29 Haziran 2015 Pazartesi

Montale – Royal Aoud


Montale – Royal Aoud

Derviş: Hasan, seni bekliyordum.
Hasan: Beni mi bekliyordun?
Derviş: Evet, ölümüme şahit olman için.
Hasan: Neden ben? Ölümden öyle çok korkarım ki.
Derviş: Biliyorum. "Anne rahminin karanlığındaki bebeğe dışarıda aydınlık dünya var deseler... Yüce dağları, çağlayan ırmakları, muntazam denizleri, engebeli düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, yıldızlarla dolu semayı ve parlayan güneşiyle tüm bu güzellikleri bildiğin halde karanlıkta kapalı kalmaya devam etmek ister misin? desen. Dünyanın tüm bu muhteşemliğine rağmen, sen burada karanlıklar arasındasın… ” desen. Doğmamış çocuk, bu ihtişam hakkında hiçbir şey bilmez, duysa da hiçbirine inanmazdı. Tıpkı bizim yaşarken, ölümü anlayamayacağımız gibi. İşte bu yüzden ölümden korkarız. Gitmeyi istemeyiz, ne olacağını bilmeyiz. Ama günü gelince hepimiz gideceğiz.
Hasan: Ama ölüm aydınlık olamaz. Çünkü o her şeyin sonu.
Derviş: Ölüm nasıl olur da başlangıcı olmayan bir şeyin sonu olabilir. Hasan, güzel oğlum. Düğün gecemde kederli olma.
Hasan: Düğün gecen mi?
Derviş: Evet, nihayet ebediyetle evleniyorum. Şimdi beni yalnız bırak. Dönünce üstümü kumla örtersin.

Saatin gece yarısına yaklaştığı dakikalarda, arkamdaki azıcık ışık veren gece lambasının eşliğinde izliyordum Bab'Aziz filmini. Yukarıdaki replikler, filmin son sahnesine aitti. Uçsuz bucaksız çölde, nerede olacağı bilinmeyen dervişlerin toplantısına gitmeye çalışan kör bir derviş ve onun küçük torunuyla yaptığı yolculuğu anlatıyor film. Aslında hepimizin hayatının doksan altı dakikalık bir özeti Bab'Aziz filmi. Bir yerlere gitmiyor muyuz ömür yolculuğumuzda? Gittiğimiz yollar farklı olsa da ulaşacağımız yer aynı olmayacak mı?


Tunuslu ünlü yönetmen Nacer Khemir'in sinema tarihine adını yazdırdığı bu film, aslında bir üçlemenin sonuncusu. Patavatsızlık yaparak bu üçlemenin son filminden başlıyorum izlemeye. Tabii filmin asıl önemli tarafı tasavvuf düşüncesinin işlenmesiydi. Son yıllarda ismi şiddetle anılan ve aslında barış dini olan İslam'ın mistik ve derin tarafını sunuyordu Bab'Aziz bize.

Bu ilginç filmi seyrederken, üzerimden filmin uhreviliğe benzer bir koku yayılıyordu. Karanlık, koyu, zıtlıkların buluşması gibi bir koku. İsminde kraliyet vurgusu olan bir parfüm. Ayrıca Arapların kadim öd ağacına vurgu yapan bir deneme. Montale'in Royal Aoud'undan bahsediyorum dostlar.

Filmler ile parfümler arasında nasıl bir ilişki kurulabilir emin değilim. Sinema dünyasının, parfüm evreniyle azıcık da olsa ilgisini bulmak, şüphesiz kuramcıların işi. Fakat Bab'Aziz filmini izlerken, üzerimdeki Royal Aoud'den yayılan gizemli ve soyut koku, kendimi o filmin setinde gibi hissetmemi sağladı. Zaten Montale'in amacı bu değil mi? Arap ve Orta Doğu merkezli kokuları tecrübe etmemizi, ruhumuzun derinliklerinde hissetmemizi sağlamak olamaz mı?


Royal Aoud, markanın "Around the Aoud" serisinin üyesi olarak sunulmuş. Kamkat (Kumqat), greyfurt, ferah Andira ağacı, Hindistan baharatları ve öd notalarından oluştuğu vurgulanmış. Royal Aoud'un başlangıcı şimdiye kadar karşılaştığım en garip turunçgil kullanımına sahip. Tozlu, topraksı neredeyse paçuli tadında turunçgillere muhtemelen kamkat meyvesi eşlik ediyor. İlk kullandığım zaman zihnimi allak bulak eden bu turunçgilleri oralete benzetmiştim. Artık geri planda tozlu meyveleri algılıyorum. Çok ferah turunçgillerden bahsettiğimi sanmayın. Ferah değil ama serin hatta soğuk turunçgil-egzotik meyve kullanıma sahip. İlk seferler alışamadığım üst notaları ilerleyen günlerde sevdim. Orta kısma geçildiğinde değişim büyük. Orta bölümde geriden adeta kara delik gibi gelen koyu, kasvetli ve hayvansallık sınırında dolaşan deri, algıları epey zorluyor. Sert ve vahşi deri, açıklanan notalarında görünmese de eminim var. Karşılaşabileceğiniz en kuru, acımasız deri kullanımlarından birisine sahip. Kimi zaman ayakkabı boyalarını bile hatırlatıyor. Deriye tozlu sayılabilecek öd destek veriyor ama başrolde değil çoğu zaman. Sevmesi zor orta bölüm gizemli ve uçlarda. Sonlar kısımda biraz yumuşuyor kokusu. Misk destekli odunsu notalar var sanki. Ama alt notalarda koku silikleşiyor ve neredeyse hissedilemiyor. Orta kısma göre çok daha kabul edilebilir kapanışa sahip. Karanlık taraf devam ediyor. Anlatması zor, kuru, neredeyse sabunsu yapı nostaljik klasikleri andırıyor.

Royal Aoud, fazlasıyla sıra dışı kompozisyona sahip. Diyeceksiniz ki hangi Montale parfümü sıradan? Evet haklısınız ama Montale parfümlerinde alıştığımız o ilaç/hastane gibi verilen öd-gül, burada pek kendisini göstermiyor. Onun yerini çok acayip turunçgiller, tozlu tropik meyveler ve zorlayıcı deri almış. Parfümün isminde öd var ama genel resimde büyük yer tutmuyor. Royal Aoud'un etrafa yaydığı koku daha çok buruk, soğuk oralet ve karanlık uhrevi derinin anlamsız birleşimi şeklinde gerçekleşiyor.

Parfümün çok katmalı olduğunu düşünüyorum. Üst-orta-alt nota ayrımları bariz. Bu anlamda diğer tekdüze ilerleyen Montale’lerden farklı. Ayrıca genel olarak gül-öd teması üzerinden giden Montale, Royal Aoud’da, arabik esintilere pek yer vermemiş. Daha çok eski tarz tatlılık olmayan deri parfümlerini düşündürtüyor. Kokuları çok benzemese de Bandit veya Aromatics Elixir’in tarzını andırıyor. 1980’li yıllardan önceki “Avrupalı” deri parfümlerinden esinlemiş sanki. Neredeyse deri-şipre sınıfına sokacağım. İç bayıcı gül-öd kullanımı yok neyse ki Royal Aoud’da.


Sanırım ana hatlarıyla gayet uyumsuz forma sahip olduğu söylenebilir. Üst notalardan orta kısma geçiş gayet çarpıcı ve irkiltici. Son kısımsa sürpriz şekilde kendi halinde. Royal Aoud, sadece Montale'ler içinde değil diğer kullandığım parfümler arasındaki en farklı eserlerden. Kullanması zor ve anlaşılması güç karakteriyle nasıl bir mesaj verilmek istendiğini pek anlayamadım. Belki de Pierre Montale'in hiç böyle amacı yok.

Denemeden almak için çok riskli kokuya sahip. İlk kullandığınızda muhtemelen beğenmeyeceksiniz. Tanımak için zaman gerektiren parfümlerden birisi. Zaten ya seversiniz ya da nefret edersiniz. Ben arafta kalmış gibiyim. Orta kısımdaki sert yapı benim için fazla. Fakat başlangıcı hiç fena değil. Günlük kullanıma uymayacak, fazlasıyla tematik tarzı, Royal Aoud'u diğer Montale'lere yaklaştırıyor ama ortalama parfüm kullanıcısından uzaklaştırıyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Başlangıcı güçlüyken, ilerleyen saatlerde sakinleşiyor. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama. Kaynaklarda uniseks olarak görülse de erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun. Sıcak günlerde rahatsız edici olabilir.


Her Montale parfümünde olduğu gibi kokusunun tasarımına Pierre Montale imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

28 Haziran 2015 Pazar


Bu dünyadaki insanlar mum alevinin önündeki üç kelebek gibidirler.
İlk kelebek aleve yaklaşır ve şöyle der: Ben aşkı biliyorum.
İkincisi aleve iyice yaklaşır, kanadı aleve değer ve der ki: Ben aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.
Üçüncü kelebek kendini hiç tereddüt etmeden ateşin içine atar ve ateş onu eritir. İşte gerçek aşkı sadece o kelebek bilir.

26 Haziran 2015 Cuma

Dsquared² - He Wood (2007)


Dsquared² - He Wood (2007)

Çok klişe olacak ama söylemek zorundayım: Yıllar ne kadar çabuk geçiyor. 18-19 yaşlarında insan bir an önce çalışmaya başlayıp hayatın içine girmek istiyor. Fakat otuzlu yaşlarına gelince o hevesle istenen hayatın, aslında çok matah bir şey olmadığını anlıyor. İnsanları tanıyor, hayatı anlıyor ve yaşamın aslında Musa Eroğlu’nun türküsünde söylediği gibi "Yalan Dünya" olduğunu görüveriyor. Bu "görmek" eylemi çoğu kişide derin hayal kırıklıklarına sebep oluyor. “Ee hayat bu mu?” noktasına geliniyor çoğu zaman. Evet dostlar hayat sadece bu, daha da fazla bir şey değil.

Çabucak geçiveren altı yıl öncesine götüreyim sizi. 2009 yılında, serin sonbahar mevsiminde, kapalı ve kasvetli havanın esir aldığı Ankara'nın sokaklarında dolaşırken belki de ta o zamanlardan gelen parfüm merakı, beni Sevil mağazasının Tunalı Hilmi şubesine çekivermişti. İçeriye amaçsızca girdiğimde aklımda bir parfümü denemek vardı: Kouros.

Hakkında okuduğum övgü dolu sözler ve yurt dışı merkezli parfüm platformlarında göklere çıkarılan Kouros'u muhtemelen ilk orada denemiştim. Sanırım ilk orada nefret ettim Kouros'tan. Kouros'un neredeyse hiç bir yerde bulunamayan flanker'ı Fraicheur'ı  mucizevi şekilde görmüş ve büyük hevesle denemiş fakat klasik Kouros'un biraz daha hafifletilmiş hali olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğramıştım.

O mağazaya girerken hatırladığım en net görüntü ise girişin sağına yerleştirilmiş kocaman Dsquared standıydı. Rakiplerini düşünecek olursak henüz yeni sayılabilecek hazır giyim markası olan Dsquared'in, 2007 yılında parfüm işine girdiğini biliyoruz. Mağazadaki kocaman standın üzerinde duran He Wood'un ahşabı andıran şişesini görünce açıkçası hiç sempatik gelmemişti. Biraz zorlama ve abuk bir fikir olarak aklımda kalmış ahşap temalı parfüm şişesi. Tabii bu anlamda Dsquared'in gayet tutarlı davrandığını görüyoruz. İsmi Wood olan bir parfümün şişesinin de ahşap görünümlü olması gayet mantıklı. Hele bir de parfümün odunsu nüanslar taşıması konseptsel anlamda bütünlük sağlandığının habercisi olarak düşünülebilir.


Kendi sitelerinde parfümleriyle ilgili hiç bir bilgi olmamasını nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Sanırım parfümlerine fazla önem vermiyorlar ki 1-2 cümle yazıyı bile esirgemişler. Neyse ki parfümün EDT forumunda olduğunu belirtmişler. Dsquared'in ilk parfümü olan He Wood'un ilhamını, hava-su-ağaç kombinasyonundan aldığı söyleniyor. Doğanın dört temel elementinden ikisini bünyesinde barındırmayı düşünen He Wood'un detaylarına geçeyim artık.

He Wood'un açılışı yeşil çiçekler ve tuhaf salatalığımsı kokuyla gerçekleşiyor. Başlangıçtaki yeşil aromatik otlar, lavanta ve salatalık benzeri yapı tabii ki aklıma ünlü Fahrenheit'ı getirdi. Üst notalarını sevdiğimi söyleyemem. Orta kısma geçildiğinde yeşil erkeksi çiçeklerin hakimiyeti devam ediyor. Bu sefer sahneye menekşe çıkıyor. Ne yazık ki menekşeyi parfümlerde bir türlü sevemiyorum. Ve bu durum He Wood için de geçerli oldu. Orta notalar bana göre değil. Geleyim son kısma. Alt notalardan pek umudum yoktu ve beni şaşırtmadı. Sonlarda parfüme ismini veren odunsu notalar ortaya çıktı nihayet. Yapay ve plastiğimsi sedir ağacı en sevmediğim şekilde verilmiş. Misk ve yapay vetiver, kapanışta var ama keşke olmasalarmış. Ne sıradan ve ne sıkıcı bir son.

Sanırım ciddi bir şanssızlık var bu durumda. Çünkü parfümde en sevmediğim ne kadar nota varsa hepsi He Wood'un içine yerleştirilmiş. Başlangıçtaki itici ve sucul olmaya çalışan salatalık benzeri yapı Wall Street'i anımsattı. Bond No.9'daki kullanımı da sevmemiştim He Wood'daki kullanımı da sevemedim. Her ne kadar benim için parfümün en kabul edilebilir tarafı olsa da başlangıcı için “eh işte” diyebilirim. Orta bölümde bütün gücüyle karşımıza çıkan menekşe, erkeksi bir meydan okumayla etrafa satır sallayan "palalı" gibi. Narciso Rodriguez For Him'dekine benzer verilmiş menekşe, yeşil ve erkeksi ama bana hitap etmiyor. Orta bölüme kadar devam eden nispi doğal koku, alt notaların sahne almasıyla büyük hayal kırıklığına dönüşüyor. Sonlardaki yapay sedir ağacı ve vetiver, güya ıslak ve rutubetli kokmaya çalışıyor ama ne mümkün. Eğer o kadar yapaylığa tahammül ederseniz, sizi alt notaların sonlarında hiç bir şey beklemiyor. Gönlünüz rahat olabilir.


Değerli dostlar belki de patavatsızlık edip, sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeceğim. He Wood'u kullanmasanız veya denemeseniz hiç bir şey kaybetmiş sayılmazsınız. Vasat bir Fahrenheit-Wall Street-Narciso Rodriguez For Him kırması diyesim var He Wood için. Evet bu parfümle kesin bir kan uyuşmazlığı sorunum var. Yıldızımızın barışacağını ise hiç sanmıyorum.

Ya da lafı fazla uzatmayayım ve bitireyim. He Wood, asla çok ferah sayılamayacak yeşil salatalık-menekşe-sedir ağacı-vetiver koalisyonu olarak kafamda yerini alıyor. Orta notaların sonlarından itibaren yapaylığın bariz hissedildiği, farklı olmayan karakteri, yenilik barındırmayan yapısı, itici tarzı ile bu tür parfümleri sevenleri avlayabilecek bir arkadaşa benziyor. Kokusunun gayet erkeksi olduğu konusunda şüphe yok. Sonları dışında tatlılık kullanımı kontrollü.

Potion’dan sonra kullandığım ikinci Dsquared parfümü ve sonuç yine hüsran. Hiçbir markaya ön yargıyla yaklaşmak doğru değil. Umarım başka Dsquared parfümlerini beğenirim.

Parfümün tasarımını Daphne Bugey yapmış. Bugey, popüler ana akım markalar ve Le Labo, Eau d'Italie gibi niş marklar için de çalışmış. Parfüm kritikçisi Luca Turin, He Wood'u meyveli fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç puan vermiş. Başka bir yazar Chandler Burr'da beş üzerinden üç puan vermiş He Wood'a.


Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama. Kimi zaman 8-9 fıs sıkmama rağmen fark edilirliği vasatı aşamadı. Sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Çok genç arkadaşları hedeflediğini düşünmüyorum He Wood'un. Her ne kadar böyle yaş vermek doğru olmasa da yirmili yaşların ortalarından itibaren kullanılırsa fena olmaz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

23 Haziran 2015 Salı

Versace – Crystal Noir (2004)


Versace – Crystal Noir (2004)

Versace'in erkek parfümlerine fazlasıyla kaptırmışım kendimi. Şimdiye kadar kullandığım altı Versace parfümünün tamamının erkeklere ait olması şüphesiz benim ihmalim. Oysa ki Versace'ın çok güçlü ve sevilen kadın parfümleri mevcut. Mesela 1981 çıkışlı klasikleri Gianni Versace For Women, 2010 çıkışlı Versace Woman, yeni nesil parfümlerinden Versace Pour Femme ve muhtemelen bu aralar markanın en çok konuşulan kokusu Vanitas.

Yukarıdaki parfümler, Versace'in eski ve yeni nesil parfümlerini bir arada görmemizi sağlıyor. Evet parfüm alanında çok ses getiren koku çıkarabilmiş değiller. Gerçi bir Versace yöneticisinin "Dünyada faaliyet gösterdiğimiz her ülkede, en çok satılan on markanın içindeyiz." sözü muhtemelen doğru. Versace markasının isim gücü, parfümlerinin önemli satış rakamlarına ulaşmalarını sağlıyor. Ki bu da çok anlaşılmayacak şey değil.

Versace'ın sevilen kadın parfümlerini saydım ama bir tanesinin eksik olduğunun farkına varmışsınızdır. 2000 yılından sonra yavaş yavaş değişen koku trendlerine uyum sağlayan Versace, 2004 yılında Crystal Noir isimli kadın parfümüne imza attı. Şişesinin rengi ve elması andıran kapağı ile kışkırtıcı şekilde duruyor raflarda Crystal Noir. Zaten şişesinin rengi, karşımıza nasıl bir koku çıkacağının ipuçlarını veriyor.


Kendi sitelerinde Crystal Noir'in "büyülü bir koku" olduğundan bahsedilmiş ve ultra-kadınsı oryantal/çiçeksi karakterinden bahsedilmiş. Ayrıca "koku piramidinin kasten minimal tutulduğu, bu şekilde parfümde kullanılan zarif notaların vurgulanmak istendiği" belirtilmiş.

Crystal Noir'i üzerime sıktığımda beni tatlı meyvemsi aroma karşılıyor. Tatlı lezzetli meyveler erik ve incirden oluşuyorsa hiç şaşırmam. Güzel ve herkesin sevebileceği açılışı canlı, neşeli ve hoş. Orta kısma geçildiğinde meyvelerin yerini yumuşak baharatlar alıyor. Baştaki tatlılık orta kısımda da mevcut. Zencefil, kakule ve biberden oluşan orta kısma kremsi beyaz çiçekler de destek veriyor. Bu andan itibaren cazibesi artıyor ama yapaylık hafiften kendisini göstermeye başlıyor. Geleyim sonlara. Orta kısımla benzer kokuyor alt notalar. Yumuşak baharatların yerini misk alıyor. Amber ve odunsu notalar kapanışta varlar ama çarpıcı ya da ilginç değiller.

Crystal Noir, meyveli-çiçeksi-baharatlı bir parfüm olarak kayıtlara geçebilir. Kremsi beyaz çiçekler abartılı şekilde kadınsı değiller. Baharatlarla güzel denge kurulmuş. Tatlı meyvelerin etkisi sonlara doğru azalıyor. Baharatlar ve meyveler tenimde en yoğun hissettiğim koku oldu. Kimi kullanıcılar hindistan cevizi baskın diyor kimisi kremsi beyaz çiçeklerin yoğunluğundan dem vuruyor. Bende de meyve-baharat kombinasyonu şeklinde tepki verdi Crystal Noir. Her tende farklı yönünü ortaya çıkaran yapısı olabilir.


Parfüm genel olarak karanlık sayılabilecek bir kış kokusu. Ya da akşam veya özel günlerde giyilebilecek bir arkadaş. Günlük kullanıma fazlaca "iddialı" kaçacaktır. Koyu meyvelerle karanlık baharatlar oldukça tatlı verilmiş. Bu anlamda yeni nesil parfümlerin tipik örneği. Eğer tatlı kokulardan hoşlanmıyorsanız Crystal Noir size göre olmayabilir. Ortalama kalitedeki ortalama bir parfüm. Büyük satış hedeflerine ulaşması düşünülmüş ve kendisinden istenileni de kısmen başarmış durumda.

Peki parfümü beğendim mi? Sanırım hayır. Aslına bakılırsa çok radikal ve farklı kokmuyor. Piyasada bir sürü örneğine rastlanabilecek meyveli-baharatlı-çiçeksi yapısı uzun süreli kullanımda sizi tatmin etmeyebilir. Bu anlamda Versace popüler olan bir alana yatırım yapmış Crystal Noir ile.

Ange ou Demon'da hissettiklerim aklıma geldi Crystal Noir'i koklarken. Yapaylık bir süre sonra burnunuza batmaya başlıyor. İki parfümde de kadınların makyaj malzemelerinden gelen o yağlımsı hissiyat mevcut. Belki geri planda iris çiçeği olabilir. Zaten bu tür parfümleri teninize uygulayıp kokladığınızda genellikle sıradan ve kalitesiz kokuyorlar. Fakat etrafa yaydıkları hava çok farklı oluyor. İşte Crystal Noir, etrafa yayıldığında farklı bir aura oluşturan parfümlerden. Bu durumu Ange ou Demon, Joop Homme veya La Nuit de L’Homme’da da fark edebilirsiniz. Ten üzerinde kokladığınızda hoşunuza gitmeyen aromaları, kıyafet üzerinden etrafa yayıldığında etkileyici ve çok farklı karaktere bürünebiliyor.


Evet Crystal Noir çok ilginç ya da kendine özgü değil. Ama bir şekilde size kendisini sevdiriyor. Hani bazı parfümlerde şeytan tüyü vardır, muhtemelen Crystal Noir'de de var o tüyden. Cazibeli hatta seksi kokusu, çok şık bir gece kıyafetiyle, erkeklerden övgü alacaktır.

Crystal Noir'in neden bu kadar sevildiğini ve birçok kadının imza parfümü olduğunu anlıyorum. Kadınlar arasındaki bitmeyen rekabet için uygun bir silah Crystal Noir. Gerçek bir koridor kokusu. Modern, hırslı ve iddialı tarzı, kadınların vazgeçemeyeceği parfüme dönüştürüyor onu. Kokuları çok benzemese de bu anlamda Hypnotic Poison, Addict, The One Women, Alien, Euphoria ve Jasmin Noir'e sağlam bir meydan okuma denebilir Crystal Noir.

Luca Turin'in kitabında beyaz çiçek olarak sınıflandırılmış Crystal Noir. Beş üzerinden bir puan alarak en kötü parfümler listesine girmiş. Kokusunun tasarımına ünlü burun Antoine Lie imza atmış.


Tatlı meyveli ve baharatlı yapısı onu genç kız kullanımına uygun hale getiriyor bence. Otuz beş yaşın üstündeki kadınlara çok uyacağını sanmıyorum. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonrasında normal seviyelerde. Sonbahar hatta soğuk kış günlerinin parfümü bana göre. Kimi internet sitelerinde de uygun sayılabilecek fiyatlara alınabilmesi onun hanesine artı olarak yazılıyor.

Koku Güzelliği:10/6

20 Haziran 2015 Cumartesi

Annick Goutal – Eau du Sud (1997)


Annick Goutal – Eau du Sud (1997)

Şarabın ve şarapçılığın hayat tarzı haline geldiği Fransa'nın Provans bölgesinin tertemiz ve dar sokakları, sevimli ve bakımlı iki katlı evleri, rengarenk çiçeklerle süslü bahçeleriyle, Van Gogh'un hayatının bir döneminde burada yaşamayı tercih etmesi gayet anlaşılabilir. Ünlü fotoğrafçıların objektiflerine bol bol konu olan Provans bölgesindeki mor lavanta tarlaları, dünya parfümcülüğünün hala gıpta ettiği coğrafyalardan birisidir muhtemelen. Ya İtalya'nın Toskana'sı. Ay çiçeği tarlaları, ünlü yöresel pizzaları, cittaslow'lara özgü sakin ve huzurlu köyleri, limon ağaçları, yüksek kaliteli şarapları ve Dolce Vita.

İtalya'nın ve Fransa'nın dünyaca ünlü Provans ve Toskana bölgeleri, her yıl milyonlarca turisti kendilerine çekerken, Annick isimli bir kadın da o bölgelere yaptığı seyahatlerden etkilenmişti. Henüz çok genç sayılabilecek yaşta (53) kanserle mücadelesini 1999 yılında kaybetmişti Annick Goutal. Arkasında yirmili yaşlarının başlarındaki kızını ve kendi elleriyle yarattığı niş parfüm evini bırakmıştı. Annick Goutal'ın ölümünden sadece iki yıl önce piyasa sürülmüştü Eau du Sud. Neyse ki bu parfümü görmeye ve onu koklamaya ömrü yetmişti. Bayan Goutal'ın Provans ve Toskana bölgelerine yaptığı seyahatlerden ilhamını almıştı Eau du Sud.

Evet hayat çoğu zaman trajik. Kader, insanları kimi zaman İstanbul'un ortasında ve on beş yaşında gaz fişeği kapsülüyle başından vurularak aramızdan alıyor. Kimi zaman Eskişehir'in ortasında sopalarla dövülerek öldürülen gencecik çocuklarımız için döküyoruz göz yaşlarımızı. Bazen de tam en verimli çağında elli üç yaşında kanserden aramızdan ayrılıyorlar, Annick Goutal gibi. Belki de onlar şu anda bizden çok daha mutlular veya huzurlular. Ya da yaşadığımız şu hayata bakıp, üzülerek izliyorlar bizleri yukarıdan bir yerlerden.

"Güney'in Suyu" anlamına gelen Eau du Sud'un isminin Avrupa kıtasının güneyini kast ettiğini düşünebiliriz. Avrupa'nın güneyi nasıl kokar? Eau du Sud, bize bu sorunun cevabını verir mi bilinmez ama kullanım döneminde çok sevdiğimi söyleyebilirim onu ve tarzını. Kendi sitelerinde turunçgil koku ailesine üye olduğu belirtilmiş Eau du Sud'un. Roma kemerlerinin gölgesi, serin sular ve güneşli günler imgelerinden bahsetmişler onu tanıtırken.


Eau du Sud'un açılışı buruk-eski limon-bergamot ve aromatik otlarla gerçekleşiyor. 1980'li yılların aromatik şiprelerinin başlangıçlarına çok benziyor üst notalar. Ferah, olgun, erkeksi, nostaljik ve rafine. Başlangıcı harika tek kelimeyle. Orta kısma geçildiğinde aromatik otlar ve limon hala oralarda bir yerde. Farklı olarak fesleğen oyuna giriyor. Gayet güzel verilmiş fesleğene nefis meşe yosunu ve neroli eşlik etmeye başlıyor. Orta bölüm bana buruk ve asidik portakal kabuğu kokusunu anımsattı. Başlangıcı gibi hala rafine, eski, ferah ve sofistike. Orta notalar da rahatlıkla sınıfı geçiyor. Son kısımda ilginç bir gelişme yaşanıyor. Paçuli son kısmı domine ediyor. Buradaki kullanımı topraksı değil, aromatik otlar ve turunçgillerle uyumlu ve neredeyse ferah. Paçuliye vetiver de destek veriyor sonlarda. Kapanışı gayet güzel.

Eau du Sud, limon, bergamot, neroli, aromatik otlar, fesleğen, meşe yosunu, vetiver ve paçulinin şişelenmiş en güzel hali, şimdiye kadar denediğim parfümler arasında. Müthiş bir kalite ve doğallık, harika bir canlılık, inanılmaz bir nostalji ve hüzün, anlatılmaz bir burukluk bahşediyor kalbime. İyi de parfümleri burnumuzla mı koklarız yoksa kalbimizle mi? İşte size zor bir soru.

Eau du Sud, başlangıçtaki tozlu-tuzlu limon ve aromatik otlarla size günümüzün ıvır zıvır akuatiklerinin asla veremeyeceği duygu dünyasını sunuyor. Başlangıçtaki tuzluluk, deniz yosunu gibi değil de aromatik otların üzerini örten ince pike gibi. Normalde fesleğen kokusunu çok severim fakat parfümlerde bir türlü hoşuma giden örneğini bulamamıştım. Buradaki fesleğen benim bile sevebileceğim gibi verilmiş. Eski kafa şiprelere öykünme olur da meşe yosunu olmaz mı? Fesleğenle uyumları görülmeye değer meşe yosununun. Sonlarda genellikle ağır ve ağdalı parfümlerin kapanışlarını desteklemek için kullanılan paçuli, ferahlık sınırındaki kullanımı ile takdire şayan.


Acaba Camille Goutal haklı mı? Bir söyleşisinde "parfümlerimizde olabilecek en iyi doğal içerikleri kullanıyoruz" ifşaatı doğru olabilir mi? Çünkü Eau du Sud'un kokusu başından sonuna kadar gayet doğal ve gerçekçi. Yapaylığın rastlanmadığı bu eser, koku formlarının gerçek doğada aynen böyle bulunduğu hissiyatını veriyor çoğu zaman. Yani bir natürmort tabloya bakmıyorum adeta kolumun üzerime sıkılmış gerçek bir limon kokluyorum. E bir parfümden daha ne beklenir ki?

Ne mi beklenir? İnsanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu söyleyen en temel iktisat teorisine göre, hep bir şeyler daha fazla olsun istemez mi insan oğlu? Koku güzelliği, rafinelik ve temsil ettiği tarzın en iyi örneklerinden birisi olması dışında tek eksi yanı performansı. Kullanım sırasında fazla fazla uygulamama rağmen fark edilirliği sınırlı oldu. Kalıcılığı da muhteşem değil ne yazık ki. Tabii onun EDT olduğunu düşünürsek mucize beklemek haksızlık olabilir. Yine de "bir parfüm sıkayım üç metre etraftaki herkesin burnunu felç edeyim" kafasıyla parfüm kullanıyorsanız, Eau du Sud size uygun olmayacaktır. Zaten bu kadar şık, aristokrat ve aklı başında bir parfüme böylesi yakışmazdı.

Kimi yerlerde erkek kullanımına uygun bulunurken, bazı kaynaklar uniseks olarak sınıflandırmış. Bence erkek kullanımına daha yakın. Eğer otuz beş yaşını geçip yolun yarısını devirdiyseniz, Eau Sauvage tarzı parfümleri seviyorsanız ama Dior'un parfümü nasıl kuşa çevirdiğine üzülüyorsanız, işte size muhteşem bir alternatif.

Bu arada Eau du Sud, ünlülerin arasında da epey popülermiş. Ann Margaret, Goldie Hawn, Loni Anderson, Nicole Kidman, Niki Taylor, Prince (Prince ve Eau du Sud!), Steven Spielberg, Tina Turner gibi ünlülerin de kullandığı parfümmüş.


Luca Turin'in kitabında fesleğen kolonyası olarak nitelenmiş ve beş üzerinden üç puan verilmiş. İncelemeyi Tania hanım yapmış, Muhtemelen bay Turin'in puanı daha yüksek olurdu.

Tam bir ilkbahar-yaz parfümü. Soğuk kış mevsimine uyacağını sanmıyorum. Sıcak günlerde ve güneşin teninize değdiği anlarda daha bir güzel ve tuzlu kokuyor. Serin saatlerde ise tuzlu tarafı geri çekilip, neroli-vetiver tarafını gösteriyor. Onun için tavsiyem sıcak günlerde kullanmanız. Yaz için şık bir takım elbise kokusu olarak da kullanılabilir, hafta sonu gidilen golf kulübü için de.  Belli bir olgunluk, yaş, kariyer ve birikim isteyen parfümlerden birisi diyeceğim sonra elitist olacağım, varsın olayım. Yeni nesil ferah parfümlere hiç benzemiyor. Söylemedi demeyiniz ve almadan önce muhakkak deneyiniz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8.5

17 Haziran 2015 Çarşamba

Issey Miyake - L'Eau d'Issey Pour Homme (1994)


Issey Miyake - L'Eau d'Issey Pour Homme (1994)

CK One'ın, Kenzo Pour Homme'un, Versace - Blue Jeans'in, Ralph Lauren - Safari'nin, Boucheron Pour Homme'un, Paco Rabanne - XS'in, Eau de Rochas Homme'un, Aramis - Havana'nın dönemiydi 1990'ların başları. Tabii bu listeyi uzatmak mümkün. Nişlere ise hiç girmiyorum. Dönemin parfümlerine baktığımızda her tarz kokular mevcut. Aromatik fujer ve şiprelerin ağırlıkta olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Daha gourmand bombardımanına maruz kalınmamış neyse ki 1990'ların başlarında.

Ferah parfümlerde ise CK One ve Kenzo Pour Homme gibi devrimci sayılabilecek iki örnek mevcut. Sucul parfümlerin erken dönem hitlerinden olan CK One ve Kenzo Pour Homme'a 1994 yılında çok güçlü bir rakip meydan okudu. İlk olarak 1992 yılında piyasaya sürülen L'eau d'Issey, kadın parfümü olarak hayata geçirilmişti. İki yıl sonra L'eau d'Issey Pour Homme ismiyle erkek versiyonu da gün yüzüne çıktı.

"İssey'in Suyu" anlamına gelen L'eau d'Issey'ler, ilerleyen yıllarda başarılı satış rakamlarına ulaşınca farklı türevleri çıkarıldı. 2015 yılı itibariyle yirmiden fazla L'eau d'Issey isimli parfüm var. 1994 çıkışlı bugünkü yazı konum, bunların arasında en başarılısı olarak düşünülebilir. Odunsu-sucul olarak sınıflandırılabilecek L'eau d'ıssey Pour Homme, bir dönemin en sevilen parfümleri arasında yer alıyordu. Bugün itibariyle hala en çok satan parfümler listesine girmekte zorlanmıyor. Müthiş bir ticari başarı yakaladığını söylemek yanlış olmaz.


Daha önce pek benzerine rastlanmamış kokusuyla bütün sektörün ilgisini çeken L'eau d'Issey Pour Homme'u, uzun zaman önce kullanmış ve beğenmiştim. Yine ilerleyen yılların bende ne gibi değişiklikler yarattığını görmek için tekrardan kullanmak istedim onu. Sanırım bu tür geriye dönüşleri ve eskiye bakmayı seviyorum. Yoksa ben de iflah olmaz bir nostalji meraklısı mıyım?

Parfümü üzerime sıktığımda karşıma ferah nüanslar çıkıyor. Limon ve buruk turunçgillerin birlikteliği modern ve lezzetli üst notalara sebep oluyor. Açıklanan üst notalarında yuzu meyvesinden bahsediliyor. Muhtemelen başlangıçtaki o buruk turunçgil yuzu esansına ait. Açılışı ferah, canlı ve gayet güzel. Orta kısma çabucak geçiliyor. Parfümün diğer yüzlerce rakibinden ayrılan karakteri ortaya çıkıyor. Orta bölümde aromatik Akdeniz otları, erkeksi çiçekler ve odunsu notalar parfümü çok ilginç yere doğru taşıyor. Bahsettiğim yapılar gayet ferah ve kesinlikle ağır değil. Otlardan kastım ıhlamur, kekik, biberiye hatta adaçayı. Erkeksi çiçekler ise çözülmesi zor kısım. Açıklanan orta notalarında su leylağı ve lotus var fakat kadınsı çiçeksilik beklemeyin. Gayet erkeksi çiçeklerden bahsediyorum. Odunsu notalar ise gayet net. Guiac ağacı olabilir. Belki de kuru sedir hatta hafiften bambu. Orta kısım biraz karmaşık ve soyut. Başlangıçtaki herkesin sevebileceği yapı, orta kısımda çok karakteristik hale geliyor. Geleyim sonlara. Alt notalarda fazlasıyla zayıflıyor kokusu. Algılayabildiğim kadarıyla odunsu notalar var. Vetiver de söz sahibi kapanışta. Çok ilgi çekici değil alt notalar.

Bir taraftan ferah sucul ve turunçgilli yapı, diğer taraftan kuru odunsu, erkeksi çiçeksi, otsu benzersiz karakter. L'eau d'Issey Pour Homme'un neden bu kadar başarılı olduğunu ve sevildiğini aradan geçen yılların ardından daha iyi anlıyorum. İki farklı tarafı bir arada uzlaştırıyor ve onlardan anlamlı bütün çıkarıyor. Normalde bahsettiğim her birimin karışımından kaos çıkma olasılığı yüksekken, Jacques Cavallier, benzerine az rastlanacak kompozisyona imza atmış 1994 yılında. Hatta 1994 yılından sonra piyasaya sürülen ve kullanma şansına eriştiğim birçok parfümden hala çok farklı ve kendine özgü. Evet sanırım onun sırrı, daha önce yapılmış hiç bir parfüme benzememesi ve farklı bir yol açması geriden gelenlere.


Onun için ne tam olarak sucul ne odunsu ne de çiçeksi diyemem. Hepsinin basit ve sıra dışı karışımı adeta. Evet o, çok katmanlı ve derin değil ama özellikle orta kısımdan itibaren başlayan o eşsiz aroma şaşırtıcı ve dikkat çekici. Çoğu kişinin aksine ben bu parfümde Akdeniz otlarının büyük rol aldığını düşünüyorum. Sanki ıhlamur tarlasında dolaşıyorken denizden esen hafif rüzgarın tenime değişinin kokusu L'eau d'Issey Pour Homme. Bambu ağacından ve palmiye yapraklarından yapılmış bungalovun altında uzanıp, bin bir çeşit aromatik otların kokusuyla mutluluğun kapısını aralama parfümü L'eau d'Issey Pour Homme.

Aklıma takılan bir konu var. Yıllar önce kullandığım L'eau d'Issey Pour Homme ile bugünlerde kullandığım arasında farklar olduğunu hissettim. Gerçi aradan dört yıldan fazla zaman geçmiş. Yanılıyor da olabilirim. Eskiden kullandığımda orta kısımdaki erkeksi otlar ve odunsuluk çok daha güçlü, bariz ve baskındı. Bu aralar kullandığım L'eau d'Issey Pour Homme'da o keskin, net ve bariz yapı yok. Daha karmaşık ve yumuşatılmış halde orta bölüm. Eski hali çok daha rafine ve pürüzsüzken, bu sefer o özeni göremedim. Zaten parfüm platformlarında reformülasyon geçirdiği söyleniyor. Muhtemelen haklılar. Açıkçası eskiden aldığım tadı alamadım.

Fakat benim için olumlu bir tarafı da oldu. Geçtiğimiz yıllarda her kullandığımda baş ağrılarına sebebiyet veren kokusu, bu sefer fazla fazla kullanmama rağmen baş ağrısı yapmadı. Bu anlamda sevinçliyim ama eski karakterini biraz kaybetmiş gibime geldi. Ayrıca eski hali çok kalıcı ve fark edilirdi. Bu sefer hem kalıcılığı hem de fark edilirliği vasatı aşamadı. Parfümün gücünde ciddi düşme olduğunu söyleyebilirim. Bu yönde de şikayetler var çoğu parfüm severden.

Sonuç olarak o yakın dönemin en ilginç ve kendine özgü modern klasiği. Erkeksi minimal yapısı, özelde Issey Miyake'nin genelde Japon modacıların estetik tarzlarıyla uyumlu. Şişesinin de çok basit formda olduğunu düşünürsek, Issey Miyake kendi tarzıyla ilgili mesajlarını vermişe benziyor bu parfümle.


Luca Turin'in kitabında gazoza benzetilmiş ve beş üzerinden üç puan verilmiş. İncelemeyi Tania hanım yapmış ve DKNY Women'ı andırdığı söylenmiş. Parfümün tasarımını ünlü isim Jacques Cavallier yapmış.

EDT konsantrasyonuna sahip. İlkbahar-yaz kullanımı için daha uygun. Yirmi yılı aşkın yaşına rağmen hala modern kokması, genç-yaşlı herkese önerme sebebim. Günlük kullanıma, spor kıyafetlere, gündüz gezmelerine, plaj kenarına çok yakışacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Haziran 2015 Pazartesi


“Eğer yöneticiler yozlaşmışsa, halkın kendisi de en az o kadar yozlaşmış demektir. Yöneticiler bu genel kokuşmanın yüze vuran görüntüsüdür. Ağacı, kökünden başlayarak iyileştirmek gerekir. Gerek gazetelerde, kitaplarda düşüncelerini dile getirenler, gerekse kürsüden insanlara seslenenler, kendilerini bu çabaya adamalıdırlar.”

Amin Maalouf - Yolların Başlangıcı

13 Haziran 2015 Cumartesi

Xerjoff – Nio (2009)


Xerjoff – Nio (2009)

Tamamen tesadüf eseri iki hafta içinde yolumuz ikinci defa İtalya'yla kesişiyor. Geçen hafta tekrardan incelediğim Versace Pour Homme'dan sonra bu sefer İtalya'nın ve hatta dünyanın ultra lüks denebilecek niş markası Xerjoff benimle birlikte. Geçtiğimiz aylarda Kobe'sini kullandığım Xerjoff'un bu sefer sevilen eseri Nio bileklerimi süslüyor.

Sergio Momo tarafından "hayallerindeki parfümleri meydana getirmek için" kurulan Xerjoff, akla ziyan fiyatları ile niş parfüm sektöründe şimdiden kendisine yer açmayı başardı. Parfümlerini genellikle seriler halinde piyasaya sürüyor Xerjoff. XJ 17/17, Shooting Stars, Casamorati ve Join the Club serileri, markanın en bilinen işleri arasında gösterilebilir. Özellikle Shooting Stars serisi, Xerjoff'un başarısında önemli pay sahibi.

İtalyanların niş parfüm alanındaki ağırlıkları anlamında Xerjoff'un yeri ayrı. Tabii fiyatlarının oldukça yüksek olması (birçok niş markanın neredeyse iki katına satılması) Xerjoff parfümlerinden beklentileri oldukça yükseltiyor. Pahalı olanın kaliteli ve güzel olması gerektiği koşullanması muhakkak ki hepimizde mevcut. Beş yüz bin euroya aldığınız Ferrari'nin çok özel olmasını ve size farklı duygular yaşatmasını istemeniz normal. Xerjoff'u ise parfümler dünyasının Ferrari'si olarak lanse etmek çok doğru olmayabilir. Yine de karşımızda bambaşka bir dünyanın markası var. Alt ve orta gelir grubu insanların çoğu zaman giremeyeceği bir kulübün işletmecisi olarak düşünebiliriz Sergio Momo'yu. Sadece süper zenginlerin girebildiği bir dünya.


Nio, markanın Shooting Stars serisinin üyesi. Yurt dışı merkezli platformlarda çok fazla övgüler alması ilgimi çekti. Hatta markanın isminden en çok bahsedilen erkek parfümlerinden birisi Nio. Bir yorumcunun "dünyanın şimdiye kadar yapılmış en güzel turunçgil parfümü" övgüsü kulağa biraz abartılı gelse de, kullanım sürecinde Nio'yu sevdiğimi söyleyebilirim.

Kendi sitelerinde ferah aromatik ve odunsu yönüne dikkat çekilmiş ve parfümün "İtalya'nın güneyindeki kırlarda dolaşıyormuş" hissiyatı verdiği belirtilmiş. Nio'nun açılışı gerçekten de ferah nüanslarla gerçekleşiyor. Ferah neroli ve bergamotla başlayan üst notalar müthiş. Şaşkınım ve mutluyum çünkü anlatması zor güzellikteki turunçgiller çok doğal, taze, naif ve yeşil. Orta kısma geçeyim. Burada ferah yapı devam ediyor. Yeşil yapraklar, portakal çiçeği ile birlikte hala enfes kokuyor. Orta bölümde erkeksi yasemin devreye giriyor. Yumuşak ve serin/soğuk baharatların katkıları kısıtlı. Kakule ve biber keskin değil gayet yumuşak ve uyumlu. Orta bölüm başlangıcı kadar baş döndürücü olmasa da hala çok güzel. Son kısımda radikal değişim var ama hiç de olumlu anlamda değil. Yumuşak ve ferah sedir ağacı ve gayet sıradan misk, alt notaları sıkıcı ve vasat yapıyor. Son kısım ferah ve sucul karakteri devam ettiriyor. Çok berrak ve steril kokuyor ama sevdiğimi söyleyemem. 

Nio, temiz, ferah, basit, doğal bir iksir adeta. Sonları dışında, çok üst düzey kalitesi ve rafine yapısı, hayran bırakıyor kendisine. Parfümün üzerinde dolaşan limon-neroli ikilisi kokuyu her daim taze kılıyor. Belki bana katılmayabilirsiniz ama zaman zaman içine taze nane yaprakları konmuş limonataya benzettim Nio'yu. Parfümdeki "yeşil" temasını atlamak olmaz. Biraz çimensi hale gelebilen yeşil ferahlık, bazen yaprakları bazen de yağmur sonrası mis gibi kokan bahçeyi andırıyor. Kullanması ve koklaması zevk veren bu eser, çoğunuzun beğenisini kolaylıkla kazanacaktır.


Bahçe demişken aklıma Hermes'ın "Jardin" serisi geliyor. Un Jardin Sur Le Nil'i biraz çağrıştırıyor yeşil ve ferah tarzı. Nio çok daha ferah ve berrak. Nil daha yeşil ve meyvemsi. İkisi de çok taze ve lezzetli. Geçtiğimiz haftalarda kullandığım By Kilian'ın Prelude to Love'unu da hatırlatıyor azıcık. Kullanım sürecinde hafiften de Virgin Island Water esintileri burnuma geldi. Virgin Island Water’daki hindistan cevizini çıkarsak, Nio’ya yakın bir koku elde edebiliriz belki de. Genel yapısı bu tür buruk-yeşil-neroli-misket limonu kompozisyonlarına benzetilebilir.

Sonuç olarak günlük kullanıma uyabilecek, modern ve canlı bir yapıya sahip. Üst ve orta notaları nefis, sonlarıysa sıradan bir eserle karşı karşıyayız. Başlangıçtaki müthiş doğallık ve tazelik, neredeyse doğada rastlanabilecek kadar gerçekçi. Orta kısımda biraz sabunsuluğa kayan çiçeksilik asla çok kadınsı değil. Denge başarıyla kurulmuş. Nio, kaynaklarda erkek parfümü olarak geçiyor. Oysa kendi sitelerinde böyle bir yönlendirmeye rastlamadım. Genelini düşündüğümde hem erkeklerin hem de kadınların kullanabileceklerini düşünüyorum.

Aklıma takılan bir konuyu daha yazayım. Nio, oldukça yüksek fiyat etiketini hak ediyor mu sorusunu gündeme getirebilir. Eğer bu fiyatları verebilecek durumdaysanız sizin için gayet güzel bir seçenek olacağını söylemem gerek. Fakat bütçeniz bu seviyelerde değilse, bence kendinizi zorlamaya gerek yok. Başka seçeneklere yönelebilirsiniz. Yani parasını hak etme durumu gayet göreceli ve baktığınız yere göre değişebilir.

Nio, EDP formuna sahip. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlarda gayet iyi. Sonra da kendisini hissettirmesini biliyor. İlkbahar-yaz kullanımı için uygun olacağı söylenebilir. Yaş sınırı olmaksızın denenebilir.


Parfümün tasarımını Jacques Flori yapmış. Bay Flori çok bilinen burunlardan değil. Genellikle niş markalar için çalışmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

10 Haziran 2015 Çarşamba

Christian Dior – Diorella (1972)


Christian Dior – Diorella (1972)

Bir sanat eserinin ilk kıstası nedir? Bütünün ve bütüne eklenen her parçanın arasındaki oranların varlığının kusursuzluğu mu? Sanat kuramları ile parfüm kuramları arasında benzerlik var mıdır sizce?

Üzerinize sıktığınız parfüm isimli sıvı, sizde heyecan verici psikofizyolojik duyarlılık sağlıyor mu? Heyecanlanmanıza ve hayaller kurmanıza yardımcı oluyor mu? Estetik anlamda sizi tatmin edebiliyor mu? Bu sevimli kimyasallar, teninizde mekanik ya da fiziksel tepkiler vermenizi sağlıyor mu? Dünyayı ve etrafımızdaki birçok şeyi tanımamızı sağlayan muazzam koku duyumuz, evrenin sonsuz duygusal güçlerini, çeşitli hassas ve incelikli zenginliğini kavramamıza yardım edebilir mi?

Eldeki sınırlı elementlerle, sınırsız bir dünyanın kapısını açmak kolay iş midir? Aynı bir mimar gibi parfüm inşa etmek, az şey midir? Çeşitli varyasyonları kullanarak, o birbirine benzemez koku moleküllerini uyumlu bütüne çevirmek herkesin harcı olabilir mi? Parfümörün paleti ile ressamın paleti arasında çok büyük fark var mıdır teoride?


Bu ve benzeri soruları arttırabiliriz. Tabii işin bu kısmı biraz akademik ve kuramsal tarafa kayıyor. Hiç şüpheniz olmasın ki birileri bu soruları geçmişte soruyordu ve cevap arıyordu. Aynı şimdiki kuramcılar gibi. Mesela efsane parfümör Edmond Roudnitska, yukarıda yazdığım parfüm ve koku arasındaki ilişkiler üzerine kafa yormuş, makaleler kaleme almıştı.

Edmond Roudnitska’nın, parfüm tarihine armağan ettiği müthiş eserlerin neredeyse tamamı “klasikler” mertebesine yükselmiş durumda. Özellikle Christian Dior için 1950'li yıllardan itibaren tasarladığı parfümler, sektöre yön veren kokulara örnek olarak gösterilebilir. Diorama, Eau Sauvage, Hermes için Eau d'Hermes ve Rochas'ın klasikleri Femme Rochas ve Moustache gibi eserler, Edmond Roudnitska'nın önemini anlamak için yeter de artar bile.

Bay Roudnitska, hem parfümör hem de koku kuramcısı olarak fazlasıyla saygıyı hak ediyor. Diorella'yı, Edmond Roudnitska'nın ustalık dönemi eseri (bu ifadenin şu sıralar ne kadar itici hale geldiğinin farkındayım) olarak düşünebiliriz. Diorella, anlaşılacağı üzere çok önemli bir kadın parfümü klasiği olarak tarihteki yerini almış durumda. 2015 yılı itibariyle kırklı yaşlarında bir kadın olarak karşımızda duruyor. Tabii aradan geçen yıllar hem kokusunu reformülasyonlar yoluyla değişime uğrattı hem de şişesi ve kutusu değiştirdi. Christian Dior tarafından geçtiğimiz yıllarda yeniden üretimi yapıldı Diorella'nın. Tabii orijinal haline ne kadar sadık kalınmış bilmek çok zor. Bakalım yeni Diorella, bana neler hissettirecek.


Diorella'nın başlangıcı yoğun pudralı aldehitler ve sabunsu turunçgiller ile gerçekleşiyor. Tozlu limon, pudralı bergamot, aromatik otlar, yeşil aldehit yapı ilk saniyelerde burnunuza hücum ediyor. Eski hatta nostaljik pudralı kadın parfümlerini hatırlatıyor üst notalar. No.5'in daha ferah ve limonlu halini düşünün. İşte başlangıcı aşağı böyle gerçekleşiyor. Orta bölüme geçildiğinde pudralı yapı devam ediyor ama etkisi azalıyor. Orta kısımda kadınsı çiçeksilik belirgin hale geliyor. Pürüzsüz ve yüksek kaliteli çiçekler yasemin ve hanımeli olabilir. Orta bölüm hala olgun ve mesafeli. Başlangıcını beğendim ama orta kısmı benim için fazla çiçeksi. Geleyim son kısma. Alt notalarda müthiş bir değişim var. Yumuşak odunsu notalar, meşe yosunu ve harika vetiver son kısmı baş döndürücü hale getirmeye yetiyor. Kapanışı tek kelimeyle şahane.

Diorella, 1970'li yılların koku karakterini önümüze seriyor. Daha ilk saniyelerdeki eski-tozlu yapısı, kokunun ilerleyen aşamaları hakkında fikir sahibi olmanızı sağlıyor. Başlangıçtaki nefis ve doğal limon, tarihi şiprelerle paralellik gösteriyor. Üst notalardaki bergamot tozlu yapısı ile limonun yanına ilişiveriyor. Açılıştaki yeşil aldehitler, bence erkek kullanımı için uygun. Orta kısma geçildiğinde pudralı beyaz çiçeklerin etkisinin artmasıyla kadın tarafına doğru kayıyor ana yapı. Buradaki çiçekler günümüz parfümlerindeki bol şekerli ve dağınık değil, gayet disiplinli, rafine ve net. Yapaylık hissedilmeyen orta bölüm bana göre olmasa da bu tür çiçekleri seven kadınların ilgisini çekecektir. Alt notalarsa enfes. Yine bir klasik ve yine alt notalar sanat eseri. Kapanıştaki yumuşak odunsu notalar ve meşe yosunu koklamaya değer. Neredeyse erkeksi alt notalar hala doğal, kibar ve resmi.

Kendi sitelerinde meyveli-çiçeksi tarzına vurgu yapılmış Diorella'nın. Tamam çiçekleri algılıyoruz da meyve nereden çıkmış? Parfümü üzerimde uzun uzun koklayınca Christian Dior'a hak veriyorum. Kimi yorumcuların belirttiği gibi kokunun üzerinde dolaşan meyveler şeftali-kavun ağırlıklı. Fakat burada Mitsouko kadar baskın değil şeftali. Yine de kullanım şekli olarak biraz andırıyor Diorella'daki şeftaliyi. Tabii buradaki meyveler gayet eski, tozlu ve soyut kullanılmış. Çok net ve modern meyvemsilikten bahsetmem mümkün değil.


Diorella, günümüzün koku trendlerine hiç uymayan bir leydi olarak düşünülebilir. Zaten onun sıkı bir şipre olduğunu göz önüne alırsak, genç kız işi olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Nostaljik kokusu ve tarzı, pudralı yapının etkisiyle olgun kadınların boyunlarını süslemeye yatkın. Tatlılık az kullanılmış. Kuru bir parfüm olduğunu düşünüyorum. Çok derin ve kapsamlı kokmasa da verdiği müthiş kalite hissiyatı bile hayranlığınızı rahatlıkla kazanacaktır. 

Diorella, kendinden önceki müthiş kadın parfüm klasiklerini andırıyor. No.5 aldehitleri, No.19 yeşili ve meşe yosunu, Mitsouko meyvemsiliği ve diğerleri. Nerede okuduğumu unuttum ama bir parfüm yorumcusunun Diorella'yı “Eau Sauvage'ın kız kardeşi” olarak espri şekilde değerlendirmesinde haklılık payı var. Koku olarak çok benzemese de genel kurguda Diorella'nın Eau Sauvage'ı biraz anımsattığı söylenebilir.

Eğer vintage kıyafetlere, retro mobilyalara meraklıysanız; ara ara eskiye, eski hayatlara, anılara, polaroid makinelerle çekilmiş fotoğraf albümlerinize bakıp, geçmişe ve yaşanmışlıklara yolculuk etmeyi seviyorsanız, Diorella o hissiyatı size verecektir. Şahane bir klasik Diorella. Bu tarzı sevmeseniz bile tecrübe etmeniz gerektiğini düşünüyorum çünkü bir dönemin özeti gibi adeta.

Luca Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden beş puan verilerek en iyi parfümler listesinde kendisine yer bulmuş.


EDT konsantrasyonuna sahip Diorella. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlangıçta iyi ama ilerleyen saatlerde düşüyor. Çok saldırgan bir parfüm değil. Ferah sayılabilecek bu meyveli-çiçekli parfüm, soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki kadınlara yakışacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/7.5

9 Haziran 2015 Salı

Sık grip olmak, koku alma kaybı nedeni


Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mansur Doğan, çok fazla gribal enfeksiyon geçiren insanlarda koku alma kaybının ortaya çıkma olasılığının, diğer insanlara oranla daha fazla olduğunu bildirdi.
Gribal enfeksiyonların duyu kaybında tetikleyici bir faktör olduğuna dikkati çeken Doğan, şunları söyledi:
''Virüs süresini tamamlayıp, insan vücudundan atılıyor fakat yarattığı hasarlar kalıcı olabiliyor. Bunlardan biri de koku alma kaybıdır. Gribal enfeksiyon sonrasında koku alma bölgesinde virüsün yarattığı bir hasar meydana gelebiliyor. Yani virüsler koku alma sinirlerindeki hücreleri öldürüyor.
Eğer koku alma sinirinde hasar meydana gelirse, bunun geri dönüşü olmuyor ve koku alma artık mümkün olmayabiliyor. Bu tahribatı da önceden değerlendirmek mümkün değil, çünkü o bölge kapalı olan bir bölge, beynin alt tarafı, o nedenle tahribatı sinir yönünde değerlendirmek çok zor. Fakat kısmi bir hasar oluşursa bu kayıp önlenebilir. Virüslere bağlı enfeksiyonlarda koku alma kaybı yaşanırsa, bu konuda çok yapılacak bir şey yoktur. Ancak bakteriyel enfeksiyonlar ya da burunda oluşan etler, koku alma kaybına sebepse kayıp önlenebiliyor.''

Gribin virüse bağlı bir enfeksiyon olduğunu ifade eden Doğan, ''Çok grip olan insanlarda koku alma kaybının ortaya çıkma olasılığı, diğer insanlara oranla daha fazladır. Virüse bağlı enfeksiyonlarda kişilerin çok kayba uğramadan hastalığı rahat ve daha az hasarla atlatabilmeleri için bol B vitamini almalarını, hekimin verdiği soğuk algınlığı ilaçlarını kullanmalarını ve istirahat etmelerini öneriyoruz'' dedi.
Koku alma duyusu kaybının sadece gribal enfeksiyonla ortaya çıkmadığını kaydeden Doğan, kronik sinüzitlerin, bakteriyel ve mantar sinüzitlerinin, burundaki etlerin, koku alma duyusu bölgesindeki ya da beyindeki tümörlerin de bu kayba neden olduğunu anımsatarak, bu tür sorunları yaşayan kişilere Kulak Burun Boğaz hekimine ya da beyin ve sinir hastalıkları konusunda uzman doktora muayene olmalarını önerdi.
Kaynak: www.ntv.com.tr

7 Haziran 2015 Pazar

Versace Pour Homme (2008)


Versace Pour Homme (2008)

Kökenini ve ilhamını Akdeniz'den aldığını söyleyebiliriz Versace Pour Homme'un. Resmi tanıtımındaki abartılı ifadeleri bir kenara bırakacak olursak, Versace markası, sık sık ait olduğu İtalya'ya ve onunla bütünleşen ögelere yer veriyor. Sadece parfümlerine değil, şık takım elbiselerine de, Akdeniz'in o büyülü havasını, rahatlığını, samimiyetini ve sıcaklığını yansıtıyor.

Versace Pour Homme, 2008 yılı çıkışlı olmasına istinaden markanın yeni nesil parfümlerini temsil ediyor. İlk çıktığı yıllarda epey ilgi çeken Versace Pour Homme'un ilerleyen yıllar biraz popülaritesini düşürmüş gibi görünüyor. Yine de Versace'ın üretimi devam eden az sayıda erkek parfümünden birisi olarak karşımızda duruyor. Çok iddialı mı? Eh işte. Söyleyecek yeni bir şeyi var mı? Pek sayılmaz. Durun, hemen karamsar olmayın. Onun hala sadık kullanıcıları var ve yeterince seviliyor.

Kendi sitelerinde Versace Pour Homme'un "aromatik yapısından, güçlü ve tutkulu karakterinden, kararlı erkeksiliğinden, ada çayı ve mavi sümbülün mineral-çiçeksi aromasından" bahsedilmiş. Kaynaklarda genellikle aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Çok da haksız sayılmazlar bu tanımlamada.


Versace Pour Homme'un başlangıcı ferah turunçgillerle gerçekleşiyor. Buruk ve güzel limona aromatik otlar eşlik ediyor ilk saniyelerde. Zaten kısa süre içinde limon kayboluyor ortadan. Başlangıcını beğendim. Orta bölümde en dikkat çekici değişiklik tatlılığın artması oluyor. Bu andan itibaren kremsi turunçgil kokusuna dönüşüyor. Limonun yerini ferah sayılamayacak kremsi portakal ya da portakal çiçeği alıyor. Tatlılığın artmasına rağmen ilginç bir şey oluyor ve arkalardan bir yerden sucul yapı ortaya çıkıveriyor. Çiçeksi sayılabilecek orta bölüm erkeksi tarafa daha yakın. Orta notalar, hem fazlaca tatlı (neredeyse vanilya) hem de garip şekilde ferah ve sucul. Bu anlamda bay Morillas hoş bir denge tutturmuş. Başlangıcı kadar değilse de “eh işte” orta bölümü. Son kısım, orta bölümle paralel ilerliyor. Büyük değişim yok sonlarda. Aynı tatlımsı çiçeklere ek olarak yapay sayılabilecek sedir ağacı, amber ve misk katılıyor kompozisyona. Alt notaları beğenmedim.

Versace Pour Homme, yeni nesil bol tatlı ferah akuatik denemelerden birisi gibi görünüyor. Tonka fasulyesinden geldiği belli olan tatlılık, orta bölümden itibaren iyice artıyor ve neredeyse şekerli karaktere zorluyor kokuyu. Başlangıçtaki ferah limon çok parlak ya da canlı değil, buruk ve ekşi. Yapaylığa rastlanmayan üst notalar, parfümün en sevdiğim yeri oluyor. Orta notalarla birlikte pek rastlanmayan birliktelik yaşanıyor. Tonka fasulyesinin baskın şekerliliği ile ferah akuatik çiçeksilik karşılaşıyorlar ve iki tarafta galip gelemiyor. Evet orta kısım hem ferah ve yazlık hem de tatlı ve kışlık. Normalde bir ucubeye benzemesi gereken bu simya formülü, tasarımcı Alberto Morillas'ın ustalığı sayesinde uyumlu birlikteliğe dönüşüyor. Parfümün aklımdaki tek soru işareti olarak kalan yeri alt notalar. Sonlarda sanki tatlılık biraz daha artıyor. Bunda amberin etkisi olabilir. Sedir ağacı yapaylık sınırında ve klişe. Misk ise silik ve etkisiz. Son bölüm olmamış.

Parfümün şişesini elinize aldığınızda açık mavi sıvıyla karşılaşıyorsunuz. Bu da doğal olarak ferah ve denizi çağrıştıran bir koku algısı yaratıyor. Zaten az çok durum öyle. Safkan bir akuaitk olmasa da (hibrid sucul diyebiliriz) üst ve orta notalar ferahlığa daha yakın. Evet tonka fasulyesinin müdahalesi yaz sıcakları için can sıkıcı olabilir ama parfüme modern bir hava kattığı aşikar. Bu garip bileşim, Versace Pour Homme'u dört mevsimde de kullanmak için uygun hale getirmiş. Genellikle bu tür parfümler azdır. Yazın kullandığınız kış mevsimine uymaz, sonbaharın hüznüne yakışan kokular ilkbaharın neşesine uyum sağlamaz. Versace Pour Homme bu haliyle her dönem genç arkadaşlarımız için bir seçenek olarak düşünülebilir.


Evet kabul ediyorum harika değil. Hatta ortalama bir tatlı akuatik kardeşimiz Versace Pour Homme. Bir şişesini almasanız çok şey kaçırmayacağınız, parfüm dünyasına büyük yenilik getirmeyen, geniş kitleleri hedefleyen ve popüler olmaya çalışan ve bunda da kısmen başarılı olan örneklerden. Eğer tatlı kokuları sevmiyorsanız pek yanaşmayın derim ona.

Çoğu yerde Chanel - Allure Homme Sport'a benzetilmiş Versace Pour Homme. Hatırladığım kadarıyla haklılık payı var. Fakat Allure Homme Sport biraz daha tatlı ve baharatlıydı sanki. Burada baharatların yerini sucul yapı almış. Allure Homme Sport, daha gösterişli, cazibeli ve kaliteliydi. Versace Pour Homme, daha mütevazi ve basit.  

Yine de arkadaşlarınızdan güzel övgüler alabileceğiniz, 200 ml.si uygun sayılabilecek fiyatlara satılan, parfümlerden sanat eseri beklemeyen kullanıcıları tatmin edecek piyasa kokusu dersek yanlış olmaz sanırım. Tam da ana akım bir marka olan Versace'ın istediğini yapmışa benziyor Versace Pour Homme.

Luca Turin'in kitabında çamaşırhane misk olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en kötü parfümler listesine dahil edilmiş.


Kimi kullanıcılar kalıcılığından şikayet etmişler. Bence bir EDT için yeterli. Fark edilirliği ortalamanın biraz altında. Kıyafet üzerinde tek düze kokarken, tende bir parça daha başarılı hale dönüşüyor. Genç arkadaşlar için daha uygun bir seçenek olduğu söylenebilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5.5