Robert Piguet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Robert Piguet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2014 Çarşamba

Robert Piguet – Baghari (2006)


Robert Piguet – Baghari (2006)

Kariyerinde L'Air du Temps, L'Interdit, Monsieur de Givenchy gibi döneminin önemli parfümlerine imza atmış Francis Fabron'a acaba Robert Piguet ne söylemişti? Onunla nasıl bir anlaşma yapmıştı? Onun için piyasaya süreceği parfümün tasarım aşamasına ne kadar müdahil olmuştu? Belki de bay Fabron'dan "hayalperest kadının arzulayacağı " bir koku istemişti Robert Piguet. Kim bilir.

Baghari isimli kadın parfümünün yaratılış öyküsünü ne yazık ki bilemiyorum. 1950 yılında, dönemin en önemli parfüm markalarından birisi olan Robert Piguet'in, koleksiyonuna yeni parça tasarlaması için Francis Fabron'un kapısını çaldığını ise biliyoruz. Bu eşsiz parçanın adı Baghari olacaktı. Bundan tam altmış dört yıl önce, Piguet'in dördüncü parfümü olarak dünyaya gelecekti Baghari.

Robert Piguet'in diğer görkemli klasikleri gibi Baghari'de çok uzun yıllar üretilmedi ve üzeri tozlanan pırlanta gibi gün yüzüne çıkmayı bekledi sabırla. 2006 yılı, onun ikinci doğum tarihi oldu adeta. Piguet'nin diğer klasikleri ile beraber, genç parfümör Aurelien Guichard tarafından yeniden yorumlandı ve dünya parfüm pazarına sunuldu. Uzun zamandır çekmecemde duran yeni formülasyon Baghari'ye elim nedense bir türlü gitmemişti. Demek ki herşeyin bir zamanı varmış ve doğru gün bugünmüş.


Fragrantica'da çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılan Baghari'nin başlangıcı tertemiz turunçgiller ile gerçekleşiyor. Baskın portakal olarak düşünmeyin üst notaları. Daha çok portakal çiçeği kıvamında çiçeksi bir dokunuş. Açılışı fena değil Baghari'nin. İlerleyen dakikalarda benzer tavır devam ediyor. Portakal çiçeğinin yerini beyaz çiçekler alıyor. Sümbülteber benzeri çiçeksiliği yasemin ve iris (süsen) sağlıyor olabilir. Aldehitler müthiş bir rol oynuyor. Abartılı kullanılmamış aldehitler biraz pudralı hissiyat veriyor ama neyseki No.5 EDP'nin başları gibi değil. Azıcık da menekşe ve gül mü var orta kısımda? Bu bölümü biraz banyo sabunlarına benzettim ve kendime yakın bulmadım. Son bölümdeki değişim görülmeye değer. Beyaz çiçeksi yapı neredeyse yok alt notalarda. Kremsi, bembeyaz vanilya ve yine bembeyaz yumuşacık misk karşılıyor sizi. Harika vanilyayı koklamaya doyamıyorum. Sonları nefis Baghari'nin. Açık ara en sevdiğim yeri oluyor kapanış kısmı.

Baghari'nin kadın parfümü olarak tasarlandığını düşünürsek, çiçeksi karaktere sahip olması şaşırtıcı değil. Tabii burada çok kadınsı bir çiçeksilikten bahsedemem. Nötre yakın beyaz çiçekler, takıntısız erkekler için rahatlıkla giyilebilir. Aldehitlerin sınırlı ve kibar kullanımı gayet akıllıca. Sonlardaki kremsi-lezzetli vanilya adeta süt tadında ve kıvamında. Vanilyaya eşlik eden amber ve misk yeni yıkanmış ve mis gibi kokan nevresim gibi.

Merak edenler için söyleyeyim. Baghari, erkekler için tasarlanmış Prada'nın Amber Pour Homme'undan veya Francis Kurkdjian’ın Apom Pour Homme’undan daha kadınsı değil. Eğer Amber Pour Homme ve Apom Pour Homme, erkek parfümüyse, Baghari'yi de erkekler de kullanabilir. Günümüzün modern parfümlerine öykünen bu yeni formülasyon, ayarı kaçırılmamış tatlılık barındırıyor.


Carnal Flower ya da Fracas gibi baskın sabunsuluk ve beyaz çiçek temasına sahip değil Baghari. Onu kullanmadan önce okuduklarımdan dolayı fazlasıyla çiçeksi olacağını düşünüp, tedirgin olmuştum. Kullanım sürecinde o bilindik insanın içini bayan çiçeklerle karşılaşmadım. Bence Baghari, yoğun bir dişilik yaymıyor etrafa. O daha çok huzurun, barışın, hayal dünyasının, şefkatin, mutluluğun kokusu.

Yapaylık ve Maison Francis Kurkdjian'ın kimi çiçeksi parfümlerindeki kontrollü sterillik yok neyseki Baghari'de. No.5 EDP'deki tozlu ve boğucu aldehitleri örnek almamış kendisine. Bence o bembeyaz, temiz, saf ve masum bir koku. Basit, modern, genellikle tek düze ve fakat tam bir ten kokusu. Onu, yeni duştan çıkmış teninize çok değil 1-2 defa sıkın ve öyle koklayın ve gözlerinizi kapatın. Binbir türlü hayal kurun, çocukluğunuzu hatırlayın, annenizin teninin kokusunu anımsayın, eğer varsa bebeğinizin minik kollarının kokusunu içinize çekin. Belki de Baghari'ye yakın aromayla karşılaşırsınız.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında portakal şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan verilerek çok beğenilmiş bay Turin tarafından.


Eau de Parfum (EDP) formundaki Baghari'nin kalıcılığı harikalar yaratmıyor. Fark edilirliği orta seviyede. Her yaştan kadına hitap edebilecek kokusu, genel beğeniye uygun gibi görünüyor. Serin sonbahar günlerinde kullandığım Baghari'yi doğru dozajlama ile dört mevsimde kullanmak zor olmasa gerek.

Koku Güzelliği:10/7

26 Ekim 2013 Cumartesi

Robert Piguet – Calypso (2010)


Robert Piguet – Calypso (2010)

"Yunanlılar Troya’yı yakıp yıktıktan sonra ülkelerine dönerken fırtınaya tutulurlar. Çok zarar görürler. Odysseus ise tam 10 yıl denizler üzerinde sürüklenip durur. Bu sürüklenmelerin bir durağı güneş tanrısı Helios’un sığırlarının otladığı Thrinakie adasıdır. Açlıkla karşı karşıya kaldıkları bu adada Odysseus’un dokunmayın demesine rağmen arkadaşları bu kutsal sığırlardan birkaçını keserler. Helios’un sığırlarına dokunan kimse bir daha yurdunu göremeyecektir. Yola çıkan gemileri güneş tanrısının kışkırtmasıyla, Zeus’un yolladığı şimşeklerle parçalanır. Sadece Odysseus kurtulur. O da Calypso adasına çıkmayı başarır. Bu sırada Odyssus’un Telemakhos’da bulunan eşi Penelope ile evlenip onun zengin krallığını da ele geçirmeyi amaçlayan birçok kişi bulunmaktadır. Calypso ise Odysseus’la evlenmek isterken Odysseus’un da tek isteği yurduna dönmektir. Bunu gören tanrılar Odysseus’a acırlar ve Calypso’dan onu bırakmasını isterler. Calypso bu teklife çok sinirlense de sonra ikna olur ve Odsseus’un yurduna dönmesi için gereken yardımı yapar. Odysseus, büyük mücadeleler vererek Penelope’ye kavuşur." (Bedrettin Cömert)

Calypso, Homeros'un Odysseia destanında adı geçen gizemli tanrıçadır aslında. Adı Yunanca gizlemek anlamına gelen kalyptein'ten türetilmiş. Ayrıca, Olympos’a saldırdığı için Zeus tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılan Atlas'ın kızı olarak geçiyor kaynaklarda.

Benim de okumakta zorlandığım Yunan Mitolojisindeki bu karmaşık olaylar ağına daha fazla sokmayayım sizi. 1978’de Hacettepe Üniversitesinde görevliyken, henüz 38 yaşında siyasi bir suikaste kurban giden Bedrettin Cömert’in, Türkiye'nin hala en kapsamlı mitoloji kitabı olarak kabul edilen Mitoloji ve İkonografi'sini ne kadar okusanız da sonuç değişmeyecektir.


Onlarca tanrı ve tanrıça, onların genellikle tuhaf ilişkilerinden doğan çocukları ve bir sürü farklı karakterle birlikte, Yunan Mitolojisi tam da dönemin ruhunu uygundu belki de. Bugün okuduğumuzda anlamsız gelen bu mitolojik hikayeler, Antik kültürün en önemli söylenceleriydi. Homeros'un ünlü İlyada ve Odysseia'sı bunun en bariz kanıtı olarak sunulabilir. Antik dönem Anadolu ve Yunanistan'da halk İlyada ve Odysseia'yı ezbere bilirmiş. Askerlik, tıp, teknoloji, hukuk, din bilgilerinin tamamının kaynağı bu kitaplardı.

Antikite, yüzlerce yıl öncesinde kalmış olsa da, Avrupa kültürünü önemli ölçüde etkilemiş. Özellikle İtalyan ve İngiliz edebiyatına etkilerinden söz edilebilir. Sadece edebiyat alanında değil, toplumsal hayatta bile mitolojinin etkileri hala görülür Batı kültüründe. Bazı şehir isimleri, özel şirketler hatta çocuk isimleri bile mitolojiyle ilintilidir zaman zaman. Bu anlamda derin izlere sahiptir Yunan Mitolojisi, günümüzün kıta Avrupasında.

Bu izleri hayatın farklı alanlarında da takip edebiliriz. Bizi ilgilendiren kısım olan parfümlerde de karşımıza çıkar mitolojik kahramanlara ait isimler. Mesela Chanel'in ünlü Antaeus'u, Givenchy'nin Xeryus'u, Versace'ın yeni parfümü Eros'u ilk aklıma gelen örnekler. Ve 1950'li yıllardan kaynağını almış bir başka mitolojik isme sahip esere göz atmanın vakti geldi artık.

1940'lı yıllara kadar gider Robert Piguet'in parfüm macerasının başlaması. Kıyafet tasarımcısı ve günümüz deyimiyle modacı Piguet, dönemin Fransız aristokratlarına hizmet verir. İsmi en çok geçen tasarımcılardan birisiyken, güzellik ürünlerine el atar. Ortaya müthiş bir parfum koleksiyonu çıkar. Bandit, Visa, Fracas, Baghari parfümleri çok büyük ilgiyle karşılanır Fransa'da. Fakat markanın ömrü fazla olmaz ve 1950'li yıllarda üretime son verilir.


2000'li yıllar Robert Piguet parfümleri için hayata dönüş anlamına gelir adeta. İşte ismini mitolojiden alan Calypso'da bu yeniden dirilişten nasibini alır. 2010 yılında parfümör Aurelien Guichard tarafından tekrardan formüle edilerek, koku bağımlılarının beğenisine sunulur. Böylece Calypso isimli klasik, uzun yıllar sonra tekrardan karşımıza çıkıverir. Bize de onu koklamak, anlamak ve elimizden geldiğince yazmak düşer.

Calypso, kendi sitelerinde kısaca şöyle tanıtılmış: "Büyüleyici ve romantik. Calypso, ateşli ve yeşil çiçeksi yönleriyle büyüleyici bir karışımdır."

Fragrantica'da oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış Calypso'nun başlangıcı bir paça turunçgiller (bergamot ve mandalina) ve sardunya ile gerçekleşiyor. Çok temiz, pürüzsüz, yüksek kaliteli güzel bir açılışı var Calypso'nun. Üst notalarını sevdim. Orta kısma geçildiğinde gül bütün ağırlığıyla baş role geçiyor. Turunçgiller ortadan kayboluyor. Sardunya gerilerde kalırken, güle nefis bir süsen (iris) ekleniyor. Orta kısımda gül ve süsen ağırlıklı diyebilirim. Hala çok temiz, kaliteli ve güzel. Orta kısımda çok başarılı. Alt notalara geçildiğinde gülün ağırlığı hissediliyor. Süsen gerilerde kalırken, bu sefer de paçuli, misk ve biraz da süet kokusu ekleniyor. Sonları çok ilginç gelmedi bana. Başlangıcını ve orta kısmını düşündüğümde ortalama bir kapanışa sahip. Böylece de tenden ayrılıyor.

Calypso, gördüğüm kadarıyla tam bir gül kokusuna sahip. Gülden sonra en öne çıkan nota süsen (iris). Başlardaki turunçgil-sardunya işbirliği tam olması gerektiği gibi. Fakat sonları beklentilerimin biraz altında.


Calypso, çok güzel bir gül parfümü. Yüksek kaliteli, sakin, saldırgan olmayan, hüzünlü, modern, yapaylık barındırmayan ve doğal kokan yapısıyla dikkat çekiyor. Bu aralar şansıma mıdır nedir, hep çok hoş gül parfümleri ile karşılaşıyorum. İşte yine öyle oldu ve Calypso'yu sevdim.

Kısa süre önce kullandığım Histoires de Parfums'ün 1876'sına benzettim genel halini. 1876 daha baharatlıyken, Calypso, daha çiçeksi. Fakat 1876 daha detaylı ve kompleksken, Calypso biraz düz çizgide ilerliyor. Yine de kalitesi ve size yaşattığı duygular bakımından ikisi de birbirinden güzel deneyimler oldu benim için.

Calypso, kadın parfümü olarak sunulmuş. Bence öyle yoğun kadınsılık barındırmıyor. Mis gibi kokan gül parfümü arayan erkeklerin denemesi gereken seçeneklerden birisi olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen pişman olmayacaksınız.

Kabul etmek gerekir ki Calypso, çok yaratıcı, farklı yada benzersiz bir kokuya sahip değil. Onu piyasadaki bir çok niş parfümde kullanılan güle benzetebilirsiniz. Fakat gül kokusu, zaten baskın olduğundan, artık bana bir çok gül temalı parfüm, birbirine benzer geliyor. Calypso, bu anlamda ünik değilse de kokusunu tecrübe etmeye değer.

Eau de Parfum ve Parfum Extrait olarak iki versiyonu bulunuyor Calypso'nun. Benim denediğim Eau de Parfum (EDP) olanıydı. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun olacağını düşünüyorum. Özellikle hüzünlü ve serin sonbahar günlerine çok yakışacaktır.

                                                                       Parfüm Merakının kendi çekimidir. 

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta kısmı da çok güzel.
+ Yüksek kaliteli ve duru kokusu, denenmeye değer.

Eksileri:
- Sonları enterasan değil.
- Fark edilirliği zayıf.
- Fiyatı biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7.5

8 Nisan 2013 Pazartesi

Robert Piguet – Bandit (1944)



Robert Piguet – Bandit (1944)  Markanın klasikler arasında yer alan parfümü.

“Kışkırtıcı ve tuzlu. Bu şipre, egzotik deri, odun, baharat ve çiçeksi notaların keskin kombinasyonundan oluşur. Dumansı ve deri tonlarının birleştirildiği ilk kadın şipre parfümü. Bandit, kim olduğu belirsiz ve hafiften çift cinsiyetli, haylaz ve cesur kadınlar tarafından seviliyor. O provakatörlerin parfümü."

Yıllar sonra yeniden ortaya çıkarılan hazine gibi Robert Piguet parfümleri. Asıl formüllerine büyük oranda sadık kalınarak unutulmaya yüz tutmuş eserleri adeta renove etmişler. Bandit, markanın "Klasik Koleksiyon" serisine ait. Romantik deniz yolculuklarından ve korsanlardan ilhamını almış. Kendi sitelerinde şipre olduğu vurgulanmış. Parfümün açılışı küçük bir tokat atıyor önce burnuma, saniyeler sonra da beynime. Hatta algılarıma, hayata bakışıma, eski anılarıma, yaşadığım ve dolaştığım şehirlere, mekanlara, durumlara...

Herşey bir anda allak bullak oluyor. Karnıma hafiften bir ekşimsilik yerleşiyor. Zihnim ise kontrolümden çıkıyor belki de. Uyur gezer mi oldum acaba otuz yaşımdan sonra. Bu durumun tıbbi bir karşılığı var mıdır? Keşke doktor olsaydım da cevap verebilseydim. Sahi terzi kendi söküğünü dikemezse, doktorlar da kendilerini iyileştirmekten aciz midirler? Acaba Bandit'i kokladıktan sonra karnıma yerleşen ekşimsilik psikolojik mi patalojik mi? Yoksa deliriyor muyum? Oysa kendimi normal hissediyorum. Her zamanki günlerden birisini yaşıyorum.


Yukarıdaki şeyleri bana düşündüren bir parfümün başlangıcı sevgili parfüm severler. Bandit'in o nostaljik üst notaları anlatılmaz. Sanki yüzlerce yıl öncesinden yolunu kaybedip 2013 yılına düşmüş kayıp bir ruhla karşı karşıyayım. Tozlu lavanta, aromatik otalar, karanlık bergamot, mükemmel limon. Başka söze gerek yok diyerek geçmem lazım. Ama yapamıyorum. Bandit'in başlangıcı çok çok eskilerden gelen, adeta antika değeri taşıyan bir parfümün kokması gerektiği gibi. 1980'lerin sert, keskin ve acımasız, kavgacı, ödün vermez şiprelerinden birisi olarak yüzünü gösteriyor. Soğuk, ciddi, mesafeli biraz hırçın ve bohem. Aynı zamanda çok şık, çok lüks, çok pürüzsüz, çok rafine ve çok herkesin sevemeyeceği gibi. Evet bugün kelimeleri farklı, cümleleri devrik kullanıyorum. Farkındayım. Ama elimde değil. Sanırım Bandit ruhumu ele geçirdi ve klavyeye basan parmaklarıma hükmediyor. Gözlerim yarı kapalı. Belki de ne düşeneceğimi bilmiyorum. Hayır aslında çok iyi biliyorum. Anılar, anılar anılar... Onlarcası, yüzlercesi zihnimin içinde uçuşuyor. Bunları bana sadece bir parfüm mü yapıyor. Sanırım evet.

Orta notalara geçeyim. Orta notalar mı? Geçmek mi? Hala Bandit'in ne demek istediğini anlayabilmiş değilim sanırım. Yoksa böyle basit anlatım cümlelerini nasıl kurabilirim. Bütün cesaretimi topluyorum. Saygımı kaybetmeden Bandit ile konuşmaya devam ediyorum. Daha doğrusu Bandit anlatıyor ben dinliyorum. Benim gibi zavallı bir fani Bandit'e ne anlatabilir ki. Onun nasıl ilgisini çekebilirim? Kendime gülerken yakalıyorum kendimi. Ama o bana kendisini anlatmakta kararlı. Neyseki biraz taviz veriyor. Ruhumun iplerini hafiften serbest bırakıyor. Bende biraz rahatlıyorum. Nefes alabiliyorum. Başımı kaldırıp etrafa bakabiliyorum. Bu kısım başlangıca göre daha hayata yakın. İnsan fıtratına uygun. Doğa kanunlarına paralel. Bir parça eski deri ile turunçgil-şipre birlikteliği karşımızda şimdi de. Şipremsi turunçgiller ve aromatik otlar daha baskın. Hala rafine, hala pürüzsüz, hala eski, hala aristokrat, hala derin, hala Bandit.

Alt notalar mı? O da ne? Bandit'in ruhuma vurduğu son bir kamçı darbesiyle irkiliyorum. Yok hayır sadistçe fantezilerim olmadı hiç bir zaman. Yada kendimi öyle olmadığına inandırıyorum. Ama tenimde hala Bandit varken, kendimden bahsetmeyi kesiyorum bıçak gibi. Acaba bıçaklanan bir insan ne hisseder? Ucu çok keskin, soğuk bir metalin vücudun içine yavaş yavaş girmesi, nasıl hayatın geri kalanında sürekli hatırlanacak bir duygu ise Bandit'in alt notaları da sanırım bundan sonraki hayatımda övgüyle göstereceğim bıçak yarası/gönül yarası olarak zihnimdeki yerini alıyor. Devam eden şipremsi aromatik otlar, kabe samanı, (hani pek aram yoktu vetiver ile. E niye burada çok sevdim kullanımını?) eski parfümlerin vazgeçilmez üyesi meşe yosunu ve olabilecek en iyi paçulilerden birisi.


Onu nasıl tanımlasam mutlu olurum? Onu nasıl tanımlasam ayıp etmiş olmam? Onu nasıl tanımlasam bana kızmaz? Onu nasıl tanımlasam kendime olan saygımı kaybetmem? Onu nasıl tanımlasam bir şeyleri atlamış olmanın utancını yaşamam? Onu nasıl tanımlasam girdiğim bu işin içinden sıyrılabilirim? Artık çok geç. Ok yaydan çıktı. Ve ben bir şeyler söylemek zorundayım. Peki buraya kadar söylediklerim "bir şey" değil mi? Yoksa Mevlana'nın o enfes şiirinde dediği gibi "Ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım."    

Peki ne söyleyeyim yeniye dair. Çünkü karşımda yeni yok. Eski var. Ama kime göre. 2013 yılındaki dünyayı ve hayatı algılamamıza göre evet Bandit nostaljik kokan ve tarihin sayfalarında eskimeye mahkum olan satırlardan birisi. İyi de bu parfümün ilk çıkarıldığı yıl olan 1944'teki Paris'i düşündüğümüzde ne diyeceğiz. O zaman için belki de devrim niteliğindeydi Bandit. Yada İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında üretilmiş bu parfüm, acaba Avrupa kıtasının geneline hakim olan karamsarlığı mı yansıtıyordu. Neden olmasın. Bu tozlu yeşil, şipre-deri-meşe yosunu-paçuli işbirliği bir toplumun hislerine tercüman mı oluyordu? Belki de...

Bandit kadın parfümü olarak görünse de bir erkek rahatlıkla kullanabilir. Hatta bu parfümde çok güçlü erkeksilik mesajları alıyorum. Buradan her gün spora giden ve aklını kolundaki kasları geliştirmekle bozmuş şişme erkeklerden bahsetmiyorum. Gerçek bir beyefendiden. Kadınına saygı duyan. Kadınını destekleyen. Kadınına aşık olan. Kadınına hayran olan erkeklerden. Yoksa erkekliğin kitabını yazdığını iddia eden, çakma kabadayı, hafiften maganda, kendilerini çok delikanlı sanan, kirli sakallı türkücü kardeşlerimizden dem vurmadığım çok açık.


Bandit'in Eau de Parfum (EDP) olduğunu bilmenin kısa veya uzun vadede sizlere nasıl bir katkısı olacağını bilemiyorum ama yine de yazayım. Bir de "Parfum" versiyonu var. Muhtemelen en yoğun konsantrasyon olan "Pure Parfum" versiyonu. Parfümün arkasındaki burun ise  Germaine Cellier.

Luca Turin, Bandit'e beş üzerinden beş yıldız vermiş. Kim takar yıldızları. Aslolan aşk değil midir?

Derin, karanlık, gotik, eski ve sert tarzıyla sonbahar-kış aylarında en güzel dostunuz olabilir. Yada size hükmedebilir. Orası sizin ile Bandit'in arasındaki ilişkiye bağlı. Eğer 35 yaş civarındaysanız ve yolun yarısına geldiğinizi düşünüyorsanız Bandit sizi bekliyor. Alt yaş grupları ise diğer parfümler ile oyalanabilir. Çünkü henüz Bandit yaşınız gelmemiş. Üzgünüm…

Koku Güzelliği:10/8

21 Ocak 2013 Pazartesi

Robert Piguet – Visa (2007)



Robert Piguet – Visa (2007)  Markanın kadın parfümü.

1945 neree 2007 nere... Dile kolay 62 yıl. Ortalama insan ömrünün bu yüzyılda 70 yıl civarında olduğunu düşünürsek (o da şanslıysa), 62 yıl bir nesil denilebilir. Endüstri sonrası modern dünyada, hayatın işleyişi akıl almaz şekilde hızla akıp giderken, 2-3 yılda bile köklü değişiklikler dünyayı sarsabilirken, bir parfümün 62 yıl boyunca güncel kalabilmesi mümkün mü? Sanırım pek olası değil. Bazı istisnalar dışında.

Avrupa kıtasını darmadağın eden ikinci dünya savaşı, korkunç etkilerini dünyanın farklı coğrafyalarında bile gösterirken, savaşın sona erme tarihi olan 1945 yılında bir parfümün doğuşuna tanıklık ediliyordu. Visa isimli bu parfüm ünlü modacı Robert Piquet tarafından piyasaya sürülmüştü. Orijinal versiyonundan tam 62 yıl sonra ise yeniden yorumlanarak, yeniden formüle edilerek parfüm severlerin boyunlarını süsleyecekti.


Robert Piguet'in önemli klasiklerinden olan Visa, yeni versiyonu ile karşımızda sevgili koku bağımlıları. 1945'teki ilk versiyonu Germaine Cellier ve Jean Charles tarafından tasarlanmış olan Visa, 2007 yılında Aurelien Guichard'ın imzası ile yeniden hayata dönmüş. Aurelien Guichard, Robert Piquet'in neredeyse bütün yeniden formüle edilmiş parfümlerinin tasarımını yapmış. Visa, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı sakin ve çok öne çıkmaya çalışmayan meyveler ile gerçekleşiyor. Meyveler derken şeftali, kayısı veya kuru erik gibi. Buradaki meyve kullanımı lüks, şık ve güzel. Sanki biraz pudramsılık var. Sakın akla uyduruk yapay plastiğimsi meyveler gelmesin. Tam bir niche parfüm kalitesinde üst notalar. Visa'nın başlangıcı fena değil. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Burada meyveler hala kendisini hissettiriyor. Onun yanında çiçeklerde ekleniyor. Sanki gül ön planda. Biraz da yasemin. Orta notalar tatlı meyvemsi çiçekler ile gerçekleşiyor. Fakat burada tatlılık oldukça kendisini hissettiriyor. Neredeyse şekerlilik sınırında dolaşıyor. Bu tür tatlı kokuları sevmeyenler, orta kısmından hoşlanmayabilir. Son kısım ise ne başlangıca ne de orta notalara benziyor. Koku bu andan itibaren tamamen evrim geçiriyor. Ortaya kremsi Angel benzeri paçuli çıkıyor. Alt notalar bence kremsi, yumuşak paçuli bombası.


Visa benim için büyük oranda meyvelerin hakimiyetinde. Lüks ve şık meyveler. Yapaylık hissedilmiyor. Parfüm üreticileri meyveleri genellikle bol şekerli veya vasat-yapay olarak kullanıyorlar. Fakat burada çok özenilmiş. Çünkü parfümün ana aksını oluşturuyor. Son kısım ise tamamen bağımsızlığını ilan etmiş. Meyvelerden eser yok. Bu anlamda Visa'yı iki bölüme ayırabilirim rahatlıkla. Birinci bölüm meyveli çiçeksiler. İkinci kısım Angel benzeri kremsi paçuli.

Visa'yı genel olarak gayet başarılı buldum. Başından sonuna kadar eleştirilecek çok fazla yönü yok. Belki orta kısmındaki şekerli yapı herkesin hoşuna gitmeyebilir. Onun dışında rahatsız edecek yanına rastlamadım. Robert Piquet markası bu parfüm ile iyi iş çıkarmış. Eğer meyveli-çiçeksi kokuları seviyorsanız tavsiye ederim.


Visa ile ilgili diğer konu kadınlar için mi erkekler için mi olduğu. Genellikle kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Gerçekten de meyvemsilik biraz kadınsı hava veriyor. Buna karşı çıkamam. Fakat bence o kadar iyi ayarlanmış ki erkekler de kullansa çok problem olmaz. İbre azıcık kadınlardan yana olsa da uniseks kullanıma uyacaktır.

Günlük kullanıma uyum sağlayacak, insanı mutlu eden, pozitif, modern ve neşeli bir kokuya sahip bence. Sanki ailemizden birisi gibi. Herkesin sevebileceği güvenli bir kokuya sahip diyebilirim. İyi kompoze edilmiş ve üzerinde çalışılmış olduğunu düşünüyorum. Bir çok kişi ve Luca Turin, Visa'yı geçtiğimiz haftalarda incelediğim Bond No.9 - Chinatown'a benzetmişler. Aslında haklılar. Genel olarak kokuları yakın birbirine. Zaten Visa ve Chinatown'u aynı parfümör tasarlamış. E küçük bir benzerlik olabilir tabiki. Fakat Visa çok daha lüks ve güzel. Chinatown severlere duyurulur.


Visa, ünlü bir parfüm klasiğiydi. Ve yeniden formüle edilerek günümüze taşındı. Eski yani ilk versiyonunu denemedim. Fakat yeni haline çok fazla benzemediği kimi yorumcular tarafından belirtilmiş. Küçük bir not daha ekleyeyim meraklıları için. 2011yılındaki bir söyleşisinde Sibel Can'ın da Visa kullandığı ortaya çıkmış.

Luca Turin, Visa'yı meyveli deri olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ayrıca özetle şunları yazmış kitabında:

"1945 yılında üretilen orijinal Visa'yı bir arkadaşım sayesinde kokladığım için oldukça şanslı sayıyorum kendimi. İlk formülasyon Visa, keskin, tatlı hayvansal şipre, pudralı amber, civet ve otlardan oluşuyor. Genç parfümör Aurelien Guichard, modern parfümleri sevenler için Visa'yı yeniden uyarladı. Yeni Visa, eski Visa'dan ziyade Guichard'ın diğer tasarladığı parfüm olan Bond No.9 - Chinatown'la daha çok ortak yönü var. Visa aslında meyveli şipredir. Şekerli şeftali, ciddi ve ağırbaşlı deri-odunsu stilindedir. Bu anlamda Serge Lutens'in kayısı-süet kokusuna sahip parfümü Chene'yi andırıyor."
   

Visa, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bol meyveli yapısı bence 35 yaş altındaki kişileri hedeflediğini gösteriyor. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir bence. Yazın ise dozu iyi ayarlanırsa sorun çıkartmayacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki meyve kullanımını sevdim.
+ Neşeli ve poziif yapısı etkileyici.
+ Kaliteli bir meyveli parfüm arıyorsanız Visa sizi bekliyor.

Eksileri:
- Orta kısmındaki şekerlilik soru işaretleri oluşturdu kafamda.
- Biraz yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Robert Piguet – Fracas (1947)



Robert Piguet – Fracas (1947)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış kadın parfümü.

Evet kabul ediyorum. Ağırlıklı olarak erkek parfümlerinden bahsediyorum. Onları anlatıyorum. Ya da onlarla ilgili düşüncelerimi yazıyorum. Zaman zaman da hem erkeklerin hem de kadınların kullanabileceği unisex parfümlere yer veriyorum. Yani kadın okuyuculara da uzak durmuş olmuyorum diyebilirim. Ama yeter mi? Bir kadın için asla yetmez…

O zaman bugün biraz kadın parfümlerinden konuşalım ki başımızın tacı hanımlar bize sitem etmesinler. Aklıma kadın parfümü deyince nedense hep önemli klasikler geliyor. Mesela Chanel – No.5, Chance, Coco, Yves Saint Laurent – Opium, Nu, Y, Guerlain – Mitsouko, L’Heure Bleue, Samsara, Shalimar, Christian Dior – Miss Dior, Poison, Diorella, Caron – Tabac Blond, Donna Karan – Black Cashmere, Lanvin – Arpege, Gucci – Envy, Rush ve ismini sayamadığım diğerleri.

                                                    Guerlain'in önemli klasiklerinden L'Heure Bleue.

Bu parfümleri kadınların böylesine arzulamasına ne sebep oluyor acaba? Her ne kadar koku karakterleri farklı olsa da, bu kokuların kadınlar üzerinde cezbedici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Yoksa on yıllar boyunca en çok satılan ve kullanılan parfümler olmalarının nasıl bir açıklaması olabilir ki?

Peki bir kadın neden parfüm kullanır? Fiziksel olarak erkeklerden çok daha estetik varlıklar olan kadınlar acaba hep daha fazlasına sahip olma iç güdüsü ile mi hareket ediyor. Daha iyi iş, daha iyi eş, daha rahat bir hayat, daha arzulanan ve beğenilen bir kadın olmak mı bütün mesele? Kadın olmadığım için bu sorulara doğru yanıtlar veremeyeceğim çok açık.

Kadınlar neden parfüm kullanır sorusuna cevap belki de her kadın için farklı olacaktır. Kimisi dikkat çekmek isterken, kimisi seksi olmak isteyecektir. Kimisi fazla ilgi odağı olmadan güzel kokmak isterken, kimi kadın kendi ruhunu tatmin etmek isteyecektir. Oysa ki insan ruhu doymak bilmez bir kara delik gibi.


Yüzyıllardan beri kadın parfümlerinin amaçlarından birisi karşı cinsi cezbetmek diyebiliriz belki de. Peki bu etki nasıl verilecek? Cevabı uzun yıllar önce verilmiş. Çiçekler ile.

Kadın parfümlerinde en çok kullanılan çiçekler hangisi desek sanırım gül, yasemin, menekşe yada leylak biraz daha öne çıkar. Bir de çok fazla kullanılmayan ama bolca hayranı olunan çiçek kokuları var. Mesela sümbülteber. İngilizcesi tuberose olan sümbülteber temalı parfümler kadınlar tarafından oldukça ilgi görüyor. Bu çiçeğin kokusunu etkileyici buluyorlar anladığım kadarıyla. Sanırım Robert Piquet’in Fracas isimli parfümünü kadınlar bunun için çok seviyorlar.

Yukarıda saydığım kadın parfüm klasiklerinin arasına bir ismi daha eklemek gerekir sanırım. Çünkü şöhreti büyük bir parfüm ile karşı karşıyayız. İlk olarak 1947 yılında çıkarılan Fracas, 1996 yılında formülasyonu biraz değiştirilip yeniden sevenlerine kavuşturulmuş Robert Piguet moda evi tarafından. Ağırlıklı olarak sümbülteber teması üzerine inşa edilmiş Fracas. Yani bol bol çiçeklerin hakim olduğu bir kokuya sahip.


Fracas çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Gayet yerinde bu tanımlama. Zaten ilk anlardan itibaren çiçeklerin etkisini hissediyorsunuz. Başlangıcında çok yoğun, doğal ve pürüzsüz bir sabunsu kokuya çiçekler eşlik ediyor. Bu tür kokular bana hep banyo sabunlarını hatırlatıyor. Açılışını sevdiğimi söyleyemem. Orta notalarında da çok büyük değişim göstermiyor. Sabunsuluk biraz azalırken, çiçekler öne çıkmaya çalışıyor. Muhtemelen sümbülteber. Fakat bence hala sabunsu his ön planda. Son kısımda ise İlginç bir hayvansı misk ekleniyor çiçeklere. Böylesine saf ve masum bir parfümde hayvansallık neden vurgulanmış pek anlayamadım. Yani özetle: Sabunsu çiçekler, beyaz çiçekler, ve misk.

Fracas’ın başarılı bulduğum yanlarından bahsedeyim biraz. Öncelikle çok temiz ve net bir kokusu var. Gerçek bir parfüm kokladığınızı hissettiriyor size. Yani “parfüm gibi parfüm” desek sanırım doğru olur. Dolu dolu bir yapısı var. Eğer banyo sabunlarının kokusunu nasıl bir parfüme böylesine rafine şekilde verebilir diye bir yarışma açılsa Fracas’ın şansı yüksek. Yine çiçekler de çok temiz ve net. Yapaylığın yanından bile geçmiyor kokusu. Yani kalite hissiyatı yüksek.


Kadınların genelde çiçek kokulu parfümleri tercih ettiklerini göz önüne alırsak Fracas bir kadının tüm çiçeksi koku ihtiyacına cevap verebilecek gibi. Yabancıların “Beyaz Çiçekler” dediği gibi kokuyor. Biraz da beğenmediğim yanlarını anlatayım madem.

Fracas’ın, başlangıcındaki ve sonrasındaki sabunsuluk hiç bana göre değil. Burada sümbülteber çiçeğinin kokusunun da böyle kokmasında etkisi var kuşkusuz. Ama yine de benim için fazla çiçeksi, fazla kadınsı ve fazla sabunsu. Diğer konu ise çok düz bir çizgide ilerliyor. Sonları dışında neredeyse hiç değişmiyor. Yani uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilir gibi bir izlenim oluştu bende.


Fracas’ın kokusu Frederic Malle’nin Carnal Flower’ına çok benziyor. Tamam ikisi de sümbülteber temasına sahip. Elbet bir benzerlik olacaktır diyebilirsiniz. Ama sanki iki kardeş gibiler. Fakat bence Carnal Flower daha giyilebilir ve ilginç.

Fracas için kimi yorumcular “Diva Parfümü” demişler. Valla ne güzel anlatmışlar olayı. Sahneye çıkmadan önce kendisini iyi hissetmek isteyen orta yaşlı kadın sanatçılar kullansalar hiç şaşırmam. Ya da ünlü sosyetiklerimizin “cemiyet” buluşmalarındaki bol estetikli sarışın hanımlara yakışabilir. Yaşı 35 ve üzerindeki kadınlar için daha uygun gibi duruyor Fracas. Genç kız kokusu olduğunu sanmıyorum.


Parfüm yorumcusu Luca Turin, Fracas’a beş üzerinden beş yıldız vererek bol bol övmüş. Luca Turin çok az parfüme en yüksek notu olan beş yıldız vermiş şimdiye kadar. Geoffrey Beene – Grey Flannel’a da beş yıldız vermişti Turin. Zaten Fracas’ın açılışındaki koku ile Grey Flannel’in başlangıcı sanki birbirine benziyor. Bu anlamda Luca Turin kendi içinde tutarlı olduğunu kanıtlamış oluyor bir anlamda. Her ne kadar onun düşüncelerine yer yer katılmasamda.

Koku kalitesine beş yıldız veririm Fracas’ın. Ama koku güzelliğine o kadar yüksek bir not vereceğimi sanmıyorum. Ne kadar doğrudur bilemem ama Fracas’ı kullanan ünlüler arasında Madonna, Kim Basinger, Martha Stewart, Carolina Herrera, Stella Tennant, Morgan Fairchild, Courtney Love da varmış. Ayrıca 2006 yılında FIFI tarafından “Onur Ödülüne” layık görülmüş.

                           Ülkemizde de şovu yayınlanan ünlü programcı Martha Stewart'ın elindeki Fracas'mış.

Fracas’ı ilk olarak 1947 yılında Germaine Callier tasarlamış. 1996 versiyonunu ise Pierre Negrin tasarlamış. İlk bahar-yaz kullanımına daha yakın gibi duruyor. EDP olması kalıcılığına oldukça olumlu etki yapmış.

Artıları:
+ Yüksek kalitesi ilgi çekici.
+ Pürüzsüz ve net kokusu size gerçek bir parfüm kokladığınızı hissettiriyor.

Eksileri:
- Benim için fazla çiçeksi ve sabunsu.
- Çok düz çizgide ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor kokusu.

Koku Güzelliği:10/6