31 Mayıs 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Avignon (2002)

Günümüz Fransa’sında Marsilya ile Montpellier arasında yer alan Avignon bölgesinin önemli bir tarihi olduğunu biliyoruz. Özellikle 14. yüzyılda Katolikliğin dünyadaki merkezlerinden olan Avignon bölgesinin, yedi ayrı Papa’ya ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Gotik katedralleri ve surlarla çevrili büyük sarayı ile klasik Ortaçağ şehri havasını hala yaşatan Avignon’u tabii ki böylesine başarıyla koruyan Fransızların, tarihine sahip çıkma bilincine de teşekkür etmek gerekiyor.

Avignon sadece tarihi değil, ruhsal anlamda da önemli bölgelerden birisi. Hristiyanlığın muhafazakar kanadını temsil eden Katolikliğin, Avignon bölgesiyle sıkı bağları mevcut. Bu durum ünlü moda markası Comme des Garçons’un gözünden kaçmamış ve Avignon isimli parfüme ilham vermiş. Comme des Garçons’un 2002 çıkışlı Incense serisinin en popüler üyesi olarak hafızamızdaki yerini almıştı Avignon parfümü. Markanın Incense serisinde tütsüyü merkeze aldığı, her parfümde tütsüyü ve farklı dini inançları birbiriyle harmanladığını gördük. Mesela Incense serisindeki Kyoto Budizmi temsil ederken, Ouarzazate İslam’la bağdaştırılmış. Avignon parfümü, önemli bir Katolik bölgesi Avignon şehriyle betimlenmiş. Bakalım sadece Incense serisinin değil Comme des Garçons’un en popüler eserlerinden Avignon nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı koyu ve karanlık tütsüyle gerçekleşiyor. İlk dakikalarda sağlam, yoğun ve kuru tütsüye bir süre sonra odunsular eşlik etmeye başlıyor. Parfümün karanlık kısmı orta bölümde de devam ediyor. Tatlılığın neredeyse olmadığı orta notalarda Avignon bildiğimiz çıra gibi kokuyor. Yüksek kaliteli ağaçların eşlik ettiği tütsü bir parça geride kalırken, arka plana ilginç konuk yerleşiyor: Papatya. Evet, baskın olmasa da kesinlikle papatya kokusu var orta kısımda fakat ağır tütsü-ağaçların arasında kendisini gösteremiyor. Son bölümde kuru odunsular iyice etkisini arttırıyor. Bir parça yumuşayan koku formu, hala kuru ve yüksek kaliteli. Kapanışı hiç fena değil ama alt notalarda kokusu o kadar zayıflıyor ki algılamak zorlaşıyor.

Avignon, bana göre dumansı ağaç-tütsü-reçine-orman kokuyor. Çok yoğun çam ormanında, sonbahar mevsiminde küçük bir ateş yakarsınız ve etraftaki çam kozalaklarının, kuru çıraların, ağaçlardan akan yapış yapış reçinelerin dumansı kokusu etrafa yayılır işte bu tema aynen Avignon’a aktarılmış. Tabii parfümün açılışı tütsü hatta yabancıların frankincense dedikleri ve Türkçeye buhur olarak çevrilen kokuyla gerçekleşiyor. Olabilecek en karanlık tütsü-buhur ikilisinin ilk dakikalardaki burnu zorlayan acımsı dansı parfümün ilerleyen saatleri için bir parça karamsarlık yaratsa da kalitesi ve orta bölümde ağaçsılığın sazı ele almasıyla biraz rahatlıyorsunuz. Sonlarda kimi yorumcular vanilyadan bahsetmiş ama tenimde dikkat etmeme rağmen vanilya kokusu algılayamadım.

Avignon kesinlikle harika bir tütsü-ağaç kokusu. Belki beklediğim kadar detaylı ve zengin kokmuyor ama derinliği, kalitesi ve gerçekçiliği takdire şayan. Genel olarak tekdüze ilerliyor ve büyük değişimler yaşanmıyor. Tatlılık neredeyse yok ve günümüzün modern parfümlerinde bıktığımız şekerli yapıdan oldukça uzak. Anlaşılacağı üzere koku trendleri onun umurunda değil.

Farklı bir konuya değineyim. Avignon’un yurtdışında büyük bir seven kitlesi var. Onun hakkında parfüm platformlarında onlarca yorum bulabilirsiniz. Bu yazılanlara bakıldığında genellikle Avrupa merkezli parfümseverlerin Avignon’u, kiliselerde pazar ayinleri sırasında yakılan tütsü ve buhurlara benzettiklerini anlıyoruz. Onun içindir ki Hristiyan bilinçaltında Avignon direkt kilise kokusu olarak yerleşiyor muhtemelen. Tabii bizler Müslüman bir coğrafyada yetiştiğimiz için ve çoğumuz hayatında hiç kiliseye gitmediği için onlarla empati kurmakta zorlanabiliriz. Bu anlamda Avignon’un Hristiyani ruhsallık çağrışımları yaptığını düşünüyorum. Zaten Comme des Garçons’un parfüm için seçtiği isim (Avignon şehrinin Katolikler için önemi) ve kokuda kullandığı içerikler gayet bilinçli tercihlere benziyor.

Oldukça tematik kokan Avignon, günlük kullanım için, spor kıyafetlere ya da AVM gezmelerine uyar mı emin değilim. Konforlu olmayan sıradışı kokusu çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir. Onu sanki akşam gidilen klasik müzik konserlerinde ya da yoga-meditasyon seanslarında kullanmak iyi fikir. Garip şekilde ciddi, soğuk, karamsar, mesafeli ve entelektüel bir parfüm Avignon. Belli bir yaş, parfüm deneyimi ve doğru zamanı arayan tarzını beğenir misiniz bilemiyorum.

Kokusunu beğendim ama hayat her zaman toz pembe değil. Avignon’un eksi yönlerinden birisi performansının zayıflığı. EDT formundaki Avignon’un hem kalıcılığı hem de etrafa yayılımı ne yazık ki başarısız. Bu durumu sık sık yeniden kullanarak bir parça giderebilirsiniz fakat etrafa saldıran bir performans bombası değil. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak pazarlansa da erkek kullanımına yakın duruyor. Kokusuna ünlü burunlardan Bertrand Duchaufour imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7.5

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Lalique – Encre Noire (2006)

Işığın heykeltraşı olarak adlandırılan Lalique markasının yaratıcısı Rene Lalique, modern mücevherciliğin en önemli isimlerinden kabul ediliyor. 1860-1945 yılları arasında yaşamış olan Fransız cam ve mücevher tasarımcısı (ayrıca dekoratör) Rene Lalique, mücevher tasarımının sanat olarak kabulünde ve Art Nouveau stilinin oluşumunda önemli rol oynamış. Daha sonra Art Deco tarzında yapıtlar oluşturmuş. Zamanın önemli parfüm markaları için (Coty, Guerlain) şişe tasarımı ve imalatı yapmış. Son olarak kendi markasıyla parfümler üretmeye başladı Lalique.

Markanın muhtemelen en popüler ve ilgi çeken parfümü, erkekler için yarattıkları Encre Noire denebilir. Encre Noire sözlük anlamı itibariyle “Siyah Mürekkep” manasına geliyormuş. Zaten Encre Noire’nin şişesi eskiden kullanılan mürekkep hokkalarına benziyor. Parfümün kokusunun aromatik, yumuşak-odunsu tarzda olduğu belirtiliyor ki pek haksız sayılmazlar.

Encre Noire’nin açılışı tatlımsı turunçgil ve karanlık sayılabilecek vetiverle gerçekleşiyor. İlginç, derin, gizemli ve farklı diyebiliriz ilk dakikalar için. Orta bölüme geçildiğinde benzer karanlık mürekkebimsi vetiver devam ediyor. Vetivere, buruk ve ıslak odunsular eşlik ediyor ki kokunun ana aksındaki bütünlük aynen devam ediyor. Orta notalarda rutubetli odunsularla, kuru baharatların dansını bir süre zevkle izliyorsunuz. Bu ikiliye kuru tütsü zevkle katılıyor. Son bölümde durum pek iyi değil çünkü plastiğimsi ve yapay deriyle sedir ağacının burnunuza saldırısını, vasat misk tabii ki engelleyemiyor. Alt notalarda tatlılığın artan dozu ve odunsuların yapaylığı şaşkınlığa neden oluyor çünkü üst ve orta notalar müthişken ne oluyor da son kısım vasatlaşıyor anlayamıyorsunuz.

Encre Noire karanlık ve mürekkebimsi kokan vetiver teması üzerine kurgulanmış. Bu yapıya eşlik eden yapay odunsular ve plastiğimsi deri sadece yan rollerdeler fakat kokunun hem kalitesini hem de sevilebilirliğini azaltıyorlar. Başlangıçtaki aromatik hatta yeşil sayılabilecek enfes notalar orta bölümde daha ağır başlı ve egzotik olmayı başarıyor. Son kısmıysa hayal kırıklığı olmaktan öteye gidemiyor. İşin kötü tarafı, vasat alt notalar o kadar kalıcı ki günlerce kıyafetlerinizden çıkmıyor.

Herşeyiyle harika konsepte sahip Encre Noire, buna şüphe yok. Gerek Lalique markasının avangart ve resmi duruşu gerek Encre Noire isminin güzelliği gerek simsiyah karizmatik şişesinin elitliği ve isim-parfüm-koku uyumuna söylenecek söz yok. Bu anlamda Lalique müthiş bir işe imza atmış Encre Noire ile. Hele ki tarzının günümüzün modern koku trendlerinden uzak olması ve markanın popüler, uyduruk koku formuna teslim olmayışı takdire şayan.

Harika üst-orta kısımdan sonraki yapaylığın, itici bayağılığın, zorlama, steril misk-deri-sedir ağacı kombinasyonunun bu parfüme neden uygun görüldüğünü anlayamıyorum. Bu kadar sıradışı, şık ve çarpıcı koku formunun alt notalarda heba edilmesi üzücü. Oysaki parfümün tasarımcısı sektörün tanınmış isimlerinden Nathalie Lorson.

Sonuç olarak temiz, elit, sakin, koyu, karanlık, dumansı ve derin kokuyor Encre Noire. Genellikle diğer rakiplerine göre uygun fiyat etiketi onu bir adım öne taşıyor ana akım karmaşa içinde. Eğer ıslak-odunsu mürekkep gibi kokan vetiver merkezli maskülen arıyorsanız, size farklı pencere sunacaktır Encre Noire.

EDT formundaki Encre Noire’nin kalıcılığı iyi. Özellikle kıyafet üzerinde günlerce kalabiliyor. Etrafa yayılımı başlarda yüksek, ilerleyen saatlerde normale dönüyor neyseki. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın duruyor.

Koku Güzelliği:10/7

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Nishane – Karagoz (2017)

İstanbul merkezli niş parfümevi Nishane’nin yeni parfümleri sadece ülkemizde değil, yurtdışında da epey ilgi görüyor. Parfüm platformlarında kendisine yer bulmaya başlayan Nishane’nin eserleri, zaman zaman ödüller de alıyor yurtdışından. İlerleyen yıllarda daha da başarılı olacağını düşündüğüm Nishane’nin 2017 çıkışlı gölge oyunu serisini sanırım biliyorsunuz.

Üç parfümden oluşan gölge oyunu serisinin Hacivat ve Zenne’sini kullanmıştım. Şimdi sıra geldi Karagoz’e. Nishane’nin internet sitesinde hala bu üç parfümden oluşan gölge oyunu serisine dair hiç bir bilgi bulunmaması kafamı karıştırsa da gayri resmi kanallardan karşımıza çıkan notaları ilginç bir koku formuna sahip olduğunu müjdeliyor Karagoz’ün.

Üzüm, ananas, neroli, öd ağacı, amber, yasemin ve paçuli, nota diziliminin ağırlığını oluşturuyor anlaşılan. Karagoz’ün başlangıcındaki lezzetli ve kaliteli turunçgilleri tabii ki sevdim. İlk saniyelerdeki meyvemsi hissiyatta portakal-neroli-bergamot benzeri narenciyelerin etkili olduğunu sanıyorum. Orta bölümde meyveli yapı devam ediyor. Bu sefer turunçgiller değil de üzüm-ananas ikilisi devreye giriyor. Buradaki ananas Creed’in ünlü eseri Aventus’taki gibi parlak, canlı ve ferah verilmemiş. Hafiften koyu tarafı olan meyvelerden bence üzüm daha ön planda Karagoz’de. Orta bölüm fena değil. Kapanışta büyük hayal kırıklığı var ne yazık ki. Son bölümde ortada ne meyveler kalıyor ne de kalite hissiyatı. Yapaylık sınırındaki neredeyse metalik ambere eşlik eden ruhsuz paçuliyle kapanışı yapıyor.

Karagoz’un başlangıcında ve orta kısmında bulunan dinamik ve leziz meyvelerin, son kısımda birden tırpanlanarak garip bir ambere dönüşmesi hem şaşırtıcı hem de üzücü. Evet, Karagoz için bir meyve parfümü diyebilirim. Gerek üst notalarındaki gerekse orta kısımdaki gerçekçi ve ağız sulandıran meyveler Karagoz’e karakter verirken, kapanışı parfümün genel gidişatıyla uyumsuz olmuş bence.

Tabii meyveler derken çok ferah meyvemsilik akla gelebilir. Buradaki meyveler ozonik-meyvemsilikten ziyade biraz daha olgun, çocukça kokmayan ve azıcık koyu-karanlık verilmiş gibi. Karagoz’de aklımda kalan en belirleyici nota ise üzüm. Zaman zaman marketlerde satılan üzüm sularını aklıma getiren Karagoz, bu anlamda duruşunu ortaya koymaktan çekinmiyor.

Karagoz, turunçgiller-ananas ve üzüm kokularından oluşan bir deneme sanki. Onlara destek veren sınırlı sayıdaki beyaz çiçek onu asla abartılı şekilde kadınsı tarafa taşımıyor. Karagoz hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği hoş bir dengede duruyor. Karagoz’un büyük resmine baktığımızda başka parfümlere benzemeyen farklı yapısı memnun edici. Birbirinin aynısı parfümlere boğulduğumuz 2010’lu yılların sonlarında farklı kokularla karşılaşmak hem ufuk açıcı hem de geleceğe dair umut verici.

Fotoğraf fragrantica sitesinden alınmıştır.

Söylemeden edemeyeceğim. Kısaca ananas mevzusundan bahsedeyim. Son yıllarda özellikle niş markaların üzerinde durduğu birkaç nota var. Öd ağacı ve amber merkezli birçok esere imza atılırken, şimdi de araya ananas teması girdi. Tabii ananas kokusunun birden popüler olmasının sebebi bilineceği üzere Creed’in Aventus’u. 2010 yılında piyasaya çıkan Aventus öyle büyük ses getirdi ki rakipleri mecburen ananas merkezli parfümlere yer vermeye başladılar. 2010 yılı öncesinde bu kadar ananas temalı parfüme rastlamak imkansız gibi bir şeydi. Aventus’un ardından Tiziana Terenzi’nin Orion’u, M. Micallef’in Royal Vintage’i, Bond No.9’nın The Scent of Peace ve BondNo.9.com’u , Histoires de Parfums – Prolixe’si ve Mancera’nın Cedrat Boise’si hayatımıza girdi. Acaba Nishane’nin böyle bir dalganın üzerinde sörf yapma isteğinin sonucu mudur Karagoz bilemiyorum, sadece aklıma geldi paylaşmak istedim sizlerle.

Sonuç olarak ılık ilkbahar ve yaz akşamlarında kullanmak için ideal Karagoz. Kalite anlamında sonları dışında iyi. Koku güzelliği ise beni kendisine aşık edemese de bu tarz meyvemsi parfümleri sevenleri memnun edecektir.

Karagoz’un kokusunu parfümör Jorge Lee tasarlamış fakat markanın sahipleri Murat Katran ve Mert Güzel’de katkıda bulunmuşlar. Extrait de Parfum formundaki Karagoz’un performansı iyi. Kalıcılığı yüksek, fark edilirliği ilk yarım saat fena değil.

Koku Güzelliği:10/6

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Gucci – Rush (1999)

1990’lı yılların sonlarında yavaş yavaş değişen parfüm trendlerine en büyük başkaldırıydı belki de Rush. 2000’lerin bol tatlı, bayık şekerli bombalarından değildi Rush. 1980’lerin eski-tozlu gösterişli oryantallerinden de uzaktı. Rush’ın bugün bile ne olduğunu söylemek zor çünkü kokular tarihinin en ikonik kadın parfümlerinden birisi, buna şüphe yok.

Rush, kırmızı kasetlere benzeyen ucuz plastik şişesiyle ilk andan itibaren kötü bir imaj yaratır aslında. Parfüm üreticilerinin süslü ve birbirinden abartılı kimi zaman saçma şişe tasarımlarını düşünün bir de Rush’un neredeyse minimal, kareye yakın dikdörtgen şişesini aklınıza getirin. Muhtemelen Gucci gibi önemli bir markadan çok daha şaşalı, iddialı ve ilginç şişe tasarımı beklerdi çoğu kişi. Oysa şişesinin plastiğimsi olmasından ziyade benim için önemli olan o kararlı ve sağlam kırımızı rengidir Rush’ın. Kırmızı ve plastik tasarım, içindeki sıvı hakkında da ipuçları verir.

Şişeden geçelim Gucci’nin internet sitesine. Bu yazının yazıldığı 2018 Mayısının ortalarında resmi sitelerindeki Rush bölümünde herhangi bir tanıtım yazısının bulunmaması bilinçli bir tercih mi anlayamadım. Birçok parfüm üreticisi birbirinden vasat parfümlerini tanıtmak için sayfalarca edebiyat paralarken Gucci, Rush’ın sadece şu üç notasına yer vermiş: Gardenya, vanilya, paçuli. Gayri resmi kaynaklara göre nota dizilimi biraz daha uzun: Şeftali, kişniş, frezya, gül, vetiver ve yasemin.

Rush, çılgın, canlı, coşkulu, iddialı ve saldırgan şeftali kokusuyla açılışı yapar. İlk saniyelerdeki kadınsı şeftali mis gibi doğal kokan tarzda değildir ve Rush muhtemelen bu duruma üzülmek yerine gurur duyar. İlerleyen saatlerde şeftaliden beyaz çiçeklere geçilir. Gardenya, frezya, yasemin veya gül… Bu çiçeklerin hepsi de olabilir hiçbiri de… Orta bölümde anlarsınız ki bunun pek önemi yoktur. Kapanışa gelindiğinde Rush kapanmaz çünkü o asosyal bir ofis kızı değil, bileğinde ve vücudunun diğer başka yerlerinde dövmeleri bulunan sarışın bir parti kızıdır. Vanilya ve kadifemsi yapay paçuli bile bu gerçeği değiştiremez.

Coco Mademoiselle, Hypotic Poison, Alien ve kim bilir daha hangi parfümler Rush’a benzetilmiştir ve ilerleyen yüzyıllarda benzetilmeye devam edilecektir. Onu hep bir şeylerle kıyaslamaya çalışacaklar ve bir şekilde zincire vurmak isteyeceklerdir. Rush’ı 8-6 arası çalışan gizli sado-mazo bir sekretere, kıpkırmızı ruj sürmeye bayılan sarışın hoppa kızlara, kocasını aldatan kadınlara ya da yüksek sosyetedeki kokain partilerinin değişmez hanım efendilerine benzetebilirler. Oysaki, asla!

Rush, parfüm olmanın ötesinde garip bir deneyim, anlamsız şekilde yapay kokan ve kalite anlamında problemli fakat olabilecek en çarpıcı, doğru kadında-zamanda-yerde inanılmaz bir eylem aracıdır. İlk kullandığınız zaman ondan nefret etmenizi sağlar Rush (en azından bana öyle yaptı). Onun yapaylığına, bayağılığına, varoşluğuna, tek düzeliğine ve Gucci’nin nasıl bu kadar kötü parfüme imza atabildiğine hayret ederek “bu parfüm nasıl böylesine popüler olabilmiş” düşünceleri zihninizde dolanır. Birkaç kullanımdan sonra Rush sizi şaşkına çevirir çünkü o hiç bir özelliği olmadığını düşündüğünüz koku formu (şeftalili beyaz çiçeklerin üzerine eklenmiş yapay paçuli) sizi yavaş yavaş avuçlarının içine almaya başlar. 2-3 günün sonunda bir kokunun nasıl bu kadar seksi olabileceğini anlamaya çalışırsınız ve Rush’ın etrafındaki o görünmeyen cazibe halelerini hissedersiniz.

Biraz deneyimli koku severseniz şeftali-beyaz çiçek-paçuli üçlüsüne eşlik eden az miktarda vanilyanın bile metalik-yapay kullanıldığını anlarsınız. Onun yüksek kaliteli olmadığını, müthiş bir derinliğinin bulunmadığını, afili baz geçişlerine sahip olmadığını görürsünüz. Baştan sona rahatsız edici şekilde yapay, plastiğimsi, hiper-modern kokar ama aynı zamanda bütün başların ve pek tabii burunların üzerinize çevrilmesini sağlar. Rush muhtemelen 21. Yüzyılın değil, 22. Yüzyılın yapay zekayla ve robotlarla çevrelenecek olan hayatın kokusudur. Onun içindir ki bu dünyaya, 2018 yılına ve bilgi çağına, hala savaşların gölgesinde yaşayan ve düşünsel anlamda bir adım ilerleyememiş devirlere ait değildir, ısrarla uyumsuzdur.

Gerçekçi ve objektif bakış açısı, vicdanın da yardımıyla bunları düşünmenizi emreder. Diğer taraftan da kadınların neden Rush’ı bu kadar sevip sahiplendiklerini, onu ikinci tenleri gibi kullandıklarını anlarsınız. Onun kadar yapay, rahatsız edici, baş ağrısı yapmaya müsait ve plastiğimsi kokan bir parfümün nasıl olurda böylesine arzu nesnesine dönüştüğünü, bu yazıyı ya da başka yorumları okuyup anlayamazsınız. Rush’ı muhakkak denemelisiniz bir şekilde. Ona ya aşık olacaksınız ya da ondan nefret edeceksiniz büyük ihtimalle çünkü Rush asla orta yolu tercih eden bir kadın değildir. O, uçlarda yaşayan kırmızılı bir delidir. Hafiften rahmetli Aysel Gürel’dir Rush, azıcık Madonna’nın gençlik yıllarıdır belki de. Konken masalarının mezesi değildir Rush, youtuber kızlarımıza fazla gelir, kafayı spor ve vücut geliştirmeyle bozmuş erkeklerin anlayamayacağı bir heykeldir Rush. Giotto’nun değil Cezanne’nın resimleri gibidir Rush. Cohen kardeşlerin değil Tarantino’nun filmlerini anımsatır Rush.

Kokusunun tasarımını ünlü burunlardan Michel Almairac yapmış. EDT formunda olmasına rağmen birçok EDP’den daha iyi performansa sahip. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği başlarda yüksek. Tam bir kış parfümü gibi davranıyor.

Koku Güzelliği:10/5

11 Mayıs 2018 Cuma

Profumum Roma – Ambra Aurea (1998)

Lüks İtalyan parfümcülüğünün bilinen markalarından Profumum’un kokularını fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum. Profumum’un isminin sonunda bir de Roma olduğunu bazen atlayabiliyorum. Profumum Roma olarak da bilinen bu niş markanın, her ne kadar isminde İtalya’nın başkenti Roma’yı barındırıyorsa da asıl kökleri Sant’Elena Sannita beldesine kadar uzanıyor. İtalya’nın güneyindeki bu küçük belde Profumum parfümevinin de doğduğu yer denebilir.

Tabii artık Profumum, bu küçük yerleşim yerinden Roma’ya taşınsa da Sant’Elena Sannita’da parfüm müzesi açacak kadar köklerine sadıklar. Gerçi markayı artık ailenin yeni nesil üyeleri temsil ediyor olsa da İtalya’nın başarılı niş parfümevlerinden olarak kabul ediliyor Profumum.

Bugünkü konuğumuz Ambra Aurea, isminden de anlaşılacağı üzere markanın amber temalı parfümü. 1998 çıkışlı Ambra Aurea, kendi sitelerinde “antik cazibenin, keyif ve sıcaklığın kokusu” olarak tanıtılmış. Yine kendi sitelerinde ambiyans olarak sınıflandırılmış. İçeriğindeki şu üç nota vurgulanmış: Gri amber, tütsü ve mür reçinesi.

Fotoğraf fragrantica sitesinden alınmıştır.

Ambra Aurea’nın açılışı koyu, karanlık ve acımsı amberle gerçekleşiyor. Gayet kuru, hafiften otsu, baharatlı ve oldukça ağır gerçekleşen üst notalarda egzotik ve sert amberle karşılaşıyoruz. Orta kısma gelinirken parfüme ismini veren amber hala etkili. Ambere eşlik etmeye başlayan yine kuru tütsüye rastlamak güzel sürpriz. Buradaki tütsü de parfümün başlangıcı gibi karanlık. Son bölümde yine amber var. Bu sefer ambere bir parça reçinemsilik ve hafiften vanilyamsı yapı ekleniyor. İşte size Ambra Aurea’nın ana hatları.

Açıkçası böyle bir parfümle karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Çünkü niş markalarda özellikle son on yıldır bu tarz koyu, sert ve egzotik amber kullanımının fazlaca görüldüğüne şahitlik ediyoruz. Tabii bu bir trend mi yoksa niş markalar devam edecekler mi amber merkezli parfümlere göreceğiz. Buradaki amber oldukça tematik, gayet ciddi, ödünsüz, kuru, kimi zaman acımasız tarza yakın duruyor.

Evet, onun şakası yok. Herkesin sevemeyeceği, hatta sadece bu tür amber hayranlarının peşine düşeceği, tütsülü, sıcak, baharatlı, dumansı, gizemli, reçineli ve sonlarda kısmen de olsa vanilya amber parfümü Ambra Aurea. Kokunun geneli o kadar karanlık ve içe kapanık ki, nota değişimlerini bile fark etmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Çok zengin nota çeşitliliği olmasa da derin bir amber denemesi diyebiliriz. Yapaylığın rastlanmadığı Ambra Aurea belirli bir kaliteyi yakalıyor ve niş rakiplerine meydan okumaya devam ediyor.

Bu aralar şansıma hep amber merkezli niş parfümlerle karşılaşıyorum. Son zamanlarda denediğim Ambre Dore ve Versilia Vintage Ambra Mediterranea benzer tarzda soğuk, karanlık amber merkezli parfümlerdi. Şimdi onların yanına Ambra Aurea’yı da ekleyebiliriz. Tabii listeye Ambre Precieux ve Ambre Sultan gibi iki ünlü amberi de eklemek gerek. Hatta Annick Goutal’ın müthiş eseri Ambre Fetiche’yi bile onun rakibi olarak düşünebiliriz. Görüleceği üzere çok sağlam ve zorlu rakipleri var Ambra Aurea’nın.

Sonuç olarak asla denemeden alınmaması gereken bir arkadaş. Kullanması zor ve her ortama uyum sağlayamayacak kadar tematik ve karakterli. Başlangıç seviyesindeki parfüm meraklılarından ziyade daha deneyimli parfümistaları hedefliyor muhtemelen. Benden söylemesi.

Bu tür amber parfümlerini her zaman erkek kullanımına yakın bulurum. Burada da fikrim değişmiyor. Tam bir kış parfümü. EDP formundaki Ambra Aurea’nın kalıcılığı yeterli, fark edilirliği başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde neyse ki normale dönüyor. Onun içindir ki çok fazla sıkmanızı önermem. İlk dakikalarda oldukça boğucu olabilir.

Koku Güzelliği:10/7

6 Mayıs 2018 Pazar

Aramis – JHL (1982)

Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyaya armağan ettiği en önemli kozmetik ve parfümeri firmasının Estee Lauder olduğunu düşünüyorum. 2018 yılı itibariyle dev bir holdinge dönüşen Estee Lauder markasının temellerini atan karı-koca Lauder’ler şüphesiz büyük bir iş başardılar. Sıfırdan kurdukları Estee Lauder, bugün birçok markanın çatı şirketi olarak faaliyet gösteriyor.

Bayan Estee’ye böylesine büyük bir şirket yaratmada kuşkusuz en çok yardımcı olan kişi eşi Joseph Harold Lauder’di. Estee’nin hayatının aşkı bay Joseph, New York’un renkli kişiliklerinden birisiydi. Opera ve güzel sanatlara olan ilgisi ayrıca hayırsever tarafı onu New York cemiyet hayatında farklı bir yere taşıyordu. Avrupa başkentlerine yaptığı geziler de ilgi çekiyordu Joseph Harold Lauder’in.

Uzun yıllar Estee Lauder markasının imalat ve mali konulardaki operasyonlarının başında olan Joseph Harold Lauder, 1983 yılında, 81 yaşında dünyaya gözlerini yummuştu. İlginç bir şekilde ölümünden bir yıl önce, Estee hanım, kocası için bir erkek parfümü piyasaya sürdü. Aramis markasının da sahibi olan Estee Lauder, 1982 yılında JHL’yi gün yüzüne çıkardı. JHL ismi tahmin edileceği üzere Joseph Harold Lauder’in adının baş harflerini simgeliyordu. Özellikle sıkı parfümseverler tarafından bilinen JHL, Aramis’in efsanevi klasikleri arasında yerini çoktan aldı. Ve şimdi bu klasik Parfüm Merakı okuyucularıyla buluşuyor.

JHL’nin açılışı eski ve hafiften tatlı turunçgillerle gerçekleşiyor. Biraz portakal, azıcık limon, bir parça bergamot ve meyvelerle başlayan senfoni, orta bölümde baharatlarla devam ediyor. Orta kısımda meyvelerin ve turunçgillerin etkisi sınırlanırken, ustalıkla baharat fazına geçiliyor. Buradaki geçiş size başka bir dünyanın kapısını açıyor adeta. Müthiş bir tarçın, gerilerden gelen harika karanfil ve azıcık erkeksi gül. Orta notalardan itibaren anlıyorum ki 1970’li yıllardan gelen bir hayalin içindeyim. Son kısımda baharatlı ana gövde dururken, keskinliği paçuli ve sandal ağacı törpülüyor.

JHL, çok iyi bir erkeksi parfüm. Baştan sona kadar etkili olan baharatlar nefis verilmiş. Benim gibi karanfil seven birisini rahatlıkla tavlıyor JHL. Baharatlar parfümün ana aksını oluştururken, hafiften tatlı ve erkeksi verilmiş çiçekler size garip sürprizler yapıyor. Parfümün açıklanan notaları arasında genellikle kadın kokularında gördüğümüz yasemin, aldehitler, gül ve ylang ylangın olması kuşkusuz şaşırtıcı. Bunca çiçeğe rağmen o erkeksi çizgisinden sapmıyor fakat abartılı şekilde maço da davranmıyor.

Günümüzün modern koku trendlerine uymayan, kimilerinin modası geçmiş bulduğu tarzıyla JHL, kalbimi kazanmayı başarıyor. Otuz altı yaşındaki bu delikanlı neredeyse benimle yaşıt ve onunla yakın zamanlarda doğmuş olmak mutluluk verici. Son zamanlarda denediğim en iyi eserlerden birisi JHL.

Fotoğraf geurengoeroe sitesinden alınmıştır.

Aramis’in efsanevi erkek parfümlerinin şöhretini bilmeyen azdır sanırım. Aramis’in en çok övülen parfümlerini (Aramis Classic, Havana, Tuscany) kullanmış ve hiç birisine aşık olmamıştım. JHL, o ünlü klasiklerden daha geri planda kalmasına rağmen en sevdiğim Aramis klasiği olarak koku hafızamdaki yerini alıyor.

Böyle bir parfüm tabii ki belli bir yaş, deneyim, hayat adamlığı ve koku tecrübesi istiyor. Parfümseverliği bir adım öteye taşıyan erkeklerin JHL’yi denemelerini öneririm. 35 hatta 40 yaş üzeri erkeklere uyacağını düşündüğüm JHL, resmi kıyafetlerle kullanılmasına da hayır demeyecektir.

EDT formundaki JHL’nin kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama seviyelerde. Sonbahar-kış mevsimlerine uyacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Kokusunun tasarımını müthiş parfümör Bernard Chant yapmış. Bay Chant’ın dünya parfümeri sanatına armağan ettiği Aramis Classic, 900, Devin, Aromatics Elixir, Aliage, Estee, Cinnabar, Azuree, Cabochard gibi harika klasiklere imza attığını düşünürsek, JHL’nin nasıl bir ustanın elinden çıktığını daha iyi anlayabiliriz.

Fotoğraf parfumo sitesinden alınmıştır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

1 Mayıs 2018 Salı

Bois 1920 – Extreme 1920 (2005)

“Geçici heveslerin, modaların ve taklitlerin ötesinde. Özgür ruhlu bir erkeğin etrafa yaydığı cazibenin görüntüsünü hatırlatan yaratıcı bir parfüm. Extreme 1920, şu üç notanın benzersiz dengesini içerir: Calabria bergamotunun ferah yeşilliği, yasemin ve sardunyanın yoğun buketi, Burbon vanilyanın ve Brezilya tonka fasulyesinin tensel tatlılığı.”

Yukarıdaki satırlar İtalya merkezli niş parfümevi Bois 1920’nin 2005 yılı çıkışlı parfümü Extreme 1920’nin tanıtım yazısı. Markanın sahibi Enzo Galardi’nin bir söyleşisinde en çok ilgi gören parfümlerinin Classic 1920 olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Hatta müşterilerinin büyük çoğunluğunun 1920 Classic’i ilk koklamadan hemen sonra satın aldıklarını söylediği de aklımda. Markanın en çok satan parfümü Classic 1920’nin Extreme versiyonu da çıkmıştı uzun zaman önce. Epeydir dolabımda duran ve artık deneme zamanımın geldiğini hissettiğim Extreme 1920 şimdi bizlerle.

Parfümün açılışı eskileri çağrıştıran tozlu bergamot ve aromatik otlarla gerçekleşiyor. Başlangıçta adaçayı ve bergamotun olduğunu söyleyebilirim. Nostaljik erkek parfümlerini andıran üst notaları kaliteli ama bana göre değil. Orta kısımda parfümün retro erkek koku tarzı devam ediyor. Orta bölümde bergamot iyice geriye çekilirken lavanta ve bir parça paçuli devreye giriyor. 1980’li yılların aromatik fujerlerini andıran orta bölümdeki buruk lavanta gayet erkeksi ve neredeyse karanlık. Yine kaliteli orta notalar ama yine bana uzak kokusu. Son bölümde erkeksi hissiyat hala var. Fazlaca şekerli olmayan vanilya ve tonka fasulyesi kapanışa imzalarını atıyor. Sanırım en çok alt notalarını beğendim.

Extreme 1920, tam bir erkek parfümü. Zaten bu durumu kendi sitelerinde açıkça dile getiriyorlar. Kokusuysa eski tarz, yabancıların “berber dükkanı” dedikleri erkeksi aromatik fujerlere oldukça benziyor. Erkekler iyi bilir ki berber dükkanına girdiğinizde sizi tarif etmesi imkansız bir koku karşılar ve işin ilginci hemen hemen bütün berber dükkanları böyle kokar. Biraz kolonya, biraz traş köpüğü hatta az önce çalışmış fön makinesinin karışımı o garip kokudur berber dükkanı teriminin karşılığı.

Parfümün genelinde lavanta, paçuli ve tonka fasulyesi öne çıkıyor. Buruk ve nostaljik lavanta, onu hem erkeksi tarafa çekiyor hem de Extreme 1920’nin sıradan ve modern piyasa parfümü olmadığı mesajını güçlü şekilde veriyor. Evet, o yeni nesil bol şekerli baharatlı, derili erkek parfümlerine yakın durmuyor. 2005 yılında piyasaya sürülmesine rağmen, bilinçli olarak eskilere gönderme yapıyor her bir notasıyla. Bu da onun amacını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak 1980’li yılları hatırlatan fujer yapısıyla, yaşı otuzların üzerindeki erkekleri, nostalji seven koku fanatiklerini ve yüksek kaliteli, erkeksi, hafiften baba parfümü arayan koleksiyonerleri hedeflediğini düşünüyorum. Koku olarak biraz Azzaro Pour Homme, Givenchy – Gentleman ve Zino Davidoff’u çağrıştırdığını söyleyebilirim.

Yapaylığın veya rahatsız edici uyumsuzluğun rastlanmadığı Extreme 1920, bir niş parfümden beklenecek kadar kaliteli. Kokusu bu tarzı sevenler için harika bir deneyim olacaktır. Ama benim bu tarz kokulara pek ilgimin olmadığını düşünecek olursam, kendim için kullanılabilir bulmadığımı ifade etmek isterim. Ben daha aromatik turunçgilli şiprelerin erkeğiyim sanırım. Bu tür aromatik fujerleri bir türlü sevemiyorum. Yine de bu tarz parfümleri seviyorsanız muhakkak deneme listenize almanızı öneririm.

Extreme 1920 EDT formunda. Kalıcılığı eh işte, fark edilirliği yüksek değil. Sonbahar-kış kullanımına yakın gibi duruyor. Günlük kullanıma hatta resmi kıyafetlere de rahatlıkla uyum sağlayacaktır. Etraftan pek övgüler alacağınızı sanmasam da parfümü kendisi için kullanan alfa erkekleri onu sevecektir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6