süsen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
süsen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2020 Pazar

Jean Charles Brosseau – Ombre Rose (1981)

“Paris Yüksek Moda okulundan mezun olan Jean-Charles Brosseau kendi markasını yarattı ve 1955’te Paris’te Rive Gauche’de modaevini kurdu. 1970 yılında Paris’teki salonunu, moda tasarımcılarının yeni trendi haline gelen Place des Victoires’a taşıdı. 1981’de Fransa, ABD, Orta Doğu ve Uzak Doğu’da hızla en çok satan haline gelen ilk parfümü Ombre Rose’u yarattı.

Ombre Rose, artık yüksek parfümerinin klasiklerinden kabul ediliyor ve haklı olarak şimdiye kadar ki en iyi kokuların arasında kendisine yer buluyor: Chanel – No.5 , Guerlain – Samsara, Yves Saint- Laurent, Dior – Diorissimo, Nina Ricci – L’Air du Temps ve Balenciaga – Le Dix.”

Jean-Charles Brosseau markasının internet sitesinde, kısa tarihi böyle anlatılıyor ünlü modaevinin. Ombre Rose isimli parfüm, markanın en önemli eseri olarak öne çıkıyor. Ayrıca parfüm endüstrisinde kadın kokuları arasında klasikleşmiş eserlerden olduğu söylenebilir. Ombre Rose, yine markanın internet sitesinde basit, sade ve zamansız olarak tanıtılmış. Bu tozlu, şehvetli kombinasyonun ilk kısmı, kibar, orijinal tavrıyla kadınları büyülediğinden bahsedilmiş. İncelik ve klasik zarafetin kişisel cazibeyle rekabet ettiği yaşam tarzına aşina olan tüm kadınları memnun ettiğinden de dem vurulmuş.

Ombre Rose’nin açılışı tatlı, tozlu ve nostaljik pudramsı hissiyatla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında bulunan aldehitler, ilk dakikalardaki pudralı, orta yaş üzeri kadın kokusu temasını güçlüce hissettiriyor. Orta bölümde tozlu ve eski yapı devam ediyor. Orta notalarda kremsi ve tatlı gül ile iris çiçeği partiye katılıyor. Orta kısımdan itibaren tozlu, pudralı gül kokusuna doğru evriliyor. Sonlarda gül yine algılanıyor. Pudramsılık neyse ki kapanışta azalıyor. Misk burada daha etkili. Bir parça sandal ağacının algılandığı alt notalarda tatlılık azalıyor. İris çiçeğinin artmasıyla şık ve olgun kadın parfümüne dönüşüyor.

Ombre Rose’nin ismine binaen, gül kokan kadın parfümü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradaki gül yeni nesil modern kadın parfümlerindeki gül temasına hiç benzemiyor. Ombre Rose’nin gülü, ağır derecede pudralı, fazlasıyla süslü, modası geçmiş ve başlarda fazlaca tatlı denebilir. Bugün Ombre Rose’u denettiğiniz çoğu kadının onu kendisine yakın bulamayacağı iddia edilebilir. Oldukça baskın pudralı, makyaj malzemesi algısı yaratan ana yapı, büyük değişim geçirmeden sonlara kadar geliyor. Bu anlamda tekdüze koktuğunu söyleyebilirim.

Ombre Rose, elli yaşın üzerindeki kadınlara hitap edebilecek, modern olmayan, 1970’li yılların trendlerini çağrıştıran, kaliteli, süper-feminen, nostaljik, anaç, frapan bir parfüm. Günlük spor kıyafetler onun için uygun olmayabilir. Kullanım alanı dar olmasına rağmen eğer Chanel – No.5, Guerlain – Samsara veya L’Heure Bleue gibi parfümleri seviyorsanız Ombre Rose çok sağlam bir seçenek. Her ne kadar genel tarzı bana uymasa da, tarihi öneme sahip klasik ve ikonik kadın parfümleri arasında Ombre Rose her zaman olacaktır, buna şüphe yok.

Kullandığım Eau de Parfum versiyonuydu. Kalıcılığı ve etrafa yayılımı güçlü değil ne yazık ki. Sonbahar-kış dönemi için düşünülebilir. Kokusunu Francoise Caron tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/6

29 Aralık 2018 Cumartesi

Giorgio Armani – Armani Eau de Nuit Oud (2016)

İlki 1984 yılında piyasaya sürülen Giorgio Armani’nin klasik erkek parfümü Armani Eau Pour Homme, kokular dünyasındaki eşsiz yerini hala koruyor. 1980’li yılların bu başarılı klasiğinin 2010’lı yıllarda devam parfümleri gelmeye başladı. Armani Eau serisinin son üyesi 2016 yılında raflardaki yerini aldı. Öd temalı yeni Armani’nin ismi Armani Eau de Nuit Oud olarak karşımıza çıktı ve erkek kullanımına yönelik olarak pazarlandı.

Anlaşılan o ki Giorgio Armani, parfümcülüğün son yıllarda parlayan yıldızı öd esansına yatırım yapıyor. Tabii bu alandaki rekabetten geri kalmaması gerektiğinin de farkında muhtemelen. Versace, Hugo Boss ve diğer ana akım markaların öd temalı parfümlerine bir cevap olarak görebiliriz Armani Eau de Nuit Oud’u. Giorgio Armani’nin internet sitesinde “zarif, yoğun, bağımlılık yaratan” olarak tanımlanmış ve oryantal odunsu olarak sınıflandırılmış. İtalyan şıklığını yansıttığı söylenmiş ve iris çiçeğiyle odunsu notalar vurgulanmış.

Armani Eau de Nuit Oud’un açılışı tatlı gül/baharat ve öd ağacıyla gerçekleşiyor. Leziz baharatlardan biber öndeyken, gül gayet doğal ve baş döndürücü verilmiş. Orta kısımda gülün etkisi bir parça azalırken baharatlar varlığını devam ettiriyor. Kakule orta notalarda ağırlığını arttırırken ona safran eşlik etmeye başlıyor. Tabii öd ağacı da geri planda destek veriyor bu ikiliye. Kapanışta safran yok, az miktarda baharat var. Bir parça iris çiçeği ve tonka fasulyesiyle hoş bir kapanış yapıyor.

Armani Eau de Nuit Oud, ismindeki öd ağacının hakkını veriyor kokusunda. Parfümün genelinde öd ağacı, gül, baharatlar ve safranın etkisi oldukça fazla. Ara ara devreye giren iris çiçeği hoş bir sürpriz olarak kompozisyondaki yerini alıyor. Açılışını sevdim, orta kısımdaki safranı tabii ki sevemedim sonlarını başarılı buldum.

Kalite anlamında fena yerde durmuyor Armani Eau de Nuit Oud. Öd ve safran kullanımını başarılı bulmadım, gül, biber ve irisin verilişini sevdim. Tabii ki birçok öd merkezli parfüm gibi karanlık, koyu ve baskın temaya sahip. Parfümün genelinde ödün verdiği sıcaklık hissediliyor. İris ve safran parfüme çiçeksi hava katsa da burada kadınsı çiçeksilikten bahsetmek mümkün değil.

Son olarak Armani Eau de Nuit Oud’u çok sevdiğimi söyleyemem. Biraz Montale’nin parfümlerindeki öd kullanımına benzettim buradaki ödün verilişini. Bence bir şişesini almaya değmez ama tabii ki seçim sizin. Denemeden almayın derim.

EDP formundaki parfümün performansı sınıfta kalıyor. Etrafa yayılımı düşük, kalıcılığı idare eder. Her ne kadar erkek kullanımı için piyasaya sürüldüyse de kadınlar şans verebilir tabii öd temasını seviyorlarsa. Tam bir kış parfümü olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Günlük kullanıma da gece çıkmalarına uyum sağlayabilir.

Koku Güzelliği:10/6

8 Eylül 2017 Cuma

Prada L’Homme (2016)

Prada’nın iki yeni gözbebeği parfümü La Femme Prada ve L’Homme Prada’nın, dünya lansmanı 2016 yılının Haziran ayında yapıldı. Hem erkekler hem de kadınlar için piyasaya sürülen bu iki parfüme görkemli bir basın tanıtımı yapıldığı söylenebilir. Elle, Vogue, Harper’s Bazaar gibi önemli dergilerin temsilcilerinin katıldığı gecede, Miucca Prada’nın da sunum yaptığını öğreniyoruz.

La Femme Prada ve L’Homme Prada’nın reklam yüzü olarak üç genç Hollywood yeteneğinin seçildiğini söylemek gerekiyor. Basın açıklamasının, Milano’nun dünyaca ünlü alışveriş merkezi Galleria Vittorio Emanuele’deki efsanevi Prada mağazasında yapılması da markanın bu iki parfüme verdiği önemi gösteriyor. Bu iki parfümden erkek olanı yani Prada L’Homme’u bir süredir kullanıyorum. Bakalım kokusu, parfümün pazarlaması kadar başarılı mı?

Prada L’Homme’nin açılışı şekerli turunçgillerle gerçekleşiyor. Bir parça limon ve daha önemlisi aşırı tatlı neroliyle başlangıcı yapıyor. Fazlasıyla modern ve tanıdık üst notaları pek sevemedim. Orta kısımda sevdiğim bir öğe sevmediğim şekilde verilmiş. Leziz bir iris çiçeği hafiften Dior Homme esintisi yaratsa da yanındaki vetivere alışamadım. Orta bölümde şekerli yapı devam ederken, hafiften koyu hale geliyor L’Homme. Tabii bunda menekşenin ve karabiberin etkisi var. Orta notaları başlangıcına göre daha sevilebilir buldum. Sonlardaysa tatlılık yine aşırı dozda. Alt notalarda tonka fasulyesi muhtemelen tatlılığı arttırıyor. Bir parça vanilya ve sedir ağacıyla kapanışı yapan L’Homme’nin genelinde ambersi bir hava var.

Prada L’Homme, yeni yeni trend olmaya başlayan bir koku formuna sahip gibi görünüyor. Sanırım gourmand fırtınası artık bitti ve yeni koku modamız şekerli turunçgiller, tonka fasulyesi ve aşırı tatlı menekşe-iris birlikteliği. Garip, ucuz ve burnu zorlayan bu fujer tarzına her zaman için mesafeli duruyorum. Her ne kadar içeriğinde iris çiçeği olsa da Prada L’Homme, insanın içini ve ruhunu bayıyor. O güzelim iris bile kompozisyonu kurtaramıyor.

Bu tür parfümlerde beni rahatsız eden yapaylık veya düşük kalite hissiyatı değil. Market parfümlerini veya 5 TL’lik deodorantları anımsatan koku formuyla problemim var. Fujerin en sevmediğim versiyonu olan tonkalı, menekşeli, sedir ağaçlı, bol şekerli karışım, ilginç bir şekilde daha kısa süre önce yine karşıma çıkmıştı, hem de niş bir markada.

Zaman zaman böyle tesadüfler oluyor. Bir parfümü kullanırım ve 2-3 hafta sonra o parfüme çok benzeyen bir koku profiliyle tekrar karşılaşırım. 1-2 hafta önce kullandığım Francis Kurkdjian’ın Amyris Homme’sine yeniden ışınlandım, Prada L’Homme’yle birlikte. Benzer kokuları olmasının dışında aralarında pek yaş farkı da olmaması gerçekten ilginç. Sanırım yeni nesil erkek parfümleri bu türde gelecek önümüzdeki yıllarda. Eyvah ki ne eyvah.

Prada’nın genel tarzına benzeyen L’Homme, temiz, steril, iyi aile çocuğu rolünü iyi oynuyor. Kimi yorumcuların Prada Amber Pour Homme’a benzettiği L’Homme, bence hafiften Yves Saint Laurent – L’Homme’ye de hem isim olarak hem de koku olarak benziyor. Ne sabunsu ne pudralı kokuyor ama iris çiçeğinin kadifemsi, rahatlatıcı etkisiyle temiz hissiyat veriyor. Koku formu olarak hiçbir özel ve benzersiz yanı bulunmuyor. Bu anlamda bir hayal kırıklığı da Prada’dan gelmiş gibi görünüyor.

Sonuç olarak almadan önce denemenizi öneririm. Tarzı bana hitap etmese de genel beğeniye uyacağını sanıyorum. EDT formundaki Prada L’Homme’nin performansı zayıf. Kalıcılığı iyi fakat fark edilirliği yüksek değil. Sıcak havalardan ziyade serin ilkbahar-sonbahar dönemine yakışacağını düşünüyorum.

Parfümün kokusunu, birçok esere imza atmış çalışkan isim Daniela Andrier tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/5

31 Ağustos 2017 Perşembe

Maison Francis Kurkdjian – Amyris Homme (2012)

Fransa merkezli havalı niş parfümevi Maison Francis Kurkdjian, 2012 yılında piyasaya sürdüğü Amyris Homme ile hem epey ilgi gördü, sonrasındaysa oldukça eleştiri aldı. Hem erkek hem de kadın versiyonları piyasaya sürülen Amyris’lerden beklenti büyüktü fakat gördüğüm kadarıyla hayal kırıklığı yaşanıyor bu eserlerle ilgili. Parfüme ismini veren Amyris ağacının kokusunun sandal ağacına benzediği söyleniyor. Küf gibi koktuğu ve sabun, tütsü, mum yapımında kullanıldığını bildiğimiz Amyris ağacını merkeze alan bir parfümle ilk defa karşılaşıyorum.

Maison Francis Kurkdjian’ın Amyris Homme’sinin resmi tanıtımı şu ifadelerden oluşuyor: “Modern odunsular, Brezilya Tonka ağacının özütü, Floransa irisi, Jamaika Amyris’i, Sicilya mandalinası, Fas biberiyesi… Nadir bulunan Floransa süsen çiçeği ve Jamaika Amyris ağacının karşılaşmasıyla doğan, ışık saçan bir eau de toilette…”

Amyris Homme’nin açılışı buruk ve şekerli turunçgillerle gerçekleşiyor. Fazlaca tatlı, ferah olmayan mandalina ve ona eşlik eden şekerli biberiye üst notaları oluşturuyor. Ucuz berber parfümlerini andıran başlangıcı hiç bana göre değil. Orta bölümde benzer yapı devam ediyor. Orta kısımda tonka fasulyesi güçlü şekilde kendisini gösteriyor. Tabii bu durum parfümün tatlılık eşiğini daha da yukarı taşıyor. Bir parça da vanilya var sanki orta kısımda. Benim için hala vasat Amyris Homme. Kapanışta tatlılık azalırken odunsular ortaya çıkıyor. Vanilya sanki etkisini arttırıyor. Bana göre en sevilesi yeri alt notalar.

Amyris Homme, “garip erkeksi fujer” diye bir gruplandırma olsa muhtemelen oraya çok yakışırdı. Yukarıda da bahsettiğim gibi kokusunu genel olarak değerlendirdiğimde erkeklerin iyi bileceği bir koku formuyla karşı karşıyayım. Hani erkek berberlerine girdiğinizde sizi anlatılması zor bir koku karşılar. Ucuz ve berbat kokan, acayip isimli, şekerli erkek parfümleriyle, yeni fön çekilmiş saçın birleşimiyle oluşan kokuyu nasıl tanımlayabilirim bilemiyorum çünkü benim kelimelerim yetersiz kalıyor.

Genellikle şöyle olur. Berberiniz saç kesiminizi bitirdiğinde ve siz artık koltuktan kalkmak üzereyken, sizi memnun etmek adına hemen hamle yapar ve daha önce ismini hiç duymadığınız siyah şişeli bir parfümü üzerinize sıkmaya başlar. İşin komik tarafı o gün belki de üzerinizde oldukça pahalı bir niş parfüm vardır ya da çok sevdiğiniz bir kokuyu sürmüşsünüzdür. Daha “dur sıkma” demeye kalmadan berberiniz o garip ve burun sızlatan şekerli vanilyalı kokuyu üzerinize sıkıverir. İşte Amyris Homme’yi kullandığımda her seferinde böyle hissettim. Ve o berberlerde rastladığım siyah şişeli tuhaf isimli bir parfüme benzettim kokusunu.

Fakat yurtdışında “berber salonu kokusu” olarak kalıplaşmış koku formu veya hafızası vardır. Daha çok Azzaro Pour Homme gibi eserleri berber salonu kokusu olarak tanımlar batı dünyası. Oysa bizim berber salonu kokularımız Amyris Homme gibidir. Acaba neden?

Sonuç olarak Amyris Homme, şekerli ferah olmayan turunçgiller, tatlı ve buruk aromatik otlar, tonka fasulyesi ve odunsulardan oluşuyor. Bence parfümün ana öğesi Tonka. Oldukça şekerli ve rahatsız edici koku formu bazı parfümleri andırıyor. Özellikle bir tanesini sonunda buldum. Tom Ford’un Oud Wood’una benzettim Amyris Homme’yi. Tabii birebir aynı değiller ama o garip fujer karakteri ikisine de sirayet etmiş sanki. Ha bir de Scentstory’nin 24 Classic’ine de benziyor Amyris Homme. Tabii kalite anlamında ikisinden de iyi.

Benim sevmediğim bir koku formu. Dünyanın en iyi ve kaliteli içeriklerini kullansalar da sevemiyorum. Onun içindir ki Amyris Homme’la tamamen ayrı dünyalara aidiz. Amyris Homme, çoğu deneyimli parfümsever tarafında da epey eleştiriliyor. Kimileri kokusunu beğenmezken bazıları da basit ana akım parfümlere benzediğini söylüyorlar ki haklılar. Böyle bir niş marka, çok daha yaratıcı ve farklı kokulara imza atmaya neden üşenir acaba?

Parfümün tasarımcısı, markanın da kurucusu Francis Kurkdjian. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği orta seviyede. İlkbahar-sonbahar kullanımına yakın duruyor. Günlük kullanımda sırıtmayacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/4

26 Nisan 2017 Çarşamba

Vertus – Oriental Rose (2015)

“Yağmur altında oryantal bir gül… Odunsu ve amberimsi notlarla çevrelenmiş, nemli ve baştan çıkarıcı…”

Ülkemizin ismini gitgide daha fazla duyuran niş parfümevi Vertus, takip ettiğim kadarıyla koleksiyonunu genişletmeye devam ediyor. Markanın instagram sayfası, bu anlamda önemli bir kaynak. Vertus’tan 2017 yılında yeni parfümler gelirken, ben 2015 çıkışlı parfümleri Oriental Rose’a bağlanmış durumdayım. Markanın üç gül merkezli parfümünden ikincisini tecrübe ediyorum. Rose Prive’dan sonra Oriental Rose’a sıra geldi Parfüm Merakı’nda.

4-5 ay önce birkaç defa kullandığım Oriental Rose’u daha detaylı kullanmaya karar verdim. İsminden de anlaşılacağı üzere doğu esintili gül parfümü olacağını tahmin ettiğim Oriental Rose’un açılışı tatlı ve pudralı yapıyla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında limon, kakule, lavanta, safran ve buhur var. Limona rastlamadım başlangıçta. Zaten ferah başlangıcı yok Oriental Rose’un. Bence açılışında iris var. Gayet leziz ve kaliteli irisi sevdim. Orta kısımda güçlü şekilde gül kendisini gösteriyor. Gül, başlangıçtaki iris gibi tatlı ve pudralı. Açıklanan orta notalarında gül, menekşe, zambak, kedi otu, guaiac ağacı, karanfil ve paçuli var. Orta bölümde güle, kuru baharatların eşlik ettiğini söyleyebilirim fakat gül teması çok daha önde. Son bölümde büyük değişim yok. Pudralı gül alt notalarda etkisini devam ettiriyor.

Oriental Rose, gördüğüm kadarıyla pudralı iris-gül parfümü. İsmindeki gül, doğal olarak parfümün başrol oyuncusu. Belki de şöyle demeliyim, bu parfümün iki hatta üç başrol oyuncusu var. Pudra, iris ve gül. Oldukça tatlı verilmiş bu üç öğe, diğer notaları rahatlıkla bastırıyor. Oriental Rose’un etrafa yaydığı kokuda bu üç nota hissediliyor. İyi de tende durum nasıl?

İlginç bir şekilde ten üzerinde daha kuru ve derin kokuyor Oriental Rose. Kıyafette gül-iris-pudra yapı etrafa saldırganca yayılırken, tenimde öd ağacı, kuru baharatlar ve sanki deri bile algılıyorum. Yoksa tütsü de mi var? Bilemiyorum ama tendeki hali çok daha hoşuma gitti. Kumaş üzerinde oldukça kadınsı kokarken, tende bu kadar feminen değil. Kimi parfümlerde bu tür durumlarla karşılaştığım için garipsemiyorum.

Sonuç olarak Oriental Rose, modern, kadınsı, güçlü ve sapasağlam karakterli. İris çiçeğini her zaman için severim. Onun içindir ki genel olarak hoşuma gitti Oriental Rose. Gerçek bir parfüm kullandığınızı hissedeceğinize ve paranızın hakkını alacağınıza inanıyorum.

Oriental Rose, EDP formunda. Kalıcılığı çok iyi, fark edilirliği yüksek. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacaktır. Kadın kullanımına daha yakın.

Koku Güzelliği:10/7

21 Ocak 2017 Cumartesi

Guerlain – Shalimar Parfum Initial (2011)

Geçen yaz, okuduğum bir tarihi roman, oldukça ilgimi çekmişti. İbni Sina’nın hayatının anlatıldığı ve zaman zaman abartılı tarihsel olaylarla kurgulanmış romanda en aklımda kalan şeylerden birisi onun lakabı olmuştu. İbni Sina’nın hayranlık verici genişlikteki tıp bilgisinin karşılığında herkes ona “Hekimlerin Prensi” diyordu. Bu takma isim, onun kendi adı kadar yaygındı. O dönemin en büyük tıp bilgini için pek de abartılı sayılmazdı Hekimlerin Prensi sözü.

Nereden aklıma geldiyse, Guerlain’in Shalimar’ı için de “Parfümlerin Kraliçesi” diyesim geliyor. Bilemiyorum bu ismi daha önce Shalimar’a takan var mıydı, yoksa ilk benim mi aklıma geldi fikrim yok. Nasıl ki İbni Sina, döneminin en büyük alimiydi, Shalimar’da 1900’lü yılların başlarının en önemli parfümüydü ve Parfümlerin Kraliçesi olmayı rahatlıkla hak ediyordu.

Shalimar’ın inanılmaz büyük başarısının ardından kült parfümler derecesine yükselmesi zor olmadı. Guerlain’in en önemli kozlarından birisi haline dönüşen Shalimar’ı bugün bile çok sayıda kadın kullanıyor ve vazgeçemiyor. Ve tabii ki, her başarılı parfümün, devamlarının gelmesi günümüzün bir zorunluluğu adeta. Guerlain’da Shalimar isminin büyüklüğünden yararlanıp, devam parfümleri piyasaya sürdü aynı isimle. 2017 yılı başı itibariyle otuza yakın flanker çıkarılmış durumda Shalimar ismini taşıyan. Bu devam parfümlerinin muhtemelen en sevileni ve popüler olanı Shalimar Parfum Initial denilebilir.

2011 yılında piyasaya sürülen Shalimar Parfum Initial’in başlangıcı pudralı iris çiçeği ile gerçekleşiyor. Çok kısa süren bu patlamadan sonra limonlu ve buruk turunçgilli kısım başlıyor. Ferah olmayan kremsi limon-turunçgil ikilisi, bir parça olgun ve eski kokuyor. Orta kısımda, tatlı limonlu iris tarafına doğru yol alan ana yapıda büyük değişim olmuyor. Orta bölümün sonlarında kadifemsi ve parlak paçuli ekleniyor kompozisyona. Paçuli, köksü ve egzotik değil, canlı ve şeffaf. Alt notalarda şekerli olmayan hafif pudralı vanilyayla kapanış yapılıyor.

resmi initial yen

Shalimar Parfum Inıtial için çoğu kişi, klasik Shalimar’ın daha hafif ve modernize edilmiş hali diyor ki bence de haklılar. Klasik Shalimar’daki o kasvetli, yarı karanlık, baskın, pudralı ve kadınsı yapı epey yumuşatılmış şekilde verilmiş Initial’da. Klasik Shalimar’daki fazla verilmiş pudra beni de epey rahatsız eder fakat Initial, daha canlı, ferah olmasa da parlak ve açık kokuyor. Meyveli-çiçeksi iris-paçuli tarzında diyebilirim. Hiç şüphesiz ki klasiğine göre kullanımı çok daha kolay. Hatta günlük kullanımda rahatlıkla uygulanabilir.

Asıl önemli soruya geleyim. Efsaneler arasında yer alan Shalimar’ın o ilginç karakteri, devam parfümü Initial’da var mı? Aslına bakılırsa, klasik Shalimar’dan farklı bir yol izlemeye çalışmış Initial. Pudra oldukça azaltılmış, ferah olmayan, dinamik, buruk limon öne alınmış. İris çiçeği daha görünür olmuş ve sürpriz şekilde modern paçuli eklenmiş. Vanilya kısmıysa iki parfümde de epey benziyor.

Sonuç olarak kötü parfüm değil Initial fakat Shalimar’ın o çarpıcı kokusunun benzerini beklemeyin. Kokusu beni çok etkileyemedi ya da şöyle söyleyeyim içine çekemedi. Belki bu durumda kendisini hissettiren kadınsılığın da payı var. Rahatsız edici yapaylığa rastlamadım. Bir tek kadifemsi paçulinin verilişini beğenmedim. Ayrıca limon daha kaliteli olabilir ve aromatik otlarla desteklenebilirdi. Shalimar’ı seven fakat benim gibi kullanımını zor bulanlar için iyi seçenek Initial. Klasik Shalimar üst yaş guruplarını hedeflerken, Initial’in hedef kitlesi daha geniş.

Kimilerinin Angel kimilerinin Coco Mademoiselle benzetmelerini abartılı buluyorum. Hele ki Dior Homme ve Dior Homme Intense’e benzetenleri anlayamıyorum. Buradaki kadar yoğun limon kullanımı Dior Homme’da ve Intense’de var mı? Kadifemsi paçuli bulunuyor mu Dior’larda? Eğer illaki bir şeye benzeteceksem Initial’i, o da limonlu, vanilyalı kek olabilir 🙂

yakin initial yen

Parfümün tasarımını Thierry Wasser yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı idare eder. Fark edilirliği yüksek değil. Sıcak yaz günlerinde ağır kaçabilir. Serin ilkbahar-sonbahar mevsimleri için ideal.

Koku Güzelliği:10/6

23 Aralık 2016 Cuma

Givenchy – L’Ange Noir (2016)

Yine kafam karışık. Givenchy’nin yeni kadın parfümlerinden L’Ange Noir’in tanıtım cümlelerine bakıyorum. Bir yerde “her kadının muamma” olduğundan bahsediyorlar ki kesinlikle katılıyorum. Başka cümlede parfümün isminin anlamının “Kara Melek” (böyle bir dizi yok muydu?) olduğu vurgulanıyor. Öteki tanıtımda da parfümün “Kara Film” sinema akımından ilhamını aldığı söyleniyor. Artık hangisini kabul ederseniz.

Givenchy’nin henüz bir kaç ay önce piyasaya sürdüğü L’Ange Noir’in, başarılı parfümleri Ange ou Demon’un devamı olduğu yönündeki söylentiler ciddiye alınabilir. Kendi sitelerinde L’Ange Noir için beyaz süsen (iris) ve susam notasını öne çıkarması üzerinde durmak gerekebilir. Susam notası parfümlerde pek rastlamadığımız bir öğe. İris ise genel olarak hoşuma giden bir nota. Bakalım L’Ange Noir, öne çıkardığı notaları bana hissettirebilecek mi?

L’Ange Noir’in başlangıcı tatlı bademle gerçekleşiyor. Kimi kullanıcıların L’Ange Noir’i Hypnotic Poison’a benzetmesi muhtemelen bu acı badem sebebiyle. Çok uzun sürmeyen tatlı bademin yerini orta kısımda iris alıyor. Oldukça tatlı ve pudralı verilmiş iris, hafiften makyaj malzemesi efektine de sahip. Son kısımda pudralı irise bu sefer şekerli vanilya ve tonka fasulyesi eşlik ediyor. Kapanışta tatlılık iyice artıyor. Tatlılığın sebebi tonka fasulyesi gibime geliyor.

L’Ange Noir’in özeti şu: Pudralı iris, tonka fasulyesi ve vanilya. Karşımızda oldukça tatlı, modern, hafiften karanlık, kadınsı ve pudralı bir yapı var. Başlangıçtaki badem benim için çok konforlu olmasa da orta kısımdaki iris bölümünü sevdim. Sonlardaki tonka fasulyesi ve vanilyayı fazla şekerli buldum. Yine de ilginç şekilde yapaylık veya uyumsuzluk hissetmedim. Tabii müthiş bir kaliteden bahsedemesem de başarısız değil L’Ange Noir.

afis ange noir yen

Amaca yönelik bir parfüm olmuş gibi. Cazibeli ve çarpıcı bir kadın parfümü düşünülmüş ve hayata geçirilme kısmında tutarlı davranılmış. Başlangıçtaki badem ilk saniyelerde vurucu etki yaparken orta kısmındaki iris çiçeği, kadınsılığı ve pudralı hissiyatı bariz şekilde arttırmış. Üst notalarda femme fatale iken orta bölümde orta yaşlı, anaç hale evriliyor. Sonlardaysa ortalama bir kadın parfümü gibi davranıyor.

Parfümü başarısız bulmadım. Eğer tatlılık ve pudra oranı biraz daha az olsaydı çok daha seveceğime eminim. Bu hali bile piyasadaki yapay ve birbirinin aynı kadın parfümünden iyi. Zaten Givenchy’nin kadın parfümleri fena çıkmıyor. Günlük kullanımdan ziyade akşam parfümü gibi düşünülebilir. Özel anların ya da romantik buluşmaların kokusu olmaya çalışıyor.

cicek ange noir yen

EDP formundaki L’Ange Noir, performans anlamında orta seviyelerde. Kalıcılığı iyi, fark edilirlik ortalamanın biraz altında. Yaş olarak biraz üst grubu hedeflediğini düşünüyorum. Genç hanımefendilere fazla gelebilir. Tam bir kış kokusu.

Koku Güzelliği:10/6

25 Ekim 2016 Salı

Creed – Love in Black (2008)

Jacqueline Lee Bouvier, 1929 yılında New York’ta doğdu. Babası Fransız asıllıydı ve borsacıydı. Annesi onu daha çocuk sayılabilecek yaşta atlarla tanıştırdı. 11 yaşında kazandığı şampiyonanın ardından New York Times’ta bile onu öven yazı yayınlanmıştı. Bu durum belki de onun ilerleyen yıllarda dünyanın gündemini uzun süre meşgul edecek bir ünlüye dönüşmesinin ilk sinyalleriydi.

1950’li yılların başında, çalışma hayatının ilk dönemlerinde Temsilciler Meclisi’nin Massachussets üyesi John F. Kennedy ile tanıştı. 1953 yılında ise John F. Kennedy ile evlendiler. Soyadı Kennedy olan Jacqueline, eşinin 1960 yılında Amerika başkanı olmasıyla “First Lady” olarak hayatının başka evresine geçiyordu. Gerçi o mutlu günler fazla sürmedi. Evlendikten üç yıl sonra eşi John F. Kennedy’nin suikasta kurban gitmesiyle 34 yaşında dul kaldı. Eşinin ölümünden beş yıl sonra ünlü Yunanlı armatör Aristotle Onassis ile evlendi ve dünya jet sosyetesinin ilgi odağı olmayı sürdürdü.

Hayatı fırtınalarla geçmiş Jacqueline Kennedy için, 2008 yılında ünlü niş parfüm evi Creed, parfüm piyasaya sürer. Love in Black, Jacqueline Kennedy’den ilhamını almış ama diğer taraftan da, Creed’in en başarılı kadın parfümlerinden Love in White’ın devamı olarak da düşünülebilir. Kendi sitelerinde Love in Black’i çiçeksi-oryantal olarak sınıflandırmışlar.

Love in Black’in açılışı şekerli ve sabunsu menekşeyle gerçekleşiyor. Hafiften yapaylık hissedilen başlangıcı kadınsı, tanıdık ve sıradan. Bir an önce orta bölüme geçsin diye beklerken sürpriz yapıveriyor. Menekşe geri plana geçerken iris ve gül algılıyorum. Orta notalardan itibaren meyveli-çiçeksi kısma doğru savruluyor Love in Black. Başlangıcına göre daha başarılı orta bölüm. Sonlarda tahmin edileceği gibi misk olaya dahil oluyor. Orta kısımla paralellik arz ediyor kapanışı. Tabii yumuşacık odunsu notaları eklemek gerekiyor alt notalara.

yakin sis yen

Başlangıcında yaşadığım hayal kırıklığını, orta kısımda bir nebze gideriyor Love in Black. Üst notaları, sıradan sabunsu menekşe ve kadınsı beyaz çiçeklerle gerçekleşince, zihnimde alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Seyreltilmiş-sulandırılmış olarak adlandırdığım menekşe, hiç bana göre değil. Zaten çok aram yok menekşe temalı parfümlerle. Neyse ki orta kısımda iris ve gülün dahiliyle bir parça kabul edilebilir hale geliyor kokusu. Bu iki güzel notaya siyah kuş üzümü de eklenince işin rengi değişiyor. Parfümün ilginç kısmı, simsiyah şişesi. O siyah şişeye aldanıp koyu, ağır ve karanlık aroma beklemeyin. Kullanması ve sevmesi kolay bir kadın için.

Aslına bakılırsa çok iddialı değil genel yapısı. Yumuşak ve bolca tatlılık içeren meyveli-çiçeksi tema üzerinden ilerliyor. Çok ilginç, çarpıcı ya da yaratıcı değil ama sakin, barışçıl ve huzurlu. Vamp kadınların değil, 30’lu yaşların sonlarındaki kadınların kokusu gibi. Küçük çocuğu olan, orta yaşlı, duygusal ve merhametli kadınların parfümü belki de. Acaba Jacqueline Kennedy’de öyle bir kadın mıydı? Amerika başkanı kocası için birçok şeyden fedakarlık gösteren, evinin içinde uçuşan uzun eteğiyle durmadan dolaşan, çocuklarına mutluca gülümseyen ve etrafa ışığını saçan kadınlar gibi miydi Jacqueline Kennedy? Kim bilir.

Sonuç olarak başarılı bulamasam da güvenli ve basit bir kadın parfümü. Derinlik yok, detaycılık yok, onların yerine başlangıcı dışında ortalama üzeri kaliteye sahip, oldukça yüksek fiyat etiketi bulunan bir Creed var. Evet, Love in Black, pahalı bir hediye olarak düşünülebilir. Şık şişesi de gayet karizmatik.

resim black yen

EDP formundaki Love in Black’in kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil. Kokusunun tasarımını Olivier Creed ve Erwin Creed birlikte yapmış. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

7 Şubat 2016 Pazar

Etat Libre d’Orange – La Fin Du Monde (2013)

Toparlanın gidiyoruz, dünyanın sonu geliyor!

21. yüzyılın ilk on altı yılında dünya çapında gelinen noktanın iç açıcı olmadığının farkındayım. Savaşların, ölümlerin, göçlerin, acıların eksik olmadığı bilgi çağında, yaşananları her an takip ediyoruz. Dünya bundan daha kötü hale gelir mi? Neden olmasın.

Kıyamet senaryolarını bir kenara bırakacak olursam, dünyanın sonunun geldiğini bir tek biz değil, 1900’lü yılların başlarında, iki dünya savaşı yaşamış Avrupalı aydınların da söylediğini görüyoruz. İsviçre doğumlu fakat Fransız vatandaşı Blaise Cendrars, ilginç yaşam öyküsünü, yazdığı şiirleri ve romanlarıyla süslemiş. Modern Fransız edebiyatının en aykırı isimlerinden olarak gösterilen Blaise Cendrars’ın eserlerinde gerçeküstücülüğe yaklaştığı bile söylenir. Onun 1919 tarihli “The End of the World, Filmed by the Angel of Notre Dame” romanının, 2013 yılında niş parfüm evi Etat Libre d’Orange’ın eserine ilham kaynağı olduğu söylenebilir.

La Fin Du Monde’un (Dünyanın Sonu) tanıtım görsellerinde nükleer atık temasının kullanılması, markanın, dünyanın sonunun nükleer savaştan geleceğini düşündüğünü çağrıştırıyor bana. Oysa Blaise Cendrars’ın romanını hiciv üzerine kurduğu belirtiliyor. Bilemiyorum belki de Etat Libre d’Orange’ın amacı, Blaise Cendrars’ın komik-alaycı üslubuyla bizimle hafiften dalgasını geçmektir.

La Fin Du Monde’un açıklanan notaları tam Etat Libre d’Orange’ın tarzına uygun: “Patlamış mısır, havuç tohumu, barut, susam ve diğerleri.” Bu notalardan nasıl güzel ve anlamlı koku oluşturulabilir diye düşünürken, kullanıveriyorum La Fin Du Monde’i. Başlangıcında tatlımsı yapı karşıma çıkıyor. Tanımlaması zor. Bir parça turunçgil ve kremsi sayılabilecek nötr çiçeklerden bahsedilebilir. Süsen (iris) büyük pay sahibi muhtemelen. Üst notaları leziz, modern ve yumuşak. Orta kısımda kimilerinin havuca benzettiği koku ortaya çıkıyor. Evet belki de haklılar. Tatlılık devam etse de azalma eğiliminde. Orta kısmın sonlarına doğru kuru tütsü kendisini gösteriveriyor. Gerçekten şaşırtıcı. Son bölümde egzotik olmayan parlak ambere, bir parça turunçgil ve kremsi çiçekler eşlik ediyor. Kapanışı hafiften yapaylık sınırında.

la_fin_du_monde afis yen

Patlamış mısır ve barut. La Fin Du Monde’in içeriğinde tabii ki patlamış mısır ve barut bulunmuyor. Onların nota halindeki elementleri de yok. Zaten marka bize verdiği mesajda La Fin Du Monde’de patlamış mısır ve barut olduğunu değil, o izlenimi veren kokuya sahip olduğunu söylüyor. Bol yağlı ve tuzlu patlamış mısıra bayılırım ama La Fin Du Monde’un kokusunun patlamış mısıra benzediğini hiç sanmıyorum. Ayrıca barut konusunda iyi kötü bilgim olduğunu düşündüğümde, La Fin Du Monde barutu da andırmıyor. Peki, nasıl kokuyor?

Bu soruyu markanın tanıtım broşürlerinde esprili olarak ele alıyorlar ve soruyorlar: “Dünyanın sonu nasıl kokacak?” Dünyanın sonunun nasıl kokacağını bilmiyoruz ama La Fin Du Monde’i kendimce şöyle tanımlayabilirim: Bir tutam portakal, amber, bal kabağı ve iris (süsen) çiçeğini kazana koyup, kaynatın. Üzerine de bir pinçik şeker dökün. İşte La Fin Du Monde’un zihnimde çağrıştırdığı sahne bu. Muhtemelen bu karışımın kokusu La Fin Du Monde’ye benzemeyecektir ama teşbihte hata olmaz.

Etat Libre d’Orange gibi sıra dışı markanın parfümlerini anlatmak her zaman için zordur. La Fin Du Monde’e amberli gourmand mi desem, çiçeksi meyveli mi desem karar veremiyorum. Kokusu markanın diğer parfümü Tilda Swinton Like This’e benziyor. Evet, kesinlikle andırıyor iki parfüm birbirini. Kimi yorumcuların Dior Homme benzetmesine ise katılamayacağım. Evet, iki parfümde de iris kilit rolde ama La Fin Du Monde, Dior Homme’la farklı karakterde.

Sonuç olarak “dünyanın sonu” gibi iddialı isme sahip La Fin Du Monde, gayet yumuşak, lezzetli, neşeli, azıcık feminen ve hafiften pudralı. Bu anlamda ismiyle çelişiyor kokusu. Kullanımı kolay, sert olmayan, sakin ve uysal. Markanın kimi parfümleri gibi köşeli ve uçlarda değil. Uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağını hissediyorum. Devrim yaratamayacak bir devrimci o.

uyumlu la fin yen

La Fin Du Monde’ın tasarımını genç parfümörlerden Quentin Bisch yapmış. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı yeterli. Fark edilirliği yüksek değil ne yazık ki. İlkbahar-sonbahar mevsimlerine çok yakışacaktır. Hem kadınlar hem de erkekler rahatlıkla kullanabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

27 Ocak 2016 Çarşamba

Guerlain – Samsara (1989)

Sanskrit dilinde hayatın döngüsü anlamına geldiği söyleniyor Samsara kelimesinin. Genellikle doğu dinleri olarak nitelediğimiz Hinduizm ve Budizm inanışında yeniden doğum anlamına da geliyormuş Samsara. Yani kelimenin kökü düşünüldüğünde, soyut ve inanç anlamında bir yere denk geliyor Samsara. Konunun uzmanı olmasam da okuduğum kadarıyla hayatın sonsuz döngüsünü simgelediği söylenebilir Samsara’nın.

Jean Paul Guerlain, 1989 yılında hangi düşünceye istinaden yeni parfümünün ismini Samsara koydu bilemiyorum. Bir kaç kaynakta rastladığım kadarıyla Jean Paul Guerlain, 1980’lerin ortalarında Decia de Pauw isimli bir kadınla tanışır. Bu kadın, atçılık sporuna tutkuyla bağlıdır. Eğer yanlış kişi değilse, bu kadın 1942 doğumlu profesyonel bir at binicisidir. Birçok turnuvaya katılan bu başarılı kadına Jean Paul Guerlain aşık olmuş. Ve ona aşkını sunmak için en güzel hediyelerden birisini vermek istemiş: Onun için parfüm yaratmak. Decia de Pauw’un en sevdiği iki kokunun sandal ağacı ve yasemin olduğunu öğrenmiş ve Samsara’yı bu iki nota üzerine inşa etmiş. Yani Guerlain’ın ünlü klasiği Samsara, markanın en başarılı baş parfömörünün aşkına karşılık dünyaya getirilmiş.

Arkasındaki duygusal hikayeden midir yoksa kokusunun güzelliğinden midir bilinmez ama Samsara, parfümler tarihinin önemli eserlerinden birisi. 1980’li yılların sonlarında piyasaya sürülmesine rağmen, deneme sürecinde onun hiç de modası geçmiş kokmadığını fark ettim. Bu da onun neden zamansız klasik olduğunu bize açıklıyor.

Samsara’nın başlangıcını tanımlamakta zorlanıyorum. Sanırım meyvelerden bahsedebilirim. Ferah olmayan tatlı, olgun meyveler. Aklıma ilk gelen kayısı ve şeftali oluyor. Açıklanan notalarında şeftali var. Muhtemelen şeftaliden geliyor olgun meyvemsilik. Başlangıcı fena değil. Orta kısımda artık karakterini göstermeye başlıyor. İlk hissedilen çiçeklerin hakimiyeti ele almaları oluyor. Pudralı beyaz çiçeklerden bahsedebilirim. Yasemin, iris, ylang ylang ve gül, orta bölümü domine ediyorlar. Buradaki çiçekler kremsi ve tatlı. Olgun ve ağırbaşlı hava orta kısımda da devam ediyor. Ha unutmadan sandal ağacı da kendisini göstermeye başlıyor orta bölümde. Geleyim kapanışa. Uzak ara en sevdiğim yeri alt notalar. Harika vanilya sahneye çıkıyor. Kimilerinin hindistan cevizine kimilerinin muza benzettikleri bölüm muhtemelen son kısım. Gerçekten de tropikal bir egzotiklik var sonlarda. Leziz ve kremsi vanilyayla uyumlu harika çiçekleri koklamaya doyamıyorsunuz.

samsara old yen

Hindistan cevizi mi? Muz mu? Yok, yok doğru parfümden bahsediyoruz. Oysa Jean Paul Guerlain, Samsara’yı yasemin ve sandal ağacı üzerine kurguladığını kendisi söylemiş. Evet, doğru, Samsara, kremsi çiçeklerin, pudralı sandal ağacının ve enfes vanilyanın gösterişli ve sıcak karışımı. Bu yazının anahtar kelimesi “gösterişli” olabilir mi? Neden olmasın. Kimilerinin onun kokusunu cazibeli hatta erotik bulması ise yadırganmamalı. İyi de sandal ağacını merkeze alan parfüm, ne kadar cazibeli olabilir ki?

Olur olur. Bence Samsara, cazibeden ziyade lezzet, sıcaklık, tarih ve eski günleri yansıtıyor. Baştan sona abartılmamış kadınsılık, ustaca araya yerleştirilmiş ve yine abartılmamış pudra onun hakkında size küçük fikir verebilir. Zengin, detaylı, görgülü, şık ve asil bir parfüm Samsara. Kırmızılara bürünmüş bir kadın adeta.

Bu zamana kadar kullandığım parfümlerde sandal ağacı notasını çok sevemediğimi fark ettim. Nefret etmiyorum sandal ağacı kokusundan ama pek aramız yok gibi. Buradaki sandal ağacı çok baskın değil. Böyle olması, parfüme daha olumlu yaklaşmamı sağladı. Tatlılığın biraz fazla verildiği ve pudralı yapılarla çok uyuşamadığım için Samsara’ya aşkla bağlanamayacağım. Eğer sandal ağacı notasını seviyorsanız ve kremsi, vanilyalı kombinasyon arıyorsanız, doğru adres Samsara.

Bazı kullanıcıları tarafından “Guerlain’ın görkemli tarihinin son büyük klasiği” olarak değerlendirilen Samsara’yı, yukarıda da bahsettiğim gibi ailenin önemli üyesi Jean Paul Guerlain tasarlamış. Benim kullandığım EDT olanıydı. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği normalin biraz altında. Karlı ve çok soğuk günlerde kullandığım Samsara, tam da bu günlerin parfümü. Üst yaş guruplarına uyacağını düşünüyorum. En az otuz beş hatta kırk yaş üzeri kadınlara öneririm.

samsara angle yen

Luca Turin’in kitabında Samsara sandal ağacı-yasemin olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puanı kapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

12 Ocak 2016 Salı

Lancome – Tresor (1990)

“Aşk hazinedir.

Bu parfüm, Tresor’un çiçekli, meyveli, pudralı ve kehribarlı notalarını yansıtır. Özel tasarım şişesi, ellerinize bir armağan gibi yerleşir. Çünkü aşk bir hazinedir ve kadını üzerinde taşıdığı parfüm kadar değerli ve göz kamaştırıcı kılar. Değerli aşk dolu anlarda her gün taşınacak, ebedi aşkın simgesi olan bir hazine.

Tresor’un başlangıcı, şeftali lezzetinin duru ve beyaz aurasında kuşattığı, gül ve kayısı çiçeğinin kanatlanışı gibidir. İnci çiçeği, vanilya, heliotropium ve iris onları şehvetle, içleri ürpererek izler. Çiçeklerin tazeliği, meyvelerin cazibesi, güzel kokulu tozların değerli okşayışı… Tresor bunların tümü ve belki de daha fazlası: Kehribar kalpli bir gül… Onun sırrı, akıl ve kalbin kaynaştığı, bu mükemmel ilk uyumda gizli.

Seçkin, kibar ve tümüyle unutulmaz bir iz bırakmak için sandal ağacı ve misk, bu hazineyi teninizde kalıcı kılarlar.”

afiss

1990 yılında doğan bir parfüm Tresor. Ünlü klasikleriyle bilinen Lancome’un, muhtemelen en sevilen kadın parfümü olarak gösterilebilir. Ne yazık ki Lancome birçok önemli klasiğinin üretimlerini bitirip yerine yeni nesil parfümlerini piyasaya sürse de Tresor gibi eserleri hala rağbet görüyor. Tresor parfümleri koca bir seri haline geldi neredeyse. 2016 yılının başlarına geldiğimizde Tresor isimli on dokuz farklı parfüm var. Yani klasik Tresor’un ardından on sekiz devam parfümü piyasaya sürülmüş. Sadece bu bilgi bile, Lancome’un Tresor ismine ne kadar önem verdiğini ispatlıyor. 2015 yılında bile hala Tresor’un devam parfümleri piyasaya sürülüyordu.

Bu şöhretli ve çok satan parfümün başlangıcı tatlı meyvelerle gerçekleşiyor. Kayısı-şeftali benzeri meyvemsilik eski ve olgun kokuyor. Alttan az da olsa bergamot geliyor sanki. Üst notalar kadınsı meyvelerin etkisinde. Fena değil diyebilirim. Orta kısımda şeftali-kayısıya çiçekler ekleniyor. Yasemin, süsen ve gülün ağırlığından söz edebilirim. Orta kısım benim için biraz fazla çiçeksi. Son bölüm bence en güzel yeri. Kapanışta çiçekler ve meyveler geri plana geçiyor. Ortaya leziz vanilya çıkıyor. İnsanın yiyesi geliyor alt notaları.

Tresor, meyveli-çiçeksi olarak sınıflandırılabilir. Meyveler ile çiçeklerin kadınsı ve olgun birleşimi gibi. Normalde meyveli-çiçeksi parfümler fazla “kızsal” ya da “çocuksu” hissiyat verir. Çünkü bu tür parfümler çoğu zaman ucuz, tanıdık, kadın deodorantlarına ya da bir yorumcunun dediği gibi el-yüz kremlerine benzeyebilir. Tresor’da durum o kadar kötü değil neyse ki.

hali sise

Tresor, ekşi ve ferah olmayan meyvelerin hakimiyetinde. Zaten kendi sitelerinde şeftali ve kayısıdan bahsetmişler. Buradaki meyveler çocuksu değil, üst yaş gruplarını hedefleyecek şekilde hafiften pudralı ve oldukça tatlı. Neredeyse 1980’lere ait parfümün bu kadar tatlı olması şaşırtıcı. Yeni nesil parfümlerde alıştığımız fazlaca tatlılık, yirmi altı yaşındaki Tresor’da önümüze çıkıyor. Evet biraz fazla tatlı ve benim için fazla çiçeksi-pudralı Tresor. Bu anlamda kendime yakın bulmasam da yaşı otuz hatta otuz beş yaşın üzerindeki kadınlara yakışacağını düşünüyorum.

Sizin aklınıza ne gelir bilemiyorum ama şeftali-kayısı ve kadın parfümü deyince aklıma ilk önce Mitsouko gelir. Tresor, koku olarak Mitsouko’ya çok benzemese de genel karakter anlamında andırıyor. Tresor’daki fazlaca tatlılık onu günümüzün modern parfümlerine yaklaştırsa da kokusu her seferinde nostaljik mesajlar veriyor. Bu eski hissiyat muhtemelen pudramsılıktan geliyor.

Yapaylığın fazlaca hissedilmediği Tresor, günlük kullanıma uyabilecek hoş parfüm fakat benim için daha fazlası olamadı. Evet o önemli bir klasik ve saygı duymamız gerekiyor fakat hak etmediği kadar övmek de doğru olmaz. Bilemiyorum belki de benim üzerimde iyi durmadı. Otuzlu yaşlarının sonlarındaki bir kadına daha fazla yakışacağına eminim. Onun tam anlatamadığım hüzünlü ve kadınsı tarafı, geçmişteki güzel günlerinize götürebilir sizi. Beni dinlemeyin yine de bir şans verin ona.

siyah sise

Luca Turin’in kitabında pudralı gül olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş. Tresor’un yakın zamanda tanıtım yüzü olan Penelope Cruz’un da sadık bir kullanıcısı olduğunu öğreniyoruz. Hatta şöyle söylemiş Penelope Cruz: “Tresor hayatımın parfümüdür. Gençlik yıllarımdan bu yana kullanırım.” Başka ünlü kullananları da varmış Tresor’un. Mesela, Ines Sastre, Isabella Rossellini, Jennifer Connelly, Kate Winslet (Tresor ilk kullandığı parfümmüş) ve Lisa Niemi.

Tresor’un tasarımını bugün ünlü bir isim olan  Sophia Grojsman yapmış. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği biraz düşük. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

29 Kasım 2015 Pazar

Ermenegildo Zegna – Florentine Iris (2012)

Alman süseni olarak da bilinen Floransa süsen (iris) çiçeğinin, temelde geniş kök-sap (bir arada) bitkisi olduğu söylenir. Floransa süseni, İtalya’nın yerli süsen ailesinin türüymüş. Bu bitkinin 60 boyu cm’dir ve kılıç / mızrak şeklindeymiş. Düz çiçekli bir sapı varmış.

İşin ilginci Floransa süseni, Yunan mitolojisinde bile karşımıza çıkıyor. Yunan mitolojisine göre süsen, gökkuşağı tanrıçasını simgeliyormuş. Sadece Yunan mitolojisinde değil, antik Romalılar zamanında da bilinen ve kullanılan bir çiçekti süsen. Hatta eski Mısır’da parfümlerde kullanıldığı iddia edilir süsen çiçeğinin. Floransa’da yetiştirilmesiyse Orta Çağ’a tarihlenir genellikle.

Ve bu narin süsen çiçeğinin, günümüz parfüm endüstrisinde birçok kokuda kullanıldığını biliyoruz. Ünlü moda markası Ermenegildo Zegna’nın da süsen temalı parfümü yaklaşık üç yıldır mağazalardaki rafları süslüyor. Zegna’nın özel serisi sayılabilecek “Essenze” ailesine mensup Florentine İris (Floransa Süseni), 2012 yılının aralık ayında piyasaya sürüldü. Zegna’nın parfümlerini pazarlayan Estee Lauder ile işbirliği yapılarak, ünlü burun Jacques Cavallier tarafından tasarlanmış.

 

Kendi sitelerinde Florentine Irıs için “sıcak geceler ve güneşli günler için mükemmel, hafif çiçek kokusu” olduğundan dem vurulmuş. Enteresan olan ise çoğu kaynakta erkek parfümü olarak verilmiş Florentine Iris.

Parfümün başlangıcı ferah ve çiçeksi dokunuşlarla gerçekleşiyor. Ferah ve neredeyse meyvemsi nötr bir çiçeksilik ama ölümcül şekilde kadınsı değil. Açıklanan notalarda meyve babında bir tek bergamot görünüyor. Bence başlangıçta ekşi kırmızı meyvelerin payı var. En büyük şüpheli ise erik. Belki kiraz da olabilir. Tatlımsı kırmızı meyvelere benzeyen ekşilik, ilerleyen dakikalarda tatlı menekşeyle birleşiyor. Bu andan itibaren çiçeklerin ağırlığı biraz daha artıyor. Buruk, hafif sabunsu süsen de sahne almaya başlıyor orta kısımda. Son bölümde süsen artık tek oyuncu, tabii miski saymazsak. Kapanışta biraz da ferah gül mü var? Muhtemelen evet.

Florentine Iris, ferah meyveli-çiçeksi-miskli bir arkadaşa benziyor. Çok kibar, narin, sakin, uysal, temiz ve barışçıl. Evet onu tanımlamak için doğru kelime şu olmalı: “barışçıl”. Yumuşacık çiçeksi yapısı, zaman zaman kadın parfümlerini andırıyor. Bu anlamda safkan erkek kokusu olmadığını söylemek zorundayım. O, rahatlıkla uniseks kullanıma uyar. Hiç de arıza çıkarmaz.

 

Erkek için süsen çiçeği. Hmmm. Genellikle kadın parfümlerinde kullanılan ve çoğu kişinin rujlara benzettiği kokusuyla süsen çiçeği, erkek koku dünyasında pek yer bulamıyor kendisine. Zegna’nın erkek için süsen çiçeği denemesi olarak düşünülebilecek Florentine Iris, fena değil ama beklediğim kadar çarpıcı da değil.

Aram iyidir süsen çiçeğiyle. Çok kadınsı ve yağlımsı verilmedikçe iyi anlaşırız. Buradaki kullanım biraz fazla güvenli geldi bana. Evet bu parfümü koklayan on kişiden dokuzu beğenecektir. Çünkü çok yumuşak ve hiç bir sancılı yanı olmayan, ofis dostu yanıyla, onu sevmeyecek kişi sayısı az olacaktır. Fakat tek düze ve derinliksiz yapısı, onu uzun süreli kullanımlarda sıkıcı hale getirecektir. E bu kadar “güvenli” kokunun, böyle yan etkileri de olabilir. Hatta ayıp olmayacağını bilsem, onun kokusunu ucuz kadın deodorantlarına benzeteceğim.

Florentine Iris, günlük kullanıma, AVM gezintilerine, ev partilerine uyum sağlayabilecek, size etraftan övgüler aldırabilecek tarzıyla memnun edecektir. Fakat bizim gibi çok daha iyisini arayanlar için, bir süre sonra dolapta, makus kaderine terk edilebilir.

Nedendir bilmiyorum ama Florentine Iris’i az da olsa Serge Lutens’in Feminite du Bois’ine benzettim. Tabii Bay Lutens’in eserinde meyveler çok daha ön planda ama aklıma ilk Feminite du Bois’i getirdi Florentine Iris.

 

Geleyim son mevzuya. Florentine Iris’i hem kıyafet üzerinde hem de tenimde denedim. Kıyafet üzerinde seyreltilmiş-vasat, meyveli-çiçeksi hale geldi ki hayal kırıklığı yaşadım. Ten üzerinde ise asıl marifetini gösterdi. Tende çok daha asil, rafine ve yüksek kaliteli koktu. Süsen, kendisini iyice gösterdi. Kıyafette ise sanki menekşe ve misk daha ön plandaydı. Bu da benim gözlemim. Umarım yanılmıyorumdur.

Florentine Iris, EDT formunda. Kalıcılığı gayet iyi ama fark edilirliği biraz zayıf. Daha doğrusu parfümün yumuşak başlı karakteri sayesinde, buram buram etrafa yayılmıyor. Sanırım bu durum gayet bilinçli bir seçim. Üst yaş gruplarına uyacağını düşünmüyorum. Otuz beş yaş altı kadın-erkek herkese önerebilirim. Genel yapısını düşündüğümde soğuk havalarda onu kullanmak iyi sonuç vermeyebilir. Bu anlamda markanın resmi önerisini önemseyelim: “Yaz mevsiminin sıcak geceleri ve güneşli günleri için harika bir çiçeksi koku”.

Koku Güzelliği:10/6.5