
74 yıllık hayatının neredeyse 26 yılını hapishanelerde ve akıl hastanelerinde geçirmiş bir adamın öyküsü bu. İnanması zor. Anlatması daha da zor. Hatta son iki yüz yetmiş yılın en tartışmalı insanlarından birisi. Gerek yaptıklarıyla, gerek yazdıklarıyla, gerekse akıl almaz fikirleri ve korkutucu tarafıyla. Şimdiden söyleyeyim biraz rahatsız edici bir giriş bölümü olacak. Uyarmalıyım. Ama mecburum. Çünkü bugün yazacağım parfüm ile yakından ilgili bu adam.
1740 yılında Paris’te doğan bu adamın tam ismi Donatien Alphonse François le Marquis de Sade. Bu uzun ismini kullanmak zor olduğundan kısaca Marquis de Sade olarak biliniyor. Paris’te doğmuş varlıklı ve aristokrat bir ailenin çocuğu. Küçük yaşta iken önce Cizvit rahip okuluna gidiyor. Daha sonra yine genç yaşta askeri okula katılıyor. Süvari komutanı olarak Yedi Yıl savaşlarına katılıyor. Savaştan döndükten sonra, 20’li yaşların başında, kendisi gibi aristokrat bir ailenin kızıyla evleniyor. Bu yıllar ise Marquis de Sade için başlangıç oluyor. Hayatının geri kalanına…
Aslında her şey ilk önce Sade’in yaşadığı Lacoste kalesinde gerçekleşiyor. Kalesine aldığı hayat kadınları ile uzun, anlaması zor ve acıya dayalı fantezilerini yaşamak istemesiyle perde açılıyor. Birlikte olduğu kadınlara acı çektirmeyi seven Sade, adeta işkence ritüelleri uyguluyordu. Kurbanlarını döven hatta zorla sarayına kapattığı kadınların, kölesi olmalarını istiyordu. Ta ki yine işkence uyguladığı kadınlardan birisi saraydan kaçmayı başarıp, başından geçenleri anlatıncaya kadar. Neredeyse şehirdeki bütün hayat kadınları onun bu işkencelerine maruz kalmıştı. Ve kısa süre sonra göz altına alınıp tutuklandı. Fakat onun durmaya niyeti yoktu. Adeta şeytan ruhunu ele geçirmişti ve onun serbest kalmasını istemiyordu.
Hapisten çıktıktan sonra İtalya’ya sığındı. Burada da aynı korkunç işkenceleri uyguluyordu birlikte olduğu kadınlara. Çok geçmeden yine tutuklandı. Uzun yıllar hapiste kaldı. Ve bir akıl hastanesinde öldü. Uzun hapis yıllarında ise hiç boş durmadı. Bir çok kitap yazdı. Tahmin edileceği gibi kitapları hep işkence ve kötü muamelenin örnekleriyle doluydu. Kitapları uzun yıllar yasaklandı hatta yakıldı. Fakat gizli gizli de olsa okunmaya ve dağıtılmaya devam ediyordu. Bugün bile hala en çok tartışılan yazarlardan ve düşünürlerden birisi Marquis de Sade. Hepimizin bildiği psikolojik hastalık olan sadizmin ilk örneklerini gerçekleştirdiği kabul ediliyor. Sadizmin yani başkalarına acı çektirmekten hoşlanmayı başlatan kişi olarak tarihe geçse de hala sırrı tam olarak çözülememiş bir adam. Kimisi seks düşkünü derken, kimisi de önemli bir düşünür ve filozof olduğunu söylüyor. Her ne olursa olsun karşımızda ürkütücü bir insan var.
“Evet, ben bir libertenim, itiraf ediyorum, bu konuda akla gelebilecek her şeyi düşündüm; ama düşündüğüm, tasarladığım şeyleri elbette yapmadım ve kesinlikle de yapmayacağım. Ben bir libertenim, adi suçlu ya da katil değil” diyor Yatak Odasında Felsefe kitabında Sade. Bu garip adamın eserleri, yirminci yüzyılda felsefe, düşünce ve edebiyat alanında referans noktasına dönüşmüş. Hatta Dostoyevski dahil sayısız ünlü isme ilham kaynağı olmuş kitapları. Başyapıtı olan Yatak Odasında Felsefe ise tüm dünya dillerine çevrilerek milyonlarca adet basılmış, birçok kez sinemaya uyarlanmış. Özgür ve özgün düşüncenin en üst noktalarından birisi olarak kabul edilmiş. Onunla ilgili karşıma çıkan en güzel ve farklı tanım ise şuydu: Tüm zamanların en lanetli yazarı Marquis de Sade.
Fransız niş parfüm evi Histoires de Parfums’de bu fırsatı kaçırmamış ve 1740 isimli eserini Marquis de Sade’ye ithaf etmiş. Zaten kendi sitelerinde de açıkça belirtmişler bu durumu. Yine kendi sitelerinde erkeksi, odunsu şipre olarak sınıflandırılmış. Ayrıca parfümü likörlü deri tonları, davana sensualis, laden reçinesi, silhat ve kuru incir olarak detaylandırmışlar. Ve zamansız bir parfüm olduğunu vurgulamışlar. Karanlık yönünü ve gizemli olduğunu yazmayı ihmal etmemişler.
Davana Sensualis ibaresi dikkatinizi çekmiştir. Kendi sitelerinde bizzat üst notalarında bu terim yazıyor. Daha önce hiç böyle bir tabir duymadığımı söyleyebilirim. İşin ilginci internette de çok fazla bilgi yok ne olduğuna dair. Şöyle bir açıklamaya rastladım: “Davana uçucu yağı: Keskin, zengin, tatlı, meyveli, baharatlı, odunsu. Şarap veya üzüm kokusuna sahiptir.” Daha ne diyeyim bilemiyorum. Böyle notaları sırf farklılık olsun diye yazdıklarına artık inanmaya başlıyorum. Neyse geçelim detaylara.
1740’ın başlangıcı tuhaf ve buruk meyveler, eski kokan tütün ve tozlu turunçgiller (bergamot olabilir) ile gerçekleşiyor. Daha önce böyle bir başlangıca rastladığımı hatırlamıyorum. Deneyen bir çok kişinin sevemeyeceği üst notaları gayet başarılı ve ilginç buldum. Pürüzsüz, yüksek kaliteli ve yaratıcı. Orta notalara geçelim. Başlangıçtaki garip kokunun etkileri devam ediyor. Fakat size sürpriz yaparak daha da farklı karaktere bürünüyor. Bu bölümde kuru ve tozlu tütün kokusu baskın. Sigara içenler bilirler. Bir paket sigarayı açıp, üzerindeki kağıdı koparttıktan sonra burnunuza içki ile karışık bir tütün kokusu gelir. Aynı öyle. Hatta sigara paketi gibi diyebilirim rahatlıkla. Bu kurutulmuş tütüne yumuşak tatlımsı baharatlar ekleniyor. Muhtemelen kişniş ve kakule. Yani orta kısım sigara tütünü-baharat kombinasyonu. Azıcık da ölmez otu (Immortelle) var sanki. Bu bölümü de sevdim. Son kısma gelindiğinde tatlı baharatlar ve deri ortaya çıkıyor. Ona silhat (paçuli), egzotik amber ve odunsu notalar eşlik ediyor. Fakat ağırlık deri-amber birlikteliğinde. Alt notalar çok güzel. Böylece de tenden ayrılıyor.
1740 aynı ismini aldığı şahsiyet gibi sıra dışı yapıda. Bu parfümde bence ana oyuncu tütün. Fakat açıklanan notalarında hiç bahsedilmemiş. Özellikle başlangıcında ve orta notalarında sigara paketi gibi kokan tütün rahatlıkla algılanabiliyor. Yan rollere ise modern kokan baharatlar ve amber-deri ikilisi yerleştirilmiş. Bu parfümün bende çağrıştırdıkları kısaca böyle.
1740, ismini 18. yüzyılın ortalarında doğmuş bir kişiden almış. Sanırım bunun için oldukça “eski ve tozlu” kokuyor. Büyük ihtimalle isim ile konseptin uyumlu olması için böyle bir yol izlenmiş. Bence iyi de olmuş. Çok fazla tatlılık barındırmaması sevindirici. Orta notaları dışında oldukça kuru bir kokusu var. Yer yer maço şiprelere gönderme yapan tarzını sevdim. Genel olarak yüksek kaliteli bir parfüm. Zaten Histoires de Parfums’un şimdiye kadar denediğim parfümleri zihnimde hep güzel izler bıraktı. 1740’da bu kervana katılacak anlaşılan.
Açıkça söyleyeyim ki bu parfüm herkesin sevebileceği yapıda değil. Belli bir yaş ve olgunluk isteyen kokulardan. On sekiz yaşındaki genç arkadaşlara tavsiye edemeyeceğim. Tütün temalı parfümleri sevdiğimden midir bilemiyorum ama bir şekilde kalbimi kazanmayı başardı 1740. Başlangıcındaki tozlu şipre vurgusunu bile sevdim. Orta notalarda daha modern, günümüze yakın ve pipo tütünü-baharat gibi kokarken, sonlarda modern sayılabilecek deri-amber işbirliği var. Bu anlamda zengin, derin ve detaylı bir parfüm. Düz çizgide ilerlemiyor. Üzerinde çalışıldığı ve aceleye getirilmediği anlaşılıyor. Belli bir duruşu ve anlatmak istediği hikayesi var, onu okumayı bilenler için.
Bence 1740 bohem, aristokratik ve entelektüel bir parfüm. Oldukça dumansı kokuyor diyebilirim. Bu da ona gizemli bir yön katıyor. Adeta sigara dumanından önünüzü göremediğiniz bir mekana girmiş gibi hissediyorsunuz. Şimdiye kadar denediğim en başına buyruk, karizmatik kokulardan birisine sahip.
Onu kimler mi kullanır? Kokusu pipo tütünlerini çağrıştırdığı için pipo koleksiyonu yapanlar olabilir. 18. yüzyılda Paris’te yaşayan orta yaşlı bir aristokrat kullanırsa hiç şaşırmam. Yada parayla pulla ilişkisini koparmış ve kendisini sadece beste yapmaya adamış asosyal bir piyano sanatçısı. Hatta büyük bir şatoda yaşayan ve elinden sigarasını düşürmeyen İngiliz burjuvasına mensup bir Lord. Mesela Vivaldi’nin o harika Dört Mevsim konçertosunu dinliyorsunuz kırmızı şarabınızı içerken. Ormanın derinliklerinde bir dağ evindesiniz. Sisler içinde yemyeşil bir cennet burası. Hayatınızın sonuna kadar burada yaşayabilirsiniz. İşte 1740’ın bende çağrıştırdıkları.
Artık birbirinin aynısı parfümler üretmekten bıkmayan güzellik endüstrisinin üyeleri, bu parfümü koklamalı ve feyz almalılar. Hayır kokusu muhteşem olduğu için değil. Sonuçta 1740 aşık olunacak kokulardan da değil. Hatta bazı kişiler rahatsız edici bulacaktır. Fakat benzersiz kompozisyonu, farklı kokusu, derinliği, vermek istediği mesajlar ile dikkate alınması ve saygı duyulması gereken bir eser. Histoires de Parfums yine çok iyi iş çıkarmış.
1740 günlük kullanıma uyacak gibi bir parfüm değil. Daha özel ambiyanslar için tasarlanmış hissi veriyor. Sanki modunuza göre kullanılsa sizi çok daha mutlu edecektir. Mesela şehir kulübünde briç oynamaya gittiğinizde kullanılabilir. Yada şömine etrafında toplanmış üniversite hocaları ile yapılan akademik bir tartışma ortamına çok uyacaktır. Belki de Bob Marley çalan bir Hostel’in salaş lobisindeki minderlere uzanıp, kitabınızı okurken kokusunu duysanız? Hiç fena olmaz.
Luca Turin, 1740’a beş üzerinden beş yıldız vererek en beğendiği parfümlerden olduğunu açıkça vurgulamış. Deri-ölmez otu olarak sınıflandırmış ve özetle şunları söylemiş: “1740’ı ne zaman koklasam şunları hatırlıyorum: Derinin parlayan klasik ahengi, ölmez otu, baharat, zengin pipo tütünü..”
Kendi sitelerinde de belirtildiği gibi erkek kullanımına daha yakın kokusu. Sonbahar-kış ayları için uygun olacaktır. Otuz yaş üstü arkadaşlara tavsiye ederim. Eau de Parfum (EDP) olarak satılmakta. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu Gerald Ghislain.
Koku Güzelliği:10/8
En çok merak ettiğim parfümlerden biri. Yaşım itibarı ile 50+ olduğum için bayağı ilginç ve değişik buldum. Parfümlerde en büyük sorun yıllar içinde değişim göstermesi. Denemekte fayda var.
Sigara pakedinin içi ve sonrasında bir süre vanilyalı küba tütünü ile kullanılmış isli pipolar gibi kokuyor.Dumansılığı Serge Lutens – L’Orpheline tütsüsünü anımsattı.Biraz yanmış poşet gibi.Çoğu kişi için tahamülü zor.Özellikle tütsülü,dumanlı,isli,derili veya en azından üzgün yapılı,eskilere gönderme yapan kokulara karşı ilgi duyduğumdandır sanırım 1740 sanat eseri olarak görüyorum.
bu kokunun hitabesi sadece hislerle alakalı.Gerçekten de tuhaf denilecek kadar gizemli ve deri notalarıylabaştan çıkarıcı…
Bir parfümün için en tehlikeli tarafı 'tuhaf' olmasıdır.Benim diyeceğim; parfümler denemeden alınmamalı genel yargısı dışında bu gibi 'tuhaf' yada 'ilginç' yada 'iddialı' olarak şifrelenen riskli kokulardan uzak durun.Bunun parfüm deneyimiyle alakası yok ne yazık ki..kral çıplak deyip diyememekle alakalı..ve bu koku çok kötü,çok yapay..uzak durun derim..koleksiyonuma uzak,çöp tenekesine yakın bir yerde duran deneme boyu daha bitmedi..
Bu parfüm olağanüstü. Eşine benzerine rastlamadığım türden bir eser. Şok bir açılışla nefesimi kesti ve geçirdiği değişimlerle hiç kesilmeyen bir heyecan yaşattı bana. Parfüm üzerimde kaldığı süre boyunca (ki son derece kalıcı) gözümü ekrandan alamadığım müthiş bir film izliyor ya da bitmesini istemediğim bir Umberto Eco romanı okuyor gibi hissettim kendimi. Gerçekten de "belli bir duruşu ve anlatmak istediği hikayesi var". Gün içinde parfüm benim gittiğim yere gelmiyor da sanki, nerede olursam olayım aslında ben parfümün götürdüğü yere gidiyorum. O derece "başına buyruk ve karizmatik". Parfümle ilgili yazı o kadar iyi yazılmış ve bu eseri o kadar iyi yansıtmış ki üzerine ekleyecek bir şey kalmamış. Hem parfüme hem de Parfüm Merakı'na tebrikler.
Deneme şansım oldu bu parfümü..Çok kalıcı ve farkedilirliği oldukça yüksek bir koku 1740..Çok köşeli içerik nedeniyle oldukça iddalı bir tarz…Bence bu koku yaş ve parfüm tecrübesi istiyor…Ortalama bir tüketici için kullanılan reçine ve deri kombinasyonu zor anlaşılabilir…Günlük kullanıma uygun olması için dünyamızın 5-6 derece daha soğuması gerekli :)) Sadece özel günler için "deneyip" alın derim…
Olağanüstü bir eser,yanık,tütünlü deri,kesinlikle full bottle worty budur
worthy olacak pardon
de sade'nin dünya sanat tarihi açısından bir değeri olduğunu düşünmüyorum çoğu ülkede porno yazarı olarak tanınmaktadır.pek çok defa hapse girdiği doğru hatta bir keresinde napolyonun emriyle hapsediliyor.en ünlü eseri the 120 days of sodom (sodom'un 120 günü) 1975 yılında ünlü yönetmen pier paolo pasolini tarafından filme çekildi.bildiğim kadarıyla amerikada hiç bir zaman gösterime girmedi.izlemek isteyenler internetten rahatça ulaşabilirler.meraklısı olanlar için kendileri hakkında küçük bi bilgi vermek istedim.
parfümü de denedim bu arada tek kelimeyle tiksinç bi parfüm adamı çok güzel özetlemişler hakikaten
nerden satın alabilirim internet dışında
Batu Histoires de Parfums parfümlerine İstanbul Nişantaşı'nda La Deesse parfüm butiğinde bakabilirsin
Eğer İstanbuldaysanız, Nişantaşında La Deesse mağazası var sadece orada bulabilirsiniz. Yakında internet satışına başlayacaklar, İstanbulda değilseniz internet sitelerinde de bulabilirsiniz.
Sade adına bir parfüm yapmak bayağı iddialı bir iş…
1725 Casanova da güzel bir parfüm.Eğer denemediysen mutlaka denemelisin.Çünkü notaları çok eğlenceli.Emir.