber Oud, Ambre Sultan kadar kaliteli ve rafine değil. Şu halde bile başlangıcını oldukça güzel buldum.

Orta kısımdaysa hayvansal amber baskın. Şimdi genellikle hayvansal kokan parfümlerle aram yok. Gerek Dzing gerek Muscs Koublai Khan, bana göre arkadaşlar değil. Fakat burada amber ile hayvansallık arasında iyi bir denge kurulmuş. Bu şekilde rahatsız edici değil, tersine etkileyici. Fakat hala Ambre Sultan kadar baş döndürücü değil.

Son kısımsa ne başlangıca ne de orta kısma benziyor. Tamamen bağımsız bir vanilya ve sedir ağacı. Vanilya biraz pudralı kullanılmış. Güzel vanilya kullanımını seven ben bile sevmedim buradaki vanilyayı. Böylesi basit ve sıradan kokan vanilyayı, bir çok ana akım markada da görebiliriz. Neden son kısım bu kadar boş verilmiş anlamadım. Alt notalar hayal kırıklığı...

Amber Oud'u iki kısma ayırabilirim. İlk kısım baharatlı amber ve hayvansallık. Bu kısım muhteşem olmasa da başarılı. İkinci kısımsa vasat vanilyaya sahip son bölüm. Olmasa da olurmuş alt notaları.


Amber Oud, son kısmı hariç, kaliteli ve çekici bir kokuya sahip. Evet metalik yanı var. Fakat beni çok irite etmedi. Belli sınırlar içinde kabul edilebilir buldum.

Eğer öd temalı parfüm arıyorsanız sizin için iyi bir seçenek olmayabilir Amber Oud. Geneline baktığımda kompleks yada çok katmanlı değil. Arabian Nights serisinin oldukça yüksek fiyatlara satıldığını düşündüğümde, parasını hak eden bir parfüm olarak görmüyorum. Almadan önce muhakkak denemenizde fayda var.

Parfümün tasarımcısı, markanın diğer işlerine de imza atmış olan Calice Becker. Kilian Hennessy, internette rastladığım bir söyleşisinde Amber Oud'u uniseks olarak sınıflandırmış. Bence durum Hennessy'in dediği gibi değil. Gerek hayvansal yanı gerekse keskin kuru baharatlar, onu erkek kullanımına yaklaştırıyor. Kadınların üzerinde iyi sonuçlar vereceğini düşünmüyorum. Yani erkeksi bile denebilir Amber Oud için. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Sıcak yaz günlerinde denemenizi tavsiye etmem çünkü sonuç hoş olmayabilir.



Koku Güzelliği:10/7

19 Aralık 2013 Perşembe

Azzaro – Visit (2003)


Azzaro – Visit (2003)

"Azzaro için, parfüm başlı başına cazibe unsurudur. Yeni duygu arayışlarına yelken açmaktır. Bunu sağlamak için en yetenekli parfümörlere kokuları formüle ettirir. Ek olarak, geleneğe sadık kalır. Fakat yenilikçi kokuları ve alışılmışın dışındaki karışımları da destekler. Kalitenin izini sürerken takıntılıdır. En asil ve kusursuz içerikleri kullanır parfümlerinde.

Azzaro parfümleri, güzel, doğal elementlerin bolca kullanıldığı öğeleri içerir. Turunçgil, yıldız anason, gül, yasemin, paçuli, sedir ağacı, vanilya, tonka fasulyesi ve diğerleri. Birçok başarılı kreasyonumuz, Akdeniz yaşam tarzı ve otantik değerlerden esinlenerek hayata geçirilmiştir."

Azzaro markasının ve onun kurucusu Loris Azzaro'un parfümlere nasıl baktıklarını açıklıyor sanırım bu ifadeler. Uzmanlık alanı moda tasarımı ve aksesuvarlar olan Azzaro'un, güzel kokular evrenine girişi hepimizin bildiği gibi kült olmuş bir klasikle gerçekleşti. 1978 yılında, erkekler için piyasa sürülen Azzaro Pour Homme'un dünya çapındaki büyük başarısının sırrı, tabiki onu kendisi için kullanan ve sahip çıkan erkeklerdi. Oysaki üç yıl önce çıkan ilk parfümleri Azzaro Women, büyük ses getirmemişti. Fakat küçük kardeş Azzaro Pour Homme, bugün bile en çok satan erkek parfümlerinden birisiyse, burada başarı öyküsünden söz etmek mümkün.

Parfüm işini sevmiş gibi görünen Azzaro'un, bugün elli civarı parfüme sahip olması gayet anlaşılabilir. Her ne kadar,  ilerleyen yıllarda Azzaro Pour Homme kadar büyük bir hit meydana getiremeselerde, sektördeki varlıklarını sürdürüyorlar. 2003 yılında parfümler dünyasına Visit isimli üyeyi sundular. Çok büyük reklam kampanyalarıyla sunulmayan, kendi halinde bir parfüm olarak düşünüyorum Visit'i.


Üretimi bitirildiğine dair iddialar olan Visit'in hakkında kendi sitelerinde hiç bilgi olmamasını manidar buldum. Belki de doğrudur artık üretilmediği. Fakat bir çok yerde ve internet sitesinde 2013 yılı sonu itibariyle hala uygun fiyatlara ulaşabilirsiniz.

Fragrantica'da odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış Visit. Bence de doğru bu tanım. Parfümü üzerime ilk sıktığımda keskin ağaç-odun ve baharat (kakule, zencefil ve kara biber) kokusuyla karşılaşıyorum. Doğal ve şık üst notalar gayet güzel ve erkeksi. İlerleyen dakikalarda odunsu notaların ağırlığı artıyor. Sedir ağacı artık baş role geçiyor. Baharatlar hala geriden destek veriyor. Başlangıcıyla aynı diyebilirim orta notalar için. Son kısımda sulandırılmış hissi veren plastiğimsi miskle karşılaşmak büyük hayal kırıklığı oluyor. Bu miske başarılı bir tütsü eşlik ediyor fakat yapaylık ve düşük kalite hissi ne yazık ki daha baskın. Alt notalar en beğenmediğim ve parfümden soğumama neden olan kısmı.

Visit için tam bir odunsu-baharatlı-tütsü kokusu diyebilirim. Bu üç öğe her daim etkili ve güçlü. Günümüzün bol tatlılık içeren parfümlerinden daha az tatlı. Bu anlamda memnun edici. Zaten günümüzün modern tatlımsı baharatlı piyasa parfümlerine fazla benzemiyor. Barındırdığı farklı ağaç-tütsü kokusu onu, ana akım markaların arasında çok fazla rakibi olmayan bir kategoriye yerleştiriyor.

Visit aslına bakılırsa çok basit bir kokuya sahip. Tek düze ilerleyen, sürpriz yapmayan, ne koktuğu belli, fazla şey vaat etmeyen, ortalama bir ana akım odunsu parfüm. Başlangıcı gayet güzel, orta kısmı eh işte, sonları başarısız. Tam bir yeni nesil parfüm gibi davranıyor ne yazık ki. Başlarda güzel ve enteresan kokuyla müşteriyi/alıcıyı tavlayan, 3-4 gün boyunca kullanınca "O kadar da güzel değilmiş" dedirtebilecek bir arkadaş gibi. En azından eğer parfüm kullanmaya yeni başlayan birisi olsam ve sadece bir 1-2 defa deneyerek bu parfümü alsaydım, muhtemelen böyle tepki verirdim.


Onun için modern ve temiz kokuyor diyebilirim. Mahallenin saçlarını yandan ayırmış efendi çocuğu gibi. Biraz Kenzo - Tokyo'ya biraz da geçenlerde kullandığım Gainfranco Ferre - Pour Lui'ye benziyor. Hatta üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme'un 2-3 basamak altındaki benzeri diyebilirim.

Visit, erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüş. Gerçekten de tam bir erkek parfümü. Bolca kullanılan odunsular ve erkeksi baharatlar, onu kadın kullanımı için uygun hale getirmiyor. Eğer fiyatı çok uygun, ortalama kalitede, ortalama koku güzelliğine sahip, odunsu baharat parfümü arıyorsanız, muhakkak deneyiniz. Harika değil ama kötü de değil. Bu kalite beni kesmez diyorsanız sadece denenip geçilecek bir arkadaş olarak bakabilirsiniz ona. Peki bir şişesini alınacak kadar başarılı mı? Hiç sanmıyorum.

Yurt dışındaki parfüm platformlarında övgüler alan Visit'i, eğer kendisi gibi ana akım markaların parfümleriyle kıyaslayacak olursam başarılı diyebilirim. Fakat "niş markalarla bir güreş tut bakalım Visit" dersem, kaybeden taraf olacağı çok açık. Onun için fazla beklentiye girmeden yaklaşmanızı tavsiye ederim ona.

Visit EDT olarak satılıyor. Tasarımcısı dünyaca ünlü burun Annick Menardo. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun bence.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği: 10/6.5

17 Aralık 2013 Salı

Parfum d’Empire – Fougere Bengale (2007)


Parfum d’Empire – Fougere Bengale (2007)

“Duyulara hitap eden, hayvansı sarı tütün.

Bu fujer, İngiliz berber dükkanlarındaki gibi taze lavanta notalarıyla başlar. Sonra otun sıcak ve kuru aroması bizi Bengal'e, Assam'daki çay tarlalarına götürür. Belirgin tütün içeriği, tonka fasulyesi ile yumuşayarak Hindistan’ın geniş çayırlarının kokusunu bizlere çağırıştırır. Güçlü ve orijinal Fougere Bengale, maceraperest seyyahlar için evcilleşmemiş bir kokudur.

Edward dönemi züppeleri fujer tarzında parfümler kullanırdı. Bu klasikleşmiş koku ailesi (fujer) lavanta, tonka fasulyesi ve meşe yosununa dayanırdı. Fougere Bengale, bu fujerleri güçlü, ballı sarı tütün akoru ile yeniden hatırlar ve bizleri Hindistan'a götürür adeta. Assam çayı ve sıcak zencefilli çörek notalarının tütün ile birleştiği bu esmerimsi aroma, İngiliz kulüplerini ve Bengal kaplanlarının saklandıkları savanaları çağrıştırır. Eski tip koloniyal zerafet, ot ve tonka fasulyesinin tatlı aromaları ile savan kokularına yol verir.

Daha sonra Hindistan ormanlarının hayvansı, yosunlu ve odunsu notalarına dalarız. Paçuli, ipeksi dokunuşu ile etrafa yayılır, tıpkı Avrupaya ulaşan kaşmir şalları, yol boyunca korudukları gibi. Ve Bengal kaplanının topraklarına yapılan bu seyahat Maharajah sarayında son bulur.”

Yukarıdaki tanıtım metninden anlaşılacağı üzere Parfüm İmparatorluğu, bu sefer bizi Bengal’e çağırıyor. Fransa’nın başarılı niş parfüm evi Parfum d’Empire, yine enteresan bir koku ve hikayeyle karşımızda. Fougere Bengale, farklı yerlerde erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de gayet yerinde bir sınıflandırma olmuş. Daha fazla uzatmadan geçeyim parfümümüze.


Fougere Bengale, ismine binaen fujer olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda zengin ve baş döndürücü aromayla karşılaşıyorum. Üst notalarda ilk saniyelerde keskin tatlımsı-ekşi kırmızı meyveler (kiraz, vişne) burnumu yalayıp geçiyor. Fakat asıl üst notaları oluşturan aromatik otlar, lavanta ve tatlımsı baharatlar. Açılışı gayet detaylı, ilginç ve derin. Çok etkileyici diyebilirim başlangıcı için. Orta kısma geçildiğinde lavanta gerilerde kalıyor. Baharatlar biraz daha ağırlığını arttırıyor. Baharatlar derken zencefil öne çıkıyor. Bu arada merkeze tütün yerleşiyor. Evet orta kısım dumansı eski-erkeksi tütün kokusu halinde ilerliyor. Kuru pipo tütünleri gibi. Tütün kokusu sever olarak bayıldım orta bölümüne. Son kısımda da tütün ağırlıkta. Ona meşe yosunu ekleniyor sadece. Biraz da kuru paçuli. Başlangıcı ve orta kısmı kadar hayran kalmasam da başarılı diyebilirim kapanışı için.

Şimdi efendim önce isimden gidelim. Parfümün isminin "Fougere (fujer)" olması tabiki bizim açımızdan önemli anlamlar barındırıyor. Bir kere markanın tanıtımında bahsedilidiği gibi gerçek bir fujer var karşımızda. Lavanta, tütün, baharatlar ve meşe yosunu onun fujer karakterini pekiştiriyor. Bu üçlü, onun kokusuna bariz şekilde erkeksilik katıyor. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki tam bir erkek parfümü. Hem de herşeyiyle.

Geçeyim biraz daha detaya. Fougere Bengale'in başlangıcı çok kaliteli, derin ve zengin. Aynı zamanda doğal kokuyor. Yani bir parfümden istenebilecek her şartı yerine getiriyor. Lavantayı çok sevmesem de burada müthiş kullanılmış. Üst notalarda hissedilen ve öne çıkmayan aromatik otlar harika. Baharatlarsa enfes. Bazı yorumcular köri de denilen acı sosuna benzetmişler kokusunu. Evet çağrıştırıyor. Bu efekti muhtemelen biber-kara biber ve zencefil karışımı veriyor. Tabi bu baharatlar kokuyu da oldukça sıcak yapmışlar. Modern ve ayarında kullanılmış tatlılık memnun edici. Başlangıcı kusursuz diyebilirim.

Orta kısımda kokunun yönü çok değişiyor. Ortaya müthiş bir tütün çıkıyor. Uzun zamandır en severek kokladığım ve zevk aldığım tütüne burada rastladım. Neredeyse hiç tatlılık olmayan kuru-tozlu-eski tütünden bahsedebilirim. Biraz maço ve bolca erkeksi. Pipoları yada pipo tütünlerini çağrıştırıyor. Hatta pipo içilen bir odaya girdiğinizde duyduğunuz o dumansılık vardır ya, işte neredeyse ona benziyor. Tütüne eşlik eden baharatlarla uyum şahane. Kimi yorumcular tütüne kuru ot ve ölmez otu notalarının eşlik ettiğinden bahsetmiş. Şöyle bir düşündüğümde yine hak veriyorum. Tozlu-eski tarz fujer tütünü, kuru otsu his verebilir. Belki de bu notalar gerçekten vardır. Zaten varsa da hiç şaşırmam. Orta bölümü nefis bir dumansı tütün kokusu olarak hafızama kazınıyor.


Son kısımsa orta notalarla paralel ilerliyor. O dumansı tütün hala etkili. Fakat artık baharatlar yok. Onun yerine eski bir dost olan meşe yosunu var. Kimi yorumcular vanilyadan da bahsetmişler. Fakat ben algılayamadım. Alt notalar biraz ortalama olmuş sanki. Daha ilginç bir vanilya kullanımı olsaymış, rahatlıkla on puan verilebilecek parfüm olabilirdi.

Fougere Bengale, bence sert ve alışması zor bir parfüm. Hele ki tütün kokusunu sevmiyorsanız hiç denemeyin. Kullanım sürecinde daha ilk gün hayran kaldım kokusuna. Algıları zorlayan, kimilerine tuhaf gelebilecek, günlük kullanıma çok uymayabilecek, karşı cinsten güzel övgüler alamayacağınız bir parfüm olacağını düşünüyorum. Yani günümüzün modern tatlımsı baharatlı piyasa parfümlerinin oldukça uzağında. Çok güvenli kokmuyor. Deneyen çoğu kişi beğenmeyebilir.

Sigaradan ve sigara dumanı kokan her yerden nefret etsem de tütün merkezli parfümleri seviyorum. Hele hele pipo tütününe benzer parfümlere rastladığım zaman çok memnun oluyorum. Onun içinde Fougere Bengale'i sevdim ve benimsedim. Benim için bir şişesi alınabilecekler listesine girmiş durumda.

Fougere Bengale, yüksek kaliteli bir parfüm. Yapaylığa rastlanmıyor. Kimileri onun "ilaç" gibi koktuğunu söylese de katılamayacağım bu görüşe. Sevmesi ve alışması zor bir parfüm olduğundan dolayı 1-2 defa denemek yanıltıcı sonuçlar verebilir. Eğer hala sevemediyseniz zaten size uygun değildir. Fazla zorlamayın.

Çok kompleks, derin, karmaşık, egzotik çağrışımlarla dolu bir seyahat oldu benim için Fougere Bengale. Hayatımın ilerleyen dönemlerinde Hindistan'a gider miyim bilemiyorum. Oradan motorsiklet kiralayıp, bütün Hindastan'ı geçip, Bengal bölgesine yolum düşer mi şüpheliyim? Meşhur Bengal ormanlarında soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan Bengal Kaplanı gibi şahane bir hayvanla karşılaşır mıyım? Toprak yollardan geçip, Assam'ın dünyaca ünlü çaylarından içer miyim? Uzun yıllar sömürge olmuş bu topraklarda, misyonerlerin kurdukları kolonyal mimariye sahip kiliseleri gezebilir miyim? Dünyanın en fakir köylerinden geçerken, ayakları çıplak çocukların bana el sallamalarına karşılık verir miyim? Hava karardığında bir köyde misafir edilir miyim? Evlerindeki tek yemek olan pirinç pilavını büyük bir cömertlikle bana ikram ederler mi? Assam'da derme çatma evlerin olduğu, dünyanın umurunda olmadığı bir köyde, gece yakılan ateşin karşısında uyuklar mıyım? Neden olmasın...


Fougere Bengale, Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında baharatlı lavanta olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört yıldız verilmiş ve çok başarılı bulunmuş. İşte Luca Turin'le aynı fikirdeyiz sonunda.

Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Kokusunun tasarımını, aynı zamanda markanın kurucusu Marc Antoine Corticchiato yapmış. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Sıcak yaz günlerinde denemenizi tavsiye etmem. Oldukça boğucu ve yorucu olacaktır sizin için. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Tabiki denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/8

13 Aralık 2013 Cuma

Christian Dior – Bois d’Argent (2004)


Christian Dior – Bois d’Argent (2004)

" Christian Dior’un La Collection Privee serisi, zor bulunan ve kişiye özel parfümlerden oluşan bir koleksiyondur. Bu özel serideki kokular, olağanüstü saf materyallerle, sadece özenle seçilip kullanılarak oluşturulan, erkek ve kadın için otantik ve şık parfümlerdir. Dior'un parfüm yaratım atölyesinde geliştirilen La Collection Privee serisi, Dior'un uzmanlık ve ar-gesini ifade eder."

Yukarıdaki alıntıyı Christian Dior'un internet sitesinde bulabilirsiniz. Dünyanın en büyük kozmetik ve moda markalarından olan Dior'un, parfüm alanındaki ağırlığını anlatmama gerek yok sanırım. Onlarca parfümüyle pazarda büyük bir yer kaplayan Dior'un, üst düzey parfümcülüğü simgeleyen "niş" alanında ürün vermemesi düşünülemezdi.

Bu amaçla, sadece Dior butiklerinde ve bazı özel internet sitelerinde çok yüksek fiyatlara satılan La Collection Privee serisi, 2004 yılında hayata geçmiş bir proje olarak önümüzde duruyor. İlk olarak üç parfümle başlayan Dior'un özel parfüm serisi, 2013 yılı sonu itibariyle on beşe ulaşmış durumda. Hepsi aynı şişe tasarımına sahip bu serinin, niş parfümlere rakip olması planlandı muhtemelen.



Bugün inceleyeceğim Bois d'Argent, La Collection Privee serisinin ilk çıkan üç parfümünden birisi. Tanıtımı kısaca şöyle yapılmış: "Özel ve derin, değerli bir içeriği zarifçe sarmalayarak form oluşturur. Pudralı ve biraz odunsu. Bu koku kavrayıcıdır. Algısal ve tamamen benzersiz."

Bois d'Argent'i üzerime ilk sıktığımda karşıma oldukça şekerli pudra kokusu çıktı. Bu aşırı tatlı pudra, çiçeksilik barındırıyor denilebilir. Açıklanan notalarında iris (süsen) var. Muhtemelen iristen geliyor bu pudramsılık. Fakat karamelize edilmiş gibi. Başlangıcını çok sevdiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Burada radikal değişim var. Yoğun pudramsılığın yerini burnu yoran kuru tütün-eski mobilya benzeri koku alıyor. İlk kokladığımda kül tabağına benzettiğim bu kokunun reçinemsi metalik odunsular, yapay amber ve tozlu paçuliden geldiğini söyleyebilirim. Ama orada bir yerlerde tütün olduğunu düşünüyorum. Bu tuhaf ve kuru orta kısmı da çok sevdiğimi söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Son kısımlarda bu sefer pudramsı ve kuru vanilya ve misk hissediyorum. Parfümün en beğendim tarafı kapanışı oldu. Böylece de tenden ayrılıyor.

Bois d'Argent'in, genel olarak şekerli pudralı çiçekler, reçinemsi odunsular ve kuru paçuliden oluştuğunu düşünüyorum. Başlangıcının benim için bile fazla tatlı olduğunu özellikle vurgulayayım. Orta kısımdaysa tuhaf bir yapaylık daha doğrusu uyumsuzluk hissediyorum. Ağzına kadar dolu kül tabağı kokusuna benzettiğim orta kısmı biraz zorlama buldum. Herkesin sevebileceği gibi değil. Biraz köşeli burası. Son kısımdaysa çok hafif pudralı vanilya harika olmasa da yine de en kabul edilebilir tarafı benim için.


Bois d'Argent, niş parfümlerle rekabet etmesi gereken bir arkadaş. Kokusunu genel olarak yüksek kaliteli bulmadım. Çok rahatsız eden yapaylık olmasa da yine de burnu büken bir tarafı var. Güvenli değil kokusu. Denemeden almamak lazım.

Özellikle başlangıcındaki şeker oranı diyabeti olan insanlara hiç de iyi gelmeyecektir. Buradaki tatlılık büyük ihtimalle balla sağlanmış. Zaten açıklanan notalarında bal var. Başlangıçta bıktırıcı olan balın etkisi, neyseki ilerleyen saatlerde azalıyor. Fakat hala tatlı sayılabilecek yapısı var. Eğer bu tür tatlı kokuları sevmiyorsanız size uygun olmayacaktır.

Kimi yorumcular Dior Homme'a benzetmişler. Bois d'Argent ile Dior Homme arasında nasıl bir bağlantı kurulmuş çok anlayamadım. Bir kere Dior Homme'daki o makyaj malzemesi kokusu burada yok. Evet iki parfümde de iris kullanılmış. Dior Homme'da çok daha baskın olan iris, burada çok daha az kullanılmış. Zaten kalite olarak da Dior Homme'un yanına yaklaşabilecek gibi değil.

Bios d'Argent, bazı kaynaklarda uniseks bazı kaynaklarda erkek parfümü olarak geçiyor. Başlangıcı için kadınsı denebilir, itirazım olmaz. Fakat ikinci bölüm için erkeksi diyebilirim. Garip bir parfüm. Nasıl bir tarzı ve amacı olduğunu anlayamadığımı itiraf ediyorum. Çok başarılı olmayan, akılda kalıcılığı az, benim için bir şey ifade etmeyecek sıradan bir parfüm olarak hatırlayacağım Bois d’Argent’i.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında odunsu badem olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Yorumu yazan Tania hanım süt ve balın birlikteliğinden bahsetmiş.

Parfümümüz ünlü burunlardan Annick Menardo'nun eseri. EDC konsantrasyonuna sahip olmasına rağmen kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği oldukça zayıf. Zaten bir çok yorumcu bu durumdan şikayet etmiş. Bence ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde kullanmak daha uygun olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

12 Aralık 2013 Perşembe

Kadın Olmanın Keyfi – JOY


Kadın Olmanın Keyfi – JOY

Kimya bölümünde okuyan bir koku sever Batuhan. Parfümler ve kokularla ilgili yaklaşımı beni mutlu ediyor. Eğitimini aldığı bölümü sırf bitsin de gideyim diye okumuyor. Öğrenmeye çalışıyor, araştırıyor ve ilgileniyor. Darısı diğer üniversite öğrencilerinin başına.

Ara ara kendisiyle haberleştiğimiz Batuhan, parfüm ve kokularla ilgili araştırmalarının sonucunda bana yazılar da gönderiyor. Ve bende bu tür ilginç hikayelere sayfamda yer vermeyi kendime zul görmüyorum. Okuyacağınız satırlar konuk yazarımız Batuhan tarafından kaleme alındı. Parfümler ve kokularla ilgili bu tür farklı konuları bana ulaştırırsanız, sitemde memnuniyetle yer veririm.

Batuhan, Jean Patou’un efsane kadın parfümü JOY’u anlatan bir metinle karşınızda. Artık aradan çekileyim ve sizi JOY’un hikayesiyle baş başa bırakayım.  

“Wall Street borsası 1929 yılında çöktüğünde, tüm sanayileşmiş batı ülkelerine etki eden ve on iki yıl boyunca süren büyük buhran dönemi başlamıştı. Ekonomik çöküşün yarattığı şok etkisi bütün dünyaya dalga dalga yayıldı. Bütün olumsuzlukların arasında, mali krizi aşabilmek, seçkin müşterilerine en iyi hizmeti vermek isteyen Jean Patou, bu buhrana ''Dünyanın en yüksek maliyetli parfümü''nü yaratma planı ile tepki verdi. Sonuç; JOY'du!


İlk başlarda insanlar Jean Patou'nun deli olduğunu düşündüler. Ekonomik çöküşün getirdiği sıkıntılı dönemden kurtulmanın çaresi sadece bir parfüm müydü? Düşüncesinden emin olan Jean Patou, kendi modaevinin baş parfümcüsü olan İspanyol Henri Almeras'a istediği malzemeden, istediği kadar kullanma özgürlüğü tanıyarak, şu ana kadar dünya üzerinde yaratılmamış güzellikte bir parfüm yaratmasını istedi. Bu fikri büyük şaşkınlık ve sevinç içerisinde kabul eden Almeras, 28 düzine Bulgar Gülü ve 10.600 tane Grasse Yaseminini bir araya getirerek, o güne kadar hiç bir burunun erişemediği koku elde etti. Jean Patou'nun JOY'u artık dünyaya ayak basmıştı. 

Bu olağanüstü zengin ve güçlü ikiliden alınan tek nefes, sizi yedinci cennet katına çıkartacak kadar büyüleyiciydi. JOY o kadar konsantre parfüm ki, hiç bir sabitleyiciye ihtiyaç duymaz. Tamamen katışıksızdır. Romantizmin zirvesidir. Parfümlerde ulaşılabilecek en üst mertebedir. Kadınsı bir dinamittir o. Rakipsizdir ...

JOY'un mükemmelliğine gölge düşürmek istemeyen Jean Patou, JOY'un şişesinin de,  kokusu kadar mükemmel olmasını istedi. Bunun için Art Deco sanat akımının öncülerinden mimar Louis Sué'den, JOY’un şişesini tasarlamasını istedi. Sadeliğin, romantizmin, gücün ve eşsizliğin tasviri olan bir şişe ortaya çıktı. JOY artık tam anlamı ile hazırdı.


Ekonomik krizin böylesine muhteşem bir sonuç ortaya çıkaracağı kimin aklına gelebilirdi? Jean Patou'nun aklına geldi ve bizlere JOY'u sundu. Yapımı en pahalı parfüm. En eşsiz parfüm. En rakipsiz parfüm. Dünyanın en çok satan parfümleri arasında ikinci sıradaki yerini ısrarla koruyor. Birinci sıra tahmin edebileceğiniz gibi Chanel No:5 'in. Fakat kimi yorumcular JOY'un, No:5'ten çok daha üst seviyede bir parfüm olduğuna inanıyor. Umarım JOY, bir gün karşınıza çıkar ve bu sayede cennetin kapılarını aralarsınız...”

Batuhan CEYLAN

10 Aralık 2013 Salı

Profumum Roma – Santalum (2003)


Profumum Roma – Santalum (2003)

Hikayenin 1996 yılında başladığını söyleyebiliriz. Bugünlerde nüfusu 250 kişiye kadar düşmüş küçük bir İtalyan kasabası olan Sant Elena Sannita'da yaşayan Celestino Durante, bıçak bileyiciliği yapıyordu. Bay Durante ve eşi, çocuklarına sağlam bir zanaatkarlık ruhu aşılamıştı.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aile Roma'ya taşındı. Başkent Roma'da küçük bir dükkan açtılar. Dükkanlarında el yapımı sabunlar, kolonyalar ve diğer güzellik ürünleri satmaya başladılar. 1996 yılında ailenin büyük çocuğu, Profumum (Pro-Fumum Roma) niş parfüm markasını hayata geçirmeye karar verir. Diğer üç kardeş de işin ucundan tutunca, dört kardeş olarak yollarına devam ederler.

Profumum Roma markası olarak felsefelerini, "hafızamızdaki kokular yoluyla, hislere ve duygulara mesajlar göndermek" olarak belirtmişler. "Umarız ki başarılı oluruz ve bu işi yapmaya devam ederiz" diyecek kadar da açık sözlüler.


Bir yerde, parfümlerinde sadece 8-10 esans kullandıklarını ve minimum % 43 oranında konsantre kokulara imza attıklarına rastladım. Bugün yazacağım Santalum, çok öne çıkmış parfümlerinden değil. Kendi sitelerinde şu ilginç yazıyla tanıtılmış:

Kokulu adaklığın dumanları gök yüzüne yükselir.
Çiçekten çelenkler, sütunlar ve heykeller her yerde.
Halılar ve perdeler hazırlanmıştır.
Sıcak ve nemli hava etraftadır
kutsal ormanın kokusu olan.
Tören başladı...

Santalum'un açılışı, çok güzel bir sandal ağacıyla gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli sandal ağacına biraz da reçine destek veriyor. Pürüzsüz ve kusursuz başlangıcı pek alışıldık değil. Geçeyim orta kısma. Burada büyük değişim göstermiyor kokusu. Sandal ağacına baharatlar ekleniyor sadece. Muhtemelen tarçın. Fakat çok baskın değil tarçın. Yani öne çıkmaya çalışmıyor kesinlikle. Reçine ve sandal ağacına huşu içinde uyum sağlıyor. Biraz da egzotik amber var. Orta kısmı harika dersem abartmış olmam. Son kısımda yine aynı düzlemde devam ediyor. Fakat alt notalarda tütsü ve kuru paçuli hissediyorum. Hafiften Angel'a benzettim buradaki paçuliyi. Tabiki Angel'daki gibi kremsi ve tatlı değil. Daha kuru, ciddi ve mesafeli. Hatta biraz da çikolatayı andırdığını düşünüyorum. Gayet güzel kapanışa sahip.


Santalum'un, ismi anlaşılacağı üzere sandal ağacından geliyor. Şimdi sandal ağacı isimli bir parfümde baskın öğenin doğal olarak sandal ağacı olması beklenir. Başlangıçtaki baskın sandal ağacını saymazsam, genel olarak reçine, kuru baharatlar, dumansı tütsü aksında ilerliyor.

Santalum'un yüksek kalitesinin karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. İnanılmaz bir pürüzsüzlüğe sahip. Bu kadar doğal, gerçekçi ve rafine notalara şapka çıkartmamak büyük haksızlık olur. Bu anlamda muadili niş markalara adeta fena bir göz dağı veriyor. Çok etkilendim kalitesinden.

Santalum, genel olarak basit kokuyor. Düz çizgide ilerliyor. Hatta minimal yapıya sahip diyebilirim. Sandal ağacı, reçine, baharat ve dumansı tütsü. Hepsi bu. Fakat bu az sayıdaki nota o kadar güzel harmanlanmış ki, ortaya müthiş bir parfüm çıkmış. Evet çok gösterişli veya kokoş değil. Derin, azıcık karanlık, sakin, sade, mistik, çok farklı bir "mod" kokusu olduğunu düşünüyorum.


Santalum beni hem şaşırttı hem de sevindirdi. Şaşırttı çünkü derinliği ve farklılığı çoğu kişi tarafından es geçilmiş gibi. Neden bu kadar az bahsedilen bir parfüm olduğunu anlamadım. Parfüm platformlarında hakkında fazla şey olmaması ilginç geldi bana. Diğer taraftan sevindim çünkü gizemli karanlığı, süet pürüzsüzlüğündeki kalitesi, beni farklı bir ruh haline sürüklemesi memnun edici. Böyle bir hissi en son Chergui'de yaşamıştım diye hatırlıyorum.

Santalum, çok modern bir kokuya sahip. Zaten daha on yıllık bir parfüm. Sevindirici olansa fazla tatlılık barındırmaması. Biraz tatlılık hissedilse de rahatsızlık verecek seviyede değil. Bu anlamda güzel bir dengeye oturtulmuş.

Şöyle bir geriye çekilip düşündüğümde Santalum günlük kullanım için o kadar da uygun değil. Ambians kokusu gibi kullanılsa çok daha zevk verebilir. Mesela modern şekilde tasarlanmış küçük stüdyo dairenizde, ışıkların kapalı olduğunu düşünün. Sadece mumlarla aydınlatılan yarı karanlık bir daire. Fonda Sade'in o nefis sesinden By Your Side şarkısını dinliyorsunuz. Saat gece yarısına yaklaşıyor. Yaktığınız tütsünün kokusu odanın içinde yayılıyor. Evinizin camından aşağıdan geçen arabaların farlarından gelen ışıkları izliyorsunuz, ne düşüneceğinizi bilmeden...

Şimdi de Budist ayinindeyiz. Budha’nın insanlığa öğütlediği barış ve kardeşlik öğretisini takip eden müritleri onun ruhuna şükranlarını ve hediyelerini sunuyorlar. Serin geceyi, meşaleler ısıtıyor. Tütsüler ve mumlar yakılmış. Dualar ediliyor. Her dinin takipçilerinin amacı aynı değil mi oysa ki? Dostluğun, adaletin, iyiliğin ve güzel işler yapmanın, hayatımıza egemen olması için çalışmıyor mu din adamları? O zaman neden olmuyor ve savaşıyoruz, acımıyoruz, öldürüyoruz, ötekileştiriyoruz, iktidar kavgaları yapıyoruz, kıskanıyoruz, hep daha fazlasını istiyoruz, başkasının hakkına saygı duymuyoruz?  Neden varlığımıza uygun olmayan kötülüklerin peşinden gidiyoruz? Yoksa özümüz mü kötü? İnsanın gerçekliği bu mu? Hiç sanmıyorum…


İlginç bir durumda parfümün sıvısının rengiyle ilgili. 2003 yılında ilk çıktığında siyah renkliydi Santalum. İlerleyen yıllarda kokusu reformülasyon geçirmiş. Parfümün rengi siyahtan, su rengine dönmüş gördüğüm kadarıyla. Yada şişesinin rengini değiştirmişler. İkisinden birisi.

Uniseks olarak piyasaya sürülmüş olsa da bence erkeksi nüanslar daha ön planda. Sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak çok daha etkili olacaktır. Yirmi beş hatta otuz yaş üzerindeki arkadaşlara öneririm.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

7 Aralık 2013 Cumartesi

Diesel – Fuel For Life Homme (2007)


Diesel – Fuel For Life Homme (2007)

"Tüm yaşamım boyunca hiç para için çalışmadım. Hala bu işin (modanın) tutkusu için çalışıyorum. Bu tutku bende olduğu sürece şirketimi yönetip, çalışanlarımla iş yapacağım. Sanırım başarılı yaşamımın sırrı bu" diyor Enzo Rosso Milliyet gazetesindeki söyleşisinde.

1955 yılında kuzeydoğu İtalya'da doğan Rosso, endüstriyel tekstil üretimi üzerine eğitim görmüş. 1975 yılında mezun olduktan sonra ilk işi kendi kıyafetlerini tasarlamak oluyor. Diesel ismini verdikleri markalarını 1978 yılında İtalya'da kuruyorlar. Moda ve tasarım alanlarında faaliyet gösteren şirketin dönüm noktalarından birisi 1985 yılında gerçekleşiyor. Enzo Rosso, o tarihte şirketteki diğer ortaklarının hisselerini satın alarak markanın tek sahibi haline geliyor. Ve asıl atılımını 1996 yılında yapıyor.

Diesel, New York'ta ilk mağazasını açmasıyla, artık uluslararası bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor. Ülkemizde de çok seviliyor Diesel markasının ürünleri. Özellikle kot pantolonlarının oldukça ilgi gördüğünü fark etmek zor değil. Aslına bakılırsa Diesel'in bu kadar başarılı olmasının bir sebebi de dikkat çekici reklam kampanyaları. Bu konuda bir Amerikan şirketi kadar iddialı ve agresifler. Zaten Enzo Rosso bu durumu şöyle açıklıyor:

                                                                  Şanslı adam Enzo Rosso :) 

"Diesel'in gerçekten vahşi ve cesur bir reklam ekibi var. Etkili çünkü markamı ironiyle oluşturdum. Reklamlarım, işe yaklaşımım ve birlikte çalıştığım insanlar bunu yansıtıyor. Mizah, yapmam gereken çoğu şeyi gerçekleştirmenin pozitif yolunu temsil ediyor."

Diesel'in bizi ilgilendiren yanı tabiki ağırlıklı olarak piyasaya sürdüğü parfümler. İlk parfümünü 1996 yılında çıkaran Diesel'in 2013 yılı sonu itibariyle otuzdan fazla parfümü var. Fuel For Life Homme ise 2007 yılında oldukça ilgi çeken bir ürün olarak kokular dünyasına adım atmıştı. Başarılı reklam kampanyalarıyla önemli satış rakamlarına ulaştığı söyleniyor. Hele ki ülkemizde büyük bir seven ve kullanan kitlesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü hala bir çok yerde bu parfümü kullanmış birilerine rastlıyorum. Bakalım bana neler hissettirecek bu popüler arkadaş.

Fuel For Life Homme, Fragrantica'da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma ortalama metalik turunçgiller ve anason çıkıyor. Turunçgillerden kastım greyfurt. Şimdiye kadar pek karşıma çıkmamış bu ikili, yapaylık seviyesinde üst notalarda burnuma hücum ediyor. Evet canlı ve enerjik ama çok sevdiğimi söyleyemem. Nefret de etmedim. Başlangıcı için nötrüm. Orta kısımda büyük değişim göstermiyor kokusu. Sadece turunçgilller ortadan kayboluyor. Onun yerine tatlımsı kırmızı meyveler geliyor. Burada ahududu/böğürtlen notası etkili. Anason hala oralarda bir yerde ve destek veriyor kırmızı meyvelere. Biraz da erkeksi sayılabilecek lavanta var tabiki. Başlangıçtaki yapaylık hala hissediliyor. Geçeyim sonlarına. Alt notalarda odunsu notalar oldukça hissedilir hale geliyor. Fakat yapaylık artık üst düzeyde. Kapanışında tuhaf ve hoşuma gitmeyen bir sabunsuluk da algılıyorum. Son kısım ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı.


Fuel For Life'ın ana eksenini anason, kırmızı meyveler (böğürtlen/ahududu), lavanta ve odunsu notalar oluşturuyor diyebilirim. Onun dışında başlangıçtaki turunçgiller ve sonlardaki sabunsuluk her daim baskın değil. Bu anlamda genel olarak anasonlu-meyveli denebilir tarzı için.

Fuel For Life, büyük oranda yapaylık barındıran, düşük kalite hissiyatı veren, zaman zaman baş ağrısı yapan bir kardeşimiz. Parfüm kullanmaya yeni başlayan, yapaylığı ve kaliteyi fazla takmayan, yeter ki karşı cins kokumu beğensin gerisinin önemi yok diyen genç erkek arkadaşlarımız için hoş bir seçenek olabilir. Fakat bir parfümden çok daha fazla beklentileriniz varsa başka kokulara acilen yönelmenizi tavsiye ederim.

Evet, yapay kokuyor, genelinde tuhaf bir karmaşa hakim. Sanki acelesi var ve hemen çıkıp gidecekmiş gibi davranıyor. Aynı ismi gibi canlı, heyecanlı, aktif, genç, enerjik ve atak. Fakat hayatında denge arayan, caz müziği dinleyen, golf oynayan ve yaşı otuzu aşmış bir erkek için bir o kadar da itici olabileceğini düşünüyorum.


Nedenini bilmiyorum ama karşı cinsin (kadınların) oldukça beğendiği ve ilgi gösterdiği bir parfüm olduğunu okuyorum. Belki yüksek enerjiye sahip olmasından, belki basit ve meyveli yapısından, belki tatlılığından... Sebebi ne olursa olsun Fuel For Life mahallenin popüler çocuğu gibi.

Fakaaat. Buraya kadar yazdıklarım Fuel For Life'ı beğendiğim gibi bir izlenim bıraktıysa sizde, fena halde yanılıyorsunuz. İlk kullandığım günlerde sever gibi olduğum Fuel For Life'ı, ilerleyen zamanlarda hiç sevemediğimi fark ettim. Bendeki etkisi Joop Homme gibi oldu. Kokuları çok benzemese de buradaki yapaylığı Joop Homme'a benzettim. Aynı bıktırıcı tatlılığı ve sinir bozucu kalitesizlik hissi, bana dejavu yaşattı ne yazık ki. Hele ki sonları...

Şu bir gerçek ki çok satılması için tasarlanmış vasat piyasa parfümü Fuel For Life. Gece kulüplerinde, akşam dışarı çıkmalarda, “tiki” çiftler alış veriş merkezlerini gezerken falan gayet uygun olabilir. Yada pazar günü herkesin birbirine somurtarak trip yaptığı kalbur üstü kafelerde. Egsoz dumanlarının hemen yanında, yayaların yürümesi için tasarlanmış kaldırımlara konulmuş masalarda yapılan bir kahvaltı esnasında, yan masadaki gri eşofmanlı erkekten burnunuza bu parfüm gelirse hiç şaşımayın. Bu koku, maruz kaldığınız aşırı karbonmonoksit gazı değil, Fuel For Life’dır muhtemelen.


O, çok satıyor mu? Muhtemelen evet. Peki başarılı mı? Bence kesinlikle hayır. Giymekten zevk almadığım, üzerimden çıkıp gitse diye umut ettiğim, ama inadına günlerce kıyafetlerimden çıkmamasıyla daha da gıcık olduğum bir parfüm olarak hatırlayacağım. Mümkünse bir daha görüşmeyelim güzel kardeşim.

En çok şaşırdığım durumsa parfümün tasarımcıları. Annick Menardo ve Jacques Cavallier gibi şöhretli iki ismin bir araya gelip, bu kadar sıradan bir parfüme nasıl imza attıklarını hala anlayabilmiş değilim. Belki de iki ünlü burun, çok sarhoş oldukları bir gece, bu parfümün böylesine kokmasına karar verdiler. Kim bilir.

Parfüm yazarı Luca Turin, beni şaşırtmaya devam ediyor. Kitabında Fuel For Life'ı modern fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Sanırım Annick Menardo ve Jacques Cavallier'in sarhoş oldukları gecede Luca Turin'de bulunuyordu.


EDT olmasına rağmen parfümün kalıcılığı müthiş. 3-4 gün boyunca kıyafetlerimden çıkmadı ve hala buram buram kokuyor. Fark edilirliği başlarda yüksek. Fazla sıkmanızı tavsiye etmem. Yirmi beş yaş ve altındaki genç arkadaşlarımız için gayet uygun diyebilirim. Kimi yorumcular yaz mevsiminde de kullanılabileceğinden bahsetmiş. Bence sıcak günlerde oldukça boğucu ve bıktırıcı olacaktır kokusu. Serin havalarda kullanmanızı öneririm. Ve muhakkak denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/4.5

5 Aralık 2013 Perşembe

Lernert & Sander - Everything (Video Performans)


Lernert & Sander - Everything (Video Performans)

Hollandalı iki sanatçı Lernert Engelberts ve Sander Plug. Aynı zamanda iki iyi arkadaşlar. Amsterdam'da yaşayan ikili, performans sanatçısı olarak hayatlarını sürdürüyor. Zaman zaman Avrupa çapında ilgi çekici işlere imza atmışlar. Genellikle kısa sanat filmleri, enstelasyon ve sanat yapımları ile ilgileniyorlar. Genel tarzlarını "mizah unsurlarını kurnazca kullanmak ve arsız duyguları tahrik etmek" olarak belirlemişler.

Lernert & Sander ikilisi 2012 yılında yine enteresan bir işe imza attı. İsmini "Everything" koydukları performanslarında, özneyi parfümler olarak belirlemişler. Öncelikle el yapımı kocaman bir parfüm vial şişesi yaptırmışlar. Daha sonra 2012 yılında piyasaya sürülen 1.400 yeni parfümün küçük numunelerini almışlar. Ve bu numunelerin tamamını, o kocaman parfüm şişesinin içine dökmüşler. Böylece ortaya 1.400 değişik parfümün birbirine karışmış kokusu ortaya çıkmış.


Sadece bu kadar parfümü karıştırmakla kalmamışlar. Aynı zamanda bu karışımın nasıl koktuğunu merak edenler için geçen sene Paris'te sergilemişler. İsteyen bu karışımın nasıl koktuğunu gidip orada denemiş.

1.400 ayrı parfümün karıştırılmasıyla ortaya nasıl bir kokunun çıkacağını bende merak etmekteyim. Çok matah bir koku olmayacağını tahmin ediyorum. Fakat bu kadar parfümün birbirinin içine geçirilmiş olması sanat ve sanat izleyicileri için önemli ve ilginç. Evet fikir olarak benzerine şimdiye kadar rastlamadım. Aşağıda da performanslarına ait videoları var. İyi seyirler.


3 Aralık 2013 Salı

Annick Goutal – Duel (2003)


Annick Goutal – Duel (2003)

Ortalama insan ömrünün sürekli artması, şüphesiz ki tıp alanındaki gelişmelerin sonucu. Bundan 1.000 sene önce elli yaşına gelen insanların çok uzun yaşadığı düşünülürken, günümüzde seksen yaşındaki insanları gördüğümüzde normal karşılar olduk. Değişen hayat tarzı ve beslenme alışkanlıkları bilinçlenmemizi sağlasa da biliyoruz ki hiç bir tıbbi gelişme, ölüm gerçeğini bizden uzak tutamayacak. Aynı Goutal ailesinin karşılaştığı gibi, hepimizin karşısına çıkacak.

1999 yılında henüz elli üç yaşında kanserle olan savaşı kaybeden cesur bir kadındı Annick Goutal. Kendi ismiyle kurduğu niş parfüm evi, ölümünden sonra da devam etti güzel kokular üretmeye. Bu sefer Annnick hanımın kızı Camille, markanın başına geçmişti.

"Kokuların sanatçısı" lakabıyla tanınan Annick Goutal'ın kızı Camille ve parfümör Isabelle Doyen, 2003 yılında bir parfüme imza atmaya karar verdiler. Ve ortaya Duel çıktı. Parfümün tanıtımı şöyle yapılmış:


"Güçlü ve nazik, aynı zamanda akıllı ve cesur. Isabelle ve Camille, harika yeşil Paraguay çayını merkeze alan bir parfüm oluşturmak için işe koyuldular. Sonuç, modern kokuların nezakete önem veren, ikinci ten kokusu gibiydi. Yenilikçi, şehvetli, cesur, yumuşak bir deri kokusu."

Duel, kendi sitelerinde deri kategorisinde gösterilmiş. Üzerime ilk sıktığımda doğal ve modern limon karşılıyor beni. Oldukça ferah kokan limonu beğendim. İlerleyen dakikalarda ferah limona çay kokusu ekleniyor. Hissedilir oranda da portakal mevcut. Açıklanan notalarında turunç yaprağı yağı notası var. Muhtemelen bu turunçgil kokusu ondan geliyor. Fena değil orta kısım. Alt notalarda kokusu değişiyor. Çok hoşuma gitmeyen plastiğimsi deri, yapay odunsular ve misk algılıyorum. Son kısmı bence parfümün en başarısız yeri.

Duel, orta notaları da dahil oldukça ferah bir limon-turunçgil-yeşil çay kombosu gibi. Doğal sayılabilecek bu üçlü, biraz buruk-ekşimsi koksa da beğendiğimi söyleyebilirim. Fakat harikalar yarattığını da söylemek abartılı olur. Son kısmıysa rahatsız eden deri yapaylığına doğru evriliyor ne yazık ki. Alt notalar için hiç de iyi şeyler düşünemiyorum.


Duel'in başlangıcı canlı ve parlak olsa da ilerleyen saatlerde etkisi oldukça düşüyor. Bu soğuk sayılabilecek günlerde kullandığım Duel, sanki daha sıcak günlerin özlemini çeker gibiydi. Serin havalarda performansının başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Belki de sıcak havalarda çok daha ilginç olacaktır.

Duel, niş bir parfümün kalitesini size sunuyor mu? Eh işte. Onu diğerlerinden ayıran bir özelliği var mı? Yok. Bir şişesini almaya değer mi? Sanmıyorum. Yine de ferah bir limon-turunçgil-çay-deri kombinasyonu arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Kimi yorumcular, orta kısımdan itibaren devreye giren plastiğimsi deriyi Bulgari – Black’e benzetmişler. Aslına bakılırsa iki parfümünde çay ve deri temasına sahip olduğunu düşünüp, kokularının benzediği sonucunu çıkarabiliriz. Fakat aralarında fazla bir benzerlik olduğunu söyleyemem. Duel’de, Black’deki vanilya kullanımının olmadığı çok açık. Yani bu anlamda Duel’deki deriyle Black’deki deriyi yan yana koyamıyorum bir türlü.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Duel'i “matte mate” olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek oldukça beğendiğini belirtmiş. Puanlama konusunda bu sefer Turin beyle hemfikir olmadığımı küçük bir not olarak vereyim.


Duel, erkek parfümü olarak sunulmuş. Resmi tanıtımlarında da erkek vurgusu yapılmış. Bence de erkeksi bir parfüm. EDT olarak satılıyor. Kokusunu Camille Goutal ve Isabelle Doyen birlikte tasarlamış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5