29 Ocak 2013 Salı

Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)



Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)  Markanın misk temalı ilginç parfümü.

“1260’lı yıllarda Niccolo ve Maffeo Polo kardeşler benzerine az rastlanır bir seyahate çıkacaklardı. Venedikli olan iki kardeş İstanbul, Sudak ve Moğol İmparatorluğu'nun batı kısmında ticaret anlaşmaları yapmışlardı. Mücevherat, ipek ve diğer kıymetli eşya ticareti yapan kardeşler, kendilerine yeni fırsatlar arıyorlardı. Venedik’ten kalkıp Rusya’ya kadar gittiler. Tam geri dönecekleri sırada Çin’de imparator olan Kubilay Han’ın özel delegeleri ile karşılaştılar. İtalya’ya dönmek yerine delegelerle birlikte Çin’e gitmeye karar verdiler. İmparatorluğun başkenti Pekin’de Kubilay Han tarafından çok iyi bir şekilde ağırlandılar. Birkaç yıl burada kalan iki kardeş, daha sonra Venedik’e geri döndü.

Bu seyahatten iki yıl sonra Polo kardeşler bu sefer Papa IX. Gregorius’un mektubunu Çin İmparatoru Kubilay Han’a götürmek için yola çıkacaklardı. Niccolo Polo, bu uzun seyahate oğlu Marco Polo’yu da götürmeye karar verdi. Genç Marco Polo, henüz 17 yaşındayken çıkacağı 2-3 yıl sürecek zorlu yolculuk nedeniyle heyecanlıydı. Rivayete göre Venedik’ten çıkıp önce İskenderun’a geldiler. Buradan deniz yolunun güvenli olmadığını düşünerek, bugünkü Türkiye sınırlarına paralel şekilde Doğu Anadolu üzerinden İran’a geçtiler. Asyanın çöllerini ve geçit vermez dağlarını (Pamir dağları ve Gobi çölü) aşıp Çin’e ulaştılar.


Onları yine dostane şekilde karşılayan İmparator Kubilay Han’ın, yaşına göre zeki ve bilgili Marco Polo ilgisini çekti. Genç Marco Polo İmparatorun koruması altına alındı. Burada Çince öğrenen Marco Polo, Kubilay Han’ın resmi elçisi olarak tam 17 yıl boyunca bütün doğu ülkelerini dolaştı. Daha önce hiç görmediği ve bilmediği doğu uygarlıklarının toplumsal hayatlarını en ince ayrıntısına kadar “II Milione” kitabında yazdı. Bu kitap o zamanların en önemli kitabı olarak batı dünyasına ışık tutmuştu hiç tanımadıkları doğu hakkında. Şüphesiz o dönemler doğu ülkeleri, batı medeniyetinden çok daha ileri uygarlık kurmuşlardı. Kubilay Han belki de farkında olmadan, Avrupa kıtasının, doğu ülkelerini tanımasına ve tarihin önemli dönüm noktalarından birisine vesile olmuştu. Pek kimdir Kubilay Han?

Kubilay Han, Büyük Moğol imparatorluğun, Çin kolunun kurucusudur. Çok iyi bir eğitim görmüş. Çince, Moğolca, Türkçe, Tibetçe biliyor ve bu dilleri edebiyatları ile tanıyordu. Daha genç yaşta iken edebiyata, sanata, fen bilimlerine ilgi duyuyordu. Buda dinini kabul etmişti. Fakat hiçbir zaman, din tutuculuğu yapmamış, her dinden insanlara, ülkesinde ve yönetiminde yer vermişti. Müslümanlara olduğu kadar Hıristiyanlara da hoşgörü göstermişti. Bazı Müslüman ve Türkleri, genel valiliklere ve hatta başbakanlığa atadı. Onun önem verdiği şey, insanın inancı değil, vicdanı ve yeteneği idi.


Kubilay tahta geçtikten sonra Çin’e yöneldi. Önce Moğolistan’ın başşehri olan Karakurum’u bırakıp Hanbalık’a (Pekin) yerleşti. Emrindeki kuvvetleri, Çin’in çeşitli bölgelerine saldırttı. Uzun, amansız mücadele yılları yaşadı. Çin, büyük bir ülke idi ve her adım başında tuzaklarla dolu idi. Kubilay Han yılmadı ve 1276 yılında, bütün Çin’in istilâsını tamamladı. Artık, Çin Denizi’nden Saltık Denizi’ne kadar uzanan kocaman bir imparatorluğun başında bulunuyordu.

Kubilay, Pekin saraylarına yerleşmiş bir cihangirdi ama dünyanın dört bir ucunda olup bitenleri takip ediyordu. Pekin, eski bir uygarlık merkezi idi. Büyük bir imparatorluğun merkezi uygar bir şehir olmalıydı. Burada birçok okul açtı. Hastaneler kurdu, kitaplıklar inşa ettirdi, yeni yollar açtı. Pekin’i bir ucundan öbür ucuna kesen büyük yollar, Kubilay zamanında yapılmıştı. Dünyanın ilk posta teşkilatını Pekin’de kuran Kubilay’dır. Takas vasıtası olarak bilinen altının yerine kâğıt para, ilk kez Pekin’de basıldı ve piyasaya sürüldü. Çin buluşu olan barut, Kubilay Han’ın elinde top haline getirilmiş ve ilk kez Çinlilere karşı kullanmıştı.

Kubilay Han 1294'de öldüğü zaman, dünyanın en büyük imparatorluğunu arkasında bırakmıştı. Emrindeki ülke topraklarının yüzölçümü 24 milyon kilometrekaredir. Bir başka deyişle, bugünkü Avrupa sınırlarının iki katı büyüklüğünde bir imparatorluğun başı idi. Bir ucu Çin Denizi’nde, bir ucu bugünkü Polonya sınırlarında 300 milyon insanın yaşadığı bir ülkeye hükmetmişti.”


Bu popüler bilgileri ve Marco Polo’nun hikayesini neden anlattığımı sanırım tahmin ettiniz. Dünya tarihinin böylesine önemli figürlerinden olan İmparator Kubilay Han’ın Serge Lutens’in parfümüne isim babalığı yapması beni hem heyecanlandırdı hem de merakımı kamçıladı açıkçası. Uzun zamandır en ulaşmak istediğim parfümlerden birisiydi Muscs Koublai Khan. Bu ismi Türkçeye “Kubilay Han Miski” olarak çevirebiliriz. Parfümümüz markanın kendi sitelerinde “Fouets de Velours / Sudden Sweetness” serisine üye olarak gösterilmiş. Fragrantica’da ise şipre olarak sınıflandırılmış. Artık geçelim detaylara.

Parfümün başlangıcı oldukça farklı ve hayvansal misk-civet ile gerçekleşiyor. Küçük bir şok yaşıyorum daha ilk saniyelerde. Muscs Koublai Khan’ın üst notaları çok zor. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Aynı hayvansallık daha artıyor. İnanamıyorum. Bu bir rüya olmalı. Sanki hayvanlara vurulan semerlere benziyor bu koku. Yada bir atın kokusu gibi. Son kısımda ise hayansal misk oldukça azalıyor. Alttan kendisini egzotik amber göstermeye çalışıyor. Bu kısım neyseki daha sevilebilir.

Öncelikle Serge Lutens’in kendi sitesinde parfümünü kısaca nasıl tanımladığına bakalım:

“Çin İmparatoruna çamurlu botları ve diğer tüm şeyler için üstüne basmak amacıyla değerli kürkler serilirdi.

Ultra hayvansı misk ve diğer tüm yanık hayvan postu bu parfüm içerisinde heyecan verici bir sahneye çıkış sağlar. Agresif olmalarını dikkate almayın: bir kere tene değdiği zaman pençelerini geri çekip doldurulmuş patiler haline gelirler.”
 

Baştan söyleyeyim ki karşımızda normal bir parfüm yok. Bilinen parfüm kurallarını kökünden sarsmaya aday dersem abartmış olmam. Muscs Koublai Khan’ın başlangıcındaki güçlü ve sert hayvansallık inanılmaz. Pis kokan, terlemiş insan vücudu yada ölmüş hayvan cesedi. Hatta idrara bile benzetebilirsiniz. Nasıl koktuğuna sizin hayal gücünüz karar versin en iyisi. Eğer mideniz ve bünyeniz çok sağlam değilse koklarken dikkatli olun. Mide bulantısı veya kusma bile yaratabilir buradaki hayvansal misk-civet ikilisi. Algıları zorlayan, insanın psikolojisini alt üst eden, rahatsızlık veren üst notalar için daha fazla ne söyleyebilirim ki… Burnuma sahici bir yumruk yemiş gibiyim. İşin ilginci orta notalarda bu hayvansallık daha da artıp, en üst seviyeye ulaşıyor. Yurt dışında bu tür kokuların büyük bir hayran kitlesi var. Zaten birçok parfüm platformunda övüle övüle bitirilemiyor, ortalığı birbirine katıyor. Ama benim için fazla rahatsız edici. Son kısım ise bence en güzel ve kabul edilebilir tek tarafı. Buradaki amber kullanımına bayıldım.

Sanırım anlaşılmıştır ki bu parfüm görüp görebileceğiniz en uç kokuya sahip 3-5 eserden birisi. Kullanması ve sevmesi çok zor. Özellikle başlangıcındaki ve orta notalarındaki o hayvansallık herkesin harcı değil. Serge Lutens böyle bir parfümü tabiki bilinçli olarak oluşturmuş. Kubilay Han gibi güç simgesi bir ismi, Orta Asya ve Çin bozkırlarında at üzerinde hayal etmemizi istemiş olabilir.


Bu parfümü geçtiğimiz haftalarda denediğim Maison Francis Kurkdjian’ın Absolue Pour Le Soir’ine benzettim. Bence ikisinin de başlangıçları benzer şekilde hayvansal miske sahip. Fakat ilerleyen saatlerde farklı karakterlere bürünüyorlar. Muscs Koublai Khan, daha düz çizgide ilerlerken, Absolue Pour Le Soir oldukça değişiyor ve hayvansallık miktarı azalıyor. Hatta Muscs Koublai Khan’ı biraz L’Artisan Parfumeur’un tuhaf deri parfümü Dzing’e bile benzettim. Muscs Koublai Khan’da deriden ziyade misk-civet baskın olarak kullanılmış. Azıcık da Yves Saint Laurent – Kouros efektine sahip. Parfümün sonları çok olmamakla birlikte oldukça tatlı. Başları ve orta kısmında ise yoğun bir tatlılık yok. Tatlılık için muhtemelen bal kullanılmış.

Muscs Koublai Khan hiç şüphesiz parfüm sanatının en ilginç eserlerinden birisi. İtici, gaddar, vahşi, kaba, ilkel ama aynı zamanda tuhaf, erotik, biraz da pornografik. Bence tam “ya aşık ol yada nefret et” tarzında. Zıtlıkların kokusu adeta. Aslında çok kompleks yapıya sahip değil. Hatta basit bile diyebilirim. Başlangıcından alt notalarına kadar çok değişmiyor. Bir tek son kısım farklı. Eşine çok rastlanacak bir arkadaş değil. Günlük kullanıma uyar mı ondan da şüpheliyim. Başlangıcı oldukça saldırgan iken, sonlara doğru evcilleşiyor, sakinleşiyor. Bu parfümü sıkıp, dışarı çıktığınızda nasıl tepkiler alacağınızı sanırım tahmin edersiniz. Yani çok özel bir parfüm. Belki de koleksiyonerler için bulunmaz şaheser. Ama bizim gibi sıradan kişiler için çok uygun olduğunu sanmıyorum.


Muscs Koublai Khan’ın kokusuna benzer bir hissi nerede yaşayabiliriz? Uçsuz bucaksız Gobi çölünde ava çıkmışken olabilir. Belki de Mısır’daki piramitlerin etrafında turistlerin gezdirildiği deve turuna katıldığımızda burnumuza gelebilir. Yada Arizona’da çok büyük bir sığır çiftliğinde çalışırken. Belki de maceraperestler gibi her şeyini satıp, sırt çantası ile yürüyerek dünya turuna çıkan kişilerin, Himalayaların eteklerinde hayvancılık yapılan bir köyden geçerken burunlarına gelen koku da olabilir. Hatta birbirine aşık kadın ile erkeğin, tutkulu ve aşk dolu sevişmeleri sırasında bedenlerinden yayılan hormonlar yada kimyasallar bile olabilir. Ama bu parfüm İstanbul’daki İstiklal Caddesinde, Ankara’daki Sakarya Caddesinde yada İzmir – Kordon’da yürüyüşe çıkarken kullanılabilecek bir yapıda değil. Bence “Özel parfümler, özel yerlerde kullanılmalı.”

Bu parfümü kimler mi kullanır. Hemen hayal gücümüze başvuralım. Mesela Barbar Conan’a çok yakışacaktır. Yada Amerikan tarihinin ilginç kişiliklerinden olan bizon avcısı Buffalo Bill. Belki de meşhur kamçısı ile maceradan maceraya koşan arkeolog İndiana Jones. Hatta yeni nesil oyun karakteri Lara Croft bile kullanabilir. Boğa güreşçisi İspanyol bir matadora uymaz mı? Neden olmasın.

                                               Bu arkadaşa ne kadar da yakışırdı Muscs Koublai Khan :))

Luca Turin’in kitabında bu parfüm hayvanca misk olarak sınıflandırılmış. Ayrıca “En iyi tuhaf parfüm” olarak seçilmiş ve beş üzerinden dört yıldız verilmiş. Ve şunlar yazılmış:

“Diğer hiç bir parfüm bu güçlü hayvansı panzehir kadar miske yakın olamaz, buna rağmen modası geçmiş ve uygunsuz doğal misk ile renklendirilmiş de değildir. Muscs Koublai Khan ile ilgili "bir haftadır suya dokunmamış deve sürücüsünün koltukaltı" şeklindeki yorumları okuduktan hemen sonra endişelenmekten vazgeçip bu bombayı sevmeye karar verdim. Koku aynı ama kabusum bitti. Bu parfüm kayıp dünyanın şömineli saraylarında bir fantezi, iki kişinin bir yorgan altında duygusal/yoğun, uykulu sıcaklığı. Misk kedisinin ve kunduz yağının rahat, sıcak hayvan kokusu, dumansı balsam ve güçlü sentetik miskler size sevgilinizi vahşi kürklerin içinde düşünmeniz imkanını verir. Kağıt üzerinde bir parça ürkütücü olsa da tende samimi, yanık balmumunun arkaik kokusu; Coledridge'in "Han" adlı şiirindeki mısrası daha ikna edici olabilir- "bal çiy yedi ve Cennetin sütünü içti."     

Muscs Koublai Khan, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Parfümün tasarımını ünlü burun Christopher Sheldrake yapmış. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın. Bir kadında nasıl durur bu koku düşünemiyorum. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Parfüm konusunda fazla deneyimi olmayan, yaşı genç arkadaşlara tavsiye etmem. Bence bu parfüm için acele etmeyin.

Artıları:
+ Sonlarındaki amberi çok beğendim.
+ Parfüm sanatının uç örneklerinden birisi.
+ Size yaşattığı macera duygusu anlatılmaz.

Eksileri:
- Biliyorum karakteri böyle ama bu koku nasıl sevilir bilemiyorum.
- Herkesin sevemeyeceği, giymesi çok zor bir parfüm. Denemeden sakın almayın.
- Oldukça yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5

27 Ocak 2013 Pazar

Miller Harris – La Fumee (2011)



Miller Harris – La Fumee (2011)  Markanın erkek kullanımına uygun odunsu parfümü.

İngilizlerin kültür, sanat veya mimari alanlarında çok büyük eserleri olmasa da geçtiğimiz yüzyılın en büyük imparatorluğu olduğunu kabul etmek lazım. Elde ettiği sömürgeleri ile “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” deyimi İngiltere’nin 19. yüzyıldaki dünya siyasetine egemenliğini temsil etse de, 20. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başladı İngiltere’nin siyasal gücü.

İngiltere'nin isminin bazı yerlerde hala "Birleşik Krallık" olarak geçmesi belki de artık dünya siyesetinde çok büyük etkisi kalmayan İngilizlerin ruhlarını ve egolarını tatmin etme şekli olabilir. Sebebi her ne olursa olsun, yakın tarihe damgasını vuran İngiltere'nin, parfümler alanında sessiz kalması düşünülemezdi. Tarihi eskilere dayanan Penhaligon's, Creed, Floris, Geo F. Trumper gibi köklü markalara sahip İngilizler, Czech & Speake, İlluminum, Jo Malone, Roje Dove gibi yeni sayılabilecek parfüm markaları da çıkarmayı başarmış görünüyorlar. Fakat parfüm endüstrisinde hala Fransızların oldukça gerisindeler. Bu çok açık bence.


Yeni sayılabilecek İngiliz niş markalarından birisi de Miller Harris. 2000 yılında kurulan marka, şimdiden 27 parfümlük bir koleksiyona ulaşmış durumda. Miller Harris 2011 yılında iki parfüm piyasaya sürdü. La Pluie kadınların, La Fumee ise erkeklerin beğenisine sunulmuş. İki parfümü aynı tarihlerde tanıtılmışlar anladığım kadarıyla. Ben ise bugün erkek kullanımına daha yakın olduğu düşünülen La Fumee'ye göz atacağım.

La Fumee Fransızca bir kelime. Anlamı ise dumanmış. Burada parfümün genel yapısı ile ilgili küçük bir ipucu var sanırım. Kendi sitelerinde La Fumee'yi odunsu olarak sınıflandırmışlar. Fragrantica'da ise odunsu oryantal olarak geçiyor. Parfümün başlangıcı derin ve biraz karanlık sayılabilecek odunsu notalarla gerçekleşiyor. Genellikle parfümlerin üst notalarında böyle bir odunsu kullanıma rastlamıyoruz. Sanırım La Fumee daha ilk saniyelerde nasıl bir koku ile karşılaşacağımızı bize gösteriyor. İlk kısımdaki yumuşak tütsü benzeri odunsu notalar bence gayet güzel. Doğal ve olması gerektiği gibi. Tatlılık fazla yok. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada odunsular hala etkili. Ama aradan kendisini güçlü şekilde yumuşak baharatlar gösteriyor. Muhtemelen kişniş ve kakule. Bu kısım da güzel tasarlanmış. Son olarak da biraz sandal ağacı ve tütsü kapanışı yapıyor. Alt notaları da kötü değil. Yani özetle odunsu notalar, aromatik baharatlar ve tütsü temelinde tasarlanmış kokusu.

                                         Markanın kurucusu Lyn Harris, La Fumee'yi kısaca anlatıyor.

La Fumee genel olarak yapaylık barındırmayan, yumuşak ve sakin bir kompozisyona sahip. Odunsu notalar her zaman ön planda. Tütsü benzeri odunsulara baharatlar da destek veriyor. Çok ilginç bir yanı olmasa da tanıdık bir kokusu var La Fumee'nin. Hatta bence güvenli sayılabilecek ve herkesin sevebileceği bir odunsuluğa sahip. Parfümün ismindeki duman hissini hem başlangıçta hemde sonlarda farkedebiliyorsunuz.

Parfümümüz açıkçası beni çok etkilemedi. Hatta uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağa benziyor. Fakat bu demek değil ki kötü bir parfüm. Günümüzün bir çok uyduruk, bol şekerli parfümlerine verilecek parayı La Fumee'ye vermek hiç de yanlış olmaz. Ama benim için "işte budur" efektine sahip bir kokuya sahip değil. Belki de bu kadar odunsu ve tütsümsü kokuları sevemiyorum.


La Fumee yeni ve modern bir parfüm. Niş standartlarında bir arkadaş. Kalite anlamında söyleyecek şeyim olamaz. Lyn Harris iyi iş çıkarmış. Ama benim için sadece "evet güzel parfüm". Daha fazlasını yaşatamadı.

La Fumee, Eau de Parfüm (EDP) konsantrasyonunda. Kimi yorumcular kadınlarında kullanabileceğini yazmışlar. Bence erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olacaktır. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.      

Artıları:
+ Genel olarak kalitesi yeterli.
+ Bol şekerli olmayan odunsu parfüm arayanlar deneyebilir.

Eksileri:
- Çok olumsuz bir yanına rastlamadım. Ama hayatınızın parfümü olmayacağı açık.

Koku Güzelliği:10/7

24 Ocak 2013 Perşembe

Carolina Herrera – CH Men (2009)



Carolina Herrera – CH Men (2009)  Markanın erkek parfümlerinden.

Evet evet çok iyi hatırlıyorum. İlk karşılaşmamızı. Daha doğrusu ilk tanışmamızı. Hatta onun kokusunun burnuma ilk gelişini. Bir yakın arkadaşım aracılığıyla. Zaten hep öyle olmaz mı? Etrafımızdaki olaylar duygu dünyamızı şekillendirmez mi? Bize yeni ufuklar açmaz mı? Yada bizi felaketlere sürüklemez mi? Hayatımızın akışını değiştirir çoğunlukla etrafımızda geçen olaylar ve hayatımıza giren kişiler. Ve genellikle bizi bekleyen kaderimize gitmekten başka ne yapabiliriz ki?

Oysaki hayatımız ne kadar kısa ve ne kadar çabuk geçip gidiyor. İnsan 20'li yaşların heyecanı ve "bana bir şey olmaz" umursamazlığı ile etrafındaki bir çok şeyi göremiyor, görse bile anlayabilecek muhakeme yeteneğine sahip olamıyor. Onun için tecrübe sanırım hayatın her alanında insanların en büyük yardımcısı ve yol göstericisi. Büyüklere neden saygı göstermemiz ve onların sözlerini dinlememiz gerektiğini artık daha iyi anlıyorum.

Bu aralar çok düşünüyorum. Tek bir şeyi değil. Bir sürü farklı şeyi. Ölümü, ölümün sonrasını, dünyayı, sonsuzluğu, insanların yaşam savaşını, hayatın amacını, 30 sene sonra eğer yaşarsam nasıl bir insan olacağımı, 30 sene sonra dünyanın nasıl bir yer olacağını ve daha bir sürü şeyi.. İstediğin kadar düşün çünkü çoğu sorunun cevabı yok aslında. Nasıl olsun ki. Aklıma hemen bugün büyük bir trajedi yaşayan kadının haberi geliyor. 1999 yılındaki depremde göçük altında kalan bir kadın. Oradan kurtulan ve travmayı atlatmaya çalışırken evlenen. Evlendikleri gün balayına giderken geçirdikleri trafik kazasında kocasını kaybeden kadının hikayesi. Daha sonra yeniden evleniyor. Bu seferde eşi gözlerinin önünde vurulup öldürülüyor. Kendisi de kurşunlardan nasibini alıyor ve ağır yaralı olarak kurtuluyor. Bu kadının başına daha ne gelebilir ki. Daha ne yaşayabilir ki. Hayat daha ne kadar tokat atabilir ona. Oysaki duymadığımız ve haberimiz olmayan binlerce böyle hayat var dünyanın çeşitli bölgelerinde. Dilimize muhtemelen yabancı dillerden giren "Seni yıkamayan güçlük, seni güçlendirir" sözü belki de doğrudur. İnsan öyle bir varlık ki, kimi zaman tahmin edebileceğinden çok daha güçlü olabiliyorken bazen de sandığından çok daha zayıf ve aciz olabiliyor. Yani hiç birimiz mükemmel değiliz.

Tahmin ediyorum ki çoğunuz bir an önce parfümün incelemesine geçmemi istiyor. Ama dünya sadece güzel şişelere doldurulmuş kokulu sıvılardan ibaret değil ki. Parfüm Merakı blogu hayatın içinde yaşayan bir organizma gibiyse, bunun gereklerini de yerine getirmek zorunda. Ama çok abartmadan, sıkmadan ve itham etmeden.


En baştaki paragrafa döneyim o zaman. Bir tanışmadan bahsetmiştim kısaca. Bu tanışma hikayesi 5-6 yıl geriye gidiyor. Carolina Herrera'nın en sevilen ve ilgi gören erkek parfümü kuşkusuz 212 Men. Bu çiçeksi miskli kokuyu o zamanlar ilk defa arkadaşımın üzerinde duyduğumda çok sevmiştim. Etrafa mutluluk ve canlılık saçan bu parfümün, karşı cinsinde oldukça ilgisini çektiğini daha sonra yaptığım okumalarımda anlamıştım. Daha sonra bir başka Carolina Herrera parfümü Chic For Men elime geçti. Bir dönem severek kullandığım bu parfüm zamanla yeterince ilgi çekici gelmemeye başladı. Maymun iştahlı parfüm sever refleksi ile hemen elimden çıkarıp, yeni kokulara yelken açtım. Sonrasında Carolina Herrera'nın eski dönem klasiklerinden olan Herrera For Men'i bir heves denedim. Fakat tam istediğim gibi değildi. Son Carolina Herrera parfümüm ise bir şişe 212 Sexy Men oldu. Başarısız parfümlerdendi diyebilirim rahatlıkla.

2009 yılında ise marka yeni ve farklı bir erkek parfümüne imza attı. Güzel bir şişe ile sunduğu parfüme markanın baş harfleri olan CH ismini verdi. Bir de kadın versiyonu olan CH Men için şöyle bir tanıtım yazısı hazırlamışlar:

"Herrera ailesinin en yeni erkek parfümü. İdeal Carolina Herrera erkeği için yaratılan bu parfüm stil sahibi, maskülen, kaliteli ve sofistike erkekler için yaratılmıştır. Yaşadığı her anı tutkuyla yaşamayı bilen, gizemli maceraperest erkeklere… CH MEN‘in bayan kokusu olan CH bayan ile uyumlu odunsu ve çiçeksi kokusu içinde gizlenmiş deri notaları Carolina Herrera butik koleksiyonuna atıfta bulunurken sizleri Herrera dünyasına taşıyacaktır. CH Men erkeğini tanımlayan beş kelime, macera, kalite, tutku, stil sahibi, çılgın. Modern erkeksilik. Kendi ile barışık, beklenmeyen çılgınlık. Her zaman her yerde kullanabileceğiniz bir parfüm sizin imzanız olabilecek kadar akıllarda kalıcı ve özel."


Açıkçası beni hiç de etkilemeyi başaramayan bu süslü pazarlama cümleleri, "ben bu filmi daha önce de gördüm" hissi vermesi anlamında ilginç tabiki. Parfümümüz baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Geçelim detaylara.

İlk sıktığımda oldukça tatlı metalik turunçgiller ile karşılaşıyorum. Günümüzün modern ve popüler parfümlerinde sıkça kullanılan bir yapı. Üst notalarda ilerleyen saniyelerde çiçeklerde hissedilmeye başlanıyor. Menekşe ve sanki biraz da lavanta. Oldukça yeşil kokuyor üst notalar. Kısaca tatlı turunçgiller ile tatlı erkeksi yeşil çiçeklerin karışımı diyebilirim başlangıç için. Beğendim mi? Pek değil. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yeşil çiçekler biraz sakinleşiyor. Turunçgillerde geri plana çekiliyor. Ve ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Kakule, küçük hindistan cevizi yada biber. Yine çok tatlı ve modern bir orta kısma sahip. Biraz Yves Saint Laurent - La Nuit de L'Homme'u hatırlattı. Orta kısımda çok hoşuma gitmedi. Sonlarda ise oldukça değişiyor kokusu. Yeşil çiçekler artık hiç yok. Onun yerine yapay amber, metalik ve yapay kabe samanı (vetiver), biraz deri baş role geçiyor. Bence parfümün en yapay kokan ve en başarısız yeri sonları. Alt notalarını hiç sevmedim.


CH For Men'in oluşturulmasının arkasındaki fikri çok iyi anlıyorum. Günümüzün modern ve popüler parfümleri ile rekabet etmek. Ayrıca onlardan olabildiğince müşteri çalabilmek. Peki bunu nasıl yapacak. Tabi ki rakiplerine benzeyerek veya onları taklit ederek. Ama orijinali varken neden taklidini almak isteyelim ki?

Paco Rabanne - One Million, Yves Saint Laurent - La Nuit de L'Homme, Givenchy - Play, Dolce & Gabbana - The One ve daha sayabileceğim onlarca benzer örneğe bir ek de Carolina Herrera'dan gelmiş anlaşılan. Önce tatlı turunçgiller ile açılış yapılsın. Sonrasında tatlı baharatlar ile devam etsin. Sonlarda da biraz vanilya, deri ve odunsu notalarla kapanış yapılsın. Ne kadar basit ve sıkıcı bir formül.

CH Men başından sonuna kadar yapay kokan, kalite anlamında çok şey vaat etmeyen, parfüm sektörüne hiç bir yenilik getirmeyen bir arkadaş. Ticari olarak bile başarılı bulmadım. Bir kere bu kadar yeşil çiçekler herkesin hoşuna gitmeyecektir. Çünkü menekşe zaten çok baskın bir kokuya sahip. Ve herkesin sevebileceği bir çiçek değil. Ayrıca tatlılık oranı da biraz fazla kaçmış. Kimi zaman şekerli hale dönüşen yapısı beni bile bıktırdı. Bence CH Men denemeden alınmaması gereken arkadaşlardan.


Şimdi bir yorumcunun dedikleri aklıma takıldı. Yurt dışındaki parfüm platformlarında yazan bir parfüm sever, CH For Men'in ten üzerinde çok başarılı bir parfüm olmadığını söylemiş. Demek ki kıyafet üzerinde daha iyi sonuç veriyor. Bende öyle yaptım. Kıyafet üzerine sıktığımda daha iyi sonuçlar verirken, ten üzerinde çok vasat bir parfüm karşıma çıktı. Fakat kıyafet üzerindeki hali de harikalar yaratmıyor. Ben iki uygulama şekli ile de pek sevemedim. Sanırım yıldızımız barışmayacak.

Eğer popüler piyasa parfümlerine meraklıysanız, yeşil kokan çiçekler de ilginizi çekiyorsa size uyacaktır. Fakat üst düzey bir parfüm beklemeyin. Günlük kullanıma için ideal kokusu. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır.

Artıları:
+ Yeşil çiçeksi moden bir oryantal arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Eksileri:
- Sonları çok başarısız.
- Genel olarak yapaylık hissediliyor.
- Benim için fazla "yeşil" kokuyor.

Koku Güzelliği:10/5

21 Ocak 2013 Pazartesi

Robert Piguet – Visa (2007)



Robert Piguet – Visa (2007)  Markanın kadın parfümü.

1945 neree 2007 nere... Dile kolay 62 yıl. Ortalama insan ömrünün bu yüzyılda 70 yıl civarında olduğunu düşünürsek (o da şanslıysa), 62 yıl bir nesil denilebilir. Endüstri sonrası modern dünyada, hayatın işleyişi akıl almaz şekilde hızla akıp giderken, 2-3 yılda bile köklü değişiklikler dünyayı sarsabilirken, bir parfümün 62 yıl boyunca güncel kalabilmesi mümkün mü? Sanırım pek olası değil. Bazı istisnalar dışında.

Avrupa kıtasını darmadağın eden ikinci dünya savaşı, korkunç etkilerini dünyanın farklı coğrafyalarında bile gösterirken, savaşın sona erme tarihi olan 1945 yılında bir parfümün doğuşuna tanıklık ediliyordu. Visa isimli bu parfüm ünlü modacı Robert Piquet tarafından piyasaya sürülmüştü. Orijinal versiyonundan tam 62 yıl sonra ise yeniden yorumlanarak, yeniden formüle edilerek parfüm severlerin boyunlarını süsleyecekti.


Robert Piguet'in önemli klasiklerinden olan Visa, yeni versiyonu ile karşımızda sevgili koku bağımlıları. 1945'teki ilk versiyonu Germaine Cellier ve Jean Charles tarafından tasarlanmış olan Visa, 2007 yılında Aurelien Guichard'ın imzası ile yeniden hayata dönmüş. Aurelien Guichard, Robert Piquet'in neredeyse bütün yeniden formüle edilmiş parfümlerinin tasarımını yapmış. Visa, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı sakin ve çok öne çıkmaya çalışmayan meyveler ile gerçekleşiyor. Meyveler derken şeftali, kayısı veya kuru erik gibi. Buradaki meyve kullanımı lüks, şık ve güzel. Sanki biraz pudramsılık var. Sakın akla uyduruk yapay plastiğimsi meyveler gelmesin. Tam bir niche parfüm kalitesinde üst notalar. Visa'nın başlangıcı fena değil. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Burada meyveler hala kendisini hissettiriyor. Onun yanında çiçeklerde ekleniyor. Sanki gül ön planda. Biraz da yasemin. Orta notalar tatlı meyvemsi çiçekler ile gerçekleşiyor. Fakat burada tatlılık oldukça kendisini hissettiriyor. Neredeyse şekerlilik sınırında dolaşıyor. Bu tür tatlı kokuları sevmeyenler, orta kısmından hoşlanmayabilir. Son kısım ise ne başlangıca ne de orta notalara benziyor. Koku bu andan itibaren tamamen evrim geçiriyor. Ortaya kremsi Angel benzeri paçuli çıkıyor. Alt notalar bence kremsi, yumuşak paçuli bombası.


Visa benim için büyük oranda meyvelerin hakimiyetinde. Lüks ve şık meyveler. Yapaylık hissedilmiyor. Parfüm üreticileri meyveleri genellikle bol şekerli veya vasat-yapay olarak kullanıyorlar. Fakat burada çok özenilmiş. Çünkü parfümün ana aksını oluşturuyor. Son kısım ise tamamen bağımsızlığını ilan etmiş. Meyvelerden eser yok. Bu anlamda Visa'yı iki bölüme ayırabilirim rahatlıkla. Birinci bölüm meyveli çiçeksiler. İkinci kısım Angel benzeri kremsi paçuli.

Visa'yı genel olarak gayet başarılı buldum. Başından sonuna kadar eleştirilecek çok fazla yönü yok. Belki orta kısmındaki şekerli yapı herkesin hoşuna gitmeyebilir. Onun dışında rahatsız edecek yanına rastlamadım. Robert Piquet markası bu parfüm ile iyi iş çıkarmış. Eğer meyveli-çiçeksi kokuları seviyorsanız tavsiye ederim.


Visa ile ilgili diğer konu kadınlar için mi erkekler için mi olduğu. Genellikle kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Gerçekten de meyvemsilik biraz kadınsı hava veriyor. Buna karşı çıkamam. Fakat bence o kadar iyi ayarlanmış ki erkekler de kullansa çok problem olmaz. İbre azıcık kadınlardan yana olsa da uniseks kullanıma uyacaktır.

Günlük kullanıma uyum sağlayacak, insanı mutlu eden, pozitif, modern ve neşeli bir kokuya sahip bence. Sanki ailemizden birisi gibi. Herkesin sevebileceği güvenli bir kokuya sahip diyebilirim. İyi kompoze edilmiş ve üzerinde çalışılmış olduğunu düşünüyorum. Bir çok kişi ve Luca Turin, Visa'yı geçtiğimiz haftalarda incelediğim Bond No.9 - Chinatown'a benzetmişler. Aslında haklılar. Genel olarak kokuları yakın birbirine. Zaten Visa ve Chinatown'u aynı parfümör tasarlamış. E küçük bir benzerlik olabilir tabiki. Fakat Visa çok daha lüks ve güzel. Chinatown severlere duyurulur.


Visa, ünlü bir parfüm klasiğiydi. Ve yeniden formüle edilerek günümüze taşındı. Eski yani ilk versiyonunu denemedim. Fakat yeni haline çok fazla benzemediği kimi yorumcular tarafından belirtilmiş. Küçük bir not daha ekleyeyim meraklıları için. 2011yılındaki bir söyleşisinde Sibel Can'ın da Visa kullandığı ortaya çıkmış.

Luca Turin, Visa'yı meyveli deri olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ayrıca özetle şunları yazmış kitabında:

"1945 yılında üretilen orijinal Visa'yı bir arkadaşım sayesinde kokladığım için oldukça şanslı sayıyorum kendimi. İlk formülasyon Visa, keskin, tatlı hayvansal şipre, pudralı amber, civet ve otlardan oluşuyor. Genç parfümör Aurelien Guichard, modern parfümleri sevenler için Visa'yı yeniden uyarladı. Yeni Visa, eski Visa'dan ziyade Guichard'ın diğer tasarladığı parfüm olan Bond No.9 - Chinatown'la daha çok ortak yönü var. Visa aslında meyveli şipredir. Şekerli şeftali, ciddi ve ağırbaşlı deri-odunsu stilindedir. Bu anlamda Serge Lutens'in kayısı-süet kokusuna sahip parfümü Chene'yi andırıyor."
   

Visa, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bol meyveli yapısı bence 35 yaş altındaki kişileri hedeflediğini gösteriyor. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir bence. Yazın ise dozu iyi ayarlanırsa sorun çıkartmayacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki meyve kullanımını sevdim.
+ Neşeli ve poziif yapısı etkileyici.
+ Kaliteli bir meyveli parfüm arıyorsanız Visa sizi bekliyor.

Eksileri:
- Orta kısmındaki şekerlilik soru işaretleri oluşturdu kafamda.
- Biraz yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8

18 Ocak 2013 Cuma

Parfum d’Empire – Cuir Ottoman (2006)



Parfum d’Empire – Cuir Ottoman (2006)  Markanın deri temalı parfümü.

14. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bir imparatorluk. Gerçek anlamda dünyanın son cihan devleti. Tarihin altı yüzyılına yön vermiş bir medeniyet. Küçük bir uç beyliği olarak kurulmuş. Hızla büyümesinin sonucunda İstanbul'u alarak Doğu Roma İmpartarluğunu tarihten silmiş. En güçlü dönemlerinde, Avrupa kıtasına korku salmış. Daha sonra gerileme dönemine girmiş ve trajik şekilde parçalanmış bir imparatorluk.

Parfüm üreticilerinin neden Osmanlı ismine sahip parfümler üretmediklerini merak etmişimdir. Oysaki birçok tarihi şahsiyet, olay yada ülke ile ilintili parfümler üretiyorlar. Belki bilinç altlarındaki milliyetçi duygular, belki de kendi kültürlerinden olmayana sahip çıkmama refleksi. Fakat 2006 yılında Fransa merkezli niş parfüm evi Parfum d'Empire, sağlam bir duruş sergileyerek Osmanlı isimli bir kokuyu koleksiyonunda sergilemeye başladı. Parfüm İmparatorluğunun (Parfum d'Empire), bir başka imparatorluk olan Osmanlı'ya gönderme yapması da hem ironik hem de ilginç olmuş. Cuir Ottoman (Osmanlı Derisi), markanın ilgi çekici parfümlerinden birisi. Fakat aklımı kurcalayan bir durum daha var. Osmanlı isminin kullanılmasını anlıyorum ama neden deri teması seçilmiş. Çünkü "cuir" Fransızca deri anlamına geliyor.


Tarihçiler Osmanlı Devletinin birçok farklı özelliğini sayabilir. Ama "deri" Osmanlılar için bu kadar önemli miydi ki, ciddi bir parfüm markası böyle isimlendirmiş eserini. Bu konuda bize en çok yardımcı olacak kaynak markanın kendi internet sitesi. Burada 19. yüzyılda Osmanlı devletindeki deri sanatından ilham alındığı gibi bir açıklama var. Fakat bu dönemler tam da Osmanlı devletindeki deri ticaretinin gerilediği zaman dilimi olarak belirtiliyor başka kaynaklarda. 19 . yüzyılda klasik tarzdan tamamen kopularak deri aplike, deri rölyef gibi çeşitli ciltler yapılmış. Barok ve rokoko tarzı ciltler fazlaca rağbet görmüş. Yani bu yıllarda Osmanlı'nın ekonomik hayatındaki deri işleri daha çok "ciltçilik" üzerine yoğunlaşmış denilebilir. Daha fazla detaya girmeye gerek yok tabiki. Konumuz Osmanlı Devletinin ekonomisi değil, Cuir Ottoman isimli parfüm. Yine kendi sitelerinde "Bir öğleden sonra Türk hamamında rahatlamak gibi..." denilerek anlatılmaya çalışılmış kokusu. Ayrıca "Duygusal bir süsen (iris) ve oryantal deri" olarak tanımlanmış kokusunun karakteri. Şimdi geçelim parfümümüze.

Cuir Ottoman'ı kullanmadan önce az çok nasıl bir koku ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum. İsmindeki deri ipucu daha ilk saniyelerde kendisini hissettiriyor. Bazı yorumcuların dediği gibi "Ayakkabı boyası" benzeri açılışa sahip. Kimi yorumcular bu kısmı "yeni alınmış deri ayakkabı" kokusuna benzetmiş. Kimisi de hayvansal bir deri olduğunu söylemiş. Bende karanlık, hayvansal bir deriye daha yakınım. Ayrıca hatırı sayılır derecede süsen (iris) algılıyorum. Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit'teki kullanıma benzettim bu tuhaf deriyi. Üst notalarını ilginç bir çiçeksi-deri kombinasyonu olarak tanımlayabilirim. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Aynı karanlık deri biraz yapay hale geliyor. Bu kısımdaki deri plastiğimsi bile diyebilirim. Birazda sıcak baharatlar var. Ayrıca orta notalar hatırı sayılır derecede tatlılık barındırıyor. Bu anlamda üst notalardan ayrılıyor. Son kısımda ise açıklanan notalarında bulunmasa da çikolatamsı paçuli ve biraz da odunsu notalar var. Gayet güzel ve çekici son kısmı.


Cuir Ottoman, isminden de anlaşılacağı üzere tam bir deri parfümü. Başından sonuna kadar deri hissediliyor. Her ne kadar son kısımlarda biraz geri planda kalsa da yine de arada kendisini hatırlatıyor. Deriden sonra bence en etkin nota süsen (iris) çiçeği. Buradaki kullanımı ilginç bir şekilde Dior Homme'u andırıyor. Son kısımdaki çikolatamsı, vanilyamsı, amber-paçuli ikilisi ise Serge Lutens - Borneo 1834'ü anımsattı bana. Kimi yorumcular Cuir Ottoman'ı Bulgari - Black'e benzetmişler. Sanırım böyle düşünmelerinin sebebi, plastiğimsi deri. Black'deki nefis bir vanilya ile yumuşatılmış araba lastiği benzeri koku, plastiğimsi deri ve çiçeksi-baharatlı Cuir Ottoman’a çok fazla benzemiyor diyebilirim. Bence ortak tarafları plastiğimsi yapay deri.

O zaman ne hissediyorum Cuir Ottaman ile ilgili. Başlangıcındaki ilginç ayakkabı boyası benzeri deri ve süsen (iris) tuhaf diyebilirim. Sanırım beğendim. Orta kısımdaki tatlımsı yapay deriyi çok sevemedim. Son kısmına ise bayıldım. Yine farklı bir deneyim oldu benim için. Çünkü değişik bir deri kullanımı var. Kimi zaman L'Artisan - Dzing, kimi zaman Bulgari - Black, kimi zaman Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit ve kimi zamanda Serge Lutens - Borneo 1834 esintileri. Cuir Ottoman sanki hepsinden bir tutam almış gibi. Bu anlamda eşsiz ve benzersiz bir kokuya sahip değil. Bir yerlerden tanıdık geliyor sürekli ama karar veremiyorsunuz.

Bence kokusu gayet güzel ve başarılı. Fakat aradaki o plastiğimsi yapay deriye niçin ihtiyaç duyuldu pek anlayamadım. Parfum d'Empire gibi niş bir marka çok daha güzel deri kullanımına imza atabilirdi. Belki de bilinçli olarak böyle bir deri kullanımını tercih ettiler. Kim bilir. Parfümün eleştirebileceğim tek tarafı zaman zaman ayakkabı boyası hissi vermesi. Onun dışında kullanması zevk veren modern bir parfüm. Tatlılık çok baygın veya şekerli değil. Güzel dengelenmiş. Cuir Ottoman hayatımın parfümü olamayacaksa da gönül rahatlığıyla önerebileceğim ortalama üzeri bir çiçeksi deri kokusu. İlgilenenlere duyurulur.


Luca Turin, Cuir Ottaman'ı odunsu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Ayrıca kitabında şunları yazmış:

"Tiranlar daima uzaktan iyi görünürler ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok rağbet görüyordu, başlıca sebebi yönetimlerin yetkisiz hale getirilmesi, şalvarlar, bölgelere duygusal bir müziktir ki bu olmasa herşey katı bir Germanik olurdu. Bu deri aslında tam bir deri gibi değildir, daha çok tatlı odunsu çay kompozisyonu gibidir. Sert ve güzelce bir el sanatıdır ama bir parça buz patenindeki zorunlu hareketler gibi hissettiriyor: sert, keskin, etkileyici ve sürprizsiz."

Başka bir parfüm yazarı Chandler Burr ise Cuir Ottoman'a beş üzerinden dört yıldız vermiş ve şunları yazmış New York Times'daki köşesinde:

"Marc-Antoine Corticchiato'nun (Parfum d'Empire'ın kurucusu) yaklaşımına göre, Cuir Ottoman, Tauer - Lonestar Memories'den daha az sert, Chanel - Cuir de Russie'den daha az lüks ve Hermes - Kelly Caleche'den de daha erkeksidir. Burada gerçek hayattaki gibi deri, harfi harfine uygun bir sanat işidir. Osmanlı hükümdarları tarafından kullanılan deri bu denli özenli bir tarzda mıydı bilemiyorum ama bu deri mükemmel şekilde sunulmuş ve dokulunur durumdadır. Bir kılıfı tutan askıların kokusu veya belki de Topkapı Sarayı'ndaki Sultanın bir sandalı, bir harem kızının kibar parfümlü ayaklarının ucuna kayıp düşme talihidir. Cuir Ottoman'ı sür ve kolunu kokla: deri bir sandal, güneşte ısınmış çiçek gibi bir koku kızları bekliyor."


Parfümümüz uniseks olarak satışa sunulsa da bence erkek kullanımına daha yakın. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın denemenizi tavsiye etmem. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara daha uygun olacak gibime geliyor.

Artıları:
+ Son kısmı nefis.
+ İlginç bir deri parfümü arıyorsanız tavsiye ederim.

Eksileri:
- Plastiğimsi deri neden kullanılmış pek anlam veremedim.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/8

15 Ocak 2013 Salı

Thierry Mugler – Alien (2005)



Thierry Mugler – Alien (2005)  Markanın kadın parfümü.

"Reklamın tarihi aslında milattan önceki dönemlere kadar dayanıyor. M.Ö 2000' li yıllarda Mısır’ da reklam kavramının ilk temelleri atıldı; ama yapılanlar tam olarak reklam niteliğinde değildi. Reklam, Orta Çağ’ da üretici-tüketici kavramlarının oluşmasıyla, tüccarların pazarlarda müşterilere ulaşmak için ürünlerini bağırarak tanıtmaları ve satış yapmaya çalışmaları “reklam” olarak tanımlanabilir.

Sanayi Devrimiyle gelen makineleşme nedeniyle tek tipleşmiş ürünlerin farklı özelliklerini ön plana çıkarmak ve bunları anlatabilmek için reklam ihtiyacı bu dönemde arttı. 1895' te ilk billboard reklamı, 1882' de ilk ışıklı reklam panosu örnekleri, reklam kavramının önem kazandığını destekliyor.

20. Yüzyılda şirketler, ürün reklamlarını sloganlarla desteklemeye başladı. 1911' de Woodbury isimli sabun firmasının “sex sells!” sloganı bu konuda verilebilecek önemli bir örnektir. Reklamcılığın sektör haline dönüşmesi ise; 1917' de Amerika’ da ilk reklam ajansının kurulmasıyla başladı. 19. Yüzyılda gazete reklamlarına ara sıra rastlanıyordu; fakat 20. yüzyılda bu reklamlar ancak etkin bir hal aldı. Bunların yanı sıra radyo ve televizyon reklamları da artık müşterilere ulaşmanın yeni bir yolu haline geldi. 1941' de Bulova Saat’ in reklamı ilk televizyon reklamı örneğidir." (http://www.infopik.com)

Reklamcılığın kısa tarihi olarak verilebilecek bu bilgiler, bir çoğumuz için anlamsız olabilir. Fakat parfüm markaları için pazarlamanın önemi çok büyük. Özellikle de ana akım denilen popüler ve çok satan markalar için.


Modern hayatın olmazsa olmazlarından olan pazarlama faaliyetleri için parfüm üreticileri çoğu zaman profesyonel stratejiler izlerler. Bir parfümü henüz tasarlamadan ve vücuda getirmeden önce, kokusunun nasıl olacağından, şişesinin rengine kadar her detay defalarca yapılan toplantılarda belirlenmeye çalışılır. Reklam kampanyasında kimin oynayacağı, sloganın ne olacağı, parfümün kimlere hitap edeceği gibi detaylardan bahsetmiyorum bile.

Bir plan çerçevesinde yürütülen pazarlama faaliyetleri kimi zaman abartılı olabilir. Hatta pazarlama işleri ile çok ilgilenmeyen niş markalar bile gerilla tarzı reklamlara başvurabiliyorlar. Aklıma ilk gelen örnek tabiki Etat Libre d'Orange.

Bugün inceleyeceğim Thierry Mugler parfümü Alien'ın pazarlama kampanyaları oldukça uçuk öğeler taşıyor bence. Sadece reklam videosu değil, şişesinin formu, şişesinin rengi ve basın broşürleri farklı bir parfüm olduğu izlenimi vermeye çalışıyor. Tam da bu noktada bir yorumcunun güzel tespiti aklıma geliyor. Thierry Mugler'in parfümleri neden soyut veya dünya dışı varlıklara gönderme yapıyor. Gerek Angel, gerek Innocent, gerekse Alien, kaynağını soyut kavramlardan alıyor. Bu durum sanırım Thierry Mugler'in kendisi ile ilgili. Muhtemelen bu bir seçim. Markanın kendisini tanımlamasıyla bağlantı olabilir.


Bir parfümün isminin Alien olması ve şişesininde dünya dışından gelen yaratıklara benzemesi hiç kuşkusuz ilgi çekici. Mugler, anlaşılan bu parfümün konsepti ile ilgili başarılı bir işe imza atmış. Ama ya kokusu. Biz parfüm severleri en çok ilgilendiren kısım tabiki kokusu. Yoksa şişesinin rengi yada reklam faaliyetleri ikinci hatta üçüncü planda olmalı. O zaman lafı daha fazla uzatmadan geçeyim Alien'a. Alien, Thierry Mugler'in üçüncü safkan kadın parfümü. Büyük gürültü koparan başarılı parfümü Angel'den sonra piyasaya sürülen kadın parfümü Innocent'in beklenen başarıyı yakalayamaması, çıkacak üçüncü kadın parfümüne gözlerin çevrilmesine neden olmuştu. Hatta bu durumu Thierry Mugler bile bir söyleşisinde dile getiriyor.

Parfümümüz Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda karşıma çıkan koku tam bir çiçek buketi. Ağırlık yaseminde. Hatta saf bir çiçek kokusu bile diyebilirim. Ne turunçgil var ne de şekerli tatlılık. Sadece çiçekler. Fakat bence yapaylık sınırında geziniyor. Üst notalar bana biraz fazla çiçeksi geldi açıkçası. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Fakat kokusu neredeyse hiç değişmiyor. Sadece yumuşak odunsu notalar ekleniyor. Fakat yasemin hala çok baskın. Neyseki bu kısım başlangıcına göre daha yumuşak ve sevilesi. Ama hala çok sevdiğim söylenemez. Son kısımda yine süpriz yok. Yasemin baş rolde. Fakat odunsu notalar geri çekilirken ortaya amber çıkıyor. Çiçeksi bir amber. Böylece de tenden ayrılıyor.

Alien’ın resmi tanıtımı ise şöyle: “Alien oldukça sıra dışı farklı bir parfüm. Üç eşsiz notadan oluşan bu parfüm tüm benliğinizi saracak. İsmi ile sihirli sözcükleri anımsatan Alien'in zambak yasemininden gelen nazik, güçlü ve zarif taç yapraklarını andıran büyüleyici kokusuna sizde karşı koyamayacaksınız. Alışkanlık yaratacak bu iddialı parfümden vazgeçemeyeceksiniz.” Görüleceği üzere parfümdeki üç ana nota vurgulanmş. Bunlar yasemin, kaşmir ağacı ve amber.


Öncelikle şunu belirteyim ki Alien tam bir kadın parfümü. Seksi, etkileyici ve cazibeli. Bazı yorumcular uniseks olarak kullanılabilir diyorlar. Ama bunu kabul etmem mümkün değil. Zaten daha başlangıcında öyle bir çiçek saldırısı ile üzerinize geliyor ki, cinsiyetini ve kimleri hedeflediğini gayet iyi anlıyorsunuz. Bence Alien çok dişil bir yapıda. Bu durumu şüphesiz parfümün ana öğesi olan yasemin çiçeği sağlıyor. Normalde yasemini severim parfümlerde. Fakat buradaki kullanımı biraz sabunsu/pudramsı ve hafiften de yapay. Onun için Alien ile ilgili fazla olumlu şeyler söyleyemeyeceğim.

Bilemiyorum belki de bu parfüm bana uymadı. Tenimle yeterince bütünleşemedi. Çünkü Alien, bir çok kişini  bahsettiği gibi etkiler yaratmadı bende. Ama Alien'ın nasıl bir amaçla meydana getirldiğini anlıyorum. Bir kadının çok güçlü ve vurucu bir silahı olması istenmiş. Etraftaki erkekleri etkisi altına alan, hipnotize eden, aynı zamanda mekandaki diğer kadınlara da meydan okuyan bir konsept. Bence günlük kullanımdan ziyade gece kulüplerinde, özel ev partilerinde veya bir erkekle yenecek ilk akşam yemeğinde kadınların en iyi yardımcısı olabilir.


Kimileri vanilyadan söz etmişler. Ben öyle baskın vanilya alamadım. Alien aslında çok tek düze. Başından sonuna kadar yasemin çiçeği temalı. Bu durum uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabileceği mesajını veriyor. Ayrıca genel olarak kalitesini de başarılı bulmadım. Biraz yapaylık hissediliyor başlarda ve orta notalarda. Alt notalar en iyi yeri diyebilirim. Ama yeterli değil tabiki. Bence denemeden almak iyi bir fikir değil. Aklıma gelmişken söyleyeyim. Alien genel olarak güçlü bir kokuya sahip. Çok az sıkmak (en fazla 2-3 fıs) gerekiyor. Böylece etkisi daha güzel oluyor. Fazla kullanımlarda boğucu ve itici oluyor kokusu.

Luca Turin, Alien'ı odunsu yasemin olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Ayrıca şunları yazmış kitabında:

" Alien yarıyarıya Laurent Bruyere tarafından kompoze edilmiştir ki bu kişi daha önce Angel Innocent'ı resmi olarak ilk klonlamış kişidir. Bu işte büyük Ropion'un olması sebebiyle ne olursa olsun düşüncesizce veya aptalca yapılmış olması mümkün değildir. Orijinalliği, yaseminin keskin çiçeksi bazının yerine Arap yasemininin taze, doğal ve zengin notasının Angel'daki sentetik çekirdeğin sert ve madeni bir hisle kaplanarak bağlanmış olmasıdır. Tende kalan son bölümü çok daha iyidir, Bulgari Black'in sessiz versiyonu yerine vanilya çökmesi gibidir. O kadar kötü olmamasına rağmen bir yeteneğin boşa çıkmasıdır. Yine de şişesi çok iyi."


Kokusunun tasarımını bir çok ünlü parfüme imza amış Dominique Ropion ve çok büyük hit parfümler yaratamamış Laurent Bruyere birlikte yapmışlar. Alien'in iki versiyonu var. Birisi EDT diğeri de EDP. Benim denediğim Eau de Parfum (EDP) versiyonuydu. Ayrıca flanker olarak dokuz ayrı modeli mevcut. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın duruyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran parfüm sever Fatih kardeşime teşekkür ederim.

Artıları:
+ Sonları fena değil.
+ Çekici ve seksi kokusu.

Eksileri:
- Başlangıcı biraz fazla çiçeksi.
- Düz çizgide ilerliyor. Kokusu neredeyse hiç değişmiyor.
- Genel anlamda kalitesini başarılı bulamadım.

Koku Güzelliği: 10/6

13 Ocak 2013 Pazar

Bois 1920 – Classic 1920 (2005)



Bois 1920 – Classic 1920 (2005)

Tutkularının, aşkının ve hayallerinin peşinden cesurca giden insanlara aslında hepimiz imreniriz. Bir taraftan konforlu hayatlarımızı bırakmak istemeyiz. Risk almayız. "Aman düzenimi bozmayayım" deriz. Fakat sürekli hayatımızda çok büyük bir boşluk olduğunu hissederiz. O boşluğu bir türlü kapatamayız. Bazen yogaya, meditasyona meraklanırız. Bir dönem artık birbirinin aynısı haline gelmiş kişisel gelişim kitaplarına dadanırız. Hatta Feng Shui'den bile medet umar hale geliriz. Ama ne yapsak da o boşluk hiç bitmez içimizde. Hatta bazen daha da büyür.

Tutkularının peşinden bir çocuk saflığıyla koşan insanları aynı zamanda içten içe kıskanırız çoğu zaman. Hatta o insanları "tuhaf, deli" diye yaftalayarak kendimizi rahatlatmaya çalışırız. Aslında bu bir savunma mekanızmasıdır. Karşındaki kişi çoğunluğun yargılarına uymayı reddediyorsa ve kendisine başka bir yol çizmek isterse hemen önüne olmadık taşlar koyarız. Çünkü biliriz ki bizim hiç bir zaman yapmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri, o insanlar gerçekleştirirler. Belki de hayatın anlamını çözerler. Mutludur o insanlar. İçlerinde kocaman bir boşluk yoktur çoğunlukla. Mutlulukları yüzlerine yansır. İşlerine yansır. Ve sürekli başarılı olurlar. Her ne yaparlarsa...

Oysaki biz o küçük dünyamızda hala kendimizi kandırmaya devam ederiz. Hayatı "bir evim, bir arabam, bir de emekli maaşım olsun" basitliğinden ve kısır döngüsünden çıkarmak kendi elimizdedir. Fakat çok azımız buna cesaret edebilir.


Bundan tam 93 yıl önce İtalya'da bir adam tutkularının, rüyalarının peşinden gitmeye karar verir. Cesurca ve çocukça. Guido Galardi ismindeki bu adam, Floransa'nın çevresindeki tepelerde dolaşır ve olgunlaşmış lavantaları toplardı. Onlardan elde ettiği koku ile başka kokuları karıştırmaya başladı zamanla. Böylelikle basit ama sihirli koku formülleri üretmeye koyuldu. 1920 yılında ise ilk dükkanını açmıştı. İsmini ise "Bottega Italiana Spigo" (İtalyan lavanta mağazası) koymuştu. Onun bu girişimi etraftaki bir çok koku severin, dükkanında buluşmalarını da sağlamıştı. Guido Galardi en büyük hayalini gerçekleştirmişti.

Fakat beş yıl sonra bu hayalinden vazgeçmek zorunda kalacaktı. Çünkü dükkanını kapatmak zorunda kaldı. Oğlu Renato Galardi ise baba mesleğine hiç ilgi duymadı. Ve uzun yıllar sonra ise küçük bir mucize yaşandı belki de. Baba mesleği olan kokulara ilgi duymayan ve aile işini devam ettirmeyen Renato Galardi'nin oğlu Enzo, kokulara karşı çok ilgiliydi. Muhtemelen dedesinin genlerini almıştı. Ve süpriz bir şekilde dedesinin açtığı yoldan ilerlemeye karar verdi. Dedesinin parfüm işine başladığı yıl olan 1920'yi kendi markasının ismi olarak seçti. Dedesinin hatırasını yeniden yaşatmak için çalışacaktı artık.

                                                                               Enzo Galardi.

2005 yılında Enzo Galardi, Bois 1920 ismiyle niche parfüm markasını oluşturdu. Enzo'nun amacı en iyi malzemeleri kullarak, yüksek kaliteli parfümler yaratmaktı. Onun, parfümleri aracılığıya insanlarda uyandırmak istediği hisler benzersiz olmalıydı. Oluşturduğu her materyalde sanatsal bir ifade yaratmaya çalışıyordu. Bugün inceleyeceğim Bois Classic, anladığım kadarıyla dedesinin 1920 yılında oluşturduğu parfümlerden birisinin yeniden yorumlanmış hali.

Bois 1920 çok bilinen bir niche parfüm evi değil. 2013 yılının başı itibariyle sadece 15 adet parfüme imza atmışlar. Elimdeki Classic 1920 ise markanın "Classici" serisine ait. Bu seride birde Classic 1920 Extreme isimli parfüm var.  Kendi sitelerinde "baharatlı-amber" olarak sınıflandırılmış. Fragrantica'da ise oryantal baharatlı olarak tanımlanmış.

Parfümün başlangıcı yapaylık sınırında dolaşan turunçgiller ve fesleğen ile gerçekleşiyor. Çok ilginç, etkileyici yada sıra dışı değil. Ortalama bir açılışı var. Pek sevdiğimi söyleyemem üst notaları. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgiller biraz geride kalıyor. Ortaya yeşil çiçekler (fesleğen, lavanta ağırlıklı), ilginç baharatlar (küçük hindistan cevizi, biber, karanfil olabilir) ve tatlımsı meyveler (şeftali, kayısı, greyfurt benzeri) çıkıyor. Classic 1920'nin en detaylı yanı orta notalar diyebilirim. Oldukça yeşil kokan bu kısım bana Bond No.9'ın yeşil çiçeksi akuatiklerini hatırlattı. Son kısımda ise meyvemsi amber ve sandal ağacı hakim. Alt notaları gayet güzel geldi bana.


Classic 1920 kabaca meyveler, baharatlar, amberden ve odunsu notalardan oluşan bir kompozisyona sahip diyebilirim. Ana eksen baharatlar ve meyvelerde. Meyveler daha çok yumuşaklık katsın diye eklenmiş olabilir.

Classic 1920'yi ilk denediğimde oldukça kadınsı buldum. Tatlı şeftali ve pudramsı baharatlar ön plandaydı. Fakat oldukça sevmiştim. Daha sonraki denelerimde ise garip bir şekilde yeşil kokan çiçeklere rastladım orta notalarda. Sanki lavanta ön plandaydı. Bu denemelerimde nasıl birbirinden bu kadar farklı iki karaktere bürünür bir parfüm anlayamadım. Burada sanırım parfümün ten seçen bir arkadaş olduğunu düşünebiliriz. Bir günü bir gününe uymuyor. Karşınıza ne çıkacağı belli değil. Açıkçası değerlendirmemi hangi koku üzerinden yapacağımı şaşırmış durumdayım.

Fakat sanırım doğru olanı tatlımsı pudralı meyveler, baharatlar, amber ve odunsu notalar. Ağırlık meyveler ile yumuşatılmış baharatlarda. Zaten parfümün en sevdiğim tarafı bu baharat kullanımı. Tam da bu noktada ilginç bir durumdan bahsedeyim. Bazı parfümler vardır. Müthiş bir auraya sahiptirler. Etraftaki herkesin başını döndüren, "bu koku nereden geliyor" dedirten kadın parfümleri vardır. Gucci'nin yada Dior'un gösterişli parfümleri gibi. Classic 1920'nin aynen böyle nefis bir aurası var. Canlı, pozitif, biraz pudramsı meyveler etkileyici ve çok lezzetli. Şık ve lüks. Parfümün beni en etkileyen tarafı burası. Özellikle soğuk havalarda daha bir güzelleşiyor kokusu.


Classic 1920, başlangıcında hayal kırıklığı yarattı. Ama sonrasında gayet güzel bir parfüme dönüştü tenimde. Özellikle sonlarına bayıldım. Fakat yine de herkesin sevebileceği gibi olmayabilir kokusu. Onun için almadan önce denemek isabetli olacaktır. Sıcak ve biraz köşeli kokusu çoğu kişinin ilgisini çekmeyebilir.

Parfümümüz uniseks olarak piyasaya sunulmuş muhtemelen. Bence zaman zaman kadınsı tarafı daha ağır basıyor. Ama erkek kullanımına da uyacaktır. EDT konsantrasyonuna sahip. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu Enzo Galardi. Sonbahar-kış mevsimi için daha iyi bir seçenek olacaktır.

Artıları:
+ Orta kısmındaki baharatlar gayet ilginç.
+ Sonları çok güzel.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Zor bulunan bir marka. Fiyatları da oldukça yüksek.

Koku Güzelliği:10/7