28 Eylül 2015 Pazartesi

Yves Saint Laurent – Manifesto (2012)


Yves Saint Laurent – Manifesto (2012)

Sonbaharın, melankolik, hüzünlü ve tuhaf bir burukluk duygusu vardır. Hatta "hayatın sonbaharı" deyimi de uygun düşer sanırım hüzünlü burukluğa. Cıvıl cıvıl yaz mevsiminin bitmesinin hüznü müdür acaba sonbaharın ki? Hüzün duygusunun sadece sonbahar ile ilgili olduğunu sanmıyorum. Orhan Pamuk'un henüz yeni okuma şansı bulabildiğim İstanbul kitabında, kendi hayat hikayesini anlatırken en çok kullandığı kelimelerden birisiydi hüzün. Orhan Pamuk'un çocukluk ve gençlik dönemlerinde hüzün duygusunun böylesine yer kapladığını hiç tahmin etmezdim. Sanırım hüzün konusunda benzer şeyler hissediyoruz Orhan Pamuk'la. İstanbul kitabını okurken, kendi çocukluğumdan da küçük benzerliklere rastladım. Onun için hayat hikayelerini okumayı her zaman sevmişimdir. Çünkü her insanın hayatı kendi içinde ayrı bir dünyadır.

Televizyonlarda şehit haberleri verilirken, balkona çıktığımda bol eğlenceli bir Ege düğününün müzikleri geliyor uzaklardan kulağıma. Diğer taraftan bir futbol maçını gözünü kırpmadan izleyenler ve onların hemen yüz metre ilerisinde ISFF'in organize ettiği kısa film festivalinin son gösterimi gerçekleşiyor. 26 Eylül Cumartesi akşamı bu dört durum aynı anda yaşanıyor. Türkiye'nin bir ucundaki aileler bin bir zorlukla yetiştirdikleri evlatlarını kaybetmenin acısıyla göz yaşlarına boğulurken, diğer tarafta mutluluklar, sevinçler yaşanıyor, kısa filmler çekiliyor, her golde abartılı şekilde bağırılıyor. Biliyoruz ki hayat devam ediyor, etmeli de. Hayat çok güçlü, çok büyük, çok tuhaf ve çoğu zaman anlamını çözemeyeceğimiz kadar karmaşık.

Bu serin Eylül akşamında, balkonda oturmuş, kollarım hafiften üşümeye başlamışken, ne yalan söyleyeyim parfüm yazmak gelmiyor içimden. Manic Street Preachers'ın enfes şarkılarıyla şehri seyretmek istiyorum. Sarı sokak lambalarını, uyumaya hazırlanan sokak köpeklerini, baz istasyonlarının yanıp sönen kırmızı ışıklarını, gökyüzündeki, hemen üstümde bulunan en parlak yıldızın hangisi olduğunu hatırlamak istiyorum. Bir taraftan da kolumun üzerinden yayılan kokunun analizini yapmaya çalışıyorum. "Kremsi yasemin mi tensel odunsular mı veya yeşillikler mi" hangisine yakın acaba bu koku? Hepsi birden mi yoksa hiç birisi değil mi?


Yves Saint Lauret'in yeni sayılabilecek kadın parfümü Manifesto, ismi gibi devrimsel bir manifesto sunmasa da modern kokuların hangi yönde ilerlediğinin ipuçlarını bize veriyor. Kendi sitelerinde yasemin, yeşil notalar, odunsular, vanilya ve tonka fasulyesine özellikle vurgu yapılmış. Manifesto'yu üzerime sıktığımda garip bir yapıyla karşılaşıyorum. Turunçgil desem tam anlamıyla değil, meyveler desem tam karşılamıyor. Tatlı başlangıcında yeşil karakterini gösteriyor ilk saniyelerde. Üst notaları sevip sevemediğim konusunda kararsızlık yaşasam da beğendiğimi söyleyebilirim. Kimileri başlangıçtaki bölümde siyah kuş üzümünden bahsediyor, evet olabilir. Orta bölümde yeşil yapı daha öne çıkıyor. Resmi tanıtımda bahsedilen yasemin orta kısımda belirginleşiyor. Fakat çok kadınsı bir yasemin değil. Yumuşak ve tatlı odunsu notalarla harmanlanmış yasemin neredeyse erkek kullanımına uygun. Başlangıcı kadar beğenmedim orta kısmı. Son bölümde lezzetli ve güzel bir vanilya var. Orta bölümdeki yeşil yapı, son kısımlara ulaşamıyor ve koku radikal değişime uğruyor. Zaten severim vanilyayı. Manifesto'nun kapanışında gayet başarıyla verilmiş vanilya. Parfümün açık ara en sevdiğim yeri oluyor kapanışı.

Kabul etmek gerekir ki yeni nesil bol tatlı parfümlerden birisi Manifesto. Modernizmden paçasını kurtaramamış görüntüsüyle, çok yaratıcı bir deneme olmadığı açık. Tatlılığın tonka fasulyesinden geldiğini düşünebiliriz. Tatlı yeşil yapıyı biraz Ange ou Demon'daki verilişe benzettim. Manifesto, ne tam anlamıyla çiçeksi ne odunsu ne yeşil ne de vanilyalı. Hepsinin karmaşık bileşimi gibi. Yüksek kaliteli değil fakat çarpıcı, benzersiz değil fakat dikkat çekici, fark edilir değil fakat kalıcı.

Manifesto, 2000'li yılların bol tatlı çiçeksi-odunsu kadın parfümlerine biraz yeşil ve vanilya eklenmesiyle hayata geçirilmiş bir arkadaşa benziyor. Dişi yanı öne çıksa da bende erkek kullanımına da uyabileceği izlenimi yarattı. Çok feminen olduğunu düşünmüyorum. Eğer Dior Homme'a erkek parfümü diyorsak, Manifesto'ya da uniseks kullanıma yakın diyebiliriz. Biliyorum, o kadın parfümü olarak sunuldu. Hatta şişesinin bir kadının siluetinden ilham aldığı bile belirtilmiş. Şişesi neye benzerse benzesin, bence erkek kullanımına uyabilir. Tabii karar sizin.


Şimdi bu tür ambiyans parfümlerinde genellikle teninizde iyi sonuç alamıyorsunuz fakat kıyafette veya bir kadının üzerinde çok daha sevebiliyorsunuz. Muhtemelen Manifesto öyle bir parfüm. Genellikle tenimde deniyorum parfümleri ama bu tür kokuları kıyafet üzerinde de deneyip, etrafa nasıl yayıldığını ve aurasını takip etmek gerekiyor. Hatta bunu çoğu parfümde yapmak faydalı olacaktır.

Parfümün tasarımını Anne Flipo ve Loc Dong birlikte yapmış. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği hem tenimde hem de kıyafette zayıf oldu. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın.

Koku Güzelliği:10/6.5

24 Eylül 2015 Perşembe

Nasomatto – Duro (2007)


Nasomatto – Duro (2007)

Her ne kadar geçtiğimiz aylarda Alessandro Gualtieri'nin "Nasomatto öldü, yaşasın Orto Parisi" minvalindeki sözü aklımı meşgul etse de Nasomatto'nun parfümleri hala birçok yerde satışta. Açıkçası Alessandro Gualtieri bu sözünden sonra Nasomatto'nun parfümlerini kullanma ve yazma isteğim oldukça azaldı. Diğer taraftan da bu ilginç markanın parfümleri hala bir şekilde merakımı cezbediyor. Henüz deneyemediğim Pardon, Absinth ve Blamage'i kullanıp kullanmama konusunda kararsızdım. Gördüğüm kadarıyla Nasomatto'nun ölümü yavaş yavaş olacak.

Duro, Nasomattolar arasında ilgimi çeken işlerden birisi olmadı. Belki de hakkında okuduğum yorumlar, ön yargı oluşmasını sağlamış olabilir. Kimilerinin 2007 kimilerinin 2008 yılı çıkışlı olduğunu söyledikleri Duro, markanın ilgi gören parfümleri arasında. Yurt dışı merkezli platformlarda seveni olduğu kadar oldukça eleştireni de var Duro'nun. Yani biraz "ya aşık olursun ya nefret edersin" klişesine uygun gibi görünüyor Duro.

Kendi sitelerinde tek bir cümle dışında hiç açıklama veya tanıtımı yok Duro'nun. İtalyanca ve İspanyolca'da erkeksi bir sertliği ve zorluğu ifade eden Duro kelimesi, parfümün yönünü de bize açıklıyor. Kendi sitelerindeki tek cümlelik tanıtımda parfümün erkeksiliğine vurgu yapılıyor. Parfümü kullandığım zamanlarda ise onun başlangıcı dışında "sert" tarafına rastlamadım.


Duro'nun başlangıcı, ayakkabı boyacılarının dükkanlarına girdiğiniz anda burnunuza gelen kalitesiz deri ile cami kenarlarında satılan ve uzun zamandır güneş altında durmaktan bozulmuş ve kokusu dayanılmaz hale gelen amberli hacı yağlarının hastalıklı bir karışımı gibi. Sanayi sitelerine girdiğinizde etraftan gelen çeşit çeşit motor-şanzıman yağı, artık kullanılamaz haldeki gelişi güzel bırakılmış lastikler, ne işe yaradığı pek belli olmayan yuvarlak ve yağlı bidonlar, çocuk yaşta babaları tarafından sanayiye çırak olarak verilen yoksul ailelerin gariban evlatlarının üzerlerindeki simsiyah ve haftalardır yıkanmadığı kokusundan belli olan işçi tulumları gibi Duro'nun başlangıcı. Demir kapıların üzerine sürülen siyah renkli pas koruyucu ve astar, yeni aldığınız kauçuk araba paspaslarının kokusu, köhnemiş ve ismi hiç duyulmamış benzin istasyonları gibi de diyebilirim.

Kısacası Duro'nun üst notaları endüstriyel atıklarla dolu büyük bir araba tamirhanesinin içini andırıyor. Aynı zamanda gayet zorlayıcı, irkiltici, şüpheye düşürücü (acaba üzerimdeki parfüm mü dedirtebilecek bir şüphe), tuhaf ve karanlık. Bir korku filminin başlangıcındaki gerilimin benzerini yaşıyorum Duro'nun ilk saniyelerinde. Seyrettiğinin film olduğunu bildiğin halde yine de içiniz çekilir ya çoğu zaman korku filmlerinde, Duro'nun da parfüm olduğunu biliyorum ama yine de koklayasım gelmiyor üst notaları.

Orta kısımda radikal bir değişim söz konusu. Yavaş yavaş nüfuz eden orta notalarda artık ne deri var ne de amber. Orta kısımda hakimiyet, yumuşak öd ağacı, sandal ağacı ve miske geçiyor. Çok farklı olmayan öd-sandal ağacı teması gayet yumuşak, sakin, tek düze ve derinlikten yoksun. Orta bölümde en rahatsız olduğum nota misk. Seyreltilmiş hissi veren misk, orta kısmın ve öd ağacının sıcak-cazibeli havasını alıp götürüyor. Çoğu kişi öd ağacından bahsetse de bence sandal ağacının önemli katkısı var orta bölüme. Neyse ki başlangıcından daha sevilebilir buldum orta notaları.


Alt notalar, orta notalarla paralel ilerliyor. Yumuşak odunsu notalar kapanışta etkili. Öd ve sandal ağacı sonlarda destek veriyor yumuşak odunsulara. Çok farklı ve çarpıcı kapanışı yok Duro'nun. Yine de kötü demek haksızlık olur.

Görüleceği üzere parfümü iki bölüme ayırabiliriz. Başlangıçtaki ilk bölüm, ismi gibi sert ve haşin. Karanlık kuru derinin ve katranımsı amberin etkisiyle koyu, dolgun ve saldırgan başlangıç, 10-15 dakika sonra yerini yavaş yavaş stabil öd ağacı-sandal ağacı-misk üçlüsüne bırakıyor. Orta kısımdan itibaren sert bir yanı kalmıyor Duro'nun. Başlangıçtaki bariz erkeksilik esintisi, yerini uzlaşmacı bir yumuşamaya bırakıyor. İlk bölüm zorlu, ikinci bölümse avama yakın.

Nereden hatırlıyorum bu kokuyu? Hmm bir düşüneyim. Başlangıçta Lutens'in Cuir Mauresque ve Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit etkisi olabilir. Orta kısımdaysa M7,  Bentley For Men Intense'in sonları, Original Santal'ın daha rafine hali gibi. Duro bu haliyle benimseyebileceğim gibi değil. Azıcık yapaylık ve bence bariz de uyumsuzluğa sahip. Kokusu köşeli, sevmesi zor, günlük hayatta kullanması riskli, övgüler yerine eleştirilerle yüz yüze bırakma ihtimali var sizi.


Alessandro Gualtieri gibi isimden sıradan parfüm beklemek hata olur. Nasomatto'nun parfümleri ve 30 ml. şişeleri her zaman ilgimi çeker. Hani bazı markalara anlamlandıramadığınız çekim hissedersiniz. Nasomatto da benim için böyle bir marka fakat Duro'da işlerin pek başarıyla kotarıldığını düşünmüyorum. Evet onun tarzı sıra dışı ama bazen uçmanın ya da farklı olmanın da sınırı olmalı. Dahice işler yapmak ile saçmalamak arasında çoğu zaman ince bir çizgi vardır. Bunu sadece parfümler anlamında söylemiyorum. Hayatın genelinde geçerli bir yaklaşım bana göre. Onun içindir ki çoğu kişi son elli yıldaki modern sanatı abuk ve aptalca bulur. Benim Alessandro Gualtieri'nin işlerine saçma ya da aptalca dediğim çıkartılmamalı buradan ama bay Gualtieri'nin Duro'suna övgüler yağdırmayı düşünmüyorum. Çünkü Duro'nun ham, bezgin ve sıkıcı olduğu izlenimine sahibim. Başlangıca biraz karanlık deri-amber ekleyip, sonlara da sıradan öd-misk-sandal ağacı yerleştirip, bizi tavlayabileceğini düşünüyorsa yanılır, hem de oldukça yüksek bir fiyata sadece 30 ml. kokulu sıvı vererek.

Black Afgano'nun kışkırtıcı karakterini, Hindu Grass'ın hippi ve bohem çiçek çocuk tavrını sevmiştim. Kullandığım üçüncü Nasomatto olan Duro'da ise ne söylemeye çalıştığını anlayamadım Alessandro Gualtieri'nin. Duro'nun tematik olduğu kesin de hangi tema? Amaç ne? Ve kime sesleniyor? Evet bana seslenmediği açık fakat siz bu tür kokuları seviyorsanız denemenizde fayda var. Belki sizi kalbinizin bir yerinden yakalar Duro.

Luca Turin'in kitabında odunsu amber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir verilerek en kötü parfümler listesine konulmuş. Bay Turin düşük puan verme durumunu biraz abartmış olsa da, benden en fazla üç puan çalışırdı sanırım Duro'ya.


Duro, diğer Nasomattolar gibi Extrait de Parfum konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği daha iyi olabilirmiş bu kadar yüksek konsantrasyona göre. Bazı kullanıcılar onun “ağır ve güçlü” olduğunu söyleseler de, fark edilirliği normalin altında gibime geldi. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Bazı yerlerde onun uniseks olduğu söylense de pek itibar etmeyin. Kendi sitelerinde bile erkeksiliğe vurgu yapılıyor.

Parfümün tasarımcısı ve Nasomatto'nun kurucusu Alessandro Gualtieri'nin, bir söyleşide, Duro ile ilgili söylediği (muhtemelen şaka ile karışık) şu sözü de tarihe küçük bir not olarak düşelim: "This is from my groin!"

Koku Güzelliği:10/6

21 Eylül 2015 Pazartesi

Bentley – Infinite Intense (2015)


Bentley – Infinite Intense (2015)

“El yapımı lüks, kusursuz tasarım ve nefes kesici performans… Tüm bunlar, erkeklere özel Bentley motorları ve Bentley parfümlerinin önemli özellikleridir. Bentley parfümlerinin yeni Infinite serisi, dinamizm ve heyecana atıfta bulunarak incelikle tasarlanmış lüks bir dünya sunar.

Infinite parfümleri, sportif ve modern bağlamda lüks ve zarif arabalara olan bağlılığı yansıtmaktadır. Modern dokunuşları el işi tasarımına eklenmiştir.

İnfinite parfümleri, maceraya, prestije ve adrenaline düşkün erkekler için tasarlandı. İstediklerini gerçekleştiren, sınırları ortadan kaldırmaktan haz alan ve hep ileriye giden erkekler için. Kendini canlı hisseden ve yaşamın her anından zevk duyan erkekler için.

Keşfetme lüksünün tadına varın.”

Bentley parfüm biriminin, 2015 çıkışlı Infinite ve Infinite Intense için hazırlanan tanıtım kampanyasının bir bölümünü oluşturuyor yukarıdaki satırlar. Parfüm koleksiyonunu sürekli büyüten Bentley, beklediğimden daha iyi işlere imza atıyor. Geçtiğimiz aylarda kullandığım Infinite’i fena bulmamıştım. Bu aralar ise EDT olan Infinite’in EDP kardeşi Infinite Intense’i kullanmaktayım. Ara ara kullanıyorum Infinite Intense’i. En uzun süreli ve tekrar tekrar kullandığım dönem olarak içinde bulunduğumuz Eylül ayının ortalarını söyleyebilirim.


Bentley’in büyük marka değerini düşündüğümüzde parfümlerinin de belli bir çıtanın üzerinde olduğu söylenebilir. Parfümlerini çoğu zaman dünyanın en bilinen parfümörlerine tasarlatıyorlar. Tanıtımlarına ise gayet ciddi şekilde hazırlanıyorlar. Ne diyelim umarız bu ciddiyetlerini devam ettirirler.

Bir süredir kullandığım Infinite Intense, kardeşi Infinite gibi 2015 çıkışlı. Aromatik ağaçsı olarak sınıflandırılmış. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir yapıyla karşılaşıyorum. Tatlılık barındırmayan kuru kara biber ve lavantanın üst notaları oluşturduğunu düşüyorum. Beklenenin aksine turunçgilli bir açılışı yok. Başlangıcı gayet güzel. Orta kısımda reçinemsi metalik vetiver ve metalik baharatlar etkili oluyor. Lavanta da hala kendisini hissettiriyor. Başlangıcı kadar sevdiğimi söyleyemem orta kısmını. Son bölümde yüksek kaliteli sedir ağacına yine gayet başarılı vetiver eşlik ediyor. Orta bölümdeki yapaylık, sonlarda bir hayli azalıyor. Kapanışı açık ara en sevdiğim yeri oldu.

Infinite Intense genel anlamda odunsu kokuya sahip. Sedir ağacının etkisi büyük. Daha sonra kara biberin önderliğindeki kuru baharatlardan bahsedilebilir. Üçüncü öge tabii ki vetiver. Orta bölümdeki metalik vetiverin verdiği hissiyat Iso E Super ya da metalik ambere benziyor. Muhtemelen benim vetiver zannettiğim bu kadifemsi metaliklik Iso E Super’den geliyor. Kapanışta neyse ki vetiver daha doğala yakın hale geliyor.


Infinite Intense fazlaca tatlılık barındırmayan gayet erkeksi bir deneme. Kuru, modern ve iddialı. Günümüzün yeni nesil şekerli odunsularına benzemiyor. O daha çok metalik hissiyatı kullanıyor. Bu şekilde kokusunu cazip hale getiriyor ama kalite anlamında taviz veriyor. Yapaylık sınırındaki bu metalik hissiyat, orta notalarda tavan yapıyor. Sonlarda azalıyor.

Bentley’den yine farklı bir eser gelmiş. Çok fazla benzerine rastladığımı hatırlamıyorum Infinite Intense’in kokusunun. Bazı yurt dışı merkezli platformlarda Terre d’Hermes’e benzetiliyor. Bence benzer DNA’ya sahipler ama farklı kokulara sahipler. Terre d’Hermes portakal temasına yakınken, Infinite Intense baharatları öne çıkarıyor. Ayrıca Terre d’Hermes’in daha doğal harmanı varken, Infinite Intense’in biraz yapay olduğunu düşünüyorum. Belki iki parfümdeki vetiver, sedir ağacı ve Iso E Super kullanımı benzetilebilir.

Sonuç olarak farklı ve çarpıcı bir parfüm. Her gün karşınıza çıkmayacak, şekerli parfümleri sevmeyenleri memnun edecek, orta yaştaki erkeklere ve takım elbiseye uyacak, yarı resmi ortamlarda sırıtmayacak bir arkadaş. Çok detaylı mı? Değil. Çok derin mi? Değil. Yüksek kaliteli mi? Pek sayılmaz. Ama yine de birbirinin aynısı sıkıcı piyasa parfümlerinden bir nebze farklı yerde durduğunu da söylemem gerekiyor.


Kokusunun tasarımına ünlü burunlardan Nathalie Lorson imza atmış. EDP konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Ertesi gün bile hem teninizde hem kıyafette kendisini hafif hafif hissettiriyor. Fark edilirliği başlarda iyiyken ilerleyen dakikalarda ortalamanın biraz altına geriliyor. Çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Bence serin ilkbahar-sonbahar dönemine daha uygun.

Son bir bilgi daha vereyim. İnfinite gibi Infinite Intense’in şişesine, ünlü tasarımcı Thierry de Baschmakoff imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

16 Eylül 2015 Çarşamba

By Kilian – Love (Don’t Be Shy) (2007)


By Kilian – Love (Don’t Be Shy) (2007)

İtiraf etmeliyim ki doğada marshmallow isimli bir bitkinin olduğunu ilk defa bu günlerde duydum. Marshmallow'un Türkçe karşılığı olarak bazı sözlüklerde hatminin karşıma çıkmış olması tesadüf olmasa gerek. Çoğumuz gibi marshmallow'u, "genellikle şeker ya da mısır şurubu, su, sıcak su içinde yumuşamış jelatin,  tatlandırıcılarla sünger kıvamına getirilerek hazırlanmış modern formlu bir şekerleme" olarak biliyorum.

"“Marshmallow” isimli bitkiden üretilen “marshmallow” şeker olarak mutfaklara girmeden evvel medikal özelliklerinden dolayı tıpta kullanılırmış. Boğaz ağrısına iyi geldiğine inanılan “marshmallow”, ilk olarak eski Mısır’da bitkinin sapının fındık ve bal ile karıştırılmasıyla şeker olarak tüketilmeye başlanmış. Bir diğer üretim şekli ise günümüzdekine yakın modern bir tarif. Bu tarife göre bitkinin sapları yerine bitkinin gövdesinin kullanılması tercih edilmiş. Şeker şurubu içinde haşlanan bitkinin gövde ile sapları çıkarılır ve yumuşak, sakızımsı, süngerimsi bir öz elde etmek için kurutulurmuş."

"Parfüm Merakı nereden çıktı bu marshmallow şimdi" iç seslerinin eşliğinde söylemeliyim ki By Kilian'ın ünlü parfümü Love (Don't be shy), bu şekerlemeden yani marshmallow'dan ilhamını almış. Böylesi bir niş markanın ala ala marshmallow gibi basit bir şekerlemeden ilham alması bana da ilk başta tuhaf geldi. Hatta ismi aşk olan ve aşkta utangaçlığa yer olmadığını öğütleyen bir parfüm ile marshmallow şekerlemesinin arasında nasıl bir bağ kurduğunu Kilian Hennessey'e, canlı yayında Ceviz Kabuğu programında (Uğur Dündar'ın Halk Arenası da olabilir) sormak isterim.


Gerçi bir söyleşisinde Love parfümünü şöyle anlatmaya çalışmış bay Hennessey: "Ben parfüm yaratmadan önce duygusal çekiciliğe sahip bir öykü oluştururum. Sonrasında bu öyküye kokuyu eklerim. Duygular zamansızdır ama anlam bilimi oldukça modern bir kavramdır. Benim parfümlerimden birisinin adı "Love, Don't Be Shy"dır. Elli yıl önce bir parfüme bu ismi vermek hayal bile edilemezdi. Bir gün parfümü tasarlayacak kişiye gittim ve ona dedim ki: "Hadi, bana öyle bir parfüm tasarla ki, bir kadın onu kullandığında, erkeği onu yemek istesin!"

Anladığım kadarıyla Kilian Hennessey, Love (Don't Be Shy) isimli parfüm için Calice Becker'e söylemiş yukarıdaki sözü. Çünkü Love'un yaratıcı ismi olarak Calice Becker karşımıza çıkıyor. Ünlü burun Calice Becker, By Kilian için birçok parfüm tasarlamış durumda. Love, By Kilian'ın L'oeuvre Noire (Black Masterpiece) serisinin üyesi. Bu seri aynı zamanda By Kilian'ın 2007 yılındaki ilk altı parfümünü kapsıyor. By Kilian'ı dünyaya tanıtan seri olarak düşünebiliriz L'oeuvre Noire'ı.
Love, By Kilian'ın ilk ve en çok tartışılan parfümlerinden. Uzun zamandır farklı yerlerde ismi karşıma çıkan Love'u oldukça merak etmekteydim. Nihayet, kader beni bu parfümle de buluşturdu. Çoğu yorumcunun onu gourmand sınıfına soktuğunu söylemeliyim. Bakalım benim ruhumdaki yansıması nasıl olacak Love'un.

Parfümü üzerime sıktığımda beni kadınsı tatlı çiçekler karşılıyor. Yasemin ve portakal çiçeği olduğunu düşündüğüm çiçekler var başlangıçta. Yasemin, sabunsuluk katıyor hissedilir oranda kokuya. Çiçekler gayet tatlı, modern ve yüksek kaliteli. Orta kısma geçildiğinde çiçeklerin etkisi devam ediyor. Bu sefer oldukça tatlı bir gül çiçek demetine katılıyor. Portakal çiçeği biraz daha öne çıkıyor orta bölümde. Geri planda hala azıcık sabunsuluk algılıyorum. Sıcak baharatlar da var sanki. Orta bölümde parfüm biraz daha tatlanıyor ve neredeyse şekerli hale geliyor. Son kısımda şekerli yapı neyse ki biraz geriye çekiliyor. Yumuşak bir amber ve neredeyse lokuma benzeyen kibar vanilya kapanışı gerçekleştiriyor. Tabii miski de unutmamak gerekiyor.


Love, gerçekten de gourmand gibi davranıyor. Parfümdeki fazlaca kullanılmış tatlılığın ilhamını marshmallow'dan aldığını düşünürsek, onun gourmand olmasına şaşırmamalıyız. Tabii sadece şekerli bir vanilya parfümü olarak nitelemek doğru olmaz onu. Çiçeklerin yeri bence önemli. Başlangıçtaki yasemin ve orta kısımdaki gül, onun çiçeksi yönünü vurguluyor. Kadınsı verilmiş çiçeklerle birlikte tatlılığın bolca kullanılması onun bayan kullanımına yakın olduğu izlenimi veriyor. Gerçi kimi kaynaklarda uniseks olarak gösterilse de Love, kadın kullanımına bir parça daha yakın.

Love'da her nota çok şekerli olarak verilmiş. Vanilya, çiçekler, azıcık da olsa baharatlar her ne varsa yoğun bir karamel bombardımanına tutulmuş. Orta kısımda tatlılığın iyice artıp tavan yapmasıyla, yanık şeker kokusunu çağrıştıracak hale geliyor. Evet gerçekten çok tatlı, çok şekerli bir parfüm. Her yediğimde dişime yapışan ve içimi bayan güllü lokumlara benzettim kokusunu. Bir yorumcunun Love'u çocukluğumuzdaki şekerli, meyveli sakızlara benzetmesine hak verdim. Kimilerinin Love'u, pamuk helvalara ve farklı şekerlemelere benzetmeleri gayet anlaşılabilir. Eğer tatlılık barındıran kokuları sevmiyorsanız Love'u hiç denemeyin hatta yanından bile geçmeyin. Benim için bile fazlasıyla şekerli Love.

Seveni olduğu kadar çok ağır eleştiren de var Love'u. Sevenlerin çoğu, onun tatlı kokusunu muzip, şımarık, modern, lezzetli bulduklarını söylüyorlar ki haklılar. Sevmeyenler ise kokusunu berbat bulup, ucuz, yapay, kız çocuğu kokusu, mide bulandırıcı ve baş ağrısı yapması bağlamında eleştiriyorlar ki onlar da kısmen haklılar. Benim içinse durum açık. Pek sevdiğimi söyleyemem Love'u. Birincisi bence yeterince rafine ve özel değil. İkincisi yaratıcı değil, piyasadaki meyveli-çiçeksi gourmand'lerde benzer yapıya rastlayabilirsiniz. Üçüncüsü o kadar şekerli ki insanın midesi kalkıyor bir süre sonra. Dördüncüsü güçlü kadınsı işaretler taşıyor. Beşincisi ise çok yüksek fiyatını hak etmiyor.

Love'dan nefret etmiyorum ama onun bir şişesini almaya da layık bulmuyorum. Love'a gelene kadar ne niş parfümler var alınabilecek. Mesela Putain des Palaces, mesela Lyric Man, mesela Noir de Noir. Love, "en sevdiklerim" sıralamamda yükseklere çıkamayacak gibi görünüyor. Oysaki ona iyi davrandım, anlayışlı oldum ve onu sevmeye çalıştım ama olmadı. Fakat siz bu tür şekerli çiçeksi parfümleri seviyorsanız bir göz atın, belki de sizin teninizde çok farklı bir kokuya dönüşecek.


Luca Turin'in kitabında vanilyalı kurabiye olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilerek oldukça beğenilmiş Love.

EDP formundaki Love'un kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği ortalama seviyelerde. Otuz yaş altı kadınların denemesinde fayda var. Üst yaş gurupları için iyi fikir olmayabilir. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Sıcak yaz mevsiminde fazlasıyla ağır kaçacaktır.

Koku Güzelliği:10/6.5

13 Eylül 2015 Pazar

Guerlain – Guerlain Homme L’eau Boisee (2012)


Guerlain – Guerlain Homme L’eau Boisee (2012)

Tarihi parfüm evi Guerlain, yeni nesil ferah erkek kokularını sürekli Guerlain Homme serisi üzerinden mi devam ettirecek merak etmekteyim. Tamam "Aqua Allegoria" isimli çoğunun üretimi bitirilmiş ferah parfüm serisi var Guerlain'ın fakat bu serinin uniseks kullanıma yakın olduğu söylenebilir.

2008 yılında piyasaya sürülen Guerlain Homme serisinin ilk üyesi, ferah tropikal içki temalı bir parfümdü. Kokusunu harika bulmasam da sıcak yaz günlerinde bol bol kullanılıp, rahatsız etmeyecek lezzetli bir parfümdü. 2009 yılında piyasaya sürülen Intense sürümü benim için büyük hayal kırıklığıydı. Daha sonra çıkan L'eau'yu ise henüz hiç kullanmadım. 2012 çıkışlı L'eau Boisee ise aldığı övgüler sebebiyle ilgi alanımdaydı. Bir süredir denemeye aldığım L'eau Boisee hakkında genel olarak gayet olumlu düşüncelere sahibim.

Kendi sitelerinde L'eau Boisee için ilginç bir bilgi var. Guerlain'in baş parfümörü Thierry Wasser, Hindistan'a yaptığı yolculukta, yeni bir vetiver çeşidi keşfetmiş. Güney Hindistan'da bulduğu bu vetiveri L'eau Boisee'de kullanmış. Bay Wasser'in keşfettiği bu yeni vetiver esansı, hem çok güçlüymüş hem de çok şık kokuyormuş. Buradan anlaşılacağı üzere L'eau Boisee'in vetiver temasına sahip olduğu söylenebilir.


Yine kendi sitelerinde turunçgil, aromatik, odunsu olarak sınıflandırılmış. Parfümü üzerime sıktığımda karşıma ferah turunçgiller ve baharatlar çıkıyor. Turunçgil derken portakal gibi değil de ekşi-buruk bir yapı mevcut. Açıklanan notalarında misket limonu var. Evet büyük ihtimalle misket limonu başlangıçtaki buruk ferahlığın sebebi. Misket limonuna hissedilir oranda kara biber eşlik ediyor. Tozlu ve dumansı sayılabilecek kara biber oldukça ferah ve misket limonuyla uyumu gayet iyi. Başlangıçtaki Terre d'Hermes benzerliği dikkat çekici. Orta kısımda misket limonu geri çekilirken onun boşalttığı yeri yeşil ferah vetiver dolduruyor. Gayet başarılı verilmiş vetivere kara biber eşlik etmeye çalışsa da vetiver tek yetkili orta bölümde. Gayet güzel orta notalar. Sonlarda ferah vetiverin etkisi devam ediyor. Kapanışta ferah odunsu notalar mevcut. Bu kompozisyona sedir ağacı yakışırdı, bay Wasser'de onu kullanmış zaten. Ortalama denebilecek kapanışı fena değil.

L'eau Boisee, kendi sitelerindeki tanıma gayet uygun davranıyor. Ferah, aromatik ve odunsu tanımlamaya diyecek sözüm yok. Belki ek olarak vetiveri sayabilirim. Başlangıçtaki gayet ferah turunçgil patlamasına kara biberin hemen yetişip destek vermesi, ilk saniyelerde kısa süreli Terre d'Hermes esintisine sebep oluyor. Terre d'Hermes'teki portakalı çıkarıp yerine misket limonu eklesek muhtemelen L'eau Boisee'ye ulaşabiliriz. Eski formülasyon Terre d'Hermes'teki o topraksı biberi de andırıyor. Başlangıcı bence parfümün en güzel ve çarpıcı yeri. Evet üst notalar için doğru kelime çarpıcı olmalı.

Orta kısımda vetiverin devreye girmesiyle turunçgillerin geri çekildiğini görüyoruz. Buradaki vetiver yeşil, çok ferah, yüksek kaliteli ve neredeyse dumansı. Biraz Sycomore'u andırıyor buradaki dumansılık ve kalite. Yazılarımı takip eden çoğu arkadaş bilir ki vetiver merkezli parfümlerle aram çok iyi değildir. Yine de buradaki kullanımı çok başarılı buldum. İyi iş çıkarmış bay Wasser. Son kısımda parfüm o kadar zayıflıyor ki alt notaları algılamak çok zorlaşıyor. Anladığım kadarıyla vetiverle uyumlu odunsu notalar yerleştirilmiş kapanışa. Yapaylık hissedilmeyen sedir ağacı, standart ve tekdüze bir son vaat ediyor bize. Her güzelin kusuru olur babında görmezden gelmeliyim belki de.


Açıkçası bu tür devam parfümlerinden beklentim her zaman düşük olur. Yok Intense'miş, yok Sport'muş, bunlar itici geliyor çoğu zaman fakat bu sefer çok başarılı bir devamla karşı karşıyayız. Boynuz kulağı geçer atasözü sanırım bu durum için gayet uygun. 2008 çıkışlı Guerlain Homme'dan daha güzel bence L'eau Boisee. Gerçi ikisinin tarzları biraz farklı. Guerlain Homme, merkeze tropikal içkiyi alırken, L'eau Boisee, vetiveri merkeze almış. Guerlain Homme plaj/sıcak yaz günü kokusuyken, L'eau Boisee ilkbahar-yaz-sonbahar için gayet uygun. Fakat ikisinin de çok kötü huyu var. Performansları düşük.

L'eau Boisee, Guerlain Homme Intense kazasından sonra, oldukça sevdiğim bir Guerlain eseri olarak tenimi süslüyor. Bence katmanlı yapıya sahip. Üst-orta-alt nota ayrımlarını ve geçişleri takip edebiliyorsunuz. Notalar gayet doğal ve kaliteli verilmiş. Bu anlamda onu eleştirmek haksızlık olur. Biber ve vetiverin erkeksi hava verdiği söylenebilir. Ha çok farklı mı? Değil. Sıra dışı mı? Değil. Yaratıcı mı? Değil. Yine de sırf yapılmış olması için yapılan devam parfümlerine benzemiyor. Hatta kullandığım üç Guerlain Homme isimli parfümün içinde en güzeli. Bu anlamda rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Çoğu yorumcunun Terre d'Hermes benzetmesinde haklılık payı var. Bence de başlangıcı ve orta kısmı andırıyor Terre d'Hermes'i. Tabii burada sorulması gereken soru şu: Guerlain gibi bir marka ve Thierry Wasser gibi şöhretli burun, Terre d'Hermes gibi popüler parfümü taklit etmeye tenezzül eder mi? Bilemiyorum, son yıllarda parfüm sektöründe gördüğümüz acayipliklere bakarak "hayır, yapmaz" diyemiyorum. Gerçi birebir benzerlik söz konusu değil. İki parfümdeki vetiver kullanımı ve biberin verilişi oldukça benziyor. L'eau Boisee'deki vetiverin daha hafif, ferah ve sucul olduğunu belirtmem gerek. L'eau Boisee'de turunçgil anlamında misket limonu, Terre d'Hermes'te portakal-greyfurt kullanıldığını söyleyebilirim. Genel olarak benzerliği olsa da L'eau Boisee toplamda daha ferah ve sucul/köksü/dumansı vetiver kullanımıyla sevmesi ve benimsemesi daha kolay bir eser izlenimi bırakıyor.


Kimi kullanıcılar Guerlain'in ünlü klasiği Vetiver'e benzetmiş L'eau Boisee'i. Bence çok büyük benzerlik yok aralarında. İkisinin de vetiver temasına sahip olması böyle düşündürtmüş olmalı insanları. Kimisi de Montale'in Red Vetyver'ine benzetmiş. İşte o konuda haklılar. Hatta bence Terre d'Hermes'ten ziyade Red Vetyver'e daha çok benziyor L'eau Boisee. Fakat performans olarak çok gerisinde Red Vetyver'in.

EDT formundaki parfümün kalıcılığı iyi ama fark edilirliği düşük oldu tenimde. Herkesin sevebileceği, güvenli sayılabilecek şekerli ferah yaz kokularından değil L'eau Boisee. Yaş olarak yirmi beş ve üzerindeki erkeklere uyacağını düşünüyorum. Guerlain'in ana akım rakiplerine oranla yüksek fiyatlara sahip olması sebebiyle denemeden almayın uyarısını yapmak durumundayım.

Son bir durumu daha aktarayım. L'eau Boisee, ilk çıktığında şişesinin kapağı ahşaptandı. Sanırım yeni şişelerde plastik kapağa geçiş yapılmış. Acaba bu arada reformülasyon da geçirdi mi merak etmekteyim. Ayrıca Tekin Acar'ın sitesinde şişesiyle ilgili şöyle bir bilgiye rastladım: "Guerlain Homme L'Eau Boisee’in, ünlü tasarımcı Pininfarina tarafından tasarlanmış olan düzgün biçimli şişesi, Avrupa'nın ormanlarından elde edilen dişbudak ağacından yapılan kapak ile donatılmıştır."

Koku Güzelliği:10/7.5