30 Mart 2018 Cuma

Carolina Herrera – CH Men Prive (2015)

Carolina Herrera’nın 2009 yılında piyasaya sürdüğü CH Men’den altı yıl sonra seriye yeni kardeş geldi. Yeni nesil modern parfümlere örnek olarak sunulan CH Men ve onun devamı Prive, genel olarak kokuseverlerden olumlu geri dönüşler alıyor diyebiliriz. Markanın sevilen erkek parfümlerinden CH Men Prive’ı niyeyse merak ettim ve deneme listesine almıştım. Şimdi tanışıyoruz bay Prive ile.

Kendi sitelerinde CH Men Prive’ı “görkemli, zarif ve cesur” olarak tanıtmışlar. Prive versiyonun erkeksi yönü vurgulanmış tanıtım cümlelerinde ve viski-deri notaları öne çıkarılmış. Bizzat marka CH Men Prive’ı akşam kullanımına uygun olarak sunmuş. Parfümün üst notalarını baharatlı sofistike, orta notalarını sıcak ve lüks, alt notalarını ise erkeksiliğe övgü olarak belirtmişler. Bakalım CH Men Prive bahsedildiği kadar var mı?

Parfümün açılışı tatlı ve modern turunçgillerle gerçekleşiyor. Üst notalarda leziz ve oldukça tatlı greyfurt dikkat çekiyor. Başlangıcını sevdim. Orta bölümde tatlılık devam ederken, bahsettikleri viski kokusu burnunuza geliyor. İçki temasına güçlü şekilde lavanta ve aromatik otlar da eşlik ediyor. Biraz şekerli baharatlar da var sanki orta kısımda. Fena değil orta notaları. Kapanışta ne lavanta kalıyor ortada ne de harika turunçgiller. Son kısımda tatlımsı deri noktayı koyuyor. Buradaki deri yüksek kaliteli ve ilginç değil. Hatta yapaylık sınırında denebilir. Vasat alt notalar hayal kırıklığı yaratıyor ne yazık ki.

CH Men Prive, günümüzün bol bol tatlılık barındıran turunçgilli, lavantalı, içkimsi, tonka fasulyeli deri parfümü denebilir. Harika açılışından sonra gitgide düşen koku profili, sonlarda can sıkıcı hale geliyor ki yeni nesil parfümlerin çoğunda bu problem yaşanıyor. Orta kısımdaki içki temasının ve lavantanın birleşimiyle hem ilginç koku formu yaratılmış hem de bir yerlerden tanıdık gelen aroma haline getirilmiş CH Men Prive. Son bölüm ise benim gibi deri sever birisini bile tavlayamadı. Özensiz ve sıradan kapanışı hiç olmamış.

CH Men Prive’ın üst ve orta kısmını sokaktan geçen 10 kişiye koklatsak 7-8 kişinin beğeneceğine eminim. Herkesin sevebileceği güvenli kokusuna kimse kolay kolay berbat diyemez sanırım. Bu anlamda Carolina Herrera iyi iş çıkarmış ve başarılı bir ticari esere imza atmış.

Oysa durum koku kalitesi anlamında o kadar iyi değil. Parfümün genelindeki sıradan kalite hissiyatı onun orta ölçekteki bir ana akım parfüm olduğu gerçeğini yüzünüze vuruyor. Evet, Carolina Herrera gibi büyük kitlelere ulaşmaya çalışan bir markadan çok yüksek kaliteli parfüm beklemek belki doğru değil ama parfümün genelindeki sıradanlık, yaratıcılıktan uzak olma ve diğer rakiplerinin benzerini yapmaya çalışmak ne kadar da tanıdık. Zaten kokusu da çok tanıdık CH Men Prive’ın.

Onun rakipleri kimler mi? Versace Pour Homme ve Eros, Yves Saint Laurent – L’Homme ve La Nuit de L’Homme, Valentino Uomo, A*Men Pure Malt, Spicebomb, Code For Men, Allure Homme Sport ve diğerleriyle sıkı rekabete gireceğini söyleyebiliriz CH Men Prive’ın. Eğer bu düzlemdeki bol tatlı, genç işi, ortalama şekerli kokuları seviyorsanız CH Men Prive’ı denemenizi öneririm.

İçeriğindeki sürpriz viski temasından dolayı en çok A*Men Pure Malt’a benzetilebilir belki de CH Men Prive. Parfümün genelindeki tatlılık büyük oranda tonka fasulyesinden geliyor. Vanilyamsı bir tatlılıktan ziyade tonka fasulyesinin hayaleti dolaşıyor parfümün üzerinde. Canlı ve pozitif denebilecek genel yapısı günlük kullanıma uyacağa benziyor. Onu kullanınca güzel övgüler alacağınızı tahmin ediyorum.

EDT formundaki CH Men Prive’ın kalıcılığı normal seviyelerde. Fark edilirliği ilk patlama dışında zayıf. Tam bir kış parfümü diyebilirim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

26 Mart 2018 Pazartesi

Maitre Parfumeur et Gantier – Ambre Dore (2012)

“2007 yılında Ambre Dore’yi (Altın Amber) özel bir etkinlik için tasarladım. Bu aralar içerisinde öd bulunan oryantal kokular çok trend oysa 2007 yılında bu kadar popüler değillerdi. Sonuç olarak Ambre Dore’yi 2012 yılında yeniden piyasaya sürdüm. Bu kararı vermemde 2010/2011 yılları arasında içeriğinde öd bulunan oryantal parfüm dalgasının medyada ve sektörde her yere akın ettiğini de söylememiz gerekir.”

Maitre Parfumeur Gantier’in yöneticisi Jean-Paul Millet Lage’nin bir söyleşisinden okuduğumuz yukarıdaki satırlardan anlıyoruz ki 2012 yılında tekrardan piyasaya sürdüğü Ambre Dore’de markanın amacı öd ve oryantal koku pazarından pay kapmak. Hatta kimi yerlerde Ambre Dore’nin Arap/Orta Doğu pazarı için tasarlandığı bile yazılıyor. MPG’nin pek popüler olamayan parfümlerinden Ambre Dore ile birlikteydik bir süredir anlayacağınız üzere. Bakalım bizi nasıl bir koku bekliyor.

Ambre Dore’nin açılışı sert, kuru ve acımsı deri-amber-reçine üçlüsüyle gerçekleşiyor. Başlangıçtaki hayvansılık abartılı olmasa da koyu ve karanlık diyebiliriz üst notalar için. Benim için biraz fazla zor açılışı. Orta bölümde sakinleşen kokusunda egzotik ve karanlık amberin etkisi artıyor. Deri hala oralarda bir yerde ama amber çok daha baskın. Orta bölüm fena değil. Kapanış orta kısma göre daha yumuşak. Tozlu vanilyanın eşlik ettiği amber, son bölümde artık zayıflıyor. Alt notalar gayet güzel.

Ambre Dore tam da ismi gibi amber parfümü. Başlangıcından sonuna kadar koyu, karanlık, reçinemsi, baharatlı ve kahvemsi amber rahatlıkla algılanabiliyor. Üst notalardaki hayvansı deriyi pek bünyem kaldıramadı ve başlangıcını sevemedim. Orta bölüm nispeten daha sevilesiydi. Deri orta kısımda daha yumuşak ve geri planda duruyor. Parfüme ismini veren amber orta notalardan itibaren sazı eline alıyor. Bu tür amberi her zaman sevmişimdir. Orta notalar sınıfı geçerken kapanışı bence en güzel yeri ama koku oldukça zayıflıyor kapanışta.

Ambre Dore, niş markaların sevdiği ve bol bol kullandığı şekliyle vermiş amberi. Gayet ağır, yoğun, gizemli, tozlu ve oldukça kuru kokuyor. Yeni nesil zıpır, şekerli parfümlerden değil Ambre Dore. Arabik hisler uyandıran Ambre Dore’de öd kullanılmış ama bence çok baskın verilmemiş. Burnum beni yanıltmıyorsa bu parfüm amber-deri üzerinden ilerliyor. Öd kendisine ancak üçüncü sırada yer bulabilir.

Markanın pek ses getirememiş ve geri planda kalmış bir eseri Ambre Dore. Gayet tematik, yer yerde kullanılması tuhaf kaçacak, spor kıyafetlere pek uyamayacak bir arkadaşa benziyor. Yaş itibariyle de olgun kişileri hedeflediği söylenebilir. Sonuç olarak Ambre Dore’ye aşık olmasam da kötü bulmadım. Genel anlamda abisi ve markanın ünlü amber parfümü Ambre Precieux’un kopyası gibi. Onun kadar başarılı olmasa da amber sevenler bu yüksek kaliteli parfüme şans vermeliler.

Kimi kaynaklarda Ambre Dore’yi Frederic Stalin isimli parfümörün tasarladığı söylense de bir röportajda Jean-Paul Millet Lage parfümü kendisinin tasarladığından bahsediyor. EDP formunda. Kalıcılığı iyi ama ilk patlama dışında fark edilirliği yüksek olmadı bende. Erkek kullanımına daha yakın olduğunu söylemek durumundayım. Tam bir kış parfümü.

Koku Güzelliği:10/6

22 Mart 2018 Perşembe

Estee Lauder – Youth-Dew (1953)

“Youth-Dew, kendi burnunun da çok az koku aldığı bilinen Bayan Lauder’in vücuda sürülmesi için piyasaya sürdüğü bir banyo sonrası vücut yağı aslında. Yağ halindeyken içindeki konsantre oranının yüzde 70’ler civarında olduğu rivayet olunuyor. Bu banyo sonrası yağının çok rağbet görmesi üzerine, Youth-Dew alkollü ortama aktarılıp bildiğimiz eau de toilette’e dönüşüyor ve yüzde 70 olmasa bile, yüzde 20’ler civarında bir konsantre içeriyor.”

Değerli hocamız Vedat Ozan’ın Kokular Kitabı II – Parfümler adlı eserinden alıntıladığım yukarıdaki bölüm dışında, bugün sizlere tanıtacağım Youth-Dew isimli parfümle ilgili ilginç bilgiler de var kitabın satır aralarında. Mesela bayan Lauder’in yeni çıkan parfümünün pazarlama faaliyetleriyle bizzat ilgilendiği, Youth-Dew’in satıldığı mağazalara hatta merdivenlere bu parfümün sıkıldığı, zaman zaman tezgahın arkasına geçerek parfümün satışıyla ilgilendiği gibi enteresan bilgiler bulunuyor. Estee Lauder’in çok önem verdiği Youth-Dew’in ilk çıktığı yıllarda fiyatının uygun tutularak kolay ulaşılabilir hale getirilmesi sonucunda bir ara markanın satışlarının yüzde 80’inini Youth-Dew parfümü oluşturuyormuş. Anlaşılacağı üzere, Amerikan markası olan Estee Lauder’in, güçlü Fransız rakiplerine 1950’li yıllarda meydan okumasıydı Youth-Dew.

Günümüze kadar reformülasyon geçirmesi kaçınılmaz olan Youth-Dew, bugün için kendi sitelerinde baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı gayet eski kokan çiçeklerle gerçekleşiyor. Beyaz çiçeklerden yasemin ilk dikkatimi çeken. Oldukça sabunsu başlangıcında olgun meyveler de var sanki. Biraz şeftaliden bahsedebiliriz sanırım. Üst notaları neredeyse hacı yağı kıvamında Youth-Dew’in. Orta bölümde şov başlıyor. Sabunsu nostaljik çiçeklere kuru baharatlar ekleniyor. Karanfil ve tarçın olduğunu düşündüğüm baharatlar oldukça öne çıkıyor orta kısımda. Sadece baharatlar mı? Müthiş bir tütsü, azıcık meşe yosunu ve karanlık sayılabilecek gül, orta notaları şahesere dönüştürüyor. Geleyim kapanışa. Son kısımda tozlu amber harika verilmiş. Ambere geri planda paçuli destek veriyor. Vanilya ise çok gerilerde duruyor. Orta bölüm kadar detaylı ve zengin olmasa da kapanışı başarılı Youth-Dew’in.

Uzun zamandır merak ettiğim klasiklerden birisiydi Youth-Dew. Bu efsanevi parfümün beni şaşkına çevireceğini tahmin ediyordum. Şaşkınlığa bir parça hayranlığı da ekleyebilirim artık. Youth-Dew gerçekten de anlatması zor bir parfüm. Onu denemek ve bu deneyimi yaşamak gerekiyor.

Youth-Dew’in ilk saniyelerindeki hayvansı sert çiçekleri yumuşatan şeftali Mitsouko’ya mı benziyor? Sabunsu hatta pudralı aldehitler ve beyaz çiçekler Bandit’i mi çağrıştırıyor? Kapanıştaki amber Calvin Klein – Obsession (kadın versiyonu) tarafına mı yakın? Ve hepsinden önemlisi Youth-Dew gerçekten bir kadın parfümü mü?

Öyle bir eser ki Youth-Dew kendi pazarlama afişlerinde “şimdiye kadar yaratılmış en seksi parfüm” olarak lanse edilse de onun “şimdiye kadar yaratılmış en erkeksi kokan kadın parfümü” olma durumu var mı acaba? Youth-Dew, 1950’li yılların tipik karanlık, yoğun, acımasız, dolgun, boşluk bırakmayan, zengin, katmanlı, pudralı harika bir örneği denebilir. Parfüm garip şekilde erkeksi hissiyat veriyor orta bölümden itibaren. Oysaki başlarda bulunan aldehitler ve beyaz çiçekler amma da kadınsıydı. Ne diyorum ben?

Zihnimi karman çorman hale çeviren Youth-Dew, kendi sitelerindeki tanıma harfiyen uyuyor: Oryantal baharatlı. Resmin bütününde ağır ve koyu baharat-tütsü-sabunsu çiçek-tütün merkezli bir eser bence. Başlangıçtaki civetten geldiğini düşündüğüm hayvansılık o dönemin parfümleri için hiç yabancı değil. Bandit’e benzettiğim karanlık aldehitleri tabii ki kendime yakın bulamadım. Orta kısımdaki baharat-tütsü işbirliğine bayıldım. Sonları çok tanıdık geldi ama bir türlü hangi parfüme benzediğini çıkaramadım. Yoksa Shalimar’a mı benziyor kapanışı?

Youth-Dew, enfes bir klasik. Kullanması ve sevmesi çok zor. 1950’li hatta 1940’lı yılların koku trendini bize sunması anlamında önemli bir eser. Çok katmanlı, zengin, karmaşık ve dominant bir arkadaş. Kullanım döneminde eski/tozlu/nostaljik koktuğunu ve ‘babaanne parfümü’ eleştirilerini kısmen haklı bulsam da günümüzde böyle bir eserin örneğine rastlamak pek mümkün değil. Onun içindir ki kadın-erkek her parfümsever Youth-Dew’i almasa bile denemeli bence.

Benim kullandığım eski EDP versiyonuydu. Kalıcılığı çok iyi, fark edilirliği başlarda oldukça yüksek. Onun içindir ki fazla sıkmanızı önermem yoksa boğucu olabilir. Tam bir kış parfümü. 40 hatta 50 yaş üzeri kadınlara hitap ettiğini belirtmem gerekiyor.

Son olarak parfümün tasarımcısından bahsedeyim kısaca. Josephine Catapano, kaynaklarda sadece dört parfüm tasarlamış olarak görülüyor. Bu dört parfüm de kült haline gelmiş (Fidji, Youth-Dew, Norell) eserler. Yine Vedat Ozan’ın kitabından öğrendiğimize göre İtalyan göçmeni olarak Amerika’ya yerleşen Catapano, 2012 yılında hayata gözlerini yummuş. Bayan Catapano, günümüzün en önemli parfümörlerinden Sophia Grojsman’ın da hocası denebilir. Grojsman’ı parfümörlük mesleğine başlatan kişi olan Catapano için bayan Sophia şunları söylemiş: “O benim için bir modeldi. İtalyan göçmeni bir ailede doğmuş ve sadece liseye kadar okumuş, tamamen içgüdüleriyle hareket ederek parfüm tasarlayan ve bu yönleriyle beni çok etkileyen biriydi.”

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

18 Mart 2018 Pazar

The Vagabond Prince – Enchanted Forest (2012)

Kaliforniya merkezli bağımsız niş parfümevi The Vagabond Prince’in 2012’de çıktığı koku yolculuğu, 2018 yılının ılık Mart ayı itibariyle dört parfümde kalmış durumda. Son parfümlerini 2016 yılında piyasaya sürdüler ve hala pek hareket yok kendilerinden.

Markanın en popüler parfümü hiç kuşkusuz 2012 çıkışlı ilk eserleri Enchanted Forest. Gerek isminin ilginçliği gerekse kokunun tasarımını Bertrand Duchaufour gibi çok önemli bir ismin yapması gözlerin Enchanted Forest’a çevrilmesini sağladı kısa süreliğine. İsminden de anlaşılacağı üzere ilhamını orman temasından alan Enchanted Forest, kendi sitelerinde bir öğeyi diğerlerinden daha fazla öne çıkarıyor: Siyah frenk üzümü.

Enchanted Forest’in açılışı tatlı ve yeşil kokan meyvelerle gerçekleşiyor. Buruk hatta ekşi kokan yeşil meyveler çok tanıdık ama acaba nereden? Sanırım cevabı buldum. Çocukken kullandığımız rengarenk kokulu silgiler vardı. Açılışı aynen öyle. İlerleyen saatlerde büyük değişim olmuyor. Ekşi yeşil meyvelere bir parça çamsı notalar ekleniyor. Geri planda tatlı baharatlar var ama oldukça derinden geliyor. Orta kısım çamsı yeşil meyveler şeklinde devam ediyor. Geleyim kapanışa. Alt notalarda hala o tuhaf ekşi meyveler hissedilirken vanilya ortaya çıkıyor ama benim çok cazip değil sonları.

Ahh Enchanted Forest. Sana ne diyeyim? Ya da sana değil de seni tasarlayan dünyanın en başarılı burunlarından Bertrand Duchaufour’a söylesek daha doğru olur. Sonuçta bu kokunun mimarı o.

Evet, kesinlikle eminim ki Enchanted Forest, çocukluğumuzda kullandığımız ucuz ve berbat kokan silgilere benziyor. Parfümün meyveler üzerine inşa edildiğine şüphe yok. Meyveler ama ne kötü meyveler. Çürümeye yüz tutmuş/ekşimiş elma-ananas-tropik-egzotik yeşil meyveler itici şekliyle verilmiş. Oysaki severim parfümlerde meyveleri. Buradaki kullanımı resmen ekşimiş bir sepet karışık meyve diyebilirim. Bu ne Allah aşkına bay Duchaufour.

Parfümdeki yeşil hissiyata başlarda eşlik eden içkimsi yapı muhtemelen rom veya kırmızı şaraptan geliyor. İçkinin kullanımı da başarısız. Bu parfüm için olumlu bir taraf arıyorum hala. Orta kısımdaki çamsı yanı acaba onu kurtarabilir mi? Şu haliyle çamsı koku bile vasat. Bu nasıl garip bir meyve parfümü anlamak zor.

Parfümün ismine kapılıp da büyülü bir parfüm beklemeyin. Bırakın büyülemeyi direkt itti beni her kullandığımda. Parfümün ismindeki diğer vurgulu taraf ise orman. Bu koku formunun neresi orman temasına benziyor bir arkadaş bana açıklarsa memnun olacağım. Bir orman ne zamandan beri yeşil ve ekşi meyve kokar?

Bu tuhaf parfüme övgüler yağdıran yurtdışı merkezli yorumculara fazla kulak asmayın ve kesinlikle denemeden almayın. Son zamanlardaki en büyük hayal kırıklığını yaşatıyor bu parfüm bana. Ne bir niş parfüme benziyor ne de Bertrand Duchaufour tasarımına. Daha başka bir şey söyleyesim gelmiyor.

Derinlikten uzak tekdüze kokusu uzun kullanımda sıkıcı olacağa benziyor. EDP formunda ama performansı zayıf. Kalıcılığı yüksek değil, etrafa yayılımı az. Uniseks olarak sınıflandırılmış Enchanted Forest. Bence de hem kadınlar hem de erkekler kullanabilir. Kullanım dönemi olarak ilkbahar-sonbahar mevsimleri uygun olacaktır.

Koku Güzelliği:10/4

14 Mart 2018 Çarşamba

Aramis – Tuscany (1984)

Müthiş erkek parfümleriyle ünlü Aramis markasının parfümleri ilerleyen yaşlarına rağmen hala kokuseverler tarafından ilgi görüyor. 1970 ve 1980’li yılların en sevilen erkek parfümlerine muhtemelen Aramis sahipti ve 2018 yılının şu günlerinde maskülen parfüm arayan erkeklerin yine başvuru merkezi gibi adeta Aramis’in haylaz kokuları.

Tuscany, klasik Aramis’ten sonra markanın en popüler ve en sevilen erkek parfümü olarak düşünülebilir. Tuscany’i uzun yıllar önce kullanmış ve pek bir şey anlayamamıştım. İlerleyen yıllarda hep aklımın bir köşesindeydi Tuscany. 2018 yılının ılık bahar günlerinde kullandığım Tuscany bende ilginç hisler uyandırdı. O zaman geçelim detaylara.

Tuscany’nin başlangıcı eski-tozlu turunçgillerle gerçekleşiyor. Limon ve bergamot’un öne çıktığı nostaljik başlangıcı yüksek kaliteli ve hüzünlü. Açılışı nefis Tuscany’nin. Orta kısımda turunçgillere eklenen aromatik otlar ve lavanta onu Akdeniz tarzı parfümlere yaklaştırıyor. Orta bölümdeki kuru baharatların arasında karanfil ve kimyon var muhtemelen. Sonlarda eski dost meşe yosunu güzel bir sürpriz yapıyor bize. Her ne kadar kapanışta çok zayıflasa da güzel bir deri son noktayı kokuyor.

İlk önce Tuscany’nin 1984 yılında çıktığını unutmayalım. Bu haliyle tam da kendi döneminin koku karakterini yansıtıyor. Tuscany, aromatik turunçgilli klasik bir şipre diyebilirim. Bu tarz kokuları seven birisi olarak tabii ki kokusunu daha ilk saniyelerde beğendim ama bazı problemleri de fark ettim.

Açıkçası daha ağır ve sert bir koku formu beklerken yumuşak ve neredeyse ferah sayılabilecek aromatik baharatlı kokuyla karşılaştım. Deri parfümde var ama asla ayakkabı boyası gibi iğreti davranmıyor ve gayet yumuşak şekilde geri planda kalmaya razı oluyor.

Tuscany, 1980’li yılların zengin harmanlı parfümlerinden birisi. Döneminin özelliklerini taşıması bakımından insanı alıp, 30 hatta 40 yıl önceki döneme taşıyor. Bu tipik erkeksi şipre, günümüzün modern parfümlerine hiç benzemeyen yapısıyla ayrı bir galaksiden kopup gelmiş gibi. Tatlılık az, şekerli hissiyat yok, baharatlar abartılı verilmemiş ve turunçgiller kremsi değil. Onun daha ilk saniyelerde herkese uymayacak bir parfüm olduğunu anlıyorsunuz.

İyi de kim kullanabilir Tuscany’i. Her ne kadar parfümleri böyle kategorize etmek pek doğru olmasa da yaşı otuz beşin üzerindeki olgun erkeklere, spor giyimden ziyade klasik kıyafetlere, AVM gezmelerindense ciddi ortamlara veya hafta sonu kaçamaklarına uyacak gibi. Tuscany, gayet erkeksi davranıyor ve yeni nesil androjen şeker bombası erkek parfümlerine hiç yüz vermiyor. İyi ki öyle yapıyor.

Sık sık otuz beş hatta kırk yaş üzeri erkeklerin kullanacak parfüm bulamadıklarına şahit oluyorum ve eski klasikler dışında da fazla seçenek bulunamıyor ne yazık ki. Diyabetik modern erkek parfümleri çoğu üst yaş grubu erkek için çocukça geliyor ki onları suçlayamam. İşte Tuscany tam da bu ihtiyaca cevap verebilecek bir arkadaş. Etrafa erkeksi mesajlar gönderen Tuscany, gayet ciddi tavırlı. Olgun ve yüksek kaliteli kokusu beyefendileri bekliyor.

Tuscany’nin kafama takılan bazı tarafları oldu kullanım döneminde. Başlangıcını çok sevdiğim Tuscany’nin orta bölümü muhtemelen geçirdiği reformülasyonlar sonrası çok rafine ve gerçekçi değil. Üst ve alt notaları gayet güzelken orta kısmını yeterli bulamadım. Ayrıca performansı oldukça zayıf ne yazık ki. Kalıcılığı idare eder ama fark edilirliği az. Etrafa yayılım konusunda çekingen davranıyor. Onu daha çok ten üzerindeki bir konfor kokusu olarak düşünebiliriz. Kıyafet üzerinde vasat ve ekşi bir turunçgil kokusuna dönüşen Tuscany, ten üzerinde daha derin, daha sofistike ve daha güzel kokuyor.

Tuscany EDT formunda. Kullanım dönemi olarak ilkbahar-sonbahar daha uygun olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

10 Mart 2018 Cumartesi

Ormonde Jayne – Nawab of Oudh (2012)

Uzun zamandır bir Ormonde Jayne parfümü kullanmadığımı farketmem ve ekstra olarak bana gelen Nawab Of Oudh isimli parfümün övgüleri sebebiyle, biraz niş kokular dünyasında gezinelim bugün. İngiltere merkezli niş parfümevi Ormonde Jayne’nin kurucusu Linda Pilkington, koku koleksiyonunu genişletiyor ki biz fani parfümseverler için koklanması gereken yeni eserler demek bu durum.

Markanın 2012 yılında piyasaya sürdüğü “The Four Corners of the Earth” serisinden bahsedeceğim kısaca. İsminden de anlaşılacağı üzere dünyanın dört farklı köşesindeki kültürlerden ilham alan bu dört parfümlük seri, epey ilgi gördü. Özellikle Mantobacco bu serinin yıldızı sayılırken, Nawab of Oudh ise en sevilen ikinci eser denilebilir.

İlhamını Hindistan’dan ve Hint tarihindeki Nawab’lardan alan Nawab of Oudh, ismindeki Oudh ile bize kokusunun karakteri hakkında ipucu veriyor. Kendi sitelerinde amber, gül ve öd notalarından bahsedilen Nawab of Oudh’un açılışı sıcak baharatlarla gerçekleşiyor. İlk saniyelerde leziz ve yüksek kaliteli tarçın algılıyorum. Bir parça aromatik yeşil yapının eşlik ettiği sıcak baharatlar harika. Orta bölüme geçildiğinde koku karakterinde değişim oluyor. Tarçın gerilerde kalırken bu sefer kakule kendisini güçlü şekilde hissettiriyor. Kakule tozlu, gayet temiz verilmiş ve tatlılığı az olarak işlenmiş. Orta kısımda kakuleye kadınsı sayılamayacak gül ve öd ekleniyor. Buradaki gülü sevdim, kakuleyi hüzünlü buldum, ödün ise her zamanki baskın ve ağır haliyle verilmediğine sevindim. Yine de açılışı kadar kendime yakın bulamadım orta notaları. Kapanışta yine ilginç detaylar var. Ambergrisin neredeyse ferah ve tuzlu verilmesi genellikle Creed parfümlerinde karşımıza çıkar. Evet, buradaki tuzlu ambergris hayvansı değil. Son bölümde misk ve bir parça kuru vetiverle son bulan parfüm, gayet inatçı şekilde size alt notaları uzun saatler sonra bile hissettiriyor.

Açıkça söylemem gerekir ki Nawab of Oudh’un ismindeki ödü görünce “eyvah” dedim, yine ağır ve ağdalı bir öd kokusu burnuma hücum edecek. İlk dakikalarda böyle bir hücuma rastlamadığım gibi ödün en belirgin olduğu orta kısımda da saldırgan öd temasıyla karşılaşmadım. Bu açıdan mutluyum. İyi de öd ismine atıf yapan bu arkadaş ne kokuyor? Cevap şu: Kısmen kuru-tozlu baharat. Evet, Nawab of Oudh’un başlangıcındaki tarçın ve orta bölümdeki ana öğe olan kakule, onu baharatlı bir parfüm haline getiriyor. Gül muhtemelen en önemli ikinci karakter. Ödü üçüncü sıraya koyuyorum, umarım yanılmıyorumdur.

Baharatlar tam kokması gerektiği gibi. Parfümün başlangıcı sıcakken orta bölümde daha serin bir seyir var. Tatlılık fazla değil. Zaman zaman geri plandan gelen o tuzlu hissiyat ise harika. Tabii burada deniz temalı parfümlerdeki gibi ferahlıktan bahsedemeyiz. Nawab of Oudh, ferah kokmuyor, bir parça aromatik takılıyor. Genel yapıysa sakin, huzurlu, yüksek kaliteli ve teninizden çıkmak bilmeyen bir performans olarak özetlenebilir. Parfüm gayet detaylı ve zengin. Tekdüze ve sıkıcı değil. Zaten kokusuna son yılların en önemli parfümörlerinden Geza Schoen’in imza attığını söylesem yeterli olur sanırım.

Nawab of Oudh, spekülatif bir parfüm değil. Sofistike bir konfor kokusuna benziyor. İsminden dolayı acımsı ve ağır öd parfümü beklerken size sürpriz yapıyor ve bu yönünü ikinci plana atıveriyor. Orta bölümdeki o çok tanıdık hissiyat bir yerlere götürüyor beni ama neresi ya da hangi parfüm çıkartamıyorum. Nawab of Oudh’e aşık olmasam da gayet güzel kokusunu ve bana düşündürttüğü o tanıdık hissiyatı beğendim. Kolay kolay kimsenin kötü diyemeyeceği kokusu bence genel beğeniye uygun. Ayrıca performansını da gayet başarılı buldum.

Nawab of Oudh’un en eleştirilen taraflarından birisiyse fiyat etiketi. Gerçekten çok yukarılarda dolaşan fiyatını hak eder mi emin değilim. Bu kadar büyük bir rakamı parfüme verir misiniz yoksa onu bir yatırım olarak mı düşünürsünüz bilemem. Bu sebepten denemeden almanızı önermem.

EDP formundaki Nawab of Oudh’un kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği yeterli. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Günlük kıyafetlerle kötü sonuç vermeyeceğini sanıyorum. Uniseks olarak piyasaya sürüldü Nawab of Oudh. Kimi kullanıcılar onu biraz kadınsı bulsa da kullanım döneminde hiç rahatsız etmedi beni. Yani erkekler rahatlıkla kullanabilir onu.

Koku Güzelliği:10/7.5

6 Mart 2018 Salı

Giorgio Armani – Emporio Armani She (Lei) (1998)

İtalya’nın dünya moda sektörüne armağanı Giorgio Armani markası, isminin hakkını verircesine efsane parfümlerle kokuseverlerin başını döndürmeye devam ediyor. Markanın modern kült haline gelen iki erkek parfümü Code ve Acqua di Gio’dan sonra en sevdiğim eserlerinden birisi 1998 çıkışlı He (Lui) diyebilirim. Markanın Emporio Armani etiketiyle piyasaya sürdüğü He, kahverengi ve plastiğimsi hissiyat veren püskürtme mekanizmasıyla benzer kokar diye düşünürüm her zaman. Uzun zaman önce kullandığım ve çok sevdiğim He her ne kadar küçük çaplı reformülasyonlar geçirse ve kokusu bir parça değişse de hala içimde farklı yere sahiptir. Giorgio Armani’nin modern yüzünü temsil eden He’nin, aynı yıl kız kardeşi She’de (Lei) kendisini dünyaya tanıtmıştı.

Gerek He gerekse She parfümseverlerin çok sevdiği parfümlerdendi. Tabii aradan geçen yıllar yıldızlarını bir parça söndürse de hala onları kullanan çok sayıda parfümsever mevcut. Hem erkeği hem de kadın versiyonu aynı şişe tasarımına sahip bu iki parfümden She, kendi sitelerinde modern çiçeksi olarak tanımlanmış ve yumuşak, konforlu hissettiren modern parfüm olarak yorumlanmış. Bakalım durum gerçekten öyle mi?

She’nin (Lei) açılışı ferah sayılamayacak tatlı turunçgillerle gerçekleşiyor. Kimi kaynaklarda armuttan bahsediliyor ama bence bergamota yakın üst notalar. Başlangıcı yapay değil ama benim için fazla şekerli. İlerleyen dakikalarda koku karakteri değişiyor. Turunçgiller geri plana geçerken kremsi tatlı çiçekler ve bir parça vanilya kompozisyona ekleniyor. Miskin destek verdiği genel yapıda iris çiçeği hissiyatı var ama çok değil. She, orta kısımdan itibaren oldukça kremsi (neredeyse vanilyamsı) ve pudralı.  Neredeyse plastiğimsi diyebileceğim modern koku formu son kısımda da devam ediyor. Alt notalarda büyük değişim yok. Aynı kremsi, pudralı, vanilyamsı badem-iris çiçeği devam ediyor.

She’yi tanımlamak zor. Ne tam olarak turunçgilli ne çiçeksi ne derili ne vanilyalı ne de pudralı ama bir taraftan da hepsini içinde eritmeyi başarıyor. Oldukça kremsi ve tatlı yapısı günümüzün modern parfümlerine çok benzer. Onun yirmi yıl önce piyasaya sürüldüğüne inanmak zor. Sanki daha birkaç ay önce çıkmış kadar tanıdık ve modern.

She’yi ilk kullandığım gün hemen anladım ki erkek kardeşi He’ye çok benziyor. Hatta She, formülü değiştirilip yazık edilen He’nin ilk formülasyonuna benziyor. He’de deri daha yoğunken She’de vanilya ve pudraya ağırlık verilmiş ama iki parfüm de büyük oranda benzer. Eğer yeni He’den eski tadı alamıyorsanız She’yi gönül rahatlığıyla alıp kullanabilirsiniz. Hafiften feminenlik barındırsa da bence erkekler kullanabilir She’yi.

Sonuç olarak She’nin o tarif edilmez koku güzelliğine ve yapay yaratıcılığına şapka çıkarıyorum. Diğer taraftan da uzun süreli kullanımda sıkılacağımı tahmin ediyorum. Parfümler dünyasına yeni giriş yapan hanımefendilere She’yi önerebilirim. Günlük kullanımda, özel buluşmalarda, akşam çıkmalarına uyum sağlayacaktır. Ağır olmayan, yumuşacık kokusuyla bol bol övgüler alacağınızı düşünüyorum.

EDP formundaki She’nin kalıcılığı yeterli, etrafa yayılımı ilk dakikalarda yüksek. İlerleyen saatlerde tene yaklaşıyor. Serin günlerin parfümü bence She. Serin sonbahar hatta kış mevsimi için daha uygun. Kokusunun tasarımını ünlü parfümör Sophie Labbe yapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

2 Mart 2018 Cuma

Amouage - Jubilation 25 Woman

Değerli parfümseverler bugün farklı bir yazıyla karşınızdayız. Zaman zaman sitemde parfümlerle ilgili dostlarımızdan gelen yazıları yayınlıyorum. Bugün bir parfümsever olan Leyla Erçel hanımefendinin kalbinden dökülen hüzünlü ve romantik yazıya yer vereceğiz. Ünlü ressam Modigliani’nin merkezde olduğu yazı, aslında parfüm kokan trajik bir aşk yazısı. Güzel kalpli bir hanımefendiden güzel bir yazı sizlerle…

Amouage – Jubilation 25 Woman

Kokumuzun kahramanı 18. yüzyılda yaşamış entelektüel burjuvazi kültürüne meydan okuyup eleştirel bir dille karşı çıkmış, hayatı doğaçlama yaşayan İtalyan asıllı Yahudi kökenli bir ressam “AMADEO MODIGLIANI” ve onun sevdiği kadın, mahzun ve hüzünlü güzel “JEANNE”.

Modigliani, bu mahzun güzele aşık olur. Jeanne Hristiyandır. Modigliani’nin ailesi bu ilişkiyi asla onaylamaz. Ama aşk yasak tanır mı? Yeni tanıştıkları dönemde Modigliani, Jeanne’nin  bir portresini çizmek ister. Bitirdiğinde Jeanne’a gösterir. Jeanne sevdiği adamın çizdiği kendi portresine heyecanlı ve meraklı gözlerle bakar ve gözlerimi neden çizmedin diye sorar. Modigliani gülümser Jeanne’a yaklaşarak, parmaklarıyla Jeanne’ın yüzüne dökülen saçlarını nazikçe geriye çeker ve aşkla, ihtirasla dudaklarına sarılır. Şehvetle Jeanne’ın naif güzelliğini öpücüklere boğarken, onun ipeksi saçlarından yayılan ve boynundan yükselen o enfes kokudan sarhoş olur. Modigliani, baygın gözlerle bakarken Jeanne’a cevap verir: “ RUHUNU GÖREBİLDİĞİMDE GÖZLERİNİ ÇİZECEĞİM…”

Birlikte daha çok zaman geçirmeye başlarlar. Modigliani’nin sağlığı çok iyi değildir. Tüberküloz ve ağır nefrit ile mücadele etmektedir. Ancak, dudaklarından sigarayı, elinden şarabı  hiç düşürmez. Bir gece Modi ve Jeanne Fransa sokaklarında, loş ışıkların aydınlattığı yollarda bardan çıkmış yürüyorlardır. Fonda Edith Piaf şarkı söylüyordur: “La Vie en Rose”… Jeanne boynundaki şalı çıkarıp Modigliani’nin boynuna dolar ve onu kendine çeker, aşkla öpüşürler yol boyunca. Jeanne’in kokusu her seferinde Modi’nin başını döndürmektedir. Bu arada Jeanne ikinci bebeklerine hamiledir ve yoksullukları her ikisini de çok yormuştur.

O günlerde şehirde bir yarışma düzenlenir ressamlar arasında. Büyük bir ödül vardır. Kimler yoktur ki… Picasso, Utrillo, Diego Riviera ve daha niceleri… Tabii ki Modigliani de… Yarışma günü gelmiştir. Herkes salonda heyecanla bekler. Bir tek Modigliani gelmemiştir. Jeanne gözü kapıda, sıkıntı içinde onu bekler. Saat gelir ve sonuçlar açıklanmaya başlar sondan birinciye doğru. İkincilik büyük ressam Picasso’nundur. Beyaz örtü kaldırılır ve Picasso’nun ikincilik alan tablosu açılır. Picasso, Modigliani’nin portresini çizmiştir.  Modigliani’ye olan hayranlığı bu yarışmada ona ikincilik kazandırmıştır. Artık birinci açıklanacaktır ve Modi hala gelmemiştir. O sırada Jeanne’a sürpriz yapmak üzere nikah kağıtlarını almaya gitmiş ve yolda hırsızlar tarafından saldırıya uğramıştır. Bu saldırıya yorgun ciğerleri dayanamaz ve karlar üzerine yığılır.

Yarışma salonunda heyecan doruktadır. Herkes nefesini tutmuş birincinin açıklanmasını beklemektedir. Sonuç açıklanır; birinci Modigliani’dir. Ve Modigliani sevdiği kadını yani Jeanne’ı resmetmiştir. Tablosunda onun bütün hüznünü, zarafetini eksiksiz çizmiştir. Orada bulunan Jeanne göz yaşlarına hakim olamaz. Çünkü Modi, Jeanne’in gözlerini de çizmiştir. Artık onun ruhunu görebiliyordur.  Salonda ilk alkışlayan Picasso olur birinciyi. Ve ardından herkes.

Herkes gider salon boşalır. Modi ortalıkta yoktur. Jeanne’da buruk bir sevinçle eve döner. Gece yarısı kanlar içinde evin kapısında Modigliani’yi bulur. Onu hemen hastaneye yetiştirirler ancak bedeni yaşam savaşında yenik düşer. 35 yaşında hayata gözlerini kapar. Sevdiği adamın ölüm haberini alan hüzünlü güzel Jeanne, evlerinin penceresinden karnındaki bebeğiyle kendini karların üzerine bırakır. İki aşık aynı gün aynı mezara gömülürler. Jeanne’in Modigliani’yi sarhoş eden, çılgına çeviren saçlarının o enfes kokusu yayılır karlar üzerinde…

Bu müthiş aşk hikayesini ateşleyen o muazzam koku “Amouage Jubilation 25 Women”dir.

Not: Bu yazıyı, değerli parfümsever Leyla ERÇEL kaleme almıştır. Kendisine teşekkür ederiz.