3 Aralık 2014 Çarşamba

Parfums de Marly – Herod (2012)


Parfums de Marly – Herod (2012)

Bu öykü, 1683 yılına kadar uzanıyor. Kendilerine Anadolu topraklarını yurt edinen Osmanlılar, gelişmelerini ve sınırlarını Balkanların yukarılarına taşımaya karar verdikten sonra, artık Avrupa üzerine yürüyorlar. Zamanın Avrupa'sında yaşanan büyük korku, kıta Avrupa’sını ve Hristiyanlık dünyasını derinden etkiliyor. Çünkü Osmanlı yeniçerileri artık Avrupa'nın giriş kapısı olarak görülen Viyana kapılarına kadar dayanıyorlar. Sert geçen ilk kuşatmada Viyana şehri teslim olmuyor ve direniyor. Geri çekilen Osmanlı orduları ikinci defa 1683 yılında tekrardan Viyana'ya yükleniyorlar ve şehri kuşatıyorlar.

Avrupa'nın dört yanından gelen askerler, savaşçılar, şövalyeler birleşip, Avusturya ordusuna destek oluyorlar. Yine sert bir savaş yaşanıyor Osmanlı ordusu ile Avusturya İmparatorluk askerleri arasında. O zamanın en önemli savaş öğesi ise atlar. Çünkü savaşların kaderini atlar belirliyor. İyi, sağlam, güçlü ve hızlı atları olan ordular, her zaman avantajlı oluyorlar savaşta. İşte rivayet odur ki 2. Viyana Kuşatması sırasında, bir Osmanlı akıncısının atı, savaş alanında öylesine kendisini gösteriyor ki, herkes hayran kalıyor. Buna Avusturya ordusu askerleri de dahil.

Kaderin bir oyunu mudur bilinmez ama Avusturya Ordusu tarafından pusuya düşürülen Osmanlı akıncı birliği, esir olarak düşman kuvvetlerin (Avusturya ordusunun) eline geçiyor. Tabii bahsi geçen at da bu esirliğe dahil oluyor ve böylece yeni hayatına merhaba diyor. Bu güçlü ve Avrupa'da daha önce eşine rastlanmamış at, İrlanda’lı Yüzbaşı Robert Byerley tarafından sahipleniyor ve İngiltere'ye götürülüyor. İngiltere'de yarışlara sokulan ve büyük başarılar elde eden ata isim olarak, kendisini ele geçiren yüzbaşıya ithafen Byerley Turk deniyor. Ve İngiltere'de başka cins atlarla çiftleştirilerek, dünyaca ünlü İngiliz atlarının atalarından birisi oluyor. Bugün hala Byerley Turk atları en iyi cins at ailelerinden birisi olarak kabul ediliyor.


İşte hikayenin bundan sonrası bizim ilgi alanımıza girmeye başlıyor. Bu ünlü at ırkı Byerley Turk'un torunlarından birisinin adı bilin bakalım ne: "Herod". Evet genellikle soyluların, burjuvaların ve "cemiyet hayatının" spor dalı olarak bilinen atçılığın tarihindeki bu önemli atın yani Herod'un, 1758 yılında dünyaya geldiğini, Byerley Turk at ailesinin bir üyesi olduğunu öğreniyoruz. Ve Fransa merkezli yeni sayılabilecek niş parfümevi Parfums de Marly, atlara ve onların tarihine özel önem verdiğini açıkça belirtiyor. E bu durumda 2012 yılı çıkışlı parfümlerine Herod ismini vermeleri pek de şaşırtıcı olmamalı. İşte Herod parfümünün isminin kısaca öyküsü böyle.

İlhamını bir at isminden alan Herod parfümünün, nasıl koktuğuna geçeyim artık. Kendi sitelerinde vanilya notasına vurgu yapılan Herod'u üzerime sıktığımda beni lezzetli kırmızı meyveler (vişne olabilir), tarçın ve vanilya karşılıyor. Başlangıcı hafif ekşimsi hissiyat veren baharatlarla vanilyanın harika dengesi üzerine oturmuş. Açılışı mükemmel Herod'un. İlerleyen dakikalarda baharatlar ve vanilyaya tatlımsı tütün de ekleniyor. Bu andan itibaren biraz dumansı hale gelen Herod, orta bölümde de müthiş kokuyor. Son kısımlarda vanilyanın ağırlığı iyice artıyor. Artık tütün ve baharatlar geride kalıyor. Vanilyaya biraz da yumuşacık odunsu notalar ekleniyor. Başlangıcı ve orta bölümü kadar aklımı başımdan almadıysa da gayet güzel kapanışa sahip Herod.

Herod, bu karanlık, soğuk, kapalı, kasvetli, yağmurlu geç-sonbahar günlerinde içimi ısıtan şahane bir parfüm olarak karşıma çıktı. Başlangıcındaki ekşimsi, lezzetli, yüksek kaliteli baharatlar ve tatlılığı abartılmamış vanilya etkileyici güzellikte. Orta kısımdaki baharat-vanilya üzerine eklenen, vişneli pipo tütünü efekti veren koku ise enfes. Son kısımdaki durağanlık ve vanilyanın tek düzeliği ve hafiften "mumsu" verilmesi küçük çaplı hayal kırıklığı yaşatsa da hiç önemli değil. Herod, bu haliyle bile şaheser.


Değerli dostlar biliyorsunuz ki, parfummeraki.com sitesinde, dünyanın en önemli, en lüks, en pahalı, en ortalama, en vasat, en itici parfümlerini yazıyorum. Kimisi benim için hiçbir şey ifade etmeden unutulma çöplüğüne giderken, kimi parfümlerin aklıma takılan yönleri oluyor ve zaman zaman hatırlıyorum. Fakat bazı parfümler, beni benden alıyor, mutlu ediyor, hayata bağlıyor. İşte Herod, son kategoriye girmekte zorlanmıyor benim için. Çünkü o, tam da istediğim gibi kokuyor. Rafine baharatlar, kremsi/cazibeli vanilya ve kararında tütün, Herod'a hayran kalmam için yeterli sebepler gibi görünüyor.

Bu tür tatlı, modern, ekşimsi, vişnemsi, baharatlı, vanilyalı tütün parfümleri her zaman için favorim ve Herod, bu konuda denediğim en iyi örneklerden birisi. Kibar, lüks, kaliteli, yapaylık barındırmayan, asil ve karakterli bir parfüm. Kokusunu üzerimde her hissettiğimde keyif aldığım ender parfümlerden birisi oldu. Keşke son bölümü biraz daha özenli olsaymış. İşte o zaman belki de on üzerinden on verebileceğim parfümle tanışmanın mutluluğunu yaşayacaktım.

Herod, günümüzün tatlı/kremsi vanilya-baharat-tütün parfümlerinin başarılı bir temsilcisi. Gerek kokusunun gerçekçiliği gerekse asaletinden taviz vermemesiyle bir şekilde sizi yakalıyor ve bırakmıyor. Tabii ben bu tarz parfümleri sevdiğim için belki de bana öyle geliyor. Siz yine de muhakkak deneyin Herod'u ve öyle alın. Ben dahil hiç kimsenin ipiyle kuyuya inmeyin.


Herod, Tom Ford'un şimdiden fenomen hale gelen Tobacco Vanille'ine benzetiliyor çoğu kişi tarafından. Genelini düşündüğümde haksız sayılmazlar. Tabii Herod'da baharat oranı çok daha fazla. Tütün oranı ise biraz düşük. Onun dışında kokularının oldukça yakın olduğu söylenebilir. Herod, Tobacco Vanille'den biraz daha erkeksi izlenim bırakıyor. Herod daha çok mis gibi kokan ve fırından yeni çıkmış tarçınlı-vanilyalı pastalara benzerken, Tobacco Vanille, vanilya kokulu oda mumlarını andırıyor.

2012 yılında piyasa sürülen Herod, çok yeni bir parfüm olmasının handikabını yaşıyor belki de. Ya da Parfums de Marly'in fazlasıyla niş marka olması ve dünyada bile az yerde satılması onun popüler olmasını engelliyor. Yoksa şöhretli rakibi Tobacco Vanille'den hiçbir eksiği yok belki de fazlası var. Bu anlamda Parfums de Marly, harika bir iş çıkartmış.

Geçeyim ten-kumaş karşılaştırmasına. Kıyafetlerime sıktığımda Herod basit bir baharatlı koku olarak kendisini gösterdi. Kremsi vanilya geri planda kaldı. Ve çok ilgi çekici olmadı. Ten üzerindeyse Herod çok daha sevimli, tatlımsı, neredeyse hindistan cevizli vanilya gibi koktu. Bu anlamda Herod’un tam bir ten parfümü olduğunu düşünüyorum.

Eau de Parfum (EDP) formundaki Herod'un tenimde kalıcılığı bir gün civarında oldu ve benim için fazlasıyla yeterli. Farkedilirliği ilk saniyelerde iyiyken, ilerleyen saatlerde düşüyor. Zaten Herod'un eleştirilen yanlarından birisi farkedilirliğinin sınırlı olması. O kadar kusur kadı kızında da olur artık.


Parfüm platformlarında erkek kullanımı ağırlıklı olduğu belirtiliyor. Gerçi tatlı/kremsi/lezzetli vanilyanın varlığı erkeksiliği azaltıyorsa da yine de tütün ve baharatlar onun erkek kullanımı için daha uygun olacağını düşündürtüyor. Yine de Herod’u kadınlar rahatlıkla kullanabilir ve muhtemelen de çok severler. Tam bir sonbahar hatta kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini size daha çok sevdirebileceğini düşünüyorum.

Parfümün tasarımcı olarak Olivier Pescheux görülüyor. Olivier Pescheux'un ilginç bir isim. Bir çok Diptyque parfümünü tasarlamış. Higher, 1 Million gibi vasat ama çok satan hitlere imza atmış. Fakat epey başarısız ve sıradan markalar için de çalışmış. Herod ise Pescheux'un en ilgimi çeken parfümü olarak şimdiden yerini almış durumda.

Koku Güzelliği:10/8.5

29 Kasım 2014 Cumartesi

Aramis – Aramis (1965)


Aramis – Aramis (1965)

Kral 13. Louis şerefine: "Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için!"

Çocukluğumuzun belki de en aklımızda kalan cümlesidir bu muhtemelen. Oyunlarımızda diğer arkadaşlarımızla bu yemini tekrarlar ve adeta kendimizi Üç Silahşör gibi hissederdik. Ne güzeldir çocukluk aslında. Dert yoktur, tasa yoktur, geçim kaygısı yoktur, yalan yoktur, iki yüzlülük yoktur. Belki de çoğumuz onun için severiz çocukları ve hatta imreniriz onlara. Çünkü çocuk saflığı ve günahsızlığı simgeler çoğu zaman.

Alexander Dumas'ın dünya klasikleri arasında yer alan Üç Silahşörler'ini muhtemelen çoğumuz okumuştur. Aralarına katılan D'Artagnan ile biricik kralları 13. Louis'i korumak için çarpışan bu dört şövalye, dünya edebiyat tarihine de geçmiştir uzun yıllar önce. Üç Silahşörler'in en yakışıklısı, en genci, kadınların yüreklerini hoplatan Aramis'in ününü ise biliyoruz.

Aramis kelimesi, zihnime Üç Silahşörler sayesinde sağlamca kazınmış durumda. Fakat Aramis ismini dünyanın en büyük kozmetik şirketlerinden Estee Lauder'in alt markası olarak da biliyoruz. Estee Lauder'in Üç Silahşörler'deki Aramis karakterinden ismini aldığı söyleniyor bu markanın. Tabii Aramis'in, Amerika kökenli olması, daha çok Amerika kıtasında yüksek popülariteye ulaşmasını sağladı. Özellikle 1960'lı yılların sonlarından itibaren Amerikan kültüründe Aramis markasının ürünleri önemli yer tutmaya başladı. İlk parfümlerini 1965 yılında piyasaya sürdüler. Ve olan oldu.

Sade bir şişe ve kutu tasarımıyla piyasaya sürülen ilk parfümleri erkek kullanımı içindi. İsmi, markanın ismiyle aynı idi. Aramis parfümü, 1965 yılında piyasaya sürüldükten sonra özellikle Amerika pazarında büyük başarı yakaladı ve çok uzun yıllar en çok satan erkek parfümleri listesinden ayrılmadı. Aramis'in ilk parfümü çok büyük bir yıldıza dönüşmüştü yıllar içinde. Amerika kıtasından gelen Aramis rüzgarına dünyanın geri kalanı da daha fazla direnemedi ve parfüm dünyasının kült kokularından birisi haline geliverdi. Bugün bile Amerika'nın hala en çok satan erkek parfümleri listesine üst sıralardan girmeyi başarıyor. Aradan 48 yıl geçmesine rağmen.


Bu müthiş başarı öyküsünün arkasında ne vardı? Aramis parfümü neden böylesine fenomen olmuştu? Tabii bu soruları reklam ve pazarlama kampanyaları ile açıklamak fazlaca yüzeysel kaçar. Çünkü hiç bir reklam, neredeyse 50 yıl boyunca erkeklerin o parfümü kullanmasını sağlayamazdı. Aramis bir şekilde erkeklerin bam teline dokunmuştu. Belki de onu kullanan erkekler, kendileri ile Aramis'i özdeşleştirmişti. Ya da Aramis'e saygıyla karışık hayranlık besliyorlardı.

Çocukluğumdaki anılardan birisi de babamın Aramis kullanmasıyla ilgiliydi. Hayal meyal hatırladığım anılarım, beni yanıltmıyorsa, banyodaki dolapta bir şişe Aramis parfümü her zaman dururdu. Zaten çoğu kişi, Aramis'i babasının kullandığını söyler. İşin ilginç tarafı belki de otuz sene önce babamın kullandığı Aramis'i, bugün ben kullanıyorum. Eski anılarla birlikte... Babadan oğula geçen bir gelenek gibi...

Anıları zor da olsa bir kenara bırakıp, 2014 yılının dünyasına dönelim. Hayatın inanılmaz hızlı aktığı, sokakta yürüyen çoğu insanın yüzünün asık olduğu, depresif, sıkışmış, sıkılmış, kaygılı, sinirli ve neredeyse patlamaya hazır bomba haline gelmiş "güzel ve yalnız ülkemize" dönelim. Ve bakalım bilgi çağını yaşadığımız 2014 yılında, Aramis, bana neler hissettirecek.

Aramis'i kullandığımda üst notalarında her seferinde nostaljik bergamot, biraz artemisya ve çokça aromatik otlar karşıma çıktı. Ağırlığın eski kokan bergamot ve tozlu aromatik otlarda olduğu söylenebilir. Neredeyse eski kolonyaları hatırlatan başlangıcını sevdim Aramis'in. Orta bölüme geçildiğinde eski bergamotun geri plana geçtiğini anlıyoruz. Orta notalar, güçlüce ortaya çıkan hayvansallık ve misk ile birlikte verilmiş. Fakat çok abartılı ve mide bulandırıcı kadar yoğun değil hayvansallık. Yine de orta bölümü domine ediyor hayvansal misk. Orta kısımda karanlık ve tozlu kokan baharatlarda ciddi destek veriyor hayvansallığa. Baharat olarak kakule ve karanfil olduğu söylenebilir. Orta bölüm biraz bana uzak olsa da yine çok etkileyici. Geçeyim son kısma. Asıl şenlik alt notalarda başlıyor. Tatlılık barındırmayan karanlık/korkutucu deri önce sizi kendinize getiriyor. Arkasında ciddi anlamda tozlu kuru paçuli ve biraz da meşe yosunu mevcut. Harika bir sürpriz yapıyor meşe yosunu ama ne yazık ki deri ve paçulinin gerisinde kalıyor. Kapanış bölümünde vetiver de var. Evet eminim. Nefis bir vetiver hem de. Kapanışı çok başarılı Aramis'in.


Evet değerli koku delileri. Karşımızda 1960'lı yıllardan kopup gelmiş, adeta ışınlanmış ve "2014 yılının dünyasında ne arıyorum" diye şaşkın şaşkın etrafına bakan bir zaman yolcusu var. Aramis isimli arkadaş şaşırmakta haklı. Çünkü 2014 yılının dünyasındaki modern parfümlerin çoğu bol bol tatlılık içeriyor, adeta şeker dükkanı gibi. Aramis ise 20. yüzyılın genlerine sahip, kuru, tozlu, eski, erkeksi, güçlü, sert, derin, çok katmanlı, tatlılık barındırmayan, sağlam ve karakterli bir parfüm. 2014 yılının şeker bombası tikilerinin arasında bocalaması ve şaşırması olağan. Onu kesinlikle kınamıyorum. Hatta destekliyorum.

Aramis, günümüzün parfüm trendlerine hiç uymayan, ülkemiz insanının yüksek ihtimalle "ıyyy hacı yağı gibi kokuyor" diyecekleri, nostaljik, abartacak olursam arkaik, über-maço, ultra-ödünsüz, hiper-acımasız ama adaletli, sofistike, babacan, karizmatik, sululuğu sevmeyen, ciddi, karanlık ama yasa dışı olmayan, kabadayı, mert ve cesur bir parfüm. O, bir takım elbise parfümü. Eğer şort ve tişörtle kullanacaksanız kaçacak yer arayın çünkü Aramis'in ruhu gelir ve sizi elbette bulur, bunun hesabını sorar.

Anlaşılacağı üzere yaşı otuz beş olup, yolun yarısını devirmiş hatta kırklı yaşların erkeğinin parfümü Aramis. Çoğu kişi için o "baba" parfümü. Baba derken kendi babanız da olabilir, Ford Coppola'nın "Baba"sı da olabilir, 50 yaşından sonra kendisine Harley Davidson alan bir tıp doçenti olabilir, Kadirizmin kurucusu Kadir İnanır da olabilir, hatta Sedat Peker bile olabilir.


Aramis tehlikeli, riskli, anlaşılması zor, tozlu, kirli, hayvansı miskli, baharatlı, erkeksi çiçeksi, bergamotlu, karanlık derili, paçulili, meşe yosunlu bir klasik ve efsane. Bu kadar farklı notanın bir araya gelip, berbat bir koku ortaya çıkacağını zannetmeyin çünkü Aramis harika bir erkek parfümü. Onun neden bu kadar sevildiğini ve saygı duyulduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Eğer Aramis'i bundan 3-4 yıl önce, bu kadar deneyimim yokken kullansaydım büyük ihtimalle değerini anlayamayacak, "modası geçmiş" diye burun kıvıracaktım. Demek ki herşeyin doğru zamanını beklemek gerekiyor. Benim için doğru zaman 2014 yılının kasım ayının son günleriymiş.

Luca Turin'in kitabında Aramis, deri şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan verdiği Aramis'i çok beğenmiş bay Turin. Eski Amerika başkanı George Bush'un da kullandığı parfümlerden birisiymiş Aramis. Bu küçük bilgiyi de vermiş olayım.

Parfümün tasarımcısı çok önemli parfümörlerden  Bernard Chant. Bay Chant, kayıtlara göre en son 1977 yılında Aramis - Devin'i tasarlamış ve ondan sonra başka parfüme imza atmamış. Sadece 6-7 adet parfüme imza atmış Chant ama hepsi birer klasik olmuş durumda. Gres - Cabochard, Estee Lauder - Estee, Clinique - Aromatics Elixir, Aramis 900, Devin ve Aramis Classic. Bu müthiş eserlerin hepsine imza atmış Bernard Chant.


Tam bir kış parfümü olduğunu söylemek durumundayım. Herşeyiyle bir erkek parfümü o. EDT formülasyonuna sahip Aramis'in 48 yıl içinde defalarca reformüle olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmamalı. Eski formüllerinin çok daha sert, kalıcı ve saldırgan olduğu söylenen Aramis'in, benim denediğim güncel versiyonun çok agresif olmadığını söylemek durumundayım. Denemeden alınmayacak parfümlerin başında geldiğini belirteyim ki sonrasında kokusunun karşısında küçük çaplı şok yaşamayın.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

27 Kasım 2014 Perşembe

Adalet?

Devletler zalimdir.


25 Kasım 2014 Salı

Bond No.9 – New York Amber (2011)


Bond No.9 – New York Amber (2011)

"Hemen bütün dillerde ambra ve amber şekillerinde bulunan amber kelimesinin aslında Arapça anber olduğu ve İspanyolca aracılığıyla Avrupa dillerine geçtiği kabul edilmektedir. Ancak anberin Arapça’dan türemesi mümkün değildir ve bu dile Pehlevîce (Parthça, Orta Farsça) aracılığıyla Grekçe ambrosia (a-mbrotos “ölümsüz, ilâhî”) kelimesinden bozularak sonradan girmiştir. Homeros’tan (m.ö. IX. yüzyıl) itibaren pek çok Grek ve Latin yazarının açıkladığına göre ambrosia mitolojide, tanrıların ölümsüz olmalarını temin eden ve yiyen fânileri de ölümsüzleştiren özel yiyeceğin adıdır ve güzel kokan bu yiyecek aynı zamanda tanrılar tarafından vücutlarına ve saçlarına da sürülebilmektedir. Bu durumda, İskender’den sonra Hindistan’da başlayan Doğu Helenizmi sırasında hakîmlerin (filozof-hekim), ihtiyarlık rahatsızlıklarına iyi geldiği için onları gençleştirdiğine inanılan ve mahiyeti de esrarlı olan bu güzel kokulu okyanus ürününü, ölümsüzlerin yiyeceği efsanevî ambrosiaya benzetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilere göre amber Avrupa’ya XIII. yüzyılda Endülüs Arapları tarafından tanıtılmış ve ambra/amber kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmiştir. Avrupa dillerinde reçine fosili olan kehribara da, amberin içinde hazmedilememiş hayvan parçacıklarının bulunması gibi içinde sinek, böcek vb. bulunması ve ısıtılınca güzel kokması sebepleriyle ambere benzetilerek aynı isim verilmekte ve birbirlerine karıştırılmamaları için de amber ambre gris, ambergris “gri amber”, kehribar da amber jaune, yellow amber “sarı amber” şeklinde söylenmektedir." (http://www.tdvia.org)

Yukarıdaki alıntı, Türkçeye kehribar olarak geçen amber ile ilgili bilgilerimizi teyit eder nitelikte. Tabii amber ile ilgili en büyük karışıklık amber taşı ve amber sıvısının tamamen farklı olmalarını bilmemekten kaynaklanıyor. Taş olarak doğada binlerce yıldır bulunan amber taşı, özellikle Baltık Denizi civarlarında çokça çıkarılıyor. Parfümcülükte kullanılan amber ise tamamen farklı çoğumuzun bildiği üzere.

Amberin, aynı vetiver gibi parfümlerin son fazında, sağlam bir alt nota elemanı olmasına alışığız. Niş ve anaakım onlarca markanın amber temalı parfümünün, boşu boşuna üretilmediği, arz-talep dengesine göre hareket edildiği söylenebilir. Bu kadar çok markanın amber temalı parfüm üretmesi, insanların bu yönde isteklerinin olduğunu gösteriyor bize. Yoksa bu kadar çok amber temalı parfümü kim alır ve kullanır ki?

Nedendir bilinmez, parfümcülükte kullanılan amber, hepimizin bilinçaltına genellikle köklerini doğudan aldığı yönünde kazınmış. Egzotik Arap-Ortadoğu-Hint coğrafyalarını çağrıştıran amberin aslında pek de doğu ile ilgili olmadığı görülüyor. Amber parfümlerinin ve özel olarak amber kokusunun doğunun gizemciliğini çağrıştırmasının sebebi, muhtemelen yaydığı o dumansı ve egzotik hava olduğunu düşünüyorum. Evet amber müthiş bir koku ve sanırım bende bir amber severim.


Amber kokusu ile ilişkim, Serge Lutens'in müthiş Ambre Sultan'ını denediğimden itibaren karmaşık hal almış durumda. Bu tür derin ve gizemli amber kokularını çok severken, Creed'lerin bazı yeni nesil popüler parfümlerinin alt notalarındaki gibi parlak ve yapay kullanımını ise bir türlü sevemiyorum. Bizimkisi bir aşk-nefret ilişkisi belki de.

Ve günlerden bir gün, 2011 yılının serin Ekim ayında, New York'un kalbinden çıkmış Bond No.9 niş parfümevi, amber temalı parfümünü piyasaya sürer. New York Amber ismindeki parfüm, adından da anlaşılacağı üzere markanın "New York" serisinin üyesi. 2014 yılının bu son aylarında, serinin sandal ağacı temalı kokusu da raflardaki yerini aldı. Bu seri 2011 yılında Amber ve Oud parfümleri ile başladı. Şimdilik beş parfümden oluşan New York serisi, sadece nota isimleri ile ilerliyor. New York Musk, New York Patchouli, New York Sandalwood, New York Oud ve New York Amber gibi. Muhtemelen New York serisinin en popüler ve en tartışılan üyesi New York Amber’dir. Kendi sitelerinde New York Amber’i, Midtown başlığının altında sunmuşlar. Artık bu arkadaşı daha yakından tanıyalım.

Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış New York Amber'i üzerime sıktığımda beni canlı ve pozitif bir koku karşılıyor. Tatlımsı meyvemsi gül ve yumuşak baharatlar çok lezzetli ve güzel. Baharatların karabiber ve küçük hindistan cevizi olduğunu düşünüyorum. Üst notalar olabilecek en iyisi adeta. Orta notalarda biraz çiçeksi yanını göstermeye başlıyor. Güle yasemin eşlik ediyor. Ve tabii safran hoş bir sürpriz yapıyor orta kısımda. Hissedilir oranda da öd ağacı algılıyorum. Fakat ağırlık yasemin destekli gül-öd ikilisinde. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Alt notalarda amber artık etkili. Fakat pek de sevmediğim şekliyle parlak ve neredeyse yapaylık sınırında. Ambere misk ciddi anlamda arkadaşlık ediyor. Biraz da sandal ağacı mı var? Var var...


New York Amber, isminin aksine amber kokusu üzerine inşa edilmemiş. İlk saniyelerden itibaren tatlımsı, modern ve hiperaktif gül dümeni ele geçirmiş ve isyan bayrağını açmış gibi görünüyor. Lezzetli ve enfes üst notalar çoğu kişinin kalbini çabucak çalacak cinsten. Zaten benim de açık ara en sevdiğim yeri oldu başlangıcı. Orta bölümden itibaren çiçeksiliğin dozunun artması ve zor bir nota olan öd ağacının eklenmesi işleri karıştırıyor. Yumuşak verilmiş baharatlar durumu kurtarmaya çalışıyor neyse ki. Fakat hala başlangıcında aklım. Poff... Sonları ise en bana uzak bölümü. Sulandırılmış hissi veren misk gayet sıradan. Amber, tuhaf ve uyumsuz. Sandal ağacı ise kendisini ve karakterini bulamamış. Kapanışı olmamış be Bond No.9.

İsmine binaen yahşi ve kütleli amber kokusu bekliyordum. Bu parfüm, ismiyle kokusunun uyumsuzluğuna eşgüdümlü olarak amber parfümü değil gül-öd ağırlığına sahip. Çoğu zaman Arap-Orta Doğu kökenli veya esinli parfümlerde rastladığımız yarı-gül suyu/güllü hacı yağı esansına yakın verilmiş gül-öd ikilisi parfümü alıp götürüyor orta notaların sonlarına kadar. Bir yorumcunun dediği gibi bu parfümün adını New York Amber değil de New York Rose koysalarmış hiç de garip durmazmış. Hatta genel tarzının Montale parfümlerini andırdığını söyleyen arkadaşa hak vermemek elde değil.

Geleyim sadede ve gerçeklere. New York Amber harika bir parfüm mü? Bence değil. Abartıldığı kadar güzel mi? Cık. O, başyapıt mı? Tabii ki hayır. Bence herkesin sevebileceği bir gül-baharat-amber parfümü. Sadece bu... Onda ne Jubilation XXV'in asaleti var ne Chergui'nin egzotizmi mevcut ne de Ambre Russe'in derinliği bulunuyor. Evet rakipleri arasında, bayık olmayan ve gül suyu kokmamaya çalışan bir parfüm. Ve bence bu alanda da iş yapar ama New York Amber ile ilgili büyük hayaller kurmayın. Çünkü o, şaşırtıcı derecede tekdüze, derinlikten yoksun ve detaysız. Genel olarak aynı çizgide ilerlemesi, neredeyse hiç değişmemesi uzun kullanımda sıkıcı olacağı izlenimi verdi bana.


Yukarıdaki paragrafı okuyup, hemen kararınızı vermeyin. Sonuç olarak New York Amber kötü bir parfüm değil. Hatta bu tür Arap-Ortadoğu çizgisine yakın gül-öd-safran-çiçek-sandal ağacı temalı parfümlerin en modern, kullanılabilir ve sevilebilir örneklerinden birisi. Sağlam, kaslı ve fit. Her ne kadar ismindeki amber çoğu zaman geri planda kalıp sizinle saklambaç oynasa da şans verilmesi gereken eserlerden birisi. Belki de tam aradığınız parfüm budur. Kim bilir.

Ten-kumaş karşılaştırmasına geçeyim. Ten üzerine uyguladığım New York Amber, daha değişken oldu. Yumuşak baharatlar, safran, yasemin ve misk öne çıktı. Ten üzerinde başlangıçta gül-öd ikilisi baskınken, ilerleyen saatlerde bu iki aktör daha geride durmayı tercih etti. Kıyafete uyguladığımda ise meyvemsi kırmızı gül ve öd her zaman baskındı. Kumaşta neredeyse hiç değişim geçirmeden sevimli bir gül kokusu halini aldı. Şu haliyle ben kumaş üzerindeki halini daha çok sevdim. Tende beklediğim tepkileri vermedi.

Eau de Parfum (EDP) formundaki New York Amber'in kıyafet üzerinde kalıcılığı etkileyici. Günlerce montunuzdan kokular gelmeye devam ediyor. Tende ise bir güne yakın kalıyor. Farkedilirliği başlangıçta gayet iyi, sonraki saatlerde normale dönüyor. Çoğu kişi çok farkedilir ve güçlü olduğundan bahsediyor New York Amber'in. Ben o kadar da saldırgan olmadığını düşünüyorum. Evet etraftan hissediliyor ama boğucu ya da bunaltıcı tarafı yok. Bu durumda, yumuşak koku formuna sahip olmasının etkisi var bence.


Hem kadınlar hem de erkekler için uygun olduğu söylenen New York Amber'i zaman zaman kadın kullanımına yakın buldum. Belki baskın olan gül, kadın parfümlerini çağrıştırdığı için öyle düşünüyorum. Erkeksi bir koku beklemeyin çünkü değil. Çok genç arkadaşların hoşuna gideceğini sanmıyorum. Biz yine otuz yaş ve üzerine uyar diyelim ve adet yerini bulsun. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Kendi sitelerinde 50 ml.si 275 dolara satılan New York Amber’i denemeden almak, beğenmemeniz durumunda bütçenizde ve ruhunuzda ciddi yaralar açabilir. Benden söylemesi.

Koku Güzelliği:10/7

21 Kasım 2014 Cuma

Clive Christian – V for Women (2012)


Clive Christian – V for Women (2012)

Mütevazi bir evde çocukluğunun geçtiğini öğreniyoruz Clive Christian'ın. Sanatçı bir annenin oğlu olan genç Clive, 26 yaşında ilk mobilya tasarımlarını yapıyor. Genel olarak mutfaklara ilgi duyuyor ve o alanda çalışmaya karar veriyor. 1978 yılında mutfak tasarım şirketini kuruyor. İsmini de kendi ismi olan Clive Christian koyuyor.

Çok lüks mutfaklar tasarlayan Clive Christian, İngiltere'nin ünlü markalarından birisi haline geliyor zamanla. Dünya çapında verdiği bayilikleri ile büyümesini sürdürüyor şirketi. Ne oluyorsa 1999 yılında oluyor ve parfümlere ilgi duymaya başlıyor. Tabii sadece basit bir kullanıcı olarak kalmıyor ve parfüm alanında ürünler vermeyi kafasına koyuyor. Herhangi bir parfümörlük bilgisi olmadığı için, İngiltere merkezli ünlü Crown Perfumery'nin kapısını çalıyor. Hatta sadece çalmakla kalmıyor markayı satın alıyor görüşmelerden sonra. Bu tarihi markanın gücünü kullanmak istiyor belki de. Sonrasında da kendi ismiyle Clive Christian markasını hayata geçiriyor. Zaten Clive Christian parfümlerinin şişeleri, Crown Perfumery'den esinleniyor.

Marka 1999 yılında ilk eserlerini verdi. "Original Collection" ismini verdikleri ilk seride üçü erkek üçü kadın olmak üzere altı parfüm vardı. Daha sonra 2010 yılına kadar hiç parfüm çıkarmadan bekleyip "Private Collection" serisini hayata geçirdiler. Bu seride de aynı şekilde altı parfüm var. İşte bugün bahsedeceğim V for Women, 2012 çıkışlı "Private Collection" mensubu bir arkadaş. Anlaşılacağı üzere kadın parfümü olarak piyasaya sunulmuş durumda.


Bay Christian'ın kızı ve parfümlerinin dünya lansmanlarını gerçekleştiren Victoria Christian bir söyleşisinde V isimli parfümlerinin, kendi isminin baş harfinden esinlendiğini söylüyor. Özel serinin diğer parfümü C'de, markanın kurucusunun (Clive) isminin baş harfinden ilham alınmış. Yani Clive Christian'ın özel seri parfümlerine C ve V isimlerinin konulması, baba-kızın adları sayesinde olmuş. Ve bayan Victoria bu durum için kısaca şöyle söylemiş:

"V parfümleri (erkek ve kadın), özel serimizin ikinci olarak piyasaya çıkan kokularıdır. İlk özel seri parfümlerimiz C isimli kokularımızdı. Babam, ismi V konulacak parfümlerimizi önce bana gösterdi. Tabii ben onları birkaç ay sonra koklayabildim. Ben babamın büyük kızıyım ve kariyerimi bırakıp onun şirketine katılmıştım. Her zaman için babamın parfüm tutkusunu paylaştım. Clive Christian marka mirasının bir parçası olmak benim için gerçekten bir onur ve ayrıcalıktır."

V for Women için "beyaz çiçeklerden oluşan şipre" diyebiliriz. Parfümü üzerime sıktığımda beni çok yoğun bir koku karşılıyor. Tozlu, eski tarz kuru şeftali üst notalarda dikkati çekiyor. Şeftaliye nostaljik bergamot eşlik ediyor. Başlangıcı fazlaca tatlılık barındırmıyor ve çok olgun kokuyor. Hafiften Mitsouko esintisi var sanki başlangıçta. Orta bölüme geçildiğinde meyvemsilik gerilerde kalıyor. Çiçekler öne çıkıyor cesurca. Yasemin, sümbül, papatya ve portakal çiçeği... Orta bölüm başlangıcı gibi hala eski ve tozlu kokuyor. Kadınsı yanını orta notalarda fazlasıyla gösteriyor. Geleyim sonlarına. Alt notalarda neredeyse erkeksi, cazibeli ve vurucu paçuli var. Yine tozlu ve tatlılık barındırmıyor. Biraz da misk ve meşe yosunu eşlik ediyor paçuliye. Böylece de tenden ayrılıyor.


V For Women, tam bir çiçeksi şipre. Çok çok eski kokan parfümün 2012 yılında piyasaya sürüldüğüne inanmak zor. Rahatlıkla 1960'lı yılların kadın parfümlerine benzediği söylenebilir. Başlangıcındaki tozlu bergamot-şeftali ve muhtemelen biber, çok dinamik ve saldırgan. Erkeksi nüanslar da taşıyan üst notaları sevdiğimi söylemeliyim. Orta bölümde çiçekler yönetimi ele alıyor. Biraz kadınsılık artıyor burada. Yoğun kullanılmış beyaz çiçekler için hafiften Thierry Mugler - Alien benzetmesi yapabilirim. Tabii baştaki eski-köhne hava hala devam ediyor orta bölümde. Sonlarda müthiş bir paçuli ortaya çıkıyor. Meşe yosunu ve misk ile desteklenmiş paçuli tatlı kokmuyor. Alt notalardaki paçuli Bandit-Aromatics Elixir tarzına yakın fakat onlar kadar karanlık ve korkutucu değil. Sonları çok iyi denebilir.

V for Women'in bana yakın gelmeyen tek tarafı orta bölümdeki keskin ve dolgun çiçeksilik. Beyaz çiçekleri çok sevemiyorum parfümlerde. Hele bu tür kuru ve tozlu beyaz çiçekler hiç bana göre değil. Orta bölümü saymazsam başları ve sonları çok güzel V for Women'in. Etkileyici, sarsıcı, vurucu ve akılda kalıcı bir parfüm. Çok iddialı, güçlü ve sağlam. Gerçek bir parfüm kullandığınızı hissettiriyor size.

Dünyanın en pahalı parfümlerini üretmekle övünüyor Clive Christian. Ve bu kadar astronomik sayılabilecek fiyat etiketine sahip parfümden beklentiler de haliyle yüksek oluyor. V for Women bence beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Bir kere eski tarz şiprelere öykünmüş kokusu yeterince gerçekçi ve doğal. Yapaylığın hissedilmediği parfümün kalite hissiyatı gayet yüksek. Tek kusuru olarak çok değişkenlik yaşanmaması gösterilebilir. Genelde aynı çiçeksi-paçuli ekseninde ilerliyor kokusu. Üst-orta-alt nota ayrımı bariz değil.


Her ne kadar tekdüze ilerliyor gibi görünse de geri planda derin ve tutkulu kokuyor V for Women. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence orta bölüm dışında erkeklere rahatlıkla yakışacaktır. Özellikle tozlu paçuli kullanımı gayet erkeksi bile diyebilirim. Bu parfümü, Tom Ford'un White Patchouli'sine benzettim. Hatta ufakta olsa Bandit ve Mitsouko'dan da izler var. Bu anlamda kendisine parfüm dünyasının önemli kadın klasiklerini örnek almış gibi görünüyor.

V for Women'in kokusunu tasarlayan kişinin Geza Schoen olduğu bilgisi var kimi yerlerde. Muhtemelen doğrudur. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak 35 ve üstündeki kadınları hedeflediğini düşünüyorum. Her ortamda kullanılamayacak, özel anların ve farklı ambiansların kokusu gibi duruyor.

Son olarak kalıcılık ve farkedilirliğinden bahsedeyim. Clive Christian'ın parfümleri Pure Perfume olarak geçiyor kendi sitelerinde. Yani parfümün en yüksek konsantre halinden bahsediyoruz. V for Women'da Pure Perfume'un nasıl bir şey olduğunu fena şekilde burnunuza vuruyor. Her seferinde sadece bir fıs kullandığım V for Women, bu haliyle inanılmaz kalıcı ve farkedilir oldu. Hatta tek bir fıs çoğu zaman fazla bile geldi ve boğucu oldu. Çok güçlü ve yayılımı fazla olan bir parfüm. Aman dikkatli kullanın çünkü fazla uygulamak rahatsız edici olacaktır. Uzun zamandır bu kadar güçlü bir parfüm kullandığımı hatırlamıyorum. Bu anlamda akıl almaz fiyatının hakkını veriyor.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7