ağaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ağaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2022 Salı

Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)

“Zevk bencildir. Lüks, paylaştığınız bir şeydir. Tüm sanat dalları gibi parfümerinin amacı, duyusal haz uyandıran ürünler yaratmaktır. Bir erkek ve bir parfüm bestecisi olarak, bunu vermek için yaptığım işten zevk almalıyım: Şaşırtmanın, çağrıştırmanın, ima etmenin zevki… Parfüm, kokuların içindeki bir hikaye, bazen hafızadaki şiirdir.

2003 yılında Hermes için hazırladığım Un Jardin en Mediterranee’nın ilhamı, Leila Menchari’nin Tunus’ta Akdeniz kıyısındaki bahçesinden geldi. Hikaye basitçe başladı: Gülümseyen genç bir kadının incir yaprağını yırtıp koklaması… O anı yakalarken bir seçim yaptım, incir yaprağının kokusu Akdeniz’in simgesi oldu.

Birkaç gün sonra laboratuvarıma döndüğümde, paylaşılan bir duygunun deneyiminden yola çıkarak ve notlarımı hafızamı canlandırmak için kullanarak bu parfümün ana hatlarını oluşturdum.

Tabii ki, bahçenin ortam kokusunu örneklemek için sofistike headspace tekniğini kullanabilirdim. Bununla birlikte işleri bu şekilde yapmak, bir anlık görüntü, bir yerin duygusal tonu hakkında hiçbir şey göstermeyen ruhsuz bir fotoğraf çekmek gibidir. Bu alet, doğanın taklidi, algının ve yaşanmış duygunun soluk taklidinden başka şeyi temsil etmeyen köhne yapaylıktır. Figüratif parfümleri yeniden yaratmaya çalışmak için bu analitik yöntemi kullanmak, kompozisyonları, zihnin yaratımlarını değil gül, yonca, menekşe gibi karışımların kokularıyla on dokuzuncu yüzyılın parfüm tariflerini hatırlatıyor.”

Hermes’in 2003 yılında başlattığı “Jardin” isimli parfüm serisi 2022 yılına gelindiğinde altı üyeye ulaştı. Parfüm severlerin oldukça ilgi gösterdiği Jardin serisi parfümlerin ilk üyesi Un Jardin En Mediterranee idi. Müthiş parfümör Jean Claude Ellena’nın tasarladığı Un Jardin En Mediterranee’in oluşturulma aşamasını, kendi yazdığı kitabı “Kokuların Simyası”nda yukarıdaki cümlelerle anlatıyor. Un Jardin En Mediterranee, Hermes’in internet sitesinde ferah, narin olarak tanımlanmış. Parfümün kısa tanıtım cümlesinde incir ağacı, bahçe, Akdeniz lezzetleri ve su temasından bahsedilmiş.

Parfümün ilk dakikalarında kuru incir yaprağını andıran tozlu odunsu yapı size merhaba diyor. Örneğine pek rastlanmayacak başlangıcından sonra orta bölümde taze, sade, yüksek kaliteli tuzlu meyveler ve çiçekler karşımıza çıkıyor. Orta kısımda ferah, mayhoş turunçgil meyveleri (bergamot, limon ve portakal) bir parça önde gibi. Çiçekler ağır ya da kadınsı değil, soyut ve sucul denebilir. Sonlarda miskli odunsular yine kalite anlamında iyi iş çıkarıyor.

Un Jardin En Mediterranee, aromatik, ferah, canlı, pozitif, yeşil turunçgilli bir eser. İncir teması parfüme ilham verse de yoğun kullanım yok. Parfümün ağırlığını tuzlu, yüksek kaliteli mayhoş Jean Claude Ellena turunçgilleri oluşturuyor. Üstat Jean Claude Ellena, bu tür muhteşem turunçgil parfümlerinin uzmanıdır ve Un Jardin En Mediterranee de onun erken dönem eserlerinden birisi denebilir. İşin ilginç ve hoş tarafı Un Jardin En Mediterranee, kokusal anlamda Jardin serisinin ünlü eseri Un Jardin Sur Le Nil’e benziyor. Onun içinde Terre d’hermes’in erken ipuçlarını bile yakalayabiliyorsunuz.

Un Jardin En Mediterranee şüphesiz harika bir parfüm. Yıllar önce onu kullanmış ve beğenmiştim. Bu seferki kullanımda çok sevdim. Saf, temiz, duru, sucul ana yapı, Jean Claude Ellena estetiğinin yüksek kaliteli örneği Un Jardin En Mediterranee’de vücut buluyor. Kullanması ve sevmesi kolay bu eser, günümüzün yeni nesil ferah parfümlerinden farklı yerde duruyor. Onun minimal sanatsal yapısı, birçok birbirine benzeyen piyasa parfümünden farklı denebilir.

Jean Claude Ellena, bir söyleşisinde kendi eseri hakkında şunları söylemiş:

“ Koku kelime ise parfüm edebiyattır. Problem kelimelerin seçimidir, onları bir araya getirip düzene sokmak ve çoklukla yazmak istediğiniz ifadeye varmaktır. Fikir mevcuttur fakat onu tamamlamak zaman alabilir. Bazen sadece kısacık bir sürede üç günde de olabilir. İşte, bu tam da Leila Menchari’nin Tunus Hammamet’teki bahçesinde gerçekleşmiş olandır. Un Jardin en Mediterranee adlı bir parfümü yaratmak durumundaydım. Kurtulmak zorunda olduğum klişeler vardı – yasemin ve portakal çiçeği- ve kendimi uykusuz gecelerde ve tereddütler içinde, boş beyaz sayfalara bakarken buldum. Bir tek Giono’nun yazısı vardı, aşina olduğum bir arkadaş, huzursuzluğa karşı bir tılsım ve yaptığım herşeyde kullandığım bir örneklem, o yardımsever bir baba gibiydi. O süreç çok rahatsız edicidir ancak birşeyler bulmak için de gerekli, bir anlam ifade eden kokuya özgü işaret, Akdeniz’i akla getiren birşey. O gün, genç bir kız bir bardak şampanyanın içinde, gülümseyerek incir yaprağı kopartır ve aniden işte işaret oradadır. Bu koku güçlü sembolik işarettir ve bir anlamı vardır. İncir ağaçları bütün Akdeniz’de bulunur ve onun kokusu tüm erkekleri bir araya getirir. Gidecek bir yön bulunca, sadece anlatacak bir hikayeye ihtiyacım kalmıştı. Bir kompozitör veya bir ressamla mukayese edildiğinde kendimi bir nevi parfüm yazarı gibi hissettim ve bu bana daha doğru gibi geldi. Koku sözlüğünde on bin molekül vardır; müzik sadece yedi nota ister, ressam üç ana üç ara renge ihtiyaç duyar.”

Un Jardin En Mediterranee, Eau de Toilette formunda. Kalıcılığı idare ederken, etrafa yayılımı yüksek sayılmaz. İlkbahar-yaz dönemi için iyi seçeneklerden birisi. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Hafiften kadın tarafına yakın dursa da böyle şeyleri umursamayan erkekler rahatlıkla kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/8

13 Şubat 2021 Cumartesi

Costume National Homme (2009)

İtalyan moda endüstrisinin bilinen markalarından Costume National’ın parfümlere ilgisi 2000’li yıllara kadar uzanıyor. 2002 yılında ilk parfümü Scent’i piyasaya sürdükten sonra 2009 yılında Costume National Homme karşımıza çıkıvermişti. Erkekler için tasarlanan Costume National Homme’yi ilk çıktığı yıllarda kullanmış ve çok sevmiştim. Keskin ve yoğun baharat parfümü olarak aklımda kalan Homme’nin, İtalyan Parfümeri Akademisi Teknik Jürisi tarafından 2010 yılının en iyi İtalya yapımı ürünü seçildiğini söylemem gerekiyor.

Costume National Homme’nin açılışı ferah olmayan turunçgillerle gerçekleşiyor. Bergamot ve mayhoş erik benzeri meyvelere kısa süre sonra baharatlar eşlik ediyor. Orta bölümde turunçgiller geriye çekilirken, baharatlar artık tek yetkili hale geliyor. Baharatlardan tarçın ve karanfil öne çıkıyor. Yine orta bölümde tatlı meyvemsilik ve bir parça da erkeksi gül var denebilir. Son bölümde meyveli baharatlara sandal ağacı, deri ve tütsü ekleniyor. Kapanışın sıcak odunsu tarafa yakın durduğunu söyleyebilirim.

Parfümlerde baharatları severim hele ki karanfile ayrı ilgim var. Costume National Homme’de modern ve hafiften dumansı sıcak karanfil önemli rol oynuyor. Baharatlardan sonra kuru-ekşi olgun kırmızı meyvelerin varlığından bahsedebilirim. Üçüncü olaraksa etkili sandal ağacı parfümün son dayanak noktasını oluşturuyor.

Costume National Homme, kaliteli baharat parfümü olarak düşünülebilir. Hafiften dumansı davranan sıcak baharatlar ve geri plandaki deri, gayet modern kokuyor. Yeni nesil parfümlerdeki bol şekerlilik burada baskın değil neyse ki. Tatlılık var ama içinizi baymıyor. Çok hoş ve kaliteli eser olarak düşünülebilir.

Hafiften otsu tema ve hatta derinlerden gelen tütsüyle, modern klasikler arasına girmeye aday denebilir. Hissedilir oranda erkeksi yapısıyla, baharatları seven beyefendilerin seçimi olabilir. Hem günlük kullanıma hem de takım elbise gibi resmi kıyafetlere rahatlıkla uyum sağlayacaktır.

Eau de Parfum formundaki Costume National Homme’nin performansı idare eder. Kalıcılığı iyi, etrafa yayılımı ortalama seviyede. Kokusunu ünlü parfümör Dominique Ropion tasarlamış. Tam bir kış parfümü görüntüsü çiziyor.

Koku Güzelliği:10/7.5

20 Ekim 2020 Salı

Serge Lutens – Feminite du Bois (2009)

“Feminite du Bois bir parfümdür evet ama bundan daha öte bir şeydir. Parfümcülüğü kavramada yeni bir yoldur. Feminite du Bois’ten sonra söylemeliyim ki parfümler aynı şekilde üretilmemeye başlandı. Koku konseptini sarsmıştır.

Tüm bunlardan sonra parfüm nedir? Uyumsuzlukla birlikte kendi içinde bir harmonidir. Ben neredeyse çevremdeki her şeyle uyumsuzumdur. Burada benim ve diğer insanların duygularını uyumlu hale getirme çabam var. Yani benim akor etme şeklim diğer bir deyişle, yeni bir değer verebilmek için bana saçma gelen, eski moda veya kaba şeyleri değiştirip, anahtar özleri kullanıp, onu saf bir sihire dönüştürüp iyi olmasını sağladım. Tıpkı bir roman gibi veya kendi portreniz gibi. İlk seferi gizli ve örtülüdür. Söylemeliyim ki formülasyonu değiştirilmiştir. İlk yaratım Shiseido versiyonu değiştirilmiştir. Bu sefer soyunmuş haldedir. Küçük ve yassı şişenin Serge Lutens versiyonu içinde onu tamamen açığa çıkardım. O, gerçek Feminite du Bois haline geldi, kendine döndü. Kendi rengi, aroması, etiketiyle sadeliği en doğru şekilde sunuldu. Yanlış veya kötü bir şişeye gerek yoktu. O çıplak şişesinin içinde çırılçıplak, aynen olduğu gibi.

Sedirin açıkça anahtar olduğu, üzeri örtülmemiş, korunmamış ama dönüştürülmüş. Dönüştürülmüş kelimesini sevmiyorum. Diyebilirim ki isnat edilene karşı duran. Tıpkı mahkemedeki bir insan gibi itham edilmiş. Feminite du Bois itham edilmiştir. Ağaç itham edilmiştir. Ağaç ithama karşı duruyor. Diğer bir deyişle ben bir hakimim ve suçluyla aşk yaşıyorum. Bu yüzden sahip olmalısınız. Ne eksik ne fazla. Feminite du Bois işte budur. Hakim ile suçlunun aşkı. Bu, benim…”

2009 yılında Maestro Serge Lutens’in koleksiyonuna eklenen Feminite du Bois için bunları söylemiş üstat. İlk Feminite du Bois’nin 1992 yılında Shiseido lisansı altında yaratıldığını biliyoruz. 1992 yılındaki ilk Feminite du Bois’i Christopher Sheldrake ve Pierre Bourdon’un birlikte tasarladıkları yazılı kaynaklarda. 2009 yılındaki Serge Lutens versiyonunu yine Christopher Sheldrake tasarladı. Orijinaline oldukça benzeyen Serge Lutens’in Feminite du Bois’ini, çıkışında üç yıl sonra denemişim ilk defa. Aradan geçen sekiz yılın ardından bakalım 2020 yılındaki hissettiklerim nasıl bu parfüme karşı.

Feminite du Bois’in ilk saniyeleri şekerli meyveler ve bir parça baharatlarla gerçekleşiyor. Ferah olmayan derin ve yarı karanlık meyvelerin şeftali-erik ikilisine ait oldukları söylenebilir. Baharat tabağına düşmüş olgun mayhoş meyveleri çağrıştıran kısımdan sonra orta notalara geçiliyor. Tarçın ve karanfilin baharatlar bağlamında kendisini gösterdiğini düşünebiliriz. Orta bölümde gül ve menekşeden sınırlı oranda bahsedebiliriz. Sonlarda meyveli baharatlı omurgaya misk ekleniyor. Sedir ağacını andıran odunsuluk tabii ki noktayı koyuyor.

Parfümün ismi, kokunun yönünü işaret etse de tam olarak anlatamıyor. Dişilik ve odunsuluğa gönderme yapan isim, meyvelerin veya baharatların çağrışımını yapmıyor. Yüksek oranda kadınsı odunsuluk beklerken meyveli-baharatlı tarafa yakın duruyor. Serge Lutens hayranlarının yakından tanıdığı koyu eriksi baharatlar, Feminite du Bois’te tekrar edilmiş, tabii yüksek kaliteli işçilikle…

Baştan sona parfümün üzerinde gezinen köşeleri yuvarlatılmış sedir ağacı ve misk, karanfil-tarçın ikilisine yakın duruyor. Menekşe, parfüme modern pudramsı hava katıyor. Gül yağını andırmayan gül teması ve fabrikasyon şeftali suyu hissi vermeyen şeftali aroması güzel sürprizler olarak karşımıza çıkıyor. Karanfilli olgun erik, Lutens standardı babında mutluluk kaynağı oluyor benim için. Ayarında tatlılık her daim rahatlıkla hissediliyor.

Serge Lutens ve Christopher Shaldrake’in işbirliği harika sonuç vermiş Feminite du Bois özelinde. İsmindeki kadınsı vurguya rağmen erkekler de kullanabilir. Serin havaların parfümü Feminite du Bois. Yaz sıcakları için fazla kaçabilir. Eau de Parfum formundaki parfümün performansı fena değil. Kalıcılığı iyi, etrafa yayılımı istikrarlı şekilde ortalama düzeyde.

Koku Güzelliği:10/7.5

 

17 Eylül 2018 Pazartesi

Amouage – Jubilation XXV Man (2008)

Bugün sizleri küçük bir Ortadoğu ülkesine götüreceğim. Arap yarımadasının en ucunda bulunan Umman, topraklarının büyük bölümü çöl olan bir ülke. Nüfusuysa İstanbul’dan az. Tahmin ettiğiniz gibi büyük miktardaki petrol ve doğal gaz kaynakları bu küçük ülkenin kaderini diğer Arap ülkeleri gibi değiştirmiş. Batı pazarlarına akan petrolü sayesinde zenginleşen bu şanslı ülkenin sultanı, 1983 yılında ilginç bir karar veriyor.

Umman sultanı Kabus bin Said, 1983 yılında ülkesinin itibarını arttırmak için yardımcılarına parfüm markası oluşturmaları emrini verir. Üretilecek parfümler için hiçbir masraftan kaçınılmamasını ister. Ayrıca ortaya çıkacak kokuların Umman’da yetişen, gül, tütsü, mür ve amber ağırlıklı olmasını özellikle belirtir. Hatta bu bitkilerin çoğunun Umman dağlarından toplanmasını emreder.

Böylece 1983 yılında Amouage markasının temelleri atılır. Böylesine üst düzey parfümler ortaya çıkarılabilmesi için dünyanın en önemli parfüm tasarımcıları araştırılır. Sonuç olarak Hermes, Dior, Rochas gibi markalar için parfümler tasarlayan Guy Robert’e ulaşılır. Böylece Amouage – Gold 1983 yılında üretilir. Daha sonra da başka ünlü parfümörlere kokular tasarlattırılır. Tarihler 2008 yılını gösterdiğinde Jubilation XXV ortaya çıkar. Markanın kuruluşunun 25. yılı anısına bu isimle piyasaya sunulur. Adeta bir zafer kutlamasıdır Jubilation XXV.

Parfüme geçmeden önce kısa bir Amouage bilgilendirmesi yapmalıyım. Bu marka ultra-lüks diyebileceğimiz kategoride. Gerek parfümlerinin içerikleri, gerek kullandıkları malzeme kalitesi, gerekse fiyatları ile dünya parfüm endüstrisinin en uç birkaç örneğinden birisi. Daha anlaşılır olması açısından şöyle örneklendireyim.

Bir Calvin Klein parfümü 30-50 dolarlık fiyatıyla ortalama bir yerlerde durur diyelim. Serge Lutens ise 90-150 dolar fiyat seviyesi ile lüks bir marka olarak sınıflanır. Amouage ise 200-300 dolarlık fiyatı ile en üst düzey birkaç markadan birisidir. Zaten kendi internet sitelerinde Amouage parfümlerini devlet başkanlarının, kralların, ünlü sanatçıların kullandıklarına vurgu yapılıyor. O meşhur logolarının altındaki “The Gift Of Kings” ibaresi sanırım bir çok şeyi anlatıyor. Unutmadan bir not daha. Amouage, Umman devletinin resmi parfüm markası olarak da geçiyor. Hatta Umman kralının birçok yurtdışı gezisinde devlet başkanlarına hediye olarak Amouage parfümleri hediye ettiği söyleniyor.
Geçelim parfümümüze. Markanın en sevilen, en çok ilgi gören, en çok konuşulan parfümü olarak dikkati çekiyor Jubilation XXV Man. Tarz olarak oryantal-fujer olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda burnuma gelen kokuyu anlamaya çalışıyorum. Oldukça tatlı portakal mı? Leziz ve ekşi kırmızı meyveler mi? Tütün? Bizim ev ahalisine göre gelen koku tütün kolonyaları ve mentollü Vicks Vaporub karışımı gibi. Başlangıç biraz hacı yağlarını andırıyor. Derin ve anlatması zor bir başlangıç. Daha ilk kısımda yüksek kaliteli bir kokuyla karşılaşacağımı anlıyorum. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Bu koku muhtemelen tatlı kırmızı meyveler, tütsü ve odunsulardan geliyor. Bir süre sonra neyse ki sakinleşiyor kokusu. Orta notalarda tatlı meyveler biraz daha öne çıkıyor. Ona tatlı baharatlar ve tütsü eşlik ediyor ama geri planda baharatlar hep var. Asıl sürpriz reçinemsi kokudan geliyor. Meyveli baharatların üzerinde sürekli reçinemsi odunsular hayalet gibi dolaşıyor, ara ara kendisini gösteriyor, sonra kayboluyor. Orta notalarda gül de hissediyorum derinlerden. Bu kısım zaten tam bir şölen. Resmi geçit töreni gibi. Son bölüm de gayet kompleks. Bu sefer başrole tatlı tütsü, odunsular ve amber geçiyor ve böylece tenden ayrılıyor.

Günümüzün gizemli, dumansı, hafiften Arabik, tatlı, baharatlı, odunsu oryantallerinin güzel örneklerinden birisi diyebilirim. Derin, katmanlı, gizemli ve lüks. Parfüm kritikçisi Luca Turin bu parfüm için “Gucci Pour Homme ile Gucci – Envy For Men arasında bir yerlerde” demiş. Aslına bakılırsa son bölümleri bana da Gucci Pour Homme’u anımsattı. Muhtemelen her iki parfümdeki tütsü ve odunsuların kullanılış şekli böyle bir izlenim yaratıyor fakat Jubilation XXV Man gerek kalite gerekse koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’dan 1-2 gömlek üstün.

Jubilation XXV Man, bana kraliyet ailesinin ihtişamını hatırlatıyor. Karşımda çok gösterişli ve derin (sanırım bu parfüm için anahtar kelime gösteriş) bir parfüm var. Kendimi Umman kralının davetlisi olarak hayal ediyorum ister istemez. Sarayın şatafatlı bir odasında kalıyorum. Petro-dolarlar ile gelen zenginlik ve abartılı mimari sarayda kendisini hissettiriyor. Odadaki birçok eşya altından yapılma. Bir taraftan odadaki birçok eşyanın altın olmasının ne anlamı var diye düşünürken buluyorum kendimi. Yoksa bu gösteriş aslında yüzyıllardan beri süregelen ezilmişliğin dışavurumu mu? Yok bu kadar haksızlık etmemeliyim sanırım. Pencereyi açıyorum. Batmakta olan güneşe bakıyorum. Kıpkırmızı bir ufuk. Çölde batan güneşi seyretmek ne büyük bir zevk.
Şimdi de gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi olan Hindistan’dayım. Bir tarafta devasa gökdelenler, pahalı takım elbiseli işadamları Cartier mağazasından metresleri için hediye beğeniyorlar. Bir elbise 2000 dolar civarında satılıyor. Diğer tarafta ayda 100 dolarla geçinmeye çalışan milyonlar var. Aklına geçtiğimiz yıllarda Oscar ödüllerini silip süpüren “Slamdog Millionere” filmi geliyor Cartier mağazasının kapı görevlisinin. O küçük yaştaki çocukların çaresizliği daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki. Bunları düşünürken daldığı hayallerden müdürünün sesiyle irkiliyor. En zengin müşterilerden birisi geliyor karşı kaldırımdan. İnşallah bu sefer iyi bahşiş verir diye düşünüyor. Gülümseyerek kapıyı açıyor. Adam kendinden emin bir şekilde içeri giriyor. Girmesiyle de o müthiş parfüm kokusu başını döndürüyor kapı görevlisinin. O zaman bir parfümün insanları nasıl bu kadar etkileyebileceğini anlıyor.

Jubilation XXV Man’ı kimler mi kullanır? Son on yılda zenginleşen Rus milyarderler, belki de Chelsea kulübünün sahibi Roman Abramovich ya da Suudi Arabistan kralı onu kullanır. Dünyanın en zengin kişilerinden Hintli demir-çelik kralı Lakshmi Mittal’ı da unutmamak lazım. Kimbilir belki de HSBC bankasının CEO’su Jubilation XXV Man’ı tercih eder.

EDP formundaki Jubilation XXV Man’ın performansı gayet iyi. Tenimde 1-1.5 gün kadar kalarak bu konuda iddialı olduğunu gösteriyor. Etrafa yayılımı başlarda çok yüksek. Fazla kullanmamak lazım yoksa boğucu olabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü.
Parfümün tasarımcısı dünyaca ünlü üstat Bertrand Duchaufour. Herkesin sevemeyeceği bir parfüm olduğunu belirtip, denemeden almanın risk olduğunu özellikle vurgulamam gerekiyor, hele ki oldukça yüksek fiyat etiketini düşünürsek…

Koku Güzelliği:10/9

7 Eylül 2018 Cuma

Dolce & Gabbana Pour Homme (1994)

1980’li yılların ortalarında kurdukları Dolce & Gabbana modaevinin kısa sürede dünyanın en önemli markalarından olacağını tahmin etmiş miydi Domenico Dolce ve Stefano Gabbana bilemiyorum fakat geldikleri yer kesinlikle büyüleyici. Dev gibi bir holdinge dönüşen Dolce & Gabbana, dünya modasına yön veren isimlerden birisi artık. 1992 yılında ilk parfümleri Dolce & Gabbana For Women, kadınlar içindi. İkinci parfümleri Dolce & Gabbana Pour Homme ise gerçek bir İtalyan erkeği parfümüydü.

Dolce & Gabbana Pour Homme ilerleyen yıllarda büyük satış rakamlarına ulaştı ve en çok satan erkek parfümleri listelerinde yer aldı. Yaklaşık altı yıl önce kullandığım ve hafızamda güzel anılar bırakan Dolce & Gabbana Pour Homme’nin güncel incelemesinin olması gerektiğini düşündüm. Cesaret ve inceliğin karışımı olduğu vurgulanan Dolce & Gabbana Pour Homme, İtalyan erkeğinin zarafetine adanmış.

Pour Homme’nin açılışında turunçgil patlaması size merhaba diyor. Belki biraz da limon var ama ağırlıklı olarak ferah sayılamayacak buruk portakal denebilir. Portakala eşlik eden mandalina da gayet hoş. Bir süre sonra turunçgil geri çekilirken pudralı, hafif tatlı baharatlarla (ağırlık biberde) biraz tatlımsı çiçekler kendisini gösteriyor. Bildiğimiz anlamda bir tatlı baharatlı yapısı yok. Daha çok turunçgillerle desteklenmiş erkeksi çiçekler diyebilirim. Son kısımda neyse ki pudralı his azalıyor. En sevdiğim bölüm de buradan itibaren başlıyor. Tatlı tütün ve ona eşli eden odunsular erkeksi tarzını iyice ortaya çıkarıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Pour Homme, 1990’lı yılların ortalarında üretimine başlanmış bir fujer. Güçlü, yoğun, erkeksi. Aynı zamanda biraz ferah bile denebilir. Parfümün genelinde rahatsız etmeyen tatlılık hakim. Tonka fasulyesi bu tatlılığı veriyor büyük ihtimalle. Tek düze ilerleyen, fazlaca derinliğe sahip olmayan fakat harika bir İtalyan kolonyası adeta. Akdeniz’in sonbahar hüznünü hatırlatan unutulmaz kokusuyla Pour Homme’yi her zaman seveceğimi sanıyorum.

Hiçbir parfüme benzemeyen Pour Homme aynı zamanda çok basit ve tanıdık kokuyor. Yıllara meydan okuyan bu delikanlının yirmi dört yaşında olduğuna inanmak zor. Sanki birkaç sene önce piyasaya sürülmüş gibi taze ve güncel davranıyor. Onun şimdiden erkek parfüm klasiklerinden birisi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Pour Homme’nin en hoşuma gitmeyen yani orta bölümden itibaren karşımıza çıkan sabunsu-pudramsı yapı. Parfümlerde sabunsulukla aram pek iyi olmadığı için bu durum biraz kafama takıldı fakat yine de denge iyi ayarlanmış. Sabunsu-pudralı yapı bıktırıcı şekilde baskın değil.

Bu hüzünlü Akdeniz klasiğini parfümlere ilgi duyan her erkeğe öneririm. Başlangıç için sağlam ve kaliteli bir seçenek. Belki ona hiç bir zaman aşık olmayacaksınız ama onun farklı şekilde erkeksi karakterine şaşıracağınızı ve saygı duyacağınızı düşünüyorum.

EDT formundaki Pour Homme’nin kalıcılığı çok iyi. Etrafa yayılımı ilk yarım saat dışında normal. İlkbahar-sonbahar dönemine yakıştırıyorum onu.

Koku Güzelliği:10/7

15 Temmuz 2018 Pazar

Guerlain Homme (2008)

Gerek parfümlerinin kalitesiyle gerekse aristokratik tavrıyla oldukça saygı duyulan Guerlain markasında 2000’li yıllardan itibaren değişim çabaları görülüyordu. Bu durumun oluşmasında günümüzün popüler parfümleriyle rekabet etmek istemeleri önemli etkenlerden birisiydi. 2005 yılında çıkardıkları L’Instant de Guerlain Pour Homme bu değişimin belki de ilk örneklerindendi. Guerlain Homme 2008 yılında günümüzün sevilen modern yaz parfümlerine rakip olarak kurgulanmıştı. Bunun içindir ki bazı Guerlain severler tarafından eleştirildiğini söylemem gerekiyor. Bir o kadar da seveni bulunan Guerlain Homme’yi yakın plana alalım.

Parfümün açılışında ferah misket limonu ve taze nane bize merhaba diyor. İlk dakikalar turunçgilli ve kaliteli yapısıyla memnun ediyor. Bir süre sonra orta bölüme geçiliyor. Orta notalarından itibaren hafif çiçeksi ve tatlı içki kokusu bizi karşılıyor. Guerlain’ın internet sitesinde mojito ve roma vurgu yapılmış. Biraz misket limonu, azıcık naneyle harmanlanmış tropikal içki gibi davranıyor orta kısım. Son olarak alt notalar sıradan hafif tatlı odunsular var. Parfümün en vasat kısmı ne yazık ki kapanışı diyebilirim.

Misket limonunun buruk ve ekşimsi kokusunu yaz mevsimine uygun parfümlere çok yakıştırıyorum. Genel kompozisyona canlılık katıyor genelde fakat üst notalarda kullanıldığı için ömrü uzun olmuyor. Onun dışında Guerlain Homme’un kokusu deniz kenarında güneşlenirken içilen oldukça tatlı tropikal kokteyle benziyor. Orta notalardan itibaren tatlılık iyice artıyor. Son bölümünü ise pek beğenmedim.

Genel olarak sıcak yaz mevsimi için güzel seçenek. Değişik tarzı ve ferah tropikal kokusuyla diğer yaz parfümlerinden ayrılmayı başarıyor. Biraz Tommy Bahama – Set Sail St.Barts For Men’e benzettim. Orada hindistan cevizi daha baskınken burada tropikal içki var. St. Barts’dan çok daha kaliteli ve kompleks olduğunu belirtmem gerek.

Peki Guerlain Homme, markanın sevenleri tarafından neden eleştiriliyor? Burada Guerlain’ın aristokratik tavrından uzaklaşma sinyalleri vermesi etkili sanki. Daha popüler olabilecek ve çok satabilecek parfümler üretmek istemesi Guerlain severleri kızdırsa da yapacak bir şey yok çünkü rakipleriyle mücadele etmesi gerekiyor. Guerlain isminden çok daha iyisini beklemek sanırım hayal kırıklığının sebebi. Yine de genel olarak herkesin sevebileceği, kullanması kolay hoş bir yazlık olarak düşünülebilir.

Kokusunun tasarımını Thierry Wasser ve Sylvaine Delacourte birlikte gerçekleştirmiş. 2008 çıkışlı ilk şişesinin tasarımını ünlü İtalyan marka Pininfarina yapmış. Kalıcılığı fena değil, fark edilirliği ortalamanın altında. Performans anlamında iyi iş çıkaramıyor ne yazık ki. İlkbahar-yaz günleri için çok uygun. Özellikle deniz kenarı gibi yerlerde kullanmak kendinizi daha iyi hissettirecektir.

Önemli bir bilgi vereyim son olarak. 2008 çıkışlı ilk Guerlain Homme EDT formundaydı. İlerleyen yıllarda EDT versiyonun üretimi bitirildi ve EDP formuna geçildi. Tabii Guerlain Homme, EDP olunca şişesi de değişti. Benim kullandığım EDT versiyonuydu. Genel olarak EDT ile EDP arasında büyük farklar olmadığı söyleniyor.

Koku Güzelliği:10/7

5 Temmuz 2018 Perşembe

Giorgio Armani – Acqua di Gio (1996)

“Doğal, hakiki, ferah, saf, canlandırıcı. Akdeniz’in sıcaklığı ve saf ferahlığı.

Volkanik toprakları sebebiyle “Akdeniz’in siyah incisi” olarak da anılan İtalya’nın Pantelleria adası, zıt unsurlar eşliğinde karşımıza farklı manzaralar sunar. Acqua di Gio, Giorgio Armani’nin beğenilerini ve Pantelleria adasının doğasının insan duyularına etkilerini adeta nesnelleştirir. Acqua di Gio, denizin enerjisiyle, gücü ve canlılığı notalarına taşır.”

Dünyanın en ünlü erkek parfümlerinden Acqua di Gio, tanıtımındaki cümlelerden anlıyoruz ki Bay Giorgio Armani’nin ara sıra gittiği Akdeniz’deki Pantelleria adasından ilhamını almış. Parfümün ferah yönünün defalarca vurgulanması ve odunsu deniz tarzına yakın bulunması, onun genlerindeki ada-deniz-su temasına önem verilerek tasarlandığını düşündürtüyor.

Uzun yıllardır en çok satan erkek parfümlerinden birisi olarak Giorgio Armani’nin kasasını bol bol dolduran Acqua di Gio, şimdiden modern klasiklerden olma yolunda ilerliyor. İyi de neden bu kadar seviliyor? Sadece erkekler değil kadınlar da niçin onun peşinde?

Bu soruların cevabı muhtemelen gayet basit. Acqua di Gio’yu seven bir yorumcunun dediğini dikkate almalıyız belki de: “Kadınlar, basit, ferah ve seksi kokuları sever. Onun içindir ki çoğu kadın Acqua di Gio’yu beğenir.” Kesinlikle güzel bir tespit ve büyük ihtimalle Acqua di Gio’nun böylesine kült parfüm olmasında kadınların da en az erkekler kadar onu benimsemesinin payı var.

Peki nasıl kokuyor Acqua di Gio? Genel olarak çok değişmeyen sucul-turunçgil ekseninde ilerliyor. Erkeksi garip, ekşi çiçeklerin eşlik ettiği Calone, onun yapay kokmasını sağlarken diğer taraftan kokuya canlılık sağlıyor. Buruk aromatik otlarla tuzlu deniz suyunun birleşimi onun Akdenizli ruhunu tamamlıyor diyebiliriz. Sonuç olarak ferah bir meyveli-çiçeksi, turunçgil-deniz parfümü.

Acqua di Gio’nun basit, ferah ve seksi olduğunu söyleyebiliriz ki onun yaz parfümü olduğunu ve hiç bir yaz parfümünde fazlaca derinlik aranmayacağını biliriz. Yaz parfümleri genel olarak yaz şarkıları hatta yaz aşkları gibidir. Yüzeyseldir, çabuk sıkılınır, çabuk unutulur, çabuk çöpe atılır. Bir sürü yaz parfümünün kaderi de böyle olur. İçlerinden çok azı başarı hikayesi yazabilir.

Acqua di Gio’nun ilk çıktığı yıllardan itibaren müthiş satış rakamlarına ulaşması onun ticari olarak başarılı olduğunu düşündürtür ama kokusu aynı oranda güzel midir? Tabii bu soruyu kendi açımdan değerlendireceğim. Bana göre Acqua di Gio’nun kokusu olabilecek en gıcık, sinir bozucu, burun tırmalayan tarzda diyebilirim. Yıllardır farklı zaman dilimlerinde Acqua di Gio’yu denememe rağmen onu sevemedim ve kendime yakın bulamadım. O tuhaf turunçgilli-çiçeksi yapıyla aramda bağ oluşamadı. Demek ki zorlamanın anlamı yok.

Sonuç olarak kimseye öneremeyecek olsam da parfümlere meraklı erkeklerin yolu bir şekilde onunla kesişecektir. Tabii arkasındaki Giorgio Armani’nin büyük marka gücünü de küçümseyemeyiz. Giorgio Armani yine çok sevilen, çok satan bir parfüme imza atmış ve bu konudaki mahareti tartışılmaz.

Kokusunu ünlü burun Alberto Morillas’ın tasarladığı Acqua di Gio, EDT formunda. Kalıcılığı idare ederken etrafa yayılımı ilk on beş dakika dışında zayıf. İlkbahar-yaz kokusu olarak düşünülmeli. Genç-yaşlı herkese uyabilecek evrensel bir parfüm Acqua di Gio. Günlük kıyafetlere, spor sonrasına, plajlara ve ılık yaz akşamlarına tam anlamıyla uyum sağlayacaktır.

Koku Güzelliği:10/5

5 Haziran 2018 Salı

Ralph Lauren – Polo (1978)

Çok genç yaşlarda Brooks Brothers mağazasında satış elemanı olarak başladığı hayat serüveninde bugün dünyanın önemli moda markalarından birisini yaratan Ralph Lauren’le birlikteyiz. Her ne kadar moda alanında eğitimi olmasa da mağazada çalıştığı zamanlarda genç Ralph kravat tasarımları yapmaya başlamıştı. İlerleyen yıllarda içindeki tasarım aşkına engel olamayan Ralph Lauren, işinden ayrılıp kendi tasarladığı kıyafetleri satacağı mağazasını açacaktı.

Ralph Lauren’in hiç kuşkusuz dünya modasına armağan ettiği en önemli tasarımı Polo yaka denilen tişörtleri. Bu tişört tasarımı o kadar sevildi ki diğer rakipleri de Polo yaka tişörtler piyasaya sürmeye başladılar fakat Polo kelimesiyle Ralph Lauren ismi birbirinden ayrılmaksızın iç içe geçmişti artık.

Bay Lauren, Polo tişörtlerinin parlak başarısından esinlenerek 1978 yılında parfüm işine girdi. İlk iki parfümünün ismi tahmin edileceği gibi Polo idi. 1978 yılındaki bu iki parfümün birisi kadınlar için diğeri de erkeklere yönelikti. Ve erkek versiyonu seneler içinde müthiş bir klasiğe dönüştü.

O yeşil şişesi ve kutusuyla zaten az çok içindeki sıvı hakkında bilgi veriyordu Polo parfümü. Carlos Benaim gibi bir üstadın elinden çıkan Polo, yıllar önce kullanıp, sevdiğim eserlerden birisiydi. Bakalım Polo cephesinde değişen bir şey var mı?

Polo’nun açılışı eski-tozlu bergamot ve yeşil yapıyla gerçekleşiyor. Kimilerinin çimene benzettiği başlangıcı daha çok eski bergamot kolonyalarını andırıyor. Üst notaları doğal ve kaliteli. Orta bölümde yeşil turunçgiller geride kalırken paçuli ve deri ortaya çıkıyor. Tabii parfümün genelinde bulunan yeşil tema devam ediyor. Son bölümde büyük değişim olmuyor. Paçuli-deri ikilisine eklenen çam ağacı, parfümün yönünü bir parça odunsu tarafa çevirse de genel karakter değişmiyor.

Polo, 1970’li yılların erkeksi eserlerinden birisi. O dönemki yaşıtları kadar sert ve acımasız değil. Yapısındaki yeşil tema kullanımı kolay hale getirse de paçuli ve deri onu daima maço tarafa yakın tutuyor. Tabii buradaki deride yeni nesil parfümler gibi tatlılık aramak abes olur. Genel olarak kuru sayılabilecek sağlam bir parfüm Polo.

Böyle bir klasiğin eleştirilecek pek bir yönü yok bence. Nefis bir yeşil odunsu, çamsı, erkeksi deneme ve olabilecek en kaliteli harmanlardan birisine sahip. Kokusu, şimdiki parfümlerde olmayan karaktere sahip. Onu kullandığınızda gerçek bir erkek parfümü olduğunu anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz.

Polo, resmi ve ciddi bir parfüme benziyor. Takım elbiseye veya hafta sonlarını golf kulübünde geçiren patronlara yakışacak bir arkadaş. Genç arkadaşlardan ziyade 35 hatta 40 yaş üzeri erkeklere önerebilirim.

EDT formundaki Polo’nun son reformülasyonlarla performansının törpülendiği söyleniyor ki haklı olabilirler. Etrafa yayılımı ilk dakikalarda gayet iyiyken ilerleyen saatlerde tene yakın duruyor. Sonbahar-kış kullanımına uyacağını düşünüyorum. Şunu da belirteyim. Belki Polo’yu kullandıktan sonra biraz eski tarzından dolayı kadınlardan iltifatlar alamayacaksınız fakat safkan bir maskülen kullandığınızı çok iyi bileceksiniz. E zaten önemli olan da bu değil mi?

Koku Güzelliği:10/8

26 Mart 2016 Cumartesi

Serge Lutens – Cedre (2005)

“Vaşak, kıvrak, ihtiyatlı, duygusuz ve uyumlu adımlarla süzülür. Ormanı izler… Jürinin, sanığın, masum mu yoksa suçlu mu olduğunun belirleneceği kararın açıklanmadan öncesi gibi, ağır, huzursuz sessizliğe, gergin bir ana benzer.”

Cedre’in, tanıtımındaki bu ifadeleri sadece ben değil, çoğu parfüm severinde anlayabildiğinden şüpheliyim. Sedir anlamına gelen Cedre ismine baktığımızda, Serge Lutens’in 2005 çıkışlı parfümünün ağaçsı-odunsu ağırlığa sahip olacağını düşünebiliriz. Aynı tanıtımda “zengin, odunsu hayvansı, yumuşak bir parfüm” olarak niteliyorlar Cedre’yi.

Sanırım sedir ağacı temasına binaen, vaşak-orman tanıtımına ihtiyaç duyulmuş olabilir. Zaten Serge Lutens’in de orman hakkında şunları söylediğini biliyoruz: “Orman, ana öğedir. Yönümü bulmamı sağlar. Kuşkusuz, çocukları ve küçük kız çocuklarında gözlemlemişsinizdir. Bir ormanda kollarıyla ağaç gövdesine sarılmış şekilde babasından miras kalanı desteklediklerini görmek hiç de nadir bir görüntü değildir. Orman, ruhumuzla gerçek diyalog kurmamızı sağlar. Hatta bu diyaloğa katılır bile diyebilirim.”

Cedre’in başlangıcı indolik ya da büyük ihtimalle aldehik çiçeklerin gösterisiyle gerçekleşiyor. Beyaz çiçeklerin ilk dakikalardaki dansında baş rolü sümbülteber, yan rolü ise yasemin kolaylıkla kabul ediyor. Açılıştaki beyaz çiçeklerin kadınsı tarafı öne çıkardığını tahmin etmek zor değil. Biraz eski, azıcık hayvansal, yüksek kaliteli tozlu ve olgun sümbülteber çok başarılı ama pek bana göre değil. Orta kısımda beklediğimden büyük değişim gerçekleşiyor. Sabunsu beyaz çiçekler geri çekilirken ortaya lezzetli meyveler çıkıyor. Ne kadar da tanıdık. Benim “Lutensvari” dediğim kuru, leziz, ekşi, tatlı meyveler hakimiyeti çabucak ele alıyor. Büyük ihtimalle kuru erik, orta bölümün yıldızı. Kuru eriğe, tatlı modern baharatlar eşlik ediyor. Tarçın, zencefil ve karanfilden şüphelenebiliriz. Orta bölüm nefis. Son kısımda biraz misk kendisini gösteriyor. Yumuşak odunsu notalar nihayet kapanışta ortaya çıkıyor. Parfüme ismini veren sedir, alt notalarda tatlı ve modern verilmiş. Azıcık da tütsü var son bölümde.

cizim cedre yen

Cedre’yi beyaz çiçeksi, kuru meyveli, tatlı baharatlı ve yumuşak odunsu olarak tanımlayabiliriz. Tenimde klasik Lutensvari mayhoş yüksek kaliteli meyveler öne çıktı. Beyaz çiçekler, başlangıçta kısa süreliğine ortaya çıkıyor ve orta bölümde büyük oranda etkisini kaybediyor. Birçok kişinin Cedre’i kadın parfümü olarak nitelemesinin en önemli sebebi muhtemelen başlangıçtaki sabunsu sümbülteber. Orta bölümdeki meyve-baharat işbirliği, parfümü uniseks tarafa çekiyor. Yine de geneli düşündüğümde, bir parça kadın kullanımına yakın olduğu söylenebilir.

Cedre, oldukça kaliteli ama bir o kadar tanıdık bir parfüm. Azıcık Feminite du Bois esintileri mevcut. Benzer meyve-misk kullanımı var bence. Meyveler oldukça tatlı ve şeffaf. Baharatlar, başlangıçtaki soğuk çiçeklerin, orta bölümde ısınmasını ve sıcak karaktere bürünmeyi sağlıyor. Sedir ise parfüme ismini vermesine rağmen, daha ikincil hatta üçüncül planda kalmayı tercih ediyor. Odunsuluk kuru değil tatlı ve yumuşak.

Cedre çarpıcı olmasa da bence konforlu. Kolay kullanımı, günlük hayata rahatlıkla uyum sağlayabileceğini düşündürtüyor. Çok sıcak yaz mevsiminin değil de serin, havanın kapalı olduğu kasvetli gündüzlerin ve yağmurlu akşamların, tek başına dolaşılan sokakların parfümü belki de. Elimizden kayıp giden ömrün geri çevrilemeyecek olmasının hüznünün, babasını bir hastanenin yoğun bakım servisinin kapısında beklemenin kahredici çaresizliğinin, umudunu kaybetmenin tarif edilemez boşluğunda yüzmenin parfümü mü Cedre emin değilim.

EDP formunda. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği yüksek değil. İlk dakikaları dışında saldırgan davranmayan Cedre, yumuşak sayılabilecek yapıda. Parfümün tasarımını tabii ki Christopher Sheldrake yapmış.

sama cedre yen

Luca Turin’in kitabında şekerli sümbülteber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Tania hanım “Amarige’in niş versiyonu” olarak tanımlamış Cedre’yi.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7