29 Ekim 2014 Çarşamba

29 Ekim

Cumhuriyetimize çocukların masumiyetiyle bakabilmek... Belki de tek ihtiyacımız olan şey bu... Cumhuriyeti, hukuku, insan haklarını, özgürlükleri ve demokrasiyi her yönüyle özümseyenlere... İyi bayramlar :)


Robert Piguet – Baghari (2006)


Robert Piguet – Baghari (2006)

Kariyerinde L'Air du Temps, L'Interdit, Monsieur de Givenchy gibi döneminin önemli parfümlerine imza atmış Francis Fabron'a acaba Robert Piguet ne söylemişti? Onunla nasıl bir anlaşma yapmıştı? Onun için piyasaya süreceği parfümün tasarım aşamasına ne kadar müdahil olmuştu? Belki de bay Fabron'dan "hayalperest kadının arzulayacağı " bir koku istemişti Robert Piguet. Kim bilir.

Baghari isimli kadın parfümünün yaratılış öyküsünü ne yazık ki bilemiyorum. 1950 yılında, dönemin en önemli parfüm markalarından birisi olan Robert Piguet'in, koleksiyonuna yeni parça tasarlaması için Francis Fabron'un kapısını çaldığını ise biliyoruz. Bu eşsiz parçanın adı Baghari olacaktı. Bundan tam altmış dört yıl önce, Piguet'in dördüncü parfümü olarak dünyaya gelecekti Baghari.

Robert Piguet'in diğer görkemli klasikleri gibi Baghari'de çok uzun yıllar üretilmedi ve üzeri tozlanan pırlanta gibi gün yüzüne çıkmayı bekledi sabırla. 2006 yılı, onun ikinci doğum tarihi oldu adeta. Piguet'nin diğer klasikleri ile beraber, genç parfümör Aurelien Guichard tarafından yeniden yorumlandı ve dünya parfüm pazarına sunuldu. Uzun zamandır çekmecemde duran yeni formülasyon Baghari'ye elim nedense bir türlü gitmemişti. Demek ki herşeyin bir zamanı varmış ve doğru gün bugünmüş.


Fragrantica'da çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılan Baghari'nin başlangıcı tertemiz turunçgiller ile gerçekleşiyor. Baskın portakal olarak düşünmeyin üst notaları. Daha çok portakal çiçeği kıvamında çiçeksi bir dokunuş. Açılışı fena değil Baghari'nin. İlerleyen dakikalarda benzer tavır devam ediyor. Portakal çiçeğinin yerini beyaz çiçekler alıyor. Sümbülteber benzeri çiçeksiliği yasemin ve iris (süsen) sağlıyor olabilir. Aldehitler müthiş bir rol oynuyor. Abartılı kullanılmamış aldehitler biraz pudralı hissiyat veriyor ama neyseki No.5 EDP'nin başları gibi değil. Azıcık da menekşe ve gül mü var orta kısımda? Bu bölümü biraz banyo sabunlarına benzettim ve kendime yakın bulmadım. Son bölümdeki değişim görülmeye değer. Beyaz çiçeksi yapı neredeyse yok alt notalarda. Kremsi, bembeyaz vanilya ve yine bembeyaz yumuşacık misk karşılıyor sizi. Harika vanilyayı koklamaya doyamıyorum. Sonları nefis Baghari'nin. Açık ara en sevdiğim yeri oluyor kapanış kısmı.

Baghari'nin kadın parfümü olarak tasarlandığını düşünürsek, çiçeksi karaktere sahip olması şaşırtıcı değil. Tabii burada çok kadınsı bir çiçeksilikten bahsedemem. Nötre yakın beyaz çiçekler, takıntısız erkekler için rahatlıkla giyilebilir. Aldehitlerin sınırlı ve kibar kullanımı gayet akıllıca. Sonlardaki kremsi-lezzetli vanilya adeta süt tadında ve kıvamında. Vanilyaya eşlik eden amber ve misk yeni yıkanmış ve mis gibi kokan nevresim gibi.

Merak edenler için söyleyeyim. Baghari, erkekler için tasarlanmış Prada'nın Amber Pour Homme'undan veya Francis Kurkdjian’ın Apom Pour Homme’undan daha kadınsı değil. Eğer Amber Pour Homme ve Apom Pour Homme, erkek parfümüyse, Baghari'yi de erkekler de kullanabilir. Günümüzün modern parfümlerine öykünen bu yeni formülasyon, ayarı kaçırılmamış tatlılık barındırıyor.


Carnal Flower ya da Fracas gibi baskın sabunsuluk ve beyaz çiçek temasına sahip değil Baghari. Onu kullanmadan önce okuduklarımdan dolayı fazlasıyla çiçeksi olacağını düşünüp, tedirgin olmuştum. Kullanım sürecinde o bilindik insanın içini bayan çiçeklerle karşılaşmadım. Bence Baghari, yoğun bir dişilik yaymıyor etrafa. O daha çok huzurun, barışın, hayal dünyasının, şefkatin, mutluluğun kokusu.

Yapaylık ve Maison Francis Kurkdjian'ın kimi çiçeksi parfümlerindeki kontrollü sterillik yok neyseki Baghari'de. No.5 EDP'deki tozlu ve boğucu aldehitleri örnek almamış kendisine. Bence o bembeyaz, temiz, saf ve masum bir koku. Basit, modern, genellikle tek düze ve fakat tam bir ten kokusu. Onu, yeni duştan çıkmış teninize çok değil 1-2 defa sıkın ve öyle koklayın ve gözlerinizi kapatın. Binbir türlü hayal kurun, çocukluğunuzu hatırlayın, annenizin teninin kokusunu anımsayın, eğer varsa bebeğinizin minik kollarının kokusunu içinize çekin. Belki de Baghari'ye yakın aromayla karşılaşırsınız.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında portakal şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan verilerek çok beğenilmiş bay Turin tarafından.


Eau de Parfum (EDP) formundaki Baghari'nin kalıcılığı harikalar yaratmıyor. Fark edilirliği orta seviyede. Her yaştan kadına hitap edebilecek kokusu, genel beğeniye uygun gibi görünüyor. Serin sonbahar günlerinde kullandığım Baghari'yi doğru dozajlama ile dört mevsimde kullanmak zor olmasa gerek.

Koku Güzelliği:10/7

25 Ekim 2014 Cumartesi

Burberry – London For Men (2006)


Burberry – London For Men (2006)

Thomas Burberry isimli yirmi bir yaşındaki genç, 1856 yılında kendi ismiyle kuracağı markasının bu kadar büyük başarılar kazanabileceğini muhtemelen düşünemezdi. İster zamanı gelmişti deyin ister kader deyin, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla sürekli büyüyerek ve gelişerek gelen Burberry, artık küresel moda sektörünün en önemli oyuncularından birisi. Abartılı olur mu bilemiyorum ama İngiltere’den çıkan belki de en güçlü markaların arasında sayılabilir Burberry.

Bu köklü ve gösterişli tarih, Burberry’den her anlamda beklentilerimizin yüksek olmasına sebebiyet veriyor. Sadece uzmanlık alanları tekstil değil, ürün verdikleri her alanda sağlam marka imajları hep arkalarında. Doğal olarak parfümseverlerinde Burberry’den beklentileri gayet yüksek.

Burberry’nin uzun tarihine bakacak olursak, parfümlerin fazla bir zaman dilimini kapsamadığını görebiliriz. İlk parfümlerini 1981 yılında piyasaya sürdüklerini düşünürsek, biraz geç bile kaldıkları söylenebilir. Fakat her tasarım markası gibi onlarda parfümlerin ticari büyüsüne kapılmış durumdalar. Artık çok daha aktifler yeni parfümler konusunda.


Bugünkü konuğum London, 2006 yılında, markanın kuruluşunun yüz ellinci yıl dönümü nedeniyle piyasaya sürüldü. Aynı zamanda bu isimle tekstil ürünleri de var Burberry’nin. Tabii bizi ilgilendiren kısma geçeceğiz şimdi. London For Men, uzun zaman önce kullandığım bir parfüm. Aradan geçen yılların ardından yeniden incelemeye almamın sebebi, çok güzel bir parfüm olarak aklımda kalmış olması. Bakalım aradan geçen yıllar, neler düşündürtecek bana.

Fragrantica’da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış London For Men. Üzerime sıktığımda beni ekşi meyveler karşılıyor. Tatlımsı kırmızı meyvelere (kiraz, vişne), çimensi sayılabilecek yeşillikler eşlik ediyor. Hafiften yapaylık barındıran üst notalar benim sevdiğim gibi ama yüksek kaliteli değil. İlerleyen dakikalarda kokusuna baharatlar ekleniyor. Tarçın ve biber olduğunu tahmin ettiğim baharatla harmanlanan kiraz ekşiliği gayet güzel hale getiriyor kokusunu. Bu andan itibaren biraz da tütün/tütün yaprağı ve içki (şarap) algılıyorum. Orta bölümü yine yüksek kaliteli değil ama gayet başarılı. Son kısımlarda koku formu değişmiyor. Tatlılık ve baharatlar azalıyor sonlarda. Yoksa deri mi var kapanışta? Ya da odunsu notalar. Büyük ihtimalle ikisi de mevcut.

London For Men, tatlı/ekşi, meyveli, baharatlı, tütünlü ve zaman zaman içkimsi kokuyor. Başlangıçtaki meyvemsilik, yerini orta bölümde baharatlara bırakıyor. Tütün biraz daha geri planda sanki. Lezzetli vişneli tütün ve şaraba yatırılmış tütün yapraklarını düşündürten kokusu, parfümün ana eksenini oluşturuyor.


Ferah olamayacak kadar sıcak baharatlar, parfümün önemli akslarından birisi. Tarçın ve biberin rolü büyük genel anlamda. Tatlı ama asla bayık şekerli olmayan kırmızı meyvelerle birlikte verilmiş baharatlar, tam istediğim gibi. Fakat tütün ya da tütün yaprağı kokusu, pek hazzetmediğim şekilde yeşil, sabunsu ve biraz yapay verilmiş. Keşke daha pipo tütünü gibi verilseydi. Genel olarak tütün temalı parfümleri severim fakat London For Men’deki tütünü pek başarılı bulmadım.

Peki London For Men güzel kokuyor mu? Kesinlikle! Belki de benim sevdiğim tarza yakın olduğu için, beğendim onu. Evet niş parfüm kalitesi beklemek abes olabilir ama olabilecek en iyi ana akım tütün-baharat-kırmızı meyveler kombinasyonlarından birisi. Hissedilir oranda erkeksi, cazibeli, zengin ve leziz.

İyi de rakipleri kimlerdir London For Men’in? Biraz Spicebomb, hafiften Costume National Homme, azıcık A Men Pure Havane. Yeşil yapaylığı Spicebomb’ı andırıyor. Tarçınlı baharatları Costume National Homme’u çağrıştırıyor. Kirazlı tütünü ise A Men Pure Havane efekti veriyor. Eğer sıralama yapacak olursam Spicebomb’ı rahatlıkla geçer koku güzelliği anlamında. Costume National Homme’un ise az farkla gerisinde kalır.


Elliden fazla Burberry parfümü olduğunu düşünürsek, henüz 4-5 kokusunu kullandım markanın. Çok fazla Burberry parfümü deneyimim olmadıysa da şimdiye kadar tecrübe ettiğim en başarılı Burberry parfümü olarak yerini alıyor London For Men. Evet yapaylık sınırında dolaşıyor zaman zaman. Kalite anlamında da harikalar yaratmıyor. Hatta çocukken annemizin biz hastayken zorla içirdiği kirazlı öksürük şuruplarının tadına benziyor. Ama her yerde bulunabilen, çok uygun fiyatlara satılan London For Men, parfümlere anormal rakamlar ödemek istemeyen ortalama kullanıcılar için gayet iyi seçenek. Tabii bu tarz kokuları seviyorsanız.

Parfüm platformlarında London For Men’in en çok eleştirilen tarafı performansı. Özellikle fark edilirliğinin zayıf olması sürekli dile getiriliyor. Kullanım sürecinde bu durum benimde dikkatimi çekti. Başlangıçtaki patlamayı, ilerleyen dakikalarda çekingen ve tene yakın bir koku takip ediyor. Bu anlamda “parfümüm herkes tarafından fark edilsin” isteğindeyseniz, size önermem mümkün görünmüyor. O, daha çok hava yağmurluyken, evinizde ya da ofisinizde zaman geçirirken, keyif alınacak ve bol bol koklanacak bir ten kokusu. Kıyafet üzerine kullandığımda sıradan ve sıkıcı kokan London For Men, ten üzerinde çok daha zengin ve ilginç hale geliyor.

Kokusunun tasarımını, birçok önemli marka için çalışmış burunlardan Antoine Maisondieu yapmış. Sıcak ve baharatlı yapısından dolayı sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak daha uygun olacaktır. Her ihtimale karşı önceden denemeden almayınız.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

20 Ekim 2014 Pazartesi

Jovoy – Ambre Premier (2011)




Jovoy – Ambre Premier (2011)

1920'li yılların başlarında Blanche Arvoy isimli kadın, Paris sosyetesinin o zamanlarda ihtiyaç duyduğu büyük bir eksikliği gidermeye karar vermişti. Dönemin elitlerinin ve yüksek gelirli ailelerin parfüm alabilecekleri özel parfüm satış butiği açmayı düşünüyordu. Bu alanda, 1920'li yılları düşünürsek seçenek fazla değildi Fransa'nın başkentinde. Çünkü yüksek sosyeteye mensup kişiler asla sokak sokak gezip alışveriş yapmazlardı. Onlar için özel hizmet veren, lüks mağazaları severdi üst gelir grubuna mensup Parisliler.

1923 yılında parfüm satış butiğini açmıştı bayan Arvoy. Dönemin lüks ve kaliteli sayılabilecek parfümlerini ve kokularını müşterilerinin beğenisine sunuyordu. İşte 1920'li yıllardan bu yana bir geleneğin devamı Jovoy parfüm butiği. Günümüzde burayı zor bulunan niş markaların satıldığı ve parfümseverlerin uğramadan edemediği bir yer olarak düşünmemiz gerekiyor. Gerçi parfümerinin merkezi sayılabilecek Fransa ve başkenti Paris, bu tür mağazalar konusunda cömert davranıyor konuklarına son yıllarda.

Jovoy lüks parfüm butiği, ilginç bir karar vererek, kendi ismiyle parfümler piyasaya sürmeye başladı. 2007 yılında çıkardıkları "Les 7 Parfums Capitaux" serisini diğer parfümleri takip etti. 2014 yılının Ekim ayı itibariyle kendilerine ait yirmi parfümleri var. Tabii bu parfümleri dışarıdan parfümörlere tasarlatıyorlar. Yurtdışı merkezli parfüm platformlarında ise Jovoy'un parfümleri ilgi çekiyor ve tartışılıyor. Ülkemizde ise fazla bilindiği söylenemez Jovoy'un koku tasarımları. Genel itibariyle fiyatları ve konsepti bakımından niş parfümlere yakın duruyor Jovoy'lar.


2011 yılında piyasaya sürdükleri Ambre Premier, isminden de anlaşılacağı üzere amber temasına sahip. Parfümün tasarımını fazla duyulmamış burunlardan Michelle Saramitot yapmış. Bakalım bay Saramitot nasıl bir iş çıkarmış.

Kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış Ambre Premier. Parfümün başlangıcı ortalama tatlılıktaki amber ile gerçekleşiyor. Yumuşak ve tozlu amber gayet güzel. İlerleyen dakikalarda orta bölüme geçiliyor. Başlangıçtaki koku formu değişiyor. Ambere ek olarak gül ekleniyor. Hatta tatlımsı baharatlar da var geri planda. Orta bölüm amber-gül ve baharatlar ekseninde devam ediyor. Son kısımda paçuli ortaya çıkıyor iyice ağırlığını hissettiriyor. Fazla tatlılık barındırmayan paçuli, neredeyse kakao acımsılığı taşıyor. Paçuliye biraz da vanilya eşlik ediyor. Kapanış böylece gerçekleşmiş oluyor.

Ambre Premier, ismindeki amberi başından sonuna kadar hissettiriyor. Başlangıçta tatlımsı amber mevcut. Üst notalar ilk kullandığımda itici geldiyse de sonraki kullanımlarda alıştım. Orta bölümde egzotik ve gizemli yapı devam ediyor. Orta notaların sürpriz oyuncusu gül. Kadınsı kullanılmamış gül karanlık ve biraz tozlu. Baharatlarla uyumu gayet iyi. Parfümün en sevdiğim yeri burası oldu zaten. Sonlardaki değişim dikkat çekici. Üst ve orta kısımdaki amber baskınlığı, alt notalarda yerini tozlu paçuliye bırakıyor. Angel'ın tatlı olmayan hali de diyebileceğim paçuli fena kullanılmamış fakat garip bir şey rahatsız ediyor sonlarda beni.


Başlangıcını ve orta kısmını beğendim fakat son kısımda bir şey dürtüklüyor burnumu ve beynimi. Kontrollü bir yapaylık hissediyorum. Muhtemelen parlak ve kadifemsi kullanılan amberden geliyor bu his. Bu tip amber genelde başımı ağrıtır. Ambre Premier'de bu kervana katılıyor.

Üst ve orta bölümdeki hafiften hacı yağımsı egzotik-arabik amber güzel verilmiş. Ona eşlik eden erkeksi tozlu gülle iyi bir ikili oluşturuyorlar. Fakat sonlarda yapaylık sınırındaki tatlı olmayan paçuli, pek hoşuma gitmedi. İtici kapanışı hayal kırıklığı yarattı ne yazık ki.

Ambre Premier, Ambre 114'teki kullanıma yakın olarak verilmeye çalışılmış derin amber ile daha iyi kompozisyonla, müthiş bir parfüm olabilirdi. Bu haliyle oldukça yüksek fiyat etiketini hak ettiğini düşünmüyorum. Hele ki Ambre Sultan gibi superstar varken, ikinci sınıf bir aktöre ilgi göstermek içimden gelmiyor.

Eğer amber temalı niş parfümlere meraklıysanız, tabii ki deneyin ve tadına varın Ambre Premier'in. Belki sizin tam da aradığınız koku olacaktır. Fakat benim için garip yapaylığa sahip son kısmıyla, hafif baş ağrısı olarak hafızamdaki yerini alacak.


Kalıcılığı gayet iyi oldu tenimde. Farkedilirliği biraz zayıflıyor ilerleyen dakikalarda. Sonbahar-kış mevsimi için uygun görünüyor. Kimi yerlerde kadın parfümü kimi yerlerdeyse uniseks olarak sınıflandırılmış. Bence kadın parfümü demek abartılı olur. Hatta erkeksi nüanslar taşıdığını bile düşünüyorum. Yaş olarak ise otuz ve üzerindeki arkadaşlara yakışacak gibi.

Koku Güzelliği:10/7

17 Ekim 2014 Cuma

Guerlain – Habit Rouge (1965)


Guerlain – Habit Rouge (1965)

Hiçbir şeyin ilki kolay kolay unutulmaz diye boşuna dememişler. İlk arabamız, ilk köpeğimiz, ilk öğretmenimiz, okula gittiğimiz ilk gün ve tabii ki ilk aşkımız… İnsan hafızasının derinliklerinden, bazen hiç olmadık zamanlarda aklımıza gelir yaşadığımız ilkler. Kimi zaman önemsemez geçeriz kimi zaman hafiften bir hüzün çöker, nostalji yaşarız. Aynen Habit Rouge'da olduğu gibi.

1965 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç etkilerinin Avrupa kıtasından silinmeye çalışıldığı, artık savaşın değil sevginin ve aşkın egemen olmasının istendiği yıllara gidelim mi? İnsan haklarının, özgürlüklerin ve barışın egemenliğinin istendiği 1960'lı yılların Fransa’sında, Guerlain ailesinin baş parfümörü Jean-Paul Guerlain'da bir ilke imza atacaktı laboratuvarında. İlk aşkımızı nasıl unutmuyorsak, dünyanın o zamana kadar yaratılmış ilk oryantal erkek parfümü Habit Rouge'da kolay kolay unutulmayacaktı.

Karşımızda yine Guerlain geleneği ve klasizm var. 1965 yılında kendi demelerine göre tarihteki ilk oryantal parfümü ortaya çıkarmış olmaları, parfüm dünyasındaki oynadıkları rolün büyüklüğünü bir kere daha anlamamızı sağlıyor. Baş parfümör Jean-Paul Guerlain'in konseptini binicilik sporundan aldığı Habit Rouge'u, aradan geçen 49 yılın ardından hala üretimde ve raflarda. Çok iyi bir at binicisi olan Jean-Paul Guerlain'ın, 1976 yılındaki olimpiyatlar için Fransa milli takımına bile alınması gündeme gelmiş. Biniciliğe ve atlara olan büyük tutkusu, Habit Rouge'un tasarımında başat rol oynamış. Hatta parfümün ilhamının, binicilerin giydiği klasik kırmızı ceketlerden aldığı vurgulanmış.


Kısacası erkek parfümlerinin gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden birisi Habit Rouge. Sektörün nirengi noktalarından birisi. Ve şanslıyım ki, Habit Rouge'un yeni değil de eski formülasyonuna ulaştım. Bir süredir kullandığım Habit Rouge ile ilgili düşüncelerim biraz karışık diyebilirim. Artık daha fazla uzatmadan geçelim bu esere.

Kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış ve dinamik, tutkulu, cüretkar olduğu vurgulanmış. Üzerime sıktığımda karşıma öncelikli olarak turunçgiller çıkıyor. Adeta patlama şeklinde burnunuza hücum eden turunçgiller eski ve nostaljik kokuyor. Turunçgillere aromatik otlar ve biraz da kolonyamsı limon eşlik ediyor. Evet üst notalar tahmin edileceği gibi günümüzün modern parfümlerine çok uzak. Fakat yüksek kaliteli ve şık. Çok iyi başlangıcı var Habit Rouge'un. İlerleyen dakikalarda kokusu ciddi anlamda değişiyor. Şipremsi turunçgiller hala geri planda hissediliyor. Orta notalarda asıl karakterini ortaya koyuyor. Oldukça tatlı ve yumuşak baharatlar (karanfil-tarçın-zencefil) ve erkeksi pudralı çiçekler (lavanta, gül ve karanfil çiçeği) ana gövdeyi oluşturuyor. Pudralılık güçlüce algılanabiliyor. Orta bölüm şaşırtıcı ve ilginç. Son kısımda yine bir dönüşüm söz konusu. Alt notalarda klasik Guerlain vanilyası orada duruyor. Pudralı sayılabilecek vanilyaya deri ve meşe yosunu eşlik ediyor. Sonlarda biraz hayvansallık da var. Amberden geliyor olabilir buradaki hayvansallık. Kapanışı gayet güzel diyebilirim.

Habit Rouge bana göre turunçgil-pudra, erkeksi çiçekler-tatlımsı baharatlar ve vanilya ekseninde ilerliyor. Başlangıcındaki eski/tozlu turunçgiller ile tam bir şipre gibi davranıyor. Orta bölümdeki pudralı erkeksi çiçeklerle ve baharatlarla 1900'lü yılların başlarındaki maskülenlere öykünüyor. Son kısımda, Guerlain'in imzası haline gelen pudralı vanilya ile Shalimar'ın güvenli sularında yüzüyor. İşte size Habit Rouge'un kısa özeti.


Bu kadar kısa kesip atmayayım. Habit Rouge, başlangıcını saymazsak, yüksek oranda pudra efektine sahip. Aldehitlere pek benzemeyen bu pudramsılık, hem erkeksi çiçeklerin (özellikle gül) hem de vanilyanın üzerinde büyük hakimiyet kuruyor. Hatta kimi kullanıcıların onu kadınsı bulmalarının sebebi muhtemelen pudra kullanımı. Peki gerçekte durum nasıl? Habit Rouge kadınsı mı kokuyor?

Tavuk ve yumurta arasındaki sorunsala benzetebilirim bu soruyu. Habit Rouge kadınsı mı yoksa kadın parfümleri Habit Rouge'a benziyor mu? Şu açık ki o, erkek parfümü olarak tasarlanmış. Tabii 1960'lı yılların erkek parfüm trendlerini düşünürsek, hiç de kadınsı değil. O yıllarda böylesine pudra kullanımı erkek parfümlerinde mevcuttu. Fakat son yıllarda kadın parfümlerinde daha çok karşımıza çıkıyor pudramsılık. Buradan da anlaşılacağı üzere, o yılları ve o yılların şartlarını düşünmeliyiz doğru sonuçlara varabilmek için. Bana kalırsa da zaman zaman kadınsı izlenim bırakıyor. Fakat bahsedildiği kadar feminen değil kesinlikle.

Kompleks, detaylı, zengin, kafa karıştırıcı, ilk seferinde şok edici, karakterli bir kokuya sahip. Hani bazı parfümler vardır kullandığınız zaman modunuz değişir. Kendinizi başka birisiymiş gibi hissedersiniz. Sizi alır götürür ve oraya bırakır. İşte Habit Rouge'un bünyeye etkisi aşağı yukarı böyle oluyor. Her kullandığım zaman farklı yönü ortaya çıkıyor. Kimi kullanımda bol turunçgilli şipre yönünü keşfediyorum. Bazen tatlı baharatlar hakimiyet sağlıyor. Zaman zaman erkeksi çiçekler öne çıkıyor. Genel olarak da vanilyamsı bir yapıyla burun  buruna geliyorum. Bu anlamda anlaşılması kolay bir parfüm gibi görünmüyor. Biraz zaman vermeniz ve onu anlamaya çalışmanız gerekiyor. Mağazada 1-2 defa deneyerek hakkında bir şeyler söylenemeyecek kadar karmaşık ve derin kokuyor.


Guerlain'in kendi sitesinde Habit Rouge'un Shalimar'ın erkek haline benzetilmesi gayet yerinde. Benim de severek kullandığım Shalimar'ı andırdığına katılıyorum. Onun biraz daha erkeksi hali diyelim de içim rahat etsin. Hatta bir yorumcunun onu Old Spice'a benzetmesini ise kesinlikle anlayabiliyorum. İlk kullandığımda bana da Old Spice'a benzediğini düşündürtmüştü. Kullanım sürecinde Caron’un pek bilinmeyen parfümlerinden Royal Bain’e de benzediğini fark ettim. İki parfümün pudralı ve kremsi tarafları birbirini andırıyor.

Habit Rouge, yaşlı bir erkek gibi mi kokuyor? Yoksa baba parfümü mü? Onun 18 yaşındaki arkadaşlara hitap etmediği görülüyor. Bence 40 yaş ve üzerindeki erkekler için düşünülebilir. Ayrıca günlük kullanım için pek uygun olmayabilir. Daha farklı anlarda ya da ortamlarda kullanmak gerekiyor sanki. Resmi ve muhafazakar tavrı çok net hissedilebiliyor. Günümüzün yapay ve vasat vanilya parfümleriyle uzaktan yakından ilgisi yok. Yine de oldukça tatlı hatta kremsi koktuğunu belirtmem gerek. Eğer tatlı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun olmayabilir.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin'in kitabında Habit Rouge tatlı toz olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek en iyi erkek parfümleri listesine alınmış. İlk kullandığımda burun büktüğümü ve pek beğenmediğimi söyleyebilirim. İlerleyen günlerde kokusuna alıştım ve anlamaya başladım. Yine de benim için harika bir seçenek olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası büyük boy şişesini alacağımı sanmıyorum. Bay Turin’in parfümün tarihselliğini de göz önüne alarak en yüksek notu verdiği iddia edilebilir. Turin’in beş üzerinden verdiği not sistemine göre benden en çok dört yıldız çalışır, daha fazlası zorlama olur.


Habit Rouge'un büyük başarısının ardından, birçok aynı isimli versiyonu çıktı. 2014 yılı sonu itibariyle ondan fazla Habit Rouge isimli farklı versiyonu mevcut. Benim denediğim eski formülasyon EDT olanıydı. Ayrıca EDC, EDP ve Extrait versiyonları da bulunuyor. Yani önümüzde seçenek çok.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

13 Ekim 2014 Pazartesi

Mona di Orio – Vetyver (2011)


Mona di Orio – Vetyver (2011)

Henüz genç bir kızken, efsane parfümör statüsüne çoktan yerleşmiş Edmond Roudnitska'nın yanında çalışma ve ona asistanlık yapma şansına kaç kişi erişebilmiştir acaba? Altı yıl boyunca bay Roudnitska'nın Grasse yakınlarındaki küçük bir köy olan Cabris'teki atölyesinde çalışan bayan Mona di Orio, muhtemelen ne kadar şanslı olduğunun farkında. Böylesi bir deneyimi, hem de Edmond Roudnitska ile yaşamak, her parfümörün hayali olmalı. Tabii gerçek hayatta biliriz ki hayallerin çoğu gerçekleşmez. Fakat bu genelleme bayan Mona di Orio için söz konusu değil anlaşılan.

Klasik bir parfüm eğitimi alan Mona di Orio, Edmond Roudnitska ile birlikte çalışmanın onurunu yaşamıştı. Sadece onur duymakla kalmadı, onun sayesinde 1920 ve 1930'ların "parfümlerin altın çağı" denilen bu tarihlere öykünen parfümler tasarlamaya da girişti. Zengin, kompleks ve özgün parfümler yaratmak için yola çıktı. Kırk iki yaşında bu amacını gerçekleştirmek için kendi markasını oluşturmaya karar verdi. Ve sonuçta Mona di Orio niş parfümevi ortaya çıktı.

Niş parfüm dünyasında yeni olmasına rağmen, işini ciddiye alıyor gördüğüm kadarıyla. Ülkemizde ve dünyada "Vanille" parfümü ile tanınırken, ben onun biraz daha geri plandaki bir parfümüne göz atacağım. Vetyver, 2011 çıkışlı ve isminden de anlaşılacağı üzere vetiver (kabe samanı) temasına sahip. Markanın "Les Nombres d’Or" serisinin üyesi.


Kendi sitelerinde Vetyver'in "sıcak havalar için mükemmel bir uniseks parfüm" olduğu vurgulanmış. Ayrıca "hem temiz hem de kompleks" olmak gibi zor olan bir görevi de başardığı söylenmiş. Vetyver'i üzerime sıktığımda karşıma tozlu ve kuru vetiver çıktı ilk saniyelerde. Ona geri planda ferah turunçgiller, azıcık aromatik otlar ve yumuşak baharatlar eşlik ediyor. Karanlık sayılabilecek üst notalarını sevdim. İlerleyen dakikalarda kokusu daha çimensi ve yeşile dönüyor. Neredeyse ıslak-rutubetli köksü vetiver orta kısmı domine ediyor. Yumuşak baharatlar orta bölümde biraz daha etkili. Muhtemelen zencefil ve küçük hindistan cevizi mevcut.
Buradaki vetiveri fazlaca yeşil ve ıslak buldum. Ayrıca tuhaf bir şekilde bana plastiğimsi geldi. Orta notaları başlangıcı kadar güzel bulmadım. Son bölüm, orta kısmın paralelinde ilerliyor. Farklı olarak misk ve odunsu notalar (sedir ağacı) ekleniyor. Orta bölümdeki rutubetli köksü vetiver hala kedisini gösteriyor. Kapanışı nispeten orta bölüme göre kompleks ve başarılı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümün adı Vetyver. Doğal olarak kokusunun vetiver düzleminde olmasını beklememiz gerekir. Zaten Mona di Orio'da bu beklentimizi boşa çıkarmamış. Baştan sona vetiverin hakimiyetinde bir parfüm olmuş. Fakat kullanılan vetiver yapıları farklı. Mesela başlangıçta tozlu/kuru ve neredeyse tütsümsü bir vetiver varken, orta kısımdan itibaren tatlımsı, günümüze yakın ve rutubetli bir vetiver kullanılmış. Bu anlamda vetiverin iki farklı kullanımını göstermiş bize. Baharatlar ise gayet yumuşak ve ferah. Keskin ya da burnu zorlayıcı baharat kullanımı yok. Sonlardaki sedir ağacı ise çok farklı verilmemiş. Herşey fazlasıyla olması gerektiği gibi.

Başlangıcındaki karanlık sayılabilecek kuru vetiveri kendime daha yakın buldum. Abartmayacağımı bilsem Encre Noire'deki vetiver kullanımına benzeteceğim üst notaları. Orta kısımdaysa genel olarak temiz, sakin ve yeşil bir vetivere dönüşüyor. Daha çok Grey Vetiver tarzına yakın. Hatta Creed - Original Vetiver'i de andırıyor azıcık.


Vetyver, kimi zaman ferah, köksü ve steril kokarken bazen de gayet karanlık ve kasvetli hale dönüşebiliyor. Tam meyveli vetiver diye aklımdan geçirirken, plastiğimsi vetiver kokusu geliyor sanki bir yerlerden. Kullanım sürecinde kafamı ciddi anlamda karıştırdı. Hayır o çok kompleks ya da bol katmanlı değil. Hatta basit sayılabilecek aromaya sahip. Galiba onu sevdim mi yoksa sevmedim mi noktasında sonunda kararımı verdim: Kendime yakın bulamadım.

Neden mi? İlk olarak canım öyle istediği için (sanırım böyle bir özgürlüğüm var). İkinci olarak ise kokusu Encre Noire'den ziyade Guerlain - Vetiver ve Tom Ford - Grey Vetiver tarzına daha yakın olduğu için. Ferah sayılabilecek, yeni kesilmiş çimen hissi veren köksülük, benim için sihirli formül değil. Karanlık ve tütsülü vetiver sever birisi olarak "işte budur!" cümlesini bana söyletemedi. Evet güzel, hoş ve kaliteli bir deneme ama fazlaca değişik yanı olmayan, harikalar yaratmayan, aklınızı başınızdan alamayacak ortalama bir vetiver kokusu olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.

Eğer vetiver temalı parfümleri seviyorsanız, denemenizi öneririm. 230 dolar civarındaki etiketi ile niş markaların bile çoğundan yüksek fiyata sahip Vetyver'i denemeden almanızı tavsiye edemeyeceğim. Ne olur ne olmaz.


Eau de Parfum (EDP) formundaki Vetyver'in başlangıcı dolu dolu gerçekleşiyor. İlerleyen dakikalarda ortalamanın biraz altında seyrediyor farkedilirliği. Kalıcılık idare eder. Kendi sitelerinde uniseks olarak sınıflandırmışlar fakat bence erkek kullanımına daha yakın. 20-35 yaş arası arkadaşlara uyacaktır. Temiz, ferah ve sakin yapısı, günlük kullanımda rahatlıkla kullanabileceğiniz anlamına geliyor. Yine sıcak sayılabilecek sonbahar günlerinde kullandığım Vetyver, hiç rahatsızlık vermedi. Üstelik serin akşamlarda da fena iş çıkarmadı. Onun içindir ki dört mevsimde de kullanılabileceğini düşünüyorum.

Kokusunun tasarımına, markanın kurucusu Moni di Orio imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

10 Ekim 2014 Cuma

Issey Miyake – Pleats Please (2012)


Issey Miyake – Pleats Please (2012)

İlk defa 1989 yılında ortaya çıkan bir kavram Pleats Please. İssey Miyake modaevinin, üzerine yeni tasarımlar ekleyerek geliştirdiği bu kıyafet serisi, 1993 yılında görücüye çıkmaya hazır hale gelmişti. Markanın ilkbahar-yaz koleksiyonunda kendi ayakları üzerinde duran bir kıyafet serisi olarak dünyaya sunumu yapılmıştı.

Bizler parfüm meraklıları olarak İssey Miyake ismini duyduğumuzda aklımıza piyasaya sürdükleri parfümleri gelir. Oysa Japonya'nın dünyaya mal olmuş en büyük küresel markasını düşünmemiz gerekir. Modern hayat tarzının kıyafet tasarımlarını yapmanın peşinde koşan İssey Miyake'nin, 2012 yılında çıkarttığı yeni kadın parfümü Pleats Please'de, anlaşılacağı üzere, bu kıyafet serisinden ilhamını ve ismini almış.

Parfümün resmi tanıtımının, kokuyu tasarlayan genç burun Aurelien Guichard tarafından Japonya'daki Tokyo Mid Town'da yapıldığını biliyoruz. Karşılıklı konuşma şeklinde geçen tanıtımda Guichard, markanın ve sektörün üst düzey yöneticilerine, parfümünün geri planını anlatmış. Hatta çocukluğuna gidip, küçükken futbolcu olmak istediğini, fakat parfümör babası ve heykeltıraş annesinin etkisiyle parfümörlük mesleğini seçtiğini bile anlatmış çok sayıdaki konuğa.


Kendi sitelerinde Pleats Please kısaca şöyle tanıtılmış: "Bu parfüm, markanın en ikonik kıyafet tasarım çizgisinden ilhamını almıştır: Pleats Please. Neşeli, keyifli, kararlı modern moda. Ünlü Pleats serisinin ilk parfümü. İyimser, dinamik ve canayakın ruha sahip enerjik, renkli Pleats Please; eğlenceye bir davettir. Eğlenceyi etrafa yay!"

Resmi tanıtımında çiçek buketinden, alt notalardaki vanilya ve canlı odunsu notalardan bahsedilmiş. Ayrıca "nashi" denilen melez bir Japon meyvesinin kullanıldığı söylenmiş. Üzerime ilk sıktığımda gerçekten de meyvelerle karşılaşıyorum. Armudun etkisinin hissedildiği tatlımsı modern meyveler gayet güzel ve neredeyse ferah. İlerleyen dakikalarda kokusuna şekerli çiçekler hakim olmaya başlıyor. Meyveler hala orada. Çiçeksilik ise artık ön planda. Beyaz çiçeklerden oluşan çiçek demeti, kokuyu ciddi anlamda kadınsılığa doğru çekiyor. Orta bölümü pek sevmedim. Son bölümde çiçekler geriye çekiliyor. Tatlı paçuli, misk ve azıcık da vanilya var artık kapanışta. Sıradan ve yapay alt notalar, ilgi çekici değil ne yazık ki.

Pleats Please'in başlangıcı fena değil. Lezzetli meyvemsilik, armudun ağırlıklı olduğunu düşündürtüyor. Tatlımsı meyveler doğal ve canlı. Orta kısımda çiçeklerin devreye girmesiyle artık iyice karakterini belli ediyor. Son kısımlarda yapaylık hissediliyor. Paçulinin kullanımı, miskin verilişi ve muhtemelen ambergris, hiç bana göre değil. Alt notalardaki yapaylık, bende ciddi baş ağrısı yaptı her seferinde.


Pleats Please, hiç şüphesiz ki tam bir meyve-çiçek kombinasyonu. Örneğine çokça rastlayabileceğimiz modern tatlımsı yumuşak meyveler ve çiçekleri merkeze almış. Bu anlamda çok özgün ve radikal bir yanı yok. Fakat kullanan çoğu kadının kendisinden bir şeyler bulabileceği güvenli koku forumuna sahip parfümlerden olduğu söylenebilir. Yani bu anlamda riskli bir seçim olmayacaktır.

Tatlı, meyveli-çiçeksi, genç kızları hedefleyen, modern, pozitif, hayat dolu bir parfüm Pleats Please. Genel beğeniye uygun olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Zaten Issey Miyake gibi ana akım markanın, çok riskli bir koku formuna imza atması beklenemez. Fazlaca bir numarası olmayan, tek düze, kalite hissi vermeyen, vasat piyasa parfümü olarak düşünülebilir. Bir şişesini alıp kullanmaya değeceğini sanmıyorum. Yine de seçim ve karar sizin.

Orta kısmın sonlarından itibaren karşıma çıkan, o tuhaf yapaylık, parfümün en başarısız yeri. Sonlarda da sanırım ambergristen gelen o metalik koku, migren hastalarına hiç de iyi gelmeyecek. Daha önce denediğim diğer Issey Miyake parfümlerinin tamamında baş ağrısı ile karşılaşmıştım. Yıllar içinde değişen bir şey yok. 2012 çıkışlı yeni parfümleri de baş ağrısı atakları haline geldi bende. İssey Miyake bunu nasıl beceriyor bilemiyorum ama her parfümü beni rahatsız etmeyi başarıyor. Oysaki yıllar önce kullandığım L'Eau d'Issey Pour Homme ne de güzel parfümdü.


Geçtiğimiz haftalarda kullandığım Montale'in Wild Pears'ına benziyor Pleats Please. Özellikle başlarındaki armut, iki parfümü birbirine yaklaştırıyor. Hatta Pleats Please'in başlangıcı daha güzel. Son kısımlardaysa ayrı yollara sapıyorlar. Yine de Wild Pears, bir adım daha önde koku güzelliği olarak. En azından Montale, baş ağrısına sebep olmuyor. Tatlılık kullanımında ise iki parfüm birbiriyle yarışıyor adeta. Şekerli denebilecek kadar tatlılık barındıran kokusu, benim için bile rahatsız edici.

Sanıyorum ki Pleats Please, doğru kadında, doğru zamanda ve doğru yerde kullanılınca hoş etkiler yayacak etrafa. Günlük kullanımda rahatlıkla kullanılabilecek parfüm, bende beklediğim sonuçları vermese de, kadınların üzerinde çok daha heyecan verici olacağı düşünülebilir.

Çoğu yorumcu ilkbahar-yaz dönemine uygun olduğunu belirtmiş. Serin ilkbahar mevsimine katılırım ama sıcak yaz günlerinde biraz fazla şekerli gelebilir. Bu dönem dışında her zaman kullanılabilir. 15-30 yaş arası kadınları hedeflediğini düşünüyorum. Benim kullandığım ilk çıkan EDT versiyonuydu. Sonradan bir de EDP (Eau de Parfum) olanı çıkmış. Onu ise denemediğim için aradaki farkı bilemeyeceğim.



Koku Güzelliği:10/6

8 Ekim 2014 Çarşamba

Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)


Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)

Hikayesi 1860'lı yıllara kadar uzanan bir marka Penhaligon's. İlk olarak 1860'lı yılların sonlarında, berber dükkanı olarak Jermyn Street adresinde açılmıştı. Kurucu William Penhaligon, 1870'li yıllarda işlerini büyütmeyi düşündü. Bunun sonucunda parfümeri alanında ürünlere yöneldi. Kısa zamanda çok popüler olan dükkanı, İngiliz Kraliyet Sarayı'nın resmi tedarikçisi bile oldu. Kraliçe Viktorya zamanında kraliyet için aldıkları çalışma izni, yaklaşık yüz yıl boyunca geçerli sayıldı.

William Penhaligon'un, 1870'lerde Jermyn Street'teki dükkanı, bir Türk hamamı ile komşuydu. Zamanla yanındaki Türk hamamı fazlaca ilgisini çekmeye başladı. Oradan çıkan kükürt kokusu ve buhardan ilham alarak, Hammam Bouquet isimli ilk parfümünü hayata geçirdi.1872 yılında parfümün formülünü hazırladı ve üretime geçti. Böylece Penhaligon berber dükkanı, ilk defa parfümeri işine girmiş oldu.


Hammam Bouquet isimli parfümlerinin tasarım aşamasında Türk (O zamanlar Osmanlıydı) etkisini inkar etmiyorlar. Hatta bunun üzerine inşa etmişler kokusunun hikayesini. Resmi tanıtımında hayvansal ve olgun tarafından, eski kitap kokularından, pudralı reçineden ve antik odalardan bahsedilmiş. Sanırım parfümün bu detayları çağrıştırdığı vurgulanmış. Kendi sitelerinde oryantal sınıfına dahil edilmiş. Kaynaklarda genel olarak erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de erkek parfümü olarak düşünülmeli.

Hammam Bouquet'i üzerime sıktığımda karşıma çok eskilerden bir aroma çıkıyor. Tozlu bergamot, nostaljik lavanta ve biraz da hayvansal misk. 142 yıllık parfümden beklenebilecek bir açılışı var. Günümüzün modern, tatlı parfümleriyle ilgisi bile yok. Ferah portakal yada turunçgilleri de unutun. Başlangıcı ve ilk dakikaları oldukça keskin ve güçlü. Fazla uyguladığınız anda rahatsız edebilecek tarzda. Bu tür açılışları sevmesem de saygı duydum üst notalara. İlk yarım saatte lavanta ve tozlu/eski bergamodun etkisi devam ediyor. Kirli/hayvansal denebilecek koku bir süre sonra sakinleşiyor ve geri plana geçiyor. Orta bölümde erkeksi çiçekler hakimiyeti ele alıyor. Yasemin ve karanlık sayılabilecek tozlu gül ilk akla gelen çiçekler. İkisi de gayet erkeksi kullanılmış. Hiç öyle kadın parfümlerindeki gibi feminen çiçekler beklemeyin. Erkeksi çiçeklere gerilerden tatlımsı yumuşak baharatlar destek veriyor. Orta bölüm çok daha giyilebilir ve sevilebilir. Son bölümde ise egzotik amber kendisini gösteriyor. Biraz da misk var. Sandal ağacı da oralarda bir yerde muhtemelen. Kapanışı gayet güzel Hammam Bouquet'in.

Doğru hatırlıyorsam, Jicky ile birlikte şimdiye kadar kullandığım en eski tarihli formüle sahip parfüm Hammam Bouquet. Uzun zamandır ilgimi çeken bu tarihi değere sahip parfümü beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi başlangıcı, burnunuza sağlam bir yumruk atıyor. 1900'lü yılların kirli şiprelerini hatırlatan bergamot, Jicky ve Mouchoir de Monsieur’u andıran antik lavanta, Shalimar veya Musc Ravageur’u düşündüren hayvansallığın birleşimi olan üst notalar, acımasız ve ödünsüz. Size gerçek bir erkek parfümü kullandığınızı ve 1800'lü yılların sonlarında olduğunuzu hatırlatıyor. İlk kroşeden sonra hafif bir sersemleme yaşıyorsunuz haliyle. Bir süre sonra sanki o maço boksör gitmiş, yerine İngiliz asaleti ve emperyalizmi gelmiş. Gayet kibar erkeksi çiçekler, Victorya dönemi İngiliz bahçelerinde dolaşıyormuş efekti veriyor. Baharatlar gayet dengeli ve sakin. Sonlardaki amberin ise parfümün ilhamını aldığı doğu (Osmanlı) kültürüne bir gönderme olduğu düşünülebilir.


Hammam Bouquet, eski/nostaljik duygular yaşatıyor çoğu zaman. Bu da onu kullanması ve sevmesi zor olabilecek kokular sınıfına dahil edilmesine yol açıyor. Birçok yorumcuya göre tam bir gül parfümü olduğu dile getiriliyor. Haklı olabilirler. Belki de sandal ağacı daha büyük rol oynuyor. Baharatlı karanlık gül efektini sandal ağacı veriyor olamaz mı? Hatta tam tersi de olabilir. Bence o, saf bir gül parfümü değil. Baharatlı, aromatik otsu, neredeyse pudralı karanlık-tozlu gül desek daha yerine olabilir. Hissedilir orandaki hayvansallığı da bir yere koymamız gerekir. Bu haliyle eski ve tarihi kokan parfümlere benzediğini söyleyebiliriz.

Hammam Bouquet, dönemin kıta Avrupası geleneklerine göre kurgulanmış, daha ilk saniyelerde üst notalar vesilesiyle köklerinin çok eskilere dayandığını bize hatırlatan, ciddi, mesafeli, muhafazakar, orta bölümden itibaren romantik ve tutkulu, sonlardaysa egzotik ve egzantrik bir parfüm.

Yukarıda da belirttiğim gibi başlangıcını ağrılıklı olarak Mouchoir de Monsieur ve Musc Ravageur’daki o kirliliğe benzettim. Birazcık da Ralph Lauren - Safari'deki artemisya kullanımını aklıma getirdi. Jicky'den sadece on yedi yıl önce ortaya çıkmış olduğunu biliyoruz. Belki de Jacques Guerlain bu iki parfümün tasarımında Hammam Bouquet'ten etkilendi. Kim bilir. Gerçi sonlara doğru her bir parfüm kendi yolunda ilerliyor. Aslında çok benzedikleri söylenemez. Belki pudralı, eski, nostaljik tarafları algımın o yönde işlemesine sebep oluyor.


142 yıldır hala üretimi devam eden bir gelenekle karşı karşıyayız. Hammam Bouquet evet bir parfüm fakat bana yaşattığı duygular bir parfümden çok öte. Kendimi kraliyet dönemi İngilteresinde düşünmemi sağlayan bir koku adeta. Kraliçe Viktorya'nın sarayındaki, sadece soylular ve üst düzey kişilerin davet edildiği bir baloda bulunduğumu hayal ediyorum. İyi eğitimli diplomatlar, yüksek rütbeli subaylar, asilzadelerin züppe çocukları, saray eşrafı ve büyük tüccarlar... Zaman 1880 yılında durmuş. Adet olduğu üzere baloya en son gelen kraliçe bütün konuklarını seviyeli ve resmi şekilde kısaca selamlayarak kendisine ayrılan bölüme geçiyor. Etrafında onlarca yardımcısı ve hükümet görevlileri var. Şimdi giyilip sokakta dolaşılsa komik gelebilecek kıyafetler, o zamanın modasına ne kadar da uygun. Yemekten hemen sonra dansa geçiliyor. Sarayın kocaman dans salonundaki gösterişli avizeler, duvarlardaki ünlü ressamların resimleri, etrafta bekleyen uşaklar... En iyi kalitedeki rom ve viskinin içildiği ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahaların atıldığı sohbetler bir hayal gibi zihnimde uçuşuyor. İşte Hammam Bouquet'in bende çağrıştırdıkları aşağı yukarı bunlar.

Yapaylık olmayan, kaliteli sayılabilecek Hammam Bouquet'in, formülünün 142 yılda defalarca değiştiğini düşünmek gerekiyor. Orijinal formülünün nasıl koktuğunu büyük ihtimalle markanın yöneticileri bile bilmiyordur. Parfümün şimdiki halini koklayıp, sadece hayal edebiliriz geçmişini. Onda da ne kadar başarılı olabiliriz tartışılır.

Geleyim ten-kıyafet karşılaştırmasına. Ten üzerine uyguladığımda çok daha derin ve ilginç tepkiler verirken, kıyafet üzerinde kullandığımda tek düze ve sıradan oldu. Tende eski karanlık gül, baharatlar ve amberi algılayabiliyordum. Kıyafette ise daha eski kafa hayvansal şipreleri andırdı. Onun içindir ki ten üzerine kullanmanızı öneririm. Kıyafet üzerinde çok tozlu ve kirli kokuyor.

Luca Turin’in kitabında Hammam Bouquet, odunsu çiçekli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Ayrıca kitabının bir yerinde şöyle bahsetmiş: “Geç Viktorya dönemi klasik İngiliz erkek parfümleri, tipik şekilde tatlı, miskli, pudralı çiçeksiydi. Bu tarz parfümlerin şu an üretimde olan belki de en iyi örneği Hammam Bouquet, hala oldukça kullanılabilir yapıda.” Ayrıca lavanta-vanilya baskın Fransa kökenli Guerlain’in Jicky’sinin, İngiliz karşılığı olarak Hammam Bouquet’i göstermiş.


EDT konsantrasyonuna sahip Hammam Bouquet, ilk yarım saat oldukça yoğunken, ilerleyen saatlerde tene yakın kalmayı tercih ediyor. Kalıcılığı gayet iyi. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki arkadaşlara hitap edecektir. Kimi yorumcuların onun kokusunu “yaşlı kadınlara” benzetmesini fazla önemsemiyorum. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

4 Ekim 2014 Cumartesi

Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)




Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)

Geçmişi çok başarılı parfümlerle dolu bir markadan beklentilerimiz, bilinçaltımızın marifetiyle yüksek olmalı mıdır? Yoksa geçmişi unutup, önümüze mi bakmalıyız? Günümüzün trendlerinin peşinden mi gitmeliyiz, yoksa geçmişe özlem mi duymalıyız? "Nerede o eski parfümler" diyerek hayıflanmalı mıyız, yoksa yeni nesil parfümleri anlamaya çalışıp, keyif mi almalıyız? Sanırım geçmiş ile şimdiki zamanın hatta geleceğin dengesini kurabilmek, insanoğlunun en zorlandığı işlerden birisi.

Yves Saint Laurent'in gösterişli ve zengin tarihi, onların çıkardığı yeni parfümler için bize umut olmaya devam ediyor. "YSL kötü parfüm çıkarmaz" diye düşünmek istiyoruz. Oysaki bu önerme cümlesini test etmek gayet basit. Dünyanın hemen hemen her kozmetik mağazasında satılan 2006 yılı çıkışlı L'Homme, Yves Saint Laurent'in yeni/modern parfüm işinde nerede olduğunu göstermesi bakımından önemli ipuçları veriyor. Neden mi?

Markanın 2000 yılı sonrası yeni nesil parfümlerini temsil eden L'Homme, piyasaya çıktıktan kısa süre sonra dünya çapında en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. Gerçi güçlü bir reklam kampanyası ile L'Homme'un tanıtımını yaptılar. Televizyon reklamları, dergiler ve afişlerde çoğu zaman L'Homme vardı.

Kısa zaman içinde de reklam kampanyalarının meyvesi alınmaya başlandı. L'Homme, 2014 yılının sonbaharı itibariyle hala kendi sitelerine göre en çok satan erkek parfümü olarak yerini almış durumda Yves Saint Laurent'in. Bugün karşımızda çok satan bir popüler delikanlı var anlaşılacağı üzere.


Uzun zaman önce kullandığım L'Homme'u yeniden gündemime almam, fikirlerimin hangi yönde değiştiğini görmem açısından benim için farklı bir deneyim olacak. İlerleyen zamanlarda bu tür yeniden deneyip, güncelleyeceğim parfümler olacak. L'Homme aslında Malabah ile birlikte bu yöndeki ikinci örnek. Bakalım aradan geçen yıllar, olumlu mu yoksa olumsuz bir etki mi bırakacak bende.

L'Homme’un tanıtımında, ferah ve odunsu notaların kontrasından bahsediliyor. Fragrantica'da odunsu çiçekli misk olarak sınıflandırılmış. Üzerime sıktığımda beni tatlı, kremsi turunçgiller karşılıyor. Hafiften meyveli denebilecek üst notalarda elma da olabilir. Başlangıcı ferah, güzel fakat çok çarpıcı değil. Orta bölüme geçildiğinde tatlı kremsi yapı devam ediyor. Turunçgiller geride kalırken bu sefer ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Aynı başlangıç gibi baharatlarda kremsi ve vanilyalı. Zencefil-kakule ikilisi ön planda denebilir. Son kısımda odunsu notalar öne çıkıyor. Kremsi-pudralı sedir ağacı, vetiver ve tonka fasulyesi kapanışa damga vuruyorlar. Sonlarda bu üç notadan sedir ağacı en baskın olanı. Diğerleri yan rolde gibiler. Kapanış en vasat ve başarısız yeri olmuş ne yazık ki.

L'Homme'un, tatlı, kremsi, neredeyse pudralı-şekerli bir baharat-sedir ağacı-vanilya kokusu olduğunu kabul etmek lazım. Başlangıçtaki turunçgilleri biraz Allure Homme Sport tarzına yakın buldum. Orta kısımdaki yumuşak şekerli vanilyalı baharatları Eros'a yakın buldum. Sonlardaki yapay odunsuları ise Bulgari Man'a yakın buldum.


Şunu söylemek istiyorum ki, L'Homme, günümüzün modern, tatlı, kremsi baharatlı parfümlerinin en tipik örneği denebilir. Hatta bu yöndeki ilk ciddi örnek mi araştırmak gerekir. Yves Saint Laurent, bu arkadaşla birlikte modern piyasa kokusuna imza atmak istemiş. Ve bunu da başarıyla yapmış. Parfümün ticari başarısından ve satışlarından onun çok sevildiğini ve binlerce erkeğin tercihi olduğunu görmek zor değil. Bu açıdan tebrik edilmesi gerekir belki de.

Oysaki parfümlere satılacak şişe olarak bakmayan ve onda başka duyguları/heyecanları arayan koku severleri tatmin edecek bir parfüm olduğunu söylemek zor L'Homme'un. Gerçi onun böyle bir endişesi olduğunu pek sanmıyorum. Tamamen piyasa şartlarına göre kokusu kurgulanmış, çok satılması düşünülmüş, deneyen çoğu kimsenin bir şekilde hoşuna gitmesi sağlanmak istenmiş, karşı cinsinde beğenebileceği bir oyuncu olduğu söylenebilir. Yumuşak, çekingen ve garantici. L'Homme'u kullanıp gece klübüne gittiğinizde ya da ofis kullanımında etraftan güzel tepkiler almanız sürpriz olmaz.

Geleyim hayatın acı gerçeklerine. Evet hayat çoğu zaman trajiktir ve tozpembe değildir. L'Homme hakkındaki gerçekler, çizilen güzel tablo kadar parlak olmayabilir. Çünkü bu arkadaş, oldukça yapay kokan ve kalite anlamında alt seviyede kabul edilebilecek karakterde. Orta kısımdan itibaren başlayan pudralı yapaylık, sonlara doğru artıyor ve bıktırıcı hale geliyor. Yeni nesil bol şekerli piyasa işi parfümlerden pek farkı yok. Taktik neredeyse aynı. Başlangıçta güzel ve herkesi mest edecek turunçgiller olsun. Orta bölüme vanilyalı-şekerli baharatları ekle. Sonlara da şekerli odunsuları monte et. Al sana onlarca örneği olan bir yapı. Spicebomb, Jump, Eros, Blue Jeans ve diğerleri aklıma geliyor hemen. Zaten başlangıcı ve orta bölümün birazı dışında L'Homme'un ilgi çekecek bir yanı yok. Herhangi bir yenilik vaat etmiyor. Sadece popüler parfümler pazarından pay kapmaya çalışan vasat bir apaçi gibi davranıyor.

Yıllar önce kullanıp fena bulmadığım L'Homme, artık kalitesizliği ve sıkıcılığı ile tahammül sınırlarımı zorluyor. Beni ve birçok parfümseveri, bu basit koku formuyla kandırabileceğini düşünen Yves Saint Laurent'in parfüm birimine de teesüflerimi iletiyorum. Umarım bu tarz yollara daha fazla sapmazlar.


İşin komik tarafı, L'Homme'un "bestseller" olmasından dolayı, aynı isimli ondan fazla flanker çıkmış durumda. Yani isminde L'Homme olan sayabildiğim kadarıyla on iki ayrı parfüm piyasaya sürülmüş. Umarım bu L'Homme çılgınlığının sonunu getirirler artık.

Luca Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılan L'Homme'a beş üzerinden iki yıldız verilmiş. Bu puanlamasında bay Turin'e gönül rahatlığıyla katılıyorum.

L'Homme'u üç önemli burun Anne Flipo, Pierre Wargnye ve Dominique Ropion beraber tasarlamış. 15-25 yaş arası erkeklere tavsiye ederim. Çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Çok erkeksi koktuğunu söylemek zor. Kadınların bile rahatlıkla kullanabileceği yapıya sahip. Kalıcılığı aslında fena değil. Hem ten üzerinde hem de kıyafette on iki saati geçen kalıcılığa sahip fakat fark edilirliği başlangıcı dışında zayıf kalıyor.

Koku Güzelliği:10/5.5