Serge Lutens etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Serge Lutens etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2020 Pazartesi

Serge Lutens – La Fille de Berlin (2013)

2013 yılında, niş parfüm raflarına eklenen kırmızı sıvıya sahip bir parfüm, isminde batılı başkente vurgu yapmasıyla dikkat çekti. Doğuya özlem duyan bir mistiğin yani Serge Lutens’in, parfümünün isminde Berlin’e yer vermesi ve kokusunun gül temasına sahip olması, 2020’li yılların niş kokular sektöründe şaşılası durum olarak görülebilir. Tarihe not düşmek babında, zamanın bu dilimde bir parfüm gül kokuyorsa onu niş markalar hemencecik Doğu-Ortadoğu-Arap yarımadasıyla kolayca pazarlayabilir. Oysa Serge Lutens, parfümünün ismini Berlin Kızı olarak belirliyor.

Parfümün tanıtımında bu kızın dikenli güle benzediğini öğreniyoruz. Uçlara doğru giden bir kız portresi bile çiziliyor. Anlayacağımız üzere Berlin şehrini ve bir kızı merkeze alan tanıtımıyla La Fille de Berlin’in kadın kullanımına göz kırptığını varsayabiliriz.

La Fille de Berlin’in ilk saniyeleri canlı gül ve baharatlarla gerçekleşiyor. Kıpkırmızı gerçekçi güle eşlik eden baharatların harika sonuç verdiği ilk dakikalarda ortaya çıkıyor. Orta bölüme doğru baharatlar geri çekilirken gülün rolü değişmiyor. Sabunsuluğa evrilen güle, orta kısmın sonlarına doğru paçuli ekleniyor. Yeşil sayılabilecek tozlu, hüzünlü paçuli sonlarda yönetimi eline alıyor. Bohem davranan ve köksü kokmayan paçuli, tatlılık anlamında azla yetiniyor.

Serge Lutens’in klasik şeffaf şişelerinin içerisinden görülen La Fille de Berlin’in sıvısı pembeye yakın kırmızı denebilir. Bu renkten parfümün gül merkezli olduğu ilk izlenimi çıkartılabilir. Başlangıçta koyu ve baskın-dolgun kırmızı gül kokusuyken, sonlarda gülün solup gitmesi ve paçulinin ortaya çıkması gerçekten enteresan. Bay Lutens bize La Fille de Berlin’de ilkbaharda açan bir gülün, sonbaharda buruk paçuliye dönüşmesini mi sunmak istiyor? İyi de burada Berlinli kızın yeri nerede?

Serge Lutens bizi ilk saniyelerde Arap-Ortadoğu coğrafyasına götürüp, sonlarda havanın çoğu zaman kapalı olduğu Berlin sonbaharına seyahate çıkarıyor. Parfümün iki evresi farklı evrenlere çıkıyor. Biliyoruz ki parfüm yaratmak, Serge Lutens için para kazanacağı ticari işin daha ötesinde anlamlar taşıyor. Parfümlere sanat eseri olarak bakan zihin dünyası için kokuların içeriklerindeki karışımlar, her birimizin varoluşunu temsil ediyor.

Kalite anlamında iyi yerde duran La Fille de Berlin, Serge Lutens tematizmini de gözlerimizin önüne seriyor. Tabii ki çoğu niş parfüm gibi denemeden almanın risk olacağı uyarısını yapıyorum. Eğer gül-paçuli skalasının Noir de Noir tavrına uzak yanını keşfetmek istiyorsanız La Fille de Berlin sizi bekliyor.

Parfümün tasarımını Christopher Sheldrake yapmış. Eau de Parfum formunda. Başlangıcı yoğunken, ilerleyen saatlerde gücü epeyce törpüleniyor. Sonbahar-kış döneminde kullanmaya yakın duruyor.

Koku Güzelliği:10/7.5

20 Ekim 2020 Salı

Serge Lutens – Feminite du Bois (2009)

“Feminite du Bois bir parfümdür evet ama bundan daha öte bir şeydir. Parfümcülüğü kavramada yeni bir yoldur. Feminite du Bois’ten sonra söylemeliyim ki parfümler aynı şekilde üretilmemeye başlandı. Koku konseptini sarsmıştır.

Tüm bunlardan sonra parfüm nedir? Uyumsuzlukla birlikte kendi içinde bir harmonidir. Ben neredeyse çevremdeki her şeyle uyumsuzumdur. Burada benim ve diğer insanların duygularını uyumlu hale getirme çabam var. Yani benim akor etme şeklim diğer bir deyişle, yeni bir değer verebilmek için bana saçma gelen, eski moda veya kaba şeyleri değiştirip, anahtar özleri kullanıp, onu saf bir sihire dönüştürüp iyi olmasını sağladım. Tıpkı bir roman gibi veya kendi portreniz gibi. İlk seferi gizli ve örtülüdür. Söylemeliyim ki formülasyonu değiştirilmiştir. İlk yaratım Shiseido versiyonu değiştirilmiştir. Bu sefer soyunmuş haldedir. Küçük ve yassı şişenin Serge Lutens versiyonu içinde onu tamamen açığa çıkardım. O, gerçek Feminite du Bois haline geldi, kendine döndü. Kendi rengi, aroması, etiketiyle sadeliği en doğru şekilde sunuldu. Yanlış veya kötü bir şişeye gerek yoktu. O çıplak şişesinin içinde çırılçıplak, aynen olduğu gibi.

Sedirin açıkça anahtar olduğu, üzeri örtülmemiş, korunmamış ama dönüştürülmüş. Dönüştürülmüş kelimesini sevmiyorum. Diyebilirim ki isnat edilene karşı duran. Tıpkı mahkemedeki bir insan gibi itham edilmiş. Feminite du Bois itham edilmiştir. Ağaç itham edilmiştir. Ağaç ithama karşı duruyor. Diğer bir deyişle ben bir hakimim ve suçluyla aşk yaşıyorum. Bu yüzden sahip olmalısınız. Ne eksik ne fazla. Feminite du Bois işte budur. Hakim ile suçlunun aşkı. Bu, benim…”

2009 yılında Maestro Serge Lutens’in koleksiyonuna eklenen Feminite du Bois için bunları söylemiş üstat. İlk Feminite du Bois’nin 1992 yılında Shiseido lisansı altında yaratıldığını biliyoruz. 1992 yılındaki ilk Feminite du Bois’i Christopher Sheldrake ve Pierre Bourdon’un birlikte tasarladıkları yazılı kaynaklarda. 2009 yılındaki Serge Lutens versiyonunu yine Christopher Sheldrake tasarladı. Orijinaline oldukça benzeyen Serge Lutens’in Feminite du Bois’ini, çıkışında üç yıl sonra denemişim ilk defa. Aradan geçen sekiz yılın ardından bakalım 2020 yılındaki hissettiklerim nasıl bu parfüme karşı.

Feminite du Bois’in ilk saniyeleri şekerli meyveler ve bir parça baharatlarla gerçekleşiyor. Ferah olmayan derin ve yarı karanlık meyvelerin şeftali-erik ikilisine ait oldukları söylenebilir. Baharat tabağına düşmüş olgun mayhoş meyveleri çağrıştıran kısımdan sonra orta notalara geçiliyor. Tarçın ve karanfilin baharatlar bağlamında kendisini gösterdiğini düşünebiliriz. Orta bölümde gül ve menekşeden sınırlı oranda bahsedebiliriz. Sonlarda meyveli baharatlı omurgaya misk ekleniyor. Sedir ağacını andıran odunsuluk tabii ki noktayı koyuyor.

Parfümün ismi, kokunun yönünü işaret etse de tam olarak anlatamıyor. Dişilik ve odunsuluğa gönderme yapan isim, meyvelerin veya baharatların çağrışımını yapmıyor. Yüksek oranda kadınsı odunsuluk beklerken meyveli-baharatlı tarafa yakın duruyor. Serge Lutens hayranlarının yakından tanıdığı koyu eriksi baharatlar, Feminite du Bois’te tekrar edilmiş, tabii yüksek kaliteli işçilikle…

Baştan sona parfümün üzerinde gezinen köşeleri yuvarlatılmış sedir ağacı ve misk, karanfil-tarçın ikilisine yakın duruyor. Menekşe, parfüme modern pudramsı hava katıyor. Gül yağını andırmayan gül teması ve fabrikasyon şeftali suyu hissi vermeyen şeftali aroması güzel sürprizler olarak karşımıza çıkıyor. Karanfilli olgun erik, Lutens standardı babında mutluluk kaynağı oluyor benim için. Ayarında tatlılık her daim rahatlıkla hissediliyor.

Serge Lutens ve Christopher Shaldrake’in işbirliği harika sonuç vermiş Feminite du Bois özelinde. İsmindeki kadınsı vurguya rağmen erkekler de kullanabilir. Serin havaların parfümü Feminite du Bois. Yaz sıcakları için fazla kaçabilir. Eau de Parfum formundaki parfümün performansı fena değil. Kalıcılığı iyi, etrafa yayılımı istikrarlı şekilde ortalama düzeyde.

Koku Güzelliği:10/7.5

 

14 Ağustos 2018 Salı

Serge Lutens – Ambre Sultan (1993)

“Ambre Sultan benim için en fazla duygusal çağrışımlar yapan parfümümdür çünkü o oryantal parfüm serimizin ilk kokusudur. Gerçi Ambre Sultan benim için seçkin bir Arap temalı kokudan fazlası değil. 1960’lı yılların sonlarında gittiğim Marakeş’in eski şehir tarafında bir parça amber buldum. Amberin kokusu beni baştan çıkardı ve o andan itibaren amber kokusu yaratmayı hayal ettim.

Feminite du Bois’ten sonra Ambre Sultan ile başka bir koku yolu açtım kendime. Bu yol Arap dünyasına giden yolumdu. Her ne kadar anne-babam Fransız olsa da bir çocuk gibi Arap bedenine sahip olduğumu hissettim. Ambre Sultan bizim en çok satan parfümümüzdür.”

Yukarıdaki sözleri söyleyen Serge Lutens, aynı zamanda Ambre Sultan parfümü hakkında bize ipuçları veriyor. Bir söyleşisinde Ambre Sultan’ı ara ara kullanmaktan zevk aldığını söyleyen Serge Lutens, internet sitesinde onun aslında bir oryantal olmadığını bir Arap ve Lutens olduğunu vurguluyor. Görüleceği üzere Ambre Sultan büyük ölçüde Araplardan ve Arap kültüründen ilham almış diyebiliriz. Zaten ismindeki sultan göndermesi onun doğuya ait köklerini işaret ediyor.

Ambre Sultan’ın başlangıcı reçineli amberle gerçekleşiyor. Tabii ilk saniyelerde yüksek kaliteli karanlık aromatik otları da atlamamak gerekiyor. Üst notaları çok iyi. Orta bölümde otsular geriye çekilirken parfüme ismini veren egzotik, karanlık ve koyu amber kompozisyona iyice hakim oluyor. Ambere karanlık kuru baharatlar eşlik ediyor ki gayet güzel orta bölüm. Alt notalarda amberin etkisi azalsa da devam ediyor. Son kısımda şekerli olmayan vanilyayla kapanış yapılıyor ki koklamaya değer.

Ambre Sultan ismindeki amberin hakkını fazlasıyla veriyor. Parfümün başından sonuna kadar karanlık amber her daim başrol oyuncusu gibi davranıyor. Ambere en büyük desteği keskin reçineler ve baharatlar veriyor. Koku karakterinde hep bir ağır-koyu taraf var ki, Ambre Sultan’ı gizemli ve mistik hale bürüyüveriyor bu durum.

Amber merkezli parfümlerin en önemli örneklerinden olan Ambre Sultan, size doğunun gizemli şehirlerini, Arapların antik egzotizmini ve bir Ortadoğu geleneği olan rakkaselerin daracık Fas sokaklarındaki büyülü danslarının coşkusunu vaat ediyor muhtemelen.

Olabilecek en kaliteli amber parfümlerinden olan Ambre Sultan, aynı zamanda bir mistik olan Serge Lutens’in ruhunun karanlıklarını, derinliklerini ve belki de en ayıp günahlarını simgeliyor. Ambre Sultan için amber parfümlerinin kutsal kasesi bile diyebiliriz.

O devrimci ve çarpıcı bir eser. Bundan yaklaşık yedi yıl önce Ambre Sultan’ı kullandığımda zihnimde şu hisleri uyandırmıştı:

Ambre Sultan’ı kullandığım zaman kendimi dar ve gizemli Mısır sokaklarında geziyormuş gibi hissediyorum. Yürümekten yorulmuşum. Bir nargile kafe görüyorum. İçeride nargile içip, sohbet eden kızlı erkekli masalar var. Bazıları yer sofraları gibi minderlerde oturuyorlar. Bende bir köşeye geçiyorum ve nargilemi söylüyorum. İçerisi nargilelerin yoğun dumanıyla dolu. Garip bir şekilde rahatsız etmiyor beni bu koku. Gözüm duvarlara takılıyor. İslam sanatında sıkça kullanılan çiniler duvarları süslemiş. Batı medeniyetinin doğu kültürlerini ve felsefelerini neden bu kadar merak ettiklerini biraz daha iyi anlıyorum.

Ambre Sultan’ı giydiğim zaman Cezayir’in kapalı çarşısında yolumu kaybetmiş gibiyim ya da Yemen’in sonu gelmeyen çöllerinde gece ateşin başında bedevilerle çay içiyorum. Çöllerde gündüzler ne kadar sıcaksa gecelerde bir o kadar soğuktur. Ambre Sultan tam da o soğuk çöl geceleri için tasarlanmış sanki. Pakistan’da baharat satan bir dükkanın kapısından içeriye girdiğinizde burnunuza gelen o tarif edilemez kokuların bir karışımı gibi Ambre Sultan. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

EDP formundaki bu şaheseri Christopher Sheldrake gibi bir usta yaratmış. Kalıcılığı gayet iyi, etrafa yayılımı idare eder. Tam bir kış parfümü Ambre Sultan. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Herkesin sevemeyeceği, her ortama uymayacak oldukça tematik bu arkadaş, yaş ve koku deneyimi istiyor, benden söylemesi.

Koku Güzelliği:10/8

7 Temmuz 2017 Cuma

Serge Lutens – Louve (2007)

Dişi kurt kültünün kökeninin çok eskilere dayandığı biliniyor. Roma İmparatorluğunun kuruluş aşamasında dişi kurt tarafından emzirilen Remus ile Romulus’un tasvir edildiği heykeller mevcut. Dişi kurt tarafından emzirilen ikiz çocuklar efsanesinin Roma uygarlığının sembolü olması şaşırtıcı değil. Sadece Batı dünyası değil, Türklerde de dişi kurt efsaneleri var. Hepinizin tahmin ettiği üzere dişi kurt Asena, en bilinen Türk mitolojisi öğesi.

2007 yılında benim “koku mistiği” olarak adlandırdığım bay Serge Lutens, dişi kurt temasını alıp, bir parfümüne ilham kaynağı haline getirdi. Louve ismini verdiği parfümünün kalbindeyse beyaz badem kokusunu uygun gördü. Bakalım dişi kurt ve beyaz badem ne kadar uyumlu olacak.

Louve’nin açılışı mayhoş ve ferah olmayan kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Bir parça ruj benzeri iris de var sanki. Kiraz veya vişneye benzettiğim başlangıcı nefis. Orta kısımda kırmızı ekşi meyveler hala var fakat bay Lutens’in bahsettiği badem yavaş yavaş kokuya hakim oluyor. Bademin bir parça pudralı verilmesi kadınsılığı bariz şekilde arttırıyor. Kiraz ve bademin uyumu gayet güzel. Son bölümde bademin o acımsılığı hala devam ediyor. Alt notalarda çiçeksi bir vanilya kapanışı yapıyor. Badem ve vanilya uyumlu denebilir.

Louve, gördüğüm kadarıyla kiraz-badem-vanilya üçgenine sırtını dayamış. Bu üçlüye hissedilir oranda eşlik eden pudralı yapı, parfümü kadın kullanımına yakın hale getiriyor. Tabii bir parça çiçeksilikten de bahsedilebilir. Belki de yaseminin payı vardır çiçeklerden. Kısacası Louve, ismindeki dişiliği kokusuna taşımış.

Louve, yüksek kaliteli bir Lutens eseri. Benim sevdiğim ve mesafeli olduğum iki öğeyi birleştirmiş. Kiraz ve vişneyi seviyorum parfümlerde. Bademi ise pek kendime yakın bulamıyorum. Muhtemelen bademin o acımsı, iddialı, kadınsı tarafını sevemiyorum. Louve’deki ekşi kırmızı meyveleri sevdim. Bademi ise fena bulmadım.

Kimi kullanıcılar gül notasından da bahsetmiş. Evet, ihtimal dışı değil. Kırmızı meyvelerin verdiği hissiyat belki de gülden geliyor. Nereden gelirse gelsin, Louve bu haliyle mayhoş, lüks, çarpıcı ve konforlu kokuyor. İyi de kokusunu sevdim mi?

Yukarıda konforlu dedim. Genellikle badem merkezli parfümlerin konforsuz, kullanması ve sevmesi zor olduğunu düşünürüm. Tabii bu imajı bende Hypnotic Poison oluşturdu. Parfümler tarihinin modern kült parfümü Hypnotic Poison’da kullanılan badem ve vanilya karışımını sevememiştim. Bana fazlasıyla saldırgan, yapay, acımsı ve ilacımsı gelmişti. Bir badem parfümü olarak Louve’de bademden gelen acımsı ve ilacımsı hissiyat mevcut fakat Hypnotic Poison’daki gibi avam, saldırgan ve yapay değil. Louve çok daha derli toplu, şık ve haddini biliyor. Yapaylık neredeyse yok. Parfümün genel karakteri bir parça karanlık ama aynı zamanda dinamik.

Louve’nin hiç bir aşaması ferah ya da rahatlatıcı değil, daha çok cazibeli ve leziz. Evet, Louve kıyısından köşesinden belki de gourmand olarak sınıflandırılabilir. Ya da meyveli-çiçeksi bile diyebiliriz. Artık seçim size kalmış.

Modern ve tatlı kokan Louve aynı zamanda egzotik ve gizemli. Tatlılık, bütün yeni nesil parfümlerdeki gibi biraz fazla ama bayık değil. Eski ya da modası geçmiş gibi kokmuyor. Genel yapısı belli bir yaşın üzerindeki hanımefendileri ilgilendiriyor sanki. Genç kız parfümü değil Louve. Gündüz vakti AVM’de dolaşma kokusu da olmamalı. Daha özel günler ve kendinizi mutlu etmek istediğiniz zamanlarda kullanılmalı belki de. Ya da beni dinlemeyin, canınız ne zaman isterse kullanın.

EDP formundaki Louve’nin kalıcılığı yeterli. Fark edilirliği başlarda iyi, sonrasında tene yaklaşıyor. Sonbahar-kış mevsimi için harika olacaktır.

Koku Güzelliği:10/8

11 Mayıs 2017 Perşembe

Serge Lutens – Santal Majuscule (2012)

“Oboedi silentiis meis non imperii”

Maestro Serge Lutens’e göre Avilalı Teresa isimli azizeye ithaf edilmiş yukarıdaki cümle. “Emirlerime değil, sessizliğime riayet edin” olarak çevriliyor. Bay Lutens, Santal Majuscule isimli 2012 çıkışlı parfümü için bir Latin azizesine gönderme yapmakta ve şöyle demekte: “Santal Majuscule’yi tanımlamak için Avilalı Azize Teresa’dan bahsettim çünkü bana göre literatür, kokuya eşlik edebilecek kadar önemli bir sanattır. Bu parfüm kendimi iyi hissettiriyor. Parfüm sizi teşvik etmeli, sizi rahatlatmalı, sizi teyit etmeli, tehlikeye sokmalı.”

Kendi sitelerinde odunsu/şipre kategorisinde yer alan Santal Majuscule’nin açılışı yüksek kaliteli gül ve bir parça turunçgillerle gerçekleşiyor. Tatlı, modern ve canlı başlangıcı güzel. Orta bölümde parfüme ismini veren sandal ağacının o baharlı kokusu etrafa yayılıyor. Başlangıçtaki gül eşlik ediyor sandal ağacına. Bu andan itibaren tatlı meyvelerin ve baharatların kompozisyona katıldığını görüyorum. Meyve derken kırmızı ve mayhoş kiraz-böğürtlenden bahsedebilirim. Maestro, yine meyveleri bir parfümünde farklı şekilde bize sunmuş. Son kısımda saf ve sütsü sandal ağacı kapanışı yapıyor. Alt notalar yine yüksek kaliteli ve çarpıcı.

Nedendir bilinmez ama sandal ağacı baskın parfümlere karşı az da olsa önyargım var. Sandal ağacının o baskın ve enteresan kokusunu, parfümlere bir türlü tam anlamıyla oturtamıyorum. Geçtiğimiz aylarda ünlü sandal ağacı parfümü Samsara’yı kullanmış ve neden böylesine şöhrete sahip olduğunu anlayamamıştım. Sandal ağacının o gizemli, egzotik ve sıcak kokusu, birçok ünlü parfüme hayat vermeye devam ediyor. Mevzu bahis Serge Lutens gibi müthiş birisi olunca, onun sandal ağacı yorumunu hem merak ettim hem de hayal kırıklığı yaşarım endişesi yaşadım.

Santal Majuscule, Serge Lutens’in koleksiyonundaki üç sandal ağacı temalı parfümünden en yenisi. 2012 çıkışlı bu eser, oldukça tatlı ve sıcak kokuyor. Genel olarak sandal ağacı-gül-meyve ağırlıklı ilerliyor. Sandal ağacının koku profiline yakın olarak verilmiş gül ve kırmızı meyveler, gayet uyumlu ve leziz. Çoğu yorumcu kakaodan bahsetmiş ama bence çok baskın değil. Parfümde çikolatamsı hissiyat yok. Daha çok sıcak, baharatlı, güllü bir yapı mevcut.

Sonuç olarak aşık olmasam da, başarılı bir sandal ağacı kokusuna rastladığımı söyleyebilirim. Başlangıçtaki endişemin yersiz olduğu için sevinçliyim. Bay Lutens, yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kompozisyon benzersiz olmasa da yüksek kaliteli, uyumlu, yumuşak ve cazibeli. Evet, o hissedilir oranda çekici ve egzotik. Bu anlamda kadın kullanımına yakın olduğunu düşünüyorum. Günlük kullanımda bol bol uyguladım ve rahatsız edici değildi. Yine de kadınlar kullansa daha iyi olabilir.

Özel ve tematik koktuğunu söylemek lazım. Sandal ağacı gibi farklı bir esans, daha özel anlar için kullanılmalı. Onun içindir ki, Bebek sahilinde spor kıyafetlerle pazar yürüyüşü yaparken kullanmak iyi fikir olmayabilir. Akşam kullanımına veya şık davetlere daha uygun olabilir.

EDP formunda. Performans anlamında gayet iyi. Kalıcılığı yüksek. Fark edilirliği başlarda iyi, sonrasında tene yaklaşıyor. Sonbahar-kış mevsimlerine uyacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/7

13 Kasım 2016 Pazar

Serge Lutens – Fumerie Turque (2003)

“Sigara sizi öldürebilir”

Neredeyse bütün sigara paketlerinin üzerinde yazan bu klişe uyarıyı, bizzat bay Serge Lutens’in, kendi sitesinde yapması tabii ki ironik. Oysa biliriz ki sigara içmek Türklere hiç zarar vermez. Sigara içenlerin en sevdiği hikayedir: “Benim bir akrabam var, elli yıldır sigara içer. Geçenlerde doktora kontrole gitmiş, doktor tertemiz ciğerlerin var demiş.” İçinde onlarca çeşit zehirin olduğu sigaranın, elli yıl boyunca bizim sihirli akrabalarımıza hiç olumsuz etki etmemesi, sadece bu ülkenin şanslı insanlarına münhasır bir ayrıcalık sanırım.

Tarihteki önemli sigara, daha doğrusu tütün düşmanlarından birisi Osmanlı padişahı 4. Murat idi. Koca imparatorlukta sigarayı ve tütün içilmesini yasaklatmıştı. Hatta bu yasağın Avrupa ülkelerine şöyle yansıması olmuştu: “Türk gibi sigara içmek” deyimi. Sanki çok övünülecek bir şeymiş gibi Türk gibi sigara içmek sözü, Avrupa kültürüne daha doğrusu batılı zihinlerin gerisine yerleşmişti. Türk dediğin sigara içer!

Bu kültürel geri planı ne ölçüde kendisine referans aldı Serge Lutens bilemiyorum ama 2003 yılında piyasaya sürdüğü Fumerie Turque parfümünde hem Türklere hem de sigaraya gönderme vardı. Serge Lutens’in şimdiden klasikler mertebesine yükseleceğe benzeyen ünlü parfümü Fumerie Turque, ilhamını tütünden alıyor. Çok uzun zamandır merak ettiğim ve peşinde olduğum Fumerie Turque’e nihayet kavuştum ve dolabımda daha fazla durmasına gönlüm razı olmadı. Sabırsızlıkla kullanmaya başladığım Fumerie Turque, bana şöyle seslendi.

Açılışında yoğun ve güçlü paçuli, bal, bolca tatlılık ve bir parça dumansılık. Gayet erkeksi ve güçlü başlangıcını sevdim. Orta bölüme geçildiğinde parfüme ilhamını veren tütün kendisini gösteriyor. Dumansılık orta notalarda daha da artıyor ve mutluluktan neredeyse uçacağım. Harika orta notalarda tatlı hatta şekerli tütüne, kuru baharatlar (muhtemelen karanfil ve tarçın) eşlik ediyor. Biraz da tatlı amber var. İnsanı serseme çeviren o dumansılık orta bölümün yıldızı oluyor. Müthiş. Son kısımda dumansı yapı hala etkili olmaya çalışıyor. Baharatlar geride duruyor kapanışta. Alt notalarda düz bir vanilya ve azıcık tonka fasulyesi var. Kapanışı üst ve orta kısım kadar sarhoş edici olmasa da güzel.

parfumo.net sitesinden alınmıştır.
parfumo.net sitesinden alınmıştır.

Dumansı pipo tütününü andıran parfümün ana eksenine, paçuli, baharatlar, tonka, vanilya ve bal öyle güzel eklenmiş ki söyleyecek söz bulamıyorum. Tam beklediğim gibi ve tam okuduklarımdan sonra hayal ettiğim gibi çıkıyor Fumerie Turque.

Sigarayı sevmem, içilen yerler rahatsız eder ve o duman bulutundan hemen kaçasım gelir ama nedense tütün merkezli parfümleri seviyorum. Fumerie Turque, tütün merkezli parfümlerin en şahane örneklerinden birisi gibi duruyor. Başlangıcında bir parça tozlu-kirli-eski hissiyatı veriyor. Açıkçası biraz serseri havasına bürünüyor. Orta kısımdaysa, dumansılığın ve gizemin artmasıyla müthiş aristokratik şahesere dönüşüyor. Bu ne keskin değişim!

Başlangıcındaki ve orta kısmındaki müthiş zenginlik, son kısımda azalıyor ki bırakın o kadar oluversin. Baharatlar, aromatik otlar, pipo tütünü, vanilya, bal, tonka, amber ve hatta bir parça erkeksi gül. Bu kadar karmaşık notayı bir araya getirip, onu Fumerie Turque haline getirmek de zaten Christopher Sheldrake-Serge Lutens ikilisinin yapabileceği bir iş olabilirdi. Onu da gerçekleştirmişler.

Aslında şöyle özetlenebilir Fumerie Turque: Ülkemizde son yıllarda sayıları artan nargile kafelere, ilk girdiğiniz zaman etraftaki o ilginç ve birbirine karışmış nargile dumanı üzerinize hücum eder. Başta rahatsız etse de, farklı aromalara sahip nargilelerden çıkan dumanların karışmasıyla ortaya baş döndürücü bir koku çıkar. O nargile dumanına, sanki içkiye yatırılmış ıslak tütün ve kuru-kirli paçuli ekleyin. İşte size Fumerie Turque.

Fumerie, genel olarak Pure Havane’a benzetiliyor ama bence pek doğru değil. Bir yazarın Shalimar’a benzetmesi ise gayet ilginç. Aslında Fumerie’deki tatlı amber bir parça andırıyor Shalimar’daki kullanımı ama sonuçta ikisi çok farklı kokulara sahip. Bogart Pour Homme’un o kaba dumansı tütünlü ve tonka fasulyeli tarzının çok daha kaliteli ve rafine hali gibi Fumerie Turque.

yatik fumerie yen

Hatırı sayılır şekilde erkeksi, fazlasıyla olgun ve üst yaş gruplarına yakışacak, kesinlikle herkesin sevemeyeceği ve taşıyamayacağı, günlük kullanımda fena sırıtacak özel bir tasarım Fumerie Turque. Onu çok sevdim ve umarım sevmeye devam edeceğim. Yine harika bir iş bay Lutens.

EDP formunda. Başlangıcı biraz keskin olduğu için az kullanmak gerekebilir. Fark edilirliği ilk bir saatten sonra belirgin şekilde düşüyor. Tam bir soğuk kış mevsimi parfümü. Denemeden almanızı önermem, çünkü herkese hitap etmeyebilir.

Koku Güzelliği:10/8.5

26 Mart 2016 Cumartesi

Serge Lutens – Cedre (2005)

“Vaşak, kıvrak, ihtiyatlı, duygusuz ve uyumlu adımlarla süzülür. Ormanı izler… Jürinin, sanığın, masum mu yoksa suçlu mu olduğunun belirleneceği kararın açıklanmadan öncesi gibi, ağır, huzursuz sessizliğe, gergin bir ana benzer.”

Cedre’in, tanıtımındaki bu ifadeleri sadece ben değil, çoğu parfüm severinde anlayabildiğinden şüpheliyim. Sedir anlamına gelen Cedre ismine baktığımızda, Serge Lutens’in 2005 çıkışlı parfümünün ağaçsı-odunsu ağırlığa sahip olacağını düşünebiliriz. Aynı tanıtımda “zengin, odunsu hayvansı, yumuşak bir parfüm” olarak niteliyorlar Cedre’yi.

Sanırım sedir ağacı temasına binaen, vaşak-orman tanıtımına ihtiyaç duyulmuş olabilir. Zaten Serge Lutens’in de orman hakkında şunları söylediğini biliyoruz: “Orman, ana öğedir. Yönümü bulmamı sağlar. Kuşkusuz, çocukları ve küçük kız çocuklarında gözlemlemişsinizdir. Bir ormanda kollarıyla ağaç gövdesine sarılmış şekilde babasından miras kalanı desteklediklerini görmek hiç de nadir bir görüntü değildir. Orman, ruhumuzla gerçek diyalog kurmamızı sağlar. Hatta bu diyaloğa katılır bile diyebilirim.”

Cedre’in başlangıcı indolik ya da büyük ihtimalle aldehik çiçeklerin gösterisiyle gerçekleşiyor. Beyaz çiçeklerin ilk dakikalardaki dansında baş rolü sümbülteber, yan rolü ise yasemin kolaylıkla kabul ediyor. Açılıştaki beyaz çiçeklerin kadınsı tarafı öne çıkardığını tahmin etmek zor değil. Biraz eski, azıcık hayvansal, yüksek kaliteli tozlu ve olgun sümbülteber çok başarılı ama pek bana göre değil. Orta kısımda beklediğimden büyük değişim gerçekleşiyor. Sabunsu beyaz çiçekler geri çekilirken ortaya lezzetli meyveler çıkıyor. Ne kadar da tanıdık. Benim “Lutensvari” dediğim kuru, leziz, ekşi, tatlı meyveler hakimiyeti çabucak ele alıyor. Büyük ihtimalle kuru erik, orta bölümün yıldızı. Kuru eriğe, tatlı modern baharatlar eşlik ediyor. Tarçın, zencefil ve karanfilden şüphelenebiliriz. Orta bölüm nefis. Son kısımda biraz misk kendisini gösteriyor. Yumuşak odunsu notalar nihayet kapanışta ortaya çıkıyor. Parfüme ismini veren sedir, alt notalarda tatlı ve modern verilmiş. Azıcık da tütsü var son bölümde.

cizim cedre yen

Cedre’yi beyaz çiçeksi, kuru meyveli, tatlı baharatlı ve yumuşak odunsu olarak tanımlayabiliriz. Tenimde klasik Lutensvari mayhoş yüksek kaliteli meyveler öne çıktı. Beyaz çiçekler, başlangıçta kısa süreliğine ortaya çıkıyor ve orta bölümde büyük oranda etkisini kaybediyor. Birçok kişinin Cedre’i kadın parfümü olarak nitelemesinin en önemli sebebi muhtemelen başlangıçtaki sabunsu sümbülteber. Orta bölümdeki meyve-baharat işbirliği, parfümü uniseks tarafa çekiyor. Yine de geneli düşündüğümde, bir parça kadın kullanımına yakın olduğu söylenebilir.

Cedre, oldukça kaliteli ama bir o kadar tanıdık bir parfüm. Azıcık Feminite du Bois esintileri mevcut. Benzer meyve-misk kullanımı var bence. Meyveler oldukça tatlı ve şeffaf. Baharatlar, başlangıçtaki soğuk çiçeklerin, orta bölümde ısınmasını ve sıcak karaktere bürünmeyi sağlıyor. Sedir ise parfüme ismini vermesine rağmen, daha ikincil hatta üçüncül planda kalmayı tercih ediyor. Odunsuluk kuru değil tatlı ve yumuşak.

Cedre çarpıcı olmasa da bence konforlu. Kolay kullanımı, günlük hayata rahatlıkla uyum sağlayabileceğini düşündürtüyor. Çok sıcak yaz mevsiminin değil de serin, havanın kapalı olduğu kasvetli gündüzlerin ve yağmurlu akşamların, tek başına dolaşılan sokakların parfümü belki de. Elimizden kayıp giden ömrün geri çevrilemeyecek olmasının hüznünün, babasını bir hastanenin yoğun bakım servisinin kapısında beklemenin kahredici çaresizliğinin, umudunu kaybetmenin tarif edilemez boşluğunda yüzmenin parfümü mü Cedre emin değilim.

EDP formunda. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği yüksek değil. İlk dakikaları dışında saldırgan davranmayan Cedre, yumuşak sayılabilecek yapıda. Parfümün tasarımını tabii ki Christopher Sheldrake yapmış.

sama cedre yen

Luca Turin’in kitabında şekerli sümbülteber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Tania hanım “Amarige’in niş versiyonu” olarak tanımlamış Cedre’yi.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

21 Nisan 2015 Salı

Serge Lutens – Chergui (2001)


Serge Lutens – Chergui (2001)

Üzerinde Djellabah olan orta yaşlı Berberi, yavaş adımlarla yürüyor. Doğudan esen rüzgarla savrulan kırmızı çöl kumlarına alışık olduğu belli. Nasıl alışık olmasın ki. Berberiler, yüzyıllardır Mağrip coğrafyasının değişmez üyeleri. Kimileri Berberileri, Kuzey Afrika Araplarının ataları olarak tanımlıyor. Onlar çölün, Akdeniz'e ve uçsuz bucaksız okyanusa uzak Atlas Dağlarının kenarlarında yaşıyorlar. Evleri, hayatları, aileleri, geçim kaynakları her şeyleri çöl.

Ve bir adam. Fransız. Moda endüstrisinin kalbinde, Paris'te çalışıyor ve yaşıyor ama aklı hep Kuzey Afrika'da, Fas'ta, Hispanik Mağribilerde, Arap kültüründe. Kendisini "mistik" olarak gören, 1974 yılında Marakeş'ten ev alacak kadar kendisini bu coğrafyaya yakın bulan ve evinin her detayıyla kendisi ilgilenen bir adam. Her ne kadar yaptığı evde oturamasa da artık onun evi ve geniş bahçesindeki rengarenk çiçekleri turistlerin uğrak yeri haline gelmiş durumda.

Maestro Serge Lutens, Fas kültürüne ve genelinde Arap mistisizmine meraklı ve ilgili. Fas'ın muhtemelen en egzotik şehri Marakeş'teki evine sık sık gidip kaldığını biliyoruz. Sanmayın ki Marakeş sadece Jmaa El-Fna Meydanındaki, falcılar, yılan oynatıcıları, büyücüler, diş satıcıları, kınacılar, hikaye anlatıcıları, geleneksel kıyafetli sucular, şerbetçiler, maymun gezdirenler, dansçılar, soytarılar, portakal suyu satıcıları, kuru yemişçiler, faytonlar, turistlerden ibaret değil. Evet kuskus Fas'ın neredeyse resmi yemeği ama ya rüzgarları?


Fas coğrafyasının genellikle dağlık olduğu ve ikliminde buna mukabil sert geçtiği söylenebilir. Akdeniz ve Okyanus kıyısındaki şehirlerin daha yumuşak ve ılıman iklime sahip olduğunu tahmin etmek zor değil. Fas'ta genellikle bahar aylarında esen ve güneydoğu yönlü rüzgarın ismi size oldukça tanıdık gelecek. Evet doğru tahmin ettiniz, bu rüzgarın adı Chergui.

Türkçe karşılığı olarak "Doğulu, doğudan gelen" anlamına geldiğini öğreniyoruz Chergui rüzgarının. Tabii bu rüzgarın Fas'a özgü olarak Atlas Dağlarından estiği ve sıcak çöl havasını ve kumlarını ülkenin içlerine ve kıyılarına taşıdığı söylenebilir. Bu tropikal rüzgar, geçtiği yerlerdeki havayı kurutan ve rutubeti azaltan yapısı ile Sahra Çölü'nün etkilerini Mağrip halklarına ve Berberi aşiretlerine cömertçe sunuyor.

Fas'a anlaşılması güç duygularla bağlı Serge Lutens'in, parfümüne bir çöl rüzgarı olan Chergui ismini vermesinin anlaşılamayacak tarafı yok bence. Bu makul isim, niş parfüm sektörünün en ilginç ve başarılı kokularından birisinin de doğmasına tanıklık etti. Sürekli yeni parfümlerle genişleyen Serge Lutens koleksiyonunun belki de en sevilen ve en çok satılan parfümlerinden olmayı başardı Chergui. Kimlerine göre Lutens'in parlayan yıldızı, kimilerine göre başyapıt, kimilerine göre fazlasıyla abartılan oryantal. Yıllar önce kullandığım Chergui'yi çok sevmiş ve onu kendime yakın bulmuştum. Bakalım aradan geçen yıllar duygu dünyamda nasıl değişikliklere yol açmış.


Chergui, kendi sitelerinde "Fouets de Velours" serisine ait olarak sunulmuş. Parfümün açılışı oldukça tatlı ve koyu aromayla gerçekleşiyor. Kurutulmuş meyveler, şekerli reçineler, karanlık tütsü ya da amber. Çok dolgun, zengin, derin ve baş döndürücü. Chergui, ilk saniyelerde beni fena çarpıyor, kafamı karıştırıyor. Üst notaları harika Chergui'nin. Orta kısımda karanlık ve derin yapı devam ediyor. Ekstradan koyu, sıcak ve tatlı baharatlar ekleniyor kompozisyona. Kakule, küçük hindistan cevizi, karanfil, tarçın ve kim bilir başka hangi baharatlar. Orta bölümde tatlımsı tütün ve kremsi vanilya da etkili. Hatta hafiften kremsi vanilyaya hindistan cevizinin bile eşlik ettiğini düşüneceğim. Hatta deri bile var. Anlatması zor orta kısım da başlangıcı gibi nefis. Son bölümde tatlılık azalıyor. Yumuşak odunsu notalar ve sandal ağacı ortaya çıkıyor. Baharatlar sakinleşiyor. Sükunet artıyor. Aynı bir sufi gibi mütevazi. Alt notaları harika olmasa da gayet kabul edilebilir.

Yine aynı soruyu sorayım. Chergui nedir? Abuk bir soru mu oldu? Evet o bir parfüm buna kuşku yok. Sadece o kadar mı? Chergui'yi ve geri planındaki etkileşimi, ilham kaynaklarını, binlerce yıllık Berberi geleneklerini, on binlerce yıldır esen çöl rüzgarlarını, Mağribilerin çadırlarının içinde yaktıkları baharatlı tütsüleri, Arap milliyetçiliğini, sandal ağacı kokan buhurdanlıkları, Fransız sömürgeciliğini, kurutulmuş hurmayı, Fas'taki Yahudileri, kızılcık şuruplarını, monarşik demokrasiyi, yörede çoğu kişinin çiğnediği haşhaşı, Arabistanlı Lawrence'ı, vanilyalı nargileyi, Maliki mezhebini, bölgenin en sevilen içeceği naneli çayı, Medina Çarşısını, gül reçelini ve aklınıza gelecek diğer onlarca imgeyi arka arkaya ekleyin. İşte Chergui, az çok böyle bir karışımın sonucu bana göre.

Teknik olarak onun baharatları merkeze aldığını söyleyebilirim. Evet, o tenimde tam ve her şeyiyle baharat kokusuna dönüştü. Egzotik ve gizemli sıcak baharatlar oldukça tatlı hatta bazen şekerli hissi uyandıracak şekilde verilmiş. Gerçi bu tatlılığa Serge Lutens severler alışık. Parfümün genelinde karanlık ve koyu yapının ağır bastığı söylenebilir. Evet o açık, parlak ve şeffaf değil hiçbir zaman. 1-2 defa kolunuza sıkıp, onu değerlendirmeye kalkarsanız, hata edersiniz. Onu uzun uzun kullanmanız, kokusunun içine girmeniz ve sizi alıp götürmesine izin vermeniz gerekiyor. Klişe ön yargılarla Chergui'ye yaklaşırsanız muhtemelen o da sizi ciddiye almayacaktır.


Chergui'nin bende uyandırdığı hissiyat genel olarak şöyle: Karanlık baharatların cümbüşü, kurutulmuş meyveler, şekerli reçine, lezzetli tütsü, hindistan cevizli vanilya, tatlı dumansı pipo tütünü, ağdalı amber ve deri. Kokusu şüphe yok ki mistik, transandantal ve derin. Başlangıcı yoğun, dolgun ve sarhoş edici/keyif verici bir uyuşturucu gibi burun sinirlerinize, oradan da beynin koku ile ilgili bölgesine çarpıcı şekilde nüfuz ediyor. Kimi eleştirmenlerin kokusunun tek düze olduğunu söylemelerini önemsiyorum ve haklı buluyorum. Bu noktada kendimle çelişiyor olabilir miyim? Hem parfümün derin olduğunu söyleyip hem de düz çizgide ilerlediğine hak vermek ne anlama geliyor? Aslında iki durum da doğru. Koku derin çünkü sizi bu dünyadan ya da yaşadığınız "an"dan alıp başka bir duygu evrenine taşıyor. Ve aklıma hemen daha önceki Chergui yazımdaki şu cümleler geliyor:

"Chergui, şimdiye kadar denediğim ya da kullandığım en etkileyici eserlerden birisi. Şiir gibi adeta. Anlat anlat bitmez. Lüks, müthiş derin, zengin, konforlu, egzotik, biraz da gizemli bir şaheser. Sanki Beethoven bestesini dinliyorum. Ya da Caravaggio tablosuna bakıyorum. İnsanı kendinden geçiren cazibesi var. Bir koku nasıl olur da insanları böylesine etkileyebilir. Gerçekten şaşkınım. Chergui, parfümden daha öte bir şey. Sizi Fas’ın serin ve egzotik gecelerine götürüyor adeta. Oradan alıp Mısır Çarşısındaki baharatçılara davet ediyor. Daha sonra da Ankara’daki Hacı Bayram Camisinin önünde hacı yağları satan dükkanların içine. Chergui parfümden çok bir astral seyahat aracı sanki."

Yukarıdaki düşüncelerimde hala ısrarcıyım. Ek olarak ise çok değerli bir parfüm sever arkadaşımın Chergui'yi namaz kıldığı seccadeye uyguladığını söylemesi ve günde beş defa her secdede Chergui'yi koklaması harika bir düşünce. Chergui'nin gizemli ve uhrevi kokusu, Allah ile kul arasındaki o sihirli ibadete çok daha mutlu edici bir boyut katacaktır. Somut olarak bu dünyaya ait olmadığını düşündüğüm bir parfümün, ruhani, soyut ve mana evreni ile aramızda küçücük de olsa köprü vazifesi görmesi muhtemeldir ki Serge Lutens'in de amaçlarındandı. Bir Nakşibendi sofisinin, bir Nur talebesinin, bir Mevlevi şeyhinin, bir Kadiri müridinin, dünyadan elini eteğini çekip kendisini sadece Allah'a adamış bir kulun, mürşid-i kamilini arayan "yol"unu kaybetmiş bir ruhun, Tasavvuf ehlinin, Ali'ye ağlayan Şiilerin Chergui'de kendilerinden bir parça bulacaklarını düşünüyorum.

Chergui, Luca Turin'in kitabında kendisine yer bulmuş. Tütünlü oryantal olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş. Parfüm hakkındaki incelemeyi Tania hanım yapmış.


Eau de parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği başlarda yüksek. Kimi yorumcular zayıf yapısından bahsetmiş. Bence hiç de o kadar zayıf değil. Makul oranlarda (3-4 fıs) uyguladığım Chergui gün içinde kendisini ara ara bana gösterdi. İyi ki fazla saldırgan değil. Çünkü o zaman Chergui'nin büyüsü bozulabilirdi. Bu haliyle daha kişiye özel bir parfüm olduğunu kanıtlıyor. Tam bir kış kokusu. Havanın buz gibi olduğu kış mevsiminde, Chergui'nin içinizi ve ruhunuzu ısıtacağına eminim. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına bir parça yakın buldum. Ama kimileri de onu kadınsı bulmuş. Sanırım nereden bakıldığına bağlı bu tarz nitelemeler. Hem kadınlar hem de erkekler kullanabilir diyerek noktayı koyayım.

Kokusunun tasarımına, Serge Lutens'in gediklisi Christopher Sheldrake imza atmış.

Koku Güzelliği:10/9

21 Mart 2015 Cumartesi

Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)


Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)

Her sabah sofralarımızı süsleyen çayın tarihinin milattan önceki dönemlere kadar uzandığı söylenir. İlk olarak eski Çinlilerin kullandığı varsayılan çay bitkisi Avrupa'ya Portekizli tüccarlar tarafından getirilmiş 1560'lı yıllarda. Kısa süre içinde de bütün Avrupa'ya yayılmış. Çayın güzel tadını ilk keşfeden Hollanda ve Fransa'dan sonra, İngiltere'de hayır diyememiş çayın çekiciliğine. Fazla zaman geçmeden de İngiliz halkının hemen her kesiminde rağbet görmüş çay.

Geleneklerini korumakla ünlü İngilizler, çay içmeyi adeta keyif ve ritüel haline getirmesini de bilmişler. Viktorya dönemi İngiltere'sinde, yemek yeme alışkanlığı günde iki kez, sabah ile geç saatte yenilen akşam öğünleri şeklindeymiş ve bu öğünlerde çok ağır yemekler yenirmiş. Öğleden sonra insanlar doğal olarak açlık hissedermiş. İşte bu öğleden sonralarında açlıktan kendini depresif hisseden Bedford Düşesi Anna, saat beş civarında uşağına kendisi için çay, ekmek ve tereyağı hazırlayıp odasına getirmesini söylemiş. Akşam yemeğinden önce yaptığı bu atıştırma faslı Anna'nın öyle hoşuna gitmiş ki, arkadaşlarını da beş çayına davet etmeye başlamış. Ve böylece Victoria dönemi İngiliz aristokrasisi arasında akşam yemeğinden önce saat beş civarında yapılan atıştırma bir seremoniye dönüşmeye başlamış. Zaman içinde öğleden sonra çay saatinde yenilen yiyecekler çeşitlenmiş ve İngiliz akşamüzeri çayı dünyanın farklı ülkelerinde de uygulanan adet halini almış.

İngilizlerin meşhur "Beş Çayı'nın" hikayesi kısaca böyle sevgili dostlar. Tabii dönemin soyluları, beş çayının yanında küçük kurabiyeler, kekler, reçeller atıştırmayı severmiş. Hatta bu atıştırmalıkların en ilgi göreni zencefilli kurabiyelermiş. İngilizlerin, bize garip gelse de çaylarına süt ekleyip içmeleri sonradan ortaya çıkmış. İlk dönemlerde çaylarını limonla sunan İngilizler, böylece çayın o koyu ve acımsı tadını yumuşatırlarmış.


Büyük Britanya İmparatorluğu'ndan dünyaya yayılan beş çayı seremonisi, 2008 yılında niş parfümevi Serge Lutens'in eserine isim babalığı yaptı. Kendi sitelerindeki Buckingham Sarayı ve çay vurgusu, Five O'Clock Au Gingembre'in kokusu hakkında fikir veriyor bize. Bay Lutens'in, merkezinde şekerli zencefil olduğunu belirttiği Five O 'Clock Au Gingembre'yi daha önce 1-2 defa denemiş ama uzun süre kullanım imkanım olmamıştı. Merak ettiğim Lutens'lerden olan Five O 'Clock Au Gingembre artık bir süredir benimle.

Parfümün açılışı ferah limon-turunçgiller destekli zencefille gerçekleşiyor. Limonun ön planda olduğu ilk saniyeler neredeyse bir yaz kokusu gibi ferah hatta serin. Tatlı limona, biraz bergamot ve portakal da eşlik ediyor olabilir. Üst notalarını hafiften limonataya benzettim. Canlı ve neşeli başlangıcı harika diyebilirim. Orta bölümde limonsuluk, turunçgile doğru evriliyor. Baharatlar biraz daha öne çıkıyor. Zencefil ve tarçın en belirgin iki baharat. Biraz da karabiber ve küçük hindistan cevizi olabilir. Baharatlara yeşil çay da ekleniyor orta kısımda. Başlangıcı gibi ferah ve canlı değil orta notalar. Baharat ve çayın kombini gayet güzel. Açılışı kadar olmasa da beğendim orta bölümü. Sonlarda odunsu notalar merkeze geçiyor. Şekerli sedir ağacı, pek sevdiğim gibi değil. Sıkıcı amber ve neredeyse plastiğimsi deri mevcut kapanışta. Açıkçası alt notaları biraz hayal kırıklığına sebep oldu tenimde.

Five O`Clock Au Gingembre, ismi ve konseptine uygun olarak limonlu, turunçgilli baharatlı yeşil çay gibi kokuyor. Üst notalardaki müthiş rafine limon ve ferahlık, yüzünüzde kocaman gülümsemeye sebep oluyor. Olabilecek en güzel ve zengin şekerli turunçgil-limon-zencefil karışımı size kısa süreli ziyafet çekiyor. Ferah üst notalara aldanıp, öyle devam edeceğini sanmayın. Orta kısımda devreye giren sıcak baharatlar, kokuyu birden ılık-serin ilkbahar günlerindeki yemyeşil bahçede, etrafınızda beyaz eldivenli uşakların hizmet ettiği beş çayı seremonisindeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor. Dumansı, yeni demlenmiş çayın yanında fırından henüz çıkmış dumanı tüten zencefilli-tarçınlı kurabiyeler ve naneli limonatanın karışımından nasıl bir koku ortaya çıkarsa Five O`Clock Au Gingembre büyük oranda öyle davranıyor.


Serge Lutens koleksiyonundan her zaman umutluyumdur ve çoğu zaman hayal kırıklığı yaşamam. Buradaki uygulama da fena değil. Üst-orta-alt notalar ayrımlarının barizce verildiği, detaylı ve zengin bir parfüm. Düz çizgide ilerlemiyor ve sürekli karşınıza yeni-farklı notalar çıkarıyor. Bu anlamda gayet başarılı. Lutens'lere özgü bol tatlı şekerli-şurubumsu yapı, burada da mevcut. Gerçi kurutulmuş kırmızı meyvelerin yerini portakal, bergamot ve limon almış ama olsun. Başlangıçtaki enerjik, insanı şaşırtan gerçekçilik sizi Viktorya Dönemi İngiltere'sine götürüyor hemencecik. Ekşimsi, lezzetli, buruk üst notalar, yaşamayı seven ve hayat dolu pozitif insanları kalbinden vuracak gibi tasarlanmış adeta. Bu parfümün başlangıcını ılık ve güneşli bir mayıs ayında koklayıp da beğenmeyecek insan çok az olacaktır.

Sadece limon-turunçgil hakimiyetinde değil kokusu. Yeşil ya da siyah çayın demlenirken, etrafa yayılan o büyülü ve dumansı hissiyatı az da olsa Five O`Clock Au Gingembre de var. Gerçi orta bölümde baharatların ağırlığı çok bariz olsa da çay, kendisini göstermekten geri kalmıyor. Kuru bir çaydan ziyade tatlı bir aromaya sahip genel anlamda. Diğer Lutens'ler gibi tatlılık epey hissediliyor. Hatta son kısımda adeta şekerli hale geliyor. Buradaki tatlılığı büyük ihtimalle bal veriyor. Eğer tatlımsı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun olmayabilir.

Sonuç olarak güzel parfüm ama muhteşem değil. Fikir harika. Uygulama ise biraz aksak. Orta bölümden itibaren enerjisini kaybeden parfüm, sonlarda hafiften yapaylık sınırında geziniyor ve sıradan kokuyor. Keşke alt notalar biraz daha ilginç veya özenli olabilseymiş.

Eşine fazla rastlanmayacak kokusunu biraz Penhaligon's - Malabah'a benzettim. Malabah kadın tarafına yakınken, Five O`Clock Au Gingembre erkek ile uniseks kullanım arasında bir yerlerde.

Luca Turin, Five O`Clock Au Gingembre'i tuzlu zencefilli çöreğe benzetmiş ve beş üzerinden üç puan vermiş. Açıkçası bende bu puanında bay Turin'e katılıyorum. Parfümün tasarımına ise tabii ki Christopher Sheldrake imza atmış.


Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ortalama seviyelerde. Bence iyiki böyle yapılmış. Çünkü saldırgan davransaydı içeriğindeki sıcak baharatlar hem sizin için hem de etraftaki insanlar için rahatsız edici olabilirdi. Çok soğuk kış günleri ve çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş sınırına ise gerek yok. Herkes için temiz, tatlı, neşeli bir kompozisyona sahip.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

22 Şubat 2015 Pazar

Serge Lutens – Un Bois Vanille (2003)


Serge Lutens – Un Bois Vanille (2003)

Aslında işi Sigmund Freud'a kadar götürmeye gerek yok. Her ne kadar Bay Lutens, Freud'a gönderme yapsa da, vanilya kokusu çoğu insan için gayet cezbedici ve lezzetlidir. Acaba vanilyayı bu kadar cazip kılan nedir? Egzotik kokusu mu? Davetkar tarafı mı? Baştan çıkarıcı karakteri mi? Vanilya meyvesinin siyah olması ve karanlığın simgesi sayılan şeytanın çekiciliği ile özdeşleştirilmesi mi? 

"Erkekler vanilya ve tarçın içeren kokular kullanmamalı" tarzı genellemelere kimi araştırmacılar rağbet ediyor. Bilimsel olarak fazla altı dolu olmasa da "erkek adam vanilya kokulu parfüm kullanmaz" gibisinden modası geçmiş maço beylik sözlerine ise pek rağbet etmemek lazım. Evet erkekler de vanilya temalı parfüm kullanırlar, hem de bayıla bayıla...

Parfüm üreticisi birçok markanın vanilya merkezli parfüm piyasaya sürmesine alışığız. Niş markalar da dahil, vanilya çok sevilen bir nota ve herkes farklı yorumlar getirip, yenilik yaratmaya çalışıyor eserlerine. Maestro Lutens'in 2003 yılındaki vanilya denemesinin adı Un Bois Vanille olarak gerçekleşti. Kimi yerlerde kadın parfümü olarak gösterilen Un Bois Vanille'i, vanilya kokusu sever olarak merak etmekteydim. Nihayet kullanma ve hakkında fikir yürütme şansına sahip oldum.


Un Bois Vanille'in açılışı şekerli vanilya ile gerçekleşiyor. Yanmış siyah şeker ve ortalama vanilya dokunuşu ile başlangıcı çok ilginç ya da farklı değil. Orta kısımda vanilyanın ağırlığı devam ediyor. Tatlılık neyse ki azalıyor burada. Vanilyaya, karamel, reçine, hindistan cevizi ekleniyor. Orta notaları da başlangıcı gibi kremsi. Farklı olarak sütsü bir his veriyor. Hani çocukken içmeye doyamadığımız hindistan cevizli sütler vardı. Onlara benziyor sanki. Orta bölümünü daha çok sevdim başlangıcına göre. Alt notalarda vanilyanın hakimiyeti devam ediyor. Ekstradan kremsi odunsu notalar ve sandal ağacı kendisini gösteriyor. Alt notaları, orta kısma paralel ilerliyor. İşte size Un Bois Vanille.

İsmindeki vanilya vurgusu gayet yerinde çünkü o, tam bir vanilya parfümü. Baştan sona tek yetkili halindeki vanilya, farklı yönleriyle verilmiş. Başlarda şekerli yanmış kurabiye gibi kokarken, orta bölümde kremsi, sütsü, hindistan cevizli tropikal içki kıvamına evriliyor. Sonlarda ise daha odunsu ve olgun vanilya formuna geçiş yapıyor.

Açıklanan notalarındaki meyan kökü, onun bazen içkimsi kokmasına sebep oluyor. Hindistan cevizi ve badem görevlerini yerine getiriyor. Hindistan cevizinin neşeli ve egzotik kokusunu vanilyaya her zaman yakıştırırım. Buradaki kombin bence iyi sonuç vermiş. Karamel-çikolata benzeri yapı, özellikle orta kısmın sonlarından itibaren lezzeti arttırıyor ve onu gurme sınıfına sokmaya yetiyor.


Un Bois Vanille için, yumuşak, kremsi vanilyanın önderliğinde hindistan cevizli, karamelli, bademli, odunsu bir parfüm denebilir. Tatlılık başlangıçtan itibaren her daim var. Eğer şekerliliğe kaçan kokularla aranız yoksa sizin için iyi seçenek olmayabilir. Fakat vanilya sevenler cemaatinin yorulmaz bir üyesi iseniz deneme listenizi güncelleseniz iyi olur.

Genel olarak çok büyük değişim göstermeyen, fazla derinliğe sahip olmayan, vanilya kokusunun baskın yapısının her daim hissedildiği, kimilerinin ucuz araba kokularına benzettiği (biraz düşününce kısmen hak verebiliyorum), kadınsı yönün ufaktan ağır bastığı, diyabet hastalarına iyi gelmeyecek, modern, kokulu mum efektine sahip klasik bir vanilya aromasına sahip.

Hindistan cevizli karamel, bademli dondurma ya da fırından yeni çıkmış vanilya soslu kek aşeren kadınların, ilacı Un Bois Vanille olabilir. Eşi hamile erkeklere duyurulur :) Yine de erkek kullanımına uygun diye düşünüyorum. Eğer Dior Homme erkek parfümü olarak pazarlanıyorsa, Un Bois Vanille'in de kadın parfümü olarak sunulması normaldir.

Luca Turin'in kitabında Un Bois Vanille kavrulmuş tatlı olarak sınıflandırılmış. Tania hanım, beş üzerinden dört puan vermiş ve oldukça beğendiğini belirtmiş.


Parfümün tasarımını Lutens evinin gediklisi Christopher Sheldrake yapmış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip Un Bois Vanille'in kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ortalama seviyelerde. Sonbahar-kış kullanımına daha uygun gibi görünüyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

2 Şubat 2015 Pazartesi

Serge Lutens – Serge Noire (2008)


Serge Lutens – Serge Noire (2008)

Hayatının çoğu moda dünyasının merkezi sayılan Paris'te geçmiş bir mistik denebilir Serge Lutens için. 1967 yılında Christian Dior için çalışması teklif edildiğinde hayır dememişti. İyiki de dememişti çünkü Dior'un çatısı altında makyaj alanında devrimsel işlere imza attı. Christian Dior'u, on üç sene sonunda dünyanın en iyi makyaj malzemeleri üreten markasına çevirmişti. Hatta onun için dünyanın en iyi makyaj uzmanı denilmesine bile sebep olmuştu bu durum. Oysa ki pek de umurunda değildi bu tanımlamalar ve abartılı övgüler Serge Lutens için.

Moda dünyasının içinde, prova odalarının göbeğinde, defilelerin hemen arka odasındaki koşuşturmanın içinde yer aldı yıllarca. Kadınları farklı makyaj teknikleri ile güzelleştirirken, belki de kendisini arıyordu şu kocaman evrende. Acaba "benim ne işim var burada" diye düşünüyor muydu, lüks takım elbiselerle ve yüksek kaliteli pamuklu kumaşlarla dolu odalarda. Eğer Serge Lutens'i birazcık tanıyorsak muhtemelen bu sorgulamaları yapıyordu.

Sonrasında ünlü Shiseido için çalışmaya devam etti. Ve yine büyük başarılar yakaladı makyaj konusunda. Hani bazı insanlar vardır ellerini hangi işe atsalar başarılı olurlar, kendilerini kabul ettirirler. Belki de bay Lutens'in kaderi, ona başarı yollarını cömertçe açıyor. Sebebi ne olursa olsun maestro Serge Lutens'in zihnindeki parfüm evreni, bizim düşündüğümüzden farklı olabilir.


2008 yılında piyasaya sürdüğü Serge Noire isimli parfümünde küçük bir kelime oyunu yaptığını düşünebiliriz. Serge kelimesinin tekstil alanında kullanılan bir tür kumaş olduğunu biliyoruz. Bay Lutens, bu parfümüne kendi ismini verirken, acaba yıllarca içinde bulunduğu moda sektörüne bir gönderme mi yaptı yoksa benliğinden bir parça olarak mı düşündü Serge Noire'i? Küllerinden yeniden doğan mitolojik Anka Kuşu'nu mu simgelemek istedi yoksa? Antika bir sandalyenin üzerinde unutulan eldivenler miydi düşünmemizi istediği? Geçmişimize ait zaman zaman aklımıza gelen enstantaneler mi Serge Noire parfümünün hedefi? Yanmış ağaç kokusuna karıştırılan bir tutam tütsü mü vaat ediyor Serge Noire bize? Koklayalım ve görelim.

Kendi sitelerinde “Entre Ciel Eclair” serisine ait olarak gösterilmiş. Bir söyleşisinde "gri oryantal" olarak sınıflandırmış bay Lutens, Serge Noire'ı. Üzerime sıktığımda keskin baharatlar, karanlık kuru ağaçlar ve geri planda hayvansallık karşılıyor beni. Ağırlığın tarçında olduğunu düşündüğüm kuru baharatlar ve tütsü benzeri dumansı odunsu notalar oldukça farklı. Başlangıcını sevmek ve alışmak zor. Bence sıra dışı ve başarılı. Orta kısımda baharatlar hala etkin. Fakat bu sefer tarçın geriye çekiliyor. Karanfil ve kimyondan oluşan yumuşak ve tatlımsı baharatlar ortaya çıkıyor. Başlangıçtaki kuru odunsuluk orta bölümde yok. Hafiften hayvansallık hala devam ediyor. Biraz da tatlımsı paçuli mevcut. Bu kısım başlangıca göre daha konforlu, genel beğeniye uygun ve makul. Orta notalarını sevdim. Son kısma gelindiğinde egzotik amber iyice kendisini gösteriyor. Ambere, tütsü eşlik ediyor. Orta bölümdeki tatlılık sonlarda azalıyor. Kuru odunsu notalar ve tütsü, egzotik amberin gerisinde kalmayı tercih ediyor. Son kısmını üst ve orta notalar kadar farklı bulmasam da fena değil.

Serge Noire, kuru baharatlar (tarçın, biber), amber, tatlı karanfil, tütsü ve odunsu notalardan oluşuyor. Başlangıcı pek alışıldık değil. Kimilerinin ter kokusuna benzettiği başlangıcını bazı parfümseverlerin soğana benzetmelerini anlıyorum. Karanlık ve dumansı sayılabilecek başlangıcını ilk denemelerimde bende beğenmemiştim. İlerleyen günlerde dikkatimi vererek kokladığımda başlangıcının oldukça derin ve detaylı olduğunu fark ettim. Hatta sınırlı da olsa hayvansallığı keşfetmek ise şaşırtıcıydı. Koku güzelliği olarak harika olmasa da verdiği his anlamında gayet başarılı üst notalar. Orta bölümde, başlangıçtaki soyut tablo biraz berraklaşıyor. Tatlı karanfil olduğu anlaşılan orta kısım hem yeterince kaliteli hem de gayet şık. Orta notalarda biraz kuru tütün ya da kül tabağı kokusu da alıyorum sanki. Açıklanan notalarında tütün yok ama sanki arkalarda bir yerde destek veriyor tatlı baharatlara. Tütsü de artık devreye girmeye başlıyor orta bölümde. Kapanışı ise üst ve orta bölüm kadar derin ve kompleks değil. Ambre Sultan’dan tanıdığımız egzotik ve tatlımsı amber alt notalarda önemli yer tutuyor. Tütsü ve odunsu notalar, ambere destek veriyor. Kapanışı sade ve sakin.


Serge Noire'i kullanmadan önce yüksek beklentilere sahiptim. Chergui, Arabie, Ambre Sultan ve Fille en Aiguilles gibi çok başarılı parfümleri hep aklımın bir köşesindeydi Serge Lutens'in. Serge Noire, diğer arkadaşları kadar etkileyici, çarpıcı ve baş döndürücü gelmedi bana. Evet onlar kadar ilk anda insanı vurmuyor kokusuyla. Yavaş yavaş anlıyorsunuz ne anlatmak istediğini. Fakat yukarıda saydığım parfümler kadar kendine özgü karakteri var. Genellikle Lutens parfümlerinde şurubumsu ve şekerli kullanılan baharatlar burada ilginç şekilde kuru ve biberimsi verilmiş. Gerçi orta notalarda karanfil tatlılık seviyesini arttırıyor fakat o klasik Lutens tatlılığı yok Serge Noire'de. Kuru, odunsu, tütsümsü ve tarçınımsı yapıya sahip.

Tütsü, parfümün orta notalarından itibaren kompozisyona yavaş yavaş nüfuz ediyor. Parfüme karanlık bir yan kattığı aşikar. Kokudaki dumansılık muhtemelen tütsüden geliyor. Sonlardaki sedir ağacı benzeri odunsular da dikkat çekici. Reçinemsi verilmemiş ağaçsılık, tütsü ve amberle ile iyi bir ikili oluşturmuş.

Serge Noire, diğer denediğim Lutens'lere göre kalite hissiyatı anlamında üzmüyor. Zaman zaman parlak/metalik koku muhtemelen tarçından geliyor. Kompozisyon genel olarak uyumlu. Ağaçsı-tütsülü baharatlar güzel fikir. Bir şişesini almadan önce denemenizi tavsiye ederim. Genel beğeniye uzak, biraz zor kokuya sahip. Tematik yapısı, onu ve sizi günlük kullanım için zorlayabilir.

Sonuç olarak Serge Noire, kendine özgü farklı karakteriyle sıyrılmayı başarıyor diğer niş rakiplerinden. Genel Lutens parfümlerinin tarzından biraz uzak. Fakat tütsü kullanımıyla, arkadaşlarının verdiği “dumansı gizemlilik” efektini başarıyla sağlamış. Yine de Chergui ve Fille en Aiguilles kadar etkilemedi beni.


Parfümün tasarımcısı olarak, Lutens'in birçok işine imza atmış burun Christopher Sheldrake görülüyor. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusu kalıcılık olarak yeterli. Farkedilirliği ise düşük oldu tenimde. Kimi yerlerde uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimlerinde daha iyi sonuç verecektir.

Koku Güzelliği:10/7

3 Mart 2014 Pazartesi

Serge Lutens – Daim Blond (2004)


Serge Lutens – Daim Blond (2004)

Süet ayakkabılar... Ne zordur onları temiz ve yeni tutabilmek. Yıllar önce aldığım açık renkli süet ayakkabıyı neredeyse her gün özel fırçaları ile temizler, sonrasındaysa yine özel boyasıyla eski ve ilk gün alınan haline getirmeye çalışırdım. Hatta neredeyse ayakkabı boyacılığı mesleğinin inceliklerini bile öğrenmiştim. Ve bunları bana sadece bir süet ayakkabı yaptırmıştı.

O gün bu gündür, ayakkabı mağazalarının vitrinlerinde gördüğüm parlak, yepyeni açık renkli ve cazibeli süet ayakkabılara hafif tebessümle bakarım. Sanırım bilinçaltıma işlemiş ki hemen alarm zilleri çalar böyle bir görüntü karşısında. Ve aklıma gelir o kendime düstur edindiğim klişe: "Sakın açık renkli süet ayakkabı alma."

Ayakkabı konusunda kararım değişmeyecek olsa da soruyu biraz değiştirerek sorayım ve konumuza geleyim: "Süet kokan bir parfüme ne dersiniz?" Bir çok kişi için iyi fikir olmayabilir süet kokan parfüm. Zaten süet denilen şeyde bir tür işlenmiş deri. Yani süet ve deri arasında yakın bir akrabalık var anladığım kadarıyla. O zaman süet kokan bir parfüm, direkt olarak deri gibi mi kokar? Bu tür parfümleri deri kategorisine alabilir miyiz?

Fransız niş parfüm evi Serge Lutens, bu sorulara cevap aramak niyetinde mi bilemiyorum. Fakat 2004 yılında piyasa sürdükleri Daim Blond, genel anlamıyla süet-deri ikilisinin baş rolündeki bir parfüm olarak kokular tarihindeki yerini almış durumda. Lutens parfümlerinin değişmez sanatçısı Christopher Sheldrake'in imzasını taşıyan Daim Blond, markanın diğer popüler eserleri gibi büyük ses getirmedi. Biraz geri planda kaldığı söylenebilir.


"La Peau de Bois" serisine ait Daim Blond, Fragrantica'da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda tatlımsı meyveler ve biraz da ilaç/duman kokusu karşıma çıkıyor. Tatlımsı meyveler derken muhtemelen kayısı. Hatta şeftali bile olabilir. Kayısıya biraz da mandalina eşlik ediyor alttan alta. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda meyvelerin hakimiyeti devam ediyor. Ona hissedilir oranda süet ekleniyor. Azıcık da baharatlar ve iris (süsen) mevcut. İris biraz da öndeyken, baharatlar geri planda. Orta bölüm tatlımsı meyveli süet/deri kokuyor denebilir. Son kısımda büyük değişiklik olmuyor. Sadece misk ekleniyor kompozisyona. Böylece de tenden ayrılıyor.

Daim Blond, genel olarak tatlımsı meyveli-deri-iris-misk kokusu olarak nitelendirilebilir. Bu da onu çiçeksi-meyveli deri sınıfına sokabilir. Uyumlu, sakin, barışçı ve konforlu yapısı var. Yumuşak/uysal meyvemsilik (kayısı) ve süet/deri her daim ön planda. Parfüm bu iki elementin üzerine kurgulanmış. Geri plandaki iris, baharatlar ve misk, parfümü farklı kılmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Peki başarılı olabiliyorlar mı? Ne yazık ki hayır.

Daim Blond, oldukça tatlımsı meyveler (neredeyse meyve suyu gibi) ve süeti birleştirerek farklı bir yol çizmeye çalışmış kendisine. Evet fikir olarak harika fakat uygulamada çok başarılı olduğunu düşünmüyorum. Neden mi?


Daim Blond, başlangıcında tuhaf bir yara bandı efekti ile sizi karşılıyor. Meyveler çok rafine ve lezzetli değil. Biraz yapaylık sınırında. Tamam çok pürüzsüz kullanılmış ama yine de Robert Piquet - Visa'daki o gibi müthiş meyveleri beklemeyin. Bu anlamda biraz şaşırttı beni. Zaman zaman meyvelerin tatlılığının artması, kimi parfüm severlerin hoşuna gitmeyebilir. Sonrasında ortaya çıkan süeti de kendime yakın bulamadım. Tamam deri parfümlerini severim ama burada pek ilgimi çekmedi o süet kokusu. Bilemiyorum belki de tenime uymadı bir türlü. Yani yıldızımız barışmadı.

Daim Blond, reformülasyon geçirmiş olabilir. Meyveler biraz sulandırılmış hissi uyandırdı bende. Belki Serge Lutens'den beklentim çok yüksek olduğu için biraz hayal kırıklığı yaşadım. Lutens parfümlerinin o egzotik, gizemli ve sizi alıp götüren karakterine burada rastlayamadım. Ortalama bir meyveli deri parfümü olmuş Daim Blond. Saklısı gizlisi yok. Her nota ortada.

Bilemiyorum bana deli der misiniz ama kokusunu az da olsa Aventus'a benzettim. Aventus'un o dumansı meyvemsiliğini andırıyor buradaki dumansı kayısı kokusu. Aventus daha ferah, canlı ve dinamikken, Daim Blond sönük ve hüzünlü. Hatta Mitsouko ile çok uzaktan akraba bile olabilir Daim Blond. Fragrantica’da şipre olarak sınıflandırılmasını şimdi daha iyi anlıyorum. Gerçektende Mitsouko’daki meyvemsi şipre karakterini hatırlatıyor Daim Blond.

Derinliği olmayan, basit, düz bir kokusu var. Başından sonuna kadar değişmiyor. Aynı çizgide ilerleyen yapısı uzun kullanımlarda sıkıcı olabilir. Fakat enteresan şekilde Diam Blond'u koklayan hanımlar genellikle çok beğendiler. Yani bu parfüm ilginç şekilde kadınların övgüsünü alıyor. Belki meyve aroması böyle tepki vermelerini sağlıyor. Sonuçta kadınları hangi erkek anlayabilmiş ki :)


Farklı kaynaklarda uniseks olarak görünüyor. Bence az da olsa kadın kullanımına yakın. Çok erkeksi çağrışımlar yapmıyor kokusu. Fakat meyveli parfümleri seven erkeklerde denemeliler. Belki onların tenine daha iyi uyum sağlar.

Eau de Parfum (EDP) formunda Daim Blond. Bence doğru kullanımla dört mevsime de uyabilir. Fakat yine de ılık/serin ilkbahar/sonbahar günlerine yakışacağını düşünüyorum. Kalıcılığı idare eder. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonra tene yakın hale geliyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

6 Ekim 2013 Pazar

Serge Lutens – Cuir Mauresque (1996)


Serge Lutens – Cuir Mauresque (1996)

Sanırım 15-16 yaşlarındaydım. O zamanlar yaşadığımız Uşak ili, küçük sayılabilecek bir şehirdi. Aklımda kalan arkadaşlarımdan birisini hatırlıyorum. Sarışındı. Renkli gözlüydü. Yakışıklıydı. Bizden 2-3 yaş büyüktü. Ailesinin maddi durumu kötüydü. Babaları yoktu. Bütün yük evin erkeği olarak onun sırtındaydı. Oysa o da daha çocuk sayılırdı. Fakat hayat bazen insanları öyle yerlere sürükler ki, bir bakmışsınız 19 yaşında kocaman bir adam oluvermişsiniz. Yada 15 yaşında kocaman bir kadın. Elimizden bir şey gelmese de kabul etmek zorunda kalırız o rolü.

O arkadaşım bana çalıştığı tabakhaneden bahsederdi. Oranın ne kadar kötü çalışma şartlarına sahip bir yer olduğunu, oradan ne kadar nefret ettiğini, oranın kokusunun nasıl dayanılmaz olduğunu anlatırdı. O yaşlarda, "cehennem böyle bir yerdir herhalde" diye düşünürdüm. Gerçektende dünyanın en zor işlerinden birisidir tabakhane işçiliği. Çoğu insan fazla dayanamaz orada çalışmaya. Ya hasta olur bırakır, yada çalışma şartlarına tahammül edemez.

Tabakhane, ham haldeki derilerin getirilip, değişik işlemlerden geçirilerek işlendiği yerdir. Detaylarını tam bilmediğim bu işlemden sonra kullanılabilecek hale gelen deri, moda ve hazır giyim sektörünün beğenisine sunulur. Mağazalarda afilli askılarda gördüğünüz o güzelim deri ceketlerin ve uçuk fiyatlı deri işlerinin geri planında çok büyük bir emek vardır. Anlatması ve dayanması çok zor bir emek.


Kuzey Afrika'nın güzel ülkesi Fas, deri işleri alanında iddialı. Geçtiğimiz aylarda bir televizyon kanalındaki belgeselde izlemiştim Fas'taki deri üretimini. Muhtemelen ülkemizdekinden çok daha ilkel ve sağlıksız koşullarda yapılan deri işlemesi, yakın zamanda oldukça eleştiri konusu oluyordu yabancı basın tarafından. Euronews'in internet sitesinde rastladığım şu cümle sanırım her şeyi özetliyor: "Dericilik Fas’ın en eski üretim kollarından biri, bir gelenek. Ama aynı zamanda çevreyi en çok kirleteni."

Dünya niş parfümcülüğünün belki de en ilgi çekici, farklı ve "derin" şahsiyetlerinden Serge Lutens'in, Kuzey Afrika kültürüne olan hayranlığını daha önce söylemiştim diye hatırlıyorum. Bir çok parfümünün ilhamını buradan aldığını söylüyor kendisi de. Hatta bu hayranlığı o kadar fazla ki, orada ev alacak kadar ilgi duyuyor. Bugün Serge Lutens'in Fas'taki evi, çok kullanılmasa da gelen turistlerin gezip, fotoğraf çektiği bir yer. Fas'ın turizmine katkı sağladığı bile söylenebilir.

Mağribilere ve genel anlamda Kuzey Afrika kültürüne olan bu sevgi, sadece lafta kalmıyor tabiki. Serge Lutens, 1996 yılında çıkardığı deri temalı parfümüne Cuir Mauresque (Mağribi Derisi) ismini vererek, bu coğrafyayla arasındaki duygusal bağlara yenisi ekliyor olabilir. Hem de çok zor silinebilecek bir imza.


Kendi sitelerinde "Fouets de Velours/Sudden Sweetness" serisine mensup olarak gösterilmiş Cuir Mauresque. Deri olarak sınıflandırılıyor. Cuir Mauresque'in açılışı daha önce rastlamadığım tuhaflıktaki portakal-portakal çiçeği kokusuyla gerçekleşiyor. Normalde ferah ve hafif olarak kullanılan portakal, burada yağlı (hacı yağı kıvamında), kimyasal, ağır ve yapay kokuyor. Sanırım portakala baharatlar eşlik ediyor. Küçük hindistan cevizi ve kakule olabilir. Garip ve sevmesi zor açılışı var. Çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Orta kısma gelindiğinde ortaya parfüme ismini veren deri çıkıyor. Karanlık ve biraz plastiğimsi deri şaşırttı beni. Bu andan itibaren oldukça tatlanıyor kokusu. Tatlımsı deriye baharatların desteği devam ediyor. Fakat daha da çeşitleniyor baharatlar. Karanfil, tarçın, zencefil, kimyon olabilir. Orta notalar tatlımsı karanlık deri ve baharatların hakimiyetinde. Deri her daim ön planda. Baharatlar geriden destek veriyor. Orta bölümde enteresan bir hayvansallık da kendisini gösteriyor. Abartılı bir şekilde kullanılmamış neyseki. Baharatlı hayvansal deri dersem yanlış olmaz. Geçelim sonlara. Alt notalarda karanlık derinin hala etkileri görülüyor. Bu andan itibaren nefis bir amber çıkıyor ortaya. Bu egzotik amber beni benden alıyor. Açık ara parfümün en sevdiğim yeri oluyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Cuir Mauresque, Serge Lutens ile Christopher Sheldrake işbirliğinin ürünü. Erken dönem Lutens'lerden olması benim açımdan sevindirici. Çünkü Lutens'in sanatının nereden nereye geldiğini takip etmek anlamında ilginç bir yolculuk. Zaten Cuir Mauresque, ileride tasarlanacak müthiş Lutens parfümlerinin ip uçlarını 1996 yılında vermeye başlamış. Ne demek istediğimi daha detaylı açıklayayım.

Parfümün başlangıcı ciddi oranda portakal çiçeği esanslarını hatırlatıyor. Bana hacı yağlarındaki o yağlımsı ağır kokuyu hatırlattı. Şimdi burada neden portakal çiçeği kullanmış Lutens? Parfümün Mağribilerden ilhamını aldığını düşünürsek, Ortadoğu/Arap coğrafyasına gönderme yapıldığını düşünebiliriz. Her ne kadar Kuzey Afrika farklı bir kültür denizi olsa da yine de doğuya ait bir bölge ortalama Avrupalının zihninde. Lutens bu anlamda batılı parfüm severlerin bilinçaltına seslenmiş olabilir üst notalarla. Çok ağır ve medikal ürünler gibi kokan başlangıcını sevemedim. Fakat çok kendine özgü olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta bu tür bir koku bilinçli olarak seçilmiştir.


Orta kısımda deri, tamamen ortaya çıkıyor ve direksiyonu eline alıyor. Buradaki deri, Fas'taki deri işletmelerine gönderme olarak düşünülebilir. Fakat deri, karanlık ve plastiğimsi. Şimdi neden böyle bir deri kullandığını anlayamadım. Bu derinin Lutens klasiği tatlımsı-meyvesi baharatlar ve hayvansallıkla desteklenmesi çok iyi fikir. Acaba derinin bu kadar yapay olmasında parfümün reformüle edilmesinin payı var mı merak etmekteyim. Malum 1996 yılında çıkmış bir parfümün reformüle olma ihtimali yüksek.

Son kısımda "ben bu filmi daha önce seyretmiştim" hissini yaşıyorum. O kadar tanıdık bir amber kokusu ki hemen hatırlıyorum. Lutens'in nefis parfümü Ambre Sultan'daki gibi egzotik ve gizemli amber alt notalara saklanmış. Ve zamanı geldiğinde karşınıza çıkıveriyor. Harika bir sürpriz yapıyor. Görülmeye değer bu amber.

Tatlı, karanlık, reçinemsi, dumansı, derin, detaylı, sert, biraz kaba, algıları zorlayan, alışması zor, Arap esintili, doğulu, serseri ve biraz pis. Hepsinden bir parçayı içinde barındırıyor. Cuir Mauresque'in başlangıcını kendime yakın bulamadım. Orta kısmına alışamadım. Sonlarına bayıldım. Kendi içimde gel-gitler yaşattı bana. Sevmemek ve çok sevmek arasında gidip geldim. Çünkü genel karakteri aynen böyle. Sevenler çok sevecek, sevmeyenler hızla ondan uzaklaşacak.

                                                              Cuir Mauresque video -duftarchive.de-

Bu sevmesi ve kullanması zor parfüm zaman zaman ayakkabı boyalarına zaman zaman motor yağlarına zaman zaman hacı yağlarına zaman zaman egzotik Fas'ın dar sokaklarındaki baharat dükkanlarına zaman zaman çarpıcı ve eşine az rastlanır deriye benziyor. Bir yönden diğer tarafa savrulurken, onu sevmek ile sevmemek arasında tereddüt yaşıyorsunuz. Çoğu zaman ne düşüneceğinizi bilmiyorsunuz. Bir yanda tatlımsı meyveler, baharatlar ve ambere hayran kalırken, diğer taraftan portakal ve derinin yapaylığını ve tuhaflığını yadırgıyorsunuz. Genel olarak bakarsam kokusu için portakallı, hayvansı, tatlı baharatlı deri diyebilirim. 

Cuir Mauresque, Lutens sanatının bazı öğelerini içerisinde barındırıyor. Buna şüphe yok. Fakat asla konforlu bir deri parfümü değil. Eğer Tuscan Leather'ı severek kullanıyorsanız aynen devam edin ve Cuir Mauresque'e geçmeyi düşünmeyin. Fakat yeni bir serüven yaşamak istiyorsanız ve herkesin gittiği yollar size sıkıcı geliyorsa Cuir Mauresque'e bir şans verin. Çünkü oldukça şaşıracaksınız onu kokladığınızda.

Orta kısımdan itibaren artan tatlılık, alt notalarda azalıyor neyseki. Lutens'in artık imzası olan tatlımsı kuru meyveler ve baharatlar işbirliği aynen görülmekte. Hayvansallık için muhtemelen civet kullanılmış ama yoğun değil neyseki. Çok yüksek kaliteli parfüm hissi vermese de enteresan bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.


Serge Lutens bir söyleşisinde şunları söylemiş parfümüyle ilgili: "En sıradan ve korkunç parfümü bile, çok çekici olduğunu düşündüğüm biri tarafından sürülmesi halinde beğenebilirim. Kişisel olarak çok sık parfüm kullanmam ama kullandığım zaman da - ki size de bunu öneririm - cömertçe uygularım ki böylece ne kullandığımı rahatça söyleyebilirsiniz. Cuir Mauresque’i, hem ismi hem de akasya üzerinde kurutulmuş Kordoba derisine benzeyen kokusu için tercih ediyorum."

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Cuir Mauresque, tatlı deri olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Tania hanımın verdiği nota bende aynen katılıyorum.

Kokusunun tasarımını dünyaca ünlü parfümör Christopher Sheldrake yapmış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Uniseks olarak sunulmuş fakat bence erkek kullanımına daha yakın. Bir kadında böylesi hayvansallık içeren deri ne kadar uygun olur şüphelerim var. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Soğuk havalarda etkisi daha enteresan olacaktır. Sıcak havalarda boğucu olma ihtimali yüksek. Bence otuz yaş ve üzerindeki erkeklere uyar. Genç arkadaşların taşıyabileceği gibi değil. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği yüksek. Çok kullanmak sıkıntı yaratabilir. Dozajını iyi ayarlamak gerekiyor.


Artıları:
+ Sonlarını sevdim.
+ Alışılmadık bir macera istiyorsanız Cuir Mauresque sizi bekliyor.
+ Kalıcılık ve fark edilirliği iyi.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Orta kısmı da bana göre değil.
- Herkesin sevemeyeceği garip tarzı.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5