30 Aralık 2011 Cuma

Escada – Magnetism For Men (2004)


Escada – Magnetism For Men (2004) Markanın erkek parfümü.

Nedenini bilmiyorum ama Escada’yı hep İngiliz markası olarak kafamda canlandırırdım. Oysaki havanın sürekli kapalı ve gri olduğu İngiltere’ye böylesine canlı ve renkli bir marka zaten pek uymazdı. Fakat Almanya kökenli olduğunu öğrendiğimde daha da şaşırdım. Açıkçası Almanya’nın da iklim özellikleri bakımından İngiltere’den çok da farklı olmadığı aşikar.

1978 yılında Almanya’nın Münih şehrinde Margaretha ve Wolfgang Ley tarafından kurulmuş Escada. Birçok moda markası gibi değişik alanlarda ürünler tasarlıyorlar. 1990 yılında ise Escada Beaute ortaya çıkıyor. İlk parfümlerini ise markanın kurucusu Margaretha Ley ismiyle 1990 yılında çıkarıyolar. Bugün Escada’nın parfümleri Procter & Gamble tarafından üretiliyor.

Magnetism For Men ise markanın sevilen parfümlerinden birisi. Zaten neden popüler olduğunu daha ilk anlarda anlıyorsunuz. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tatlı, karanlık meyveler sizi karşılıyor. Nedense açılışını şişesinin rengi olan mora benzetiyorum. Başlangıç için “eh işte” diyeceğim. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yine tatlı meyvelere tatlı deri ve tatlı baharatlar ekleniyor. Fakat deri daha baskın. Hatta meyveli deri diyebilirim bu kısım için. Orta notalar gayet modern ve güzel. Alt notalarında ise yine bir değişim oluyor. Tatlı deri ve meyveler kombinasyonu yerine sentetik amber ve vanilya geliyor. Son kısmı ise hiç beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Çok zorlama olmuş gibi duruyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, tatlı deri ve baharatlar, amber ve vanilya.

Bana göre günümüzün yeni trendi olan modern, tatlı, baharatlı-deri kombinasyonlarından birisi. Ve yine günümüzdeki birçok markanın parfümü gibi hissedilir derece de yapaylık barındırıyor kokusu. Özellikle sonlara doğru bu yapaylık rahatsız edici oluyor. Fakat bir parfümden çok fazla birşey beklemeyenlerdenseniz bu durum sizi çok rahatsız etmeyecektir.

Magnetism For Men’in rakipleri bence belli. John Varvatos veya Paco Rabanne – One Million gibi deri ana temalı parfümler karşısında pek şansı olur mu bilemem. Fakat geneline baktığımda birçok kişinin rahatlıkla sevebileceği, günlük kullanıma uygun, kadınların gayet beğeneceği bir seçenek olarak duruyor. Ben bir şişesini alırmıyım? John Varvatos gibi başarılı bir örnek varken tabiki almam.

Eğer sizde 30 yaşın altındaysanız, kışın soğuk günleri için günlük kullanıma uyacak tatlı meyveli bir deri parfümü arıyorsanız sizin için bir alternatif. Fakat gerek kalitesi gerekse koku güzelliği anlamında beni çok mutlu ettiğini söyleyemem. Belki de bu tür “genç işi” parfümler artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor.

Magnetism For Men’in tenimde kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde oldu. Parfümün en sıkıntılı kısmı ise farkedilirliği. Tene yakın kalan bir hali var. Çok kendisini gösteremedi test süresince. Belki de kıyafet üzerine bolca sıkmak daha iyi sonuç verecektir. Erkek parfümü olmasına rağmen hafif de bir kadınsı yönü yok değil. Bence unisex kullanıma rahatlıkla uyacaktır. Oldukça tatlı bir kokusu olduğunu söylemem gerek. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Daha çok genç arkadaşların “piyasa yapma” parfümlerinden birisi gibi duruyor.

Artıları:
+ Orta notalarındaki meyveli deri ve baharat kullanımını sevdim.
+ Eğlenceli bir kokusu var.
+ Kadınlar bu parfümü büyük ihtimalle seveceklerdir.

Eksileri:
- Sonlara doğu ortaya çıkan yapaylık beni parfümden soğuttu dersem abartmış olmam.
- Farkedilirliği zayıf kaldı tenimde.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

27 Aralık 2011 Salı

Montale – Black Aoud (2006)


Montale – Black Aoud (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

Suudi Arabistan kraliyet ailesi için parfümler tasarlayan bir kişi düşünün. Krala, kraliçeye, prens ve prenseslere kokular hazırlayan birisi. Parfümlerinin çoğunda Arap kültürünün etkileri görülsün. En sık kullandığı element ise öd ağacı (Aoud, oud, agarwood) olsun. Birçok değişik kokuyu öd ağacı temasıyla birleştirsin. Parfümlerinin isimlerini de bunlara göre koysun.

Şimdiye kadar karşılaştığım en garip parfüm evlerinden birisi Montale. Sebebi ise bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok parfüm çıkarmasına rağmen ne marka ne de kurucusu ile ilgili tatmin edici bir bilgi bulunmaması. Markanın yaratıcısı Pierre Montale’nin 2001 yılına kadar Suudi kraliyet ailesi için parfümler tasarladığı ve 2003 yılında Fransa’ya dönerek burada kendi butiğini açtığı söyleniyor. Ayrıca Comptoir Sud Pacifique markasının parfüm tasarımlarını da yaptığı birkaç yerde gözüme çarptı.

Görüldüğü üzere Montale henüz yeni sayılabilecek bir niche parfüm evi. Parfümleri çok yüksek fiyatlara satılıyor. Yani herkesin ulaşması pek mümkün değil. Genellikle çok yoğun, kalıcı ve farkedilirliği yüksek kokular üretiyor. Bugünkü konuğum Black Aoud markanın en bilinen, hakkında en fazla konuşulan ve ilgi gören parfümü dersem sanırım yanlış olmaz.

Black Aoud, tarz olarak odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Genelini düşündüğümde gayet doğru bir tanımlama. İlk sıkıldığında burnunuza gelen kokuyu anlatmak çok kolay. Hepimizin bildiği gül aromalı hacı yağı. Evet emin olun başlangıcı aynen böyle. Çok güçlü ve yoğun bir açılış. Bir süre sonra neyseki bu güllü hacı yağı etkisi biraz azalıyor. Bu seferde seyreltilmiş gül kolonyası ile biraz turunçgil orta notalara yerleşiyor. Ve tabi biraz da odunsu notalar (muhtemelen öd ağacı). Bu kısım daha az saldırgan. Son olarak da bu gül kokusuna misk ekleniyor. Böylece de sona eriyor. Yani özetle: Gül, gül, gül…

Black Aoud tam bir gül parfümü. Fakat modern ve ilginç bir gül değil. Aynı hacı yağlarına yada gül kolonyalarına benzer bir tarzda. Ben daha derin ve farklı bir parfüm beklerken karşıma gül kolonyası çıkması açıkçası çok hoşuma giden bir durum olmadı. Özellikle yurtdışındaki birçok parfüm platformunda öve öve bitirilemeyen, çok seksi bulunan bu parfüm benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bu kadar düz çizgide ilerleyen, neredeyse hiç değişmeyen bir gül kokusuna da bu kadar yüksek bir fiyat verilir mi diye sormak sanırım hakkımız.

Montale’nin konsepti, yüksek kaliteli Arap kokularına bir "Fransız dokunuşu" olarak da düşünülebilir. Kabul ediyorum Arap kullanıcılar için çok etkileyici olabilir Black Aoud. Arabistanda çok da popüler olabilir kokusu. Fakat benim için camilerin önünde satılan gül aromalı hacı yağlarından çok farkı yok. Günlük kullanıma uyacak bir yapıda değil. Uç bir gül parfüm örneği olarak düşünülebilir. Koku olarak Czech & Speake’in Rose ve Dark Rose parfümlerine benziyor.

Bu parfümü kimler mi kullanır? Arap veya Ortadoğulu insanlar. Ülkemizden örnek vermem gerekirse, artık torun torba sahibi olmuş cami eşrafından amcalar. Belki de Cübbeli Ahmet Hoca :))

Kalıcılığı gayet iyi. Tabiki burada EDP olmasının avantajını kullanmış. Farkedilirliği başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde normal hale geliyor. En fazla 2-3 fıs sıkmak yeterli olacaktır. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacağını düşünüyorum. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Eğer Arap tarzında bir gül parfümü arıyorsanız oldukça hoşunuza gidecektir.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi.

Eksileri:
- Eğer hacı yağı gibi bir gül kokusunun şişesine 170 dolar vermek isterseniz sizi kesinlikle tutmam!
- Böylesi gül parfümlerine alışık olmayan batılıların çok sevmesine aldanıp kör alış yapmanız isabetli bir karar olmayacaktır.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8  Farkedilirlik:10/8

24 Aralık 2011 Cumartesi

Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)


Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)  Markanın erkek parfümü.

Blogumu okuyan arkadaşların yaş ortalamalarını öğrenmek isterdim açıkçası. Kimler ve neden takip ediyorlar yazdıklarımı. Acaba kendilerinden birşeyler bulabiliyorlar mı? Mesela 1980 ve öncesini hatırlayan kaç kişi var. O zamanın dünyasını, hayatını, insanlarını… Zaman herşeyi mengenesine alıp öğüten bir makine gibi. 20’li yaşlarda bunun farkına varamazken, 30’lu yaşlardan itibaren artık bazı şeylerin farkına varabiliyor insan zihni. Belki de olgunlaşıyor. Yada kendisini daha iyi tanıyor. İsmini koymayı tam beceremesem de birşeylerin değiştiğini hissediyorsunuz hayatınızda.

1980’lerden bahsetmişken o zamanların parfümlerini hatırlayan var mı? Yada o parfümleri severek kullanan kaç kişi vardır? Sanırım bu sorunun yanıtı az çok belli. Günümüzün tatlı, baharatlı, gourmand kokuları pek revaçtayken kim bir 1980’ler fujerini yada şipresini kullanmak ister ki. İster ama muhtemelen yaşı biraz daha ilerlemiş insanlar. Yani dünyada sürekli herşey değişirken koku beğenileri de değişiyor. Çağın gereklerine uygun hale geliyor belki de.

Yukarıda bahsettiğim fujer ve şipre daha çok 1980 ve daha öncesinde çok popüler olan parfüm sınıflandırmaları diyebiliriz. Aynı günümüzdeki gourmand veya oryantal gibi. Tabi koku karakterleri çok farklı.

Fujer (fougere) koku grubu, lavanta, eğrelti otu, yosun, meşe ağacı, tonka fasulyesi gibi elementlerin ağırlıklı olduğu bir sistem. Günümüzde artık bu tür parfümlere rastlanmıyor. Çünkü hem alıcısı az hem de yeni koku grupları daha ilgi çekiyor. Fakat eski erkek parfümlerinin bir çoğunun fujer karakterine yakın olduğunu belirtmem de fayda var. Ayrıca bilinen ilk fujer parfümün 1882 yılında çıkan Houbigant – Fougere Royale olduğu bilgisini de paylaşmak isterim sizlerle.

Bugünkü inceleyeceğim Rive Gauche Pour Homme’da tam bir fujer koku karakterine sahip. Zaten ilk sıktığınız anda anlayacaksınız ne demek istediğimi. Artık geçeyim detaylara.

İlk sıkıldığında kuru ve burun büken cinste bir bergamot ve anason sizi karşılıyor. Yahu bu koku ne kadar tanıdık diye düşünüyorsunuz. Hepimizin iyi bildiği “Brut” parfümüne çok benziyor açılış. Yani biraz nostaljik bir başlangıç ile size merhaba diyor. Bir süre sonra orta notalarına geçiliyor. Burada yine kuru, erkeksi bir lavanta ile baharatlar (ağırlık karanfilde) başrole geçiyor. Başlangıçtaki “eski ve nostaljik his” aynen devam ediyor. Alt notalarında ise devreye silhat (paçuli) ve odunsular giriyor. Böylece de son buluyor.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Rive Gauche Pour Homme, günümüzün modern tatlı, baharatlı, vanilyalı parfümlerine hiç benzemiyor. Sanki başka bir zaman diliminden gelmiş gibi. Kendinizi eski Amerikan kovboy filimlerindeki karakterler gibi hissediyorsunuz. Çok erkeksi, algıları zorlayan, sert ve yoğun. Henüz 2003 yılı gibi yakın bir tarihte üretilmesine rağmen böylesi “eski” kokan bir parfüm oldukça şaşırtıcı. Sanki Yves Saint Laurent bu parfümle eskinin fujer ve aromatik fujerlarına selam durmuş. Onları anmış. Eğer Azzaro Pour Homme, Chanel – Antaeus, Yves Saint Laurent – Kouros, Christian Dior – Fahrenheit gibi önemli klasikleri seviyorsanız, Rive Gauche Pour Homme onların biraz daha modernleştirilmiş bir hali adeta.

Peki neye benziyor kokusu. Bu anlatması zor bir soru. Denemek lazım. Birçok yerde kokusu traş köpüklerine, berber dükkanlarına, lavantalı sabunlara benzetilmiş. Ben de Brut ve Old Spice parfümlerine benzettim. Ana eleman olarak baharatlı, karanlık, ultra erkeksi ve kuru bir lavanta-silhat diyebilirim. Gerisi artık size kalmış. Benim bu tür kokularla aram pek iyi olmadığı için sevemedim. Onun için tavsiye edemeyeceğim. Denemeden alırsanız pişman olma ihtimaliniz var. Parfümün tasarımcısının ünlü burun Jacques Cavallier olduğunu hatırlatmak isterim.

Kalıcılığı çok iyi. Tende bir günden fazla duruyor. Farkedilirliği başlarda yüksek. Bir süre sonra normale dönüyor. 30 yaş üstü arkadaşlara tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yağmurlu gri bir günde kullanmak fena olmaz gibime geliyor.

Artıları:
+ 1980 ve öncesinin fujerlerini aratmayacak kadar iyi bir örnek.
+ Eğer eski, tozlu ve erkeksi bir lavanta-baharat-silhat kombinasyonu arıyorsanız tam yerine geldiniz.
+ Günümüzün bol tatlı parfümlerinden bıkanlar için bir kaçış limanı olabilir.

Eksileri:
- Kim Chuck Norris yada Clint Eastwood gibi kokmak ister!
- Koku karekteri olarak çoğu kimsenin hoşuna gitmeyeceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7

21 Aralık 2011 Çarşamba

Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999)


Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999) Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Bugün sadece ülkemizde değil dünya çapında da çok bilinmeyen ve popüler olmayan bir marka karşımızda. İtalya’nın niche parfüm markalarından olan Lorenzo Villoresi, kendi ismiyle başarıyı yakalamış isimlerden birisi.

1956 yılında İtalya’da doğan Villoresi, gençliğinde Ortadoğu’ya yaptığı seyahatlerin oldukça etkisinde kalıyor. Buradaki baharatlar, amber, tütsü, reçineler ve diğer aromatik otların kokuları, onun ilerideki hayatını şekillendireceğini belki de hissetmişti. Tam da bu noktada ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumu anlıyorum. Nasıl mı?

Batı medeniyetinin maddiyata önem veren ve bireyselliğine düşkün kültürü ile yetişmiş insanları, bir sebeple de olsa doğu kültürlerinin egzotik ve aile bağlarına düşkün kültürüne ilgi göstermeleri sık yaşanan bir durum olmaya başladı gibime geliyor. Akılcı ve faydacı batı insanı, kaderci doğu insanlarını merak ediyor muhtemelen. Özellikle Avrupa’daki sermaye birikimi ile gelen zenginleşme sonucu bol bol turist doğu ülkelerini ziyeret ediyor. Bu anlamda Lorenzo Villorensi’nin hikayesi Yves Saint Laurent ve Serge Lutens ile benzerlik taşıyor diyebilirim. Özellikle Yves Saint Laurent’in birçok doğu ülkesini gezdikten sonra orada duyduğu kokuları parfümlerinde aynen kullandığı söyleniyor. Yani doğu kültürlerinden etkilenen batılı parfüm yaratıcılarının sayısı gittikçe artacak büyük ihtimalle. Evet lafı uzatmadan geçelim parfümümüze.

Piper Nigrum markanın en sevilen parfümlerinden birisi. İsmi “kara biber” anlamına geliyormuş. Zaten bu ismin neden verildiğini daha ilk saniyelerde anlıyorsunuz. İlk sıkıldığında oldukça keskin ve yoğun bir kara biber adeta burnunuzu kesiyor. Algıları zorlayan bir açılış diyebilirim. Sanki elimize bir avuç kara biber almışızda onu kokluyoruz. Gayet güzel ve doğal bir başlangıcı var. Hatta parfümün en sevdiğim yeri burası bence. Bir süre sonra orta notalar devreye giriyor. O keskin ve kuru kara biber geri çekilirken, hafif tatlı baharatlar devreye giriyor. Bu andan itibaren karanfil öne çıkıyor. Karanfile biber de eşlik ediyor. Görüldüğü üzere Piper Nigrum tatlı bir baharatlı kokuya dönüşüyor. Bu kısım da gayet güzel. Başlangıçtaki o keskinlik kalmıyor. Son olarak da hafif tatlı bir amber, aromatik yumuşak odunsular ve misk ile son buluyor.

Piper Nigrum genel olarak bakıldığında tatlı bir baharat parfümü. Öne çıkanlar kara biber ve karanfil. Fakat başlangıcı dışında öyle burnu zorlayan bir yapıda değil. Yumuşak, aromatik ve nazik. Çok abartılmamış bir tatlılık her zaman hissediliyor. Şöyle bir bütüne baktığımda çok güzel ayarlanmış bir harmana sahip. Kompleks bir kokusu var. Tek düze ilerleyen bir tarzı yok. İşte böyle parfümleri seviyorum. Üzerinde çalışılmış, aceleye getirilmemiş, popüler olacağım diye uğraşmayan. Gerek üst notalardan orta notalarına geçişi, gerekse orta notalardan alt notalara geçişi rahatlıkla takip edebiliyorsunuz. Adeta kurallarına uygun yazılmış bir kompozisyon gibi. Giriş, gelişme ve sonuç. Bu anlamda çok iyi bir iş çıkarılmış. Kalite hissi gayet iyi. Eğer hafif tatlı, modern, kibar bir baharat parfümü arıyorsanız Piper Nigrum çok güzel bir seçenek. Rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Hep iyi şeyler söylüyorum. Peki hiç mi can sıkıcı tarafları yok? Çok büyük bir sorun olmasa da alt notaları biraz sıradan geldi. Klasik bir aromatik odunsular ve tatlı misk daha ilginç hale getirilebilirmiş. Ayrıca tamam güzel ama hayatınızın parfümü olabilir mi biraz şüpheliyim. Muhteşem olmasa da denenmesi gereken güzel bir parfüm olmuş.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Bir niche parfüm markasından da bu beklenir kanımca. Farkedilirliği başlarda yüksek. Daha sonra biraz tene yakın kalıyor. 25 yaş üzeri herkese tavsiye edebilirim. Unisex olarak piyasaya çıksa da erkek kullanımına biraz daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir.  

Artıları:
+ Çok güzel bir baharat temalı parfüm.
+ Özellikle tende tam bir konfor kokusuna dönüşüyor.

Eksileri:
- Sonlara doğru gelen koku daha ilginç olabilirmiş.
- Fiyatı yüksek. Ayrıca heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


                                                  Markanın yaratıcısı Lorenzo Villoresi

19 Aralık 2011 Pazartesi

Caron - Caron Pour Un Homme (1934)


Caron - Caron Pour Un Homme (1934) Markanın ilk erkek parfümü.

Türkçemizde “Asırlık Çınar” diye çok güzel bir deyim var. Yabancı dillerde tam karşılığı var mı bilmiyorum. Bir olguyu böylesine kısa yoldan anlatan bu söze uygun bir marka Caron. 1904 yılında kurulmuş dünyanın en eski parfüm üreticilerinden birisi. Ülkemizde çok bilinmese de yurtdışındaki parfüm platformlarında ismi sıkça geçiyor. Aslında bir anlamda tarihlerine ve kökenlerine de sahip çıkıyor batılılar bu yolla. Değerlerini karalamıyorlar. Alay etmiyorlar. Saygı duyuyorlar.

Biz ise bütün tarihimizi ve kişileri tartışıyoruz. Bunu da ne yazık ki doğru dürüst değil de kırarak, zarar vererek yapıyoruz. Oysaki Amerikalılar ülkenin kurucularından olan George Washington’u tartışayım demiyor. Yada Fransa Napolyon Bonapard’ı tartışmaya açalım diye düşünmüyor. Ülkemizde ise Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından tutun da Osmanlı padişahlarına kadar herşey didiklenmeye çalışılıyor. Hakaretler ediliyor. Kaba bir şekilde itham ediliyor. Değerlerimiz aşınıyor. İtibarları azaltılıyor bilmeden de olsa. Yoksa birileri bizi bu yapay gündemlerle fena halde kandırıyor mu?

Bence ulus olarak en büyük eksiklerimizden birisi ne yazık ki tarihi hemen unutmak. Hatta 3-5 yıl öncesini bile çabucak unutuyoruz. Oysa ilgimi çeken bir şey Guerlain, Creed, Caron gibi kozmetik ve parfüm şirketlerini bile batılılar el üstünde tutuyorlar. Böylece bu köklü markalar yüzyıllara meydan okuyor. Oysa Türkiye’nin bırakın bir dünya çapında parfüm markasını, kaç tane başka alanda ismi duyulan ve kabul görmüş markası var. Çünkü unutuyoruz. Herşeyi unutuyoruz. Okumak yerine ise artık konusuzluktan lastik gibi uzatılan dizi filmleri seyredip, kim star olacak türü insanların zihinlerini uyuşturan yarışmalar izliyoruz. Belki de bu ülkede hayat yeterince zor olduğundan reyting rekorları kırıyorlar. İnsanlar günlük hayatın acımasızlığından kaçacak yer arıyorlar iki saatliğine de olsa. Kim bilir.

Konumuza dönelim hemen. İşte 1934 yılından beri üretilen bir parfüm Caron Pour Un Homme karşımızda. Artık onun için erkek parfüm klasiklerinden diyebiliriz. Adeta zamana meydan okuyor. Peki kokusu nasıl. Geçelim eserimize.

Caron Pour Un Homme genel olarak basit bir yapıda. Başından sonuna kadar çok büyük değişim göstermiyor. Düz bir çizgide ilerliyor. İlk sıkıldığında biraz “kirli” bir lavanta size karşılıyor. Daha sonra tatlı bir lavanta direksiyona geçiyor. Bir süre sonra da hafif pudralı bir vanilya ekleniyor. Alt notalarda da biraz tatlı misk. Evet bu parfüm için kısaca “lavanta ve vanilya” kombinasyonu diyebiliriz. Genel olarak tatlı bir kokusu var.  

Birçok kere parfümlerde lavanta kokusunu pek sevmediğimi söylemişimdir. Burada doğal ve başarılı bir lavanta kullanımı var. Ayrıca benim sevdiğim bir element olan vanilya ile birlikteliği de fena değil. Fakat benim için yine de fazla lavantalı. Eğer tatlı bir lavanta kokusu seviyorsanız Caron Pour Un Homme vazgeçemeyeceğiniz arkadaşlarınızdan olacaktır. Eğer sevmiyorsanız da pek yaklaşmayın derim.

Birde işin diğer bir yönüne bakalım. 1934 yılında çıkarılmış bir parfümün “eski” kokma gibi bir durumu olabilir. Peki bir parfüm nasıl “eski” kokar? Bu soruya benim cevabım günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan bir parfüm “eski” kokar olacaktır. Çünkü o zamanın koku beğenileri muhtemelen çok farklıydı. Ben böyle yaftaları her zaman reddetsem de birçok kişi bu parfümü “modası geçmiş” bulabilir. Evet kokusu pek günümüzdeki parfümler gibi değil ama “eski” koktuğunu ise kesinlikle söyleyemeyiz. Bence tatlı lavanta ve vanilyalı tarzıyla hala birçok kişinin sevebileceği bir yerde duruyor. Özellikle de yaşı 35’in üzerindeki erkeklerin imdadına yetişecektir. Bu anlamda “eski” değil de “olgun” diyebilirim kokusu için. Anlaşılacağı üzere genç arkadaşların pek hoşlarına gitmeyeceğini düşündüğüm parfümlerden.

Kalıcılığı kıyafet üzerinde gayet yeterli. Bir gün civarı montumdan kokusu hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği ise tam olması gerektiği gibi. Ne çok baskın ve saldırgan, ne de çekingen. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 yaş altı arkadaşlara tavsiye etmem.

Artıları:
+ Dünya parfüm endüstrisinin klasikler arasındaki eserlerinden birisi.
+ Alınmasa bile denenmesi gerek diye düşünüyorum.
+ Tatlı lavanta ve vanilya seven erkekler için iyi bir seçenek.

Eksileri:
- Bütün lavanta baskın parfümler gibi denemeden alınmaması gerek. Herkese uyabilecek bir kokusu yok.
- Başlangıcı biraz lavantalı traş köpüklerini hatırlattı bana.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

17 Aralık 2011 Cumartesi

Chanel – Bleu de Chanel (2010)


Chanel – Bleu de Chanel (2010) Markanın yeni erkek parfümü.

Uzun zamandır bana en çok sorulan parfüm hangisi derseniz cevabım net bir şekilde Bleu de Chanel olacaktır. Gerek blog üzerinden, gerekse mailimden gelen ve ne zaman Bleu ile ilgili yazacaksın mesajlarından anladığım kadarıyla almayı düşünen çok bu parfümü. Artık benim klasikleşen “denemeden kesinlikle parfüm almayın” uyarımı yapmayı bile gerek görmüyorum. Çünkü Bleu, oldukça merak edilen bir parfüme dönüşmüş durumda.

Peki bu durumun sebebi nedir? Tarihinde önemli parfümlere imza atmış bir marka olmanın getirdiği cazibe mi? Başarılı pazarlama kampanyaları mı? Yoksa kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi marifeti mi? Sebebi her ne olursa olsun benim de merakımı cezbetmiş durumda Bleu. Madem bu kadar ilgi çekiyor o zaman bu parfümün bende neler hissettirdiklerine geçeyim.

Öncelikle isminden başlamak istiyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi ismi ve şişesi “mavi” olan parfümlerin büyük çoğunluğu (tabiki birçok istisnası olacaktır) “Aquatic” denilen su yada deniz gibi kokan parfümler oluyor. Örnek olarak Polo Blue, Nautica – Blue, Dolce & Gabbana – Light Blue, Antonio Banderas - Blue Sediction, Avon – Blue Rush vb. Burada anladığım kadarıyla deniz tabanlı kokulara bir “mavi” teması yakıştırılıyor. Yani bir anlamda deniz yada okyanus gibi kokan denilmek isteniyor. Deniz mavi ile özdeşleştiriliyor bir anlamda. Bleu de Chanel’de ünlü markanın akuatik diyebileceğim temaya sahip kokusu.


Özellikle 1990’lardan itibaren parfüm üreticileri yaz mevsimine uygun parfümler için sık sık akuatik limanına sığınıyorlar. Bu durum geçiçi bir akım mı yoksa geleceğin yazlık parfümleri akuatik kokular üzerine mi inşa edilecek hepimiz göreceğiz. Anladığım kadarıyla Chanel gibi bir dünya parfüm devi bile bu akımın dışında kalamamış. Girişten anlaşılacağı üzere Bleu de Chanel aromatik odunsu ve akuatik yapı üzerine kurulmuş bir kokuya sahip. Geçelim detaylara.

Bir süredir kullanıyorum Bleu’yu. Açılışı çok basit bir turunçgil ve limon ikilisi ile gerçekleşiyor. Fakat turunçgil daha ağır basıyor. Açıkçası büyük bir hayalkırıklığı oldu başlangıcı benim için. Marketlerde satılan Adidas parfümleri gibi basit ve ucuz bir koku. Gerçekten şaşkınım. Oysaki Chanel’in bir parfümü değilmiydi Bleu. Neyseki bir süre o ucuz ve sıradan turunçgil biraz geri çekilirken aromatik baharatlar devreye giriyor. Fakat öyle keskin ve sert değil. Oldukça yumuşatılmış. Burada biber biraz öne çıkıyor. Hatta hafiften de kendisini hissettiriyor. Bu bölüm için “eh işte” diyebilirim. Son kısım en beğendim yeri. Aromatik odunsu notalar ile tenden ayrılıyor. Yani özetle, akuatik, meyvemsi baharatlar, yumuşak odunsular.


Bleu de Chanel, beni oldukça ikilemde bırakan parfümlerden birisi oldu. Bir tarafım vasat bir akuatik temalı koku derken diğer tarafımda aromatik baharatlar ve odunsular o kadar da kötü değil diyor. Kararımı ise veriyorum. Bu parfümü pek sevemedim. Özellikle başlangıcındaki o ucuz ve traş kolonyası benzeri açılışa nasıl izin verdiler anlamak zor. Hiçbir yaratıcılığı olmayan, yeni bir şey söylemeyen, piyasada bir sürü benzerine rastlayabileceğimiz tarzı, vasat kalitesi bu fikrimin oluşmasındaki nedenler olarak sayabilirim. Genel olarak biraz Versace Pour Homme’u hatırlattı kokusu bana. Hatta azda olsa Dolce & Gabbana – Light Blue Pour Homme’a yakın diyebilirim.


Bleu’yu sevenler biraz acımasız olduğumu düşünebilirler. Ama burada sıradan bir markadan bahsetmiyoruz. Yüzyıllık bir tarihi devirmiş, No.5, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Pour Monsieur, Egoiste, Allure, Antaeus gibi önemli parfümlere imza atmış bir çınar Chanel. Peki böylesi bir markadan çok daha ilginç, yaratıcı, rafine ve üzerinde çalışılmış bir parfüm beklemek hata mı? Bence hiç de değil. Zaten yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda epey eleştiriliyor Bleu de Chanel. Muhtemelen birçok kişide bu durumun hayal kırıklığını yaşamış. Bu kervana bende tereddütsüz katılıyorum. Neredeyse ucuz kokan market parfümlerinden çok büyük farkı olmayan kokusu ile bu kadar yüksek bir fiyatı hakediyor mu şüpheliyim. Gerçekten şaşkınım. Parfümün yaratacısı ise Chanel’in birçok eserine katkıda bulunan Jacques Polge.

Kalıcılığı ferah sayılabilecek bir akuatik parfüme göre gayet iyi. Bleu’nun öne çıkan taraflarından birisi de bu. Farkedilirliği başlarda iyi. Hatta biraz burnu zorlayan cinsten diyebilirim. Daha sonra normale dönüyor. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye ederim.



Artıları:
+  Son kısımdaki aromatik odunsu kısım en sevebildiğim yeri.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Yapaylık sınırında dolaşan vasat kokusuyla tercih edeceğim bir seçenek değil.
- Diğer rakiplerinden hiçbir farklı yanı olmayan kokusu.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2011 Salı

Amouage – Jubilation XXV (2008)


Amouage – Jubilation XXV (2008) Markanın erkek parfümü.

Bugün sizlere küçük bir Ortadoğu ülkesinden bahsedeceğim. Arap yarımadasının en ucunda bulunan Umman, topraklarının büyük çoğunluğu çöl olan bir ülke. Nüfusu ise İstanbul’dan az. Bir ülke için Allah tarafından verilebilecek en güzel hediye topraklarının altında bulunuyor. Tahmin ettiğiniz gibi büyük miktardaki petrol ve doğalgaz bu küçük ülkenin kaderini diğer Arap ülkeleri gibi değiştirmiş. Bize halen tuhaf gelen bir şekilde krallıkla yönetiliyor Umman. Batı pazarlarına akan petrolü sayesinde zenginleşen bu şanslı ülkenin sultanı, 1983 yılında ilginç bir karar alıyor.

Umman sultanı Kabus bin Seyit el Ebu Seyd, 1983 yılında hem kendi iktidarını hem de ülkesinin itibarını arttırmak için yardımcılarına bir parfüm markası oluşturmaları emrini verir. Üretilecek parfümler için hiçbir masraftan kaçınılmamasını ister. Ayrıca ortaya çıkacak kokuların Umman’da yetişen, gül, tütsü, mür ve amber ağırlıklı olmasını özellikle belirtir. Hatta bu bitkilerin çoğunun Umman’ın dağlarından toplanmasını emreder.

Böylece 1983 yılında Amouage markasının temelleri atılır. Tabiki böyle üst düzey parfümler yapabilmek için dünyanın en önemli parfüm tasarımcıları araştırılır. Sonuç olarak Hermes, Dior, Rochas gibi markalar için parfümler tasarlayan Guy Robert’e ulaşılır. Böylece Amouage – Gold 1983 yılında üretilir. Daha sonra da başka parfümler tabiki. Tarihler 2008 yılını gösterdiğinde Jubilation XXV ortaya çıkar. Markanın kuruluşunun 25. yılı kapsamında bu isimle piyasaya sunulur. Adeta bir zafer kutlamasıdır Jubilation 25.

Parfüme geçmeden önce kısa bir Amouage bilgilendirmesi yapmalıyım. Çünkü bu kullandığım ve incelediğim ilk Amouage. Bu marka ultra-lüks diyebileceğimiz bir kategoride. Peki bu ne demek? Özellikle fiyat ve kalite anlamında dünyanın sayılı markalarından birisi. Gerek parfümlerinin içerikleri, gerek kullandıkları malzeme kalitesi, gerekse fiyatları ile dünya parfüm endüstrisinin en uç birkaç örneğinden birisi. Daha anlaşılır olması açısından şöyle örneklendireyim.

Bir Calvin Klein parfümü 30-50 dolarlık fiyatıyla ortalama bir yerlerde durur diyelim. Serge Lutens ise 90-150 dolar fiyat seviyesi ile lüks bir marka olarak sınıflanır. Amouage ise 200-300 dolarlık fiyatı ile en üst düzey birkaç markadan birisi. Zaten kendi internet sitelerinde Amouage parfümlerini devlet başkanlarının, kralların, ünlü sanatçılar gibi gelir düzeyi çok yüksek olan kişilerin kullandıklarına vurgu yapılıyor. O meşhur logolarının altındaki “The Gift Of Kings” ibaresi sanırım bir çok şeyi anlatıyor. Unutmadan bir not daha. Amouage, Umman devletinin resmi parfümü olarak da geçiyor. Hatta Umman kralı birçok yurtdışı gezisinde devlet başkanlarına hediye olarak Amouage parfümlerini hediye ettiği söyleniyor.

Geçelim parfümümüze. Markanın en sevilen, en çok ilgi gören, en çok konuşulan modeli olarak dikkati çekiyor Jubilation XXV. Tarz olarak oryantal-fujer olarak sınıflandırılmış. Koluma ilk sıktığımda burnuma gelen kokuyu anlamaya çalışıyorum. Oldukça tatlı bir portakal mı? Tatlı kırmızı meyveler? Tütün? Bizim ev ahalisine göre gelen koku tütün kolonyaları ve mentollü Vicks Vaporub karışımı gibi. Evet başlangıç biraz hacıyağlarını andırıyor. Ortadoğu merkezli bir parfüm evinin kokusunun biraz böyle etkiler taşıması kuşkusuz normal. Derin ve anlatması zor bir başlangıç. Daha ilk kısımda çok yüksek kaliteli bir kokuyla karşılacağımı anlıyorum. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Bu koku muhtemelen tatlı kırmızı meyveler, tütsü ve odunsulardan geliyor. Çok güçlü bir açılışı var. Zaten genel olarak agresif diyebileceğim bir yapıda.

Bir süre sonra neyseki biraz sakinleşiyor kokusu. Orta notalarda tatlı meyveler biraz daha öne çıkıyor. Ona tatlı baharatlar ve tütsü eşlik ediyor. Ama geri planda baharatlar. Asıl süpriz reçinemsi kokudan geliyor. Meyveli baharatların üzerinde sürekli reçinemsi odunsular bir hayalet gibi kokunun üzerinde dolaşıyor. Ara ara kendisini gösteriyor. Sonra kayboluyor. Orta notalarda gül de hissediyorum derinlerden. Bu kısım zaten tam bir şölen. Resmi geçit töreni gibi. Çok detaylı. Son bölümde gayet kompleks. Bu sefer başrole tatlımsı tütsü, odunsular ve amber geçiyor ve böylece tenden ayrılıyor. Genel olarak başından sonuna kadar abartılmamış bir tatlılık hakim.  

Günümüzün modern, tatlı, baharatlı, odunsu oryantallerinin güzel örneklerinden birisi. Derin, çok katmanlı, gizemli ve çok lüks. Chergui ile birlikte bu tarzın en önemli temsilcilerinden birisi şüphesiz. Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin bu parfüm için “Gucci Pour Homme ile Gucci – Envy For Men arasında bir yerlerde” demiş. Aslına bakılırsa son bölümleri bana da Gucci Pour Homme’u anımsattı. Muhtemelen her iki parfümdeki tütsü ve odunsuların kullanılış şekli böyle bir izlenim yaratıyor. Fakat Jubilation XXV gerek kalite gerekse koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’dan 1-2 gömlek üstün.

Jubilation XXV, bana kraliyet ailesinin ihtişamını hatırlatıyor. Karşımda çok gösterişli (sanırım bu parfüm için anahtar kelime gösteriş), detaylı, derin ve lüks bir parfüm var. Kendimi Umman kralının davetlisi olarak hayal ediyorum ister istemez. Sarayın şatafatlı bir odasında kalıyorum. Petro-dolarlar ile gelen zenginlik ve abartılı bir mimari. Odadaki birçok eşya altından yapılma. Bir taraftan odadaki birçok eşyanın altın olmasının ne anlamı var diye düşünürken buluyorum kendimi. Yoksa bu gösteriş aslında yüzyıllardan gelen ezilmişliğin dışavurumu mu? Yok bu kadar haksızlık etmemeliyim sanırım. Pencereyi açıyorum. Batmakta olan güneşe bakıyorum. Kıpkırmızı bir ufuk. Çölde batan güneşi seyretmek ne büyük bir zevk.

Şimdi de Hindistan’dayım. Gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Bu durum kapitalizmin doğal sonucu muhtemelen. Bir tarafta devasa gökdelenler. Pahalı takım elbiseli işadamları Cartier mağazasından metresleri için hediye beğeniyorlar. Bir elbise 2000 dolar. Diğer tarafta ayda 100 dolar ile geçinmeye çalışan milyonlar. Aklına geçtimiz yıllarda Oscar ödüllerini silip süpüren “Slamdog Millionaire” filmi geliyor. O küçük yaştaki çocukların çaresizliği. Bunları düşünürken daldığı hayallerden müdürünün sesiyle uyanıyor Cartier mağazasının kapı görevlisi. En paralı müşterilerinden birisi geliyor karşı kaldırımdan. İnşallah bu sefer iyi bahşiş verir diye düşünüyor. Gülümseyerek kapıyı açıyor. Adam kendinden emin bir şekilde içeri giriyor. Girmesiyle de o müthiş parfüm kokusu başını döndürüyor kapı görevlisinin. O zaman bir parfümün insanları nasıl bu kadar etkileyebileceğini anlıyor.       

Jubilation XXV’i kimler mi kullanır? Son on yılda zenginleşen Rus milyarderler. Belki de Chelsea kulübünün sahibi Roman Abramovich. Yada Suudi Arabistan kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud. Dünyanın en zengin kişilerinden Hintli demir-çelik kralı Lakshmi Mittal’ı da unutmamak lazım. Kimbilir belki de HSBC bankasının CEO’su.

Özellikle son yıllarda doğu kültürlerini merak eden batılılar, Amouage ve Montale gibi Ortadoğu kökenli parfüm markalarına büyük ilgi gösteriyorlar. Hemde çok yüksek fiyatlarına rağmen. Bizim gibi doğu ile güçlü bağları olan ülkelerin insanları bu parfümleri “hacıyağlarına” benzetebilirler. Şu da unutulmamalı ki batı ülkelerinde bizdeki gibi “hacıyağı” diye birşey yok. Onun içindir ki bu tür kokuları çok gizemli ve ilginç buluyorlar. Benim düşüncem bu yönde. Bunun için bizim ülkemizde çok sevilebilecek bir marka olduğunu sanmıyorum Amouage’ın. Parfümün tasarımcısı ise L’Artisan, Acqua di Parma, Comme des Garçons, Eau D’Italie, Penhaligon’s gibi niche markalar için bir sürü parfüm tasarlamış olan Bertrand Duchaufour olduğunu belirtmeliyim.  

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığını arttıran bir unsur. Tenimde 1-1.5 gün kadar kalarak bu konuda da iddialı olduğunu gösteriyor. Farkedilirliği ise başlarda çok yüksek. Fazla kullanmamak lazım. Yoksa boğucu olabilir. Oldukça güçlü ve yoğun bir yapısı olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Erkek parfümü olmasına rağmen unisex kullanıma da uyacaktır. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın kullanmak ağır kaçacaktır. 3-4 fıstan fazla kullanmanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Kendinizi kraliyet ailesinin bir üyesi gibi hissetmenin en ekonomik ve kestirme yolu bu parfümü kullanmak.
+ Çok kaliteli, çok lüks ve çok gösterişli. Parlayan bir yıldız adeta.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi. Bu konuda sizi üzmeyecektir.
+ Derin ve gizemli kokusu sizi kendinizden geçirebilir.

Eksileri:
- Orta notalardan itibaren ortaya çıkan reçine kokusu olmasa çok daha iyi olabilirmiş.
- Astronomik fiyatı.

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/8

                                                 Bir Amouage satış mağazası

5 Aralık 2011 Pazartesi

Bulgari – Black (1998)


Bulgari – Black (1998)  Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Yuvarlak kara mayınlarına benzeyen bir şişe. Üzeri siyah bir lastikle kaplı. Biraz araba lastiklerine benzemiyor da değil şişesi. Bugün Bulgari’nin en ilginç parfümü Black karşımızda. Farklı şişesi ve tuhaf kokusuyla ana akım parfüm markalarının en benzersiz örneklerinden birisi hiç kuşkusuz Black. Parfümün yaratıcısı ise Azzaro (Visit Men), Boucheron (Jaipur Homme), Christian Dior (Hypnotic Poison), Giorgio Armani (Attitute, City Glam), Givenchy (Xeryus Rouge), Guerlain (Bois d’Armenie), Hugo Boss (Boss Bottled), Jil Sander (Jil Sander Men), Lacoste (Red), Lolita Lempicka, YSL (Body Kouros) gibi popüler işlere imza atmış olan Annick Monerdo. Geçelim detaylara.

Black oryantal-odunsu olarak sınıflandırılmış. Öncelikle belirtmeliyim ki başından sonuna çok büyük değişimler göstermiyor. Başlangıcında oldukça çekimser bir pudralı vanilya sizi karışılıyor. Yani adeta sizinle saklambaç oynayan bir çocuk gibi. Sanki yaramazlık yapmış da bahçedeki kocaman meşe ağacının arkasına saklanmış. Bir süre sonra vanilyaya plastiğimsi bir deri ekleniyor. Bu andan itibaren eşsiz bir yapıya bürünüyor. Bu kısım Black’in en tartışılan ve en beğenilen tarafı muhtemelen. Son olarak da tatlı vanilya ve biraz da misk ile son buluyor. Yani özetle plastiğimsi bir deri ve pudralı tatlı vanilya kombinasyonu.

Black muhtemelen Bulgari’nin en eğlenceli kokusu. Yenilikçi, yaratıcı, benzerine pek rastlanmayacak cinsten. Evet biliyorum lastik ve vanilyanın karışımından güzel bir koku çıkar mı diyebilirsiniz. Kulağa hoş gelmiyor da olabilir. Fakat Black şaşırtıcı derecede güzel bir koku. Cazibeli, baştan çıkarıcı, sıcacık, yaramaz ve etkileyici. Belki de vanilyayı çok sevdiğim için bana bu kadar güzel geliyordur. Bir süredir kullandığım Black’e bayıldım dersem abartmış olmam. Gayet iyi dengelenmiş, yapaylık hissedilmeyen, hiçbir rahatsız edici yanı olmayan bir tarzda. Genel olarak kullanan birçok kişinin seveceği bir yapısı var. Eşine zor rastlanabilecek kokusuyla Black herkesin en azından denemesini tavsiye ettiğim bir eser. Bütününe baktığımda ise insanı rahatsız etmeyen bir tatlılık hakim.

Black unisex olarak piyasaya sürülmüş. Şimdi neden böyle bir karar verildiğini anlamış durumdayım. Plastiğimsi deri erkeksilik katarken, çok güzel kullanılmış vanilya da kadınsılık katıyor. İkisinin dengesi çok iyi kurulmuş. Ama yine de bence bir erkeğe daha yakın kokusu. Karar sizin.

Black’in iki önemli eksiğinden bahsedeyim. Birincisi çok düz çizgide ilerleyen kokusu. Fazla değişim göstermiyor. Çok stabil. Yani derin, kompleks bir yapısı yok. İkinci olarak çok çekingen ve zayıf. Neredeyse kokusu hissedilmiyor. Tene yakın kalıyor. Kendisini gösteremiyor. Bu anlamda daha çok ofis veya ev kullanımında iyi sonuç verecektir. Sokaklarda günlük kullanımdan ziyade konfor kokusu olarak düşünülebilir. Bana biraz Emporio Armani – He’yi anımsattı genel olarak.

Kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde. Bence başarılı. Fakat farkedilirliğe geldiğimiz zaman işin rengi değişiyor. Zayıf yapısından dolayı farkedilirliği düşük. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Kadın-erkek herkese uyacaktır. Ama erkek kullanımı biraz daha ağır basıyor.

Artıları:
+ Vanilya kullanımına bayıldım.
+ Seksi, cezbeden kokusuna çoğu kişi karşı koyamayacaktır.
+ Çok benzeri olmayan ilginç kokusuyla almasanız bile denemenizi tavsiye ederim.

Eksileri:
- Düz çizgide ilerleyen, fazla değişmeyen kokusu biraz hayal kırıklığı yarattı bende.
- Farkedilirliği düşük. Eğer buram buram etraftan kokum duyulsun istiyorsanız Black pek size göre değil.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/5

27 Kasım 2011 Pazar

Dolce & Gabbana Pour Homme (1994)


Dolce & Gabbana Pour Homme (1994) Markanın erkek parfümlerinden.

Dolce & Gabbana ismini duyunca nedense aklıma şöyle bir tablo geliyor. Fashion TV, yine bir defile yayınlıyor. Ekranda adeta asker disiplini ile yürüyen mankenler. Sıfır beden kadınlar. Neredeyse kemikleri sayılacak zayıflıktan. Erkek mankenler ise çarpık bacaklı ve bol kaslı. Sergilenen  kıyafetler ise günlük kullanımdan ziyade Haute Couture. Yada uç diyebileceğimiz aksesuvarlar. En çarpıcı erkek aksesuvarı olarak da bir çanta dikkatimi çekiyor. Bildiğimiz kadın çantalarından bir farkı yok. Acaba moda yaratıcıları erkekleri kadınsılaştırmaya yada kadınları erkeksileştirmeye mi çalışıyorlar. Yoksa ortaya üçüncü ve tuhaf bir cins mi çıkartmak istiyorlar. Kimbilir gelecekte belki de cinsiyet diye bir şey olmayacak mı? Bu düşüncelerden uzaklaşıp elimdeki Dolce & Gabbana Pour Homme parfümünü kullanıyorum.

Tarz olarak aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında turunçgil patlaması size merhaba diyor. Belki biraz da limon. Hafif ekşiliği muhtemelen üst notalarında kullanılan limon veriyor. Başlangıç çok özel değil diyebilirim. Çoğu parfümde kullanılan turunçgil açılışa benziyor. Bir süre sonra turunçgil geri çekilirken ortaya pudralı, hafif tatlı baharatlar (ağırlık biberde) ile biraz tatlımsı çiçekler kendisini gösteriyor. Bildiğimiz anlamda bir tatlı baharatlı bir yapısı yok. Daha çok turunçgiller ile desteklenmiş erkeksi çiçekler diyebilirim. Son kısımda neyse ki pudralı his azalıyor. En sevdiğim bölüm de buradan itibaren başlıyor. Hafif tatlımsi bir tütün ve odunsular. Böylece de tenden ayrılıyor. Parfümün genelinde rahatsız etmeyen bir tatlılık hakim. Alt notalarında kullanılan tonka fasulyesi bu tatlılığı veriyor büyük ihtimalle.

D&G Pour Homme 1990’lı yılların ortalarında üretimine başlanmış bir fujer. Güçlü, yoğun, erkeksi. Aynı zamanda biraz ferah bile denebilir. Zaten parfümlere meraklı olanların yakından bileceğini düşünüyorum. Çünkü markanın en bilinen ve en çok satılan modeli muhtemelen. Unutmadan söylemek isterim ki 1995 yılında “En iyi erkek parfümü” ödülünü almış. Ayrıca 1996 yılında da Fransa’dan bir ödül almış. İlgimi çeken diğer bir nokta da kadınların bu parfümü sevmeleri. Birçok kadının D&G Pour Homme ile ilgili olumlu izlenimlerini okudum. Bunu da bir not olarak belirteyim.

Biraz da parfümün hoşuma gitmeyen taraflarından bahsedeyim. Başlangıcından sonuna kadar çok büyük değişim göstermiyor. Yani ne bir süpriz yapıyor ne de size küçük oyunlar oynuyor. Çok düz bir kokusu var. Bu durumda bir süre sonra sıkıcı olmasını beraberinde getiriyor. Eğer bir parfümden derinlik ve kompleks bir yapı bekliyorsanız D&G Pour Homme sizi tatmin edemeyecektir.

İkinci olarak orta notalarından itibaren ortaya çıkan pudralı kısım. Pudra abartılmadan ve hafifçe kullanılırsa eyvallah. Ama ayar biraz kaçınca pek hoş olmuyor. Burada da muhtemelen pudramsı yapı kokuyu sabunsu hale getiriyor. Fakat mis gibi bir sabun değil. Daha çok şampuanımsı bir sabunsuluk. Bu da hiç sevemediğim bir durum. Bu sebepten dolayı da pek tavsiye edebileceğim bir parfüm değil. Çok daha iyi seçenekler varken D&G Pour Homme ortalama bir ana akım parfümü olarak yerini alıyor hafızamda. Ayrıca parfümün detaylı bir reformulasyon geçirdiği söyleniyor bloglarda. İlk formulasyonu çok daha başarılı bulunurken, yeni formulasyonun oldukça yapay koktuğuna dair şikayetler var. Büyük ihtimalle benim kullandığım da yeni formulasyon. Artık günümüzde neredeyse moda halini alan ve bütün güzelim parfümlerin içeriklerinde oynama yapıp, onları kuşa çevirme geleneği uzun bir süre daha devam edecek anlaşılan.

Kalıcılık ve farkedilirlik gayet iyi. Bu iki kriter konusunda can sıkıntısı yaşamazsınız büyük ihtimalle. Genel olarak erkeksi bir yapısı var. Bir kadına pek yakışacağını düşünmüyorum. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. Yazın biraz boğucu olabilir. Denemeden almamak lazım.

Artıları:
+ Sonlara doğru ortaya çıkan tütünsü koku gayet güzel.
+ Kalıcılık ve farkedilirlik durumları fena değil.
+ Genel olarak kadınların sevdiği parfümlerden birisi.

Eksileri:
- Ah o pudramsı sabunsuluk yok mu!
- Çok düz çizgide ilerliyor. Uzun kullanımlarda sıkılma ihtimaliniz yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/7

25 Kasım 2011 Cuma

Comme des Garçons – Odeur 71 (2000)


Comme des Garçons – Odeur 71 (2000) Markanın unisex parfümlerinden.

Bir buzdolabı nasıl kokar? Ya da fotokopi makinesi. Peki bir lambanın kokusu nasıldır? Tamam son sorum da şu olsun. Tost makinası gibi kokmak istermisiniz? Hayır sevgili parfüm severler. Blog yazarınız kokular ve parfümler yüzünden çıldırmadı. Yani en azından şimdilik. Bu soruları neden sorduğuma gelince.

Parfüm dünyasının en çılgın, uçuk ve benzersiz kokularını yaratan marka hangisi derseniz bu sorunun cevabı benim için açık. Comme des Garçons, gerek konsept gerekse pazarlama anlamında tabuları yıkmaya kararlı gibi görülüyor. Sadece ilginç şişe tasarımlarıyla değil, parfümlerinin içerikleri ile de rakiplerinden farklı bir yerde. Bugükü konuğum markanın iki parfümden oluşan “Odeur” serisinin ikinci üyesi. Peki nedir bu Odeur isimli parfümler?

Comme des Garçons’un “anti-perfume” konseptiyle piyasaya sürdüğü parfümler Odeur serisi. Birincisi 1998 yılında çıkan Odeur 53. İkincisi de 2000 yılında piyasaya sürülen Odeur 71. Peki “anti-perfume” ne demek? Comme des Garçons burada biraz muhalif bir tavır sergileyerek parfüm karşıtı parfümler piyasaya sürüyor. Yani bir tarafıyla kendisiyle çelişirken, bir taraftan da parfüm dünyasına mesaj gönderiyor büyük ihtimalle. “Parfümlere karşı olan bir parfüm üreticisi”

Anladığım kadarıyla “anti-perfume” mottosu, günümüzün modern parfüm endüstrisine bir gönderme. Zaten Odeur 71’i test süresince kafa karışıklığı yaşamadım dersem yalan olur. Hatta parfümün açıklanan resmi notalarını gördüğümde nasıl bir şeyle karşılacağımı az çok anlamıştım. Diğer yazar arkadaşlarımın aksine parfümlerin açıklanan notalarını yazmayı pek doğru bulmuyorum. Çünkü üreticiler tarafından verilen notalar genelde pazarlamaya yönelik küçük ipuçları. Fakat Odeur 71’in notalarını yazmadan edemeyeceğim.

Genellikle parfüm notaları şöyledir: Turunçgiller, limon, bergamot, çiçekler, baharatlar, gourmand elementler, amber, misk vb. Bir de Odeur 71’e bakalım: Elektrik, metal, ofis, mineral, ampulün üzerindeki toz???, fotokopi kartuşu?, yeni kaynak yapılmış alüminyum, tost makinesi, dolmakalem mürekkebi, yeni açılmış kurşun kalem, bambu, salata sosu, sümbül, yosun, tütsü, odunsu notalar…

Şaka yapmıyorum. Odeur 71’in birçok yerde karşınıza çıkan notaları böyle. Zaten Odeur serisi için “Labaratuvar ortamında, mikro teknoloji ile çoğaltılarak oluşturulan inorganik elementler ile doğal elementlerin bir karışımı” diyebiliriz. Bu uzun sayılabilecek girişten sonra geçelim parfümümüze.

Odeur 71, çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış fragrantica’da. İlk sıkıldığında garip çiçekler sizi karşılıyor. Hafif tatlı. Biraz plastiğimsi. Tamemen yapay bir başlangıç. Anlatması zor. Pek sevilesi değil başlangıç. Bir süre sonra tuhaf çiçeksiler devam ediyor. Fakat bu sefer alışması ve sevmesi zor bir koku ortaya çıkıyor. Hastaneye girdiğinizde muhtemelen antiseptiklerden gelen kimyasal bir koku vardır. İşte orta notalar o kokuya çok benziyor. Gerçekten anlaması zor. Hatta dişçi koltuğuna oturduğunuzda etraftan gelen ilaç kokusu vardır. Onu da andırıyor. Ne hastaneleri ne de dişçileri sevmediğim için hoşuma gitti diyemem. Neyse ki alt notalarından itibaren biraz güzelleşiyor. Bu kısımda tanıdık birşeyler algılanabiliyor. Biraz tütsü, odunsu notalar ve misk. Fakat o plastiğimsi-kimyasal his burada da var. Daha fazla anlatmak gerçekten zor. Ancak denemek gerek.

Şu bir gerçek ki Odeur 71 tam bir konsept. Yani bir parfümden daha öte birşey. Bir deneme. Belki de parfümlerle dalga geçme. İşte “niche” markaları biraz da bunun için seviyorum. O anlı şanlı isimleri olan moda markalarının üretttiği parfümler mutlaka belli bir kitleye hitap etmesi gerekir. Parfümleri bir sanat eseri değil de ticari meta olarak görürler. Oysa butik markalar yaratım sürecinde daha özgürler. Çok büyük kitlelere ulaşmak gibi bir dertleri yok. Parfümlerini herkese beğendirmek gibi de. Odeur 71 gibi tuhaf, benzersiz, uç bir parfümü ya Comme des Garçons yada Etat Libre d’Orange üretebilirmiş. Daha önce denediğim hiçbir parfüme benzemiyor. Plastiğimsi, kimyasal, hastane gibi kokan bir koku ne kadar sevilebilir. Evet tarzı hiç bana göre değil. Ama mutlaka çok sevenler olacaktır. Genel olarak herkesin hoşuna gitmeyecek, rahatsız edici, yapay bir kokusu olmasına rağmen, geleceğin parfümlerinin belki de ilk prototiplerinden olan Odeur 71’i yine de denemenizi tavsiye ederim. Fakat büyük boy şişesini alırmısınız bilemem.

Odeur 71’i kimler mi kullanır. Biraz düşüneyim. Hastene çalışanları, dişçiler. Yada ünlü bilim-kurgu dizisi Battlestar Galactica’nın karakterleri. Belki de çılgın bilimadamları.

Kalıcılığı çok yüksek değil. Parfümün sıkıntılı bir tarafı da farkedilirliği. Genel olarak çok hafif ve tene yakın kalıyor. Belki de böyle olması çok daha iyi. Kadın-erkek herkes kullanabilir. Dört mevsime uyabilecek garip bir yapısı var. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Çok garip bir konsept. Sırf deneyim olması için bile test edilebilir.
+ Sonlara doğru ortaya çıkan koku fena değil.

Eksileri:
- Çok yapay, çok tuhaf, çok kimyasal, çok hastane gibi kokuyor.
- Sevmesi ve kullanması zor bir kokusunun olduğunu düşünüyorum.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

15 Kasım 2011 Salı

Hermes – Un Jardin Apres La Mousson (2008)


Hermes – Un Jardin Apres La Mousson (2008) Markanın unisex parfümü.

Bugün Hermes’in “jardin" serisinin üçüncü parfümü Un Jardin Apres La Mousson’a bir göz atacağım. Geçtiğimiz aylarda “jardin” serisinin sevilen parfümü Un Jardin Sur Le Nil hakkında bir şey yazmıştım. Yurtdışındaki parfüm platformlarından okuyup, anladığıma göre Hermes’in parfümleri oldukça seviliyor ve ilgi görüyor. Tabi markanın isminin bu kadar öne çıkması Terre d’Hermes’in yakaladığı büyük başarısıyla da orantılı bence.

Hermes şimdiye kadar üç farklı özel seri parfüm piyasaya sürmüş. Bu seriler Hermessence, Les Colognes ve Jardin. Hermessence özel serisinde birçok parfüm var. Les Colognes’de ise üç parfüm görünüyor. Jardin serisi ise 2011 yılında çıkan yeni üye ile dört parfümden oluşuyor.

Jardin Fransızca’da bahçe demekmiş. Yani bahçe serisi diyebiliriz bu dörtlü için. Parfümümüzün ismi Un Jardin Apres La Mousson “Muson sonrası bir bahçe” anlamına geliyormuş. Tarz olarak baharatlı-odunsu olarak sınıflandırılmış. Bu tanımlamaya bakıp da kış mevsimine uygun bol baharatlı-odunsu bir koku beklemeyin. Çünkü genel itibariyle ferah, meyvemsi hatta akuatik bile diyebiliriz.

İlk sıkıldığında sizi çok tanıdık bir meyve olan kavun karşılıyor. Açıklanan üst notalarında cantaloupe diye bir nota dikkatimi çekti. Kısa bir araştırmadan sonra cantaloupe’un üstünde dilim çizgileri olan lezzetli ve küçük bir kavun türü olduğunu öğreniyorum. Başlangıç kokusunun nereden geldiği de böylece açığa çıkmış oluyor.  Evet kavun öylesine baskın ki adeta başka bir şeye izin vermiyor. Tam olarak anlatmak gerekirse meyveli sakızlara benzettim. Yani çok doğal ve mis gibi bir kavun kokusu değil. Biraz yapaylık hissediliyor. Sanki zorlama bir kokusu var. Bir süre sonra kavun biraz geri çekilirken, hafif tuzlu, akuatik bir esinti ekleniyor. Birazda meyveli odunsular. Evet Mousson’u anlatmak için bu kadarı yeterli. Çünkü daha fazla anlatılacak bir kısmı bulunmuyor.

Parfümümüz bence kesinlikle bir meyveli-akuatik. Hafif tatlı kavun, başlangıçtan sona kadar hep baskın. İlk anlardaki kullanımını pek sevmesemde sonlara doğru tuzlu deniz kokusu ve odunsularda eklenince daha bir sevilesi hale geliyor. Hermes’den çok daha güzel ve lezzetli bir kavun aroması beklerdim. Yine de çok temiz, hafif, yumuşak ve dolgun bir parfüm. Kibar ve basit. Belli bir kalitenin üzerinde olduğu tartışılmaz. Karşımızda ucuz bir meyveli market kokusu yok. Ama muhteşem bir parfüm de değil. Mousson’un kokusu bana deniz kenarında kesilip dilimlenen bir kavunu hatırlattı nedense. Ahh yaz mevsimi…

Mousson’un tasarımcısı ünlü burun Jean Claude Ellena. Fakat bir çok yorumcu tarafından çok eleştiriliyor Mousson. Anladığım kadarıyla kullanılan yapay kavun kokusu insanlara itici geliyor. Hem kavunun tadını hem de kavun kokusunu seven birisiyim. Ama buradaki kullanımı çok da başarılı değil ne yazık ki. Ünlü parfüm kritikçisi Chandler Burr’de Mousson’u eleştirenler arasında. Ayrıca beş üzerinden bir yıldız verdiğini de söyleyeyim küçük bir dedikodu olarak.   

Kalıcılık olarak bende iyi sonuç verdi. Farkedilirlik olarak ortalama. Kendisini hissettiriyor. Yine de saldırgan bir tarzı yok. Hafif, meyveli, akuatik yapısından dolayı ilkbahar-yaz mevsimi için daha uygun olacaktır. Unisex olarak piyasaya sürülmüş. Evet bende katılıyorum. Hem kadınlar hem de erkekler kullanabilirler. 35 yaş ve altı kişilere daha çok yakışacaktır. Pek olgun bir kokusu yok. Ortalama bir meyveli parfüm olarak hafızamdaki yerini alıyor. Un Jardin Sur Le Nil çok daha başarılı bana göre.

Artıları:
+ Kavun temalı parfümleri sevenlerin oldukça hoşuna gidecektir.
+ Sonlara doğru ortaya çıkan tuzlu akuatik his gayet güzel.

Eksileri:
- Biraz fazla basit bir kavun kullanımı var.
- Kusursuzu arayan parfüm severleri pek tatmin edemeycek.
- Ünlü tasarımcı Ellena’dan daha başarılı bir eser beklerdim.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

9 Kasım 2011 Çarşamba

Gucci - Gucci Pour Homme II (2007)


Gucci - Gucci Pour Homme II (2007)

Gucci parfümü deyince aklıma her zaman Gucci Pour Homme geliyor. Belki de kokusunu başarılı bulduğumdan. Yada kalitesi ve olgun tavrından dolayı. 2000’li yıllardan sonra üretilmiş bu çok başarılı parfümün 2007 yılında ikincisi çıkarıldı. Yani bir devam parfümü. Ama abisi Gucci Pour Homme’a çok benziyor dersem doğru olmaz. Gucci Pour Homme II’nin şişesinin mavi olduğuna aldanıp akuatik, deniz gibi kokan bir parfüm beklemeyin. Tarz olarak odunsu-baharatlı diye sınıflandırılmış. Geçelim detaylara.

İlk sıkıldığında tatlı meyveler hissettim. Ama sanki daha çok meyveli-çiçeksi gibi. Açıklanan üst notalarına baktığımda menekşe ve bergamot görünüyor. Sanırım bu hissi menekşe veriyor. Başlangıç çok tanıdık, temiz, tatlı ve modern. Bir süre sonra orta notalar kendisini gösteriyor. Bu andan itibaren tam bir baharat etkisi hakim. Başlangıçtaki tatlılık bu kısımda da aynen devam ediyor. Aromatik baharatlar gayet güzel. Son olarak da yumuşak odunsular ve birazcık tütün var sanki. Bu kısımda tatlılık biraz azalıyor. Aslında iyi de oluyor.

Gucci Pour Homme II’de bana göre ana tema tatlı aromatik baharatlar. Baharat derken biber ağırlıklı olarak kullanılmış. Fakat öyle keskin bir şekilde kullanılmamış. Çok yumuşatılmış ve tatlandırılmış. Birazda tarçın var sanki. Bu kısım abisi Gucci Pour Homme’u hatırlattı bana. Belki de isminden ötürü küçük de olsa benzer taraf olsun istenmiş olabilir.

Parfümümüzde bariz bir tatlılık var. Şekerli, ağır yada baygın bir kullanım yok. Tam sınırda. Dozu iyi ayarlanmış. Onun dışında temiz, sakin, kibar, efendi, modern bir kokusu var. Bu parfümü kullanıp da nefret edecek birisini bulmak zor. Çok güvenli kokusu. Günlük kullanım dışında ev yada ofis kullanımı için çok uygun. Muhtemelen çok güzel tepkiler alacaksınız çevrenizdekilerden. Hatta kız arkadaşınız ile ilk buluşmanız için de güzel bir seçenek. 

Gucci Pour Homme’un eksik yönleri yok mu? Tabiki var. Mesela çok düz çizgide ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor kokusu. Bu anlamda hayal kırıklığı yaşadım. Gucci Pour Homme ve Envy For Men’deki kompleks yapıyı düşündüğümde, daha çok özenilebilirmiş diye içimden geçirdim. İkinci olarak kokusu biraz fazla “iyi çocuk” tarzında. Gucci muhtemelen çok satacak ve herkesin sevebileceği gibi bir parfüm üretmek istemiş. Yani bir anlamda tribünlere oynamış. İsteğini gerçekleştirse de çok yaratıcı veya etkileyici olmayan bir koku ortaya çıkmış. Ama yine de kesinlikle kötü bir parfüm değil. Hatta arkadaşlarınıza gönül rahatlığıyla “acaba beğenir mi” diye düşünmeden hediye edebilirsiniz.

Kalıcılığı bence yeterli. Ama farkedilirliği en büyük eksikliklerinden birisi. Tende zayıf kalıyor. Kendisini pek gösteremiyor. Yani farkedilirliği epey düşük. Zaten onun için dışarıda kullanımdan çok ev-ofis içerisinde kullanmak daha iyi sonuç verecektir. Hem baharatlı hemde yumuşak, hafif tarzından dolayı çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Gucci Pour Homme daha çok 30 yaş üzeri arkadaşlara uygunken, Gucci II 30 yaş altına daha iyi gider diye düşünüyorum.       

Artıları:
+ Tatlı baharatlı kokusu çok modern, temiz ve yapaylık barındırmıyor.
+ Bu parfümü beğenmeyen zor çıkar diye düşünüyorum.
+ İyi bir hediye olacağı kesin.

Eksileri:
- Başından sonuna çok değişmeyen yapısı biraz şaşırttı beni.
- Farkedilirliği düşük.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/5

3 Kasım 2011 Perşembe

Serge Lutens – Ambre Sultan (1993)


Serge Lutens – Ambre Sultan (1993) Markanın en ilgi çeken parfümlerinden.

Bugün özel bir markanın özel bir parfümününden bahsedeceğim. Parfüm meraklılarının, parfüm severlerin, güzel kokulu suların sihrini bir kere tatmış insanların Serge Lutens markasını bilmemeleri bence büyük bir eksiklik. Çünkü bu marka, ortaya çıkması ile bence parfüm dünyasında küçük çaplı bir deprem yaratmış durumda. Hatta kuralların yeniden yazıldığı bir oyun oynuyor. Gördüğüm, okuduğum kadarıyla da bu oyunda gayet başarılı. Ambre Sultan ise markanın en sevilen, en çok ilgi çeken ve hakkında en çok konuşulan parfümlerinden birisi.

Öncelikle isminden başlayalım. Anlaşılacağı üzere parfümümüz amber merkezli. Amber nasıl bir kokuya sahip derseniz anlatması zor. Anlamanın en kolay yolu bazı camilerimizin önünde küçük şişelerde satılan versiyonunu koklamak. Tabiki oralardaki amber kokusu Ambre Sultan’daki amber kalitesini hiçbir zaman veremeyecektir. Ama en azından bir fikir verebilir size amberin kokusuna dair. Sultan ise bildiğimiz Osmanlı döneminde de kullanımına rastladığımız Sultan. Yani Serge Lutens bu isimle tamemen doğu kültürüne bir gönderme yapıyor. Zaten kokusunu kullanmaya başladığınızda isminin neden Ambre Sultan olduğunu anlıyorsunuz. Genel olarak baharatlı bir amber parfümü. Geçelim detaylara.

İlk sıkıldığında tatlı bir amber sizi karşılıyor. Genellikle alt notalarda parfümlerin kalıcılığını arttırmak için kullanılan amber burada henüz üst notalarda size merhaba diyor. Fakat amber geri planda kalırken keskin otlar (herbal) ve reçine ön planda. Hatta dikkatlice kokladığınızda bariz bir çam reçinesi kokusu alıyorsunuz. Çam ağaçlarının üzerinde olan reçineyi bilmeyenimiz azdır. İşte başlangıç bana bu hissi verdi. Zaten kendi internet sitelerinde reçinemsi bir yapısı olduğundan bahsetmişler. Fakat bir Polo Classic’deki gibi çam ağacı kokusu beklemeyin. Daha derin ve amber etkisindeki çam reçinesi diyebilirim. Geçelim orta notalara.

Bu kısımdan itibaren reçinemsi otsu koku geri çekilirken ortaya hafif tatlı, egzotik baharatlar çıkıyor. Amber yine altlardan kendisini hissettiriyor. Bu baharatlı amberli bölümüde gayet derin ve karanlık. Denge müthiş ayarlanmış. Son kısıma geçildiğinde ortada sadece bir amber kokusu kalıyor. Ama ne amber… Zaten yurtdışındaki parfüm platformlarındaki yorumcuların “şimdiye kadar yapılmış en iyi amber temalı parfüm” övgülerinin altında sanırım o nefis amber kokusu var. Ne baygınlık verici, ne de ucuz kokan. Tam olması gerektiği gibi. Yani sonuç olarak şöyle özetleyeyim: Reçinemsi, otsu bir başlangıç, baharatlı amber ve amber… Parfümün her bölümünde muhtemelen amberden kaynaklanan bir tatlılık var. Fakat kesinlikle iç bayan yada şekerimsi bir tatlılık değil. Çok yerinde kullanılmış bir tatlılık.

Artık şuna eminim ki 2000’li yıllar parfüm dünyasının dönüm noktalarından. Özellikle batı medeniyetinin 2000 yılı merakını zaten 11 sene önce bol bol görmüştük. 2000 sayısının çok özel bir anlamı olmasa da, ona yükledikleri anlam (Millennium) o zamanlar bana hayli garip gelmişti. Sanki 2000 yılına gireceğimiz gün bütün dünya değişecekti. Savaşlar, açlık ve düşmanlıklar bitecek, bir üst bilinç seviyesine çıkacaktık. Ama gerçek hiçte bize sunulan gibi değilmiş. Aradan geçen 11 yılda bunu anlamış durumdayız. 


2000 yılının parfümler anlamında nasıl bir değişimi getirdiğini Ambre Sultan’ı kullanınca daha iyi anladığımı sanıyorum. Her ne kadar 1993 yılında piyasaya çıktıysa da zamanının ötesinde bir parfüm olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sanki daha 1990’lı yılların başlarında parfüm endüstrisinin geleceği noktayı sezmiş ve adeta öncülük eden bir parfüm piyasaya sürmüş Serge Lutens.

Ambre Sultan’ı bu kadar özel yapan ne? Bu soruya cevabım “doğu etkisi” olacaktır. Parfüm markaları özellikle 2000’li yıllardan itibaren yoğun bir şekilde doğu kültürüne göndermeler yapan parfümler üretmeye başladı. Hatta bu durumun ilk örneklerinden sayılabilecek marka Yves Saint Laurent diyebiliriz. Ünlü modacının doğu kültürüne olan ilgisini diğer bir yazımda kısaca değinmiştim. Ve artık 2011 yılı itibariyle birçok ana akım ve niche parfüm markası doğu etkileri olan parfümler piyasaya çıkarıyorlar. Ağrılık olarak amber ve öd (oud) temaları kullanılıyor. Özellikle batı toplumlarında son yıllardaki mistik, gizemli doğu kültürlerine ilgi arttıkça, parfüm markaları da bu alanlarda eserler veriyorlar. Ambre Sultan’da bence tam da böyle bir tema düşünülerek üretilmiş.

Ambre Sultan’ı giydiğim zaman sanki kendimi dar ve gizemli Mısır sokaklarında geziyormuş gibi hissediyorum. Yürümekten yorulmuşum. Bir nargile kafe görüyorum. İçeride nargile içip, sohbet eden kızlı erkekli masalar. Bazıları yer sofraları gibi minderlerde oturuyorlar. Bende bir köşeye geçiyorum. Bir nargile söylüyorum. İçerisi nargilelerin dumanıyla dolu. Garip bir şekilde rahatsız etmiyor beni. Gözüm duvarlara takılıyor. İslam sanatında sıkça kullanılan çiniler duvarları süslemiş. Batı medeniyetinin doğu kültürlerini ve felsefelerini neden bu kadar merak ettiklerini biraz daha iyi anlıyorum.

Ambre Sultan’ı giydiğim zaman Fas’ın kapalı çarşısında yolumu kaybetmiş gibiyim. Yada Yemen’in sonu gelmeyen çöllerinde gece ateşin başında bedevilerle çay içiyorum sanki. Çöllerde gündüzler ne kadar sıcaksa gecelerde bir o kadar soğuk. Ambre Sultan tam da o soğuk çöl geceleri için tasarlanmış sanki. Pakistan’da baharat satan bir dükkanın kapısından içeriye girdiğinizde burnunuza gelen o tarif edilemez kokuların bir karışımı gibi Ambre Sultan. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

Parfümümüzün EDP olması kalıcılığını gayet iyi hale getirmiş. Bir günden fazla teninizde kendisini hafif hafif hissettiriyor. Farkedilirlik başlarda gayet yüksek. Daha sonra normal seviyenin biraz üstünde kalıyor. Size tavsiyem çok fazla sıkmamanız. En fazla üç dört fıs yeterli olacaktır. Yeterince güçlü bir yapısı var. Sonbahar-kış mevsimi için harika olacaktır. 25 yaş üstü herkese tavsiye ederim. 

Kimi kaynaklarda kadın parfümü olarak geçse bence tam bir unisex. Erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Hatta bana bir parça erkeksi bile geldi.  

Artıları:
+ Ambre Sultan bir parfümden çok bir seyahat yada deneyim bana göre.
+ Özellikle orta notalardaki baharatlı amber kokusuna bir daha başka bir parfümde rastlayabilirmiyim şüpheliyim.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Sonlara doğru tek başına kalan amber kokusu bazı kişiler için sıkıcı olabilir.
- Her yerde bulabilmeniz zor. Bulsanız bile fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/8

24 Ekim 2011 Pazartesi

Comme des Garçons 2 (1999)


Comme des Garçons 2 (1999) Markanın unisex parfümlerinden.

Japon modacı Rei Kawakubo’nun yarattığı Comme des Garçons markasının çok sıkı takipçileri olduğunu söylesem yanlış olmaz sanırım. Alışılmışın dışındaki moda anlayışı ile çok ilgi çekici bir marka olarak yükselişini sürdürüyor bence. Bu ilginç tasarımları ürettiği parfümlerine de aynen yansıyor. Çok benzeri olmayan, bazen uçuk, bazen de “anti-parfüm” sloganıyla benim en çok ilgimi çeken markalardan birisi. CDG parfümleri “niche” olarak değerlendiriliyor. Yani her yerde bulunmayan, sadece bazı internet sitelerinde ve özel butiklerde bulunan, nispeten yüksek fiyatlara satılan. Bugünkü konuğum 2, markanın sevilen parfümlerinden. Hem unisex hem de Eau de Parfum (EDP) olmasıyla da farkını gösteriyor. Unisex EDP’lere örnek olarak iki örnek Jean Paul Gaultier2 ve Costum National Intense aklıma geliyor. Yani hem EDP hemde unisex parfümler çok sık rastlanmıyor. Artık geçelim kokumuza.

Tarz olarak fragrantica’da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Bana göre çiçeksi, meyveli, baharatlı ve birazda odunsu. 2’nin açılışı biraz garip. Şöyle anlatmaya çalışayım. Hafiften metalik turunçgil, erkeksi çiçekler ve kırmızı meyveler (kiraz mı, vişne mi, böğürtlen mi karar veremedim). Evet gayet modern bir çiçeksi-meyvemsi başlangıcı var. Çiçek derken kadın parfümlerindeki baygın kokular akla gelmesin. Oldukça erkeksi. Bir süre sonra metalik turunçgil ortadan kayboluyor ve bolca kırmızı meyvelerle biraz da gül başrole geçiyor. Açıklanan resmi notalarında gül yok. Belki de bu hissi o hafif tatlı meyveler ve çok yumuşatılmış baharatlar veriyor. Genel olarak sanki hafif meyveli bir gül kokusu hakim sanki. Anlatması zor. Alttan hafif hafif baharatlar hissediliyor. Keskin yada rahatsz edici değil. Gayet kibar. Son kısım ise benim favorim. Hafif tatlı kırmızı meyvelere aromatik odunsu notalar ekleniyor. Bu kısım çok lezzetli. Harika diyebilirim. Yani özetle: Kırmızı meyveler, erkeksi çiçekler, yumuşak tatlı baharatlar ve odunsular.

CDG 2, nasıl kokuyor derseniz size hafif tatlı meyveler, gül ve aromatik baharatlar başrolde diyebilirim. Ama ben hep bir gül teması olduğunu hissediyorum. Diğer notalar sanki bu gül benzeri kokuyu zenginleştirmek için kullanılmış. 2, aynı markanın kendisi gibi ilginç bir parfüm. Kalite hissi olarak bir lüks parfüm evinin gereklerini yerine getiriyor. Yapaylık yada herhangi bir sorun hissedilmiyor. Eğer bana CDG 2 ne renk bir parfüm derseniz cevabım kesinlikle kırmızı olacaktır. Evet tuhaf bir şekilde bu parfüm kırmızı gibi kokuyor. Yani kırmızı meyveler ve kırmızı bir gülün karışımı sanki. 1999 yılında çıkmasına rağmen günümüzün modern parfümlerine rahatça rakip olur.

Peki 2’nin eksik yönleri neler? Karşımızda muhteşem yada kusursuz bir parfüm yok. Güzel bir parfüm var. Bence en büyük sıkıntısı düz çizgide ilerleyen bir kokusu var. Çok büyük değişimler göstermiyor. Size süprizler yapmıyor. Şaşırtmıyor. Yani “ben böyleyim ister kabul edin, ister etmeyin” der gibi. Biraz soğuk bir tarzı var diyebilirim. Biraz bohem biraz da yanlız sanki. Ayrıca başlangıcındaki garip açılışı da herkesin hoşuna gitmeyebilir. Yüksek fiyatından dolayı denemeden almanızı önermem. Ne olur ne olmaz. Unisex olarak yani hem kadınlara hemde erkeklere yönelik bir parfüm olduğunu yukarıda söylemiştim. Kadınlardan çok erkek kullanıma daha yakın gibi hissettim. Ama bir kadın da rahatlıkla kullanabilir.

Ekşi sözlükte ramostyle isimli bir arkadaşın CDG 2 ile ilgili bir yazısı var. İlgimi çekti. Muhtemelen doğrudur söyledikleri. Aynen koyayım istedim hiç dokunmadan:

“İspanyol Puig firması tarafından lisansı alınmış ve üretilen parfüm.
Rei Kawakubo pazarlama sürecine dahil olmuştur. Puig firmasının pazarlama departmanının hiçbir pazar araştırma yapmasına izin vermemiştir. Eğer pazar araştırması yapılırsa ve ürünün pazara çıkması yönünde pozitif sonuçlar çıkarsa lisans anlaşmasının bozulacağını bildirmiştir. Ne kokunun kendisi, ne marka ismi, ne şişe tasarımı (şişe, mağazalara verilen platform olmadan sergilenemez çünkü dik bıraktığınızda mutlaka düşer), ne de ürünün iletişim uygulamaları pazarlama kitaplarında gösterildiği şekildedir. Hiçbir pazarlama kuralına uyulmadığı halde çok başarılı satış rakamları elde etmiş kokudur.
"comme des garcons 2" (cdg2) den sonra "comme des garcons 2 man" uzantısı pazara sürüldüyse de cdg2 ilk çıktığı andan itibaren unisex bir ürün olarak görünmüştür tüketicinin gözünde. Satışa çıktığı ilk günden itibaren cdg2'nin tüketicilerinin yarıya yakınının erkek olduğu rapor edilmiştir.” Ayrıca şişesinin bir tasarım ödülü aldığını da belirteyim.

Kalıcılık olarak bir EDP kullandığınızı hatırlatıyor. Özellikle kıyafet üzerinde çok kalıcı. Farkedilirlik ortalama diyebilirim. Yaz-kış her zaman kullanmaya uygun bir yapısı var. Bu da olumlu bir özelliği.

Artıları:
+ Modern bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon.
+ Genel olarak bir çok kişinin sevebileceği gibi.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Başından sonuna çok büyük değişim göstermeyen kokusu.
- Başlangıcı biraz garip.
- Fiyatı biraz yüksek. Ayrıca heryerde bulmanız zor.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7