29 Kasım 2014 Cumartesi

Aramis – Aramis (1965)


Aramis – Aramis (1965)

Kral 13. Louis şerefine: "Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için!"

Çocukluğumuzun belki de en aklımızda kalan cümlesidir bu muhtemelen. Oyunlarımızda diğer arkadaşlarımızla bu yemini tekrarlar ve adeta kendimizi Üç Silahşör gibi hissederdik. Ne güzeldir çocukluk aslında. Dert yoktur, tasa yoktur, geçim kaygısı yoktur, yalan yoktur, iki yüzlülük yoktur. Belki de çoğumuz onun için severiz çocukları ve hatta imreniriz onlara. Çünkü çocuk saflığı ve günahsızlığı simgeler çoğu zaman.

Alexander Dumas'ın dünya klasikleri arasında yer alan Üç Silahşörler'ini muhtemelen çoğumuz okumuştur. Aralarına katılan D'Artagnan ile biricik kralları 13. Louis'i korumak için çarpışan bu dört şövalye, dünya edebiyat tarihine de geçmiştir uzun yıllar önce. Üç Silahşörler'in en yakışıklısı, en genci, kadınların yüreklerini hoplatan Aramis'in ününü ise biliyoruz.

Aramis kelimesi, zihnime Üç Silahşörler sayesinde sağlamca kazınmış durumda. Fakat Aramis ismini dünyanın en büyük kozmetik şirketlerinden Estee Lauder'in alt markası olarak da biliyoruz. Estee Lauder'in Üç Silahşörler'deki Aramis karakterinden ismini aldığı söyleniyor bu markanın. Tabii Aramis'in, Amerika kökenli olması, daha çok Amerika kıtasında yüksek popülariteye ulaşmasını sağladı. Özellikle 1960'lı yılların sonlarından itibaren Amerikan kültüründe Aramis markasının ürünleri önemli yer tutmaya başladı. İlk parfümlerini 1965 yılında piyasaya sürdüler. Ve olan oldu.

Sade bir şişe ve kutu tasarımıyla piyasaya sürülen ilk parfümleri erkek kullanımı içindi. İsmi, markanın ismiyle aynı idi. Aramis parfümü, 1965 yılında piyasaya sürüldükten sonra özellikle Amerika pazarında büyük başarı yakaladı ve çok uzun yıllar en çok satan erkek parfümleri listesinden ayrılmadı. Aramis'in ilk parfümü çok büyük bir yıldıza dönüşmüştü yıllar içinde. Amerika kıtasından gelen Aramis rüzgarına dünyanın geri kalanı da daha fazla direnemedi ve parfüm dünyasının kült kokularından birisi haline geliverdi. Bugün bile Amerika'nın hala en çok satan erkek parfümleri listesine üst sıralardan girmeyi başarıyor. Aradan 48 yıl geçmesine rağmen.


Bu müthiş başarı öyküsünün arkasında ne vardı? Aramis parfümü neden böylesine fenomen olmuştu? Tabii bu soruları reklam ve pazarlama kampanyaları ile açıklamak fazlaca yüzeysel kaçar. Çünkü hiç bir reklam, neredeyse 50 yıl boyunca erkeklerin o parfümü kullanmasını sağlayamazdı. Aramis bir şekilde erkeklerin bam teline dokunmuştu. Belki de onu kullanan erkekler, kendileri ile Aramis'i özdeşleştirmişti. Ya da Aramis'e saygıyla karışık hayranlık besliyorlardı.

Çocukluğumdaki anılardan birisi de babamın Aramis kullanmasıyla ilgiliydi. Hayal meyal hatırladığım anılarım, beni yanıltmıyorsa, banyodaki dolapta bir şişe Aramis parfümü her zaman dururdu. Zaten çoğu kişi, Aramis'i babasının kullandığını söyler. İşin ilginç tarafı belki de otuz sene önce babamın kullandığı Aramis'i, bugün ben kullanıyorum. Eski anılarla birlikte... Babadan oğula geçen bir gelenek gibi...

Anıları zor da olsa bir kenara bırakıp, 2014 yılının dünyasına dönelim. Hayatın inanılmaz hızlı aktığı, sokakta yürüyen çoğu insanın yüzünün asık olduğu, depresif, sıkışmış, sıkılmış, kaygılı, sinirli ve neredeyse patlamaya hazır bomba haline gelmiş "güzel ve yalnız ülkemize" dönelim. Ve bakalım bilgi çağını yaşadığımız 2014 yılında, Aramis, bana neler hissettirecek.

Aramis'i kullandığımda üst notalarında her seferinde nostaljik bergamot, biraz artemisya ve çokça aromatik otlar karşıma çıktı. Ağırlığın eski kokan bergamot ve tozlu aromatik otlarda olduğu söylenebilir. Neredeyse eski kolonyaları hatırlatan başlangıcını sevdim Aramis'in. Orta bölüme geçildiğinde eski bergamotun geri plana geçtiğini anlıyoruz. Orta notalar, güçlüce ortaya çıkan hayvansallık ve misk ile birlikte verilmiş. Fakat çok abartılı ve mide bulandırıcı kadar yoğun değil hayvansallık. Yine de orta bölümü domine ediyor hayvansal misk. Orta kısımda karanlık ve tozlu kokan baharatlarda ciddi destek veriyor hayvansallığa. Baharat olarak kakule ve karanfil olduğu söylenebilir. Orta bölüm biraz bana uzak olsa da yine çok etkileyici. Geçeyim son kısma. Asıl şenlik alt notalarda başlıyor. Tatlılık barındırmayan karanlık/korkutucu deri önce sizi kendinize getiriyor. Arkasında ciddi anlamda tozlu kuru paçuli ve biraz da meşe yosunu mevcut. Harika bir sürpriz yapıyor meşe yosunu ama ne yazık ki deri ve paçulinin gerisinde kalıyor. Kapanış bölümünde vetiver de var. Evet eminim. Nefis bir vetiver hem de. Kapanışı çok başarılı Aramis'in.


Evet değerli koku delileri. Karşımızda 1960'lı yıllardan kopup gelmiş, adeta ışınlanmış ve "2014 yılının dünyasında ne arıyorum" diye şaşkın şaşkın etrafına bakan bir zaman yolcusu var. Aramis isimli arkadaş şaşırmakta haklı. Çünkü 2014 yılının dünyasındaki modern parfümlerin çoğu bol bol tatlılık içeriyor, adeta şeker dükkanı gibi. Aramis ise 20. yüzyılın genlerine sahip, kuru, tozlu, eski, erkeksi, güçlü, sert, derin, çok katmanlı, tatlılık barındırmayan, sağlam ve karakterli bir parfüm. 2014 yılının şeker bombası tikilerinin arasında bocalaması ve şaşırması olağan. Onu kesinlikle kınamıyorum. Hatta destekliyorum.

Aramis, günümüzün parfüm trendlerine hiç uymayan, ülkemiz insanının yüksek ihtimalle "ıyyy hacı yağı gibi kokuyor" diyecekleri, nostaljik, abartacak olursam arkaik, über-maço, ultra-ödünsüz, hiper-acımasız ama adaletli, sofistike, babacan, karizmatik, sululuğu sevmeyen, ciddi, karanlık ama yasa dışı olmayan, kabadayı, mert ve cesur bir parfüm. O, bir takım elbise parfümü. Eğer şort ve tişörtle kullanacaksanız kaçacak yer arayın çünkü Aramis'in ruhu gelir ve sizi elbette bulur, bunun hesabını sorar.

Anlaşılacağı üzere yaşı otuz beş olup, yolun yarısını devirmiş hatta kırklı yaşların erkeğinin parfümü Aramis. Çoğu kişi için o "baba" parfümü. Baba derken kendi babanız da olabilir, Ford Coppola'nın "Baba"sı da olabilir, 50 yaşından sonra kendisine Harley Davidson alan bir tıp doçenti olabilir, Kadirizmin kurucusu Kadir İnanır da olabilir, hatta Sedat Peker bile olabilir.


Aramis tehlikeli, riskli, anlaşılması zor, tozlu, kirli, hayvansı miskli, baharatlı, erkeksi çiçeksi, bergamotlu, karanlık derili, paçulili, meşe yosunlu bir klasik ve efsane. Bu kadar farklı notanın bir araya gelip, berbat bir koku ortaya çıkacağını zannetmeyin çünkü Aramis harika bir erkek parfümü. Onun neden bu kadar sevildiğini ve saygı duyulduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Eğer Aramis'i bundan 3-4 yıl önce, bu kadar deneyimim yokken kullansaydım büyük ihtimalle değerini anlayamayacak, "modası geçmiş" diye burun kıvıracaktım. Demek ki herşeyin doğru zamanını beklemek gerekiyor. Benim için doğru zaman 2014 yılının kasım ayının son günleriymiş.

Luca Turin'in kitabında Aramis, deri şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan verdiği Aramis'i çok beğenmiş bay Turin. Eski Amerika başkanı George Bush'un da kullandığı parfümlerden birisiymiş Aramis. Bu küçük bilgiyi de vermiş olayım.

Parfümün tasarımcısı çok önemli parfümörlerden  Bernard Chant. Bay Chant, kayıtlara göre en son 1977 yılında Aramis - Devin'i tasarlamış ve ondan sonra başka parfüme imza atmamış. Sadece 6-7 adet parfüme imza atmış Chant ama hepsi birer klasik olmuş durumda. Gres - Cabochard, Estee Lauder - Estee, Clinique - Aromatics Elixir, Aramis 900, Devin ve Aramis Classic. Bu müthiş eserlerin hepsine imza atmış Bernard Chant.


Tam bir kış parfümü olduğunu söylemek durumundayım. Herşeyiyle bir erkek parfümü o. EDT formülasyonuna sahip Aramis'in 48 yıl içinde defalarca reformüle olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmamalı. Eski formüllerinin çok daha sert, kalıcı ve saldırgan olduğu söylenen Aramis'in, benim denediğim güncel versiyonun çok agresif olmadığını söylemek durumundayım. Denemeden alınmayacak parfümlerin başında geldiğini belirteyim ki sonrasında kokusunun karşısında küçük çaplı şok yaşamayın.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

25 Kasım 2014 Salı

Bond No.9 – New York Amber (2011)


Bond No.9 – New York Amber (2011)

"Hemen bütün dillerde ambra ve amber şekillerinde bulunan amber kelimesinin aslında Arapça anber olduğu ve İspanyolca aracılığıyla Avrupa dillerine geçtiği kabul edilmektedir. Ancak anberin Arapça’dan türemesi mümkün değildir ve bu dile Pehlevîce (Parthça, Orta Farsça) aracılığıyla Grekçe ambrosia (a-mbrotos “ölümsüz, ilâhî”) kelimesinden bozularak sonradan girmiştir. Homeros’tan (m.ö. IX. yüzyıl) itibaren pek çok Grek ve Latin yazarının açıkladığına göre ambrosia mitolojide, tanrıların ölümsüz olmalarını temin eden ve yiyen fânileri de ölümsüzleştiren özel yiyeceğin adıdır ve güzel kokan bu yiyecek aynı zamanda tanrılar tarafından vücutlarına ve saçlarına da sürülebilmektedir. Bu durumda, İskender’den sonra Hindistan’da başlayan Doğu Helenizmi sırasında hakîmlerin (filozof-hekim), ihtiyarlık rahatsızlıklarına iyi geldiği için onları gençleştirdiğine inanılan ve mahiyeti de esrarlı olan bu güzel kokulu okyanus ürününü, ölümsüzlerin yiyeceği efsanevî ambrosiaya benzetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilere göre amber Avrupa’ya XIII. yüzyılda Endülüs Arapları tarafından tanıtılmış ve ambra/amber kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmiştir. Avrupa dillerinde reçine fosili olan kehribara da, amberin içinde hazmedilememiş hayvan parçacıklarının bulunması gibi içinde sinek, böcek vb. bulunması ve ısıtılınca güzel kokması sebepleriyle ambere benzetilerek aynı isim verilmekte ve birbirlerine karıştırılmamaları için de amber ambre gris, ambergris “gri amber”, kehribar da amber jaune, yellow amber “sarı amber” şeklinde söylenmektedir." (http://www.tdvia.org)

Yukarıdaki alıntı, Türkçeye kehribar olarak geçen amber ile ilgili bilgilerimizi teyit eder nitelikte. Tabii amber ile ilgili en büyük karışıklık amber taşı ve amber sıvısının tamamen farklı olmalarını bilmemekten kaynaklanıyor. Taş olarak doğada binlerce yıldır bulunan amber taşı, özellikle Baltık Denizi civarlarında çokça çıkarılıyor. Parfümcülükte kullanılan amber ise tamamen farklı çoğumuzun bildiği üzere.

Amberin, aynı vetiver gibi parfümlerin son fazında, sağlam bir alt nota elemanı olmasına alışığız. Niş ve anaakım onlarca markanın amber temalı parfümünün, boşu boşuna üretilmediği, arz-talep dengesine göre hareket edildiği söylenebilir. Bu kadar çok markanın amber temalı parfüm üretmesi, insanların bu yönde isteklerinin olduğunu gösteriyor bize. Yoksa bu kadar çok amber temalı parfümü kim alır ve kullanır ki?

Nedendir bilinmez, parfümcülükte kullanılan amber, hepimizin bilinçaltına genellikle köklerini doğudan aldığı yönünde kazınmış. Egzotik Arap-Ortadoğu-Hint coğrafyalarını çağrıştıran amberin aslında pek de doğu ile ilgili olmadığı görülüyor. Amber parfümlerinin ve özel olarak amber kokusunun doğunun gizemciliğini çağrıştırmasının sebebi, muhtemelen yaydığı o dumansı ve egzotik hava olduğunu düşünüyorum. Evet amber müthiş bir koku ve sanırım bende bir amber severim.


Amber kokusu ile ilişkim, Serge Lutens'in müthiş Ambre Sultan'ını denediğimden itibaren karmaşık hal almış durumda. Bu tür derin ve gizemli amber kokularını çok severken, Creed'lerin bazı yeni nesil popüler parfümlerinin alt notalarındaki gibi parlak ve yapay kullanımını ise bir türlü sevemiyorum. Bizimkisi bir aşk-nefret ilişkisi belki de.

Ve günlerden bir gün, 2011 yılının serin Ekim ayında, New York'un kalbinden çıkmış Bond No.9 niş parfümevi, amber temalı parfümünü piyasaya sürer. New York Amber ismindeki parfüm, adından da anlaşılacağı üzere markanın "New York" serisinin üyesi. 2014 yılının bu son aylarında, serinin sandal ağacı temalı kokusu da raflardaki yerini aldı. Bu seri 2011 yılında Amber ve Oud parfümleri ile başladı. Şimdilik beş parfümden oluşan New York serisi, sadece nota isimleri ile ilerliyor. New York Musk, New York Patchouli, New York Sandalwood, New York Oud ve New York Amber gibi. Muhtemelen New York serisinin en popüler ve en tartışılan üyesi New York Amber’dir. Kendi sitelerinde New York Amber’i, Midtown başlığının altında sunmuşlar. Artık bu arkadaşı daha yakından tanıyalım.

Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış New York Amber'i üzerime sıktığımda beni canlı ve pozitif bir koku karşılıyor. Tatlımsı meyvemsi gül ve yumuşak baharatlar çok lezzetli ve güzel. Baharatların karabiber ve küçük hindistan cevizi olduğunu düşünüyorum. Üst notalar olabilecek en iyisi adeta. Orta notalarda biraz çiçeksi yanını göstermeye başlıyor. Güle yasemin eşlik ediyor. Ve tabii safran hoş bir sürpriz yapıyor orta kısımda. Hissedilir oranda da öd ağacı algılıyorum. Fakat ağırlık yasemin destekli gül-öd ikilisinde. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Alt notalarda amber artık etkili. Fakat pek de sevmediğim şekliyle parlak ve neredeyse yapaylık sınırında. Ambere misk ciddi anlamda arkadaşlık ediyor. Biraz da sandal ağacı mı var? Var var...


New York Amber, isminin aksine amber kokusu üzerine inşa edilmemiş. İlk saniyelerden itibaren tatlımsı, modern ve hiperaktif gül dümeni ele geçirmiş ve isyan bayrağını açmış gibi görünüyor. Lezzetli ve enfes üst notalar çoğu kişinin kalbini çabucak çalacak cinsten. Zaten benim de açık ara en sevdiğim yeri oldu başlangıcı. Orta bölümden itibaren çiçeksiliğin dozunun artması ve zor bir nota olan öd ağacının eklenmesi işleri karıştırıyor. Yumuşak verilmiş baharatlar durumu kurtarmaya çalışıyor neyse ki. Fakat hala başlangıcında aklım. Poff... Sonları ise en bana uzak bölümü. Sulandırılmış hissi veren misk gayet sıradan. Amber, tuhaf ve uyumsuz. Sandal ağacı ise kendisini ve karakterini bulamamış. Kapanışı olmamış be Bond No.9.

İsmine binaen yahşi ve kütleli amber kokusu bekliyordum. Bu parfüm, ismiyle kokusunun uyumsuzluğuna eşgüdümlü olarak amber parfümü değil gül-öd ağırlığına sahip. Çoğu zaman Arap-Orta Doğu kökenli veya esinli parfümlerde rastladığımız yarı-gül suyu/güllü hacı yağı esansına yakın verilmiş gül-öd ikilisi parfümü alıp götürüyor orta notaların sonlarına kadar. Bir yorumcunun dediği gibi bu parfümün adını New York Amber değil de New York Rose koysalarmış hiç de garip durmazmış. Hatta genel tarzının Montale parfümlerini andırdığını söyleyen arkadaşa hak vermemek elde değil.

Geleyim sadede ve gerçeklere. New York Amber harika bir parfüm mü? Bence değil. Abartıldığı kadar güzel mi? Cık. O, başyapıt mı? Tabii ki hayır. Bence herkesin sevebileceği bir gül-baharat-amber parfümü. Sadece bu... Onda ne Jubilation XXV'in asaleti var ne Chergui'nin egzotizmi mevcut ne de Ambre Russe'in derinliği bulunuyor. Evet rakipleri arasında, bayık olmayan ve gül suyu kokmamaya çalışan bir parfüm. Ve bence bu alanda da iş yapar ama New York Amber ile ilgili büyük hayaller kurmayın. Çünkü o, şaşırtıcı derecede tekdüze, derinlikten yoksun ve detaysız. Genel olarak aynı çizgide ilerlemesi, neredeyse hiç değişmemesi uzun kullanımda sıkıcı olacağı izlenimi verdi bana.


Yukarıdaki paragrafı okuyup, hemen kararınızı vermeyin. Sonuç olarak New York Amber kötü bir parfüm değil. Hatta bu tür Arap-Ortadoğu çizgisine yakın gül-öd-safran-çiçek-sandal ağacı temalı parfümlerin en modern, kullanılabilir ve sevilebilir örneklerinden birisi. Sağlam, kaslı ve fit. Her ne kadar ismindeki amber çoğu zaman geri planda kalıp sizinle saklambaç oynasa da şans verilmesi gereken eserlerden birisi. Belki de tam aradığınız parfüm budur. Kim bilir.

Ten-kumaş karşılaştırmasına geçeyim. Ten üzerine uyguladığım New York Amber, daha değişken oldu. Yumuşak baharatlar, safran, yasemin ve misk öne çıktı. Ten üzerinde başlangıçta gül-öd ikilisi baskınken, ilerleyen saatlerde bu iki aktör daha geride durmayı tercih etti. Kıyafete uyguladığımda ise meyvemsi kırmızı gül ve öd her zaman baskındı. Kumaşta neredeyse hiç değişim geçirmeden sevimli bir gül kokusu halini aldı. Şu haliyle ben kumaş üzerindeki halini daha çok sevdim. Tende beklediğim tepkileri vermedi.

Eau de Parfum (EDP) formundaki New York Amber'in kıyafet üzerinde kalıcılığı etkileyici. Günlerce montunuzdan kokular gelmeye devam ediyor. Tende ise bir güne yakın kalıyor. Farkedilirliği başlangıçta gayet iyi, sonraki saatlerde normale dönüyor. Çoğu kişi çok farkedilir ve güçlü olduğundan bahsediyor New York Amber'in. Ben o kadar da saldırgan olmadığını düşünüyorum. Evet etraftan hissediliyor ama boğucu ya da bunaltıcı tarafı yok. Bu durumda, yumuşak koku formuna sahip olmasının etkisi var bence.


Hem kadınlar hem de erkekler için uygun olduğu söylenen New York Amber'i zaman zaman kadın kullanımına yakın buldum. Belki baskın olan gül, kadın parfümlerini çağrıştırdığı için öyle düşünüyorum. Erkeksi bir koku beklemeyin çünkü değil. Çok genç arkadaşların hoşuna gideceğini sanmıyorum. Biz yine otuz yaş ve üzerine uyar diyelim ve adet yerini bulsun. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Kendi sitelerinde 50 ml.si 275 dolara satılan New York Amber’i denemeden almak, beğenmemeniz durumunda bütçenizde ve ruhunuzda ciddi yaralar açabilir. Benden söylemesi.

Koku Güzelliği:10/7

21 Kasım 2014 Cuma

Clive Christian – V for Women (2012)


Clive Christian – V for Women (2012)

Mütevazi bir evde çocukluğunun geçtiğini öğreniyoruz Clive Christian'ın. Sanatçı bir annenin oğlu olan genç Clive, 26 yaşında ilk mobilya tasarımlarını yapıyor. Genel olarak mutfaklara ilgi duyuyor ve o alanda çalışmaya karar veriyor. 1978 yılında mutfak tasarım şirketini kuruyor. İsmini de kendi ismi olan Clive Christian koyuyor.

Çok lüks mutfaklar tasarlayan Clive Christian, İngiltere'nin ünlü markalarından birisi haline geliyor zamanla. Dünya çapında verdiği bayilikleri ile büyümesini sürdürüyor şirketi. Ne oluyorsa 1999 yılında oluyor ve parfümlere ilgi duymaya başlıyor. Tabii sadece basit bir kullanıcı olarak kalmıyor ve parfüm alanında ürünler vermeyi kafasına koyuyor. Herhangi bir parfümörlük bilgisi olmadığı için, İngiltere merkezli ünlü Crown Perfumery'nin kapısını çalıyor. Hatta sadece çalmakla kalmıyor markayı satın alıyor görüşmelerden sonra. Bu tarihi markanın gücünü kullanmak istiyor belki de. Sonrasında da kendi ismiyle Clive Christian markasını hayata geçiriyor. Zaten Clive Christian parfümlerinin şişeleri, Crown Perfumery'den esinleniyor.

Marka 1999 yılında ilk eserlerini verdi. "Original Collection" ismini verdikleri ilk seride üçü erkek üçü kadın olmak üzere altı parfüm vardı. Daha sonra 2010 yılına kadar hiç parfüm çıkarmadan bekleyip "Private Collection" serisini hayata geçirdiler. Bu seride de aynı şekilde altı parfüm var. İşte bugün bahsedeceğim V for Women, 2012 çıkışlı "Private Collection" mensubu bir arkadaş. Anlaşılacağı üzere kadın parfümü olarak piyasaya sunulmuş durumda.


Bay Christian'ın kızı ve parfümlerinin dünya lansmanlarını gerçekleştiren Victoria Christian bir söyleşisinde V isimli parfümlerinin, kendi isminin baş harfinden esinlendiğini söylüyor. Özel serinin diğer parfümü C'de, markanın kurucusunun (Clive) isminin baş harfinden ilham alınmış. Yani Clive Christian'ın özel seri parfümlerine C ve V isimlerinin konulması, baba-kızın adları sayesinde olmuş. Ve bayan Victoria bu durum için kısaca şöyle söylemiş:

"V parfümleri (erkek ve kadın), özel serimizin ikinci olarak piyasaya çıkan kokularıdır. İlk özel seri parfümlerimiz C isimli kokularımızdı. Babam, ismi V konulacak parfümlerimizi önce bana gösterdi. Tabii ben onları birkaç ay sonra koklayabildim. Ben babamın büyük kızıyım ve kariyerimi bırakıp onun şirketine katılmıştım. Her zaman için babamın parfüm tutkusunu paylaştım. Clive Christian marka mirasının bir parçası olmak benim için gerçekten bir onur ve ayrıcalıktır."

V for Women için "beyaz çiçeklerden oluşan şipre" diyebiliriz. Parfümü üzerime sıktığımda beni çok yoğun bir koku karşılıyor. Tozlu, eski tarz kuru şeftali üst notalarda dikkati çekiyor. Şeftaliye nostaljik bergamot eşlik ediyor. Başlangıcı fazlaca tatlılık barındırmıyor ve çok olgun kokuyor. Hafiften Mitsouko esintisi var sanki başlangıçta. Orta bölüme geçildiğinde meyvemsilik gerilerde kalıyor. Çiçekler öne çıkıyor cesurca. Yasemin, sümbül, papatya ve portakal çiçeği... Orta bölüm başlangıcı gibi hala eski ve tozlu kokuyor. Kadınsı yanını orta notalarda fazlasıyla gösteriyor. Geleyim sonlarına. Alt notalarda neredeyse erkeksi, cazibeli ve vurucu paçuli var. Yine tozlu ve tatlılık barındırmıyor. Biraz da misk ve meşe yosunu eşlik ediyor paçuliye. Böylece de tenden ayrılıyor.


V For Women, tam bir çiçeksi şipre. Çok çok eski kokan parfümün 2012 yılında piyasaya sürüldüğüne inanmak zor. Rahatlıkla 1960'lı yılların kadın parfümlerine benzediği söylenebilir. Başlangıcındaki tozlu bergamot-şeftali ve muhtemelen biber, çok dinamik ve saldırgan. Erkeksi nüanslar da taşıyan üst notaları sevdiğimi söylemeliyim. Orta bölümde çiçekler yönetimi ele alıyor. Biraz kadınsılık artıyor burada. Yoğun kullanılmış beyaz çiçekler için hafiften Thierry Mugler - Alien benzetmesi yapabilirim. Tabii baştaki eski-köhne hava hala devam ediyor orta bölümde. Sonlarda müthiş bir paçuli ortaya çıkıyor. Meşe yosunu ve misk ile desteklenmiş paçuli tatlı kokmuyor. Alt notalardaki paçuli Bandit-Aromatics Elixir tarzına yakın fakat onlar kadar karanlık ve korkutucu değil. Sonları çok iyi denebilir.

V for Women'in bana yakın gelmeyen tek tarafı orta bölümdeki keskin ve dolgun çiçeksilik. Beyaz çiçekleri çok sevemiyorum parfümlerde. Hele bu tür kuru ve tozlu beyaz çiçekler hiç bana göre değil. Orta bölümü saymazsam başları ve sonları çok güzel V for Women'in. Etkileyici, sarsıcı, vurucu ve akılda kalıcı bir parfüm. Çok iddialı, güçlü ve sağlam. Gerçek bir parfüm kullandığınızı hissettiriyor size.

Dünyanın en pahalı parfümlerini üretmekle övünüyor Clive Christian. Ve bu kadar astronomik sayılabilecek fiyat etiketine sahip parfümden beklentiler de haliyle yüksek oluyor. V for Women bence beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Bir kere eski tarz şiprelere öykünmüş kokusu yeterince gerçekçi ve doğal. Yapaylığın hissedilmediği parfümün kalite hissiyatı gayet yüksek. Tek kusuru olarak çok değişkenlik yaşanmaması gösterilebilir. Genelde aynı çiçeksi-paçuli ekseninde ilerliyor kokusu. Üst-orta-alt nota ayrımı bariz değil.


Her ne kadar tekdüze ilerliyor gibi görünse de geri planda derin ve tutkulu kokuyor V for Women. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence orta bölüm dışında erkeklere rahatlıkla yakışacaktır. Özellikle tozlu paçuli kullanımı gayet erkeksi bile diyebilirim. Bu parfümü, Tom Ford'un White Patchouli'sine benzettim. Hatta ufakta olsa Bandit ve Mitsouko'dan da izler var. Bu anlamda kendisine parfüm dünyasının önemli kadın klasiklerini örnek almış gibi görünüyor.

V for Women'in kokusunu tasarlayan kişinin Geza Schoen olduğu bilgisi var kimi yerlerde. Muhtemelen doğrudur. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak 35 ve üstündeki kadınları hedeflediğini düşünüyorum. Her ortamda kullanılamayacak, özel anların ve farklı ambiansların kokusu gibi duruyor.

Son olarak kalıcılık ve farkedilirliğinden bahsedeyim. Clive Christian'ın parfümleri Pure Perfume olarak geçiyor kendi sitelerinde. Yani parfümün en yüksek konsantre halinden bahsediyoruz. V for Women'da Pure Perfume'un nasıl bir şey olduğunu fena şekilde burnunuza vuruyor. Her seferinde sadece bir fıs kullandığım V for Women, bu haliyle inanılmaz kalıcı ve farkedilir oldu. Hatta tek bir fıs çoğu zaman fazla bile geldi ve boğucu oldu. Çok güçlü ve yayılımı fazla olan bir parfüm. Aman dikkatli kullanın çünkü fazla uygulamak rahatsız edici olacaktır. Uzun zamandır bu kadar güçlü bir parfüm kullandığımı hatırlamıyorum. Bu anlamda akıl almaz fiyatının hakkını veriyor.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

17 Kasım 2014 Pazartesi

Rochas - Rochas Man (1999)


Rochas - Rochas Man (1999)

İçerisinde bulunduğumuz 21. yüzyılın belki de en ilgi çekici yanlarından birisi insanların yemek kültürüne eskisinden daha fazla önem vermesidir bence. İlk çağlardan itibaren yaşamak için ne bulursa yemeğe mecbur olan insanoğlu, bugün marketlerde önünde duran yüzlerce çeşit hazır yiyeceği çoğu zaman beğenmez. Çünkü artık binlerce seçenek var ve Mc Donalds, Burger King ya da Sbarro size kendi endüstriyel ürünlerini satmak için hazır bekliyorlar.

Yeme-içme kültürünün gelişmesi, gastronomi isimli bilim dalının bile oluşmasını sağladı son yıllarda. Bugün üniversitelerde ders olarak okutulan gastronomi, bu yüzyılın en talep görecek alanlarından birisi olacağa benziyor. Mutfak kültürünün profesyonelleşmesi, beraberinde gurme denilen yeme-içme uzmanlarını hayatımıza soktu. Fransızca "gourmand" olarak ortaya çıkan kelimenin anlamı sözlüklerde aşağı yukarı şöyle veriliyor: "lezzeti keşfetmiş, damak tadına sahip kişi".

Ülkemizde de Vedat Milor'un başını çektiği (gerçi kendisi her fırsatta gurme olmadığını söyler) yeme-içme uzmanları çok çok yeni bir kavram bizler için. Çoğumuz bundan 1-2 yıl önce ne Vedat Milor'u tanırdık ne de Michelin Yıldızlı lokantanın ne anlama geldiğini bilirdik. Artık Türkçe'ye de girmiş bulunan gurme kelimesi, bugünkü yazı konuma fazlasıyla isabet ediyor.


Özellikle tatlı-şeker tüketiminin tehlikeli şekilde arttığı bu yüzyılda, parfüm üreticileri de dünyanın bu yükselen kültürel trendine çabucak uyum sağladılar. 1990'lı yıllarda "gourmand" isimli bir parfüm kategorisi çoktan konuşulur olmuştu. Hatta bu yönde parfümlerde çıkarılmaya başlandı. Parfümler için kullanılan gourmand tanımı genel olarak "tatlı türevleri, şeker, kakao, kahve türevleri, karamel, çikolata, vanilya" kokan parfümleri belirtmek için kullanılıyor. Gourmand parfümlerinin atasının ise hangisi olduğunun sınırını çizmek zor ama Thierry Mugler'in müthiş parfümü Angel (kadın versiyonu) için kimileri "ilk gourmand parfüm" diyebiliyorlar.

Tabii bu tartışmaya girmek çok anlamlı değil. Fakat 1999 yılında Rochas öyle bir parfüme imza attı ki, herkesin gözlerini kendisine çevirmeyi başardı. Daha önce hiç yapılmamış bir koku formuydu Rochas Man. Karamelli lavanta kokusuyla, muhtemelen gourmand denilen parfümlerin en iyi ve erken örneklerinden birisini ortaya çıkardı Rochas. Ve tabii piyasaya çıkar çıkmaz müthiş bir başarı yakaladı Rochas Man. Bugün bile aradan on beş yıl geçmesine rağmen hala en çok satan erkek parfümlerinden birisi olarak raflarda duruyor. Onun için "kült gourmand" demek sanırım yanlış olmayacaktır. Uzun zaman önce bir şişesini severek kullandığım Rochas Man'i, aradan geçen yılların ardından tekrar ve daha detaylı olarak incelemek istedim.

Rochas Man, kendi sitelerinde "klasik fujer" olarak sınıflandırılmış. Ayrıca parfümün gourmand karakterine de vurgu yapılmış. Üzerime ilk sıktığımda beni erkeksi lavanta karşılıyor. Hafif tatlımsı keskin lavanta, biraz eski klasikleri hatırlattı bana. Caron Pour Homme'u andırıyor ilk saniyelerdeki lavanta. Her ne kadar lavanta ile aram iyi olmasa da yine de fena değil açılışı. Orta bölümde lavanta hala etkili. Fakat parfümün ana teması  olan kahve, karamel ve vanilya yavaş yavaş dengeyi sağlıyor. Biraz da anason-meyan kökü hissediyorum. Orta bölüm gayet güzel. Sonlarda artık lavanta iyice geriye çekiliyor. Lezzetli, mis gibi bir beyaz çikolata, kapuçino ve vanilya kombosu yönetimi ele geçiriyor. Ve tenden ayrılana kadar böylece devam ediyor.


Rochas Man'in bende uyandırdığı izlenim şu: "Karamel, kahve, yanmış şeker, lavanta ve vanilya. Başlangıçtaki sert sayılabilecek lavanta çoğu kişi için alışıldık olmayabilir. Üst notalar lavanta marifetiyle oldukça erkeksi karakterde. İlerleyen dakikalarda tatlılığın artmasıyla ve yanık şeker-kahve aromasının devreye girmesiyle yumuşama oluyor kokuda. Ve böylece genel beğeniye daha uygun hale geliyor. Yani Rochas Man'in o çok sevilen kokusu orta bölümden itibaren ortaya çıkmaya başlıyor. Kapanışa kadar da kademe kademe lavantanın geri plana geçtiğini görüyoruz.

Kabul etmek gerekir ki lezzetli, cazibeli ve ilginç yaratım diline sahip. Kimi zaman gerçekten de parfümü tutup içesiniz geliyor. Gayet sevimli, sokulgan, sıcakkanlı, dinamik kokuyor. İnsan ister istemez kendisini kaptırıveriyor bir andan sonra. Tabii kokusunun ciddi oranda tatlılık barındırdığını söylememe gerek yok sanırım. Eğer bu tür şekerli kokuları sevmiyorsanız belki de denemeseniz daha iyi olur.

Evet biliyorum değerli arkadaşlar. Türkiye'nin muhtemelen en bilinen, en popüler, en çok etrafta duyulan ve en çok açık/doldurması kullanılan parfümüdür Rochas Man. Aradan geçen on beş yılda popülaritesi hala yüksek ve seveni çok. Tabii bu durum onun fazlaca "piyasa işi" olduğunu düşündürtüyor. Bu görüşe kısmen de olsa katılıyorum. Rochas Man, girilen çoğu ortamda karşımıza çıkıyor. Ve bu da kullandığımız parfümün "bize özel olma" durumunu bitiriyor. Zaten Rochas Man’i ilk kullandığım zamanlardaki tadı bir türlü alamadım. Belki formülasyonu değişti belki de ben, eski ben değilim. Yüksek kaliteli olduğunu söylemek mümkün değil. Tekdüze kokması ve derinliğinin olmaması can sıkıcı yanı olarak görülebilir.


Rochas Man'in böylesine ilgi görmesinin sebeplerinden birisi de kadınların bu parfümü çok sevmeleri olabilir. Bir istatistik çıkarılmış değil tabii ki fakat Rochas Man, "kadınların en sevdiği erkek parfümü" olarak listenin en üst sıralarında kendisine rahatlıkla yer bulacaktır. İçeriğindeki kahve notası mı yoksa vanilya mı buna sebep oluyor bilemiyorum ama sadece Türkiye'de değil dünyada da Rochas Man'i kullanan çok sayıda kadın olduğunu okuyoruz. Onda bir çeşit şeytan tüyü olduğunu düşünüyorum artık.

Soğuk kış günlerinde, lapa lapa kar yağarken, bir alışveriş merkezinin büyük pencerelerinden dışarıyı seyrederken, sıcacık ve mis gibi kokan kapuçinonuzu içerken aklıma geliyor Rochas Man. Ya da Ankara'da Tunalı Hilmi'deki D&R'ı dolaşıp, yeni kitaplara bakınırken, rahat bir koltuğa oturup, merak ettiğiniz kitabı incelerken burnunuza alt kattan gelen sıcak çikolata kokusunu hatırlatıyor bana Rochas Man. Dışarıda Ankara'nın insanın adeta yüzünü kesen ayazı varken, Tunalı'dan geçen arabaları seyredip, en sevdiğiniz kitabı okumak... Hayat aslında sandığımız kadar kötü değil belki de.

Rochas Man, kendisinden dört yıl sonra piyasa sürülen ünlü niş parfümevi Bond No.9'ın popüler kokusu New Haarlem'e de çok benziyor. New Haarlem, çok daha acı kahvemsi kokuyor. Anlaşılacağı üzere Bond No.9, New Haarlem'inde Rochas Man'den fazlasıyla esinlenmiş gibi görünüyor.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin, Rochas Man'i ferah baharatlı olarak sınıflandırmış. Beş üzerinden üç puan vermiş. Yorumunda Yohji Yamamato'nun ünlü parfümü Yohji Homme'a benzetmiş. “Eğer Yohji Homme'u hiçbir yerde bulamazsanız Rochas Man'i alın” diye de öğüt vermiş.


Parfümün tasarımını tanınmış burunlardan Maurice Roucel yapmış. İlginç ve sıradışı şişesi için kimileri cinsel çağrışımlar yaptığını söylüyor. Silindir şeklindeki ters duran şişesi, tasarım anlamında da gayet başarılı.

EDT olan Rochas Man, kalıcılık olarak ortalama değerleri tutturuyor. Farkedilirliği başlarda yüksek. Sonrasında normale dönüyor. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Yaş olarak 30 ve altındaki arkadaşlara önerebilirim. Biraz "genç işi" koktuğu söylenebilir. Hemen her yerde gayet uygun fiyatlara satılan Rochas Man, parfümlere fazla para harcamak istemeyen ortalama ve genç erkek arkadaşlar için iyi bir seçenek olarak düşünülebilir.

Koku Güzelliği:10/6.5

13 Kasım 2014 Perşembe

Imaginary Authors – Bull’s Blood (2012)


Imaginary Authors – Bull’s Blood (2012)

Günümüzün popüler turizm lokasyonlarından olan Balearic kıyılarındaki tozlu bir İspanyol köyünde 1925 yılında doğdu Devante Valereo. En popüler romanı olan Bull's Blood'ı, çocukken babası ile gittiği boğa güreşlerinden etkilenerek yazdı. O günler ne kadar da güzeldi genç Valereo için. Babayla gidilen her yer güzel gelmez mi çocuklara?

Bull's Blood romanı, kimi çevrelerce haksızca yerden yere vurulmuştu. Fazlasıyla müstehcenlik içerdiği düşünülen bu hikaye oysaki, o yıllarda yazılmış birçok kitaptan daha ahlaksız değildi. Hatta iş öyle bir karalama kampanyasına dönüştü ki, eserlerine mahkemece yayın yasağı konuldu. Fakat adalet geç de olsa yerini buldu ve bu yasak birkaç yıl sonra kaldırıldı.

Barcelona'da, puro içilen ve yazarların takıldığı, gece vakitleri hareketli olan kafe ve barlarda dolaşmaya başladı Valereo. 1967 yılında şehire demir atmış bir savaş gemisinden inen ve eğlenmek için barda takılan Amerikan denizcilerinin sarhoşken çıkardığı bir kavgada yaralandığı söylendi. Zaten bu kavga, onun son görüldüğü tarih oldu. O zamandan beri hiç kimse onun nerede olduğunu bilmiyor. Kimisi onun öldüğünü söylese de kimileri Avustralya'ya giden bir buharlı gemiye binerken gördüğünü yeminler ederek anlatıyor. Arkasında ise gözü yaşlı bir sevgili, çok daha artabilme potansiyeli olan kariyer ve bitmeyen dedikodular bıraktı.


İşte Devante Valereo isimli hayali yazarımızın hayatından küçük bir kesit. Buraya kadar okuduklarınızın bir kısmı benim hayal gücümün bir kısmı da Josh Meyer'in hayal dünyasının ürünleri. Josh Meyer isimli Amerika kökenli indie parfümörün zihin dünyasının derinliklerindeki hikayelerden sadece birisi Devante Valereo ve onun romanı Bull's Blood. Bay Meyer, 2012 yılında piyasaya sürdüğü Bull's Blood isimli parfümünün, geri planında böyle bir esinlenmenin sebep olduğunu düşünmemizi istiyor. Ve parfümünün uydurmasyon tanıtımını bu şekilde yapıyor.

Anlatılan hikaye, Imaginary Authors niş parfümevinin alıştığımız konseptine gayet uygun. Aslında hiç yaşamamış bir yazar olan Devante Valereo'nun hiç yazılmamış ve yayınlanmamış kitabı Bull's Blood'dan ilhamını alan bir parfümle karşımızda Josh Meyer. Bu seferki kahramanını İspanya'dan seçmiş. Ve parfümünün ismini de İspanya'daki geleneksel boğa güreşlerine göndermeyle Bull's Blood koymuş gibi görünüyor. Bull's Blood, ismindeki sembolizmi kokusuna yansıtmış mı? Artık geçeyim detaylara.

Fragrantica'da odunsu aromatik olarak sınıflandırılan Bull's Blood'un başlangıcı tanıdık geliyor. Parlak, metalik ve içkimsi (viski gibi) gül-öd ağacı ikilisi beni karşılıyor. Zaman zaman gül sularını hatırlatan karanlık sayılabilecek gül-içki teması başlangıcı domine ediyor. Üst notalarını sevdim. İlerleyen dakikalarda kokunun ten üzerindeki değişimini hissediyorum. Gül yine oralarda bir yerde. Güle, hayvansal misk eşlik ediyor güçlüce. Bu andan itibaren kokunun ateşi iyice artıyor. Sıcak baharatların bu etkiye doğrudan müdahil olduğu söylenebilir. Orta bölüm hayvansal misk-gül-baharat kombosu halinde marifetlerini size sunuyor. Orta bölüm her hayvansal parfüm gibi sevmesi ve kabul etmesi zor olsa da bence dengeli ve başarılı. Son kısımda yine değişim söz konusu fakat negatif anlamda. Son bölümde çok garip bir yapaylık ortaya çıkıyor. Kuru tütün yaprağı mı desem küflü paçuli mi desem bilemedim. Daha önce karşılaşmadığım bu acayip ve zorlayıcı koku acaba resmi tanıtımda yer alan “Costus” bitkisinden mi geliyor? Son kısımdaki yapay plastiğimsi kokuyu sevmedim. Alt notaları hiç bana göre değil ne yazık ki.


Açıkça görülüyor ki Bull's Blood, tam bir gül parfümü. Kimine göre karanlık kimine göre ferah sayılabilecek enteresan tozlu, içkili (sıcak kırmızı şarap veya viski) gül, parfümün ana oyuncusu. Genellikle Arap-Orta Doğu temalı parfümlerde rastladığımız gül esansıvari kokuyla açılışı yapıyor. Metalik mi desem, şipremsi mi desem, tozlu mu desem karar veremedim başlangıcına. Mis gibi doğal kokmuyor gül ama yüksek kaliteli ve gizemli. Sanki Noir de Noir’in daha ferah ve aydınlık hali gibi üst notalar. Hafiften Bond No.9’ın NY Amber’ini de anımsatıyor. Normalde bu tür gül kullanımına pek sıcak bakmasam da yine de hoş olmuş açılışı. Orta bölümde zaten ismindeki hayvan göndermesi karşınıza çıkıveriyor. Hayvansal misk, Musc Ravageur ve Absolue Pour Le Soir'in başlarındaki gibi sert ve acımasız verilmemiş. Sanırım orta bölümü sevme sebebim buydu. Daha evcilleştirilmiş, sınırlandırılmış ve yumuşatılmış hayvansal misk çok rahatsız edici değil. Fakat yine de gayet karakterli ve sağlam. Son kısım ise ne koktuğu belli olmayan ve biraz boşverilmiş gibi geldi bana. Alt notalardaki irite edici yapaylık ve gariplik, şaşkınlığımı biraz daha arttırıyor.

Şu isme bakın: "Bull's Blood". Sizce bu isimden ne anlamalıyız? Bir boğa mı? Kan mı? Boğanın kanı mı? Yoksa parlak ve süslü elbiseler giymiş bir matadorun boğa ile olan ölüm-kalım savaşını mı? Matadorun üzerinden akan terleri mi? Hatta matadorun elindeki mızrakları acımasızca boğaya saplarken üzerine sıçrayan kanı mı? Hangisini düşünmeliyiz?

İlk kullandığım günlerde parfümün isminin neden Bull's Blood konulduğunu anlayamadım. Fakat daha sonra bu ismin gayet yerinde olduğunu farkettim. Çünkü bu parfüm orta notalardan itibaren ciddi bir hayvansallığa doğru evriliyor. Sanırım ismindeki boğa göndermesi, orta notalardaki hayvansallık ile açıklanıyor. Ve tabii başlangıcındaki o tuhaf metalik gül... Acaba üst notalardaki tuhaf kullanılmış gül ile kan arasında bağlantı kurmamız mı isteniyor. Neden olmasın?

Bull's Blood, zaman zaman sıcak kan gibi zaman zaman ter gibi zaman zaman ilaç-hastane gibi zaman zaman da burnundan soluyan ve üzerinde birçok mızrak bulunan sinirli, yaralı ve vahşi bir boğa gibi kokuyor. Yaralı haldeyken nereye saldıracağı belli olmayan bu inanılmaz güçlü hayvan, hem çok ürkütücü hem de ölümün kıyısındayken çok da çaresiz görünür. Birkaç dakika sonra yorgunluktan ve kan kaybından iyice bitkin düşüp, yere serilen terli boğa nasıl kokuyorsa muhtemelen Bull's Blood ona yakın kokuyordur.


Josh Meyer, niş rakiplerinin hayvansal miskli parfümlerine rakip çıkartmak istemiş gibi görünüyor. Belki de Guerlain'in eski hayvansal klasiklerine meydan okuyor. Ya da kendisine yeni bir yol açmak istiyor. Aklından neler geçiyor bay Meyer'in bilemiyorum ama ilginç, farklı ve kullanması/sevmesi zor bir parfüme imza attığı görülüyor. Umarım bağımsız bir parfümevi olarak başarılı olur.

Sonuç olarak benim çok severek kullanacağım yapıda olmasa da, hayvansallığı seven koku bağımlılarının denemesi gereken bir seçenek daha ortaya çıkmış durumda. Biliyorum hazırladığınız "denenmesi gereken parfümler listesi" sürekli artıyor ama bence Bull's Blood, tecrübe etmeye değer.

Ten-kıyafet karşılaştırmasını da atlamayayım. Kıyafet üzerine uyguladığımda tekdüze metalik-tozlu gül kokusu halini aldı. Misk ise hayvansal olarak karşıma çıkmadı. Kıyafette gül teması çok baskındı. Ten üzerine uyguladığımda üst-orta-alt notaların ayrımı barizdi. Orta bölümden itibaren hayvansallık ağır bastı tende. Her ne kadar kıyafet üzerinde fazla değişim göstermese de ben kumaş üzerindeki halini tercih ederim. Ten üzerinde alışması zor bir kokuya dönüşüyor.
 

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonundaki Bull's Blood'ın kalıcılığı kıyafet üzerinde çok iyiyken tende ortalama seviyede. Farkedilirliği başlarda iyi. Sonrasında normale dönüyor. İçerdiği yoğun hayvansallık sebebiyle erkek kullanımına yakın duruyor. Kimi kaynaklarda uniseks olarak görülse de bence kadınlar için pek iyi bir tercih olmayabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaz sıcaklarında bunaltıcı olacaktır. Yaş olarak ise 30 ve üzerine öneririm. "18 yaş delikanlısı parfümü" değil. Denemeden alınmayacak kadar sıra dışı, tuhaf ve sert bir parfüm.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5 

9 Kasım 2014 Pazar

Marc Jacobs – Lola (2009)


Marc Jacobs – Lola (2009)

1963 yılında New York'ta dünyaya geldi Marc Jacobs. Babası henüz yedi yaşındayken ölmüştü. Bir çocuğun bu kadar büyük bir travmayı atlatmasının ne kadar zor olduğu tahmin edilebilir. Annesi küçük Marc'tan daha büyük çöküntü yaşamıştı. İlerleyen yıllarda annesinin yaptığı başarısız evlilikler, aile içindeki huzursuzlukları daha da arttıracaktı. Her evlilik, onların yeni yerlere taşınmaları anlamına geliyordu. Long Island, Bronx ve New Jersey...

Gençliği ise büyük annesinin yanında geçecekti Marc Jacobs'un. Mutsuz ve umutsuz çocukluğunun izlerini bir nebze olsun silecekti Marc burada. Zaten bir söyleşisinde büyükannesinden güzel sözlerle bahsedecekti. Anlaşılacağı üzere sorunlu ve depresif bir çocukluk geçirmişti genç Marc. Yaşadığı bu zor yıllar, hayatında her zaman için derin yaralara sebep olacaktı. Hatta alkol ve uyuşturucu bağımlılığı uzun yıllar peşini bırakmayacaktı.

Neyseki yeni okulu onu hayata bağlamıştı. Sanat ve tasarım yüksek okulunu bitirdikten sonra, Parsons School of Design'ı da başarıyla bitirdi. Hatta okulun son senesinde koleksiyonları üç farklı ödül bile almıştı. Marc Jacobs'un parlak bir geleceğe sahip olacağı ve büyük başarılar kazanacağı, o zamanlardan belliydi belki de.


İlerleyen yıllar, onun dünya moda sektörü tarafından daha da tanınmasını sağladı. Koleksiyonları artık defilelerde ilgiyle takip ediliyordu. Tabii bu durum kendi markasını oluşturmasının önünü açtı. Her hazır giyim markası gibi de parfümleri görmezden gelemedi. 2001 yılında ilk parfümüne imza attı Marc Jacobs. Coty ile yaptıkları anlaşma ile parfümlerinin pazarlamasını Coty'e yaptırıyorlar. Yani her Marc Jacobs parfümü, Coty desteği ile raflardaki yerini alıyor.

Lola, markanın 2009 çıkışlı kadın parfümü olarak görülüyor. Şişesinin üzerindeki gül yaprağı şeklindeki kapağı ile zaten daha ilk görüşte onun kadın parfümü olduğu anlaşılıyor. EDT ve EDP olarak iki farklı konsantrasyona sahip Lola. Ben EDP versiyonunu kullandım. 2009 yılındaki ilk Lola'dan sonra Lola Velvet, Oh Lola! ve Oh Lola Sunsheer isimli üç farklı flanker'ı çıkmış durumda. Yani Lola ailesi 2014 yılı kasım ayı itibariyle dört üyeden oluşuyor. Kendi sitelerinde Lola'nın, FIFI tarafından 2010 yılının en iyi lüks kadın parfümü seçildiği bilgisi verilmiş. Yani ödüllü bir parfüm var karşımızda. Artık geçeyim kokusuyla ilgili detaylara.

Fragrantica'da çiçeksi meyveli olarak sınıflandırılmış Lola. Parfümü üzerime sıktığımda karşıma güzel bir gül-tatlı meyveler kokusu çıkıyor. Hem ferah hem de dolgun üst notalar. İlerleyen dakikalarda tatlı güle yumuşak baharatlar ekleniyor. Başlangıçtaki kadınsılık burada biraz daha nötr hale geliyor. Biber olduğunu sandığım baharatlar ile gülün birlikteliği pek başarılı gelmedi bana. Üst notalardaki başarılı koku, yerini yapaylığa evrilmiş sıradan çiçeksiliğe bırakıyor. Çiçeklerden kastım beyaz çiçekler. Açıklanan notalarında şakayık var. Muhtemelen onun başının altından çıkıyor orta kısımdaki uyumsuzluk. Bu bölümü pek beğenmedim. Sonlarda değişim büyük değil. Çiçeksi klasik bir kadın parfümü formuna pudralı vanilya ekleniyor. Tabii misk de oralarda bir yerde. Sonlarında sevdiğim nota vanilya olmasına rağmen başarısız. Orta bölümdeki yapaylık hissi sonlarda da devam ediyor. Alt notalar için iyi şeyler söylemek isterdim ama ne mümkün.


Lola, klasik kadın çiçeksiliğine sahip, modern, vasat, canlı, yapay ve derinliksiz bir parfüm. Ağırlık çiçeklerden oluşuyor. Gül en öne çıkan koku. Güle ciddi anlamda beyaz çiçekler eşlik ediyor. Yasemin, sümbül ve hatta şakayık. Çiçeklerden sonra ikinci ana öğe yumuşak baharatlar. Kırmızı biber benzeri baharatlar, çok keskin ve rahatsız edici değil. Gülün içinde eritilmiş adeta. Üçüncü olarak misk hissediliyor. Ve tabii biraz meyvemsilik ve vanilya. İşte size Lola.

Karşımızda safkan bir kadın parfümü var. Başından sonuna kadar dişiliği vurgulayan Lola, hedeflediği kadınları etkileyebilir gibi görünüyor. Yeni nesil çiçeksi, canlı, mutlu, parlak, olumlu kokuya sahip. Zaman zaman bana ferah gül sularını hatırlattı. Hem genç kızlar hem de yaşı otuzlara yaklaşan kadınlar, Lola'yı kullanabilirler gibi görünüyor. Herkese mavi boncuk dağıtıyor, yaş sınırlamasına ihtiyaç duymuyor.

Lola, çok tanıdık ve bilindik kokuyor. Genel olarak kadın parfümlerindeki o klasik çiçeksi miskli yapı Lola’da fazlasıyla var. Bu kokuyu nereden hatırlıyorum diye düşünürken, Montale'in Roses Elixir'ini andırdığını düşündüm. Özellikle kıyafet üzerinde iki parfüm benzer tınılar taşıyor. Fakat ten üzerinde Lola baharatlı ve vanilyalı tarafa yakın duruyor.


Madem konu açıldı ten-kıyafet karşılaştırmasından bahsedeyim. Lola'yı bol bol kıyafetlerime ve özellikle montumda kullandım. Kumaş üzerinde tekdüze ve sıkıcı gül-misk kokusu ortaya çıktı. Ten üzerinde ise baharatları ve vanilyayı daha çok gösterdi. Tabii ki ten üzerindeki halini daha çok beğendim. Kıyafette ise çok vasattı.

Lola, günümüzün modern çiçeksi kadın parfümlerinin sıradan takipçisi olmanın ötesine geçmiyor. Koku kalitesi olarak hiç de memnun edici değil. Büyük bölümünde yapaylık barındıran kokusu, çoğu kişide baş ağrısı yapmaya meyilli gibi geldi bana. Bu anlamda vasatlığın ve piyasa işi olmanın güvenli ama itici sularında yüzüyor. Evet onun kokusu ilk kokladığınızda hoşunuza gidecek ama ilerleyen haftalarda, bıktırıcı olacaktır her anlamda.

Benim için fazla önem taşımayacak bir parfüm olarak yerini alıyor Lola. Evet sevimli şişesi genç kız arkadaşlarımızın ilgisi çekecektir fakat benim için çok da bir anlam ifade etmiyor. Oysaki kokusunun tasarımını niş markalar için de işlere imza atmış olan Calice Becker, Yann Vasnier ve Ann Gottlieb üçlüsü yapmış.


EDP formundaki Lola'nın kalıcılık ve farkedilirlik durumu ortalamanın biraz üzerindeydi. Fakat çok saldırgan bir parfüm değil. Sonbahar-kış mevsiminde kullanılması daha uygun olacaktır.

Koku Güzelliği:10/5.5

4 Kasım 2014 Salı

Comme des Garçons – Wonderwood (2010)


Comme des Garçons – Wonderwood (2010)

"Harajukuuuuuu!"

Japonya denilince çoğunuzun aklına kusursuza yakın çalışan otomobiller ve yüksek teknoloji ürünü elektronik aletler geliyor muhtemelen. Aslında hiç de haksız sayılmazsınız. Bir ürünün kaliteli olduğunu belgeler "Made in Japan" etiketi. Japonların kötü işe imza atmayacaklarını, müthiş bir disipline ve ciddiyete sahip olduklarını biliriz. Bu anlamda ülkemizdeki maden yataklarını işletenler ile Japonların çok benzer yanları olduklarını anlıyoruz son zamanlarda. Bizim madenler, aynen Japonlar gibi gayet disiplinlidir. Sürekli olarak madenlerde göçük oluşur, yangınlar çıkar veya madenlerimizi su basar. Belirli ve kısa aralıklarla, madenlerimizde felaket yaşamak konusunda o kadar istikrarlı ve disiplinliyiz ki, Japonların bizden alacakları çok dersler var.

Konuyu dağıtmadan gidersem Japonya denilince aklıma Toyota değil de Harajuku ve Anime karakterleri geliyor. Hani Japonya’yı tanıtan belgesellerde gördüğümüz ünlü bir cadde vardır. Orada tuhaf giysili Japon kızları, bir yukarı bir aşağı dolaşırlar. Rengarenk, uyumsuz ve anlamsız şekilde kombin edilmiş kıyafetleri ile kameralara poz verirler. İşte bu abartılı ve animeleri andıran kıyafet tarzına Harajuku deniyor. Eklektik desen değil, trajikomik desen belki, absürt desen eh işte, fantezik desen, muhtemelen... Bu renk cümbüşü sokak modasının altında nasıl bir sosyoloji yatıyor bilmiyorum ama Japon modasına güçlü etkileri olduğunu pek sanmıyorum.


Japon moda endüstrisinin dünya çapındaki en önemli isimlerinden Rei Kawakubo'nun yapmaya çalıştığı şeyin "sıradışı ama minimal" olduğunu biliyoruz. Bayan Kawakubo'nun ünlü Comme des Garçons'u, aynı yolu parfümlerinde de uygulamayı seviyor. Basit ama farklı parfümleri, kendilerini ilk önce şişelerinin asitmetrik formlarında gösteriyor. Kokularında ise tuhaf denizlere yelken açıyorlar çoğu zaman. Onun için de hatırı sayılır seven kitlesi var Comme des Garçons parfümlerinin. Çünkü biliyorsunuz ki, bir Comme des Garçons parfümünü aldığınızda, onun kokusu binlerce rakibinden farklı olacaktır. En azından zihnimizde uyandırmaya çalıştıkları algı bu yönde. Bugün ise algılara değil, gerçeklere odaklanacağım. Çünkü elimde Comme des Garçons'un ilk çıktığında heyecan yaratan yeni sayılabilecek parfümü Wonderwood var.

Kabul ediyorum. Bir parfüm için gerçekten de güzel isim Wonderwood. İsmindeki "harikalık" vurgusu beklentileri yükseltiyor ki bu da marka için risk oluşturuyor. Tabii bunun derdine biz düşecek değiliz. 2010 yılında piyasaya sürülen Wonderwood'un tanıtımı yine adet olduğu üzere yapılmadı. Sadece, sinema dünyasının çılgın yönetmen kardeşleri olarak tanınan "Quay Kardeşler" tarafından bir tanıtım videosu çekildi. Quay'ların diğer garip işleri gibi bu tanıtım videosu da "stop motion" tekniği ile çekildi.

Kendi sitelerinde yine tek satırlık tanıtım cümlesi dışında hiç bir şey yok ne yazık ki. O da şöyle: "Bereketin akla gelmesi. Olumlu anlamda aşırı doz odunsular, odunsu notalar ve yapay odunsu yapı".


Wonderwood'un başlangıcı hiç tatlılık barındırmayan, kuru sedir ağacı, tütsü ve karabiber ile gerçekleşiyor. Dumansı, gizemli ve yüksek kaliteli tütsü-ahşap kombosu etkileyici ve nefis. Başlangıcı harika diyebilirim. Dakikalar sonra kuru tütsümsü ağaçsılık geri plana geçiyor. Hatta neredeyse yok oluyor. Radikal bir değişim var orta bölümde. Bu kısımda sandal ağacı tamamen kontrolü ele geçiriyor. Doğal ve başarılı sayılabilecek sandal ağacı, parfümün bundan sonrasını adeta domine ediyor. Başlangıcı kadar ilginç ve etkileyici değil orta kısım. Fakat kötü de değil. Tekdüze sandal ağacına ilerleyen saatlerde öd ağacı da ekleniyor. Öd ve sandal ağacının birlikteliği, alt notalara kadar devam ediyor. Son kısımda güzel ve yumuşacık vetiver sizi karşılıyor. Köksü vetiver karanlık değil aksine ferah. Gayet güzel kullanılmış vetiver fakat son bölümde kokusu iyice tene yaklaşıyor ve neredeyse hissedilmez oluyor.

Wonderwood, isminin hakkının verir şekilde başlangıçta keskin ve yoğun odunsulukla size merhaba diyor. Başlangıçtaki kuru tütsü ve ağaçlar, Encre Noire, üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme ve markanın diğer eseri Comme des Garçons 2 Man'e benzetilebilir. Hatta ufaktan Lorenzo Villoresi'nin Piper Nigrum'unu da çağrıştırıyor. Büyük bir ormanda dolaşıyormuş hissi veren reçinemsi üst notalar ne yazık ki uzun sürmüyor. Birkaç dakika sonra odunsuluk neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Sandal ağacı ve öd ağacı işbirliği fena değil ama biraz sıkıcı. Yanlış anlaşılmasın kötü veya yapay değil ama açıkçası çok da bir numarası yok orta bölümün. Sonlardaki vetiveri beğendim. Uysal ve ferah vetiver tam olması gerektiği gibi.

Wonderwood'da son yılların niş parfümcülükteki en popüler notası öd hissedilir oranda var. Öd, sandal ağacının gölgesine saklanmış genel olarak. Çoğu niş parfümdeki gibi yoğun gül esansı ile birlikte kullanılmamış. Kendi açımdan Wonderwood'daki gibi öd kullanımını tercih ederim. Her ne kadar hala öd ağacıyla yeterince barışamasam da.


Gördüğüm kadarıyla Wonderwood, karmaşık ve derin bir parfüm değil. Gayet basit, yumuşak, hafiften tatlılık barındıran, anlaması kolay, ne koktuğu belli olan, sizi hayal kırıklığına uğratmayacak bir arkadaş. Fazla iddialı ya da saldırgan değil. Evet güzel parfüm fakat sadece güzel. Hayatınızın parfümü olacağını sanmıyorum. Amacını belirlemiş ve o yönde ilerliyor. Gösterişli, rüküş ve süslü olmaya çalışmıyor. Kendi temasına yoğunlaşıyor: Ağaçlar.

Yapaylığa ya da herhangi uyumsuzluğa rastlamadığım Wonderwood, bir şişesini alıp, kullanacağım parfüm olmasa da yine de şans verilebilir. Fakat sandal ağacının genel olarak farklı rahiyası sebebiyle günlük spor kıyafetlerle kullanımdan ziyade daha tematik kullanımlara göz kırpıyor.

İsmindeki harikalığı kokusunda bulamasam da ağaç-sandal ağacı-vetiver kokusunu sevenlerin denemesini tavsiye ederim. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip Wonderwood'un kalıcılığı gayet iyi oldu tenimde. Farkedilirliğin, ilk patlamayla keskin olacağı izlenimi verilse de, ilerleyen dakikalarda tene yakın hale geliyor. Sonbahar-kış mevsimi için önerebilirim. Erkek kullanımına daha yakın duruyor.


Parfümün tasarımını, birçok niş ve ana akım marka için işlere imza atmış burunlardan Antoine Lie yapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5 

1 Kasım 2014 Cumartesi

Paco Rabanne – Invictus (2013)


Paco Rabanne – Invictus (2013)

"Fark etmez kapının ne kadar dar olduğu
Nasıl cezalarla dolu olduğu kitabın
Kaderimin efendisi benim:
Ruhumun dümeni benim ellerimde."

Yukarıdaki dizeler, İngiliz şair William Ernest Henley'in muhtemelen en sevilen ve bilinen şiirine ait. İsmi Türkçeye "Yenilmez" olarak çevrilebilecek şiirin, İngiliz edebiyat dünyasında yerinin büyük olduğunu söylememe gerek yok sanırım. 1875 yılından itibaren etkileri süren, insanların kendilerinden birşeyler bulmalarını sağlayan, hatta Nelson Mandela'nın uzun hapis hayatı sırasında da sık sık bu şiiri okuduğunu söyleyen kaynaklar mevcut. Zamansız olarak nitelenen bu şiirin isminin "Invictus" olması ve kararlı bir duruşu anlatması benim için yeterince ilgi çekici.

Ve günlerden bir gün, elime 100 ml.lik şişesinde Paco Rabanne'in Invictus isimli parfümünün geçmesi, bu şiiri hatırlamama sebep oldu. Güçlü olmayı, vazgeçmemeyi ve korkusuz olmayı öğütleyen İngiliz şairi William Ernest Henley'in Invictus şiiri, 2013 yılında daha çok gündeme gelir oldu. Çünkü aynı isimle, dünya parfüm pazarının en popüler oyuncularından birisinin lansmanı vardı. Paco Rabanne hazır giyim markası, Black XS ve 1 Million gibi çok satan hitlere imza atmıştı. Şimdi ise hedef onların bir basamak üzerine çıkmaktı başarı olarak. Invictus isimli parfümün "modern kahramanların kokusu" olduğunun vurgulanması tesadüf olmasa gerek.

Puig firması tarafından üretilen Invictus için iddialı hedefler konmuş. Puig'in uzun sayılabilecek basın bülteninde bunun ipuçlarını görebiliyoruz. Parfümün tanıtımı için "yerel pazarlara güçlü medya yatırımı yapmayı ve çok yaratıcı şekilde sosyal medya kullanımını" hedeflediklerinden bahsetmişler. Ayrıca 1 Million'un parfüm endüstrisindeki büyük başarısını hatırlatıp şöyle söylemişler: "Biz 1 Million'ın iş planını koruyacağız. Invictus ile çok farklı bir hikaye anlatacağız".


Zaten Paco Rabanne'in pazarlama birimi de Puig'in bu iddiasını doğruluyor: "Invictus çok farklı bir parfüm. 1 Million'dan farklı bir evrene ait. Invictus, 1 Million'dan daha az materyalist ve daha kendine özgü".

Invictus'un resmi tanıtımında yapılan bir konuşmada ise şu cümleler dikkatimi çekti: "Bizim için herşey bir rüya ile başladı. İlk rüyamız bir rock yıldızı haline gelen Black XS'ti. İkinci rüyamız zengin ve ünlü olan 1 Million'dı. Bugünkü rüyamız ise her erkeğin hayali olan bir şey: Şampiyon olmak".

Invictus'un resmi tanıtımında parfümün isminin nereden geldiği de kısaca açıklanmış: "Güçlü erkeksilik ve Latin kimliği". Son yıllarda, adeta stadyumların tanrıları haline gelmiş başarılı erkek sporculardan güçlü referanslar alındığı saklanmıyor pazarlama kampanyasında. "Kahramanlık ve şampiyonluk" övgüsü ve vurgusu da en çok karşılaştığım yönüydü Invictus'un tanıtımında.

Parfümün kokusu hakkında ise şöyle söylenmiş: "Parfümör Véronique Nyberg'in çözmesi gereken sorun, Paco Rabanne'in kendine özgü ferahlık kavramını yeniden ele alıp değiştirmesiydi. Biz Paco Rabanne olarak ondan, geleneksel koku piramidine bağlı kalmayan, tamamen yeni bir yapı tasarlamasını istedik. Sonuç olarak çift kutuplu bir formül ortaya çıktı: Farklı tarafları olan ama aynı zamanda bütünleyici".


2013 yılında, ana akım markalar arasında ses getiren lansmanlardan birisi olan Invictus'un geri planı hakkında bu kadar bilgi yeterli olur sanırım. Konuyu daha fazla uzatmadan parfümün bana hissettirdiklerine geçeyim. Invictus'un ferah odunsular ve baharatlar üzerine inşa edildiğini söyleyeyim ilk olarak.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma ferah turunçgiller çıkıyor. Günümüzün modern ve yeni parfümlerinin birçoğunda rastlayabileceğimiz tarzdaki ferah-akuatik turunçgiller portakal-greyfurt ikilisine daha yakın. Başlangıcı sıra dışı değil ama deneyen çoğu kişinin beğenebileceği tarzda. Üst notaları için vasat denebilir. Orta kısma geçildiğinde ferah turunçgiller geri çekilirken, tatlımsı ve yine ferah baharatlar sizi karşılıyor. Kakule ve biber tabii ki başrolde. Baharatlara akuatik hissi veren denizsel notalar hala destek veriyor. Başlangıçtaki vasatlık ve yapaylık burada da devam ediyor. Son kısım ise bu tür parfümlerin kitabına uygun olarak odunsu karakterde. Yapay sedir ağacı (belki de Iso E Super), ve diğer bilumum yapay ağaçsılar. İşte size Invictus.

Bu parfümü kullanan herkesin "bu kokuyu bir yerden tanıyorum" hissine kapılması kuvvetle muhtemel. Çünkü o günümüzün yeni nesil yapay-ferah-akuatik-meyveli-odunsu-baharatlı parfümlerinin tekrarı olmaktan öteye geçemiyor. Yani ne varsa içine doldurmuşlar. Ne başlangıcındaki akuatiklere yaklaşan turunçgiller ne orta kısımdaki sıkıcı baharatlar ne de sonlardaki burun tırmalayan yapay odunsular onu özgün ve farklı kılmıyor. Onlarca örneğine rastlanan ve moda halini alan bu segmentten pay kapmaya yönelik piyasa işi bir arkadaş gibi görünüyor Invictus.


Şimdi efendim, Invictus, bence akuatik olarak tasarlanmış. Daha sonra biraz baharatlar eklenmiş. Son noktada da odunsular monte edilmiş. Yani ortaya standart erkeksi-tatlı piyasa kokusu çıkmış. 15-25 yaş arası erkeklerin mağazaya gidip, ısrarlı görevlilere dayanamayıp, üzerlerine sıkmalarına izin verdikleri andan itibaren, ferah ve genel beğeniye uygun üst ve orta notaları sayesinde hemencecik beğenip, alacakları bir parfüme benziyor. Kokuların dünyasıyla fazla haşır neşir olmayan genç ve deneyimsiz arkadaşlarımızın, ilk heyecanla ve başlangıcının verdiği enerjiyle alacakları Invictus'u muhtemelen severek kullanacaklardır. Sözümüz yok, kim istediği parfümü kullanıyorsa ona saygı duyarız.

Amma parfümler konusunda biraz daha derinlere inmiş, burnu belli deneyimler yaşamış ve koku kültürüne sahip "parfumista"ların Invictus'a pek meyil etmeyecekleri ortada. Çünkü bu parfüm, örneğine milyonlarca defa rastlanabilecek yapısıyla, hiç bir yenilik vaat etmeyen vizyonuyla, "oltaya kim takılırsa kardır" zihniyetiyle, "aman herkes sevsin de bol bol şişe alsın" kafasıyla, yapaylığı ve sıradanlığı tekrar eden tavrıyla koku bağımlılarını hiç de mutlu etmeyecektir.

İyi de Invictus kötü bir parfüm mü? İyiliğin ve kötülüğün olabildiğince sübjektif olduğu parfüm işinde mutlak iyi-kötü yaftası bizi doğru yola götürmeyebilir. Kullanım sürecinde bol bol üzerime boca ettiğim Invictus, zaman zaman "o kadar da başarısız değil sanki" diye kendimi sorgulamama bile sebep oldu. Hani bazı parfümlerde şeytan tüyü vardır. Parfümün yapay ve başarısız olduğunu bilirsiniz. Ama aynı zamanda da bir taraftan sizi yakalar. İşte Invictus'un böyle bir etkisi var. Oysaki bir şişesini aldığınızda kısa süre sonra sıkılacaksınız. Varın gerisini siz değerlendirin artık.

Şaşırtıcı olan ise resmi tanıtımda parfümün dört adet tasarımcısının olduğunun belirtilmesi. Bir parfümü nasıl dört parfümör tasarlar pek anlayamadım ama böyle söylediklerine göre muhakkak doğrudur. Veronique Nyberg, Anne Flipo, Olivier Polge ve Dominique Ropion gibi şöhretli isimler bir araya gelip, kokusuna imza atmışlar.


Şampiyonluk kupası şeklindeki şişesinin Cedric Ragot tarafından tasarlandığına dair bilgi var umarım doğrudur. Gerçi şişesini de beğenmedim. Kapak ve üst bölümdeki ucuz plastikten yapılmış kısım, gayet basit ve çocukça duruyor.

EDT formülasyonuna sahip. Dört mevsimde de kullanılabilir bence. Genç erkek arkadaşlarımıza tavsiye ederim. Üst yaş grupları için fazlasıyla "delikanlı işi" kaçabilir. Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama seviyelerde.

Koku Güzelliği:10/4.5