28 Kasım 2013 Perşembe

Comme des Garçons – Harissa (2001)


Comme des Garçons – Harissa (2001)

300 yıla yakın Osmanlı Devletinin egemenliğinde kalan Tunus'un yemek kültürünün, Osmanlılardan etkilenmemesi mümkün görünmüyor. Kimi yazarlar Tunus yemekleri için "Arap, Berberi, Türk ve Fransız mutfağından etkilenmiş tipik Akdeniz mutfağı olarak tanımlanabilir" diyorlar. Bana da gayet anlamlı geliyor bu tanım.

Zeytinyağı, hamur işleri, baharatlar, domates ve deniz mahsullerinin, Tunus Mutfağı’nın temelini oluşturduğu söylenebilir. Tunus Mutfağı’nı diğer Akdeniz ülkelerinden ayıran en belirgin özellik, acı baharatlara daha fazla yer vermesiymiş. Acı, Tunus yemeklerinin hemen hepsinde az ya da çok kullanılıyormuş. Sadece acı değil, baharatlarında yeri ayrı görünüşe göre. Kakule, kişniş, kimyon, karabiber, toz kırmızı biber ve tarçın, kullanılan baharatların başında geliyor anladığım kadarıyla.

Tunus Mutfağı’nda adı sıkça geçen “Harissa”nın, acı ve bol baharatlı yemek seven Tunuslular için hemen her yemeği lezzetlendiren özel bir sos olduğunu öğreniyorum. Kurutulmuş kırmızı biber, sarımsak, kimyon, kişniş ve zeytin yağıyla hazırlanan Harissa’nın, acısını zeytinyağı ile incelterek damak tadınıza göre ayarlayabilmeniz de mümkünmüş. Avrupa mutfağında ise sandviç ve dürümlerin içine de konuluyormuş Harissa. Görüleceği üzere her kültür, kendi damak beğenisine göre, farklı şekilde kullanabiliyor Harissa'yı. Zaten dünya üzerindeki farklı yemeklerin ortaya çıkmasının nedeni de büyük ihtimalle bu tür coğrafi ve kültürel yönelimler.


İşte tam da bu noktada ilgi alanımız olan parfümlere geçelim. Başarılı ve enteresan parfümlere imza atmasıyla tanınan Comme des Garçons'un 2001 yılında piyasa sürülen "Red" serisi beş parfümden oluşuyordu. Bu serinin popüler parfümü olan Sequoia'yı geçtiğimiz aylarda incelemiştim.Şimdi serinin başka parfümü olan Harissa'ya göz atma zamanı. Parfümün ismi, Tunus mutfağında bol bol kullanılan bir acı sos olan Harissa'dan geliyor. Zaten açıklanan notalarında kırmızı acı biber mevcut. Artık geçelim parfümümüze.

Fragrantica'da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış Harissa. Üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlımsı meyveler, biraz turunçgil ve baharatlar çıkıyor. Gerilerden de aromatik otlar destek veriyor. Normalde keskin olması gereken baharatlar ferah diyebilirim burada. Bence sıradan başlangıca sahip. İlerleyen dakikalarda kokusundaki baharat oranı artıyor. Kırmızı biber ve karanfil daha öne çıkıyor gibi. Hala meyvemsi bir baharat hissi veriyor. Kimi yorumcular domatesten bahsetmiş. Ben domates kokusu alamadım. Geçeyim son kısma. Alt notalarda odunsuluk artıyor. Ferah bir tütsü ve çam ağacı kokusu alıyorum. Birazcık da ferah baharatlar var. Son kısmı da beğendim.

Harissa, ismi gibi biber-baharat ağırlık bir parfüm. Kırmızı biber, karanfil, tarçın ve odunsuluk ana gövdeyi oluşturuyor. Baharat derken, çok yoğun, ağır ve ağdalı değil. Gayet ferah, köşeli ama sevilesi. Arada kendisini hissettiren tatlımsı turunçgil ve kırmızı meyveler hoşuma gitti. Sonlardaki yüksek kaliteli odunsular gayet başarılı. Demem o ki başlangıcı dışında Harissa'yı beğendim.


2001 yılında piyasaya sürülmesine rağmen fazla tatlılık barındırmıyor. Bu da memnun edici. Tatlılık sadece baharatlarda biraz hissediliyor. Bir de turunçgilde. Onun dışında biraz köşeli sayılabilecek bir arkadaş. Yani kokusu çok güvenli değil kanaatimce. Herkesin hoşuna gitmeyebilir.

Parfüm platformlarında hakkında büyük tartışmalar yapılmamış. Genel olarak geri planda kalmış parfümlerden birisi. Çoğu kişi de  çok olumlu şeyler yazmamış. Kimileri kokusunu domatese kimileri de ketçapa benzetmiş. Açıklanan notalarında domates var ama ketçapa benzediğini düşünmüyorum.

Harissa, markanın öne çıkan parfümlerinden olmadığı için, çoğu yerde rastlamak zor. Zaten Red serisi genel olarak fazla ortalarda görünmüyor. Yurt dışında uygun fiyatlara satılan Harissa yeterli kalitede bence. Ne şahane ne de vasat. Orta sınıf bir parfüm bence.

Harissa'nın tasarımcısı ünlü burun Bertrand Duchaufour. EDT olarak satılıyor. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın bence. Kimileri yaz için uygun olduğunu söylese de bence daha serin havalarda kullanılsa iyi olur.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

24 Kasım 2013 Pazar

Calvin Klein – Obsession (1985)


Calvin Klein – Obsession (1985) Markanın başarılı kadın parfümü.

Fransızların egemenliğindeki moda sektöründe Amerika'nın bayrağını dalgalandıran en önemli ve eski isimlerden birisi hiç kuşkusuz Calvin Klein'di. Şöhretli Fransız rakipleriyle moda ve tasarım alanlarında yarışmak tabiki kolay değildi. Fakat başarıya giden yolun zor taşlarla örülü olduğu gerçeği, herkesin ömrünün bir döneminde karşısına çıkmıştır. Fakat Amerikan ekonomik sistemi, özellikle pazarlama anlamında başarılı çalıştığından, markaların işlerini daha da kolaylaştırdığı söylenebilir. Artık dev reklam kampanyalarıyla küresel anlamda ciddi sonuçlar almak mümkün.

İşte 1985 yılnda da Calvin Klein, büyük ses getirecek bir kampanyayla Obsession isimli kadın parfümünü piyasaya sürdü. Markanın üçüncü parfümü olan Obsession, kendisinden önce çıkan Calvin Klein Women ve Calvin'in büyük başarılar yakalayamamasının da baskısını hissediyordu üzerinde. İlerleyen yıllarda görüldü ki, 1985 tarihi, Calvin Klein parfüm birimi için milat sayılacaktı.

Bir şişesinin 170 dolardan piyasa sürüldüğü söylenen Obsession'un kadın versiyonu, büyük pazarlama kampanyalarıyla satışa sunulmuştu. İlk on ayda on yedi milyon dolarlık inanılmaz reklam bütçesiyle, bütün parfüm sektörünün ilgisi çekmişti Obsession. Ağırlıklı olarak çıplaklık ve erotizmin kullanıldığı pazarlama yöntemi, hem tepki çekmiş hem de çoğu kişide merak uyandırmıştı. Bu nasıl bir parfümdü ve neden bu kadar iddialıydı?


Çok geçmeden Obsession, dünyanın en çok satan ikinci parfümü haline gelmişti. Bir yıl sonra piyasaya sürülen erkek versiyonuyla birlikte vücut ürünleri de dahil, 1987'nin sonunda yüz milyon dolarlık satış gerçekleştirmişti. Bu inanılması zor rakam bugün bile orta ölçekli bir çok işletme için hayalken, sadece iki parfüm ve onun yan ürünleriyle böylesine başarı yakalamıştı Calvin Klein.

1990'lı yıllarda da hala çok satanlar listelerine giriyordu Obsession. Markanın kurucusu Calvin Klein ise 1985 yılında kısaca şunları söyleyecekti parfümü için:

"Obsession ismi büyüktür, aynı bu dönemin (1980'lerin) film afişleri gibi. Şimdiye kadar yaptığım her işte, ne kadar da saplantılıydım. 1980'lerde herkes saplantılıdır. Ve tabiki, bir saplantıdan gelir ismi parfümün. Bir kadının, bir erkeğe olan saplantısından."

Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış Obsession. Üzerime ilk sıktığımda tuhaf portakal çiçeği ve sabunsu yeşil notalarla karşılaşıyorum. Karmaşık, yoğun ve ilginç. Sevmesi ve kabul etmesi zor açılışı beğendiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda orta notalara geçiliyor. Şölen burada başlıyor. Orta kısımda karşıma yoğun baharatlar çıkıyor. Hafif tatlımsı baharatların karanfil, tarçın ve kara biber olduğunu sanıyorum. Baharatlara alttan alta da hayvansal vanilya, amber ve tütsü destek veriyor. Orta notalar çok güzel. Geçeyim sonlara. Alt notalarda yine performans düşüyor. Cazibeli hayvansal vanilya kaybolurken, ortalama bir tatlmsı meyvemsi odunsular yerini alıyor. Kötü değil kapanışı ama harika da değil.

                       Kült yönetmen David Lynch'in, 1988 yılında Obsession parfümü için çektiği video.

Obsession, gördüğüm kadarıyla sıcak baharatlı bir parfüm. Oldukça erkeksi kullanılmış baharatlar ve hayvansal vanilya onun kadın parfümü olduğu konusunda şüpheye düşürüyor beni. Başlangıcındaki alışılmadık koku ilk başlarda itici gelmişti. Sonraki kullanımlarda daha kabul edilebilir buldum fakat yine de sevemedim başlangıcını. Orta kısımsa şahane. Nefis baharatlar, derin, kaliteli ve etkileyici. Hayvansal vanilya ve tütsü çok seksi. Parfümün açık ara en sevdiğim yeri burası. Son kısımdaysa ortalama bir odunsu kapanış yapıyor. Keşke daha ilginç olabilseymiş alt notalar.

Obsession, şüphesiz ki önemli bir klasik. Dünyanın en çok satmış kadın parfümlerinden birisi. Ona tabiki gereken saygıyı göstermeliyiz. Özellikle dozunda kullanılmış hayvansallık ve tatlımsı egzotik baharatlar çok başarılı. Bu anlamda bana ciddi oranda Obsession'un erkek versiyonuyla benzerlik gösterdiğini düşündürttü. Evet iki parfümün isminin aynı olması dışında, kokuları da belli oranda benziyor. Fakat erkek versiyonunu daha kullanılabilir ve oturaklı bulduğumu söyleyebilirim.

Obsession'da biraz karmaşa hakim sanki. Havada uçuşan notalar, ne olduğu belli olmayan çiçekler... Çok rafine bir parfüm gibi davranmıyor. İnceden yordu beni Obsession. Belki çok derin ve zengin koktuğundan. Belki de harmanındaki dengesizlikten. Erkek versiyonu varken, alıp kullanacağımı sanmıyorum.


Başka bir durumda kokusunun günümüze uyup uymayacağı sorunsalı. Malum otuz yaşına yaklaşıyor Obsession. Kokusunun biraz eski koktuğunu kabul etmek gerekir. Ama eski tarz şiprelerle karşılaştıracak olursam, gayet modern diyebilirim. Bence günümüzde rahatlıkla kullanılabilir. Dolgun, ağır, hacimli bir parfüm. Yirmili yaşlardaki arkadaşlara uymayacağı çok açık. Biraz yaş veya deneyim istiyor sanki.

Obsession, neredeyse otuz yıllık parfüm olmasına rağmen, şaşırtıcı derece tatlılık barındırıyor. Gerek baharatların tatlılığı, gerekse amber ve vanilyanın tatlılığı, 1980’ler parfümlerinde sık görülen durum değil. Eğer parfümlerde tatlılık sevmiyorsanız, size gore olmayabilir.

Obsession'u kullanan ünlüler arasında Anna Friel, Diana Ross, Heather Stewart Whyte, Liza Minelli, Rosie Perez ve Whitney Houston olduğu bilgisine ulaştım.

Şimdiye kadar denediğim erkek parfümüne en çok benzeyen kadın parfümü Obsession oldu diyebilirim. Bu anlamda rahatlıkla uniseks olarak piyasaya sürülebilirmiş. Erkekler kadın parfümü olduğuna bakmadan kullanabilirler. Çünkü oldukça da erkeksi bir tarafı var.

Parfüm yazarı Luca Turin, Obsession'u büyük oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş kitabında. Kokusunun tasarımını Jean Guichard yapmış.


Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Onun için fazla sıkmamanızı tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Otuz yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Denemeden almayınız dememe gerek yok sanırım.

Artıları:
+ Orta kısmı harika.
+ Baharatlar ve hayvansal vanilyanın güzel örneklerinden birisi.
+ Fark edilirliği yüksek.
+ Uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Başlarına alışmak zor.
- Sonlarını sıradan buldum.

Koku Güzelliği:10/7.5

21 Kasım 2013 Perşembe

Mancera – Roses Vanille (2011)


Mancera – Roses Vanille (2011)

“Hazırlama Yöntemi: Fırında
Pişirme Süresi: 30 dk.
Kişi Sayısı: 8 kişi

Malzemeler

1 çay bardağı eritilmiş ve soğutulmuş sana yağı
1 çimdik tuz
1 su bardağı un
3 yemek kaşığı mısır nişastası
1 yemek kaşığı pirinç unu
1 su bardağı pudra şekeri
4 adet yumurta sarısı
6 adet yumurta akı
Yarım çay kaşığı krem tartar
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Yarım su bardağı süt
3 yemek kaşığı gül reçeli
9 çay kaşığı ucunla pembe gıda boyası
3-4 damla vanilya esansı
2 su bardağı pudra şekeri

Hazırlanış

Yumurta sarılarını pudra şekeri ile mikserle bir kapta çırpın. Başka bir kasede yumurta aklarını krem tartar ile çırpın. Bir su bardağı pudra şekerinin yarısına yumurta akı ekleyip sertleşene kadar çırpın. Sonra pirinç unu ve ve kalan pudra şekeri eklenir biraz daha çırpılır. Yumurta sarılarına, vanilya esansı, blendırdan geçen gül reçeli gıda boyası ertilmiş sana yağı eklenir. Bu karışımın içine mısır nişastası, un, kabartma tozu eklenir. Son olarak yumurta akı spatula ile alttan yukarıya karıştırılır. Yağlanmış kalıba dökün. Bir iki ucundan vurun. Kabarcıkları çıkarın. Önceden ısıtılmış fırında 170 derecede 30-35 dakika pişirin. Soğuyunca üzerine pudra şekeri serperek servis yapın.”

Parfüm Merakı sitesinin ismini "Kek Merakı" olarak değiştireceğimi sanmıyorum. Ama bir tatlı sever olarak yukarıdaki tarifi aldığım internet sitesinde çok daha güzel ve lezzetli ip uçları mevcut. Hatta "Cesur Kekler" diye bölüm bile var. Bir kek nasıl cesur olur? Bu soruyu size sorsam? Burada cesaretten kast edilen Bungee Jumping yapmak değil muhtemelen.


Gül reçelli, vanilya esanslı pembe kekin ismi bile kulağa harika geliyor. Hele ki tadı çok daha nefistir, eminim. Peki gül reçelli, vanilya esanslı pembe kek gibi kokan bir parfüme hiç rastladınız mı? Cevabınız hayırsa, bence yazının devamını okumalısınız. Çünkü aradığınız lezzetli kokuyu bulmuş olabilirsiniz.

Tuhaf ve yarı gizemli niş parfüm evi Mancera, kardeş markası Montale gibi ilerliyor yoluna. Kısa zaman içinde arka arkaya bir sürü benzer isimli parfümler piyasaya sürüyorlar. Henüz beş yılda, on dokuz parfüm piyasaya sürdüler. Bugünse ara ara kullandığım Roses Vanille'ye göz atmak istedim.

Fragrantica'da oryantal vanilya olarak sınıflandırılmış Roses Vanille. Üzerime ilk sıktığımda karşıma oldukça tatlı vanilya çıkıyor. Canlı ve yoğun vanilyaya ilerleyen saatlerde biraz gül ekleniyor. Orta kısımda tatlılık biraz daha artıyor. Neredeyse şekerli bir vanilya aromasına dönüşüyor. Son kısımda kokusu hiç değişmiyor. Sadece hissedilir oranda misk ekleniyor şekerli vanilyaya. Böylece de tenden ayrılıyor.

Roses Vanille, ismi gibi vanilya üzerinden ilerleyen bir parfüm. Fakat isimdeki gül vurgusu, kokusunda fazla öne çıkmıyor. Genel olarak çok şekerli vanilya kokusu şeklinde varlığını sürdürüyor. Sonlardaysa miskle paylaşıyor iktidarını vanilya. Onun dışında başka hiç bir kokuya rastlayamadım.


Parfümün orta kısmı gül kokulu lokumlara da benziyor, annelerimizin evlerde yaptıkları vanilyalı keklere de benziyor. Hani o kekler yapılırken bütün evi yoğun bir şekerli vanilya kokusu sarar ya, işte aynen o hissi verdi bana Roses Vanille. Zaten baştaki espri olsun diye verdiğim kek tarifini de çağrıştırmıyor değil kokusu. Yanmış, karamelize edilmiş bir vanilya diyebilirim kısaca. Zaman zaman, çocukken içmeye bayıldığımız muzlu sütlere benzettim kokusunu. Roses Vanille'in bana göre özeti bu.

Birisi bana bu parfümün niş parfüm olmadığını ve arabalarda kullanılan kokulardan olduğunu söyleseydi büyük ihtimalle hak verirdim. Çünkü Roses Vanille, çok basit ve sıradan bir şekerli vanilya kokusu. Hatta o kadar şekerli ki, beni bile rahatsız etti. Bu kadar şekerli parfüme uzun zamandır rastlamamıştım. Tatlılığın ayarı epey kaçmış bence.

Bir başka durumsa kokunun ilerleyişi. İlk sıkıldığından, tenden ayrılana kadar neredeyse hiç değişmiyor. Tek düze yapısı var. Hiç bir ilginçlik yok. Farklılık yok. Sürpriz yok. Derinlik yok. Dümdüz devam ediyor. Uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olduğunu söyleyebilirim bizzat kullanan birisi olarak.

Roses Vanille, kadın parfümü olarak geçiyor kaynaklarda. Evet bence de kadın kullanımına daha yakın. Fakat bol şekerli vanilyadan oluşan parfüm arayan erkekler de deneyebilir. Belki onlar beğenirler.

                                 Roses Vanille'in genel olarak yukarıdaki kek gibi koktuğunu söyleyebilirim.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda çok yüksek. Bu anlamda gayet başarılı diyebilirim. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha anlamlı olacaktır. Roses Vanille’in tasarımını Pierre Mancera yapmış.

Koku Güzelliği:10/5.5

19 Kasım 2013 Salı

Chanel – Sycomore (2008)


Chanel – Sycomore (2008)

"Aynı şişeler, saf formlar, lüks sadelik ve Chanel'in dahiliğinin yansımaları."

Yukarıdaki tanım Chanel'in kendi sitesinde karşımıza çıkıyor. Bu anlatımın Chanel marka bir döpiyes için olmadığı aşikar. Yada kapitone çantayı işaret etmediğini söyleyebiliriz. E malumunuz, parfüm sitesi olmamız vesilesiyle, bahsedilen "dahiliğin" kokular evrenine ait olduğunu varsayıyoruz. Fakat biraz iddialı değil mi bu kelamlar.

Lakin devir sert rekabet ve neo-liberalizm devri azizim. İddialı olmak ve görünmek zorundasın. Zayıfsan ezilirsin, yavaşlarsan düşersin, arkana bakarsan takılırsın. Ve tabiki büyük balık küçük balığı yutar. Ne kadar hoş ve naif hayatsal-ekonomik-sosyal mesajlar değil mi? İş arkadaşını terfi edebilmek için satmak, müdürünün arkasından işler çevirmek, patrona hoş görünmek için farklı tarzda artistik taklalar atmak. Gözünü sevdiğimin serbest piyasası. Sen nelere kadirsin.

Bana kalsa konuyu dağıtmaya dünden razıyım. Neyseki yeni bir paragrafa başlıyorum ve her paragraf yeni bir başlangıçtır gibi popüler yazar cümleleri kurmak istemiyorum. Sakın ha pazarlama gurusu/yazar Elif Şafak'a gönderme yaptığım düşünülmesin. İçine Selehattin Duman kaçmış rolü yapmıyorum ama malum parfüm incelemesi yazmak çok önemli ve ciddi bir iş. Karizmayı çizdirmemek, herkesle fazla muhatap olmamak, Olimpos dağında oturan Zeus gibi olanı biteni izleyip, arada bir kükremek en iyisi belki de. Umarım ironiyi anlayan nesle denk gelmişimdir. O zaman, Beşiktaş Kaymakamlığına dilekçe verir gibi her zamanki ciddiyetimle özüme döneyim.

Sycomore, 1930 yılında Chanel'in piyasaya çıkardığı bir parfüm aslen. Gabriel Chanel'in, dönemin ünlü parfümörü Ernest Beaux'a tasarlattığı Sycomore'un üretimi kısa süre sonra bitirildi. No.5 gibi kült bir klasiğe imza atan Ernest Beaux'un, Sycomore için aynı başarıyı yakalaması şüphesiz mümkün değildi. Chanel'in unutulmaya yüz tutmuş eserlerinden olan Sycomore'un kaderi 2008 yılında değişecekti. Çünkü marka aldığı stratejik bir kararla Sycomore'u yeniden piyasaya sunmaya karar vermişti.


Bu duruma ister renovasyon deyin ister reformülasyon deyin ister reform deyin ister yeni bir sayfa açılmış deyin. Chanel'in baş parfümörü Jacques Polge, Sycomore'u günümüzün moda ve parfüm dünyasının içine çekip çıkartmış. Tabiki günümüzün şartlarına göre yeniden yorumlayarak. 1930 yılındaki ilk versiyondan epey farklı olduğunu söyleyenlere inanmamak için bir sebebim yok.

Sycomore, Chanel'in özel serisine ait parfümlerinden (Les Exclusifs) birisi. Yani markanın niş parfümlerle rekabet eden, çok yüksek fiyat etiketine sahip olan ve her yerde satılmayan kokularının toplandığı seri. Şimdiye kadar 16 adet Les Exclusifs parfümü piyasaya sürdü Chanel. İlerleyen yıllarda bu rakamın artacağını öngörmek zor değil. Sycomore, Coromandel ile birlikte Les Exclusifs'lerin en popüler olanı. İsmi sık sık parfüm platformalarında karşıma çıkıyor. Parfüm Merakı'nında böylesi bir arkadaşa kayıtsız kalması düşünülemezdi. O zaman buyrunuz geçelim detaylara.

Fragrantica'da odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Derin, köklü bir parfüm. 1930 yılında Bayan Chanel, odunsu bir parfümün hayalini kuruyordu. Sonuç Sycomore'du: Kuru, asil ve güçlü. Jacques Polge tarafından oluşturulan bu kompozisyon, Gabriel Chanel'in mükemmel çiziminin, ustaca şıklığa dokunmasıydı: Bu lüks vetiver, baharatlarla zekice çarpıp, büyüleyici aristokratik sadeliğiyle, ardında uzun, sıcak bir esinti bırakır."

Parfümü üzerime ilk sıktığımda keskin bir vetiver ile karşılaşıyorum. Doğal, ferah vetivere biraz da limon eşlik ediyor. Çok şık, gerçekçi ve yüksek kaliteli. Başlangıcı nefis Sycomore'un. İlerleyen dakikalarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Ferah vetivere yeşil notalar ekleniyor. Biraz çimensilik hissediyorum. Evet orta kısımdaki en büyük değişiklik sadece yeşilliklerin eklenmesi. Bu kısma hayran kaldığımı söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Neredeyse başlangıçtaki koku değişmiyor. Hala ferah ve yeşil vetiver baş rolde. Alt notalarda farklı olarak odunsuluk artıyor. Muhtemelen tütsü ve servi ağacının payı var bu değişimde. İlgimi çeken şeyse kokusunun dumanlı/sisli/puslu hale gelmesi. Evet müthiş bir dumansılık gerçektende.  Zaman zaman yanmış tütsüleri yada ormanda gezindiğimi düşündürdütüyor. Çok güzel olmuş sonları. Böylece de tenden ayrılıyor.


Sycomore'u, rafine bir vetiver parfümü olarak görüyorum. Kokusundaki tek değişmeyen vetiver. Diğer kokular bazen geri plana çekiliyor. Hatta tamamen kayboluyor. Fakat ıslak/nemli hissi veren ferah vetiver hep orada ve emrinize amade. Yazılarımı okuyanlar bilirler ki vetiverle aram hiç bir zaman iyi olmadı. Bir türlü ısınamadık birbirimize. Fakat buraki vetiver kullanımına şapka çıkartmaktan başka seçeneğim yok. Hatta Jacques Polge'dan beklemeyeceğim kadar rafine ve şık bir kokuyla karşı karşıyayım.

Neden Sycomore'u sevdiğimi kendime soruyorum. Tabiki fazla derinlere değil. Biraz daha yüzeye. İlk sevme sebebimin pürüzsüz ve yapaylık barındırmayan yapısı olduğunu söyleyebilirim. Bir su damlası kadar duru, masum ve berrak. Aynı zamanda güçlü, karakterli ve resmi. Yani bu parfümü çok şık bir takım elbiseyle kullanabilirsiniz. Hatta hafta sonu çıkılan piknikte de tuhaf kaçmayacaktır. İşi abartarak kriket oynayan bir Hintli de kullansa yadırgamam, Tiger Woods onsuz vuruş yapmasa da şaşırmam.

Sycomore hem şık ve resmi hem de ferah ve günlük kullanıma uygun. Başlangıçtaki limon ve orta kısımdaki çimensi yeşillik onu sıcak yaz günleri için uygun hale getirirken, son kısımdaki belirgin odunsuluk, tütsümsü dumansılık da onu soğuk kış günleri için kullanmaya elverişli hale getiriyor. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi bolca tatlılık barındırmıyor kokusunda. İyi ki böyle yapılmış. Dikkat çekici şekilde erkeksi koktuğunu söylememde fayda var.

Orta kısmındaki çimensi yeşillik dışında diyebilirim ki denediğim en iyi vetiver parfümü. Eğer çok yüksek fiyatını göze alabiliyorsanız ve vetiver kokusunun en iyi örneklerinden birisini arıyorsanız sizi kapıdan içeriye alalım. Lütfen, buyrun, girin, çekinmeyin...


Aklımdaki bazı konulardan bahsedeyim lafı uzatmadan. İlk olarak Sycomore, Lalique'in sevilen parfümü Encre Noire'e benzetiliyor. Neredeyse ikiz kardeş bile deniyor. Bence de iki parfüm benziyor ama birebir denebilecek kadar değil. Encre Noir'daki o tuhaf mürekkebimsi-küflü odunsu kokuyu rahatsız edici bulmuştum. Sycomore'da o anlamda bir rahatsızlık hissetmedim. Encre Noir daha karanlık bir kokuya sahipken, Sycomore, çok daha ferah, canlı ve parlak. Encre Noir biraz depresif kokarken, Sycomore daha mutlu ve pozitif kokmayı başarıyor.

İkinci durumsa kokusunun dumansı tarafı. Şimdiye kadar karşıma çıkan en başarılı dumansılık Sycomore'da var. L'Anarchiste'deki dumansılık biraz rahatsız ediciydi. Comme des Garcons 2 Man'deki dumansılık bu kadar rafine değildi. Ama burada oldukça başarıyla vurgulanmış.

Evet herkes Encre Noire benzetmiş onu. Fakat bence biraz Terre d'Hermes ve üretimi bitirilen Gucci Pour Homme'u da andırıyor. Azıcık da Comme des Garcons 2 Man. Sanki hepsinin ferah bir kombinasyonu gibi Sycomore.

Geleyim eleştiri kısmına. Genel olarak çok güzel bir parfüm. Dikkatimi çeken yanı tekdüzeliği oldu. Başlangıcından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Düz çizgide ilerliyor. Bu durum, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı hale getirebilir kokusunu. Benden söylemesi. Bu kadar yüksek fiyatlara satılan bir parfümün de daha kompleks ve sürprizlere gebe olması gerekmez mi diye sorabilirsiniz. O zaman size bu sorunun cevabının Jacques Polge'da olduğunu söyler ve aradan çekilirim.

Sycomore'un en şaşırdığım yanı ise kadın parfümü olarak sunulması. Bazı kaynaklarda unisek olarak geçse de sanırım kadın parfümü olarak çıkarıldı. Fakat gördüğüm kadarıyla oldukça erkeksi bir kokuya sahip. Bu parfümün kadınlara uyacağını pek sanmıyorum.


EDT konsantrasyonuna sahip Sycomore'un kalıcılığı ten üzerinde gayet iyi. Başlangıcı oldukça keskin. Sonrasında normal seyrine dönüyor. Dört mevsimde de kullanmak sorun olmayacaktır. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere uyacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Sonları çok güzel.
+ Yüksek kaliteli ve şık kokusu memnun edici.
+ Vetiver kokusu sevenlerin mutlaka denemesi gereken eserlerden birisi.

Eksileri:
- Fazlasıyla düz çizgide ilerliyor kokusu.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8

17 Kasım 2013 Pazar

Kokuyla Tedavi


Kokuyla Tedavi

İnternette dolaşırken karşıma çıkan yazılardan birisini sizinle paylaşmak istiyorum. Belki daha önce okumuşsunuzdur bilemiyorum. Kokularla tedavi arasındaki ilişkiyi anlatıyor genel olarak. Zaman zaman bana ilginç gelen bu tür alıntı yazılara da yer vereceğim artık. Merak edenler varsa söyleyeyim baştan, yazının sahibi dergiden izin alarak yayınlıyorum. Alıntı yapılan kaynağı yazının sonunda bulabilirsiniz.

"İnsanoğlu, kendisine bahşedilen güzellik duygusu sebebiyle kainat sarayındaki güzelliklere içten ilgi duyar. Mesela çeşit çeşit renk ve şekillerdeki çiçekler onu adeta mest eder. İnsana, hayret ve hayranlık ufkunda tefekküre kapı açan diğer bir unsur da “koku”dur. Güzel kokular kalbi ferahlatır, ruhu genişletir ve insanı apayrı manevi iklimlere götürür. Güzel koku ile temiz ruh arasında yakın ilgi bulunduğu eskiden beri kabul edilmektedir.

Binlerce yıldan beri çeşitli kültürlere mensup insanlar, baharat esanslarının mikrop öldürücü, kramp giderici, ağrı kesici ve iltihap iyileştirici tesirlerini keşfetmişlerdi. Nitekim Mısırlılar, ölülerini mumyalarken katran ve mür ağacının anti bakteriyel özelliklerinden faydalanmışlar; başka milletler ise, hasta odalarını biberiye ve kekik otu tütsüleyerek dezenfekte etmişlerdir. 17.yy.’da batıda vebadan korunmak için çeşitli baharatlardan hazırlanmış özel bir karışım kullanılmıştır.

Günümüzde halk hekimi diye anılan kişiler, özellikle batı dünyasında, çiçek ve baharattan elde edilen güzel kokunun insan üzerindeki olumlu tesirlerini dikkate alarak hastaları tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bu tedavinin gayesi, organik dengenin yeniden tesisini sağlamaktır.


Batı dünyasında, özellikle Fransa’da uçucu yağların anti bakteriyel özelliklerinden faydalanıldığı bilinmektedir. Fransa’da koku ile tedavi metodu, bitkilerle tedavi sınıfına dahil edilmekte, 1500 hekimin bu gaye ile kurulan derneğe kayıtlı olduğu bilinmektedir.

Halk hekimi, bir bakteri kültüründe 10-15 esansı tahlil ederek en yüksek bakteri öldürme gücüne sahip üç veya dört bitki esansını tablet halinde kullanıma sunar. Kokularla tedavide uçucu yağlar ya teneffüs edilir, ya ilaç olarak bünyeye alınır veya masaj ve banyo esnasında cilde sürülür. Mesela masaj anında kullanılan uçucu yağın bir miktarı kana nüfuz eder. Böylece koku maddeleri, saniye hızıyla ruhi gerginlikleri ve vücuttaki acıları azaltır.

Kokuların, vücut üzerine olumlu etki göstermesi bekleniyorsa, bunların sürekli alınması önem arz etmektedir. Her hastanın, belirli bir süre için yarım saat boyunca teneffüs ettiği çeşitli yağlardan oluşan özel bir koku programı vardır. Özel bir cihaz ile kokuların etrafa yayılması sağlanır. Bu esnada rahatlatıcı hareketler eşliğinde koku, bizzat teneffüs edilir. Mesela lavanta kokusu, yoga yaparken derin bir rahatlamayı temin eder.

Hekimler sadece bu şekildeki tedavi usulü ile iyileşmenin gerçekleşemeyeceğini, koklamanın yanısıra şahsın bizzat hayatına çeki düzen vermesi, dengeli beslenmesi ve her türlü kötü alışkanlıklarından vazgeçmesi (mesela sigarayı bırakması) gerektiğini bildirirler.


Martin Henglein şifalı kokular üzerine bir teori geliştirmiştir. Buna göre “ıtır çiçeği, biberiye, bergamot ve tefarik (paçuli)” temel kokular olarak kabul edilmektedir. Bundan yola çıkarak bu dört temel kokunun farklı fonksiyonları icra ettiği belirtilmektedir. Itır çiçeği, bir alışkanlığı kabul etmeye veya bunu terk etmeye yardımcı olur. Mesela sigarayı bırakmada ıtır çiçeği kokusunun rolü inkâr edilemez. Sigaraya olan istek dayanılmaz şekilde artarsa, bir kerelik koklama bu arzuyu gidermektedir. Bu durum önceden on kere denenmiş dahi olsa, yine tesirli olmaktadır. Henglein’e göre biberiye, kişiyi kendini ispatlamaya ve aktif olmaya sevk ederken bergamot zihni canlılığı ve öğrenme şevkini artırır, tefarik ise kişiyi daha enerjik kılar, mekanizmasını harekete geçirir.

Koku ile tedavide tecrübenin çok önemli rolü vardır. Çünkü bu tecrübeye dayanılarak kokuların seçimi yapılır. Batı ülkelerindeki eczanelerde ve kozmetik dükkanlarında, 200-350 çeşit uçucu yağın (esans) satıldığı belirtilmektedir. Hekimler bazen aynı koku hakkında farklı özellikler bildirmektedirler. Mesela bazıları, temiz olmayan cilt için kekik otu tavsiye ederken, bazıları bundan sakınılması gerektiğini söylemektedirler. Çoğu kere esansın ağız yoluyla mı alınması, yoksa koklanması mı gerektiği hususunda bir açıklık getirilmemektedir. Aynı şekilde esansın dozu ile ilgili kesin bilgi bulunmamakla beraber bu doz umumiyetle yüksek tutulmaktadır.

İngiltere’de bir tedavi merkezini işleten Robert Tisserand, kokularla ruhi hastalıkların tedavi edilebileceği görüşündedir. Tisserand, bu esansların sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinyal moleküllerin (nörotransmitter) üretimine tesir ettiklerinden, rahatsızlıkları gidermeye de yardımcı olduğunu bildirmektedir. Koku, morfine benzeyen “endorfin”in salgılanmasını uyararak kişide ferahlama sağlar. Bu sebeple yasemin, adaçayı, kananga, tefarik, greyfurt ve gül yağı kokusu depresyon, kendine güvensizlik ve cinsi fonksiyonların arızalanması durumlarında tavsiye edilmektedir. Aynı şekilde diğer esanslar da teskin edici veya kuvvetlendirici veyahut bağışıklık sistemini güçlendirici rol oynamaktadırlar. Bilim adamları bugüne kadar uçucu yağların tesiri hakkında çok az bilgi ortaya çıkarmışlardır. Kokuların rahatlatıcı özelliği dikkati bir yerde toplayabildiği müşahedelerden anlaşılmaktadır. Ancak beyinde nasıl ve nerede tesirli olduğu hususu ise hala muammadır.

Münih’li Prof. Hanns Hatt da, kokuların ruh ve davranış üzerine tesirini, beyindeki koku alma bölgelerinin özelliklerine bağlamaktadır.


Koku ile tedavinin zorlukları da vardır. Su buharı destilasyonu ile elde edilen bu kokular için, çok fazla bitki kullanıldığı ve bu sırada zararlı ilaç kalıntılarının bu destilat içine geçebileceği belirtilmektedir. Mesela korku ve depresyonu gidermede kullanılan nerolin yağının 1 litresi için 1-1,5 ton portakal çiçeğine ihtiyaç vardır. Ayrıca bu kokuların, bünyelerinde çok fazla sayıda (yaklaşık 400) madde ihtiva etmesi ve bunların da yıldan yıla ve yetiştiği bölgeye göre farklılıklar göstermesi de koku ile tedavinin zorluğunu ortaya koymaktadır."

Kaynak: http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/koku-ile-tedavi.html

15 Kasım 2013 Cuma

Etat Libre d’Orange – Bendelirious (2008)


Etat Libre d’Orange – Bendelirious (2008)

1868 yılında doğan Henri Bendel isimli adam, korkusuz bir yenilikçi ve moda dünyasına tutkusuyla mutlu olan ilginç şahsiyetlerdendi. İlerleyen yıllarda Newyork'a yerleşmeye karar verdi. 1895 yılında kurduğu markasıyla Newyork'un elit kesiminin hemen ilgisini çekti. Sonrasındaysa dünya çapında bir markaya dönüştürdü ismini.

Bugün New York'taki Henri Bendel mağazasında birbirinden farklı markaları bulabilirsiniz. Hediyelik eşyalar, kozmetik ve moda alanında kendisine hedefler koymuş bir markaya dönüşmüş durumda. Kadınların muhtemelen en sevdikleri mağazalardan olduğu aşikar. Hatta ismiyle özdeşleşen "Bendel kızı" tabirini moda dünyasına aşina çoğu kişi bilecektir.

2008 yılındaysa Fransız niş parfüm evi Etat Libre d'Orange ile Henri Berdel markasının işbirliğine şahit olduk. Daha önce farklı kişiler için parfümler tasarlayan ELDO, bu seferde ünlü markanın merhum kurucusu için işbaşı yapmış. Bendelirious, Henri Berdel için tasarlanmış kısacası. İsmi de Bendel'den türetilmiş. Zaten parfüm bütün "Bendel kızlarına" ithaf edilmiş ve Etat Libre d'Orange'ın sitesinde şöyle tanıtılmış:


"O partilerde gördüğün kız, o ki kalabalığın ortasında duran, kokusu ve gülümsemesiyle arkasında iz bırakan. İyi yetiştirilmiş iris çiçeği gibi, o aynı zamanda deri ceketiyle masada dans eden şehirli bir peri. O, kutlamayı şampanyayla ya da kirazlı lolipop ile yapabilir hatta her ikisi de olabilir. O coşkulu, hayat dolu bir kızdır, o nerede ise parti oradadır."

Fragrantica'da meyveli-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı modern kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Burada baş rolü ekşi ve lezzetli kiraz oynuyor. Kiraza biraz pudramsılık eşlik ediyor. Epey kadınsı diyebilirim. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda kirazın etkisi devam ediyor. Pudra efekti artıyor. Biraz içki notası ekleniyor sanki. Açıklanan notalarında şampanya var. Muhtemelen odur. Ayrıca hissedilir oranda iris (süsen) ve menekşe ekleniyor. Orta kısımda kalite hissiyatı biraz düşüyor. Geçeyim sonlara. Alt notalarda kirazlı süsen çiçeğine deri ekleniyor. Hafiften 1 Million'u hatırlattı bu kısım. Gerilerden yapay amber geliyor. Azıcık da misk algılıyorum. Sıradan ve yapay bir kapanışı var diyebilirim.

Bendelirious, kesinlikle meyveli-çiçeksi bir parfüm. Kokusunun ağırlık merkezini kırmızı meyveler (kiraz) ve süsen-deri-amber oluşturuyor. Denemelerimde derinin geri planda kalmayı tercih ettiğini fark ettim.


Açıklanan notalarında ilginç sayılabilecek iki öğe mevcut. Birincisi şampanya, ikincisi de kirazlı lolipop akoru. Bizzat markanın sitesinde bulunan bu iki nota, bana biraz abartılı geldi. Kimi yorumcular kokusunu şampanyaya benzetmişler. Evet zaman zaman kirazlı içki kokusu hissi veriyor. Bu konuda haklı olabilirler. İkincisiyse kirazlı lolipop. Şimdi burada parfümün genelindeki tatlılığa lolipopla vurgu yapılmış. Gerçi kokusu kirazlı lolipopa benzemiyorsa da ilginçlik anlamında bahsedilmiş olabilir. Lolipoptan ziyade şekerli meyve-çiçek kokusu baskın.

Bendelirious, kirazlı, pudralı bir deri parfümü. Bu anlamda markanın diğer benzer temalı kokusu Putain des Palaces'i andırıyor. Fakat onun kadar kaliteli ve ilginç değil. İkisi arasında tercih yapacak olsam rahatlıkla Putain des Palaces'i seçerdim.

Bence Bendelirious, kadın kullanımına daha yakın. Zaten bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak sunuluyor. Genç, modern, Avrupalı, biraz şımarık, uçarı, eğlenceli, modaya düşkün, havalı, süslü, kolunda her daim Hermes'in Birkin çantasıyla alışveriş merkezlerini dolaşan, kocaman güneş gözlüklü yirmili yaşların başlarındaki kızlara çok yakışacaktır Bendelirious.

Günümüzün bir çok modern parfümünde görüldüğü üzere bolca tatlılık barındırıyor. Hatta zaman zaman şekerli bile olabiliyor. Lolipop göndermesi bu anlamda doğru gibi görünse de bence tatlılığı sağlayan tonka fasulyesi diyebilirim. Tatlımsı kokuları sevmeyenler denemeseler iyi yapmış olurlar.
 

Başlangıcı dışında yüksek kaliteli değil. Daha doğrusu niş marka gibi gelmiyor kokusu. Daha ortalama bir meyveli ana akım parfüm gibi. Kokusu benzersiz değil. Sanki bir yerlerden tanıdık. Acaba nereden diye düşünüyorum ama çıkaramıyorum.

Normalde kirazı da deriyi de parfümlerde severim. Fakat Bendelirious'u çok sevemedim. Belki orta kısımda artan pudramsılık öyle düşünmeme sebep oldu. Yada sonlardaki yapay amber. Fakat eminim ki deneyen bir çok kadın kokusunu beğenecektir. Zaten amacın da o olduğunu düşünüyorum.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Bendelirious'a beş üzerinde dört yıldız verilmiş ve kirazlı iris olarak sınıflandırılmış. Kokusunun tasarımını ünlü burunlardan  Antoine Lie yapmış.

Bendelirious, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak çok daha iyi sonuçlar verebilir. Kadın kullanımına yakın olsa da cesur erkekler için ilginç bir deneyim olabilir. Otuz yaş ve altındaki kadınlara önerebilirim. Üst yaş grupları için biraz genç işi kaçabilir. Denemeden almayınız.

                                                          Parfüm Merakı'nın kendi çekimidir.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Canlı, eğlenceli kokusu insanı mutlu ediyor.

Eksileri:
- Sonlarını sevemedim.
- Yüksek kaliteli niş parfüm hissi vermedi bana.
- Tatlılığın ayarı kaçmış sanki.

Koku Güzelliği:10/6.5

12 Kasım 2013 Salı

Christian Dior – Oud İspahan (2012)


Christian Dior – Oud İspahan (2012)

Bir şehir için en büyük övgülerden olsa gerek "Cihanın Yarısı" (Nisf-i Cihan) ismiyle anılmak. Öyle bir şehir ki tarihinin yontma taş devrine kadar gittiği düşünülen. Öyle bir şehir ki Orta Çağ'da dünyanın en büyük ticaret kavşaklarından olan. Öyle bir şehir ki dünyanın en büyük meydanını içinde barındıran. Öyle bir şehir ki sokaklarında Şah İsmail ve Ömer Hayyam'ın şiirlerinin okunduğu...

Dünya sistemiyle bir süredir kavgalı olan İran'ın boyun eğmez karakteri, muhtemelen köklü tarihinden gücünü alıyor. Benimde sebebini anlamaya başladığım bu sürtüşme, İran için yalnızlaşma sebebi olsa da, mevcut durumu çok sorun etmiyorlar gördüğüm kadarıyla. İran'ın dünya pazarlarına kapalı olması, Batı ittifakının gündeminden düşeceğe benzemiyor. Bu durumun yansımalarını hayatın diğer alanlarında da fark edebiliriz. Mesela parfümlerde.

İran'ın kültürel öğelerini merkeze alan bir parfüme şimdiye kadar rastlamamıştım. Muhtemelen Batılı parfüm üreticilerinin ön yargısının sonucu olarak bakabiliriz bu duruma. Eğer bilmiyorsam cahilliğime verin ama karşıma çıkan ilk İran temalı parfüm oldu Oud İspahan. 2012 yılında Christian Dior tarafından çıkarılan bu parfüm, İran'ın üçüncü büyük şehri İsfahan'dan ilhamını almış.  

Modern, temiz, düzenli, huzurlu ve zümrüt yeşili bir şehir olduğu söylenen İsfahan'ın, güzel bulvarları, köprüleri, sarayları, İslam mimarisinin görkemini taşıyan camileri, türbeleri, sinagogları, kiliseleri ve zerdüşt tapınaklarıyla tarihin içinde yolculuk yaptırdığını düşünebiliriz çoğu kişiye.


Parfümün isim seçiminin hangi kritere göre yapıldığını bilemiyorum. Fakat İsfahan'da yetişen gülün, çok ünlü olduğu bilgisine rastladım. Muhtemelen Oud ile gül arasında bağlantı kurulmuş. Zaten Oud İspahan'ın başlangıcındaki yoğun gül aroması dikkat çekiyor.

Christian Dior'un böyle bir parfümü de mi varmış diyen arkadaşlara küçük bir hatırlatma yapayım. Oud İspahan, Dior'un özel koleksiyonuna (La Collection Privee) ait. Bu seri, niş parfümlere rakip olarak tasarlanmış, çok yüksek fiyatlara satılan ve her yerde bulunmayan kokulardan oluşuyor. Oud İspahan'da bu seriye yeni katılmış üyelerden.

Fragrantica'da oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma yoğun gül kokusu çıkıyor. Ferah sayılabilecek güle öd aroması eşlik ediyor. Çok canlı, gerçekçi ve müthiş. Harika bir açılışı var Oud İspahan'ın. İlerleyen dakikalarda gül-öd birlikteliği gücünü kaybediyor. Onun yerine hayvansal paçuli çıkıyor. Evet tenimde kesinlikle hayvansallık hissediyorum. Hala çok kaliteli fakat benim sevebileceğim gibi değil. Orta kısımda gül ve öd alttan alta destek veriyor paçuliye. Geçeyim alt notalara. Sonlarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Orta kısımdan farklı olarak hayvansallık azalıyor ve ortada paçuli ve sandal ağacı kalıyor. Alt notaları, sandal ağacının yumuşatıcı dokunuşuyla daha sevilebilir. Böylece de tenden ayrılıyor.

Karşımda enteresan bir karşım var. Başlangıcındaki ferah gül sularını andıran kokusu olağanüstü. Böylesine sarhoş edici rahiyayı nasıl oluşturmuş Francois Demachy, hayret etmemek elde değil. Yüksek kaliteli ve rafine üst notalar olabilecek en iyi gül-öd temasına sahip belki de. Orta notalardaysa keskin bir değişim var. Özellikle tenimdeki uygulamalarımda her seferinde yoğun hayvansılık hissettim orta kısımda. Biraz Muscs Koublai Khan'a biraz da Absolue Pour Le Soir'in başlangıcına benzettim. Hayvansal deri-misk izlenimi veren orta kısımda, hayvansallık eklenmiş paçuli kullanılması iyi fikir. Fakat benim için giyilebilir değil. Son kısımlardaysa hayvansallığın törpülenmiş olması memnuniyet verici. Alt notalarda sandal ağacının yüksek oranda kullanılmış olması biraz durumu kurtarıyor neyse ki.


Son yılların moda kokusu öd (Oud), Dior'un özel koleksiyonunda bir parfüme isim babalığı yapıyor. Her ne kadar öd kokularını çok sevmesem de özellikle başlangıçtaki kullanımını sevdim. Sonrası içinse çok konforlu bulmadım kokusunu. Evet farklı bir deneme Oud İspahan. Hatta öd kokusu severlerin mutlaka denemesi gereken bir parfüm. Ama benim için hiç de uygun olduğunu düşünmüyorum.

Farklı ve önemli bir durumdan daha bahsedeyim. Oud İspahan'ı kıyafetlerimin üzerine sıktığımda gül kokusunun daha baskın olduğunu fark ettim. Montumun üzerinde ferah ve yüksek kaliteli gül suyu gibiyken, tenimin üzerindeyse hayvansallığın ön planda olduğunu gördüm. Yani kıyafet üzerinde harika bir gül-sandal ağacı kokusu olurken, tenimde rahatsız edici bir hayvansallığa doğru evrildi. Kıyafet üzerinde düz bir çizgi takip eden Oud İspahan, ten üzerinde değişim gösterme eğilimindeydi. İki farklı uygulama alanında (ten ve kumaş), iki farklı kokuyla karşılaşmak oldukça şaşırttı beni. Sanki bu parfüm "beni tenine değil de kıyafetlerinde kullan" demek istiyordu.

Oud İspahan’a verdiğim not ten üzerindeki kokusu üzerindendi. Fakat kıyafet üzerinde rahatlıkla iki puan daha ekleyin siz. Garip bir durum. Acaba kokusu tenime mi uymadı diye düşünmeden edemiyorum. Evet büyük ihtimalle ten uyumu sağlayamadık Oud İspahan’la. Çok yazık.  

Oud İspahan, şüphesiz ki yüksek kaliteli bir parfüm. Pürüzsüz, rafine, güçlü, ayakları yere sağlam basan karaktere sahip. Yeterince cesur ve iddialı. Zaman zaman saldırgan ama aynı zamanda egzotik.

Zaten ismi ve konsepti her şeyi anlatıyor bize. Hem öd kokusunun kullanılması hem de isminin İran'ı çağrıştırması, onun doğu kültürüne gönderme yaptığını anlamamızı sağlıyor. Fakat gerçekten de doğuya mı ait kokusu? Böyle keskin ayrımların çoğu zaman bizi yanlışa sürükleyebileceğini öngörmek zor değil. Evet biraz ilginç kompozisyona sahip. Fakat ismindeki çağrışımlara da körü körüne inanmamak lazım. Soğukkanlı bir analizle, Oud İspahan'ın her kültürden insana uyacağını söylemek abartılı olmayacaktır.


Oud İspahan, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Uniseks olarak piyasaya sürüldüğünü anlıyorum. Bence de doğru yapmışlar. Soğuk kış günlerinde daha çok seveceğimi düşünüyorum. Oldukça yüksek fiyatına istinaden denemeden almak riskli. Benden söylemesi.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi.

Eksileri:
- Orta kısmını çok sevemedim.
- Benim için giymesi zor bir parfüm.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/6.5

9 Kasım 2013 Cumartesi

L’Artisan Parfumeur - Traversee du Bosphore (2010)


L’Artisan Parfumeur - Traversee du Bosphore (2010)

"İstanbul, doğuyla batı arasındaki kapıdır. Başlangıçta aklımızdaki proje "Doğu Ekspresi" ile yapılan geziyi çağrıştıran bir tatil parfümü yapmaktı. Fakat markalar ve telif haklarıyla ilgili pek çok zorluklar vardı. Bu yüzden projeyi gerçekleştiremedik. Sonra başka bir fikir geldi; İstanbul'a yapılacak yolculuk yerine İstanbul'da olmak. Böylece İstanbul’da 10 gün geçirdim, geleneksel oryantal notalar yerine farklı oryantal öğeler bulmak için. Bu parfümü yaratırken benim için önemli olan şey ikili dengeyi yansıtmaktı. Derinin Türk lokumuyla olan tezatı bu parfümün en önemli öğesidir."

Baş parfümör Bertrand Duchaufour'un internette  rastladığım söyleşisinde böyle anlatıyor tasarımını. Benimde favori parfüm tasarımcılarımdan olan Duchaufour, L'Artisan markası için kolları sıvamış ve ortaya Traversee du Bosphore çıkmış.

Ortalama bir Avrupalının zihnindeki Türkiye imajının nasıl olduğunu tahmin etmemiz zor değil. Bir tarafıyla Suriye ile İran'la komşu olan ve Orta Doğu coğrafyasının hemen dibinde bulunan, diğer tarafıyla Yunanistan ve Bulgaristan gibi iki Avrupa ülkesiyle komşu olan benzersiz bir kara parçasının üzerinde yaşıyoruz. Her ne kadar sığ siyasi çekişmelerin sayesinde bu durumu çoğu zaman unutsak da, boğazlarımız, dünya jeopolitiği için hala önemini koruyor.


Böylesine önemli bir konumun yeterince farkında olmayabiliriz ama Fransız niş parfüm evi L'Artisan Parfumeur, ismini İstanbul Boğazından alan kokusunu dünya pazarlarına sundu 2010 yılında. Anlamı "Boğaz Geçişi" olarak çıktı karşıma farklı kaynaklarda.

Bu parfümün bizi ilgilendiren ilginç kısmı anlaşılacağı üzere ilhamını Türkiye'den almış olması. Parfümör Duchaufour, İstanbul'a yaptığı seyahatte zihninde şekillendirmiş Traversee du Bosphore'un oluşturma aşamasını.

Markanın kendi sitesinde şöyle tanıtılmış Traversee du Bosphore:

"Nefes kesici İstanbul'un keşfi için görkemli Boğaz'dan geçmek gerekir. Usta parfümör Bertrand Duchaufour, Türkiye seyahatinden sulu boyalar, eskizler, fotoğraflar ve Boğaz seyahati ile İstanbul'un dar sokakları ve etkilerini keşfetmek için aheste günün kokusunu yakalayan mistik bir Eau de Parfum ile döndü. Parfümör sizi onunla birlikte görkemli Boğaz'ı geçmeye ve doğu ile batı arasına sıkışmış, tüm şehirler arasındaki bu en gizemli şehri keşfetmeye davet ediyor. Parfüm elma, lale ve bir parça baharatlar ile açılır. Kremsi iris, tütün notası ile zıt şekilde çalışır. Zarif gül esintisi ve fıstık, Türk lokumunun hoş aromasını çağrıştırır. Sonra beklenmedik sıcak ve hayvansı deri patlaması, tabakhanelerin çevresindeki hava gibi yakıcı, kavurucu ton bizi miskin şekilde kucaklar. Bu "Oryantal Masalda" kendinizi kaybedebilirsiniz."


Fragrantica'da deri kategorisinde bulunan Traversee du Bosphore, Les Voyages Exotiques serisine mensupmuş. Açılışı biraz tuhaf diyebilirim. Tatlımsı-pudramsı çiçekler var sanki. Biraz ölmez otuna benzettim. Ciddi oranda da kremsi acı badem kokusu alıyorum. Pek alışılmadık üst notaları. Açıklanan üst notalarında elma, lale ve baharatlar var. Pek elma alamadım başlangıçta. Baharatlarsa biraz var. Fakat lale mi? Belki de anlayamadığım o koku laleden geliyordur üst notalarda. Oldukça tatlı bir başlangıcı var. Çok sevdiğimi söyleyemesem de farklı yapısı dikkat çekici. Orta notalara geçeyim. Burada baharatların ağırlığı artıyor. Tatlımsı baharatlara fark edilir oranda kremsi iris (süsen) çiçeği ekleniyor. Burada dikkatimi çeken tatlılığın biraz daha artması ve gülün ortaya çıkması. Orta notalar en beğendiğim yanı oluyor. Son kısımda pudramsı tatlılık devam ediyor. Burada biraz sıradanlaşıyor kokusu. Odunsu notalar hissediyorum. Onun dışında biraz vanilya ve deri var. Kendi sitelerinde antep fıstığından da bahsedilmiş. Herhalde şaka yapıyorlar!

Traversee du Bosphore, anladığım kadarıyla Türkiye'ye ve kültürüne göndermeler yapıyor genel konseptiyle. İsminin boğazdan gelmesi ve kokusunda lokum, antep fıstığı gibi yöresel tatlara yer verilmesi çok şaşırtıcı değil. Resmi tanıtımında da laleden bahsedilmesi olağan. Uzun yıllardır Türklerin laleye olan ilgisi biliniyor. Hatta 17. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğunda ortaya çıkan Lale Devrine de gönderme olabilir. Lokum ise zaten Türkiye'nin yurt dışında en bilinen ürünü denebilir. Antep fısığındansa bahsetmeye gerek bile yok.

Bu çağrışımların ve tanıtımların eşliğinde bir kez daha ana kompozisyona bakmaya çalışıyorum. Öncelikle Traversee du Bosphore, oldukça tatlı bir parfüm. Bu tatlılığı bal ile vermiş olabilirler. Tanıtımlardaki lokum temasına böylece değinilmiş. Yani bol tatlılık, lokuma benzetilebilir. Tatlılığın dışında ikinci dikkatimi çeken öğe baharatlar. Burada Türkiye'nin doğu ülkesi olması ve baharatların sık kullanılması dolayısıyla yer verilmiş gibi. Hatta bir yerde karşıma baharatçılar çarşısı gibi bir ifade geçmişti. Mutemelen ortalama Avrupalının zihninde Türkiye, Mısır Çarşısındaki gibi egzotik bir ülke. Üçüncü olarak iris (süsen) en belirgin öğe. Süsen çiçeğinin Türk kültürüyle nasıl bir ilgisi olduğunu çözemedim. Azıcık tütünse, sıkça rastladığımız nargile çağrışımdan eklenmişse hiç şaşırmam. Son olarak deri. Her ne kadar bu parfümde çoğu kişi deriden bahsetmişse de ben çok baskın bir deriye rastlamadım. Hele ki kendi sitelerindeki hayvansal deri vurgusunu hissedemedim.


Traversee du Bosphore, bana göre tatlımsı çiçeksi-baharatlı-meyveli bir kokuya sahip. Bol tatlılık gerçekten de zaman zaman lokumlara benzetiyor kokusunu. Hatta rengarenk küçük lokumlar vardır baharatçılarda satılan. Orada pembe rekli olan güllü lokumlar vardır. Bazen kesinlikle güllü veya safranlı lokumlara benziyor kokusu. Bu anlamda lokum temasını başarıyla vermişler. Fakat buradan ferah koktuğu anlaşılmasın. Zaman zaman karanlık sayılabilecek kompozisyona sahip.

Traversee du Bosphore, 2010 yılında çıktığında oldukça ilgi çekmişti. Fakat son zamanlarda ismi pek geçmiyor parfüm platformlarında. Kimi parfüm severler hakkında olumsuz yorumlarda da bulunmuş. Bu kadar eleştirilmesini pek anlamlı bulmadım. Evet kokusu muhteşem yada benzersiz değil. Tatlılık oranı kimi arkadaşlara da sıkıntı verebilir. Fakat ben giyilebilir ve sevilebilir buldum. Başlangıcı alışılmadık olsa da bence fena değil. Orta notaları zengin ve lezzetli. Sonları biraz ortalama sadece.

Yukarıdaki satırda zihnimden geçen "lezzetli" kelimesi, tam da doğru söz aslında. Evet bu parfüm kesinlikle leziz kokuyor. Bu anlamda gourmand tarafa kayıyor gibi görünüyor. Şekerleme kokulu baharatlar, çiçekler ve meyveler. Fikrin güzel olduğu kesin. Uygulamada da kötü değil. Bence güzel bir deneme Traversee du Bosphore.


Her ne kadar severek kullansam da çoğu kişiye özelikle başlangıcı hoş gelmeyebilir. Oldukça cesur bir deneme olmuş Traversee du Bosphore. Diyeceksiniz ki başka lokum temalı parfümleri de var niş markaların. Evet olabilir fakat burada safranlı-güllü lokuma baharatlar ve deri eklenmiş olması, onu diğer rakiplerinden biraz farklı yere taşıyor.

İyi de İstanbul ve boğaz, bu parfüm gibi mi kokuyor? Tabiki hayır. Malum İstanbul'un artık karman çorman yapısı, absürd yeni mimari binaları ve sürekli çarpık büyüyen şehirciliğini düşünürsek, o egzotik ve gizemli baharat-lokum kokusunun artık nostaljiden ibaret olduğunu görebiliriz. Fakat bir batılının zihninde böyle resmedilmişse İstanbul ve boğaz, ona da anlayış göstermek ve itiraz etmemek gerekir belki de. Sonuçta parfüm tasarımı da bir tür sembolizmdir.

Yapısı itibariyle soğuk kış günlerine uygun olacaktır. Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Yüksek fiyatına istinaden denemeden almamak gerekir.

Not: Hem kadınların hem de erkeklerin rahatlıkla kullanabileceği bir parfüm Traversee du Bosphore. Fakat siz yine de aynı evin içinde kızlı-erkekli bu parfümü sıkmayın. Mazallah yoldan çıkabilir, canınız sevişmek isteyebilir, vatana-millete hayırsız evlatlar haline gelebilirsiniz. Neme lazım…


Artıları:
+ Orta kısmını sevdim.
+ Yapaylık hissedilmeyen kaliteli kokusu.
+ Çoğu kişinin seveceğini düşündüğüm modern tarzı.

Eksileri:
- Sonları biraz sıradan olmuş.
- Biraz fazla tatlılık barındırması, bazı kişilerin hoşuna gitmeyebilir.
- Fark edilirliği zayıf kaldı tenimde.

Koku Güzelliği:10/7

6 Kasım 2013 Çarşamba

Guerlain – Mitsouko (1919)


Guerlain – Mitsouko (1919)

Fransız bir adam. Türkiye dostu olduğu söylenen. Atatürk ile kişisel dostluğu olan. "Türklerin Manevi Gücü" isimli kitaba imza atmış bir adam. İsmi İstanbul'da caddeye verilecek kadar benimsenmiş bir adam. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kendi ülkesini eleştiren ve Türkiye'yi öven bir yazar. Bu yüzden kendi ülkesinde ve Avrupa'da zor zamanlar geçirmiş bir isim. Claude Farrere’yi hiç duydunuz mu?

İlk mesleği askerlik olan Claude Farrere'in, Fransız ordusundaki görevinden ayrılmasından sonra yazdığı kitaplar, çoğu zaman eleştirilmesine rağmen, ilerleyen yıllar onun haklılığını ortaya çıkaracaktı. 1909 yılında yazdığı La Bataille (Savaş) isimli kitabındaysa farklı bir aşk hikayesini anlatıyordu.

1905 yılındaki Rus-Japon savaşı sırasında geçen bir aşk hikayesini anlatıyor La Bataille kitabı. İngiliz deniz subayı ile bir Japon güzeli arasındaki aşk öyküsü, geleceği olmayan imkansız bir sevda romanıydı. İşin ilginç yanıysa bu romandan, parfüm dünyasının en önemli klasiklerinden birisinin fikrinin çıktığı söylenir.


Guerlain'in 1919 yılında piyasaya sürdüğü Mitsouko, hala en önemli parfüm klasiklerinden birisi olarak bilinir. Bu meyveli şipre, ismini La Bataille romanındaki Japon kadın karakterinden alır. Romandaki ismi Mitsuko olan Japon güzelinin ismi, Guerlain tarafından Mitsouko'ya dönüştürülür ve parfümünde kullanılır. Japonca'da "gizem" anlamına gelen Mitsuko'nun ismi, bir parfümde, neredeyse yüz yıldan beri yaşıyor. Ne büyük şans!

Fakat internette karşıma çıkan şu ilginç alıntıyı da vermem gerekir. Aybala Yentürk'e göre durum biraz farklıymış:

"Başarılı tiyatro eserlerinin, romanların, operaların ya da karakterlerinin parfümlere ilham kaynağı olması, Avrupa’da, özellikle Belle Epoque döneminde yaygın bir pazarlama yöntemiydi. Bunlara en güzel örnekler, 1905 yılındaki Japon-Rus Savaşı’ndaki bir aşkı konu eden Claude Farrere’in “La Bataille” romanından esinlenilerek 1919’da Guerlain tarafından üretilen “Mitsouko”, yine Guerlain tarafından Puccini’nin “Turandot” Operası’ndan esinlenilerek 1929 da üretilen Liu parfümü, 1908’de Gaston Leroux’nun L’Illustration Dergisi ile dağıtılan tefrika romanı “La Dame en Noir” ile aynı adı taşıyan Lentheric firmasına ait parfüm, ilk kez 1890 yılında sahnelenen Borodin’in “Prince Igor” operasından esinlenen ve 1909 yılında V. Rigaud tarafından üretilen Prince Igor parfümü." (Aybala Yentürk)

Başka bir iddiaya göreyse Jacques Guerlain, ünlü Coty firmasının 1917'de piyasaya sürdüğü Chypre isimli parfümünü çok beğenmiştir. Ona rakip olabilecek bir parfüm tasarlar ve iki yıl sonra da herkesin beğenisine sunar. Oluşturulma sebebi veya öyküsü her ne olursa olsun, karşımızda çok değerli bir parfüm var. Güzel kokular evreninin ikonlarından birisi Mitsouko. Hem de doksan altı yıldan beri.


Mitsouko parfümü neden bu kadar önemlidir sorusunu duyar gibiyim. Burada işin biraz teknik kısmı devreye giriyor. Baş parfümör Jacques Guerlain, yapay şeftali kokusunu (Aldehit C14) ilk defa kullanmıştır Mitsouko'da. Bu molekül 1908'de icat edilmiş. Çok güçlü ve yoğun aromaya sahip bu molekülü ilk defa kullandığında ayarını tam olarak tutturamadığı ve bol miktarda kullandığı iddia edilir Bay Guerlain'in. Bu enteresan tesadüfün, Mitsouko'nun şeftalimsi kokmasını sağladığı anlatılır. Aslında meşe yosunu kokusunu merkeze almış bir şipredir Mitsouko. Anlaşılacağı üzere Mitsouko'yu böylesine önemli ve özel yapan, yoğun oranda Aldehit C14 molekülünün kullanılmasıdır.

Sözü daha da uzatmadan bana çağrıştırdıklarına geçeyim. Kendi sitelerinde meyveli şipre olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma eski/tozlu/kuru turunçgiller çıkıyor. Bergamot baş rolde. Ona limon ve aromatik otlar destek veriyor. Adeta 1920'li yıllara geri döndürüyor beni üst notalar. Çok eski ama kaliteli. Müthiş bir başlangıcı var. Oldukça etkileyici. İlerleyen dakikalarda turunçgiller (bergamot) geri çekiliyor. Onun boşluğunu meşhur şeftali aroması dolduruyor. Günümüzün modern meyveli parfümlerindeki gibi zirzop ve yapay değil şeftali. Çok olgun, rafine, şık ve biraz eski. Şeftaliye biraz da erkeksi çiçekler ve baharatlar eşlik ediyor. Muhtemelen yasemin ve tarçın. Dikkatimi çeken şey orta kısımda hissedilir oranda tatlanıyor kokusu. Sonlara geçeyim. Alt notalarda tam bir eski dönem parfümü olduğunu ispatlıyor. Günümüz parfümlerinde artık neredeyse hiç kullanılmayan meşe yosunu baş role geçiyor. Ona odunsu notalar ve kabe samanı (vetiver) eşlik ediyor. Hatırı sayılır oranda da vanilya hissediyorum geri planda. Son kısımdaki vanilya nefis kullanılmış. Böylece de tenden ayrılıyor.

Öncelikle Mitsouko'nun, meyveli-baharatlı bir şipre olduğunu söylemem gerek. Başlangıcındaki o eski/nostaljik bergamotun tarifi zor. 1900'lü yılların başlangıcında üretilmiş bir parfüm nasıl kokarsa muhtemelen öyle üst notalar. Günümüzün modern parfümlerinden çok uzak. Oldukça erkeksi, rafine fakat kabul etmesi zor. Benim çok hoşuma gitti ama genç bir arkadaşa koklatsak büyük ihtimalle burun bükecektir. Orta kısımda günümüzün modern parfümlerine biraz daha yaklaşıyor. Tatlımsı şeftali ve baharatlar, bana biraz sulandırılmış hissi veriyor nedense. Sanırım parfümün defalarca geçirdiği reformülasyonların sonucu bu durum. Son kısımdaysa meşe yosununu görmek hoş bir sürpriz. Ona eşlik eden hayvansal sayılabilecek vanilya beni mutlu etti.


Mitsouko'nun uzun yıllar içinde farklı versiyonları çıkmış. EDC, EDP, PDN ve EDT olarak farklı formülasyonları var. Benim denediğim EDT olanıydı. Bu versiyonda başlangıcı dışında çok eski bir parfüm havası hissedemedim. Sanki yapılan formül değişiklikleri onu günümüzün modern parfümlerine oldukça yaklaştırmış. Özellikle orta kısımdaki şeftali-baharat kombinasyonu neredeyse yeni çıkarılan bir parfüm kadar günümüze yakın ve tanıdık. 1919 yılında çıktığını görüp, çok eskilerde kalmış koku beklemeyin. Bu anlamda biraz şaşırttı beni.

Mitsouko, şüphesiz yüksek kaliteli bir parfüm. Fransız, şık, dengeli, ciddi, aristokratik ve muhafazakar. Yapaylığa veya uyumsuzluğa rastlanmıyor. Fakat o beklediğim derinliği, ilginçliği veya "tarihi" hissi alamadım bir türlü. Orta kısımdaki o ünlü şeftali kokusunu biraz sulandırılmış/seyreltilmiş buldum ve hafiften hayal kırıklığı yaşadım. Evet günümüzün yeni nesil çoğu parfümünden çok daha rafine ama sanki bir şeyler eksilmiş Mitsouko'dan. Yada bana öyle geliyor.

Uzun zamandır merak ettiğim ve denemek istediğim klasiklerden birisiydi. Daha önce okuduklarıma binaen çok seveceğimi düşünmüyordum. Çünkü genel yapısı benim tarzıma yakın değil. Fakat orta notaları dışında gayet başarılı buldum. Sonlarına bayıldım. Orta kısımdaki biraz basit kaçan şeftali kokusu için aklıma farklı bir durum geliyor. Belki de denediğim EDT versiyonu yüzündendir. EDP'si çok daha ilginç olabilir. Fakat şu haliyle bir şişesini alıp da kullanacak kadar sevemedim. Kullanım sürecindeyse bana beklediğim keyfi veremedi. Yada hayatımın parfümü olacak kadar enteresan gelmedi. Aklımı başından alamadı.


Mitsouko, kadın parfümü olarak çıkarılmış. Halen kadın reyonlarında satılıyor. Deneme sürecinde hiç de kadın parfümü gibi kokmadığını anladım. Onu, erkekler rahatlıkla kullanabilir. Hatta erkek parfümü olarak satışa sunulsa, hiç kimse onu kadınsı bulmayacaktır. Bu anlamda bence oldukça erkeksi kokuyor. Zaten hatırı sayılır sayıda erkek kullanıyor gördüğüm kadarıyla. Rahatlıkla uniseks olarak düşünülebilir.

Herşeye rağmen Mitsouko'ya saygı duyuyorum ve onu doksan altı yıl boyunca severek, hayran kalarak kullanan, üzerinde taşıyan parfüm severlere doğru karar verdiklerini söylemek istiyorum. Usta bir parfümörün ve arkasındaki hikayesinin gücü, onu 2013 yılına kadar getirdiyse, şapka çıkartılması gereken bir başarıdan rahatlıkla söz edebiliriz.

Bu tarz eski kokuları sevin yada sevmeyin. 1920'li yılların şiprelerinden hoşlanın yada hoşlanmayın. Hiç önemli değil. Fakat Mitsouko gibi bir "yaşayan tarihi" koklamadan veya kullanmadan "ben parfüm severim" demeyin. Çünkü gerçekçi olmayacaktır.


Mitsouko'yu kullanan ünlüler arasında Charlie Chaplin, Ingrid Bergman, Jean Harlow, Prenses Diana ve Ava Gardner'ın olduğu bilgisine rastladım. Parfüm kritikçisi Luca Turin, Mitsouko'yu referans şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en iyi parfümler listesine almış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr’de Mitsouko’ya beş üzerinden beş yıldız vermiş.

Küçük bir bilgi daha vereyim unutmadan. Mitsouko'nun şişesinin, Guerlain'in 1912 çıkışlı başka klasiği L'Heure Bleue ile aynı olması dikkatlerinden kaçmamıştır parfüm severlerin. Sadece üzerlerindeki etiketler farklı. Oysa ikisi tamamen ayrı parfümler. Burada karşımıza çıkan açıklama şöyle: "1914 yılında başlayan ve 1919 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı'na gönderme yapılmış bu iki aynı şişeyle. Hatta Mitsouko'nun Birinci Dünya Savaşının sonlanmasını kutlamak amacıyla da piyasaya sürüldüğü söyleniyor."

Şu haliyle dört mevsimde de kullanılacak gibi. Ama ilkbahar-sonbahar mevsimlerinde kullanmak hoş olabilir. Üst yaş gruplarındaki arkadaşları hedeflediği kesin. Otuz hatta otuz beş yaşın üzerindeki kadın-erkek herkese uyacaktır. Her şeye rağmen denemeden almak iyi fikir değil.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.


Artıları:
+ Başlangıcını ve sonlarını sevdim.
+ Yüksek kaliteli yapısı memnun edici.
+ Dünya parfüm klasiklerinden olan Mitsouko'yu herkes mutlaka denemeli.

Eksileri:
- Orta kısmını biraz sıradan buldum.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7