28 Kasım 2012 Çarşamba

Karl Lagerfeld – Photo (1990)



Karl Lagerfeld – Photo (1990)  Markanın erkek parfümlerinden.

Diğer yönlerini biliyordum ama ünlü modacı Karl Lagerfeld’in fotoğrafçı tarafına aşina değildim. Meğer Lagerfeld’in fotoğraf üzerine kitabı bile varmış. Bence insanın moda sektöründe başarılı olabilmesinin yollarından birisi de çok yönlü olması. Yani aynı anda başka şeyleri düşünerek ya da hayalini kurarak insanların beğenisine sunması. Çünkü moda sektörü sürekli değişiyor. Yeniliklere ayak uydurabilme hızınızın diğer sektörlerden belki de daha fazla olması lazım. Bunun içinde algıları açık zeki bir zihin gerekiyor.

Aklımdaki Karl Lagerfeld imajı hep siyah ceket giyen, parmaksız siyah eldiven takan ve siyah gözlüklü birisi olarak canlanıyor. Bir de tabiki son yıllarda yüzüne yaptırdığı estetikler sayesinde, dayak yemiş de dudağı şişmiş gibi duran erkek silüeti.


Bugün inceleyeceğim parfümün isminin Photo olmasının sebebini bilemiyorum. Ama kuvvetle muhtemeldir ki Karl Lagerfeld’in fotoğrafçı yanına vurgu yapılmak istenmiş. Zaten Photo parfümü 1990 yılında piyasaya sürülmüş. Markanın üçüncü erkek parfümü. Fakat ilerici bir parfüm değil de daha eski dönemlere gönderme yapılmış koku karakterine sahip. Artık geçeyim Photo’ya.

Parfümümüz Fragrantica’da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence tam bir eski dönem aromatik fujer. Zaten daha ilk saniyelerde kokusu sizi geçmişe götürüyor. Buruk, kolonyamsı bergamot ve lavanta sizi karşılıyor. Eski kokan ve artık demode olmuş bir açılışı var. Aromatik ve temiz. Aynı zamanda erkeksi. Bu tür eski tarz kokularla aram pek iyi olmadığından başlangıcını beğendiğimi söyleyemem.


Orta notalarından itibaren kokusu çok değişmiyor. Bergamot geri çekilirken lavanta hala etkin. Bu arada erkeksi çiçekler ve baharatlar ekleniyor. Karanfil, kişniş, yasemin ve diğerleri. Buradaki baharatlar keskin ve baskın değiller. Başlangıçtaki kokunun altında, fazla kendilerini göstermiyorlar. Son kısmı ise en hoşuma giden bölümü. Bir parça deri, amber, meşe yosunu ve odunsu notalar. Hatta biraz da silhat.

Photo 1980’lerin ve 1990’ların başlarına ait erkeksi, kolonyamsı, bolca lavanta hissi veren, eski ya da modası geçmiş gibi kokan, maço sayılabilecek bir arkadaş. Birebir aynı olmasalar da Yves Saint Laurent – Jazz, Ralph Lauren – Safari ya da Guy Laroche – Drakkar Noir’e yakın duruyor. Hatta Yves Saint Laurent – Rive Gauche’un eski, yumuşak ve kolonyamsı hissi veren abisi gibi. Brut’e benzeten bile var.


Üst ve orta notaları çok değişmiyor. Asıl değişim son kısımda yaşanıyor. Başlangıcında bir sürü örneğine rastladığım buruk, ekşimsi ve erkeksi çiçekler bana göre değil. Orta kısmı da çok kendime yakın bulamadım. Son kısım ise aşık olunacak kadar güzel olmasa da parfümün en tahammül edebildiğim yanı. Eğer bu tür eski kokan maço, erkeksi parfümleri seviyorsanız Photo tam size göre olabilir. Ama benim için olmadığı kesin.

Artık bu tür eski tarz aromatik fujerler ve şipreler hep birbirinin aynısı gelmeye başladı bana. Yani o başlangıçtaki ekşi, garip bergamot kullanımı sıkıcı ve bıktırıcı geliyor. Biraz köşeli bir karakteri var. Genel beğeniye uyacak bir tarzı yok. Evet 1990’lı yıllar için fena bir seçenek olmayabilirmiş. Ama 2012 yılında bu parfüm başka gezegenden gelmiş gibi.


Photo ne yazık ki parfüm dünyasına çok büyük yenilik getirmeyen, diğer şöhretli eski aromatik fujerları taklit eden bir arkadaş bana göre. Aromatik otlar ve yeşil teması daha ağırlıklı gibime geldi. Kokusu tendeki geçen saatlerin ardından çok fazla değişim geçirmiyor alt notalarını saymazsak. Hiçbir zaman popüler olamamış, şöhreti yakalayamamış, öne çıkamamış bir yardımcı aktöre benzetiyorum.

Photo tam bir erkek parfümü. Kadın versiyonu çıkarılmamış. Sanırım bir kere reformülasyon geçirmiş. Onun için eski yani ilk versiyonunu bulabilirseniz denemenizde fayda var. 30 yaşın altındaki erkeklerin kullanması zor görünüyor. Belli yaşın üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Sonbahar-kış mevsimi kullanmak için en uygun zaman gibi duruyor. Aman denemeden almayın. Herkesin sevebileceği gibi değil.

Artıları:
+ Sonları fena değil.
+ Eski kokan erkesi parfümlerden hoşlananlar için seçenek olabilir.

Eksileri:
- Başlangıcını sevmedim.
- Orta notaları da bana göre değil.
- Günümüzün parfüm trendlerine çok uzak.

Koku Güzelliği:10/5.5

25 Kasım 2012 Pazar

Bond No.9 – Signature Perfume (2009)



Bond No.9 – Signature Perfume (2009)  Markanın uniseks olarak piyasaya sunulan parfümü.

Hepimiz az çok biliyoruz ki, parfüm sektörü de diğer iş kolları gibi erkeklerin egemenliği altında. Artık sanayi çağının bittiği ve bir sonraki adım olan bilişim çağında olduğumuz söyleniyor. 21. yüzyılın başlarındayız. Oysaki gelişen ve değişen ileri teknoloji bütün insanların bilinç düzeyini arttırması gerekirken, tam tersi mi oluyor ne?

Hani savaşlar bitecekti, insanlar daha bilge olacaklardı. Hani terörün, vurup kırmanın, sokakta gösteri yapma hakkını kullanan insanlara böcek ilacı sıkar gibi biber gazı sıkmanın anlamsızlığını kavrayıp dostça yaşayacaktık. Demek ki anormal derecede hızla ilerleyen teknoloji, belki de insanlığın zihni gelişiminden daha hızlı ilerlediği için bütün teoriler yanlış çıkıyor.

Newyork’un Manhattan adasındaki “Michelin üç yıldıza” sahip dünyanın en ünlü ve pahalı restoranlarından birisinde, finans dünyasının başarılı yöneticilerinden bir adam karısı ile akşam yemeği yiyor. O masayı kapmak için kaç bin dolar ödediğini ve kaç hafta sıra beklediğini tahmin edersiniz. Ya da İstanbul’un gözde semtlerinden Nişantaşı’ndaki Prada mağazasında bir el çantasına iki bin lira vermekten çekinmeyen kadınlar için paranın nasıl bir anlamı vardır ki?

Yukarıdaki örneklerle aynı saniyeler içinde paralel bir evrende neler oluyor acaba. O Manhattan’daki ünlü ve çok pahalı restoranın karşı kaldırımında bir evsiz, geleceğinin ne olacağını düşünmekten bile aciz durumda. Bırakın gelecek ya da kariyer planları yapmayı, bu gece karnımı nasıl doyururum ya da gece nerede soğuktan donmadan uyurum diye düşünmekte. Nişantaşı’ndaki  lüks Prada mağazasının kuş uçuşu on beş kilometre uzağındaki gece kondu semtinde bir kadın alkolik kocasından yine korkunç bir dayak yerken, inşallah bir tarafımı kırmaz bu sefer diye umuyor. Yoksa üç çocuğuma nasıl bakarım diye düşünerek, suratına aldığı yumrukları sayıyor. Bir, iki, üç…

İstediğiniz kadar iPhone 4 yada iPhone 5 akıllı telefon piyasaya sürün. 6 hatta 7’sini de geliştirin. Dört çekirdekli İntel bilgisayar işlemcilerinin yerine otuz iki çekirdekli işlemciler yapın. Gece görüş kamera sistemine sahip yeni Mercedes E serisi arabayı tanıtın. Dünyanın en lüks yedi yıldızlı otellerinin musluklarını altınla kaplatın. Hiçbir anlamı yok gece karnı aç olarak yatağa giren çocukların olduğu bir dünyada. Ya da ailesi içinde bile tacize uğrayan kadınlar bu kadar çok oldukça. Prada mağazasından alışveriş yapan kadın ile her gece alkolik kocasından dayak yiyen kadın nasıl eşit olabilir ki?

Acaba insanlar şanslı mı doğarlar yoksa kendi şanslarını mı yaratırlar sorusu kafamı kurcalıyor ara sıra. Evet Sabancı ailesinin bir üyesi olarak dünyaya gelmek ile Kars’ın bir dağ köyünde dünyaya gelmek tabiki aynı şeyler değil. Ama dünyanın eşit ve adil olduğunu kim söylüyor ki?

Şimdi buradan yola çıkarak bir şişe parfüme en fazla 25-30 lira verebilecek birisi ile 650 lira verebilecek insan eşit şartlardadır diyemeyiz. Ama bu durum yaşadığımız dünyanın acı bir gerçeği. Bond No.9 markasının bugün inceleyeceğim parfümünün fiyatını görünce ise ne diyeceğimi bilemedim. O zaman artık detaylara gireyim.

Bond No.9, Newyork merkezli bir niche parfüm evi. Amerika’da bizim burada 150-200 TL arasında alabildiğimiz Giorgio Armani, Versace, Bulgari gibi parfümleri 25-30 dolar civarlarında satın alabiliyorsunuz. Yani ortalama kalitedeki bir parfümün Amerika satış fiyatı 30-40 dolar diyelim. Bugün yazacağım Bond No.9’ın Signature Perfume’ü ise 100 ml.si 340 dolarlık fiyat etiketiyle Amerikan standartları için bile astronomik. Ki normal bir ana akım parfümün yaklaşık on katı fiyata sahip. Peki neden?


Dolabımda duran bir sürü hiç denenmemiş Bond No.9 parfümünden rastgele birisine el attım. Karşıma ise 2009 yılında piyasaya sürülmüş ve diğer Bond No.9 parfümlerinden bile daha pahalıya satılan Signature Perfume çıktı. Kendi internet sitelerinde neden bu kadar yüksek fiyata satıldığı şöyle açıklanmış:

“Gittiğimiz bu yolda, yüzde 20 eau de parfum oranını yenileyerek, konsantrasyonu yüzde 30 yaparak onu başka bir kategoriye ulaştırmış olduk, o da, bugünlerde çok az bulunan: saf parfüm (Pure Perfume) olmasıdır.”

Bu açıklama ne anlama geliyor hemen açıklayayım. Bond No.9’ın bütün parfümleri bir çok niche marka gibi Eau de Parfum (EDP). Fakat Signature Perfume’un yüzde yirmi olan EDP konsantrasyonu yüzde otuz gibi çok yüksek bir orana çıkarılmış. Bugün inceleyeceğim Signature Perfume neredeyse saf parfüm (Pure Perfume) formunda. Yani parfümün en güçlü ve yoğun hali. Tabiki doğal olarak fiyatı da oldukça yüksek.

Artık geçelim parfümümüze. Bugün inceleyeceğim arkadaşın ismi bile tartışmalı. Kendi sitelerinde “Signature Perfume” olarak geçiyor. Bendeki orijinal numunesinin üzerinde sadece “Bond No.9 Perfume” ibaresi var. Başka bir kaynakta “Perfume Oud” yazılmış. Ben yine de markanın resmi sitesindeki ismi kullanacağım.


Signature Perfume için Bond No.9 şöyle bir açıklama yapmış:

“Koku repertuarımızda Bond No.9'ı benzersiz yapan nedir? Tek bir şey, o kontrastlar üzerine bir çalışmadır, Doğu ile Batının karışımı, Dubai ve New York, antik ve modern, 21. yy New York'unda o uluslararası halinin ortaya çıkardığı hava. Bir diğer nokta, o çok baştan çıkarıcı, erotik.

Ve sonunda Arap geceleri NoHo'ya geldi. Bond No.9'ın yönetim butiğinin 10. yıldönümünü vurgulamak için imza kokumuz Bond No.9 Perfume Oud parfümünü göz önüne sermekten başka şansımız yoktu. Bond No.9 Perfume Oud sadece New York'a komşuluk için değil NoHo adresimiz için de duyular içerisinde sabit bir noktadır.

Dünyada pek çok öd ağacı kokusu vardır, ama buradaki öd ağacı kokusu, New York'un efsanevi eritici potasından çıkandır. Bond No.9 parfümü dört görkemli, uyumlu, doğu/batı içeriklerini kapsar. Doğu dünyasını temsilen topraksı, sıcak öd ağacı. Buna karşı onunla oynarcasına, Orta Doğu ile Batı hazinesi olarak, rafine edilmiş tatlılığın özeti olarak gül. Güney Amerikadan tonka fasulyesi bu ateşe karamel-badem tadı verirken Asya'nın misk geyiğinden ilham alınarak, öd ağacının şehevi doğasının altını çizmek için de misk kullanılmıştır.”


Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Signature Perfume’de ana öğe daha çok Arap parfümlerinde kullanılan öd ağacı (oud, aoud veya Agarwood). Kendi sitelerinde parfümün notaları öd ağacı, gül, tonka fasulyesi ve misk olarak sıralanmış. Fragrantica’da oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Parfümü ilk sıktığımda beni çok yumuşak bir çiçeksi-meyveli tema karşılıyor. Kadınsı çiçekler daha baskın sanki. Ferah sayılabilecek çiçekler. Muhtemelen seyreltilmiş hissi veren yumuşak bir gül ve biraz misk. Açılışı çok basit ve sıradan bir kadın parfümü olarak düşünebilirsiniz.

İlerleyen dakikalarda parfümün diğer elementlerinin öne çıkmasını bekliyorum. Değişmesini ve dönüşmesini. Ama bu beklentim boşa çıkıyor. Çünkü başlangıçtaki yumuşak çiçeksi-meyvemsi his aynen sona kadar devam ediyor. Orta kısımlarda biraz yumuşak odunsular ekleniyor. Muhtemelen öd ağacı. Sonrasında ise biraz tatlanıyor. Bunu da tonka fasulyesi sağlıyor diyebilirim. Bond No.9’ın sitesinde yazan öd ağacı, gül, misk ve tonka fasulyesinden başka hiçbir şeye rastlayamadım.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Signature Perfume çok çok basit bir kompozisyona sahip. Kokusu başından sonuna kadar hiç değişmiyor. Sıradan bir kadınsı-çiçeksi-misk kokusu olarak düşünebilirsiniz. Bence rahatsız edecek kadar yapaylık yok. Ama çok kaliteli bir parfüm kokladığınız izlenimine kapılmıyorsunuz. Sanki mağazalarda satılan yüzlerce birbirine benzeyen kadın parfümünden birisi. Bu yönü en şaşırdığım tarafı oldu. Çünkü çok yüksek fiyatlara satılıyor ve daha derin, ilginç bir kokusu olmasını beklemek sanırım anormal olmaz.


Signature Perfume kötü kokan bir arkadaş değil. Yumuşak, ferah, hafif, sakin ve barışçıl. Sanki Nobel Barış ödülünü kazanan bir kadın kullansa harika olabilir. Tam da bu noktada dikkatimi çeken bir detaydan bahsedeyim. Bu arkadaşın resmi pazarlama kampanyasında Arap gecelerinden bahsedilmiş. Sanırım içeriğindeki öd ağacı notasının baskın olması sebebiyle böyle yapılmış. Ama geneline baktığımızda hiç de ağır ve iç bayan Arap kokularına benzemiyor. Daha batılı ve modern koktuğunu düşünüyorum. Yani konsept ile koku birbirine uymamış.

Ortalama ve bir kadın için güvenli sayılabilecek eserlerden birisi. Ama büyük boy şişesini almaya değmez bence. Yine abartılmış ve şişirilmiş fiyatıyla hayal kırıklığı yaşadığım Bond No.9 parfümü ile karşılaştım. 18-30 yaşlarındaki kızlar için uygun olabilir. Ama bana göre olmadığına eminim. İlginç tarafı ise uniseks olarak piyasaya sunulması. Kadın kullanımına daha yakın olduğunu düşünüyorum.


Signature Perfume’ün tam bir ilkbahar-yaz kokusu. Neredeyse ferah sayılabilecek çiçekler ve yumuşak odunsu notalar sonbahar-kış kullanımı için fazla narin kaçabilir. Kalıcılığı fena değil. Farkedilirliği ortalamanın altında.

Artıları:
+ Genel olarak herkesin hoşuna gidebilecek kokusu.
+ Ferah bir öd ağacı kokusu arıyorsanız listenize alabilirsiniz.

Eksileri:
- Çok basit ve sıradan kokusu.
- Düz çizgide ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor. Sizi şaşırtmıyor. Herhangi bir yenilik getirmiyor.
- Bu kadar yüksek bir fiyat etiketini hak ediyor mu şüpheliyim.

Koku Güzelliği:10/6

21 Kasım 2012 Çarşamba

Histoires de Parfums – Ambre 114 (2001)



Histoires de Parfums – Ambre 114 (2001)  Markanın amber temalı parfümü.

Ne derler bilirsiniz: “Tembel insan yaratıcı olur.” Fakat bu söz bana tembellerin kendilerini haklı çıkarma gayreti gibi geliyor. Belki de doğrudur. Ya da kısmen doğrudur. Yani her tembel yaratıcı olmayabilir.

Parfüm Merakı bloguna yazma aralıklarımı biraz açmaya başladığımın farkındasınızdır. Bu tamamen bilinçli bir seçim. Parfümleri daha uzun sürelerde denemeye karar verdim diyebilirim. Böylece kendimi geri çekip daha uzun süreler kokuları anlamaya çalışacağım. Yani işin içinde tembellik yok. Biraz daha titiz davranma isteği var.

Parfümleri yazmayı devam ettirirken, o güzel kokulu iksirler ile ilgili yazılanları da günü gününe okumaya, takip etmeye çalışıyorum. İnsanlar neleri konuşup, tartışıyorlar. Ya da yeni çıkan parfümler hakkında nasıl yorumlar yapıyorlar. Elimden geldiğince izliyorum. Bu okumalarım arasında bir çok yeni ana akım ve niche parfüm markası ile karşılaşıyorum. Özellikle niche parfüm sektöründe biraz hareketlenme var diyebilirim. Yeni markalar ortaya çıkıyor. Doğal olarak da onlara ait yeni parfümler. Fakat bugün çok yeni bir markanın parfümünden bahsetmeyeceğim.

2000 yılında Gerald Ghislain tarafından kurulmuş Histoires de Parfums. Fransa merkezli. İlk parfümlerini kuruldukları yıl olan 2000'de piyasaya sürmüşler. Bugün inceleyeceğim parfümleri 2001 çıkışlı Ambre 114.


Parfümün ismi aslında bize ipucu veriyor. Evet Ambre 114, amber temalı bir arkadaş. 114 rakamı ise parfümün içeriğinde kullanılan element sayısıymış. Bu uygulamayı Le Labo’da yapıyor. Sanırım Le Labo isime rakam ekleme konusunda Histoires de Parfums’den esinlenmiş.

Ambre 114, markanın “Kült kitaplar” serisine ait. Bu seride bir de 1969 isimli parfüm var. Kendi sitelerinde baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı pek alışıldık değil. Koku hafızam tanıdık sinyaller veriyor üst notalar ile ilgili. Ama zihnim bir yere oturtamıyor. Hem çok tanıdık hem de anlatması zor. Ambre 114’ün açılışını biraz hacı yağlarına benzettim. Sanki Arap ya da doğu esintisi. Parfümün tanıtımlarındaki doğu vurgusunun sebebi şimdi anlaşılıyor. Tütün desem tam olarak değil. Çiçekler desem değil. Baharat desem değil. Sanki bir Amouage yada Montale parfümünü kokluyorum. Hayır gayet “Fransız ve batılı” bir marka oysaki Histoires de Parfums. Ambre 114’ün açılışı modern hacı yağlarına benzer şekilde gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Kekik ve küçük hindistan cevizi var. Kekik olamaz. Muhtemelen küçük hindistan cevizi. Emin değilim.

Üst notalar azımsanmayacak kadar uzun sürüyor. İlerleyen dakikalarda orta notalara yavaş ve yumuşak bir geçiş yapılıyor. Bu andan itibaren baklayı dilinin altından çıkarıyor Ambre 114. Karanlık sayılabilecek derin bir amber hakimiyeti ele alıyor. Bu kısım daha az hacı yağı efekti barındırıyor. Ambere biraz baharatlar ekleniyor. Ama fazla kendisini göstermiyor baharatlar. Adeta güçlü ambere boyun eğiyor. Onun üstünlüğünü kabul ediyor. Orta notaları harika Ambre 114’ün. Çok şık, lüks, derin, oldukça tatlı bir amber. Belki yanında sandal ağacı ve silhatı da sayabiliriz.


Alt notalara geçildiğinde tatlımsı amber hala çok etkin. Neredeyse gourmand kıvamında bir amberden bahsediyorum. Sanırım biraz vanilya, tonka fasulyesi, süetimsi deri, tütsü ve odunsu notalar yardımcı aktörler olarak sayılabilir. Alt notaları da harika.

Ambre 114’ün ismi bize nasıl bir arkadaş ile karşılaşacağımızı baştan anlatıyor. Başlangıcını saymazsam genel olarak şekerli-tatlı-vanilyamsı bir amber her zaman ön planda. Derin, biraz karanlık, gizemli, etkileyici ve seksi. İşte ben bu tür amber kullanımına bayılıyorum. Zaten daha orta notalarında aklıma hemen bir başka amber temalı koku olan Serge Lutens - Ambre Sultan geldi. Yorumcular bahsetmemişler ama ben iki parfümü çok benzettim. Ambre 114 daha yumuşak, tatlı ve zengin. Ambre Sultan ise otsu ve daha az tatlı.

Ambre 114 orta notalarından itibaren harika bir parfüm. İnsan koklamaya doyamıyor. Amber teması ancak bu kadar güzel kullanılabilir. Zengin, lüks, estetik ve egzotik. Kendimi aynen 1001 gece masallarında gibi hissediyorum. Yada Suudi Arabistan’daki yerel kokular satan dükkanlardan birindeyim sanki. Hatta mistik öğretilere ilgi duyan bir çöl bedevisinin çadırındayım. Burada yakılmış tütsüler, amber, sandal ağacı ve vanilya çubuklarının birbirine karışmış kokularını içime çekiyorum. Adeta kendimden geçiyorum. Bu bir rüya olmalı…


Uzun zamandır denediğim en güzel oryantal parfüm sanırım Ambre 114. Yada ben bu tür amber kullanımını çok sevdiğim için böyle söylüyorum. Sebebi ne olursa olsun karşımızda ustalıkla harmanlanmış, derin ve etkileyici bir parfüm var. Ve benim için önemli olan da bu. Geneli itibariyle oldukça tatlı ve yumuşak bir kokusu olduğunu söyleyebilirim.

Yukarıda bahsettiğim gibi açılışı biraz farklı. Herkesin sevebileceği gibi değil. Bende uzun uzun düşündüm acaba açılışını sevdim mi diye. Yani oldukça kararsız kaldım. Fakat en sonunda çok da hoşlanmadığımı anladım. Tek olumsuz tarafı başlangıç kısmı.

Ambre 114’ü yine hem tene hem de kıyafete uyguladım farklı zamanlarda. Tende nefis ve egzotik bir amber kokusuna dönüşürken, kıyafet üzerinde daha Arap yağlarına benzer hale geldi. Onun için mutlaka tende deneyin. Kararınızı öyle verin.

Parfümümüz Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sunulmuş. Kalıcılığı tenimde yüksek oldu. Bir sonraki gün rahatlıkla ve net şekilde hissediyorsunuz kokusunu. Uniseks olarak düşünülmüş. Bence erkeğe daha yakın duruyor. Otuz yaş ve üzerindeki herkese tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Parfümün tasarımını, markanın kurucusu Gerald Ghislain yapmış.

Artıları:
+ Orta notaları harika.
+ Müthiş bir amber kullanımına sahip.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcını pek kendime yakın bulamadım.
- Fiyatı yüksek. Her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8.5

17 Kasım 2012 Cumartesi

Ralph Lauren – Polo Sport (1994)



Ralph Lauren – Polo Sport (1994)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

“Bronx’ta geçen çocukluğum boyunca, dünyayı bir pencereden izledim. Ama bu pencere basket oynadığımız okulun arka bahçesine bakan pencere değil, rüyalarıma açılan pencere idi.”

Bu ilginç anekdot ne yazık ki bana ait değil. Çünkü çocukluğum Bronx’ta geçmedi. Kravat tasarımı ile başlayan bir hikayeye sahip Ralph Lauren. Ve onun tüm dünyada milyonlarca insanın kullandığı Polo yaka tişörtleri. Hangimizin Polo yaka bir tişörtü yoktur ki? Ya da olmamıştır?

“Otantik ve ikonik Polo, modern görünüşlü yaşam biçiminin orijinal sembolüdür. Ivy League klasik ve eskilerden kalma İngiliz erkek giyimini, kent stili ve Amerikan spor görünümü ile birleştiren Polo spor kıyafetleri ve ısmarlama kıyafetleri, stil sahibi, belirli bir zamana ait olmayan ve tüm erkek jenerasyonları için eşsiz bir görünüm sunar.”


İşte Ralph Lauren, Polo markasını böyle tanımlıyor kendi sitelerinde. Kentli, orta-üst gelir düzeyine sahip, şık, stil sahibi ve biraz züppe.

İyi de bu tanımlara uyan çok fazla kişi çıkacak mıdır? Ralph Lauren’in dünya çapında başarı kazanan kıyafet tasarımlarını düşündüğümüzde sanırım karşılığı var bu kriterlerin.

Artık her modacının yapması şart olan parfümler konusunda ise ne durumda acaba Ralph Lauren? Parfüm dünyasının klasiklerinden birisi olan çam ağacı temalı yeşil şişeye sahip Polo, aynı tişörtleri gibi öncü bir rol oynamış diyebiliriz. Bugün hala en çok satanlardan olan Polo’nun çok başarılı erkek parfümü, markanın da iddialı olduğunu gösteriyor bize. En azından parfümler arenasında.


Markanın eski tarz parfümleri ülkemizde çok bilinmiyor. Oysaki parfüm severler gayet yakından takip ediyorlar. Mesela Ralph Lauren’e ait Monogram diye bir parfüm duydunuz mu? Ya da Chaps, geçtiğimiz aylarda incelemesini verdiğim Crest, Safari veya Tuxedo. Evet ülkemiz insanının sadece Ralph Lauren’in belirli parfümleri ile ilgilenmesi ilginç. Oysa bu markanın 1970’lerden itibaren önemli klasiklere imza attığını sanırım çok azımız biliyor. Yani bugün popüler olan Polo Blue yada Polo Black gibi parfümler, buzdağının sadece görünen yüzü.

Bugün ise değişik bir yerde duran arkadaşlardan birisine göz atacağım. Çünkü Polo Sport için “geçiş dönemi parfümlerinden” diyebilirim. Nereden nereye geçiş diye soracaklara hemen cevap vereyim. Eski tarz şiprelerden, 1990’ların ortasından itibaren modern kokulara geçiş. Ve Polo Sport tam da 1994 yılında ileriye doğru atılmış bir adım bence. Çünkü markanın 1990 ve öncesindeki parfümlerine pek benzemiyor. Onlardan daha modern ve yenilikçi. Ama tabiki o zamanın şartlarında. Bugün için değil.


Polo Sport’un meşhur şişesini bilmeyen çok azdır sanırım. Üzerindeki Amerikan bayrağına gönderme yapan arması ve yuvarlak mavi şişesi aslında bize içindeki sıvı hakkında ipucu da veriyor.

Gerek ismindeki “Sport” vurgusu gerekse mavi bir şişeye sahip olması deniz veya su tabanlı bir koku ile karşılaşacağımızın habercisi adeta. Fragrantica’da aromatik yeşil olarak sınıflandırılmış. Bence de doğru. Hatta küçük de bir ekleme yapayım kendimce. Aromatik yeşil-akuatik-ozonik diyorum. Hadi bakalım.

Lafı daha fazla uzatmadan geçelim kokumuza. İlk sıkıldığında beni aromatik yeşil meyveler, biraz deniz esintisi, muhtemelen Calone kimyasalı, ferah nane ve buruk turunçgiller karşılıyor. Yine bir “Dejavu” yaşıyorum. Çok tanıdık bir koku. Acaba nereden hatırlıyorum. Polo Sport’un üst notaları standart bir akuatik koku ile gerçekleşiyor. Biraz Givenchy – Insense Ultramarine etkisi, biraz Davidoff – Cool Water esintisi, hatta hafiften Polo Blue havası. Bu tür deterjan veya çamaşır yumuşatıcısı benzeri kokular pek ilgimi çekmiyor. Açılışını çok sevdiğimi söyleyemem.


Orta notalarından itibaren bu akuatik hava devam ediyor. Fakat etkisi biraz düşüyor. Onun yerine bir parça lavanta, az da olsa menekşe, biraz deri (açıklanan notalarında yok ama deri olduğunu düşünüyorum), aromatik yumuşak baharatlar (zencefil olabilir) ana ekseni oluşturuyor. Bence başlangıcından daha sevilebilir ama harika değil. Son kısımda ise odunsu notaların hakimiyeti var. Yani klasik bir erkek parfümü kapanışı. Alt notaları da beni benden alamadı.

Polo Sport, döneminin önemli parfümlerinden birisiydi. Cool Water ile birlikte ferah deniz/okyanus esintili parfümlerin örneklerindendi. İlk çıktığında büyük başarı yakalamıştı muhtemelen. Ama bugün kokladığınızda çok özel ve ilginç gelen bir tarafı yok. İlerleyen yıllar içerisinde Polo Sport’a benzeyen bir çok parfümün piyasaya sürülmüş olması onun geri planda kalmasına neden olmuş diye düşünüyorum.


Bence başlangıcı çok rafine değil. Sıradan bir akuatik gibi davranıyor açılışında. Orta kısım neyseki daha ilginç ve zengin. Ama yine de kendime yakın bulamadım. Son kısmı ise eh işte. Sanırım parfümün en beğendim tarafı orta notaları.

Polo Sport yapaylık sınırında dolaşan, ferah deniz teması, erkeksi çiçekler ve yeşil meyveler etkisinde. Çok kaliteli değil. Ralph Lauren’in daha eski kaliteli parfümleri düşünüldüğünde hayal kırıklığı yaratabilir. Sanırım geçiş dönemi parfümü olması, kalite anlamında da düşüşün bir sebebi. Ralph Lauren’in hiçbir yeni parfümünün büyük başarılar elde edememesi ise ayrıca irdelenmesi gereken bir durum.


Şimdi Polo Sport bence otuz yaş altındaki genç arkadaşları hedefliyor. Bazı yorumcuların dediği gibi akşam spordan çıktıktan sonra, günlük kullanımda ya da deniz kenarında kullanılabilecek vasat bir parfüm. Bence denemeden almayın. Hata biraz abartarak Chanel – Bleu’nun nostaljik bir versiyonu diyesim geliyor. Eski anıları canlandırmak için bire bir Polo Sport.

Luca Turin’in kitabında Polo Sport’a beş üzerinden dört yıldız verilmiş ve lavantalı ananas olarak sınıflandırmış. Bence üç yıldızdan daha fazla bir not abartılı olur.

Parfümün tasarımını Michael Kors – Michael For Men, Calvin Klein – CK One gibi başarılı işlere imza atmış Harry Fremont yapmış. Ayrıca bir çok ana akım marka içinde parfümler tasarlamış Fremont. Yani oldukça deneyimli bir burun dersek yanlış olmaz.


Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama oldu. İlkbahar-yaz mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Genç arkadaşlara tavsiye ederim. Üst yaş grupları için çok uygun olmayabilir.

Artıları:
+ Orta notaları fena değil.
+ Döneminin önemli parfümlerindendi. Sadece bunun için bile denenebilir.

Eksileri:
- Açılışı başarılı değil.
- Geneline hakim olan çamaşır yumuşatıcısı kokusu ilgimi çekmedi.
- Bir şişesi alınacak kadar başarılı olduğunu düşünmüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

13 Kasım 2012 Salı

Serge Lutens – Gris Clair (2006)



Serge Lutens – Gris Clair (2006)  Markanın lavanta temalı parfümü.

Renklerin insan hayatındaki önemi ile ilgili bir sürü çalışma ve araştırma yapıldığına eminim. Dünya çapındaki bilim insanları aklımıza bile gelmeyecek yada “ne gerek var şimdi bunu araştırmaya” diyebileceğimiz şeylerin peşinden gidiyorlar. Belki de batı uygarlığının, doğu uygarlığına teknolojik olarak bu kadar fark atmasının sebebi budur. Her şeyi araştırmak.

Gri renginin sizin üzerinizde nasıl bir etki yaptığını düşünün. Bana sorarsanız sisli, puslu, hüzünlü, karamsar, donuk ve sıkıcı bir renk. Nedense aklıma hep hapishaneler geliyor gri deyince. Ya da devlet daireleri. Griyi bir ülkeye benzetmek istesem kesinlikle İngiltere derdim. Belki havanın çoğunlukla kapalı veya gri olduğu Almanya.

Açık kül renginin adı olan gri Fransızca’dan Türkçeye yerleşmiş muhtemelen. Gerçi ingilzcesi de Grey. Gri’nin Fransızcası ise gris’miş. Bugün yazacağım parfüm olan Gris Clair’in anlamının “açık gri” olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Zaten şişesinin içindeki sıvının da gri olması tesadüf değil.


Serge Lutens’in çok ünlü veya öne çıkabilmiş bir parfümü değil Gris Clair. Fakat böyle olması onun başarısız olduğuna kanıt olamayacaktır tabiki. Bakalım Gris Clair bana neler hissettirecek.

Parfümümüz odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı bana çok tanıdık geldi. Keskin, baskın ve erkeksi lavanta hemen ilk saniyelerde burnunuza hücum ediyor. Yapaylık yok diyebilirim. Lavantayı çok sevmediğim için kendime yakın bulamadım üst notalarını.

İlerleyen dakikalarda lavanta biraz geri çekiliyor gibi olsa da hala ana öğe. Bu kısımda lavantanın o keskin aroması yerini odunsu notalara bırakmaya çalışıyor. Sanki biraz da tütsü var. Dikkati çeken şey ise orta notalardan itibaren kokusu oldukça tatlılık barındırıyor. Başlangıcı daha kuru diyebilirim. Orta notalarını beğendim. Son kısımda ise tatlılık biraz daha artıyor. Neredeyse şekerli bir hale geliyor Gris Clair. Sanki vanilyamsı bir tatlılık. Muhtemelen tonka fasulyesi. Biraz da amber. Alt notaları da güzel diyebilirim.


Şimdi efendim Gris Clair aslında basit bir arkadaş. Markanın diğer derin ve ilginç parfümlerinin yanında çok öne çıkmamasını anlıyorum. Lavanta, odunsu notalar ve tonka fasulyesinden ibaret desem yanlış olmaz. Başlangıcındaki keskin erkeksi lavanta pek bana göre değil. Neyseki orta kısımdan itibaren daha farklı bir karaktere bürünüyor. Zaten orta notalardan sonra da hiç değişmiyor. Yani kokusunu ikiye ayırmak mümkün. İlk kısım gerçekçi bir lavanta, ikinci kısım ise odunsu notalar ve vanilya benzeri tonka fasulyesi.

Parfümün açılışı bana ünlü klasiklerden Caron Pour Homme’u anımsattı. Hatta bire bir aynı diyesim geliyor. Fakat Caron Pour Homme çok fazla değişmiyor genel olarak. Gris Clair ise Caron Pour Homme’un daha giyilebilir ve modern hali diyebilirim. Başlangıçtaki lavanta daha sonra geri plana geçiyor. Aralarındaki farkı böyle anlatabilirim.

Gris Clair güzel ve modern bir lavanta-tonka fasulyesi yorumu desem yanlış olmaz. Harika mı? Tabiki değil. Ama benim gibi lavanta ile arası hoş olmayan birisinin bile hoşuna gitmesi yeterli. Diğer harika Serge Lutens’ler kadar etkileyici olmasa da başarılı bir kokuya sahip. Eğer oldukça tatlı bir lavanta parfümü arıyorsanız buyurunuz buraya.


Lavanta merkezli parfümler bence kullanması ve sevmesi zor arkadaşlar. Çünkü çok keskin ve baskın bir kokusu var lavantanın. Ayrıca herkesin sevebileceği gibi de olmuyor lavanta kokuları. Daha çok erkek parfümlerinde kullanılıyor. Lavanta merkezli parfümlerin en büyük sorunu erkeklerin kullandığı “traş köpüklerine” benzeme olasılığı. Mesela Caron Pour Homme bana o hissi vermişti. Gris Clair’in de başları biraz traş köpüğünü andırıyor. Neyseki sonrasında lavantanın etkisi kademeli olarak azalıyor. Daha dumanlı odunsu notalar ortaya çıkıyor. Bu anlamda başarılı diyebilirim. Fakat bir şişesini alır mıyım? Sanmıyorum.

Gris Clair, Eau de Parfum konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına olumlu yansımış. Teninizde bir günden fazla rahatlıkla hissediyorsunuz. Sonbahar-kış döneminde kullanmak için uygun. Bence baskın lavanta yüzünden erkek kullanımına yakın. Bir kadında nasıl duracağını pek kestiremiyorum. Serge Lutens’in neredeyse bütün parfümlerine imza atmış önemli burunlardan Christopher Sheldrake tasarlamış Gris Clair'i.

Artıları:
+ Orta notalarından itibaren gayet güzelleşiyor.
+ Serge Lutens kalitesi hissediliyor.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Yüksek fiyatı. Ayrıca Türkiye’de bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/7

10 Kasım 2012 Cumartesi

Amouage – Lyric Man (2008)



Amouage – Lyric Man (2008)  Markanın erkek parfümlerinden.

Beyaz renklinin anlamı: Masumiyet, saflık, sadelik.
Sarı renklinin anlamı: Neşe, memnuniyet, dostluk.
Turuncu renklinin anlamı: Büyülenmek, şevk, istek.
Eflatun renklinin anlamı: Büyük sevinç, hayranlık.
Pembe renklinin anlamı: Minnettarlık, hayranlık, taziye.
Kırmızı renkli anlamı: Aşk, şehvet, tutku.

Sanırım neden bahsettiğimi anladınız. Tarihi binlerce yıl öncesine kadar uzanan bir çiçek gül. Güzel görüntüsü ve benzersiz kokusu insanların bu çiçeğe olan tutkusunu bir nebze açıklıyor. En bilineni ise aşkı simgeleyen kırmızı gül kuşkusuz.

Böylesine bir çiçeğin parfümlerde kullanılmaması düşünülemez. Hatta ilk modern parfümler zamanında bile gül temalı kokulara yer verilmiş. Yani gül kokusu uzun yıllardır parfümlerde kullanılıyor.


Gül sadece doğu toplumlarında değil, Asya kültüründe ve Avrupa ülkelerinde de yetiştiriliyor. Ve bu durum onun evrensel yönünü de bize gösteriyor. Nedense gül kokusunun ağırlıklı olarak kadın parfümlerinde kullanılmasını hiçbir zaman anlayamamışımdır. Çünkü doğu toplumlarında (Orta doğu, Arap yarımadası ve Anadolu) gül kokusunu erkeklerin sıkça kullandığı biliniyor. En basitinden cami önlerinde satılan hacı yağlarının en tercih edileni gül yağı değil mi? Gül kolonyalarını misafirliğe gittiğimizde bize sunmazlar mı? Yaşlı amcaların camiye gitmeden önce sakallarına sürdükleri gül kokularını bilmiyor muyuz? İyi de neden gül teması kadın parfümlerinde daha çok kullanılıyor. Ve neden gül parfümleri “kadınsı” olarak nitelendiriliyor?

İşte bugün farklı bir gül kokusu yorumuna göz atacağım. Arap parfüm sanatının gururu olan bir marka Amouage. Umman kraliyet ailesinin resmi markası olması ve üretiminde yüksek kaliteli malzemelerin kullanılması takdire şayan diyebilirim. Tabiki bir Arap parfüm evinin gül merkezli kokuya imza atmaması olacak şey değil. Amouage’da bu konuda boş durmamış ve Lyric serisini piyasaya sunmuş. Lyric Man kendi sitelerinde baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Gayet doğru bir tanımlama bence de.


Lyric Man’i ilk sıktığımda burnuma yumuşak ve doğal bir gül kokusu geliyor. Yüksek sayılabilecek bir dozda safran hissediyorum. Açıklanan üst notalarında bergamot ve misket limonu var. Ben ikisine de rastlamadım. Başlangıcı fena değil. Safran gülden daha baskın bence açılışında. Fena değil. Orta notalara geçildiğinde safran etkisini kaybediyor. Aynı gül teması üzerine bu sefer yumuşak baharatlar ekleniyor. Baharatlar derin ve zengin bir his vermiş gül ile birleşince. Çok doğal kokuyor orta notalar. Bence nefis bu kısım. Alt notalarında ise baharatların hakimiyeti biraz azalıyor. Onun yerine tütsü geliyor. Biraz da misk hissediliyor. Gül çok basın haliyle. Hala çok doğal ve güzel Lyric Man.

Parfümümüz gerek şişesinin renginden gerekse resmi tanıtımlarından anlaşılacağı üzere gül merkezli. Çok doğal, yüksek kaliteli, modern, rafine, derin, romantik, gizemli ve biraz mistik. Amouage parfümlerinde rastladığım “hacı yağı” etkisine burada çok yer verilmemiş.


Lyric Man’ın ana ekseni baharatlı, safranlı gül diyebilirim. Tabiki Amouage kalitesini de unutmayayım. Ama gül parfümlerinin bir sıkıntılı yönü de birbirlerine çok benzeme olasılığı. Bilindiği gibi gülün çok baskın ve yoğun bir kokusu var. Onun için bir çok gül parfümü size aynı gelebilir başlarda. Lyric Man’i geçtiğimiz haftalarda denediğim Le Labo – Rose 31’e biraz benzettim. Ama bence Lyric çok daha başarılı ve derin. Etkileyici ve üst düzey. Adeta kraliyet ailesinin bir üyesinin taşıyabileceği gibi. Amouage bu anlamda çok başarılı bir parfüme imza atmış.

Şimdi Lyric Man’ın eleştirilen taraflarından birisi kadınsı olduğu yönünde. Bence çok kadınsı değil. Evet bir kadın kullansa ona da uyacaktır yoğun gül sayesinde. Ama bir erkek de rahatlıkla kullanabilir.


Diğer kafama takılan şey ise parfümün biraz düz çizgide kalması. Çok büyük değişimler göstermiyor. Başlangıcından sonuna kadar hemen hemen aynı aroma burnunuza geliyor. Diğer notalar adeta yardımcı oyuncu. Modern bir kokusu var. Eskilerden kalma bir hali yok. Romantik bile diyebilirim.

Test sürecinde Lyric Man’i hem kıyafetlerime hem de tenime bol bol sıktım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki tam bir ten parfümü. Ten üzerinde çok derin, lüks, soğuk ve etkileyici oldu. Kıyafet üzerinde sulandırılmış misk ve gül karışımı bir kokuya dönüştü. Onun için mümkünse tene sıkın.


Lyric Man diğer Amouage’lar gibi Eau de Parfum (EDP). Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlangıcında çok yüksek. Sonra normale dönüyor. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Bence sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun.

Parfüm yazarı Luca Turin, Lyric Man’i odunsu gül olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ayrıca herkese tavsiye etmiş.


Artıları:
+ Orta kısmı harika.
+ Yüksek kalitesi ve rafineliği etkileyici.
+ Derin ve gizemli doğası için bile denenebilir.

Eksileri:
- Biraz düz çizgide ilerliyor.
- Çok yüksek fiyata sahip olması sebebiyle ulaşmak oldukça zor.

Koku Güzelliği: 10/8.5  

5 Kasım 2012 Pazartesi

Cartier – Pasha de Cartier (1992)



Cartier – Pasha de Cartier (1992)  Markanın eski tarz erkek parfümlerinden.

Çalışma Şekli: Otomatik.
Kasa Tipi: Beyaz Altın.
Kordon Tipi: Timsah Derisi.
Kalibre: 8.000
Çap: 42 mm.
Kalınlık: 8 mm.
Cam: Safir.
Kadran: Gümüş.

Evet itiraf ediyorum. Saatler konusunda çok bilgili ve ilgili değilim. Oysaki saat, aksesuarlar içinde belki de en önemlisi. Şık bir kıyafeti tamamlayan ve pekiştiren yegane öğe. Hatta günlük veya spor giyimin bile havasını değiştirebilir güzel bir saat. Malum cep telefonlarının yaygınlaşması ile birlikte sanırım insanlar artık saat takmaktan da vazgeçiyorlar. Ama kolunuzda duran hoş bir saatin yerini tutabilir mi? Tabiki hayır.


Parfüm Merakı sayfasını yazarken bende sizler gibi yeni yeni şeyler öğreniyorum. Yukarıda yazdığım özellikler anlaşılacağı üzere bir saate ait. Cartier’in Pasha isimli saat serisinin hikayesi 1930’lu yıllara kadar uzanıyormuş. Cartier, bir Fas paşası için tasarlamış bu saati. Bu paşamız suya girdiğinde etkilenmeyecek bir saat istemiş. Ve Cartier markası da dünyanın ilk gerçek anlamda “su geçirmez saatini” Pasha ismi ile üretmiş. Paşa’nın asker olması sebebiyle savaşlarda ve zor koşullarda kullanılabilecek bir saat olması düşünülmüş. Pasha saatlerinin ilk üretimlerinin üzerlerinde koruyucu bir metal kafes bulunuyormuş. Tabiki zamanla bu kafes artık konulmaz olmuş.

Görüldüğü üzere Cartier’in Pasha parfümü ismini markanın bir saatinden almış. Dünya mücevher sektörünün en önemli oyuncularından olan Cartier, parfümlere yabancı bir isim değil. Bir çok parfüme imza atmış durumdalar. Pasha de Cartier ise markanın biraz geçmişte kalmış eserlerinden birisi. Kendi sitelerinde aromatik fujer olarak sınıflandırmışlar. Ayrıca erkeksi bir eğrelti otu kokusu olduğunu vurgulamışlar. İlk sıktığımda ferah sayılabilecek bir nane ve turunçgiller beni karşıladı. Mentollü bir açılışı var Pasha’nın. Doğal olarak üst notalar kısa bir süre sonra etkisini kaybediyor. Yani nane-turunçgil aroması çok fazla etkinliğini koruyamıyor. Başlangıcı doğal ama pek bana göre değil.


Orta notalarda parfümün fujer karakteri ortaya çıkıyor hemen. Aromatik otlar, lavanta ve baharatlar merkeze yerleşiyor bu kısımda. Fakat oldukça “eski ve erkeksi” diyebilirim. Yani günümüzün modern parfümlerine pek benzemiyor Pasha. Baharat derken muhtemelen kişniş. Fakat çok keskin değil. Gayet aromatik bir halde. Orta notalarındaki lavantayı pek kendime yakın bulamadım.

Son kısımda yine kokusu değişiyor. Aromatik baharatlara bu sefer deri ve silhat (paçuli) ekleniyor. Bu kısımda lavanta geri planda kalmış. Alt notaları da doğal ve şık ama yine bana göre değil.

Pasha de Cartier 1980’lerin zengin, detaylı aromatik fujerlarına bir gönderme gibi. Üst, orta ve alt nota geçişleri ustaca. Yapaylığa rastlanmıyor. Zorlama bir kokusu yok. Ne istediğini bilen bir karakteri var. Ve de kimi hedeflediğini…


Parfümümüz oldukça erkeksi yapıda. Belli bir yaşın üzerindeki erkeklere seslendiği çok açık. Fazla tatlılık bulunmuyor. İyi dengelenmiş bir arkadaş. Eğer Yves Sait Laurent – Jazz, Ralph Lauren – Safari gibi parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Hatta bence bu iki parfümden çok daha başarılı ve rafine. Amaaa…

Şimdi bu tür erkeksi, beyefendi, tozlu, eski ve nostaljik kokan parfümlerle aram pek iyi değil malumunuz. Onun için Pasha de Cartier’i hiçbir zaman alıp kullanmayacağım. Hayatımın parfümü de olamayacak. Belki yaşımın 40’ı geçtiği yıllarda düşünebileceğim bir seçenek. Eğer bu tarz parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Muhtemelen seveceksiniz.


Pasha de Cartier’i ünlü burunlardan Jacques Cavallier tasarlamış. Luca Turin ise beni yine şaşırttı. Pasha’ya beş üzerinden sadece bir yıldız vermiş. Ve hiç beğenmemiş. 1992 yılında piyasaya sürüldüğünü düşünürsek formülünde küçük değişiklikler yapıldığını rahatlıkla düşünebiliriz.

Başlangıçtaki nane patlaması dışında genel olarak zayıf bir parfüm. Tene yakın kalıyor. Kalıcılığı ise fena değil. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Denemeden almayınız. Herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil.

Artıları:
+ Belli bir yaşın üzerindeki erkekleri memnun edebilecek kokusu.
+ Yoğun bir yapaylık barındırmıyor.

Eksileri:
- Başlangıcı pek bana göre değil.
- Biraz fazla eski moda kokuyor.
- Farkedilirliği zayıf.

Koku Güzelliği: 10/6.5

1 Kasım 2012 Perşembe

Yves Saint Laurent – Opium Pour Homme (1995)



Yves Saint Laurent – Opium Pour Homme (1995)  Markanın erkek parfümlerinden.

Modern anlamdaki parfümlerin, çok uzun sayılamayacak tarihi içinde kült haline gelmeyi başarmış kadın parfümleri muhakkak ki mevcut. Evet Parfüm Merakı sitesinde ağırlıklı olarak erkek parfümlerini yazıyorum. Ama yeri geldikçe kadın parfümleri hakkındaki düşüncelerimi de söylüyorum. Çünkü hayat sadece beyazdan ya da siyahtan ibaret değil. Yani sadece erkek parfümlerinden bahsetmek hiç de adil olmaz.

Büyük başarılara imza atmış birkaç kadın parfümü geliyor aklıma hemen. Gucci – Rush, Christian Dior – Dune, Lancome – Hypnose, Calvin Klein – Euphoria.

İlginç olan ise bu başarılı kadın parfümlerinin isimlerinin sonuna “Pour Homme veya For Men” konularak erkek versiyonları çıkarıldı. Ama hiçbiri kadın versiyonlarının başarılarını yakalayamadı. Çünkü onlar gerçek bir fikrin ve buluşun eseriydiler. Çünkü onlar orijinaldiler. Çünkü onların genetiği gerçekti. Çünkü onlar safkan kadın parfümü olarak üretilmişlerdi. Çok tutan bir parfümün ticari uzantısı kokulardan değillerdi.

Bu tür parfümlerin en göze çarpan örneklerinden birisi de Opium. İlk olarak 1977 yılında kadın parfümü olarak piyasaya sundu Yves Saint Laurent. Baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Opium’un kadın parfümü, ilk çıktığı dönemlerde büyük ilgi çekmişti muhtemelen.

Zaten parfümün ismi bile kışkırtıcıydı. “Afyon” anlamına gelen ismi, Opium’un etrafında her zaman bir “acaba” sorusunu aklına getirdi insanların. Ve ilginç şehir efsaneleri oluşturuldu. Çünkü 1977 yılında çıkarılan bir parfüme “hafif uyuşturucu” olarak tanımlanan bir ismin verilmesi sanırım çok normal karşılanmamıştır. Tam da burada duyduğum küçük dedikoduyu da vermem gerek. Yves Saint Laurent’in hayatının bir kısmında sıkça uyuşturucu kullandığını biliyoruz. Opium isminin belki buraya bir gönderme olduğunu düşünebiliriz.


Gelelim kadın parfümü klasiklerinden olan Opium’dan on sekiz sene sonra, aynı isimle 1995 yılında çıkarılan erkek kardeşine. Opium Pour Homme ilk çıktığında isminin de etkisiyle sesini duyursa da ilerleyen yıllarda biraz geri planda kalmış gibi duruyor. Benimde merak ettiğim parfümlerden birisiydi. Bakalım bu arkadaş ile anlaşabilecek miyiz?

Opium Pour Homme aynı ablası gibi baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda keskin ve yoğun sayılabilecek bir koku üzerime geliyor. Başlangıcı ilginç karanlık meyveler, biraz tütün benzeri tema ve anason ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Siyah kuş üzümü ve yıldız anason görünüyor. Bu tatlı meyvelerin sebebi muhtemelen siyah kuş üzümü. İçki benzeri koku ise yıldız anasondan geliyor olabilir. Fakat bence biraz sigara dumanı benzeri tütün kokusu da var. Parfümün açılışını gayet başarılı buldum.


Bir süre sonra orta notalara geçildiğinde bu tatlı, karanlık, derin meyveler ve anason kokusu kalmıyor. Onun yerine baharatlar ve odunsu notalar baş role geçiyor. Karanfil, tarçın, biber ve karabiber olabilir. Fakat kötü haber bu baharatlar ve odunsu notalar çok yapay kokuyor. Oldukça metalik ve bence kalite anlamında başarısız. O güzel başlangıçtan sonra bu yapaylık tam bir hayal kırıklığı oluyor.

Son kısımda parfüm yine radikal bir değişim geçiriyor. Bu seferde yapay baharatlar ve odunsu notalar ortadan kayboluyor. Alt notalarında hayvansal sayılabilecek bir vanilya merkeze geçiyor. Çok güzel ve lüks. Nefis bir kapanış yapıyor Opium Pour Homme.


Opium Pour Homme beni ikilemde bırakan, şaşırtan parfümlerden birisi oldu. Başlangıcı çok güzel. Orta notaları kötü. Sonları ise harika. Gelin şimdi siz karar verin güzel mi değil mi diye.

Parfümün başlangıcı bana çok sevdiğim bir kokusu olan Jacques Bogart – Bogart Pour Homme’u hatırlattı. Biraz da Thierry Mugler’in yurt dışında büyük ses getiren içki temalı limitli üretim parfümü A Men Pure Malt’a benzettim. Son kısımdaki şık vanilya kullanımında ise Caron – The Third Men ve Guerlain – Jicky havası sezdim sanki.

Opium Pour Homme’u deneyen ya da kullanan bazı kişiler onun içki temasına sahip olduğunu söylemiş. Bence de haklılar. Parfümün genel aurası etrafa içkimsi bir hava veriyor. Sanırım bu durumu yıldız anason sağlıyor. Ben sıcak içki temasını beğendim. Daha çok viski-likör gibi bir hali var diyebilirim. Ama baskın koku hiçbir zaman içki-alkol değil. Asıl olarak kuş üzümü, baharatlar, anason ve vanilyadan oluşuyor ana kompozisyon. Genel itibariyle tatlılık mevcut kokusunda. Neyseki ayarı kaçmamış bir tatlılık söz konusu.


Şimdi iyi de Opium’un orta notalarındaki metalik yapaylık da neyin nesi. Yani Yves Saint Laurent gibi bir marka nasıl böyle bir duruma izin vermiş. Bence bu durum reformülasyon ile ilgili olabilir. Muhtemelen ilk formülasyonu böyle değildi. Küçük bir değişiklik ile orta kısım bu hale gelmiş olabilir.

Farklı bir deneyim oldu Opium benim için. İyi ki kullanmışım. Zigzaglar çizen bir arkadaş. Başları güzel, ortaları kötü, sonları ise çok iyi. İnsan böyle bir parfüme karşı nasıl bir not verebilir ki.

Parfümün 1995 yılında çıktığını düşünürsek 20 yaşına yaklaşıyor. Ona rağmen çok modern bir kokusu var. Günümüzün modern baharatlı oryantallerine iyi bir örnek diyebilirim. Ama bir şişesini almaya değer mi? Sanırım hayır.


Opium Pour Homme’u ünlü burunlardan Jacques Cavallier tasarlamış. Parfüm kritikçisi Luca Turin ise kitabında beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş ve odunsu aromatik olarak sınıflandırmış. Bol baharatlı, sıcak vanilyamsı kokusu yaz mevsiminde kullanmaya çok uygun görünmüyor. Sonbahar-kış mevsimleri için fena bir seçenek değil.

 Artıları:
+ Başlangıcını beğendim.
+ Sonları gayet başarılı.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta notalarını beğenmedim.

Koku Güzelliği:10/7