Le Labo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Le Labo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2022 Cuma

Le Labo – Vetiver 46 (2006)

2006 yılında, New York’ta iki arkadaş tarafından temelleri atılan niş parfüm evi Le Labo’nun ilk kokuları dünya çapında ilgiyle karşılanmıştı. 2006 çıkışlı Rose 31 ve Bergamote 22’nin sevilmesin ardından yine 2006’da Vetiver 46 sahneye çıktı. Her ne kadar Le Labo artık bağımsız niş parfüm evi olmasa da (Estee Lauder tarafından satın alındı) Vetiver 46’ı her daim zihnime yer etmiş eserlerdendi.

Le Labo’nun internet sitesinde Vetiver 46 şu cümlelerle tanıtılmış: “Şüphesiz tüm Le Labo kreasyonlarının en derin ve en karanlıklarından biri olan bu parfümün temel direği Haiti’de yetiştirilen vetiverdir. Pek çok esans arasından biber, gaiac, labdanum ve sedir bu parfümün huysuzluğuna katkıda bulunur. Her biri kendi yolunda karakterin gücünü ifade eder ve gizemli bir tütsü olan olibanumun narince eşlik etmesi, parfüme ilgi çekici ruhsal boyut katar.”

Vetiver 46’nın açılışı azıcık narenciye, hafiften aromatik biber ve talaş atölyesini andıran odunsu nüanslarla gerçekleşiyor. Daha ilk dakikalarda sedir ağacını anımsatan kuru odunsu yapıya, orta kısımda dumansı tütsü ekleniyor. Orta bölümden itibaren hafiften karanlık sayılabilecek ana tema sonlarda yüksek kaliteli ve şık vetivere evriliyor. Tatlılık neyse ki oldukça az verilmiş.

Vetiver 46, şimdiye kadar kullandığım en pürüzsüz, kaliteli, gerçekçi ve etkileyici odunsu tütsü parfümlerinden birisi diyebilirim. İsmi vetiver fakat büyük resimde karanlık sayılabilecek dumanlı reçineler adeta parfümü forse ediyor. Kokunun geneli sedir ağacını andıran koyu kıvamlı tütsüyü akla getiriyor. Tabii vetiver her daim geri planda destek veriyor. Onun ferah ve aromatik olduğunu söylemek mümkün değil. Vetiver 46 soğuk ve kasvetli havaların parfümü havasını her daim koruyor.

Kasvet belki de bu eser için doğru kelimelerden birisi. Onda serin ve geç sonbaharın hüznü de var. Malzeme kalitesi harika. En ufak uyumsuzluk veya burnu tırmalayan yapaylık barındırmıyor. Bu tür parfümleri seven birisi olarak onda kusur bulmakta zorlanıyorum.

Tek düze ilerlediğini söyleyebilirim. Kokusunda pek değişim yaşanmıyor. Ayrıca performansı da iyi sayılmaz. Kalıcılığı idare ederken etrafa yayılımı zayıf gibi. Kimi kullanıcılar kokusunu Comme des Garçons 2 Man ve üretimi bitirilen Gucci Pour Homme’ye benzetmiş ki haksız sayılmazlar.

Kokusunu parfüm endüstrisinin ilginç burunlarından Mark Buxton tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/9

9 Mart 2015 Pazartesi

Le Labo - Ylang 49 (2013)


Le Labo - Ylang 49 (2013)

Anavatanı Güneydoğu Asya olduğu söylenen Ylang Ylang kokusu, Cananga Odorata ağacının çiçeklerinden elde edilen yağdan sağlanıyormuş. Bu ağacın kırk metreye kadar büyüyebildiğine dair kayıtlar mevcut. Oldukça değerli bitki olan Ylang Ylang çiçeklerinin damıtılması yoluyla elde edilen Ylang Ylang yağı, kozmetik ve parfümeri sektöründe bolca kullanılıyor.

İlk olarak ticari amaçla Filipinler'de daha sonra Endonezya'da yetiştirilen, ardından Komor Adaları'na getirilerek 1980'li yılların başlarına kadar yüksek miktarlarda yetiştirilen Ylang Ylang, Endonezya, Filipinler, Madagaskar ve Komor Adalarının yanısıra, halen en çok Çin'in Guangdong bölgesinde yetiştirilmekteymiş.

Ylang Ylang yağının kökeninin Asya olduğu düşünüldüğünde, o coğrafyanın vazgeçilmezi aromaterapi alanında da kullanıldığını tahmin etmek zor değil. Sadece aromaterapi seanslarında değil, tıp ve alternatif tıp alanında da sıkça kullanılıyormuş Ylang Ylang yağı. Rahatlatıcı ve dolaşım sistemini düzenleyici yanından dolayı, anti-depresan, afrodizyak, enfeksiyon önleyici, antiseptik, tansiyon düzenleyici, sinirleri yatıştırıcı etkileri de bulunuyormuş.


Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan bu egzotik bitkinin birçok parfümde kullanıldığını biliyoruz. Gerek niş gerekse ana akım markalar Ylang Ylang kokusunu parfümlerinde kullanıyorlar. Tabii oldukça çiçeksi yapısından dolayı kadın parfümlerinde kullanılıyor Ylang Ylang. Bir erkek parfümünde hatırladığım kadarıyla baskın şekilde rastlamadım bu notaya.

Amerika merkezli niş parfümevi Le Labo'da Ylang Ylang kokusunu parfümünde kullanan markalar kervanına katıldı 2013 yılında. Markanın yeni sayılabilecek parfümlerinden Ylang 49, kendi sitelerinde çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir koku beni karşılıyor. Eski tarz kadınsı şiprelere gönderme yapan üst notalarında bergamot algılıyorum ilk önce. Kısa süre sonra tatlımsı-kremsi beyaz çiçeklerin hücumuna maruz kalıyorum. Başlangıcı oldukça saldırgan ve etkileyici. Üst notalarındaki kadınsılık rahatlıkla farkediliyor. Fena değil açılışı. Orta bölüme geçildiğinde çiçeksilik oranı daha da artıyor. Hatta tek yetkili haline geliyor çiçekler. Beyaz çiçekler, sarı çiçekler, indolik çiçekler, sabunsu çiçekler... Ne ararsanız var. Ylang Ylang, sümbülteber, yasemin ve daha kimbilir hangi çiçekler... Çiçeklere kuru paçuli eşlik ediyor. Orta kısımdaki dişil çiçeksilik fazlaca tatlılık barındırmıyor. Başlangıcına göre daha kuru ve tatlılık oranı az orta bölümün. Retro kadınsılıktan bahsedilebilir. Orta bölümü oldukça etkileyici. Sonları, orta bölümün devamı şeklinde gelişiyor. Farklı olarak kuru odunsular ve biraz meşe yosunu kompozisyona ekleniyor. Yine bir sürpriz var sonlarda: Tütsü. Vetiverle harmanlanmış tütsüyü sevdim. Alt notaları, üst ve orta notalar kadar çarpıcı olmasa da kötü değil ama çok da ilginç sayılmaz.

Ylang 49, şüphesiz ki kadın kullanımına yakın bir eser. Gerek ismini aldığı Ylang Ylang bitkisinin verdiği hissiyat gerekse kokusundaki yoğun çiçeksilik, onu, alışıldığı üzere kadın kullanımına yaklaştırıyor. Buradaki kadınsı çiçeksilik, oldukça nostaljik, eski klasikleri hatırlatacak şekilde verilmiş. Evet parfüm 2013 çıkışlı ama verdiği izlenim sizi çok daha eskilere götürüyor. Buradan hareketle günlük kullanım için biraz fazla iddialı olacağı söylenebilir.


Ne yalan söyleyeyim karşımda içimi bayan bir kadın parfümü bulacağımı sanıyordum. Evet çiçekler her daim baskın ama kuru paçulinin etkisini göz ardı edemeyiz. Kokuyu şipre kıyılarına çeken turunçgiller, indolik beyaz çiçeklere fazla direnemiyor ve kendi sitelerinde dedikleri gibi tam bir çiçeksi şipreye evriliyor. Evrim teorisinin babası Darwin bu manzarayı görse sanırım ünlü kitabı Türlerin Kökeni'nde muhakkak bahsederdi bu evrimden :) Her ne kadar sevdiğim tarza sahip olmasa da bu tür kokulara aşık kadınların mutlaka şans vermelerini öneriyorum.

Sonuç olarak üst-orta-alt nota ayrımı dikkat edilirse algılanabiliyor. Kokusu çok zengin olmasa da katmanlı. Onun tarzı gayet coşkulu, vurucu, hırslı ve şık. Sınırlı tatlılığı, eskileri hatırlatan genel yapısı, beyaz çiçek ağırlığı onun genç kız parfümü olmadığı gerçeğini bize haykırıyor. Ylang 49, otuz beş yaşın üzerinde, olgun, kızsal kaygılarından kurtulmuş, hayatı çok farklı açılardan görmeye başlamış, maddiyatı öncelik sırasının altlarına itmiş, Paris modasını takip eden, vintage ürünler satan dükkanları gezmeyi seven, İtalya'ya gittiğinde alışverişi değil de Floransa'daki müzeleri gezmeyi önceleyen kadınların parfümü olmalı. Geçmişin şaşalı şiprelerine modern bir saygı duruşu denebilir Ylang 49 için.

Geleyim Ylang 49 ile Aromatics Elixir benzerliği meselesine. Bazı platformlarda bu iki parfüm karşılaştırılmış ve aralarındaki benzerlikler vurgulanmış. Aromatics Elixir, oldukça karanlık, sert, haşin ve ödünsüzken, Ylang 49 daha açık, ona göre neredeyse ferah, beyaz çiçeksi ve kadınsı forma sahip. Aromatics Elixir erkek kullanımına yakın, acımasız, koyu ve korkutucu bir şipre iken, Ylang 49 şıkır şıkır giyinmiş süslü bir Nişantaşı kadını kokusu olduğunu düşündürtüyor. Evet ikisinin aurası birbirini andırıyor ama aralarında büyük benzerlik olduğunu düşünmüyorum.
  

Parfümün tasarımcısı olarak Frank Voelkl görünüyor. Bay Voelkl, Le Labo'nun başka parfümlerine de imza attı ve atmaya da devam edeceğe benziyor. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusu çok inatçı, kalıcı ve farkedilirliği gayet yüksek. Bu anlamda performans sorunu yaşayacağınızı sanmıyorum. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Kadın kullanımına daha yakın duruyor. Oldukça yüksek fiyatına istinaden "denemeden almayın" uyarısını yapmayı unutmayayım.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5  

15 Eylül 2014 Pazartesi

Le Labo – Lys 41 (2013)




Le Labo – Lys 41 (2013)

Latince ismi Lilium olan ve bir metreye kadar büyüyebilen dik gövdeli, güzel kokulu çiçekler açan bir bitki zambak. Beyaz, kırmızı, mor, siyah, sarı gibi farklı renklerdeki türlere sahip zambağın doğada 110 çeşidi olduğu söyleniyor.

Genellikle bahçelerde süs bitkisi olarak kullanılıyormuş. Yetişme bölgesi olarak kuzey yarım kürenin şiddetli kış yaşanmayan bölgeleri örnek gösteriliyor. Çoğunlukla dağlık ve çayırlık alanlarda yetişen zambağın, birkaç türü Güneydoğu Asya'nın tropikal bölgelerinde de görülebiliyormuş.

Beyaz zambak yaprağı, yaralar, kesikler ve yanıklar için kullanılıyormuş. Deride kabarcıklar, şarbon yaraları içinde şifalı bir bitki olan zambak, parfüm sektöründe de sıkça karşımıza çıkıyor. Hatta niş parfümevi Le Labo'nun bugünkü konuğum merkezine zambağı alan bir arkadaş. Lys 41'in resmi tanıtımında beyaz çiçeklerin başrolde olduğu saklanmıyor. Ayrıca soylu bir şekilde cazibeli olduğundan ve yasemin, sümbülteber, zambak, odunsu notalar, vanilya ve miskten oluştuğu gibi detaylardan bahsedilmiş.


Lys 41'i ilk kullandığımda karşıma beyaz çiçekler çıkıyor. Muhtemelen sümbülteber üst notaları domine ediyor. Yapaylık hissedilmeyen başlangıcı epey çiçeksi ve tahmin edilebileceği gibi kadınsı. Orta kısma geçildiğinde koku formunda büyük değişim olmuyor. Biraz daha ferah ve tuzlu yapıya geçiyor. Vanilya kaynaklı kremsilik artıyor. Sümbülteber, zambak ve biraz da yasemin artık tamamen direksiyondalar. Orta bölüm başlangıcına göre daha unisekse yakın ve giyilebilir. Son kısımda da aynı beyaz çiçek baskın yapı devam ediyor. Farklı olarak misk daha etkili. Biraz da yumuşak odunsu notalar var. Böylece tenden ayrılıyor.

Lys 41, anlaşılacağı üzere tam bir çiçek kokusu. Merkezini sümbülteber-zambak ikilisinin meydana getirdiği çiçeksilik biraz tatlı ve kremsi. Vanilya iyi ki kullanılmış ve kokuyu katlanılabilir hale getirmiş. Yumuşacık vanilya ve beyaz çiçeklerin işbirliği orta bölümden sonlara kadar devam ediyor.

Genellikle kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Bence de haklılar. Zaten bu tür beyaz çiçek merkezli kokular kadın kullanımına daha yakın oluyor. Oysa ki Carnal Flower'ın birçok erkek seveni ve kullananı olduğunu okuyoruz. Hangi erkek kullanırsa kullansın benim için fazlasıyla kadınsı bu tür kokular. Ayrıca hiç de çekici değiller. Lys 41 için de farklı düşünmüyorum.


Lys 41 kötü bir parfüm değil. Hatta bu türün en sevilebilir üyelerinden birisi. Rakipleri kadar kuru, pudralı ya da sabunsu değil. Oldukça kremsi ve yumuşak. Tabii çok kompleks ve derin bir parfüm olmadığını itiraf etmeliyim. Genel olarak basit denebilecek yapıda. Büyük değişimler göstermiyor, aynı çizgide ilerliyor. Tatlılık oranı neyse ki abartılı değil. Yine de makul oranda tatlı bir kokusu olduğunu söylemek zorundayım.

Sahi rakipleri kim Lys 41'in? Carnal Flower, Fracas, Intense Tiare hatta birazcık No.5 ve Baghari. Aslında kremsi beyaz çiçekler temasına sahip bütün parfümler onun rakibi olabilir. Bu haliyle onlarla rahatlıkla başedebilecek durumda. Gerek kalitesi, gerek genele hitabı anlamında sorun görünmüyor. Carnal Flower/Fracas ikilisinden daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Eğer bu tür çiçeksileri seviyorsanız, oldukça yüksek fiyatını göze alıp, deneme listenize ekleyebilirsiniz Lys 41'i.

Bu tür beyaz çiçek parfümlerinin farkedilirlikleri hep mi yüksek oluyor anlamadım gitti. Ne zaman bu tarz bir parfüm denesem en fazla iki fıs kullanabiliyorum. Fazlası rahatsız edici oluyor. Lys 41'de de bu durum değişmedi. Farkedilirliği başlarda yüksek. Sonrasında normale dönüyor. Kalıcılığı ortalama seviyelerde.


Ferah sayılabilecek yapısı sebebiyle bence dört mevsimde de kullanılabilir. Bu sıcak sonbahar günlerinde hiç de fena olmadı. Yaş olarak sanki otuz ve üzerindeki kadın arkadaşlarımıza uyacak gibi duruyor.

Eau de parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip parfümün tasarımcısı Daphne Bugey görünüyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

22 Mayıs 2014 Perşembe

Le Labo – Santal 33 (2011)




Le Labo – Santal 33 (2011)

Amerikan popüler kültürünün en çok işlenen ögelerinden birisidir kovboylar. Özellikle 1900'lü yılların başlarını anlatan Hollywood filmlerinin değişmez karakteridir kovboy. Hayatı at sırtında geçen, orta yaşlarda, kirli sakallı, üzeri sürekli tozlu ve kirli, geçimini çoğu zaman banka yada posta treni soyarak geçiren yalnız adamlardır kovboylar. Biraz aykırı gideni devletin tarafına geçer ve bir kasabaya şerif bile olurdu. Astığı astık kestiği kestik kovboyların en büyük dostları Smith&Wesson'ları nasıl maharetli kullandıkları ise zihnimize kazınmıştır adeta. Vahşi Batı'nın malum kuralıdır: "Kim silahını daha hızlı çekerse, o hayatta kalır!"

1950'li yıllarda ise Amerika artık dünyanın öne çıkmış yeni süper gücüdür. Bu gücünün en büyük kaynağını ise küresel markalarından ve şirketlerinden alıyor haliyle. Amerika deyince aklımıza ilk gelen markalardan birisi de kuşkusuz ki Marlboro. Dünyanın en şöhretli sigara markası olarak büyük reklam kampanyalarına imza atmaları, kendi açılarından anlaşılabilir. Gerçi uzun yıllardır özellikle Marlboro'nun kendi vatanında çok büyük anti-sigara uygulamaları hayata geçirilmiş durumda. Sigara karşıtı bu tavır, bütün ülkelere neyse ki çabuk yayıldı. Fakat insanların zihnindeki "Marlboro içen maço erkek" imajı hemen silinecek gibi görünmüyor.

Sigaraya karşı bu kadar sıkı önlemlerin olmadığı 20. yüzyılın başlarında Marlboro içen erkeği simgeleyen "Marlboro Adamı", Amerikan tarihi açısından önemli simgelerden birisiydi. Tabii ki bu imajı yerleştirmek için, çok büyük bütçeler ayırıyordu Marlboro. "Erkek dediğin Marlboro içer" sloganıyla kim bilir kaç milyon insan sigara içmeyi önemli ve değerli bir ayrıcalık olarak düşünmüştü. Oysaki ilerleyen yıllarda yapılan sağlık araştırmalarında sigaranın en büyük kanser sebebi olarak ortaya çıkması, çoğu kişi için sonun başlangıcıydı. Hatta Marlboro Adamı'nın bile. Çünkü artık sigara bir numaralı kanser sebebiydi. Ve hiç kimse Marlboro Adamı'nın gözünün yaşına bakmayacaktı. Bu popüler kültür simgesi, uzun yıllar boyunca unutulmaya terk edilecekti arkasında kötü anılar ve kansere yakalanmış yüz binlerce kişi bırakarak.


2014 yılında, artık kovboyların ve Marlboro Adamı'nın esamisi okunmasa da, Amerika merkezli niş parfüm evi Le Labo, eski zamanları hatırlatmak istiyor bize Santal 33 ile. İlhamını sert, erkeksi ve maço bir karakter olan Marlboro Adamı'ndan almış Santal 33. Kendi sitelerinde de bu yönde bilgiler verilmiş. Parfümün sigarayla alakalı olarak tütün kokusunu mu vurguladığı, yoksa eski kafa bir erkek parfümü olarak mı düşünüldüğünü öğreneceğiz birazdan. O zaman geçelim detaylara.

Fragrantica'da odunsu aromatik olarak sınıflandırılmış Santal 33. Üzerime sıktığımda karşıma tuhaf sayılabilecek bir koku çıkıyor. Garip, endüstriyel ve plastiğimsi deri ve karanlık salatalık benzeri menekşe. Deri biraz daha baskın oldu tenimde. Durun bir dakika. Bu aromayı tanıyorum. Fahrenheit? Narciso Rodriguez For Him? Evet bu deri ve karanlık menekşe kesinlikle Narcisio Rodriguez For Him paralelinde bir erkeksilik meydana getirmiş. Bence epey benziyorlar fakat Santal 33'deki deri oldukça yapay ve plastiğimsi. Geçeyim orta bölüme. Erkeksi deri ve menekşe, yaklaşık bir saat kadar etkisini sürdürüyor. Sonrasında radikal bir değişim yaşanıyor. Deri ve menekşe ortadan tamamen kaybolurken, tatlımsı, neredeyse sütsü-kremsi misk ortaya çıkıyor. Kimileri hindistan cevizine kimileri de incire benzetmiş bu rayihayı. Tatlı ve lezzetli misk olarak tanımlanabilir. Çok yumuşak, kaliteli ve sütlü gibi. Bu bölümden itibaren parfüme ismini veren sandal ağacı da hissediliyor. Evet ismi Santal 33 ama sandal ağacı biraz geri planda duruyor sanki. Çok kibar ve yüksek kaliteli iris (süsen) çiçeğini unutmamak lazım. Kötü başlayan ama güzel sonlanan bir parfüm diyebilirim.

Santal 33, bence oldukça basit bir parfüm. Fazla detaylı yada derin değil. Deri, menekşe, sandal ağacı, misk ve iris çiçeğinden oluşuyor. Zengin harmana sahip olduğu söylenemez. Zaten parfüm iki bölümden oluşuyor. İlki plastiğimsi tuhaf deri-menekşe ve ikinci kısım sandal ağacı-misk iş birliği. Başka da kokunun yapısına etki edecek nota karşıma çıkmadı.


Parfümün hemen başlangıcındaki yapay deri oldukça farklı ve alışılmışın dışında. Kimi zaman hastaneleri veya eczaneleri hatırlatıyor. Bazen de lastik fabrikasında dolaştığınızı hissettiriyor. Biraz sert ve garip açılışa sahip. Konforlu olmayan ilk bir saatlik bölüm, nispeten erkeksi denebilir. Bu kısım atlatıldığında çok daha yumuşak ve sevilesi bir kokuyla karşılaşıyorsunuz. Bazı yorumcuların dediği gibi sütlü-kremsi-vanilyamsı misk-sandal ağacı iş birliği gayet başarılı. Parfümün en sevdiğim yeri de burası oldu zaten.

Sıra dışı ve kimyasal bir açılıştan sonra gelen beyaz ve damla sakızlı deterjanla yeni yıkanmış çarşaf. Nedense zihnimde Santal 33'ün çağırışımı bu minvalde oluyor. Parfümün resmi pazarlama konsepti ile fazlaca ilgisi yok kokusunun. Belki üst notalarda menekşe erkeksilik veriyordur. Onun dışında vahşi ve sert erkeksilik ile karşı karşıya değiliz. Hatta günümüzün modern parfümlerini hatırlatıyor orta ve son kısım.

Evet soruyorum Le Labo'ya. Nerede Marlboro Adamı, nerede banka soyan kötü kovboylar, nerede Clint Eastwood bakışı, nerede silahındaki altı kurşunla altı haydutu vuran kasaba şerifi? Hani isim-konsept-pazarlama tutarlılığı? Nerede sigara, duman yada tütün kokusu, nerede viski tadı, nerede kökenini attan alan hayvansallık, nerede haftalarca yıkanmamış kıyafet efekti?

Santal 33, başlangıcı dışında güzel sayılabilecek bir parfüm fakat muhteşem değil. Endüstriyel sterillik taşıyan kokusu zaman zaman Comme des Garçons'un Odeur serisinin güzide üyelerini çağrıştırabilir. Nitekim bana çağrıştırdı. Bu haliyle çok yüksek fiyatlarına istinaden büyük boy şişesini almak konusunda aceleci olmayın ve muhakkak önce deneyin.


Parfümün tasarımına Avon, David Beckham, Kenneth Cole, Paris Hilton ve Sarah Jesicca Parker gibi vasat markalara işler yapmış olan Frank Voelkl imza atmış. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek olmadı denemelerimde. Erkek kullanımına biraz daha yakın. Uygun dozajlama ile dört mevsimde de kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

17 Mart 2013 Pazar

Le Labo – Vetiver 46 (2006)



Le Labo – Vetiver 46 (2006)  Markanın başarılı parfümü.

İki adam düşünün. İşlerinin tam anlamıyla uzmanı. Newyork’ta dünyanın en iyi parfümörlerini bir araya getirmeye karar versinler. Ve onlara şöyle bir görev versinler: "Fevkalade parfümler meydana getirin. Fiyatını ise düşünmeyin. Amacınız insanların duyularını şok edebilecek parfümler yaratmak olsun."

Bir marka düşünün. Parfüm mağazalarında satılan fabrika yapımı kokuları elinin tersiyle itsin. Onları reddetsin. Ve parfümleri sadece “Newyork parfümeri laboratuarı” ismini verdikleri atölyelerinde üretilsin.

Bir marka düşünün. Onların laboratuarları halka açık olsun. Ayrılmayı istemeyeceğiniz sihirli bir yer adeta. Burada dokunun, dinleyin, görün ve koklayın. Parfüm yapım sanatlarını öğrenin. Kokuları keşfedin ve onların arasında seyahate çıkın.


Bir marka düşünün. Bütün çalışanlarının mutlu olduğu ve şevkle çalıştıkları. Markanın kurucularının amacının, parfüm dünyasının en yaratıcı kokularını tasarlamak olduğu bir ütopya. Herhangi patronluk hiyerarşisinin olmadığı bir marka. Laboratuar görevlisinden stajyere kadar her çalışanın tamamen bağımsız olduğu ve risk almakta özgür olduğu bir marka. İşte Le Labo’nun niş parfüm sektöründeki devrim manifestosunun kısa bir özeti. Amacı parfüm dünyasında devrim yapmak olan markanın böyle bir manifestosu olması gayet normal.

Fabrice Penot ve Edouard Roschi tarafından 2006 yılında kurulmuş niche parfüm evi Le Labo. İki kurucusu da daha önceden Giorgio Armani’nin parfümlerinin oluşturulmasında katkıda bulunmuşlar. Sanılanın aksine Fransa değil Amerika/Newyork merkezli Le Labo. Hatta Newyork’ta “Parfüm Laboratuarı” ismini verdikleri yerde parfümlerini üretiyorlar. 2006 yılında on parfüm birden piyasaya sürerek hızlı bir başlangıç yapmışlar. Bugün inceleyeceğim Vetiver 46'da markanın ilk çıkardığı parfümlerden.


İsmindeki 46 sayısı, içeriğinde kullanılan esans adetinden geliyormuş. Vetiver'de hepimizin bildiği ve parfümlerde sık kullanılan bir sabitleyici olan kabe samanı. Le Labo'nun bütün parfümlerinin isimleri bu şekilde. Önce parfümün temasına ait koku (Iris, Gaiac, Rose vb). Sonra da bir rakam. Kendi sitelerinde tam bir erkek parfümü olduğu açıkça vurgulanmış. Hatta bütün Le Labo koleksiyonu içindeki en fazla erkeksi parfümün Vetiver 46 olduğu belirtilmiş. Zaten daha başlangıcında hissediyorsunuz bu durumu. İlk sıktığımda oldukça çekimser bir yapı ile karşılaştım. Kendisini göstermeye hevesli olmayan bu koku için kalın ve dolgun ağaçsılık diyebilirim. Vetiver 46'nın başlangıcı çok başarılı olmayan odunsu notalar ile gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında Gaiac Ağacı var. Oradan geliyor olabilir. Sonrasında kokusu biraz değişiyor. Aynı sağlam odunsu kokuya bu sefer tütsü ve baharatlar ekleniyor. Bol bol tütsü yakılmış odaya girdiğinizde hissetiğinize benzer bir koku. Baharat olarak da karabiber ağırlıkta. Orta notaları odunsu notalar, tütsü ve baharatların işbirliğinin en güzel örneklerinden birisini size sergiliyor. Bu kısım çok güzel. Alt notalara geçelim. Ağaçsı his değişmeden devam ediyor. Sonunda parfüme ismini veren vetiver (kabe samanı) ile karşılaşıyoruz. Çok başarılı bir vetiver kullanımı var son kısımda. Ağaçsı vetiver tenden ayrılana kadar devam ediyor.

Vetiver 46, çok başarılı bir odunsu-baharatlı tütsü parfümü. Başından sonuna kadar hiç azalmıyor odunsuların ağırlığı. Parfümün ana aksını oluşturuyor. Bu odunsu notalara orta notalarda eklenen tütsü ile baharatlar ve alt notalarda eklenen vetiver yardımcı oyuncu gibiler. Yani ismine bakıp da yoğun bir vetiver kullanımı beklemeyin.

Lüks, şık, kaliteli, yapaylık barındırmayan, uyumsuzluk hissedilmeyen, üzerinde çalışılmış ve ciddiyetle uğraşılmış bir kokuya sahip. Böyle yoğun odunsu kokularla çok aram olmasa da bu parfümü çok sevdim ve saygı duydum. Hatta uzun zamandır denediğim en başarılı odunsu parfüm dersem abartmış olmam. İşte bu tür tütsü ve ağaçsı kokuları seviyorum. Tam olması gerektiği gibi. Biraz karanlık, gerçekçi, modern ve abartısız. Karşımızda eski tip tozlu kokan bir parfüm yok. Her ne kadar Le Labo markası Amerika kökenli olmasına rağmen Vetiver 46 gayet modern, gayet Avrupalı, gayet Fransız...


Kokusu bana üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme'u hatırlattı. Biraz Lalique'in karanlık ve tozlu parfümü Encre Noir'i bile çağrıştırdı. Hatta bir yorumcunun Terre d'Hermes'e benzetmesini bile haklı buldum. Özellikle alt notalar Terre d'Hermes'in portakal akorunu çıkardıktan sonraki halini çağrıştırıyor. Fakat bu üç parfümden de daha başarılı.

Vetiver 46 koku güzelliği, rafinelik ve kalite anlamında, üst notaları dışında kusursuz. Çok dengeli, kararlı, kimleri hedeflediğini bilen, aklı bir karış havalarda gezmeyen, popüler olayım kaygısı gütmeyen gizli hazinelerden birisi. Sevindirici taraflarından birisi fazla tatlılık barındırmaması. Yani günümüzün modern odunsu parfümlerindeki gibi şekerli, plastiğimsi bir tarzı yok. Daha ciddi, üst yaş gruplarına hitap eden, zaman zaman resmi bir hali var.

                                     Le Labo'nun kurucularından Fabrice Penot ile yapılmış kısa söyleşi.

Eleştirebileceğim tek yanı parfümün açılışı ve başından sonuna kadar çok büyük değişim göstermemesi. Bu kadar yüksek fiyatlara satılan bir parfümün üst-orta-alt notalar ayırımlarını keskin ve belirgin yapması bence hoş olurdu. Çok düz çizgide ilerliyor. Sizi şaşırtmıyor. Keşke biraz ilginç olabilseymiş. O zaman biraz hayal dünyama dalayım. Bana şu hisleri veriyor Vetiver 46:

"İstanbul'daki Kapalıçarşı'da geziniyorum. Bu devasa ve onlarca birbirine bağlı sokaktan oluşan çarşı, Avrupalı turistler gibi bende de gizemli duygular uyandırıyor. Çarşının tenha bir sokağına geliyorum ister istemez. Ne aradığımı veya ne istediğimi bilmeksizin. Belki de amacım sadece kaybolup gitmek. Birden küçük ve kendi halinde bir dükkan ilgimi çekiyor. Ne bir tabela var, ne de kapısının önünde bir sergi. Kapıyı yavaşca açıyorum. İçeriden kısık bir müzik sesi geliyor. Jay Jay Johanson'un hüzünlü parçası I Want Some Fun çalıyor. Etrafa bakınıyorum. Loş sayılabilecek dükkanda eski halılar, antika sayılabilecek eşyalar, rengarenk lambalar, nargileler, ahşap konsollar var. Burada zaman durmuş adeta. Ve burnuma gelen yeni yakılmış tütsü kokusu ile kendime geliyorum. Burası dünyanın en güzel dükkanı olmalı..."

Vetiver 46'yı ünlü ve tecrübeli burunlardan Mark Buxton tasarlamış. Bir de parfüm platformlarında çok konuşulan konuya değineyim. Bu parfüm, Comme des Garcons'un başarılı ve popüler parfümü 2 Man'a benzetilmiş. Bence de andırıyor ama aralarında çok büyük bir benzerlik var diyemem. 2004 yılında Comme des Garcons için tütsü temalı 2 Man'i tasarlayan Mark Buxton'ın, 2006 yılında yine benzer kokuya sahip Vetiver 46'ya imza atması ilginç olmuş.


Parfüm kritikçisi Luca Turin, Vetiver 46'yı kilise tütsüsü olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden iki yıldız vermiş. Ayrıca yorumunda kokusunu yer cilasına ve soğuk tütsüye benzetmiş. İki yıldız bence oldukça düşük bir not olmuş. Onun not verme şekli ile en az dört yıldızı hak ediyor bence.

Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Fakat melankolik tarzı ile sonbahar ayları için harika olacaktır. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Bence tam bir erkek parfümü. Kadınlara yakışacağını sanmıyorum. Otuz yaşın üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Çok yüksek fiyatına istinaden denemeden almayınız. 

Artıları:
+ Orta kısmı çok güzel.
+ Sonları da başarılı.
+ Lüks, gerçekçi, modern ve şık bir odunsu-baharatlı tütsü kokusu arıyorsanız işte buldunuz!

Eksileri:
- Başlangıcı çok daha iyi olabilirmiş.
- Fazla değişmeyen, düz çizgide ilerleyen süprizsiz kokusu.

Koku Güzelliği:10/8.5

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Le Labo – Rose 31 (2006)



Le Labo – Rose 31 (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

“Devrim.”

Bu kelimeyi her duyduğumda ya da bir yerlerde okuduğumda aklıma Ernesto “Che” Guevara veya Fidel Castro geliyor. İdealleri ve inandığı davası için ölüme koşan ya da ölümden zerrece korkmayan insanlar. Dünyaya meydan okumayı sıradan bir işmiş gibi gören. Ve bunu belki de mutlulukla yapan. Bence devrim, işlemeyen, çürümüş, sakat bir sistemi yıkarak, yerine daha iyisini ve doğrusunu inşa etme isteği ve amacı. Bu tanımı tamamen kendi kafamdan veriyorum. Herhangi bir sözlüğe bakmış değilim. Zihnimde böyle şeyler uyanır devrim kelimesi ile ilgili.

Devrim deyince aklıma hemen devletlerin siyasi tarihi geliyor. Mesela İngiltere’nin monarşiden kurtulup demokrasiye geçişi. Fransız devrimi. Çarlık Rusyası’nın yıkılarak iktidara Bolşevik’lerin geçmesi. Ve tabiki Osmanlı Devleti’nin parçalanıp ortaya Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkması. Yani ülkemizin kuruluşu da bir devrim sonucundaydı. Buradan bakarsak Mustafa Kemal de tam bir devrimciydi.

Peki devrim sadece ülkelerde mi olur? Yoksa hayatın başka alanları da devrim fikrine açık mı? Tabiki, elbette ve neden olmasın. Mesela internet bir devrim değil mi? Ya da cep telefonları, otomobil, elektrik, petrolün bulunması ve kullanılması, uçaklar, atomun parçalanması hatta sanayi devrimi. Bu gelişmeler hayatımızı kökünden ve derinden sarsmadı mı?

Şimdi siz Parfüm Merakı okuyucularına bir niche markanın parfüm sektöründe devrim yapmak için yola çıktığını söylesem ne düşünürsünüz. Muhtemelen “Yok artık. Kolay mı kocaaa parfüm endüstrisinde devrim yapmak” diyebilirsiniz. Fakat Amerika/Newyork merkezli henüz çok yeni bir niche parfüm evi olan Le Labo’nun amacı parfüm dünyasında küçük çaplı bir devrim yapmak anladığım kadarıyla. Bunu nereden mi anlıyorum. Bizzat kendi internet sitesinden. Hatta sitede neredeyse devrimin manifestosu olabilecek ifadeler bile var. Derseniz ki “Yahu parfüm merakı sende amma safsın. Oradaki amaç devrim yapmak değil farklı bir pazarlama taktiği. İnanma bu numaralara.” Valla ben Le Labo’nun yalancısıyım. Elçiye zeval olmaz.


Özellike son 1-2 yıldır yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda sıkça ismi geçen bir marka haline geldi Le Labo. Parfümlerinin isimleri ve şişe tasarımı oldukça farklı. Rose 31, Vetiver 46, Bergamote 22, Santal 33, Oud 27, Iris 39 gibi isimler kullanıyorlar. Yani önce parfümün ana teması sonrasında da bir rakam. Şimdi anladığım kadarıyla buradaki rakamlar parfümlerin içeriğindeki maddelerin sayısını gösteriyormuş. Şişeleri ise ayrı bir ilginç. Bana eski ilaç ya da şurup şişelerini hatırlatıyor. Bugün Le Labo’nun en sevilen, en popüler ve en çok tartışılan parfümü Rose 31’i inceleyeceğim. Hatta bu parfüm için markanın “gözbebeği” bile diyebiliriz.

“Erkek için bir gül parfümü!” İşte sonunda bir marka bu işe el attı. Neden hep gül kokusu kadın parfümlerinde kullanılıyor? Erkeklerin başı kel mi? Böylesine güzel bir çiçeğin kokusu neden erkek parfümlerine de ilham vermesin? Hepimizin bildiği gibi gül genellikle kadın parfümlerinde ve oldukça da kadınsı bir formda sunuluyor. İşte sorun da burada başlıyor.

Gül gibi kokmak isteyen erkekler genellikle kadın parfümlerine yöneliyorlar. Yani “erkek için gül” temasına çok fazla rastlanmıyor. Bakalım Rose 31 erkeklerin gül parfümü özlemini giderebilecek kadar başarılı mı?


Rose 31 odunsu, çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında güzel, tatlımsı gül ile size merhaba diyor. Buradaki gül biraz pudralı gibi diyebilirim. Fakat zarif, rafine ve sakin. Alıştığımız üzere kadınsı bir gül kokusu değil. Daha nötr. Yani erkek kullanımı için çok daha konforlu. Başlangıcını sevdim.

Orta notalara gelindiğinde kokusu değişiklik gösteriyor. Gül kendisini geri plana çekiyor. Bu sefer karşımıza hafif ve yumuşak baharatlar çıkıyor. Açıklanan notalarına baktığımda kimyon gördüm. Ondan geliyor olabilir. Hatta tarçın-karanfil ikilisi de olsa şaşırmam. Buradaki baharatlar geri plandaki gül ile gayet güzel harmanlamış. Orta notalarda hakimiyet baharatlarda diyebilirim. Fakat çok keskin ve boğucu değiller hiçbir zaman.  Parfümün en sevdiğim yeri diyebilirim burası için. Baharatlar çok derin ve lüks kokuyor. Tabiki gül de alttan alta destek veriyor baharatlara. Çok başarılı orta notaları da.


Son kısımlarda yine küçük bir değişim gösteriyor kokusu. Baharatlar etkisini kaybederken ortaya odunsu notalar ve misk çıkıyor. Kabe samanını da unutmayayım. Fakat ağırlık odunsu notalar ve sulandırılmış hissi veren miskte. Yine açıklanan alt notalarına baktığımda gaiac ağacı, öd ağacı, sedir ağacı, misk ve kabe samanı var. Fakat kokusunun en vasat yeri alt notaları diyebilirim. Tam bir hayal kırıklığı. Yapay ve düşük kaliteli bir son hiç yakışmıyor böylesi güzel devam eden bir parfüme. Yazık olmuş.

Rose 31 anladığım kadarıyla erkeksi gül parfümü ortaya çıkarmak için yola çıkılmış bir eser. Bence hiç de fena bir fikir değil. Çünkü gerek ana akım gerekse niche markaların çok sayıda erkeklere hitap eden gül parfümü yok. Aklıma gelen örneklerden Burberry – Brit ve nichelerden Maison Francis Kurkdjian – Lumeir Noir Pour Homme ve Czech Speake – No.88 gösterilebilir. Peki Rose 31 aynı ismi ve konsepti gibi yoğun bir gül kullanımına sahip mi?

Bence başından sonuna kadar ana oyuncu gül değil. Özellikle başlangıcında çok etkili ve baskın gül teması. Fakat sonrasında yavaş yavaş geçen saatlerin ardından gül eski gücünü korumuyor. Orta notalarda yerini biraz baharatlara bırakıyor. Alt notalarda da odunsu notalara. Ama bence geri planda her zaman bir hayalet gibi kendisini hissettiriyor gül.


Madem öyle bu popüler arkadaşın biraz daha detayına inelim. Şimdi başlangıcındaki yüksek kaliteli gül kokusu bence çok başarılı. Tam olması gerektiği gibi. Montale’nin o hacı yağı efektine sahip Black Aoud’u gibi kesinlikle değil. İyiki de ona benzememiş. Yani başlangıcının kullanımı kolay ve herkesin sevebileceği gibi tasarlanması hoş olmuş. Orta notalardaki baharat kullanımı da genel konsepte uygun. Yumuşak, kibar ve ölçülü. Hiçbir eleman ben buradayım diye öne çıkmaya çalışmıyor. Herkes yerini biliyor. Yani gayet uyumlu orta notalara kadar. Fakat alt notalarda iş biraz bozuluyor. Bu kısıma kadar gayet güzel gelen kokusu sonlarda biraz deformasyona uğruyor. Kalite hissiyatı düşüyor. Bana sıradan bir ana akım parfümün sonunu hatırlattı. Odunsu notalar ve sulandırılmış misk bence vasat. Yani parfümün son kısmı bence en sorunlu tarafı. Rahatlıkla hoşuma gitmediğini ve çok yadırgadığımı belirtmeliyim. Neden mi?

Çünkü Le Labo’nun parfümleri niche kategorisinde. Hatta normal niche parfümlerden bile daha pahalı fiyata satılıyorlar. Ve kendi sitelerinde ise bol bol övünme var parfüm devrimi yapıyoruz diye. Ama bu kadar popüler olma ihtimali olan bir parfümünüzün alt notalarını böylesine sıradan bırakamazsınız. Buna hakkınız yok. Onu da parfümün genel kalitesine ve rafineliğinin düzeyine çekmelisiniz. Yoksa bir çuval inciri berbat edebilirsiniz. Yani ben başlangıcını ve orta notalarını çok güzel yapayım, sonlarına nasıl olsa kimse dikkat etmez dersen senin Calvin Klein yada Hugo Boss’dan bir farkın kalmaz. Ve bu kadar iddialı bir niche markaya da bu durum yakışmaz.
     

Yukarıda da bahsettiğim üzere Rose 31 markanın en popüler parfümü. Bunun içinde bir çok şey yazılıp çiziliyor yurtdışındaki parfüm platformlarında. Şimdi böyle ilgi çeken parfümleri bazı kullanıcılar çok fazla abartabilirler ve gereğinden fazla övebilirler. Acaba Rose 31 için durum nedir diye düşünüyorum. Benim hayatımın parfümü olmayacağı çok açık. Daha önce Serge Lutens deneyimi olan birisi olarak söylüyorum. Harika ya da sizi alıp başka diyarlara bırakabilecek bir arkadaş olduğunu düşünmüyorum. Sonlarını saymazsam konforlu, rafine ve başarılı bir “baharatlı, odunsu gül” parfümü diyebilirim. İşte benim sınıflandırmam da böyle.

Kimi kullanıcılar Rose 31’i pek beğenmezken, bazıları şimdiye kadar kullandıkları en iyi parfüm diyerek övgüye boğuyorlar. Bazı yorumcular ise onun bir gül parfümü olmadığını, gül kokusunu çok fazla algılayamadıklarını söylemişler. Ben bu arkadaşlara pek katılamayacağım. Her ne kadar sonlarında gül teması baskın olmasa da, başlangıcı ve kısmen orta notaları gül etkisinde.

Rose 31 Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Tartışma konularından birisi de bu bir erkek parfümü mü? Le Labo erkek kullanımını öne çıkarsa da bence uniseks uygulamaya daha yakın. Yani kadınlarda deneyebilirler. Ağustos ayının bu sıcaklarında denediğim Rose 31 bende rahatsızlık yaratmadı. Yani ilkbahar-yaz kullanımına uyacak gibi görünüyor. Ayrıca içeriğindeki baharatlar ve odunsu notalar sayesinde de kış mevsiminde de kullanılabilir tahminimce. Aslında bir de kışın denemek lazım. O zaman kokusunun nasıl bir tepki vereceğini ölçmek için. Ofis içinde ya da evinizde kullanmak çok daha etkileyici sonuçlar verebilir. Günlük hayatta ya da dışarıda kullanmak için bence çok uygun değil. Yani parfümün değeri pek anlaşılamayabilir. Yumuşak ve asil tarzından dolayı böyle bir uyarı yapma ihtiyacı hissediyorum.
 

Parfüm kritikçisi Luca Turin Rose 31’i “havuç suyuna” benzetmiş. Onun böyle değişik benzetmelerine alışığız ama ben pek havuç suyuna benzetemedim kokusunu. Kitabında ise beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş üstat. Parfümün tasarımcısı ise pek ismi duyulmamış bir burun olan Daphne Bugey’miş.

Eğer Le Labo’nun ilginç parfümü Rose 31’i denemeye niyetiniz varsa o zaman “gelin ve devrime sizde katılın!”

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları şahane.
+ Genel olarak rafine ve yüksek kaliteli tarzı sevindirici.

Eksileri:
- Sonlarında ortaya çıkan koku böylesine bir niche markaya yakışmıyor.
- Fiyatı çok pahalı. Hatta biraz abartılı.

Koku Güzelliği:10/7.5