29 Temmuz 2013 Pazartesi

Miller Harris – La Pluie (2011)


Miller Harris – La Pluie (2011)  Markanın başarılı parfümü.

La Pluie. Fransızca. Türkçeye yağmur olarak çevriliyor anladığım kadarıyla. Bir parfüme yağmur ismini vermek... Oysa yağmuru hep kız ismi olarak düşünürdüm. Yada hafiften yağarken altında yürümekten büyük zevk aldığım mucizevi doğa olayı. Bize yağmurun oluşması ile anlatılan şeyler ne kadar da basit oysaki. Bulutlar toplanırlar ve içlerindeki su buharı belli yoğunluğa ulaşınca, yer çekiminin de etkisiyle dünyamıza düşerler. İyi de her şey bundan ibaret mi?

Yağmurun yağması ile ilgili beni en çok sarsan ifadelere kutsal kitabımızda rastlıyorum genellikle. Yağmurun sadece yukarıdan düşen sudan ibaret olmadığı, bu sayede her türlü bitkinin beslendiği ve insan yaşamının en önemli döngüsünü oluşturduğu pek aklımıza gelmez çoğu zaman. Bolca yağdığında kaçmaktan başka nasıl bir ilişkimiz var yağmurla? İbret alıp düşünmemiz gereken o kadar mucize var ki etrafımızda. Fakat insanoğlunun daha önemli öncelikleri var. Mesela arabasını üç senede bir yenilemeye çalışmak, banka hesabındaki paralara yenisini eklemek, yeni aldığı yazlığını arkadaşlarına böbürlenerek göstermek gibi. Ne kadar da önemli şeyler değil mi?

Oysa bir yağmur damlası kadar masum ve basit olabilsek. Aynı yeni doğmuş bebekler gibi. Etrafa gülücükler saçan o mikro insanlar nasıl da mutluluk kaynağı oluyor milyonlarca çiftin. Bebeklerin ve çocukların bu kadar çok sevilmelerinin sebebi belki de onlardaki saflık, bozulmamışlık ve dürüstlüğün hiç bir yetişkinde olmamasımıdır acaba? Biliyoruz ki o çocuklar büyüyünce aynı bizim gibi bencil, iki yüzlü, çıkarcı ve kolay yalan söyleyebilen insanlara dönüşecekler. Ne yaparlarsa yapsınlar bu sarmaldan çıkamayacaklar. Önlerindeki örnek bu. Başka yolları yok. Dünya böyle. Şehirler böyle. Kasabalar böyle. Köyler böyle. Bu karşı konulamaz bir yozlaşma süreci. Ve insan bu yoldan geçmek zorunda anlaşılan. Belki de kurtuluşa ulaşmanın tek yolu bu. Ömrümüz yettiğince yaşayıp, göreceğiz.

Konu buraya bir yağmur damlasından geldi sanırım. Yağmurun benim zihnimde çağrıştırdığı anlam ise saflık. İngiliz niş parfüm evi Miller Harris'in La Pluie isimli eseri bakalım zihnimdeki imgeler ile örtüşecek mi? Yoksa ilk tanışmalarında birbirinden hoşlanamayan iki yetişkin gibi mi ayrılacağız?


Kasırga öncesi toplanan koyu renk yağmur bulutlarından ilhamını almış La Pluie. Kendi sitelerinde çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Açılışında hafif tatlımsı kremsi çiçekler var sanki. Biraz da turunçgiller. Fakat beyaz kremsi çiçekler daha baskın. Aldehitler olabilir mi? Yine ilginç bir Miller Harris başlangıcı. Açıklanan üst notalarında farklı olarak buğday var. Yoksa bu ilginç kremsi çiçeksilik buğdaydan mı geliyor? Yada hayvansal kirli misk mi? Evet büyük ihtimalle kirli misk beni rahatsız eden koku. Neyse devam edelim. Orta kısma geçildiğinde daha anlaşılabilir hale geliyor. Kremsi beyaz çiçekler etkin. Hafif tatlımsı çiçekler çok yumuşak ve sakin. Biraz da yeşil çiçekler hissediyorum arada. Hatta vanilya bile var anladığım kadarıyla. Belki de bir parça hindistan cevizi. Orta kısmı sevdim. Sonlarda ise vanilyanın oranı artıyor. Buradaki kremsi vanilya çok güzel. Fakat vanilyaya eklenen sıradan odunsu notalar dikkat çekiyor. Her ne kadar çok gerilerden gelse de dikkatli burunları sıkıntıya sokabilir. Böylece de tenden ayrılıyor.

La Pluie, anladığım kadarıyla çiçeksi bir parfüm. Fakat o bildiğiniz kadınsı ve bol pudralı gibi değil. Çok kremsi, vanilyamsı, modern, yumuşak ve pamuk gibi bir çiçeksilik. Bazı kadın deodorantlarını hatırlatıyor. Fakat onlar kadar ucuz ve basit değil tabiki. Gayet kaliteli ve rafine bir parfüm diyebilirim.

Başlangıcındaki hayvansallık sınırında dolaşan miski sevmesi zor buldum. Ara ara ortaya çıkan yeşil çiçekleri de pek sevemedim. Ayrıca çok fazla değişmiyor ve düz çizgide ilerliyor. Fakat parfümün ana aksını oluşturan vanilyamsı çiçekleri gayet güzel buldum. Oldukça da sevdim.

La Pluie, biraz kafamı karıştırdı. Onu zihnimde birbirine benzemez şeylerle eşleştirdim. Mesela hindistan cevizli güneş kremleri, ocağın üzerinde kaynayan süt, bebek kokusu ve kadınların makyaj malzemelerinin o yağlı kokusu. Sanki hepsinden bir parça var. Onun kokusunu bir renge benzetin deseler kesinlikle beyaz derdim.


Üst notalarındaki o ilginç kokunun ne olduğunu düşünürken aklıma markanın diğer parfümü Feuilles de Tabac geldi. Benzer tarafları olmasa da iki parfümün başlangıcı pek alışılmış değil. Acaba Miller Harris parfümlerinin karakteristiği mi çarpıcı üst notalar? Bilemiyorum.

Parfümümüz kadın tarafına daha yakın gibi duruyor. Zaten bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak listelenmiş. Fakat bence erkeklerde kullanabilir. Öyle yoğun kadınsılık barındırmıyor. Bazı yorumcuların "yaşlı kadın parfümü" eleştirilerine anlam veremedim. Evet genç arkadaşları hedeflemiyor belki ama babaanne kokusu da değil gördüğüm kadarıyla.

Çiçeksiliğe ve aldehitlere modern bir yorum getirmiş La Pluie. Pürüzsüz sayılabilecek yapısı memnun edici. Bir çok yeni nesil parfümde olduğu gibi tatlılık barındırıyor. Neyseki çok abartılı kullanılmamış tatlılık. Tam ayarında diyebilirim.

La Pluie zaman zaman incir temalı kokuları hatırlattı bana. Diptyque'in sevilen parfümü Philosykos'daki gibi bir sütsülük algıladım. Hafiften de benzettim birbirine iki parfümü. Umarım yanılmıyorumdur.

Küçük bir not daha ekleyeyim. 2012 yılında Cosmopolitan dergisi tarafından "En iyi niş parfüm" ödülüne layık görülmüş. Kokusunun tasarımını ise markanın kurucusu ve sahibi Lyn Harris yapmış.


La Pluie, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. İsminin yağmur olmasından dolayı hüzünlü, depresif, sonbahara uygun bir parfüm bekliyordum. Göründüğü gibi değilmiş. İlkbahar-yaz kullanımına daha yakın geldi bana. Soğuk günlerde ise nasıl tepki vereceğini denemek lazım.

Artıları:
+ Orta notalarını sevdim.
+ Sonları da gayet güzel.
+ Pürüzsüz ve kaliteli yapısı.

Eksileri:
- Başlangıcına pek ısınamadım.
- Düz çizgide ilerliyor.
- Fark edilirliği yüksek değil.

Koku Güzelliği:10/7.5

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bulgari – Aqua Pour Homme (2005)


 

Bulgari – Aqua Pour Homme (2005)  Markanın popüler parfümü.

"Mükemmel parfümü nasıl bulabiliriz?"

İnternette dolaşırken yabancı kaynaklı bir sitede gördüm bu soruyu? Önce pek ciddiye almadım. Ama sonra zihnimde bazı şeyler aydınlanmaya başladı. Ne dersiniz? Bir parfüm sever için can alıcı soru bu mudur? Muhtemelen evet. Yaklaşık üç yıldır yazılarım ile devam ettirdiğim Parfüm Merakı sitesi, bana bazı şeyleri öğretti zaman içinde. Bu site sayesinde belki de yüzlerce kişiden mesajlar aldım. Neredeyse tamamını cevapladım. Mesaj atma zahmetini gösteren herkese elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım.

Parfümlerle ilgili olarak bana yöneltilen sorulardan toplumun ve bireylerin psikilojisini anlama babında çok şeyler öğrendim. Hala da öğreniyorum. Adeta bir okul oldu Parfüm Merakı sitesi benim için. Gelen mesajların çoğunda benden harika, etkileyici ve mükemmel parfümü öğrenmek isteyen arkadaşlarla karşılaştım. Herkes benden sihirli bir formül istiyordu. Bir parfüm sıkacaksın ve hayatın değişecek. Herkes seni konuşacak, kıskanarak izleyecek, etrafında pervane olacak. Bu kadarı ancak filmlerde olur dersem hayal kırıklığı yaşar mısınız?

Bir kere herkes neden mükemmeli arıyor? İnsanın hayat yolculuğunda var mıdır mükemmele ulaşabilen? Nirvana'ya varabilmiş kaç kişiye rastladınız? Etrafınızda mükemmel ve kusursuz kaç kişi var ki? Bir bakın şöyle. Siz mükemmel misiniz de parfümün mükemmelini arıyorsunuz? Önce aynayı çevirip kendimize bakmamız gerekmez mi? Haydi bir soru daha o zaman. Mükemmeli hak ediyor muyuz ki mükemmel parfüme layık olalım?

Bende sorular bitmez anlaşılacağı üzere. Artık soruları geride bırakıp bugünkü konumuza geçeyim. Kimileri için mükemmel bir parfüm var sırada. Bu kadar başarılı olmasını, böylesine yüksek satış rakamlarına ulaşmasını, popülerliğini sürekli arttırmasını, kadınların çok beğenmesini hatta bazı kadınların bile onu kullanmasını hangi argümanlarla açıklayabileceğimi bilemiyorum. Belki arkasındaki Bulgari markasının büyüklüğü ile. Yada herkesin içinde kendisinden bir şeyler bulabilmesinde. Ne dersek diyelim 2000'li yılların en büyük ticari başarısını sağlamış parfümlerden birisi Aqua Pour Homme.


Hatırlıyorum, 2005 yılında ilk çıktığında gerek ismi, gerek benzersiz şişesi ve büyük reklam kampanyaları ile çoğu kişinin dikkatini çekmişti Aqua. İsminden de anlaşılacağı üzere deniz-su-okyanus temalı parfümlerden birisi ile karşı karşıyayız. Fakat oldukça güçlü rakipleri de var segmentinde. Mesela kült haline gelmiş Cool Water, çığır açan kokusuyla Kenzo Pour Homme, yıllardır dünyanın en çok satan erkek parfümlerinden olan Acqua Di Gio, CK One Summer serisinin bazı üyeleri hatta ucundan azıcık L'eau d'Issey Pour Homme ve Chanel'in ses getiren atağı Bleu de Chanel. Görüleceği üzere akuatik temaya sahip parfümlerin rakipleri gayet dişli ve şöhretli. Fakat gördüğüm kadarıyla Bulgari, böylesine zor rakiplerden hiç çekinmemiş ve 2005 yılında ortaya Aqua Pour Homme'u çıkarmış. Yani bahsi görüp arttırmış poker deyimiyle.

Kendi sitelerinde aromatik-akuatik-odunsu olarak sınıflandırılmış Aqua. Ayrıca şöyle tanıtılmış: "Akuatik, soylu ve erkeksi Aqua Pour Homme, denizin güzelliği ve gücünü çağrıştırıyor. Dairesel şişe formunun mükemmelliği. Derin yansımalar yaratan, ışığı yakalayan, akuatik mavi ve yeşilin birleşimi."

Aqua'yı ilk sıktığımda karşıma buruk turunçgiller çıkıyor. Portakal gibi değil de daha çok mandalina-bergamot benzeri turunçgiller. Çok parlak, canlı yada neşe dolu değil. Daha ağırbaşlı, sakin ve olgun. Üst notaları harika olmasa da fena değil. Orta kısımda büyük oranda geri çekiliyor buruk turunçgiller. Onun yerine deniz teması geliyor. Soğuk bir esinti gibi burnunuza değiyor bu tuzlu yosun kokusu. Geri planda ise hayalet gibi aromatik otlar var. Adaçayı, fesleğen ve diğerleri. Onlar da gayet ferah kullanılmış. Ve ne yazık ki en sevmediğim notalardan olan Calone'nin o yapay-soğuk deterjanımsı kokusu. Orta notaların sonlarına doğru gittikçe yapaylaşıyor Aqua. Geleyim son kısma. Yoksa hiç gelmesem mi? Fakat nasıl atlayabilirim bu yapay tatlımsı odunsu notaları ve yapay amberi. Ayrıca Calone'in etkisi de hala devam ediyor. Açıkçası alt notaları çok başarısız, vasat ve yapay. İnanılır gibi değil. Hiç sevmedim kapanışını.


Aqua Pour Homme başlangıcı ile idare eder, orta kısmı başarılı, sonları ile büyük hayal kırıklığı. Üst notalardaki buruk turunçgiller çok ilgi çekici değil. Biraz sıradan kalmış. Bir çok ferah yaz parfümünde rastlanabilir gibi. Orta kısım ise bence en güzel yanı. Özellikle deniz kokusu ve aromatik otlar işbirliği tam olması gerektiği gibi. Alt notaları ise konuşmaya bile gerek yok. Çünkü kötü şeyler çıkabilir ağzımdan. Bu tür yapay odunsu-amber işbirliği aklıma markanın yeni parfümü Bulgari Man'i getirdi. Orada da hatırladığım kadarıyla böyle vasat ve kötü kullanılmıştı. Sanki iki parfümün sonları arasında benzerlik var. Yoksa yeni parfümlerde bu tür bir kullanım trend oldu da haberimiz mi yok?

Şu bir gerçek ki modern bir aromatik-odunsu-akuatik karakterine sahip. Kendi sitelerindeki tarife aynen katılıyorum. Kokusunu güzel özetlemişler. İlgimi çeken konulardan birisi orta notalarındaki "deniz çalısı." Denizlerin altında yetişen ve bir tür yosun olduğu söylenen bu bitkinin, denizlerin nefes almasını sağladığını öğreniyorum. Resmi sitelerinde de bu deniz çalısı notası olması ilginç olmuş. Muhtemelen akuatik yönü vurgulamak için eklenmiştir. Fakat bana deniz çalısından ziyade hatırı sayılır miktarda Calone aroması geliyor orta kısım biterken.

Aqua Pour Homme büyük bir ticari başarı. Bu yönünü görmezlikten gelemeyiz. Büyük ihtimalle Bulgari'ye güzel paralar kazandırmıştır şimdiden. Fakat deneme sürecinde söylendiği gibi harika bir akuatik kokuyla karşılaşmadım. Evet bariz deniz esintisi var. Ama bunu yapay Calone ile vermeselermiş keşke. Yada daha ustaca kullanılabilirmiş.

Aqua ferah bir parfüm görüntüsü veriyor. Fakat bazı yorumcuların dediği gibi inceden derin ve karanlık bir akuatik bence de. Hatta şişesinin koyu mavi olması muhtemelen buraya bir gönderme. Kimilerinin baharat dediği derinlerdeki aromatik otlar geri planda epey iş görüyorlar. Şöyle bir düşündüğümde haklılık payı var. Aqua Pour Homme çok açık ve transparan yapıda değil. Biraz gizemli bile diyebilirim.


Orta kısımdan itibaren yapaylığın hissedilmeye başlandığı Aqua, yüksek kaliteli ve rafine hissiyatı veremiyor. Ana akım markaya ait olduğunu adeta haykırıyor. Daha önce bir kaç defa deneyip, "fena değilmiş" dediğim parfüm, uzun süreli kullanımlarda tahammül edilecek gibi değil bence. Bir şişesini alayım mı derseniz size cevabım gönül rahatlığıyla "Hayır" olacaktır.

Şimdi vay efendim Parfüm Merakı. Sen nasıl bizim bu kadar sevdiğimiz Aqua'yı nasıl eleştirirsin diyeceğinizi tahmin ediyorum. Her türlü görüşe hakaret ve aşağılama olmadığı sürece sonuna kadar saygılıym. Fakat iyi bir akuatik parfüm nasıl olur diyorsanız The Different Company - Sel de Vetiver yada James Heeley - Sel Marin deneyin. Sorunuzun karşılığını tamamiyle alacaksınız.

Bu haliyle Aqua Pour Homme rakiplerinin çok ilerisine çıkamayacak gibi. Oysaki Jacques Cavallier gibi bir üstad tasarlamış kokusunu. Çok önemli parfümlere imza atmış Cavallier için küçük bir yol kazası olduğunu düşünmek istiyorum.

İlgimi çeken başka tarafı ise Aqua'yı kadınların oldukça beğenmesi. Genel olarak yorum yapan kadınlar övgüyle bahsediyorlar. Hatta bazı kadınların erkek parfümü olarak sunulmasına rağmen Aqua'yı kullandıklarını okuyorum. Eğer kadınlar için parfüm kullanırım diyorsanız işte size güvenli bir seçenek.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Aqua'yı odunsu turunçgil olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Ayrıca "düşük profilli" olduğunu iddia etmiş. Bu düşüncesine bende destek veriyorum Turin'in. Verdiği notta gayet yerinde görünüyor.


Anlaşılacağı üzere tam yaz parfümü. Soğuk kış mevsiminde iyi sonuçlar verir mi şüpheliyim. Genç arkadaşlarımıza hitap eder halini yadsımamak gerek. Günlük spor kıyafetlerle, hafta sonları gezmelerinde yada ofiste kullanım için gayet uygun. Fakat fark edilirliği zayıf geldi bana. Kalıcılığı yeterli.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com'a teşekkür ederim.

Artıları:
+ Orta kısmı gayet güzel.
+ Deneyen bir çok kişinin beğeneceğini düşünüyorum. Bu anlamda arkadaşınıza hoş bir hediye olabilir.

Eksileri
- Sonları çok başarısız.
- Bariz yapaylık can sıkıcı olabiliyor. Kalite hissiyatı düşük.
- Fark edilirliği zayıf.

Koku Güzelliği:10/5.5

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Bond No.9 - Hamptons (2005)


Bond No.9 - Hamptons (2005)

Jennifer Lopez, Ralph Lauren, Steven Spielberg ve Martha Stewart gibi ünlülerle aynı kara parçasında yaşamak çok kimseye nasip olmaz muhtemelen. Amerika'nın, dünyanın süper gücü olması sebebiyle bir çok göz buraya çevrilmiş durumda. Çoğu kişinin hayalidir "özgürlükler ve fırsatlar ülkesi." Her ne kadar durumun o kadar iyimser olmadığını bilsek de A.B.D'nin ışıl ışıl parıldayan şehri New York'a yolumuz düşüyor yine.

New York'un Atlantik Okyanusuna doğru çıkıntı halinde uzayan kara parçasının sonunda bulunuyor Hampton bölgesi. Buradaki emlak fiyatlarının çok yüksek olması, orayı bir bakıma New York sosyetesinin gözde tatil beldesi haline getirmiş. Bu popüler sahil, Amerikanın Kuzeydoğu tarihsel yaz lokasyonlarından birisi. Bizim tabirimizle Amerikalı üst gelir gurubuna mensup yazlıkçıların mekanı Hampton. Hatta bir çok popüler dizinin de çekildiği yer.

New York merkezli niş parfüm evi Bond No.9, Hampton bölgesinin ismini parfümünde kullanmış. 2005 yılında piyasaya sürülen Hamptons, kendi sitelerinde New York Beaches serisinin üyesi olarak sunulmuş.

Fragrantica'da çiçeksi akuatik olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı ekşimsi yeşil çiçekler, bergamot ve biraz da turunçgiller ile gerçekleşiyor. Buradaki çiçekler sanki fesleğen gibi. Modern ve ferah. Fakat hiç beğenmedim üst notalarını. Orta notalara geçildiğinde neyseki ekşimsi yeşil çiçekler kayboluyor. Ortaya daha meyveli yapı çıkıyor. Kırmızı meyveler ve egzotik-tropikal çiçekler baş role geçiyor. Biraz da Iso E Super benzeri parlak odunsu notalar ekleniyor. Orta kısmını biraz Gucci Eau de Parfum II'ye benzettim. Gayet sevilebilir buldum orta notalarını. Son kısımda da meyvemsi his devam ediyor. Farklı olarak odunsu notaların ağırlığı artıyor. Bir de parlak ve yapay amber geliyor. Ki pek sevmediğim gibi kullanılmış amber. Alt notalar, orta notalarla aynı istikamette kokuyor. Kapanışı için eh işte diyebilirim.


Hamptons'ın başlangıcındaki o ekşimsi çiçekler benim için hiç de iyi fikir değil. Hele ki bergamot ile pek uyumlu olmamış diyebilirim. Orta kısmı ise en sevdiğim tarafı. Canlı, hareketli, eğlenceli, pozitif, insana neşe veren meyveler ve çiçekler güzel kombine edilmiş. Hele ki hafif bir rüzgarda burnunuza gelen koku mest edici. Son kısımdaki en büyük sorun amberin parlak ve yapay kullanılmış olması. Keşke daha geri planda kalsaymış amber.

Hamptons'ın, New York Beachs serisinin üyesi olduğunu yukarıda söylemiştim. Buradaki plaj vurgusu bize akuatik bir parfüm olduğunu düşündürebilir. Hatta şişesinin deniz mavisi olması bile açıkça akuatik tarafa mesaj verir gibi. Fakat bence safkan bir akutik değil Hamptons. Özellikle yosun veya tuzlu deniz kokusu vermiyor size. Onun yerine tropikal çiçekler ve meyveleri sunuyor.

Hamptons'ın başlangıcı hoş değil, orta kısmı güzel, sonları da ortalama diyebilirim. Çok yüksek kaliteli bir hali yok. Hatta bazı ana akım parfümlere bile benzetilebilir kokusu. Bu anlamda çok benzersiz veya sanat eseri değil. Açıkçası çok özenilerek yapılmış gibi gelmedi bana. Rafine ve pürüzsüz hissi vermiyor. Biraz dağınık sanki. Fakat yaz mevsimine uyacak bir parfümün genlerinde o kadar da salaşlık olsun diyebilirsiniz. Ve bende size sadece haklısınız derim. Belki de yaz parfümleri böyle rahat, fazla kurallara bağlı olmayan şekilde olmalı.

Bazı yorumcular içki temasından bahsetmişler. Hatta tropikal içkilere veya Martiniye benzetenlerde var. Öyle yoğun içki-alkol kokusu olmasa da biraz haklılık payı var muhtemelen. Fakat rahatsız edecek kadar değil. Kimileri de Creed'in popüler parfümü Silver Mountain Water'a benzetmiş kokusunu. Hatta Bond No.9'ın Creed'i birebir taklit ettiğini bile iddia etmişler. Benim denediğim Silver Mountain Water ile Hamptons'ın arasında benzerlikler olsa da birebir kopyası gibi gelmedi bana. Belki ikisindeki metalik yapaylık bu hissi vermiştir kullanıcılara.


Hamptons, bir akuatik kadar ferah olmayan, hafiften köşeli, modern, gençlere yönelik bir parfüm izlenimi veriyor. Genel olarak hakkında fazlaca övgüler olmasa da o kadar da kötü bir parfüm olduğunu düşünmüyorum. Fakat Bond No.9'ın oldukça yüksek fiyatları ise ayrı soru işareti. Denemeden almamak gerek anlaşılacağı üzere.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında yağlı odunsu olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden sadece bir yıldız verilerek en başarısız kokular arasına konulmuş. Beklemediğim kadar düşük not vermiş Tania hanım. Ben olsam üç yıldız verirdim helalinden. Fakat daha fazlası zor.

Parfümü fazla tanınmayan isimlerden Rene Morgenthaler tasarlamış. Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Genelini düşündüğümde dört mevsimde de kullanılabilir. Ama asıl etkisini ilkbahar-yaz mevsiminde gösterecektir. Bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak geçse de unisek kullanıma uyar diye düşünüyorum.

Artıları:
+ Orta kısmı güzel.
+ Canlı, neşeli ve eğlenceli kokusu.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Yüksek kaliteli bir parfüm hissi veremiyor. Yapaylık hissediliyor.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6

18 Temmuz 2013 Perşembe

Yves Saint Laurent – Y (1964)



Yves Saint Laurent – Y (1964)  Markanın ilk parfümü.

"Cüret, özgürlük ve modernlik, serbest kalan Parisli şıklık. Parfümler yolculuğa davettir. Yves Saint Laurent parfümlerinin tarihi, başarı taşları ile döşenmiştir. 1964 yılında Y'nin oluşturulmasından itibaren, Yves Saint Laurent koku ile ilgili sosyolojik bir yol meydana getirmiştir."

Yukarıdaki alıntıya katılmamak mümkün değil. Yves Saint Laurent'in genel olarak moda anlamında yapıp ettiklerini analiz edebilecek birikime sahip olamayabilirim. Fakat koku dünyası ile ilgili bir kaç kelam edebiliriz.

İyi de hangi birisini sayayım. Şu parfüm klasiklerine bakın: "Yvresse, Rive Gauche, Paris, Opium..." Hepsi de döneminin en önemli hitleri olmayı başarmış kokular. Çoğu zaman benzerleri yapılmaya hatta taklit edilmeye çalışan zamansız klasikler. Şu bir gerçek ki Yves Saint Laurent'in gerek kadın gerekse erkek parfümlerine getirdiği soluğu çok az marka başarabilmiştir. Belki Guerlain, Chanel ve biraz da Hermes.

Ünlü modacının koku serüveni ise 1964 yılında başlıyor. Hep söylenir ya herşeyin ilk olanı çok değerlidir ve unutulmazdır diye. Parfüm severlerde biliyorum ki böylesine vefalıdır ve Y isimli klasiği her zaman hatırlayacaklardır. Neyseki hala bulunabilen bir parfüm Y.


Y'nin 1964 yılında piyasaya sürülmesinin başka bir anlamı vardı aslında. Yves Saint Laurent markasının yeni bir stratejisiydi parfüm sektöründe boy göstermek. YSL'in faaliyet alanlarını çeşitlendirme hamlesinin ilk adımıydı Y isimli parfüm. Bu anlamda da önemli ilk olması.

Meyveli şipre olarak sınıflandırılan Y'nin başlangıcı yoğun pudra, yeşil çiçekler ve eski kokan bergamot ile gerçekleşiyor. Bu kısım aynı 1960'lı yıllardan kopup gelmiş ve yanımdan usulca geçmiş bir kadının kokusunu hatırlattı bana. Oldukça eski ve tozlu diyebilirim. Başlangıcını çok sevemedim. Orta kısımdan itibaren neyseki bu pudralı-sabunsu yapı geriye çekiliyor. Onun yerine daha makul beyaz çiçekler ve biraz da meyveler geliyor. Çiçekler derken gül, sümbülteber ve yasemin aklınıza gelmeli. Meyveler ise biraz daha geri planda kalmayı kabullenmiş gibi. Şeftali ve erik olabilir. Fakat öyle lezzetli ve ağız sulandıran cinsten değil. Çiçekler ile harmanlanmış meyveler. Başlangıcına göre çok daha sevilebilir orta kısım. Gelelim alt notalara. Sonlarda çok güzel sürprizler var. Her ne kadar çiçekler hafiften hissedilse de vanilya, benzoin, hayvansallık (civetten geliyor olabilir), paçuli ve amber ana oyuncu olarak boy gösteriyor. Kapanışı harika Y'nin. Fakat o kadar zayıflıyor ki sonlara doğru, o güzelim kokuyu pek hissedemiyorsunuz.

Y, anlaşılacağı üzere şipre temeline oturtulmuş. 1960'lı yılları düşündüğümüzde pek de yadırganacak durum değil. Onun için özellikle başlangıcında eski ve nostaljik koktuğunu kabul etmek lazım. Ayrıca üst notalarındaki yoğun pudramsılık onun kadınsı yönünü vurgulamış. Hiç bir kadınımız üzerine alınmasın ama açılışı yaşlı kadın parfümleri gibi diyeyim. Genç ve enerijk değil. Daha görmüş geçirmiş ve olgun. Biraz melankolik ve hüzünlü hali var sanki. Başlangıcı ile pek barışamadık anlayacağınız. Hatta bu pudramsı çiçekler orta notaların sonlarına kadar etkisini devam ettiriyor. Neyseki son kısımda epey azalıyor. Ama o zamanda parfümün gücü ve etkinliği kayboluyor. Ne şans ama!


Yukarıda da belirttiğim gibi meyveli şipre olarak sınıflandırılmış Y. Orta kısımdan itibaren devreye giren meyveler, çiçekler ve gül ile güzel denge sağlanmış. Fakat sümbülteber benzeri çiçekler veya aldehitler genel olarak daha etkili. Orta kısım fena değil bence. Alt notalarda biraz Guerlain - Jicky havası sezinledim. Muhtemelen o hayvansı benzoin böyle düşünmemi sağladı. Keşke daha fark edilir olsaymış sonları.

Bu tür eski sayılabilecek klasik parfümleri denemeyi seviyorum. Çünkü bana o yıllara yolculuk yaptığımı düşündürüyor. Zamanın kıyafetleri, eğlence anlayışı, sosyal hayatı, dinlenen şarkıları, yaşanan trajedileri, mutluluk kaynaklarını adeta içimde bir yerlerde hissediyorum. Evet 1960'lı yıllarda üretilmiş parfümün koku karakteri günümüz için biraz köhne kalmış olabilir ama o dönemin şartları içinde düşünmek lazım her olguyu. Yoksa yanlış sonuçlara varabiliriz.

Y'nin kokusu bugünün modern kadın parfümlerine benzemiyor olabilir. Fakat yer yer Fracas'ı hatırlatan çiçekleriyle kadınlar için güçlü bir seçenek olacağını düşünüyorum. Eğer sabunsu yeşil çiçekler ve meyvelerle aranız iyiyse denemenizde fayda var. Ayrıca yapaylığa rastlanmaması ve kalitesi de göz ardı edilmemeli.

Bu parfümü kimler kullanır diye düşünüyorum. Bir yorumcunun dediği gibi Y, divaların kullanabileceği eserlerden. Mesela Bülent Ersoy'un o süslü ve abartılı kıyafetleri ile bu parfümü kullandığını öğrenirsem hiç şaşırmam.


Küçük bir dedikodu vereyim. Y'nin kokusunun ilham kaynağının Guerlain'in ünlü parfümü Mitsouko olduğu söyleniyor. Özellikle orta kısımdan itibaren kullanılan meyve notaları (ağırlıklı olarak şeftali) sanırım böyle bir izlenime yol açmış.

Y safkan kadın parfümü diyebilirim. Peki erkekler kullanabilir mi? Kullanırsa ne olur? Öncelikle başlangıcı ve orta kısmı bence kadınsal çağırışımlar gönderiyor çevreye. Ama sonları neredeyse bir erkeğin kullanabileceği gibi. Bence erkek kullanımı için iyi fikir değil. Şartları o kadar da zorlamaya gerek yok. Bir erkekte, kadında verebileceği etkiyi sağlayamayacağını düşünüyorum.

Şişe tasarımını Pierre Dinand'ın yaptığı bilgisine ulaştım. Y'nin kokusunun arkasındaki isim ise sadece bir kaç işe imza atmış olan Jean Amic. Amic, 1977'de yine Yves Saint Laurent'in büyük başarı kazanacak parfümü Opium'un kadın versiyonunu tasarlamış.

Luca Turin Y'yi yeşil şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek oldukça beğenmiş.

Dört mevsimde de kullanılabilecek yapısı ilgi çekici. Benim denediğim EDT olanıydı. Birde Parfum versiyonu varmış. Genç arkadaşların kullanmalarını tavsiye etmem. 40 hatta 45 yaş ve üzerindeki kadınlara uyacağını düşünüyorum. Herkesin sevebileceği güvenli kokusu olduğunu söylemek zor. Onun için denemeden almayınz.


Artıları:
+ Son kısmı çok güzel.
+ Modern, zıpır ve birbirinin aynısı meyveli kokulardan bıkan kadınlar için kaliteli bir alternatif.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Benim için fazla sabunsu ve çiçeksi.

Koku Güzelliği:10/7

14 Temmuz 2013 Pazar

Acca Kappa – Cedro



Acca Kappa – Cedro  Markanın erkek parfümlerinden.

1994 yılında Simon Kuper tarafından yazılan "Football Against the Enemy" isimli kitap İngiltere'de büyük yankı uyandırmıştı. Malum, İngilizlerin futbol sevgisi ve hatta futbolu ilk kendilerinin oynadıklarını iddia etmeleri sanırım bu kitabın böylesine başarılı olmasına sebep olmuştu. Sadece İngiltere'de değil dünyanın farklı ülkelerinde de ismini duyurmuştu bu kitap. Ülkemizde ise "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" ismi ile kitap evlerindeki yerini aldı. Bu cümle kalıbı daha sonra başka alanlarda da gönderme yapma anlamında kullanılır oldu dilimizde. Madem öyle bende bu trende uyayım ve şöyle değiştireyim kalıbı: "Saç fırçası asla sadece saç fırçası değildir."

Parfüm Merakı nereden çıktı saç fırçası dediğinizi duyar gibiyim. İlgi alanımız olan parfümlere pek yakın durmadığının farkındayım saç fırçalarının. Fakat 1869 yılında kurulan Acca Kappa markasının en bilinen endüstriyel ürünü muhtemelen saç fırçaları.

Haydi yine İtalya'ya gidelim. Daha geçtiğimiz haftalarda Parma şehrini ziyaret etmiş, Acqua di Parma markasını anlamaya çalışmıştık. Şimdi ise yolumuz Kuzey İtalya'nın Adriyatik tarafına bakan fakat denize kıyısı olmayan Treviso şehrine düşüyor. 1800'lü yılların ortalarında Hermann Krull isimli adam, Venice şehrine yerleşiyor. Burada ilk defa inci ithalatına başlıyor. Daha sonrasında ise Treviso şehrinin merkezindeki eski bir fabrikaya geçiyor. Orada yüksek kalitede saç fırçaları üretmeye başlıyor. İlerleyen yıllarda ise bütün Avrupa'ya satış yapmaya başlıyor. İşlerinin iyiye gitmesi sonucu farklı alanlara da ilgi duyuyor. Banyo ürünleri, aromatik yağlar ve güzellik ürünleri üretimine başlıyor. Tabiki yine kaliteden taviz vermeyerek.


150 yıla yaklaşan tarihi ile İtalya'nın güzellik ürünleri sektöründeki en önemli oyuncularından Acca Kappa, 1997 yılında ilk parfümünü çıkarmış. Bugün inceleyeceğim Cedro, markanın ikinci parfümü. Fakat artık üretimi LiboCedro ismi ile devam ettiriliyor.

Cedro, çiçeksi-baharatlı-odunsu olarak sınıflandırılmış kendileri tarafından. Tanıtımı şöyle yapılmış: "Yoğun, ferah balzamik ve odunsu notalar içeren özgün bir koku. Kakule, bergamot, adaçayı ve karanfilin değerli esanslarının benzersiz, dinamik karışımı."

Parfümün başlangıcı buruk, temiz, pürüzsüz ve faklı turuçgille başlıyor. Öyle bildiğimiz portakal kokusu değil. Kolonyamsı bergamot diyesim var. Biraz da lavanta hissediyorum açılışta. Ferah sayılabilecek ama oldukça ciddi ve resmi. Benzerine rastlamadım diyebilirim. Aşık olduğumu söyleyemesem de başarısız değil. Yüksek kaliteli ama bana göre olmadığını düşünüyorum. Orta notalara geçildiğinde oldukça değişiyor kokusu. Bergamot artık hissedilmezken başrole plastiğimsi deri, karanlık odunsu notalar ve azıcık da menekşe geçiyor. Biraz da aromatik otlar. Adaçayı, kekik veya fesleğen. Fakat aromatik otlar deri-koyu odunsulara destek vermek için oradaymış izlenimi veriyor. Olaya fazla karışmıyor. Bu kısım da yine çok pürüzsüz. Fakat benim için harika değil. Alt notalarda ise karakter yine değişiyor. Parfüme ismini veren sedir ağacı artık daha hissedilir oluyor. Misk ise hatırı sayılır derece de destek veriyor. Biraz da amber algılıyorum. Bu kısımda hafiften sabunsuluk var. Ne yazık ki alt notalar, üst ve orta notalar kadar rafine ve pürüzsüz değil. Böylece de tenden ayrılıyor.


Cedro, isminden de anlaşılacağı üzere sedir ağacı teması ağırlıklı. Başlangıcını saymazsam orta kısımdan itibaren devreye giren sedir ağacı ağırlığını hissettiriyor. Her ne kadar orta kısımda biraz geri planda kalsa da son kısımda artık hakimiyeti eline alıyor sedir ağacı.

Sedir, bir çok parfümün alt notalarında kullanılıyor. Hatta en çok kullanılan odunsu nota muhtemelen sedir ağacıdır. Aynı kabe samanı, amber, misk gibi parfümlerin kalıcılıklarını arttırmak için başvurulan güvenli adreslerden birisi. Burada ise tekdüze sedir ağacı kullanımına rastlamadım. Tam tersine oldukça değişken yapısı var. Alt, orta ve alt notalar ayrımları çok belirgin. Parfüm üç ana sac ayağını size fazlasıyla hissettiriyor. Bu anlamda yeterince kompleks diyebilirim.

Acca Kappa, niş marka olarak kabul ediliyor. Her ne kadar parfümleri diğer niş rakiplerine göre daha makul fiyatlara satılsada kalite anlamında ödün verilmemiş olması memnunluk verici. Cedro, üst ve orta notalarda yüksek kaliteli olduğunu size hatırlatıyor. Pürüzsüz ve rafine hali çoğu niş parfümlerde bile artık kolay kolay bulunamıyor. Fakat son kısımlarda ahenk biraz bozuluyor. Özellikle misk sıradan kullanılmış. Sedir ağacı ile aralarında güzel uyum sağlanamamış. O kadar kusur her parfümde olabilir tabiki.

Cedro, bence odunsu notalar, erkeksi çiçekler ve deri hakimiyetinde. Fakat buradaki odunsuluk, Gucci Pour Homme'daki gibi tütsüye kaçan cinsten değil. Burada daha aromatik otlar, yeşillikler ve karanlık ağaçların hakimiyeti var. Günümüzün modern parfümlerinde rastlanan iç bayan tatlılıktan eser yok. Benden sürekli odunsu parfüm önerisi isteyen arkadaşlara tavsiye edebilirim. Fakat niş marka olduğundan hem fiyatlar ana akım arkadaşlara göre biraz yüksek hem de bulması zor olabilir.


Yine de kendime çok yakın bulmadım kokusunu. Büyük boy şişesini alıp kullanacağımı sanmıyorum. Fakat kalitesine ve farklı tarzına saygı duydum. Garip şekilde orta kısımlarda Fahrenheit'e benzediğini düşündüm. Ama onun çok daha rafine hali gibi. Muhtemelen o karanlık deri benzeri koku böyle hissetmemi sağladı. Belki de bana öyle geliyor.

Genel yapısı itibariyle sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Bazı yorumcular çok ferah koktuğunu söylemişler. Bence o kadar da ferah değil. Hatta orta kısımdaki karanlık odunsu notalar, sonbahar kullanımına daha yakın gibi duruyor. Yine de sıcak temmuz ayında kullanmama rağmen rahatsız etmedi beni.

Parfümümüz Eau de Cologne (EDC) konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına pek yansımamış. Bence yeterli kalıcılığı. Fark edilirliği biraz düşük geldi bana.

Cedro erkek parfümü olarak sunulmuş. Bence de gayet doğru tanımlama. Epey erkeksi tarzı olduğunu kabul etmek gerek. Sanki 25 yaş ve üstündeki arkadaşlara uygun olacağına dair izlenim oluştu bende. Tabiki karar sizin.


Artıları:
+ Yüksek kalitesi ve rafineliği gözden kaçmamalı.
+ Günümüzün bol tatlılık barındıran odunsu parfümlerinden bıkanlar için kaçış planı olabilir.

Eksileri:
- Sonlarını pek sevemedim.
- Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan o garip karanlık deriye ısınamadım.
- Genel olarak herkesin sevebileceği gibi değil.

Koku Güzelliği:10/6.5 

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Thierry Mugler – Cologne (2001)



Thierry Mugler – Cologne (2001) Markanın uniseks olarak sunulan parfümü.

Bugün ilk defa yaz mevsiminin geldiğine inanmaya başlıyorum. Oturduğum yerde terlemenin, denizi ve onun kokusunu özlemenin, Ege kıyılarında tatil hayalleri kurmanın başka bir açıklaması aklıma gelmiyor.

Şöyle bir mavi tura çıksam tekneyle. Çeşme'den başlasa seyahatim. Zaman ve mekan sınırlamam olmasa. Uğradığım her koyun ve el değmemiş plajların tadını çıkartsam. Sabahları çok erken kalkıp yola koyulsam. Yelkenlimin her şeyi ile kendim ilgilensem. Rüzgar beni alıp götürse canı nereye isterse. Masmavi suları seyretsem güvertede otururken saatlerce. Öğleden sonra "Vira bismillah" deyip, küçük kayığımı suya indirip balık tutsam. Kendimi denizin cömertliğine teslim etsem. Her gün birbirlerine bağırıp çağıran, bunu da büyük bir zevkle yapan siyasetçileri bir gün duymasam ve görmesem ne kaybederim ki. Hep daha fazla kazanma hırsı ile fıtratına ters düşmenin şaşkınlığını yaşayan ve kendisine yabancılaşan insanlarla karşılaşmasam hayatımdan ne eksilir ki? Bu ucu bucağı görünmeyen masmavi deniz ile konuşsam beni dinler mi acaba? Dinleyeceğine eminim.

Çocukluğumdan itibaren yaz mevsimi demek benim için deniz kenarı demek. Fakat konumuz benim çocukluğum değil. Fransız modacı Thierry Mugler'in çocukluğunda duyduğu sabun kokusuna öykündüğü söyleniyor 2001 yılı çıkışlı Cologne parfümü. Hatta Fas'tan aldığı veya orada kokladığı bir sabunun kokusundan esinlendiği iddiasına bile rastladım Cologne için. Arkasında nasıl bir hikaye olursa olsun önemli değil. Çünkü Mugler'in bu sade ve basit parfümü yurtdışında büyük ilgi görüyor. Bakalım benim de gönlümü alabilecek mi?
   

Mugler Cologne'nın açılışı yeşil tozlu yapraklar-çimen şeklinde karşıma çıkıyor. Bu koku çok tanıdık diye düşünürken aklıma hemen incir ağaçlarının yapraklarının kokusu geliyor. Bu yanıyla Diptyque'in ünlü parfümü Philosykos'a benziyor başlangıcı. Çok ilgimi çektiğini söyleyemem üst notaların. Orta kısma geçildiğinde bu tozlu buruk yeşil yaprak kokusu geri plana geçiyor. Ortaya nötr çiçekler (mimoza, portakal çiçeği) ve sabunsu misk çıkıyor. Orta kısım başlangıcına göre daha sevilesi. Ama hala aşık olduğum söylenemez. Son kısımda da miskin etkisi hissediliyor. Ona yeşil kabe samanı ve odunsu notalarda destek veriyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Markanın dördüncü parfümü olan Mugler Cologne, çok basit yapıda aslında. Yeşil yapraklar, portakal çiçeği, sabunsuluk ve misk ana oyuncular. Bonus olarak da bergamot ve odunsu notalar var. Hepsi bu. Orta kısımdan itibaren devreye giren misk bana Bulgari Pour Homme'u hatırlattı. Oradaki damla sakızı efekti gibi diyebilirim. Genel olarak düz çizgide ilerliyor. Çok karmaşık yada derin değil. Mugler'in diğer parfümlerine bakarsak oldukça mütevazi gibi duruyor. Onlar kadar gösterişli ve iddialı sayılmaz. İyi ama neden?

Özellikle büyük ilgi gören limitli üretim "Pure" serisinin yoğun, baharatlı, ağdalı karmaşık karakterli parfümlerini düşündüğümde Cologne, evin, yaramaz olmayan ve annesinin sözünü her zaman dinleyen sakin çocuğu gibi. Diğer kardeşlerine ne tarz olarak ne de kuvvet anlamında benzemiyor. Hele ki Angel gibi büyük bir hit çıkarmış markanın Akdeniz sahillerinde tatile yapan üyesi gibi Cologne. Çünkü onun konsepti bu. Vermek istediği mesaj temizlik hissi veya yeni yıkanmış yatak çarşaflarının kokusu muhtemelen. Bunun içinde onu suçlayacak değiliz tabiki.


Bir çok yorumcu çok ferah kokusu olduğunu ifade etmiş. Şimdi o kadar da serinleten, sıcaklarda ağaç altındaki hamakta uyurken sizi ferahlatacak bir arkadaş gibi gelmedi bana. Evet içeriğindeki notalar yaz mevsimine uygun aromalar ama özellikle başlangıcındaki odunsuluk sınırlarında kullanışmış yeşil çimensi koku hiç de klima karşısına geçilmiş hissi vermiyor. Oldukça buruk ve bence burnu zorlayan tarafı var başlangıcının. Çoğu kişi kokusunu genel olarak Creed - Original Vetiver'e benzetmiş. Başlangıcını saymazsak, sonlara doğru gerçekten de andırıyor Original Vetiver'i.

Açıkçası ismindeki Cologne'yi gördüğümde daha limon-turunçgil ağırlık bir parfüm bekliyordum. Onun yerine neroli ve sabunsuluk buldum denilebilir. Başlangıcı dışında uyumsuz bir tarafı yok. Ama benim için fazla yeşil ve sabunsu kokuyor. Kendi adıma çok abartılacak veya özel tarafı yok diyebilirim.

Fakaaat. Ülkemizde yaz mevsimi için kullanıma uygun Bulgari - Aqua ve Aqua Marine, 212 Men gibi popüler parfümlere yönelmiş erkeklerin fazla bildikleri kokulardan değil Mugler Cologne. Oysaki yurt dışında büyük bir seven kitlesi var. Takip ettiğim forumlarda hakkında genel olarak güzel şeyler yazılıyor, tavsiye ediliyor. Ülkemizde ise o kadar ilgi çekmediği aşikar. Nedenini bende bilemiyorum.

Parfümün ilginç bir tarafından da kısaca bahsedeyim. Açıklanan notaları içinde "S" notası var. Marka bu notanın ne olduğunu veya içeriğini açıklamamış. Sanırım pazarlama kampanyasının içine biraz ilginçlik katmak istemişler. Ben yine de küçük bir tahmin yapayım. Acaba bu "S" notası "Soap" olmasın?


Dört mevsimde de kullanılabilir bence. Soğuk kış günlerinde pek iyi sonuçlar vermeyeceğini düşünüyorum. Sanki ilkbahar-sonbahar için daha uygun. Yaz mevsimi için de yeterince ferahlatıcı gelmedi bana. Belki de alışmışız yaz parfümü deyince bol bol limon-portakal kokmaya.

Bu kadar basit ve sade bir kompozisyonu bana koklatsalar büyük ihtimalle Jean Claude Ellena'nın tasarladığını düşünürdüm. Fakat Mugler Cologne'ya saygı duyulan burunlardan Alberto Morillas imza atmış. Parfüm yazarı Luca Tur, "buhar temizliği" olarak sınıflandırmış. Beş üzerinden dört yıldız vermiş ve oldukça beğenmiş.

İsminin Cologne olduğuna bakmayın. EDT konsantrasyonuna sahip. Unisek olarak satılıyor. Bence erkek kullanımına biraz daha yakın. Hatta Luca Turin'de onun "eğlenceli bir erkeksi parfüm olduğunu" söylemiş. Ama bir kadında kötü duracağını sanmıyorum. Bence denemeden almak iyi fikir değil.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.


Artıları:
+ Basit, kullanımı kolay yapısı.
+ Yapaylık hissedilmemesi memnun edici.
+ Yurt dışında çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Benim için fazla yeşil ve sabunsu.
- Fark edilirliği yüksek değil.

Koku Güzelliği:10/6

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Tom Ford - Tom Ford for Men (2007)



Tom Ford - Tom Ford for Men (2007)  Markanın ilk erkek parfümü.

Bazı insanlar vardır. Hayata karşı olan dirençleri diğerlerine göre daha yüksektir. Karşılarına çıkan zorluklarla mücadele etme azmi şaşkınlık vericidir. Aldıkları her darbe adeta onların yeniden doğması için bir sebeptir. Çoğu kişinin vazgeçme eşikleri çok düşüktür oysaki. Hep kazanan ve başarılı olanların sayısı binlerle sınırlıyken, kaybeden veya başaramayanların sayısı yüzbinlerden de fazladır. Çünkü insan, güçlü görünen ama bir o kadar da zayıf olan canlılar sınıfındadır bana göre. Ne kadar inkar etmeye çalışırsak çalışalım hayat, her zaman insanın bir adım önünden gidiyor. Yakalamaya çalıştıkça daha uzaklaşan bir "an" gibi.

Dünyaya ismini duyuran insanların hep bir amaçları vardır bence. Bu amaçların belki de en bilineni arkasında bir eser bırakma arzusudur çoğu zaman. Çünkü isimler, hayatlar, yaşanılan evler, binilen arabalar, edilen sohbetler, yapılan iyilikler, yaşanan aşklar yüzyıllar sonra unutulup gidecektir. Zamanın döngüsü, her şeyi öğüten dev bir makine aslında. Zaten olması gereken de bu değil mi? Yoksa hepimiz anılarımızla yaşamaya kalksak ne kadar dayanabiliriz ki hayata.

Orta yaşlarında dünyanın en büyük markalarından birisinin yöneticisi olmuştu Tom Ford. Zor durumda bulunan Gucci'nin imdadına yetişmişti. Günde 18 saat çalışarak, batacak denilen Gucci'yi eski güçlü dönemlerine taşıyordu yavaş yavaş. Uzun yıllarını verdiği Gucci macerasından sonra ayrılma anı geldiğinde Tom Ford, arkasına dönüp baktığında ne görmüştü acaba? Batmakta olan gemiyi kurtaran kahraman mı? Moda tarihine adını yazdırmış bir adam mı? Egolarını yeterince tatmin edememiş bir işkolik mi? Yoksa kanserle uzun yıllardır mücadele eden sevgilisinin kendisine duyduğu hayranlık mı? Kim bilir...

Bir çok kişi onun için "dahi" diyor. Muhtemelen haklılar. Çünkü henüz on yılı bile dolmamış markasını, dünyanın en bilinen isimlerinden birisi haline getirdi. Ve bu durum, normal atmosfer basıncı altında çoğu kişinin hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Zaten dünya dahilerin ve çılgınların öncülüğünde ilerlemiyor mu? Zihni herkesten farklı çalışan insanlar dünyanın teknolojik, ekonomik, sosyolojik ve düşünsel anlamda bayraktarlığını yapmıyor mu? Deliler, çılgınlar, uçuklar ve dahiler... İyiki varsınız. Her ne kadar dünyanın büyük çoğunluğu sizden nefret etse ve kıskansa da...


Moda endüstrisinin son yıllardaki en büyük keşfi kuşkusuz Tom Ford isimli yakışıklı Teksaslı. Onun en sevdiği şeylerden birisi ise çarpıcı reklam kampanyaları ile ürünlerini pazarlamak. Çarpıcıdan kastımın seksi hatta çoğu zaman erotik olduğu anlaşılmalı. Tom Ford Beauty markası ile pazara sunduğu parfümlerinden kendi ismini taşıyan Tom Ford for Men, cinselliğin sınırlarını zorlayan reklam kampanyaları ile dünyaya tanıtıldı. Tabiki dikkatler hemen markaya çevrildi. Aynı şekilde parfüm severlerinde dikkatinden kaçmadı bu büyük pazarlama faaliyeti. Benden yazmam konusunda en çok istek alan parfüm bugünkü konuğum.

Tom For for Men, kendi sitelerinde odunsu olarak sınıflandırılmış ve tanıtımı şöyle yapılmış: "Tom Ford'un ilk erkek parfümü. Modern etkiler ile klasik elementlerin karışımı. O ikinci bir ten gibi. Yaratıcı, klasik odunsu bir parfüm. Tensel, rafine ve lüks."

Parfümü ilk kullandığımda karşıma parlak turunçgiller çıkıyor. Buradaki turunçgiller portakal ağırlıklı değilde metalik bir içki temasını andırıyor. Muhtemelen bergamot-mandalina karışımı. Kimi yorumcular üst notaları liköre kimisi de viskiye benzetmiş. Bence de metalik viski kokusuna benzeyen turunçgiller hakim. Çok modern değil. Biraz olgun hali var başlangıcın. Bence gayet başarılı. Sevdim açılışını. İlerleyen dakikalarda bu metalik ve cazibeli turunçgillere ferah baharatlar ekleniyor. Ağırlık zencefilde. Fakat oldukça yumuşak kullanılmış. Bu kısımda güzel de bir sürpriz var. Hafiften de tütün geliyor arkalardan. Orta notalar için turunçgil-baharat-tütün-amber kombinasyonu diyebilirim. Ne yazık ki yapaylık kendisini göstermeye başlıyor. Özellikle amber başarısız kullanılmış. Rahatsız edici derece de hissediliyor yapay amber. Orta kısmı için iyi şeyler hissedemiyorum. Son kısımlarda ise yumuşak odunsu notaların hakimiyeti var. Kabe samanı destek veriyor yapay tatlımsı odunsulara. Güneş gibi parlıyor Angel benzeri silhat. Çok şaşırdım bu ortaya çıkan silhata. Oysaki parfümün genel gidişatına pek uymuyordu. Yine de iyiki var kremsi silhat. Alt notalardaki odunsu notaları sevmedim ama silhata bayıldım. Böylece tenden ayrılıyor.

Tom Ford for Men, genel olarak metalik yapay turunçgiller, ferah ve yumuşak baharatlar, tütün, amber, odunsu notalar ve silhattan oluşuyor. Ana aksı ise metalik turunçgiller, yapay amber, tütün ve silhat meydana getiriyor. Diğer öğeler ise genel beğeniyi arttırmak için yan rollere eklenmiş oyuncular adeta.


Öncelikle belirteyim ki Tom Ford for Men, başlangıcı ve sondaki silhat hariç yapay kokuyor. Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan bariz metalik yapaylık, kalite hissiyatını ciddi anlamda düşürüyor. Yani karşımızda çok rafine, mis gibi doğal kokan, duru ve uyumlu bir koku yok. Biraz dağınık, üzerinde pek çalışılmamış, sanat eseri sayılamayacak bir arkadaş diyebilirim. İyi de Tom Ford markasının amacı sanat eseri yaratmak mı? Kendi açılarından tabiki değil.

Burada markanın kendisini nasıl sunduğu ve hangi amaçla bu parfümü piyasaya sürdüğü önem kazanıyor. Öncelikle Tom Ford'un cazibeli, seksi, etkileyici, iddialı, erkeksi, provakatif bir koku formu üzerinde durduğunu düşünüyorum. Çok satan, popüler olma ihtimali yüksek, gece kulüplerinde yada günlük hayatta ilgi çekecek, övgüler alacak bir parfüm istedi büyük ihtimalle Tom Ford. Şu haliyle bazı sorunları olsa da başarmış gibi. Çünkü Tom Ford for Men büyük kalabalıkların sevebileceği bir kokuya benziyor. Bu anlamda görevini başarıyla yerine getiriyor.

İyi de Parfüm Merakı ne düşünüyor derseniz o zaman biraz ukalalık yapayım söz buraya gelmişken. Parfümümüz, bence kalite anlamında vasat. Özellikle yapay amberin ve yapay odunsuların kullanımını hiç sevmedim. Ve parfümden ciddi anlamda soğumama sebep oldu. Sonuçta burnumu tırmalıyor bu yapaylık. Yok demek veya inkar etmeye kalkışmanın anlamı yok. Tom Ford for Men, benim için bir şişesi alınacak kadar sofistike değil.


Belki de beklentim fazlaydı. Çünkü markanın ilk erkek parfümü. Hem de Tom Ford'un bizzat ismini taşıyor. Acaba sırf bu özellikleri bakımından daha özenli bir kokuya sahip olamaz mıydı? Büyük ihtimalle olurdu. Ama o zaman da Tom Ford isminin etrafa yaydığı auraya ters düşebilirdi. Sanırım markamız işin biraz kolayına kaçarak, vasat kalitede ama ilgi çekici koku yoluna sapmış. Yani bir çok sıradan ana akım parfüm üreticisinin tercih ettiği stratejiyi benimsemiş. İyi de o zaman Tom Ford isminin ve onun bu kadar iddialı parfümünün diğer sıradan markalardan ne farkı kalıyor?

Her şeye rağmen kötü bir parfüm değil. Hatta birbirinin aynısı yeni nesil parfümlerden ayrılan farklı bir tarzı var. Bu da onu karizmatik yapıyor. Evet belki de doğru kelime karizmatik Tom Ford for Men için. Ama hayatınızın kokusu olacak kadar değil.

Bahsetmem gereken durumlardan birisi de erkeksilik. Günümüzün modern parfümlerindeki tatlılık kullanımı, çoğu kişinin şikayetine sebep oluyor. Bu tür parfümlerin biraz kadınsı olduklarına dair tartışmalar var. Tom Ford for Men ise fazla tatlılık barındırmayan yapısı ile dikkat çekiyor. Başlangıcından itibaren erkeksi çizgide ilerliyor. Pek öyle kadınsılığa prim vermiyor. Bu tarz erkeksi parfümleri seven ve modern kokuların hiçbirisinde bu tonu bulamayanların denemesi gereken bir arkadaş diyebilirim.  

Avon, Calvin Klein, Estee Lauder gibi markalar için çalışmış olan Yves Cassar tasarlamış kokusunu. Parfüm yazarı Luca Turin, ferah oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Parfümün şikayet edilen başka yanları ise kalıcılığı ve fark edilirliği. Kalıcılığı EDT'lere göre normal. Ama fark edilirliği bende de düşük oldu. Havaların biraz serinlediği bu günlerde denediğim Tom Ford for Men, sanki sonbahar-kış mevsimine daha yakın gibi. Fakat makul oranlarda kullanılırsa yaz mevsimi için de düşünülebilir. Denemeden almayınız pişman olmayınız.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Cazibeli ve seksi sayılabilecek kokusu.
+ Genel olarak bir çok kişinin beğenebileceği yapısı.

Eksileri:
- Orta kısmından itibaren karşıma çıkan yapaylığı yadırgadım.
- Fark edilirliği düşük.
- Rakiplerine göre yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/7