27 Kasım 2017 Pazartesi

Divine – L’Homme Sage (2005)

Yvon Mouchel’in 1986 yılında Fransa’nın Dinard şehrinde temellerini attığı Divine isimli niş parfümevi, hala bağımsız olmayı sürdürüyor. Ana işkolu olarak parfümeriyi seçmiş kendisine bay Mouchel. Onun parfümlere olan tutkusu Divine markasının devamlılığını sağlamış. İlk parfümleri 1986 yılında Divine ismiyle kadınlar için piyasaya sürülmüş. Divine’den sonra bir süre ara verdiği parfüm üretimine 2000’li yıllarda hız vermiş durumda Yvon Mouchel. 2017 yılı Kasım ayı itibariyle on iki kokuluk koleksiyona sahipler.

Markanın 1986 çıkışlı ilk parfümü Divine ile birlikte en popüler eseri kuşkusuz ki L’Homme Sage. Özellikle yurtdışı merkezli platformlarda epey seveni olan ve çokça konuşulan erkek parfümü L’Homme Sage sık sık karşıma çıkıyordu fakat tanışmak bir türlü nasip olmamıştı. 2005 yılı çıkışlı L’Homme Sage’yi bir süredir kullanıyorum ve bakalım bu küçük sayılabilecek niş parfümevinin en popüler kokusu bende nasıl izlenim bırakacak.

Parfümün açılışında ne turunçgiller ne de çiçekler var. Üst notalarda kuru ama aynı zamanda tatlı-modern baharatlarla karşılaşıyorum. Yumuşak ve rahatsız edici olmayan baharatlar yüksek kaliteli. Açıklanan üst notalarında kakule, safran, mandalina ve liçi isimli tropikal meyve var. Başlangıçta mandalina değil de liçi olabilir. İlk izlenimim liçi ve kakule olduğu yönünde. Başlangıcını sevdim. Orta bölüme geçildiğinde koku karakteri oldukça değişiyor. Artık meyveler ve tatlı baharatlar geride kalırken ortaya pudramsı odunsular ve plastiğimsi deri çıkıyor. Her ne kadar açıklanan notalarında deri olmasa da bence var. Kimi yorumcuların bahsettiği pudralı odunsuları da algılayabiliyorsunuz. Orta bölüm oldukça farklı ve herkesin sevebileceği gibi değil. Yapaylık sınırında dolaşan orta kısım için eh işte diyebilirim. Son bölümde yine değişim var. Kapanışta az da olsa meşe yosunu ekleniyor. Kuru odunsular alt notalarda da etkili. Son bölümü sevdim.

L’Homme Sage, sıcak baharatlı yumuşak odunsulara sahip. Resmi tanıtımındaki erkeksilik vurgusu da üstüne eklenince epey bir maskülen koku formuyla karşılaşacağımı düşündüm. Açıkçası öyle bir yönüne rastlamadım. Evet, kadınsı nüanslar taşımasa da 1980’li yılların sert erkeksi parfümleri havası asla yok L’Homme Sage’de. Günümüze yakın ve modern kokuyor ama yeni nesil bol şekerli vanilya bombalarına da benzemiyor.

Divine’nin küçük bir niş parfümevi olduğunu ve bağımsızlığını korumaya çalıştığını biliyoruz. Yüksek sayılabilecek fiyatlara satılan Divine’nin parfümlerinin belli bir kalitenin üstünde olması gerektiğini varsayabiliriz. L’Homme Sage bana o kadar da çarpıcı ve sıradışı gelmedi. Benim için ortalama bir arkadaşa benziyor. Tabii açılışını oldukça sevdiğimi hatta parfümün en beğendiğim yeri olduğunu söylemeliyim. Orta kısımdan itibaren o tuhaf plastiğimsi-pudramsı deri-odunsu yönünü kendime yakın bulamadım. Kötü koktuğunu söylemek haksızlık olur ama sanırım pek bana göre değil.

EDP formundaki L’Homme Sage’nin performansı çok iyi değil. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği ortalamanın altında. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Kokusuna Yann Vasnier ve Richard Ibanez imza atmış. Divine için başka parfümler de tasarlayan Yann Vasnier bir söyleşisinde şunları söylemiş:

“Çocukken sanırım on yaş civarındaydım. Her gün plaja giderdim. Plajdan sonra Saint Malo ve Dinard’daki Divine’nin parfüm butiklerine uğrardım. Tabii Annick Goutal ve Serge Lutens’i de unutmamak gerekir. İlerleyen yıllarda, bir gün kaderin cilvesi olarak Divine parfümevinin kurucusu Yvon Mouchel’le tanıştım. Onun için altıdan fazla parfüm meydana getirdim.”

Koku Güzelliği:10/6

23 Kasım 2017 Perşembe

Bulgari – Goldea (2015)

“Goldea, parfüm ve mücevherat ustası Bulgari’nin hayallerinden süzülen, dünya tarihi ve onun hazineleriyle beslenmiş istisnai kokuların dünyasına seyahat davetiyesidir. Goldea, evrensel bir metafor olmasına rağmen yakın Altın Çağı her açıdan tekrar gözden geçirmiştir ve bize şu hikayeyi anlatır:

Bulgari, simyacı-kuyumcunun çalıştığı sarı altını 130 yılı aşkın süredir her formda kullanarak yüceltmiş, klasik miras ve modernliği birleştirerek tutkulu bir sonuç doğurmuştur. Bulgari, sembolik kadınları sever. Parfümlerinde ve mücevherlerinde kadınlara değerli hikayeler anlatmak için onların en derin varoluşunu araştırmaktan asla vazgeçmemiştir.

Tanrıçaların ve  divaların her zaman altına ve yılana karşı tutkulu ilişkilerinin yanı sıra, bir diğer tılsım ise Bulgari’nin şiirsel madenleri, taşları ve kokularıdır. Bu ilahi Den -Latince Tanrıça demek-  gücünü sonsuz güzelliğinden ve sembolik çekiciliğinden alır. Bulgari stilinin manifestosu Goldea, çığır açan çiçeksi-oryantal kokuların güneşin ısıttığı cildin kadifemsi kucaklaması, ışığı yakalaması ve yansıtması hisleriyle meydana gelir. Kokusu, aynı kıymetli taşlar gibi titizlikle işlenmiştir. Goldea, aynı zamanda 2000 yıldan fazla süredir sinema, edebiyat ve tarihteki duygusallığın, altının ve ışığın yegane sembolüne, Kleopatra’ya hürmettir.”

Bulgari’nin 2015 çıkışlı kadın parfümü Goldea’nın bu tanıtım cümleleri bize parfümün altından esinlendiğini düşündürtüyor. Zaten sarı şişesi ve kutusuyla altını çağrıştırıyor Goldea. Tabii ismindeki altın göndermesini göz ardı etmek mümkün değil. Bakalım epeydir dolabımda duran Goldea, bende nasıl izlenim bırakacak.

Goldea’nın açılışı ferah sayılamayacak tatlı turunçgillerle ve meyvemsilikle gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarındaki portakal çiçeği, bergamot ve ahududuyu algılamak mümkün. Gerçi bergamotun daha geri planda olduğunu düşünüyorum. Çiçeksi-meyveli sayılabilecek açılışı sıradan. Orta bölümde çiçeklerin etkisi artıyor. Orta notalarında ylang ylang ve yasemin var Goldea’nın. Yaseminin özgün, kendinden emin beyaz çiçeksi kokusu ve ylang ylangın kremsi tropikal yönü başarılı şekilde birleştirilmiş. Orta bölümde paçuli güzel bir sürprizle çiçeklere katılıyor. Buradaki çiçekleri kendime akın bulmasam da çikolatamsı paçuliyi sevdim. Alt notalarda tatlı paçuliye vanilya da eşlik ediyor. Tozlu sayılabilecek miskin de partiye katıldığını düşünüyorum. Kapanışta kremsi yumuşak paçuli ve vanilya gösterişsiz ama sıcak bir nokta koyuyor.  Son bölümü sevdim.

Goldea, meyveli-çiçeksi paçuli parfümüne benziyor tenimde. Aslına bakılırsa orta bölümden itibaren yaseminin önderliğindeki çiçekler bariz şekilde onun tarzını yansıtıyor. Meyveler (ahududu) üçüncü plana geçiyor ve bu durumu kabul ediyor. Tatlı ve modern paçuli bence parfümün önemli oyuncularından birisi. Zaman zaman çikolatamsı hissiyat veren paçuli, parfümün en sevdiğim teması oluyor.

Goldea’nın buruk ve itici açılışını takip eden cazibeli orta bölümü kadınsı mesajlar veriyor. Paçulinin devreye girdiği bölümdeyse neredeyse uniseks kullanıma göz kırpıyor. Oldukça soğuk günlerde ve dışarıda dolanırken kullandığım Goldea, tabii ki feminen yanını öne çıkarıyor. Onun yeni nesil şekerli gül kokan ve iç bayan kadın parfümlerinden kendisini ayırmasını sevdim. Evet, sıradışı değil belki ama yine de günlük kullanım için uygun.

Belki yanılıyorum ama az da olsa Thierry Mugler’in Angel’ına (kadın versiyonu) benzettim Goldea’yı. Tabii Angel kadar karanlık ve koyu değil Goldea. Ayrıca Goldea oldukça çiçeksi Angel’a göre. Başlangıcında da hafiften Black Orchid esinlenmesi var gibi. Kimi yorumcular Goldea’yı gourmand olarak sınıflandırmış ki haksız sayılmazlar. Oldukça tatlı kokusu kimi zaman vanilyamsı kimi zaman çikolatamsı kimi zaman da tonka fasulyesini andırıyor. Bu anlamda ona gourmand demek yanlış olmaz.

Anladığım kadarıyla Bulgari, piyasadaki yeni nesil bol tatlı meyveli-çiçeksi-şekerli rakiplerine Goldea ile cevap vermek istiyor. Lancome – La Vie Est Belle, Prada – Candy, Tom Ford – Black Orchid, Chanel – Coco Mademoiselle gibi güçlü rakiplere sahip Goldea’nın işi zor görünüyor. Kokusuna aşık olmadım ama birçok yeni ve burun tırmalayan yapaylıktaki kadın parfümünden bir parça daha başarılı buldum. Yine de almadan önce muhakkak deneyin.

EDP formundaki yapısı ne yazık ki performans anlamında harikalar yaratamıyor. Kalıcılığı yeterli fakat ilk patlama dışında fark edilirliği yüksek değil. Sonbahar-kış mevsimine yakışacağını düşünüyorum.

Kokusunun tasarımını ünlü isim Alberto Morillas yapmış. Bay Morillas eseri Goldea için şunları söylemiş: ” Goldea’nın lüks modernliği, İtalyan ve Fransız parfümlerinin değerleri ve şifreleriyle oynar. Bulgari için yarattığım parfümler değerli taşların birlikteliğiyle bezenen önemli mücevherler gibidir. Goldea’da, bir kuyumcunun altını yonttuğu gibi çalıştım. Bu parfüm, Bulgari mücevherlerinin gösterişli hacmini hatırlatır. Goldea’da kullandığım özel miskler ne demodedir ne de baroktur. Eğer Goldea bir nesne olsaydı, Brancusi tarafından yapılmış altın bir heykel olurdu. Goldea aynı zamanda altının sembolize ettiği sonsuzluk ve zenginliği somutlaştırır ve bu hipnotik büyü, Antik Mısır’dan İspanya’ya insan ve tanrılar arasındaki tarihte seyahat eder.”

Koku Güzelliği:10/6

19 Kasım 2017 Pazar

Nishane – Zenne (2017)

Türkiye merkezli niş parfümevi Nishane’nin 2017 yılında piyasaya sürdüğü üç yeni parfüm aslına bakılırsa üçlemenin üyeleri. Nishane, geleneksel Türk gölge oyunu olan Hacıvat-Karagöz’den ilham alarak üç parfüme imza attı. Hacivat, Karagoz ve Zenne isimli bu üç parfümden Hacivat’ı kullanmış ve beğenmiştim. Nishane’nin gölge oyunu serisine devam edelim madem. Şimdi sıra Zenne’de.

Muhtemelen şişesinin rengi ve ismi yüzünden en ilgimi çeken parfüm olmuştu bu seride Zenne. Eski dilde kadın anlamına gelen Zenne anladığım kadarıyla farklı anlamlara da geliyor. Kadın kılığına giren erkek dansçıya da Zenne deniyor, gölge oyunundaki bütün kadın figürlerine de zenne de deniyormuş.

Zenne’nin açılışı farklı bir meyvemsilikle gerçekleşiyor. Tatlı ve leziz meyveler üst notaları tamamen kaplıyor. Bir parça turunçgiller ve üzüm benzeri meyveler var sanki üst notalarda. Orta kısımda üzümü andıran meyveler daha da ağırlığını arttırıyor. Bu meyveler koyu ve neredeyse karanlık denebilir. Orta bölümde bir parça da çiçeksilik var fakat ağırlık tatlı meyvelerde. Son bölümde vanilyanın devreye girdiğini düşünüyorum. Kapanıştaki vanilya harika olmasa da gayet kabul edilebilir tarzda.

Zenne, bence meyveli-çiçeksi-ambersi vanilya tarafına yakın. Çiçeklerden ziyade meyvemsilik ön planda. Modern ve leziz meyvelerden en öne çıkanı siyah üzüm sanki. Evet, Zenne’nin büyük bölümünü siyah üzüm oluşturuyor bana göre. Üzüme eşlik eden, abartılı şekilde kadınsı olmayan çiçekler ve yüksek kaliteli amber parfümün omurgasını meydana getiriyor. Ayarında tatlılık her daim parfümün üzerinde dolaşıyor.

Zenne, büyük değişim göstermeyen, yarı karanlık, kalite hissiyatı iyi, benzeri pek olmayan, koku trendlerine uymayan bir arkadaş. Belki yanlış algılıyorum ama Zenne’yi üzüm suyuna benzetiyorum. Hani marketlerde satılan üzüm suları vardır. Garip şekilde aklıma üzüm sularını getirdi Zenne. Şunu da söylemeliyim ki kullanması ve sevmesi kolay bir parfüm. Gündüz-gece, her ortama uyabilecek tarzıyla Zenne fena seçenek değil.

Karşımızda yüksek sayılabilecek fiyatlara satılan bir niş parfüm var. Bu açıdan bakıldığında çarpıcı, katmanlı, baş döndüren yapısının olmadığını söylemeliyim. Tek düze ilerlediğini ve büyük vaatler sunmadığını düşünüyorum Zenne’nin. Evet, iyi, hoş koku ama o fiyat etiketini hak ediyor mu şüpheliyim. Eğer meyveli parfümleri seviyorsanız listenize alabilirsiniz.

Zenne, Extrait formunda. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama seviyede. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Bence iyi bir denge kurmuşlar. Hem erkekler hem de kadınlar rahatlıkla kullanabilir. Sonbahar-kış dönemine daha çok uyacağını sanıyorum. Kokusunun tasarımını Jorge Lee yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

15 Kasım 2017 Çarşamba

Comme des Garçons – Kyoto (2002)

Başkentlerin başkenti denilen Japonya’nın en ilginç şehri Kyoto’dan bahsedelim bugün. Japonya’nın başkenti Tokyo’dan bile daha popüler olan Kyoto’nun nüfusunun yaklaşık 1,5 milyon olduğu biliniyor. Japon imparatorluğunun bin yıl kadar başkenti olan Kyoto, tapınaklar şehri olarak da adlandırılıyor. İki binden fazla Budist ve Şinto tapınağı bulunuyor Kyoto’da. Bu özelliği onun ruhani tarafını da öne çıkarıyor.

Bunun içindir ki sanat dünyasının ilgisini çeken bir şehir Kyoto. Sadece Kyoto’yu merkeze alan sinema filmleri değil, 2002 yılında piyasaya sürülen bir parfüm de hafızalardan silinmiyor. Az buz değil on beş yıl önce Comme des Garçons’un piyasaya sürdüğü Kyoto parfümü, kokuseverlerin kalbindeki özel yerini hala koruyor bana göre. Comme des Garçons’un efsane parfüm serisi Incense’nin en popüler iki eserinden birisiydi Kyoto. Diğeri tabii ki Avignon’du.

Beş parfümden oluşan Incense serisinin her biri, farklı dinlerden esinlenerek meydana getirilmiş. Kyoto parfümü Budizm ve Şintoizm’den ilhamını almış. Açıklanan notalarında tütsü, ardıç yağı, kahve, tik ağacı, ölmez otu gibi oldukça farklı kokular bir arada verilmiş. Bakalım ortaya nasıl bir parfüm çıkmış.

Kyoto’nun açılışı yeşil ağaçsı yapıyla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarındaki ardıç yağı belki de ilk saniyelerdeki kokunun kaynağı. Hafiften çamsı-reçinemsi hissiyat veren başlangıcı sakin ve yüksek kaliteli. Orta bölümde ağaçsı hissiyat devam ediyor. Burada abartılı olmayan dumansılıkla birlikte tütsü devreye giriyor. Orta bölümün ve son kısmın ana oyuncusu tütsü. Buradaki tütsü fazlaca dumansı olmaktan ziyade yeşil, temiz ve ağaçsı. Kapanışta hala yeşil tütsü etkili. Alt notalarda ilaveten sedir ya da tik ağacını andıran odunsuluk hissediliyor. İşte size Kyoto.

Oldukça kuru, karanlık denemeyecek, tatlılığın pek hissedilmediği, dingin, fazlaca basit, katmanlı sayılamayacak ama koklamaya doyulamayacak kadar da derin yapısı var. Yeşil çam ormanının içinde yakılmış ve sönmüş tütsü çubuklarını anımsatan Kyoto, üst ve orta bölümde ferah reçinemsi yanını göstermekten çekinmiyor. Bu haliyle Nepal’in bir dağ köyündeki çam ağaçları arasındaki Budist tapınağını anımsatıyor size. Oradaki yaşlı ve bilge rahibin her sabah ayin başlamadan önce etrafın güzel kokması için yaktığı tütsü muhtemelen Kyoto gibi kokacaktır.

Bu parfümün neden ilgi gördüğünü anlamak zor değil. İlk olarak çok kaliteli, tertemiz, kullanımı kolay ve uyumsuzluk yok. İkinci olarak böylesine ruhani bir tütsü kullanımına dünyanın kuzey ve batısında yaşayan halklar alışık olmayabilir. Bu deneyim onların koku hafızalarıyla bağdaşmayabilir. Doğu ile batı arasındaki bir ülkede doğup büyümüş bendeniz bile etkilendi Kyoto’dan. Etrafa yaydığı dünya-dışı havanın yanında, karakteri olan farklı bir çalışma. Barışçıl ve bilge kokusu tam da dünyanın şu an için ihtiyacı olan sağduyuyu işaret ediyor belki de.

Kyoto, bol bol sıkınayım, kızlar kokuma bayılsın ya da erkekler beni fena çekici bulsun tarzı bir eser değil. Koku trendlerinden uzak ayrı bir gezegende yaşayan yalnız bir keşiş Kyoto. AVM tikilerinin, emocanların, kıroyum ama para bende’cilerin, ağzını yaya yaya garip bir Türkçeyle konuşan beyaz Türklerin ya da aklı-fikri para-rant-ihale üçlüsünde olan siyasal islamcıların parfümü değil Kyoto. Onun spritüel derinliğine ve meditatif yönüne saygı duymayanlarla buluşmaması daha iyi. Onun içindir ki günlük kullanıma uymayacak, yoga yaparken sizi sarıp sarmalayacak, hayatın anlamsızlığındaki anlamı ararken size eşlik edebilecek, sessiz, sakin, derin, biraz utangaç, münzevi, antik bir tapınak kokusu Kyoto.

Açıklanan notalarında kahve var. Bazı yorumcular da kahveden bahsetmiş. Kullanım döneminde yoğun kahveye rastlamadım. Özellikle defalarca kontrol ettim tenimi ama pek kahve yok gibi içeriğinde. Zaten Kyoto’nun asıl amacı kahve gibi kokmak değil, yeşil ağaçsı kokmak anladığım kadarıyla.

Ha bu arada nerede okuduğumu unuttum ama New York civarında yaşayan sanatçıların bir zamanlar en sevdikleri ve bol bol kullandıkları parfümmüş Kyoto. Eğer öyleye hiç şaşırmam çünkü tam bir bohem ressam ya da performans sanatçısı kokusu Kyoto.

Bu harika eser tabii ki müthiş bir ustaya ait. Parfüm sektöründe tasarımları en çok ilgi çeken parfümörlerden Bertrand Duchaufour’un imzası var Kyoto’da. EDT formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği yüksek değil. Biraz çekingen kaldığı söylenebilir. Ten üzerinde çok daha derin kokarken kıyafette daha basit davranıyor. Ten üzerine uygulamanızı öneririm. Uniseks olarak piyasaya sürülse de erkek kullanımına yakın. Otuz yaş üzeri arkadaşlara tavsiye ederim. Sonbahar-kış döneminde kullanmak iyi fikir.

Koku Güzelliği:10/8

11 Kasım 2017 Cumartesi

Roberto Cavalli – Uomo (2016)

Roberto Cavalli erkeği, içgüdüsel bir stil ve zarafet hissiyle kutsanmış olarak kolayca, sofistikeliği ve gündelikliği harmanlıyor. Roberto Cavalli erkeği bağımsız ve özgürdür, her koşulda kendisine sadık kalır ve hiçbir zaman taklit etmeye ihtiyacı yoktur. Kibirli olmadan kendinden emin, doğal şekilde baştan çıkarıcı, etrafındaki insanların kalplerinde ve zihinlerinde derin iz bırakan bir çeşit karizma yayar. Onun için yaşam, müzik gibidir, iç ritmiyle ve melodisiyle uyum içindedir.”

Allah’ım şu tanıtım cümlelerine bakar mısınız. Pazarlama kelimeleri değil adeta manifesto kaleme almışlar. Meğer neymiş Roberto Cavalli erkeği de haberimiz yokmuş. Oradaki sıralanan özellikleri baz aldığımızda dünya üzerinde 8-9 tane Roberto Cavalli erkeği ancak vardır muhtemelen, daha fazla çıkmaz.

Neyse dalgamızı geçtik fakat asıl konumuza odaklanalım. Roberto Cavalli’nin 2016 çıkışlı yeni parfümü Uomo, isim olarak rakipleriyle aynı adı tercih etmiş. Kendi sitelerinde Uomo’yu üç nota üzerinden tanıtmışlar. Siyah menekşenin modernlik kattığını, sedir ağacının sofistikelik sağladığı ve balın cazibeli olduğu belirtilmiş. Bu üç nota dışında daha farklı kokular da algıladım kullanım döneminde.

Roberto Cavalli Uomo’nun açılışı tatlı ve leziz meyvelerle gerçekleşiyor. Bir parça portakal ve daha çok eriğe benzettiğim başlangıcını beğendim. Orta bölümde tatlılık epey artıyor. Parfümün merkezindeki koku menekşe ortaya çıkıyor. Buradaki menekşe oldukça şekerli, hafiften pudralı ve meyvemsi verilmiş. Orta bölüm eh işte. Son kısımda büyük değişim yok. Bir parça vanilya ya da tonka fasulyesi var sanki. Kapanışı fena değil.

Uomo, tatlı, sıcak, hafiften karanlık ve koyu, derili, baharatlı oryantalleri andırıyor. Günümüzün modern parfümlerindeki pudralı-şekerli-meyveli yapı tekrar edilmiş. Menekşe, parfüme çiçeksilikten ziyade baharatlı his vermiş adeta. Menekşeyle parfümlerde aram pek iyi değildir fakat buradaki verilişi hoşuma gitti. Sanki iris çiçeği gibi verilmiş menekşe. Sanırım onun için beğendim. Tabii parfümün genelinin oldukça tatlı olduğunu sanırım söylememe gerek yok.

Açıklanan notalarında bu tatlılığı açıklamak için bal verilmiş. Bence baldan ziyade tonka fasulyesinin sıcaklığı var parfümde. Modern ve koku trendlerine uygun kokusuyla 18-35 yaş arası erkeklere gözünü dikmiş gibi görünüyor Uomo. Kim meyveli-derili tatlı parfümleri sevmez ki?

Sonuç olarak harikalar yaratmayan, yaratıcı olmayan, fazlaca benzeri olan, ortalama bir erkek parfümü. Dikkatimi çekense rakiplerine göre daha sevilebilir olması. Nedense Spicebomb ve Eros’u hiç sevemedim bu tarza yakın olarak. Uomo onlara göre daha kaliteli ve kullanılabilir geldi bana. Giorgio Armani Code ve Ultimate’ye yakın tarzı onu popüler hale getirebilir mi diye düşünüyorum ama pek ortalarda görünmüyor Uomo. Belki de pazarlamasını pek yapmadılar Uomo’nun.

EDT formundaki kokusunun kalıcılığı idare eder, fark edilirliği zayıf denebilir. Çok erkeksi sayılmasa da kimi yorumcuların Uomo’yu hafiften kadınsı bulmasını abartılı buluyorum. Kokusunun tasarımını ünlü burunlardan Christophe Raynaud yapmış. Sonbahar-kış parfümü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Karşı cinsin bu parfümü beğeneceğini ve kullanımının kolay olduğunu belirteyim. Rahatsız edici olmayan genel tarzı her ortam için uygun. E daha ne olsun.

Koku Güzelliği:10/7

7 Kasım 2017 Salı

Rundholz – 03. Apr. 1968 (2012)

Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren-Vestfalya’da 1993 yılında temeli atılmış bir modaevi Rundholz. İsmini, kurucusu Lenka Rundholz’dan alan modaevi, Almanların pek etkili olamadığı moda sektörü için alternatif bir kanal denebilir. Lenka Rundholz’un avangart moda dilinin meraklıları bu markayı bileceklerdir. Studio Rundholz’un faaliyet alanı kadın hazır giyimi, kadın ayakkabıları ve çeşitli aksesuarlar olduğu biliniyor ta ki 2012 yılına kadar.

Bu endüstriyel modaevi 2012 yılında parfüm işine de girdi. Şimdiye kadar sadece üç parfüm piyasaya sürdüler. Gerisi gelir mi bilemiyorum ama parfümlerinin ilginç isimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Bir süredir kullandığım 03. Apr. 1968, tahmin edeceğiniz gibi markanın kurucusu Lenka Rundholz’un doğum tarihi. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında hiç bilgi olmayan Rundholz’un 03. Apr. 1968’i merkeze tütsüyü almış gibi görünüyor. Parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’nin bu parfüm için “kimliği ve karakteri olan etkileyici bir parfüm. 03. Apr. 1968, sıradışı insanlar içindir.” dediği rivayet ediliyor. Bakalım benim gözümden nasıl bir kokuyla karşılaşacağız.

3. Apr. 1968’in açılışı hafiften meyvemsilik ve dumansılıkla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında liçi isimli tropikal meyve var. Evet, başlangıcı hafiften lezzetli ve meyvemsi ama bu etki sınırlı. Daha ilk saniyelerde karşımıza çıkan dumansılık orta bölümde daha da artıyor. Buradaki dumansılık yüksek kaliteli, gizemli ve gayet ilginç. Orta bölüm o kadar dumansı ki, burada tütünün olduğundan şüpheleniyorum. Tabii ki parfümün omurgasını oluşturan tütsü de orta kısımdan itibaren ortaya çıkıyor. Dikkatli kokladığımda bir parça kuru karabiber de var sanki. Orta bölüm harika. Kapanışta büyük değişim olmuyor. Orta kısımla hemen hemen aynı gerçekleşen alt notalarda başlangıçtaki meyvemsilikten ziyade dumansı tütsü hakim. Kalite hissiyatı son bölümde de gayet iyi.

3. Apr. 1968 için rahatlıkla diyebilirim ki şimdiye kadar kullandığım en dumansı-reçinemsi ve bu etkiyi en uzun süre devam ettiren parfüm. Orta bölümden itibaren öyle bir dumansılık yayıyor ki etrafa sanki birisi tütsü yakmış ya da yoğun sigara kullanımı olan bir mekandasınız. Bu dumansılık tabii ki tütsüden gelse de bence parfümde kuru tütün mevcut. Baharatları orta bölümde algılıyorum. Kimi yorumcuların bahsettiği vanilyayı ise algılayamıyorum.

3. Apr. 1968’in resmi olarak açıklanan üç notası var: Liçi, heliotrope ve tütsü. Bu durum Rundholz markasının minimalizmine bağlanmış. Tabii üç nota açıklanması parfümde sadece bu içerikler olduğu anlamına gelmiyor fakat 03. Apr. 1968’in mininal bir parfüm olduğuna katılıyorum. Çok fazla nota ve kakafoni yok. Genel olarak düz çizgide ilerliyor ve büyük değişimler vaat etmiyor.

Olabildiğince sade, kuru, tatlılığın az olduğu, günümüz koku trendlerini umursamayan, doğru ortamda insanı alıp başka yerlere götürebilecek başarılı bir eser. Yer yer sıcak reçineleri andıran yapısı, kar yağarken sizi münzevi bir kütük eve çağırıyor ve orada gaz yağıyla aydınlanırken verandaya çıktığınızda ciğerlerinize çektiğiniz çam ormanını ayağınıza getiriveriyor. Yanmış tütsü ya da köz haline gelen çam kozalakları veya yüksek kaliteli bir puronun kokusu 03. Apr. 1968’in amaçlarından birisiydi muhtemelen.

Bu koku formunu tabii ki herkes sevemez. Invictus ya da Eros kullanan arkadaşları da hedeflemediği açık 03. Apr. 1968’in. Kokunun tasarımcısı Arturetto Landi’nin dediği gibi sıradışı bir parfüm. Biraz Cape Heartache’ye benziyor ama ondan çok daha kaliteli ve baş ağrısı yapmıyor. Bu parfüm bana Serge Lutens’in bazı parfümlerindeki dumansılığı hatırlatıyor. Azıcık da olsa Arabie ve Fille en Aiguilles esintisi var sanki.

Kinski’den sonra bir başka Alman için tasarlanmış enfes parfümle daha tanıştım. Almanlar parfüm işine biraz daha eğilseler muhtemelen Fransızların epey uykusunu kaçıracaklar anlaşılan. Ha bu arada parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’ye de dikkatinizi çekerim. 03. Apr. 1968’i yaratan bu üstad, son yıllarda niş markalar için oldukça sayıda parfüm tasarlıyor. Özellikle biehl parfumkunstwerke’nin sevilen eserleri al01, al01 ve al03 ona ait.

EDP formundaki 03. Apr. 1968’in kalıcılığı iyi, fark edilirliği tatmin edici. Erkek kullanımına yakın duruyor. Tam bir kış parfümü. Tek olumsuz yanı oldukça zor bulunabilmesi.

Koku Güzelliği:10/7

3 Kasım 2017 Cuma

Guerlain – La Petite Robe Noire (2012)

Kendime soruyorum neden La Petite Robe Noire’yi uzun zamandır merak ediyorum diye. Cevabı buldum sanırım: Şişesi yüzünden. Guerlain’in yeni nesil kadın parfümlerinin en önemli ve sevileni muhtemelen La Petite Robe Noire. Markanın eski muhteşem klasikleriyle özdeşleşmiş efsanevi şişe tasarımıyla La Petite Robe Noire, görünüşe göre modern ve günümüz trendlerine uygun kokusu ve eski klasikleri andıran şişesiyle günümüzle geçmişi aynı noktada birleştirmeye çalışıyor.

Kendi sitelerinde meyveli-çiçeksi olarak sınıflandırılan La Petite Robe Noire, ferah, afacan ve büyüleyici tanımlarıyla ödüllendirilmiş. Parfümün doğum yeri olarak Guerlain’in özel seri parfümlerinin üretildiği laboratuar gösterilmiş. Parfümün Guerlain’e özgü notalarla oluşturulduğu vurgulanmış. Bakalım bu kadar övgülere boğdukları La Petite Robe Noire nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı leziz, ekşi, yüksek kaliteli kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Kendi sitelerinde bahsettikleri tatlı vişne, parfümün başlangıcını oluşturuyor. Üst notaları sevdim. Orta bölümde kiraz-vişne benzeri koku devam ederken tatlılık giderek artıyor. Muhtemelen tonka fasulyesinden gelen pudramsı tatlılığa badem güçlü şekilde eşlik ediyor. Orta notları şekerli badem ve vişnenin oluşturduğunu söyleyebilirim. Onlara geri plandan gül de destek veriyor. Son bölümde büyük değişim yok. Tatlı bademe pudralı vanilya ekleniyor. Meyveler kapanışta artık yok. Standart bir sonla tene veda ediyor.

La Petite Robe Noire, tatlı meyveli bir vanilya-badem kokusuna benziyor. Cazibeli kırmızı meyveleri her zaman için severim ve burada da ilgi çekici. Orta bölümden itibaren artan tatlılık bir süre sonra bıktırıcı oluyor. Bademle aramızın barışamadığını biliyorum. Burada da çekici gelmiyor bana badem fakat onun bir kadın parfümü olduğunu düşünürsek asıl amacın kadınların ilgisini çekmek olduğu söylenebilir. Oldukça kadınsı yapısıyla erkeksi tarzı seven kadınları hedeflemediği açık.

Bütün düşüncelerden sıyrılarak onun Guerlain parfümü olduğunu hatırlıyorum. Evet, o bir çınarın, anıtsal bir markanın eseri. Tarihindeki müthiş kadın parfümü klasiklerini düşünürsek üst düzey bir koku beklemek sanırım yanlış olmaz. Kullanım döneminde o eski klasiklerin yaratıcılığını, gösterişini ve yüksek kalitesini göremedim La Petite Robe Noire’de. Daha çok günümüzde onlarca örneğine rastlanabilecek tatlı meyvelerle şekerli badem-vanilya kombinasyonuna şahit oldum. Yaratıcı olmayan, piyasaya oynayan, orta bölümden itibaren yapaylık sınırında gezinen La Petite Robe Noire, bir Guerlain olmanın uzağında. Tribünlere ve büyük kitlelere sevimli görünmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu durum kötü mü, değil. Kullanan çoğu kadının sevebileceği La Petite Robe Noire, Guerlain ruhunu bence taşımıyor. Onun derdi otuz yaş altı genç kızları hedeflemek sanki.

Sonuç olarak vasat bir parfüm olarak hafıza kayıtlarıma geçiriyorum La Petite Robe Noire’yi. Bu kadar popüler olmasına ve beğenilmesine şaşırmıyorum. Anlaşılan LVMH’ye satılması, Guerlain’e pek iyi gelmedi. İlerleyen zamanlarda da Guerlain’in eski şahane klasiklerini özleyeceğimiz anlaşılıyor.

EDP formundaki kokusunun kalıcılığı idare eder. Fark edilirliği ortalama seviyelerde. Benim kullandığım 2012 versiyonuydu. Sonbahar-kış mevsimine uyacağını düşünüyorum. Kokusunun tasarımını Thierry Wasser yapmış.

Koku Güzelliği:10/6