Penhaligon’s etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Penhaligon’s etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2022 Perşembe

Penhaligon’s – Opus 1870 (2005)

Dünyanın İngiltere kraliçesi Elizabeth’in ölümünü konuştuğu şu günlerde, tamamen şans eseri ünlü İngiliz niş parfüm evi Penhaligon’s’un Opus 1870 isimli kokusunu kullanıyorum. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı İngiliz ekolüne ait Penhaligon’s markasının ömrü yüz yılı geçmiş durumda.

Opus 1870, 2005 yılında piyasaya sürülen ve markanın modern sayılabilecek eserlerinden denebilir. Parfümün tanıtımı şu cümlelerle yapılmış: “Opus 1870 Penhaligon’s’un uzun tarihinden ilhamını alan şık, odunsu baharatlı bir parfümdür. Elbette başyapıttır. Klasik ama asla zorlayıcı değil. Hassas tütsü esintisi canlandırıcı yuzu ile buluşuyor.”

Parfümün başlangıcı neredeyse yeşil meyvemsi yapıyla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında yuzu meyvesi var. Hafiften ekşi turunçgilli yapı ilk dakikalarda hissediliyor. Orta kısımda benzer yapı devam ediyor. Orta kısımda yeşil aromatik baharatlar önümüze çıkıyor. Burada biber en dikkat çeken öğe. Sonlarda sedir ağacını andıran odunsulukla tenden ayrılıyor.

Opus 1870, hafiften züppe bir yeşil baharatlı odunsu esere benziyor. Lüks ve kaliteli hissettiriyor. Kokusal anlamda Gucci Pour Homme II’ye oldukça benziyor. Hatta Opus 1870 için Gucci Pour Homme’nin niş hali bile diyebilirim.

Gucci Pour Homme II’yi severim ve sıradışı şekilde güzel bulurum. Biberin ve baharatın bu kadar farklı ve çekici kullanılması kolay değil. Erkeksi ve şık hissettiren Opus 1870, etraftan güzel övgüler alabileceğiniz yumuşak, imza kokusu olmaya aday modern bir eser denebilir.

Eau de Toilette formunda. Kalıcılığı yeterliyken etrafa yayılımı ilk on dakika dışında zayıf kalıyor. Sonbahar-kış döneminde kullanmaya yakın duruyor. Resmi veya takım elbiseye uyabilecek tarzıyla otuz yaş üzeri erkekler için bıktırıcı derecede şekerli olmayan Opus 1870, akşam gezmeleri için de iyi seçenek olarak düşünülebilir.

Koku Güzelliği:107/5

9 Ekim 2015 Cuma

Penhaligon’s – LP No.9 For Men (1999)


Penhaligon’s – LP No.9 For Men (1999)

Hani bir söz vardır "Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu" diye. Tabii bu sözün orijinalinin azıcık farklı olduğu da söyleniyor. Ben de berberlik mesleği için hep şunu düşünmüşümdür "Saç kesim makinesi çıktı, mertlik bozuldu." Artık çok yetenekli olmanıza gerek yok, deneyim ise şart değil. O saç kesim makinesini biraz kullanıverin tamam. Nerede o eski berberlerin sadece makasla yaptıkları saç kesimleri. Bir saat boyunca o parmakların otomatiğe bağlamış şekilde makası kullanması, çocukken bana sihirli bir işmiş gibi gelirdi. Acaba parmakları ağrımıyor muydu eve gittiklerinde.

Tabii çocukken en sevdiğim şeylerden birisi olan berber koltuklarında uyuma alışkanlığımdan bahsetmeyeyim. Parfüm Merakı nereden çıktı bu berber mevzusu diyecek olursanız, bir süredir kullandığım LP No.9 parfümünden geldi. Yabancıların çok kullandığı bir terimdir kimi parfümleri anlatmak için berber dükkanı sözü. Tabii berber dükkanları, sadece erkekler tarikatının bildiği bir seremoni bütününün gerçekleştiği yerdir.

Bana berber dükkanlarının kokusunu hatırlatan Penhaligon's'un pek öne çıkamayan erkek parfümlerinden LP No.9 For Men'in, 1999 yılının sevgililer günü için piyasaya sürüldüğü söyleniyor. İsmini ise "Love Potion No. 9" temasından alıyor. Ülkemizde pek bilinmeyen "dokuz numaralı aşk iksiri" kavramına, Birleşik Devletler'de rastlanıyor. 1959 yılında The Clovers grubu tarafından seslendirilen Love Potion No.9 şarkısı, o yıl müzik listelerinde yirmi üçüncü sıraya kadar yükseliyor. Bu şarkının konusu, aşık olmak isteyen bir erkeğin hikayesi. Her yerde aşkı arayan bu adam bir gün çingeneyle karşılaşır. Onunla bu sorunu hakkında konuşan adama, çingenenin bir sürprizi vardır: Dokuz numaralı aşk iksiri. Bu iksiri alıp, kullanmaya başlayan adamın, birden bire gördüğü herkesi öpmesiyle şarkı trajikomik hal alır. 1992 yılında Sandra Bullock'un başrollerinde olduğu sinema filmine de konu olur Love Potion No.9. Her ne kadar Sandra Bullock'un oynadığı filmleri sıkıcı bulsam da bu durum konumuzla çok ilgili değil.


Evet daha fazla uzatmayayım. İngiliz niş parfüm evi Penhaligon's'un LP No.9 isimli erkek ve kadın parfümü, ismini Love Potion No.9'nın kısaltmasından almış. Kimi yorumcular bu durumla dalga geçiyorlar ki bence de haksız sayılmazlar. LP No.9 For Men'i kullanım döneminde onun nasıl bir aşk iksiri olabileceğini düşündüm ama işin içinden çıkamadım.

Kendi sitelerinde LP No.9 için pudralı karanlık yapısından, ferah üst notalarından, ender görülen çiçeksi ve baharatlı orta kısmından ve baştan çıkarıcı alt notalarından bahsedilmiş. Parfümün açılışı gerçekten de ferah turunçgillerle gerçekleşiyor. Buruk ve neredeyse nostaljik-dumansı-tütünsü bergamot beni kısa süreliğine 1980'li yılların artemisyalı aromatik fujerlerine ışınlıyor. Üst notalardaki metalik turunçgiller ne yazık ki sevdiğim gibi değil. Üzgünüm bergamot seni bu halinle benimseyemiyorum.

Orta bölümde hissettirmeden bir geçiş söz konusu. Metalik mandalina hala tutunmaya çalışıyor orta kısımda. Evet onun verdiği hissiyat kesinlikle artemisya notasını andırıyor ki parfümlerde bir türlü hoşuma gitmiyor artemisya. Fakat o da ne? Orta kısımda sevdiğim bir nota geliyor yavaş yavaş: Karanfil! Orta notalarda dumansı ilginç baharatlar parfümün derinliğini ve zenginliğini arttırıyor. Doğru kelime zengin olmalı orta kısım için. Sadece karanfil de değil, baharat babında tarçın ve kara biberden de bahsedilebilir. Anlıyorum ki Penhaligon's'un resmi açıklaması kelimesi kelimesine doğru. Orta bölümde dumansı ama ferah ve parlak baharatlara erkeksi çiçekler de eşlik ediyor. Kimisi sardunya diyor, kimisi ylang ylang, kimisi de yasemin. Emin değilim. Orta bölümü başlangıcına göre daha sevilebilir buldum. İki paragraf yazdım ama hala bitmedi nota analizi. E zaten bu da parfümün detaylı yapısına işaret ediyor. Oysa olsaydı Gucci by Gucci Pour Homme gibi bir arkadaş, beş satırla bitirip geçseydik nota işini.


Madem öyle alt notaları kısa tutayım. Kapanışta dumansı ferah ve aromatik baharatların etkisi giderek azalıyor. Çok lezzetli ve şekerli olmayan vanilya ortaya çıkıyor. Nereden çıktığını bende anlayamıyorum birden bire. Şaşkınım ama mutluyum. Enfes vanilya pudralı verilmemiş. Çok şık alt notaları. Parfümün en sevdiğim yeri oluyor kapanışı.

LP No.9 For Men, dumansı, aromatik, egzotik bir baharat-turunçgil parfümü gibi davranıyor. Sıcak baharatlar keskin ve kendinden emin. Genel kompozisyon fazlaca tatlılık barındırmıyor. Yapaylık kimi zaman metalik bir halde karşınıza çıkıyor. Onun dışında harmanı dolgun, bol notalı ve biraz karışık. Ödediğiniz paranın hakkını verebilecek, benzerine pek rastlanmayacak farklı bir arkadaş. Onu kimi zaman Old Spice'a (egzotik ferah baharatlar anlamında) kimi zaman Brut'e (dumansı fujer baharatlar anlamında), kimi zaman Sartorial'a (eski kafa berber dükkanı tarzı anlamında), kimi zaman Obsession For Men'e (karanfil destekli baharatlar ve vanilya anlamında), kimi zaman L’Anarchiste'e (metalik turunçgiller anlamında) ve kimi zaman Cartier - Santos'a (yumuşak erkeksi çiçekler anlamında) benzetmek istesem de hiç birisine tam anlamıyla yakın değil. Sanırım saydığım parfümlerden en çok L'Anarchiste'i andırıyor üst ve orta kısımda. Son bölümü Obsession For Men’e yakın sanki.

Erkeksilik vurgusu olduğunu kabul ediyorum LP No.9 For Men'de. Üst yaş guruplarını hedefleyen ve takım elbise üzerinde kullanmaya yakın duruşuyla, çarşı-pazar gezmesi kokusu olmadığı izlenimi veriyor. Bilderberg toplantılarında kullanmak içinse biraz aromatik ve ferah kaçabilir. Bazı yorumcular onu karanlık olarak görselerde bence hiç de karanlık kokmuyor. Ayrıca onun seksi olduğunu söyleyen arkadaşlara da gözlerimi olabildiğine açıp bakmak istiyorum. Bu parfümün neresi seksi? Bazı arkadaşların da onu Opium Pour Homme'a benzettiklerini not olarak vereyim.

Ten üzerinde buruk turunçgillerin ve erkeksi çiçeklerin hissedildiği parfüm, kıyafet üzerinde karanfil ve vanilya yönünü ortaya çıkarıyor. Bu haliyle tabii ki tercihim kumaş üzerindeki hali. Bana göre ten parfümü değil LP No.9 For Men. Üzerinize bol bol sıkıp, etrafa yayılmasını keyifle izleyebileceğiniz bir arkadaş.


LP No.9 For Men'in kokusunu Christian Provenzano tasarlamış. EDT formunda. Kalıcılığı bir EDT için makul. Fark edilirliği ilk 10-15 dakika iyi. Sonra normale dönüyor. İlkbahar-sonbahar için daha verimli olur gibime geliyor kokusu. Yaz sıcaklarında baharatlar boğucu olabilir. Kar-kış zamanı da aromatik yapısını yeterince gösteremeyebilir. Tabii ki denemeden almayın. Güvenli ve herkesin sevebileceği tarzı yok.

Koku Güzelliği:10/7

22 Mayıs 2015 Cuma

Penhaligon’s – Blenheim Bouquet (1902)


Penhaligon’s – Blenheim Bouquet (1902)

İspanya Kralı II. Carlos'un, 1700 yılında ölmesi, Avrupa kıtasının kısa süre içinde karışmasına sebep olacaktı. Dönemin en büyük sömürgelerine sahip devleti İspanya'da yönetim boşluğu oluşacağını düşünen diğer Avrupa devletleri, İspanya'nın elinden sömürge ülkeleri alabilmek için kısa sürede birbirleriyle savaşmaya başladılar. 1700'de başlayan ve ismi İspanya Veraset Savaşı olarak tarihe geçen savaşlar, 1715 yılına kadar devam etti. Avrupa'daki bir çok devletin katıldığı savaşa bazı sömürge devletlerin de katılmasıyla dünya savaşı halini aldı adeta İspanya Veraset Savaşı.

Bu büyük savaşta bazı devletler işbirliği yaparak güçlerini birleştirdiler. İngiltere, Avusturya Hollanda ve Roma İmparatorluğu, güçlü bir orduyla Fransız-Bavyera ordusuna karşı savaştı. 1704 yılında Tuna'nın kıyısında gerçekleşen savaşta Fransızlar ağır bir yenilgi aldılar ve Avrupa'nın süper gücü olma vasıflarını kaybettiler. Bu savaşın Avrupa tarihi açısından çok önemli siyasi ve ekonomik sonuçları olmuştu.

Tarihe Blenheim Savaşı olarak geçen bu hadisenin sadece siyasi sonuçları olmamıştı. Savaşı kazanan ordunun komutanı Marlborough Dükü, bu başarısının ardından İngiltere tarafından ödüllendirilmek istendi. İngiltere'de Oxford’un kuzeybatısındaki Woodstock bölgesinde, Marlborough Dükü için saray yaptırılmasına karar verildi. Üç hektar genişliğindeki araziye yapılan saraya Blenheim adı verildi. Yapım aşamasında İngiltere meclisinin çok masraflı olduğu için tepki göstermesi ve mimarının sarayın inşaatı devam ederken görevinden alınması gibi aksilikleri saymazsak, çok gösterişli bir yapı ortaya çıkmıştı. Müthiş bahçe düzenlemesi ve farklı mimari tarzların (barok, neogotik ve neoklasik) birleşiminden oluşan saray kompleksi, bugün İngiltere'nin tarihi ve kültürü açısından büyük önem taşıyor. Artık müze olarak sergilenen Blenheim Sarayı, turist kafilelerine ve konserlere ev sahipliği yapıyor.


İngiltere'nin bu önemli sarayı, 1902 yılında yine bir İngiliz olan ve kolonya-parfüm üreticisi Walter Penhaligons'a ilham verdi. Yeni parfümünün ismini Blenheim Bouquet koyarak, bir anlamda bu tarihi saraya saygı duruşunda bulundu. Böylece Penhaligon's markasının çok uzun yıllardır en çok satan erkek parfümüne imza attı. Kendi sitelerinde Blenheim Bouquet'i "Penhaligons'un kahramanı" olarak nitelemeleri dikkat çekici. Dediklerine göre hala markanın en popüler parfümüymüş Blenheim Bouquet. Zaten yine kendileri onu "zamansız bir klasik" olarak görmekteler. Evet değerli dostlar karşımızda 113 yıllık bir anıt var. Ve hala çok popüler, hala çok satıyor ve hala çok seviliyor.

Çok uzun zaman önce kullanmıştım Blenheim Bouquet'i. O zamanlar oldukça sevmiştim kendisini. Bakalım aradan geçen yıllardan sonra benim cephemde değişen neler var?

Blenheim Bouquet'in açılışı eskilerden gelen buruk limonla gerçekleşiyor. Çok parlak olmayan limon biraz kolonyaları hatırlatıyor. Aromatik otlar geri planda destek veriyor limona. Başlangıcını sevdim. Orta kısma geçildiğinde limon geri plana geçiyor. Aromatik otlar biraz daha kendisini gösteriyor. Fakat asıl bombayı çam patlatıyor. Orta notalarda çam ağacı esansı kokuya her şeyiyle egemen oluyor. Ağır ve reçinemsi kokmayan çama lavanta eşlik ediyor. Orta bölüm için eh işte diyebilirim. Son kısım, orta notaların ekseninde ilerliyor. Açıkçası büyük değişim olmuyor. Belki biraz miskin etkinliği artıyor. Vetiver sürpriz şekilde ortaya çıkıyor. Son kısım benim için yeterli. İşte size Blenheim Bouquet.


Başlangıçtaki limon gayet güzel, ferah ve rahatlatıcı. Limonu sevdiğim için üst notalarını beğendim. Orta kısımdaki çam, lavanta ile olgun ve erkeksi etki yaratıyor ama çok benim sevdiğim gibi değil. Buradaki çam kullanımı bir tuhaf. Sanki çam esanslı terebentin gibi garip bir yapısı var. Bildiğiniz mis gibi doğal çam ağacı gibi değil. Sonrasında lavanta da çamın etkisinde kalıyor. Kötü değil ama beklediğim gibi de değil. Son bölüm, orta notalarla hemen hemen aynı kokuyor.

Görüşüne göre çok basit ve sade bir formülle karşı karşıyayız. Limon, çam, lavanta ve misk. Hepsi bu. Çok fazla derinliği olmayan, zengin sayılamayacak, gösterişli denemeyecek, abartısız bir minimal Blenheim Bouquet. Başlangıcındaki limonu saymazsak aynı çizgide ilerleyen, mütevazi ama aynı zamanda şık, asil, mesafeli ve biraz resmi. Onu çarşı pazar gezmelerinden ziyade, takım elbiseyle ya da en azından şık bir gömleğin üzerine kullanmak isabetli olacaktır. Bu anlamda İngiliz geleneksel aristokrat havasını koruyor. Zaten bu parfümü kullanan ünlüler arasında Prens Charles'ın ve Prens William'ın olması size fikir verebilir onun tarzı hakkında.

Aradan geçen yıllar ve deneyimlerin artması, insanın fikirlerini ve düşüncelerini değiştirebiliyor. Kimi insanlarda ileriye doğru pozitif anlamda olabilirken, bazılarında ne yazık ki geriye doğru gidebiliyor. Benim düşüncelerim ileriye doğru mu gidiyor yoksa geriye mi gidiyor bunun kararını zaman verecektir. Blenheim Bouquet özelinde konuşursam, ilk denediğimde çok sevmiştim fakat bu kullanımda o kadar da ilginç olmadığını düşündüm. Başlangıcı gayet güzel ve rafine ama ülkemizde çoğu kişi üst notaları limon kolonyasına benzetecektir. Bunda parfümdeki limon-turunçgil kullanımının 1900’lü yılların başlarına öykünmesi var. Bu kadar eski bir parfümde, günümüzdeki modern turunçgilleri görmek mümkün olmayacaktır. Bu anlamda kendi döneminin koku karakterini vermesi bakımından denenmesi gereken bir eser.

Evet o önemli bir klasik. Parfümlerin tarihinde saygı duyulan yere sahip. Eğer bu tür eski tarz erkeksi parfümlere meraklıysanız, Blenheim Bouquet sizin için iyi seçim olabilir. Luca Turin'in kitabında baharatlı turunçgil olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan almış.


EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı ortalama. Fark edilirliği düşük. İlkbahar-yaz mevsimi için uygun. Erkeksi ve olgun yapısı, belli yaşın üzerindeki erkekleri hedeflediğini düşündürtüyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

13 Aralık 2014 Cumartesi

Penhaligon’s – Sartorial (2010)


Penhaligon’s – Sartorial (2010)

1821 yılında Walter Norton isimli erkek terzisi, Londra'nn merkezinde ilk mağazasını açar. Londra'nın işlek bir caddesi olan Strand'da iken, işlerini büyütür ve bir süre sonra Londra'nın en tanınmış erkek terzilerinden olur. 1800'lu yılları gözümüzün önüne getirdiğimizde bugünkü gibi yüksek kapasiteli sanayi üretimi ve tekstil fabrikaları olmadığını düşünürsek, o zamanın kalburüstü erkeklerinin hepsi bu tür özel sipariş üzerine çalışan terzilerin müşterileriydi.

Markalarının ismini kurucusundan esinlenerek Norton & Sons koydular. 1860'lı yıllarda, ikinci adresleri olan Savile Row'a taşındılar. Savile Row, o dönemin erkek kıyafetleri satan mağazalarının en önemli merkeziydi. Tabii 2014 yılında artık o eski popülaritesi kalmasa da, İngiliz yakın tarihi için mihenk taşlarından birisi Savile Row.

1820'li yıllardan 2010'a geldiğimizde ise pek de alışık olmadığımız bir şey oldu. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's, bir başka İngiliz ikonu haline gelen Norton & Sons'dan esinlenerek bir parfüme imza attı. Bu parfümün kompozisyonu için ünlü parfümör Bertrand Duchaufour ile işbirliği yapmaya karar verdiler. Bay Duchaufour, ünlü Norton & Sons terzisinin atölyesini dolaştı, bir tarihe tanıklık etti, belki de oranın kokusunu bol bol içine çekti. Ve hafızasında kalanları not aldı.


1820'li yıllardan günümüze gelen bir terzi atölyesi nasıl kokar? Bir fikriniz var mı? Açıkçası benim yok. Belki tahmin edebiliriz, hayalimizde canlandırabiliriz. İşte bu zor görevi Bertrand Duchaufour gerçekleştirecekti 2010 yılında. İlhamını Norton & Sons'tan alan Sartorial, markanın yeni sayılabilecek parfümü olarak raflardaki yerini aldı.

Sartorial, markanın "yeni nesil erkek parfümü" olarak tanıtılıyor. Parfümün "klasik erkeksi koku ailesi olan fujerin yeni ve çağdaş yorumu" olduğunun altı çiziliyor. Sartorial'in meşe yosunu, lavanta ve tonka fasulyesi gibi geleneksel notalar ile odunsuluk, metalik ve ozonik efektin, deri, menekşe yaprağı, bal ve baharatların karışımından oluştuğu vurgulanmış. Özetle Sartorial'ın, eski tarz erkeksi fujer karakterinin modern hale getirildiği söylenmek istenmiş. Buradan erkeksilik vurgusunun güçlü olduğu ve onun gerçek bir centilmen parfümü olduğu sonucu çıkarılabilir tanıtımlardan.

Artık geçelim detaylara. Sartorial'ı üzerime sıktığımda beni tanıdık bir koku karşılıyor. Sanırım bir çok yorumcu haklı çünkü Faberge'in ünlü Brut'u parfüm vardır. İşte karşımda neredeyse Brut'ün hayaleti dolaşıyor. İlk saniyelerde çok erkeksi, biraz sert ama aynı zamanda aromatik bir koku beni karşılıyor. Üst notalarda baharatlar (karanfil ağırlıklı karabiber ve kakule), resmi tanıtımda bahsedilen tuhaf metalik koku ve biraz menekşe algılayabildiklerim arasında. Çok hareketli ve zengin üst notalara sahip. Kaliteli, karmaşık ve retro. Herşeye rağmen başlangıcını sevemedim bir türlü. Orta bölüme geçildiğinde koku formu daha sakinleşiyor, efendileşiyor, olgunlaşıyor ve ağır abi oluyor. Orta notalarda başlangıçtaki karmaşanın yerini dinginlik alıyor. Burada lavantanın rolü çok büyük. Evet orta kısmın ana oyuncusu lavanta. Caron Pour Homme'u andıran eski lavantaya tatlı olmayan kuru baharatlar eşlik ediyor. Harika bir sürpriz ile meşe yosunu ortaya çıkıyor ve lavantanın yanında savaşa katılıyor. En büyük şaşkınlığı ise anasonla yaşıyorum. Orta bölümde lavantanın hemen yanındaki anason, parfümü neredeyse bizim milli içkimiz "rakıya" yaklaştırıyor. Orta kısım hala derin, yüksek kaliteli ve neyse ki başlangıcına göre çok daha sevilebilir. Geleyim kapanışa. Alt notalar büyük oranda orta bölümün kopyası. Derinlerden amber, reçinemsilik, balmumu, deri ve bal hissediliyor ek olarak. Son kısmını da sevdim Sartorial'ın.


Yukarıda yazdığım kokunun analiz paragrafının ne kadar uzun olduğunu farkediyorum aniden. Çünkü Sartorial çok detaylı, bol notalı, zengin, fazla ve farklı çağrışımlı, ilginç bir parfüm. Penhaligon's'un resmi tanıtımındaki cümlelerin doğru ve yerinde olduğunu farketmek zor değil. Sartorial, eski kafa aromatik fujerlere esaslı bir göndermeler manzumesi gibi. 2010 yılında piyasaya sürülen parfümün bu kadar eski/tarihi/nostaljik kokması garip ötesi olsa da onun aromatik yönüyle günümüzün modernliğine dümen kırmış olması anlamlı.

Sartorial konusunda haklılar. O, başlangıçta şanlı Brut'un neredeyse aynısı. Tabii Brut'un çok daha kompleks ve yüksek kaliteli hali gibi. Biraz da baharat oranı arttırılmış 2.0 versiyonu gibi düşünülebilir. Zaten genel anlamda kokusu lavanta-kuru baharatlar-meşe yosunu-garip metalik koku-anason etrafında şekillendirilmiş izlenimi veriyor. Orta kısımda lavantanın dümene geçmesiyle Brut benzeri koku ortadan kaybolurken, bu sefer de antik bir lavanta kolonyasına dönüşüyor adeta. “Back to The Future" filminin setindeyim sanki. Zaman makinesinin sensörlerini 1940'lı yıllara ayarlıyorum ve çılgın profesör sayesinde geçmişe ışınlanıyorum. Evet Sartorial gerçekten de günümüzün parfüm karakterinden çok uzakta.

21. yüzyılın başlarındaki tatlımsı, sıkıcı, baharatlı, yapay odunsulu erkek parfümlerine isyan bayrağını çekmiş bir Kara Murat ya da Haçlı Şövalyesi gibi Sartorial. Onun yeri, 1.000 odalı, konforlu, kibirli, statükoyu temsil eden bol israflı devlet sarayları değil, 14. yüzyılın dar sokaklı, veba salgınlı, cadı avlı, nemli, kasvetli Avusturya Kraliyet şatosu. Ya da ekmeğini taştan çıkaran, güçlü, kaslı, sert, maço bir demir-çelik fabrikası işçisinin yorgun bilekleri onun asıl yuvası. Belki de Opus Dei tarikatının veya İlluminati'nin karargahındaki çok gizli bir toplantıda, dünyanın üzerindeki değişiklikler konusunda çok kritik kararlar alan az sayıda elitin, Viktorya dönemi eski mobilyalarla döşenmiş, yüksek tavanlı bir odada, yanan şöminenin önünde, Brandy'lerini içerken üzerlerinden gelen "İngiliz Züppe" parfümün kokusu Sartorial.


Sartorial, çok güçlü alfa erkeği çağrışımı yapan, berber dükkanı temalı, günümüzün gerçekçi retro-modern denemelerinden birisi gibi görünüyor. Hatta onun için Neo-Vintage mi desem? Kelimelerin öneminin azaldığı, kaba kuvvetin egemen olduğu çağların parfümü desem abartmış mı olurum? Kadınların çalışmasının hayal bile edilmediği, erkeğin evin geçimini sağladığı, kadının ev işlerini yaptığı, kadın-erkek eşitliği düşüncesinin bile bulunmadığı, acımasız, skolastik bir çağın kokusu mu?

Sartorial aynı tanıtımındaki gibi geçmiş dönemlerin erkeksi, Brutvari, güçlü, sağlam parfümlerini; aromatik otlar, baharatlar, bal, amber ve tonka fasulyesi ile harmanlayan çok farklı bir deneyim. Bu anlamda büyük usta Bertrand Duchaufour'un en dikkat çekici eserlerinden birisi gibi görünüyor. Parfümün genel tarzının "ya aşık ol, ya da nefret et" klişesine yakın olduğu söylenebilir. İşin komik yanı ben ne aşık oldum ne de nefret ettim. Başlangıcını sevmedim. Orta kısmını sevdim. Sonlarını başarılı buldum. Sonuç olarak Sartorial gerçek bir üst düzey aromatik fujer. Kalite hissiyatı yüksek, şaşırtıcı ve çarpıcı bir arkadaş. 1-2 kullanımda ona hemen burun kıvırmayın bence. Anlamaya çalışın. Belki seversiniz.

Sartorial, bir çok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi denebilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak ise üst grubu hedeflediği sır değil. Ben diyeyim 35 siz deyin 40 yaş ve üzerindeki beyefendilerin, yeni nesil zıpır şeker bombası parfümlerden kaçış rotalarından birisi olabilir Sartorial. Denemeden almayın cümlesini yazmaya gerek bile duymuyorum.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

8 Ekim 2014 Çarşamba

Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)


Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)

Hikayesi 1860'lı yıllara kadar uzanan bir marka Penhaligon's. İlk olarak 1860'lı yılların sonlarında, berber dükkanı olarak Jermyn Street adresinde açılmıştı. Kurucu William Penhaligon, 1870'li yıllarda işlerini büyütmeyi düşündü. Bunun sonucunda parfümeri alanında ürünlere yöneldi. Kısa zamanda çok popüler olan dükkanı, İngiliz Kraliyet Sarayı'nın resmi tedarikçisi bile oldu. Kraliçe Viktorya zamanında kraliyet için aldıkları çalışma izni, yaklaşık yüz yıl boyunca geçerli sayıldı.

William Penhaligon'un, 1870'lerde Jermyn Street'teki dükkanı, bir Türk hamamı ile komşuydu. Zamanla yanındaki Türk hamamı fazlaca ilgisini çekmeye başladı. Oradan çıkan kükürt kokusu ve buhardan ilham alarak, Hammam Bouquet isimli ilk parfümünü hayata geçirdi.1872 yılında parfümün formülünü hazırladı ve üretime geçti. Böylece Penhaligon berber dükkanı, ilk defa parfümeri işine girmiş oldu.


Hammam Bouquet isimli parfümlerinin tasarım aşamasında Türk (O zamanlar Osmanlıydı) etkisini inkar etmiyorlar. Hatta bunun üzerine inşa etmişler kokusunun hikayesini. Resmi tanıtımında hayvansal ve olgun tarafından, eski kitap kokularından, pudralı reçineden ve antik odalardan bahsedilmiş. Sanırım parfümün bu detayları çağrıştırdığı vurgulanmış. Kendi sitelerinde oryantal sınıfına dahil edilmiş. Kaynaklarda genel olarak erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de erkek parfümü olarak düşünülmeli.

Hammam Bouquet'i üzerime sıktığımda karşıma çok eskilerden bir aroma çıkıyor. Tozlu bergamot, nostaljik lavanta ve biraz da hayvansal misk. 142 yıllık parfümden beklenebilecek bir açılışı var. Günümüzün modern, tatlı parfümleriyle ilgisi bile yok. Ferah portakal yada turunçgilleri de unutun. Başlangıcı ve ilk dakikaları oldukça keskin ve güçlü. Fazla uyguladığınız anda rahatsız edebilecek tarzda. Bu tür açılışları sevmesem de saygı duydum üst notalara. İlk yarım saatte lavanta ve tozlu/eski bergamodun etkisi devam ediyor. Kirli/hayvansal denebilecek koku bir süre sonra sakinleşiyor ve geri plana geçiyor. Orta bölümde erkeksi çiçekler hakimiyeti ele alıyor. Yasemin ve karanlık sayılabilecek tozlu gül ilk akla gelen çiçekler. İkisi de gayet erkeksi kullanılmış. Hiç öyle kadın parfümlerindeki gibi feminen çiçekler beklemeyin. Erkeksi çiçeklere gerilerden tatlımsı yumuşak baharatlar destek veriyor. Orta bölüm çok daha giyilebilir ve sevilebilir. Son bölümde ise egzotik amber kendisini gösteriyor. Biraz da misk var. Sandal ağacı da oralarda bir yerde muhtemelen. Kapanışı gayet güzel Hammam Bouquet'in.

Doğru hatırlıyorsam, Jicky ile birlikte şimdiye kadar kullandığım en eski tarihli formüle sahip parfüm Hammam Bouquet. Uzun zamandır ilgimi çeken bu tarihi değere sahip parfümü beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi başlangıcı, burnunuza sağlam bir yumruk atıyor. 1900'lü yılların kirli şiprelerini hatırlatan bergamot, Jicky ve Mouchoir de Monsieur’u andıran antik lavanta, Shalimar veya Musc Ravageur’u düşündüren hayvansallığın birleşimi olan üst notalar, acımasız ve ödünsüz. Size gerçek bir erkek parfümü kullandığınızı ve 1800'lü yılların sonlarında olduğunuzu hatırlatıyor. İlk kroşeden sonra hafif bir sersemleme yaşıyorsunuz haliyle. Bir süre sonra sanki o maço boksör gitmiş, yerine İngiliz asaleti ve emperyalizmi gelmiş. Gayet kibar erkeksi çiçekler, Victorya dönemi İngiliz bahçelerinde dolaşıyormuş efekti veriyor. Baharatlar gayet dengeli ve sakin. Sonlardaki amberin ise parfümün ilhamını aldığı doğu (Osmanlı) kültürüne bir gönderme olduğu düşünülebilir.


Hammam Bouquet, eski/nostaljik duygular yaşatıyor çoğu zaman. Bu da onu kullanması ve sevmesi zor olabilecek kokular sınıfına dahil edilmesine yol açıyor. Birçok yorumcuya göre tam bir gül parfümü olduğu dile getiriliyor. Haklı olabilirler. Belki de sandal ağacı daha büyük rol oynuyor. Baharatlı karanlık gül efektini sandal ağacı veriyor olamaz mı? Hatta tam tersi de olabilir. Bence o, saf bir gül parfümü değil. Baharatlı, aromatik otsu, neredeyse pudralı karanlık-tozlu gül desek daha yerine olabilir. Hissedilir orandaki hayvansallığı da bir yere koymamız gerekir. Bu haliyle eski ve tarihi kokan parfümlere benzediğini söyleyebiliriz.

Hammam Bouquet, dönemin kıta Avrupası geleneklerine göre kurgulanmış, daha ilk saniyelerde üst notalar vesilesiyle köklerinin çok eskilere dayandığını bize hatırlatan, ciddi, mesafeli, muhafazakar, orta bölümden itibaren romantik ve tutkulu, sonlardaysa egzotik ve egzantrik bir parfüm.

Yukarıda da belirttiğim gibi başlangıcını ağrılıklı olarak Mouchoir de Monsieur ve Musc Ravageur’daki o kirliliğe benzettim. Birazcık da Ralph Lauren - Safari'deki artemisya kullanımını aklıma getirdi. Jicky'den sadece on yedi yıl önce ortaya çıkmış olduğunu biliyoruz. Belki de Jacques Guerlain bu iki parfümün tasarımında Hammam Bouquet'ten etkilendi. Kim bilir. Gerçi sonlara doğru her bir parfüm kendi yolunda ilerliyor. Aslında çok benzedikleri söylenemez. Belki pudralı, eski, nostaljik tarafları algımın o yönde işlemesine sebep oluyor.


142 yıldır hala üretimi devam eden bir gelenekle karşı karşıyayız. Hammam Bouquet evet bir parfüm fakat bana yaşattığı duygular bir parfümden çok öte. Kendimi kraliyet dönemi İngilteresinde düşünmemi sağlayan bir koku adeta. Kraliçe Viktorya'nın sarayındaki, sadece soylular ve üst düzey kişilerin davet edildiği bir baloda bulunduğumu hayal ediyorum. İyi eğitimli diplomatlar, yüksek rütbeli subaylar, asilzadelerin züppe çocukları, saray eşrafı ve büyük tüccarlar... Zaman 1880 yılında durmuş. Adet olduğu üzere baloya en son gelen kraliçe bütün konuklarını seviyeli ve resmi şekilde kısaca selamlayarak kendisine ayrılan bölüme geçiyor. Etrafında onlarca yardımcısı ve hükümet görevlileri var. Şimdi giyilip sokakta dolaşılsa komik gelebilecek kıyafetler, o zamanın modasına ne kadar da uygun. Yemekten hemen sonra dansa geçiliyor. Sarayın kocaman dans salonundaki gösterişli avizeler, duvarlardaki ünlü ressamların resimleri, etrafta bekleyen uşaklar... En iyi kalitedeki rom ve viskinin içildiği ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahaların atıldığı sohbetler bir hayal gibi zihnimde uçuşuyor. İşte Hammam Bouquet'in bende çağrıştırdıkları aşağı yukarı bunlar.

Yapaylık olmayan, kaliteli sayılabilecek Hammam Bouquet'in, formülünün 142 yılda defalarca değiştiğini düşünmek gerekiyor. Orijinal formülünün nasıl koktuğunu büyük ihtimalle markanın yöneticileri bile bilmiyordur. Parfümün şimdiki halini koklayıp, sadece hayal edebiliriz geçmişini. Onda da ne kadar başarılı olabiliriz tartışılır.

Geleyim ten-kıyafet karşılaştırmasına. Ten üzerine uyguladığımda çok daha derin ve ilginç tepkiler verirken, kıyafet üzerinde kullandığımda tek düze ve sıradan oldu. Tende eski karanlık gül, baharatlar ve amberi algılayabiliyordum. Kıyafette ise daha eski kafa hayvansal şipreleri andırdı. Onun içindir ki ten üzerine kullanmanızı öneririm. Kıyafet üzerinde çok tozlu ve kirli kokuyor.

Luca Turin’in kitabında Hammam Bouquet, odunsu çiçekli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Ayrıca kitabının bir yerinde şöyle bahsetmiş: “Geç Viktorya dönemi klasik İngiliz erkek parfümleri, tipik şekilde tatlı, miskli, pudralı çiçeksiydi. Bu tarz parfümlerin şu an üretimde olan belki de en iyi örneği Hammam Bouquet, hala oldukça kullanılabilir yapıda.” Ayrıca lavanta-vanilya baskın Fransa kökenli Guerlain’in Jicky’sinin, İngiliz karşılığı olarak Hammam Bouquet’i göstermiş.


EDT konsantrasyonuna sahip Hammam Bouquet, ilk yarım saat oldukça yoğunken, ilerleyen saatlerde tene yakın kalmayı tercih ediyor. Kalıcılığı gayet iyi. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki arkadaşlara hitap edecektir. Kimi yorumcuların onun kokusunu “yaşlı kadınlara” benzetmesini fazla önemsemiyorum. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

25 Eylül 2014 Perşembe

Penhaligon’s – Malabah (2003)




Penhaligon’s – Malabah (2003)

8 Temmuz 1497’de Lizbon’dan kalkan dört gemi, Avrupa ile Asya arasındaki ilişkileri değiştirecek bir yolculuğa çıkmıştı. Seferin komutanı, Santiago tarikatından tanınmamış bir Portekizli şövalye olan Vasco de Gama’ydı. Diğer iki gemiden birine Gama’nın kardeşi Paulo, ötekine Nicolau Coelho kaptanlık etmekteydi, dördüncü tekne ise ambar gemisiydi. II. Joao’nun 1481’de tahta çıkışına kadar, Portekiz daha çok Afrika çıkışlı altın ve köle ticaretiyle uğraşmıştı. Yeni kral, Afrika kıyılarının haritasını çıkarmak ve Doğu’daki Hristiyan topluluklarla irtibat kurmak gibi yeni hedefler belirlemişti.

Vasco de Gama sadece 150 denizci ile yola çıktı ama bunlar arasında dönemin en tecrübeli kılavuzlarından bazıları, ayrıca Arapça ve Kongo’nun Afrika dilini konuşabilen adamlar vardı. Yumuşak esen mevsimlik musonun yardımıyla, Hindistan’a yolculuk 23 günde tamamlandı. Gama 20 Mayıs’ta Malabar Kıyısı’nın en önemli kırmızı biber ticaret merkezi Kalikut açıklarında demir attı.

Vasco de Gama’nın yolculuğunun sonucu olarak, dünyanın yarısının şekli öğrenildi ve Avrupa ile Asya arasında bir deniz güzergahının işlerliği inandırıcı bir biçimde ortaya kondu. Bir deniz güzergahı amansız bir gelişmeyle Avrupa’nın Asya’ya üstünlük kurmasına ve küresel bir ekonominin doğmasına yol açacaktı. Deniz yoluyla Afrika’nın çevresinden dolaşarak Hindistan’a varmayı sağlayan ilk Avrupa seyahati, gemicilerin, harita yapımcılarının ve tersane ustalarının yarım yüzyıl içinde edindiği beceriler sayesinde ciddi bir aksilikle karşılaşmaksızın yapılmıştı. Vasco de Gama ayrıca hedefine varması için yol gösteren Hint Okyanusu kılavuzlarının bilgilerinden de büyük ölçüde yararlandı. (denizlerde.com)

Her ne kadar bu yolculuğun dönüş kısmında 55 denizci can vermiş olsa da Vasco de Gama'nın beş yüz sene önceki seferi, bir parfümün ilham kaynağı olmasına sebebiyet verdi. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's'un 2003 çıkışlı Malabah'ı, ismini güney Hindistan'daki bir sahil şehri olan Malabar'dan almış. Markanın kendi sitesinde de Malabah'ın "Doğu Hindistan baharat rotasından" ilhamını aldığı belirtilmiş. Karşımızda köklerini "doğudan" alan bir parfüm var.


Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Malabah'ın başlangıcı turunçgiller ile gerçekleşiyor. Daha doğrusu turunçgil hissi veren artemisya algılıyorum. Genellikle eski tarz şiprelerde karşımıza çıkan artemisya, burada köhnelik etkisi vermiyor. İlerleyen saniyelerde artemisyaya limon ve çay ekleniyor. Çoğu kişinin bu parfümü limonlu çaya benzetmesi hiç de garipsenecek gibi değil. Başlangıcı gayet ferah. Orta kısımda limonlu çaya, tatlımsı baharatlar ekleniyor. Buradaki baharatlarla çayın dumansılığı başarıyla uyum sağlamış. Son kısımda sandal ağacı etkili. Biraz da egzotik olmayan tatlımsı amber var gibi. Tabii hatırı sayılır oranda sulandırılmış hissi veren miski unutmamak lazım.

Malabah, başlangıcıyla çok ferah ve rahatlatıcı olmayı başarıyor. Üst notalardaki limon-çay ikilisi hem doğal hem de biraz tatlıca. Belki de başlangıcı için limonatalı çay bile diyebiliriz. Orta bölümdeki baharatlar çok keskin değil. Oldukça tatlı baharatlara biraz da kadınsı sayılabilecek çiçekler eşlik ediyor. Azıcık gül bile olabilir. Bu bölüm günümüzün çoğu parfümünde karşımıza çıkabilecek tatlımsı baharatları çağrıştırıyor. Baharat olarak zencefil en öne çıkanı. Kakule ve küçük hindistan cevizi de baharat bölümünde sayılabilir. Sonlarda koku oldukça zayıflıyor. Misk, ilgi çekici kullanılmamış. Amber gayet güzel. Son bölüm biraz beklentilerin altında kalıyor ne yazık ki.

Parfümün genel olarak tatlı, temiz, pozitif, lezzetli, yumuşacık modern baharatlar ve dumansı ferah limonlu çay ekseninde ilerlediğini düşünüyorum. Çay teması kimi parfümlerde can sıkıcı hale gelebiliyorken, burada gayet ferah ve akıllıca kullanılmış ve aromatik hale getirilmiş. Çayın o sert ve keskin sayılabilecek rayihası, bir nebze olsa dizginlenebilmiş. Bu anlamda buradaki çay kullanımını sevdim. Baharatlar ise gayet modern ve sevilesi. Tatlılığın zaman zaman fazlalaştığı söylenebilir.


Malabah, modern bir çay-baharat denemesi gibi görünüyor. Başlangıcındaki ferahlık, orta notalarda yerini tatlımsı dumansı baharatlara bırakıyor. Onun içindir ki çok ferah yapısı olduğunu söylemek mümkün olmayabilir. Gerçi farkedilirliği o kadar düşük ki, ne kadar sıkarsanız sıkın rahatsız edici olmayacaktır. Kullanım sürecinde bol bol kullanmama rağmen her zaman tene yakın çekingenlikte kalmayı sürdürdü.

Malabah, kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Kabul etmem gerekir ki ara ara kadınsı yönünü gösteriyor. Muhtemelen çiçeklerden gelen bu kadınsılık, fazlasıyla abartılı değil neyse ki. Bence erkeklerde alır kullanır. O kadar da sorun olacağını sanmıyorum.

Malabah bana Güney Afrika Cumhuriyeti'ni hatırlatıyor. Bundan yüzyıl önce İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika'da yerli halkın ikinci sınıf insan sayılıp, İngiliz efendilerine uşaklık yaptıkları dönemlerdeyiz. Kolonyal mimariye uygun olarak inşa edilmiş kocaman çiftlik evinde, yemyeşil çimenlerden oluşan bahçede, çok şık bir masadayız. İki İngiliz aile bir taraftan kendileri için o sıcakta ölesiye çalışan işçileri izlerken diğer taraftan çay içiyorlar ve sohbet ediyorlar. Temmuz ayının başları. O seneki hasadı ve gelirlerini tartışan erkeklerin, arkadaşlarının kıyafetlerini çekiştiren hanımlarını duydukları bile yok. Etraftan harika çiçeklerin kokusu geliyor. Tertemiz bir hava. Limonlu çayın nefis kokusu... 

Malabah'ı yıllar önce denemiş ve çok beğenmiştim. Bu seferki uzun süreli kullanımda bazı şeylerin değişmiş olabileceğini düşünüyorum. Yapaylık çok bariz hissedilmese de notaları ayakları yere basmıyor gibi. Çok yüksek kaliteli bir kompozisyon ve çalışma izlenimi vermiyor. Belki de reformülasyon sonucu değişimler söz konusudur. Eskiden denediğimde çok sevdiğim Malabah'ı, bu sefer aynı heyecanla karşılayamadım. Ya da ben değiştim artık.


Şikayet edilen en önemli konu kalıcılığının ve farkedilirliğinin düşük olması. Farkedilirliği bende de düşük oldu. Sanırım bu konuda yapılacak bir şey yok. Belki özellikle böyle yapılmıştır. İngiliz nezaketinin ve aristokratlığının bir yansıması olabilir saldırgan olmayan koku formu. Kalıcılık kısmına ise katılmıyorum. Özellikle kıyafet üzerinde bir güne yakın kalıcılığını koruyor. Fakat ten üzerinde çok daha kolay kayboluyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Otuz yaş ve altındaki arkadaşlara önerebilirim. Çok soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. Bence ilkbahar aylarında çok daha güzel tepkiler verecektir Malabah.

Koku Güzelliği:10/7