30 Aralık 2017 Cumartesi

Yılbaşı Çekilişi :) (Kazanan Belli Oldu)

Bu seferki talihlimiz:

Asıl: Cihad  cihadkaratekin@gmail.com

Yedek: UFUK SÖNMEZ usonmez@gmail.com

Yine kazanma zamanı sevgili parfümseverler hem de yılbaşı gecesi 🙂 Vertus’un Oud Noir isimli parfümünü (30 ml.), çekilişle bir kişiye hediye edeceğim. Ayrıca Oud Noir’in yanında deneme boy sürpriz niş parfümler de ekleyeceğim pakete. Çekiliş için tek şartım “parfummerakiofficial” Instagram adresinin takip edilmesi. Instagram adresini takip ettikten sonra bu başlığın altına çekilişe katılma isteğinizi bildirip, e-posta adresinizi de yazmanız önemli çünkü eğer kazanırsanız, size e-posta üzerinden ulaşacağım.

Çekilişe katılım 30 Aralık 2017 Cumartesi günü saat 20.00’da başlayacak ve 31 Aralık Pazar günü saat 24.00’da sona erecek. Çekiliş sonucunu, yılbaşı gecesi yine bu başlıktan açıklayacağım. Lütfen herkes tek sefer katılsın, aynı kişiden gelen birden fazla mesajı ciddiye almayacağım.

Herkese bol şans ve mutlu yeni yıllar.

Parfüm Merakı’nın resmi Instagram hesabı: https://www.instagram.com/parfummerakiofficial

29 Aralık 2017 Cuma

Aramis – Havana (1994)

Parfüm merakımın ilk farkına vardığım zamanlardan itibaren Aramis’in Havana’sını merak ederim. Bu parfüme neden bu kadar ilgi duyduğumu bilemiyorum. Muhtemelen onun hakkında okuduklarımdan sonra gelişen içgüdüsel bir istek. Havana’nın ilk şişesinin mavi, silindirik ve egzotik görüntüsü beni Havana’ya çekiyordu tahminimce. Sadece şişesi değil, içeriğinde tütün olması ve Küba’nın efsanevi başkenti Havana’nın ismini alması da ona olan ilgimin sebeplerindendi. 2017 yılının bu son günlerinde şişesi ve muhtemelen de kokusu değişime uğramış yeni Havana’yla tanıştım.

Aramis markasının sahibi Estee Lauder’in sitesinde Havana ile ilgili hiç bilgi yok. İlk çıkış yılının 1994 olduğunu biliyoruz Havana’nın. Aramis markasının kuruluşunun 1964 olduğunu düşündüğümüzde, markanın otuzuncu yılı anısına Havana’nın piyasaya sürüldüğünü söyleyebiliriz. Bakalım uzun yıllardır merak ettiğim ve benim için ilginç bir deneyim olacak Havana nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı kuru ve tozlu baharatlar ve kadınsı olmayan çiçeklerle gerçekleşiyor sanki. Bu kokuyu bir yerlerden hatırlıyorum derken 1980’li yılların erkek parfümlerine doğru yol alıyorum. Pelin otu çiçeğinin o anlatması zor kokusu var sanki başlangıçta. Aromatik olmayan garip otların bile varlığından söz edebiliriz. Başlangıcını kendime yakın bulamadım. Orta bölümde işin rengi değişiyor. Orta notalarda baharatlar, pelin otu ve diğer otsu-çiçeksilerin yerini alıyor. Baharat derken kimyon ve tarçından bahsedebiliriz. Tatlılığı az baharatlar keskin ve hafiften metalik denebilir. Orta kısımdaki baharatlara biraz kuru ama dumansı olmayan tütün de ekleniyor. Orta notalar tütün ve baharatın güzel birleşimiyle gerçekleşiyor. Son bölümde tütün yoluna devam ederken baharatlar geri çekiliyor. Alt notalarda köksü olmayan paçuli ve yüksek kaliteli meşe yosunuyla nefis bir kapanış yapıyor.

Havana’nın üst notalarını sevemedim, orta kısmı fena bulmadım, alt notalarını sevdim. Tabii Havana’nın 1990’lı yılların başlarında piyasaya sürüldüğünü düşünürsek, koku karakterinin 1980’leri andırmasına şaşırmamalıyız. Hele ki başlangıcı 1980’lerin maskülen erkek parfümlerini hatırlatıyor. Erkeksi ve eski kokan açılışı bana göre değil. Orta kısımda erkeksi taraf epey törpüleniyor. Aslına bakılırsa Havana’nın daha tütün merkezli olacağını ve epey egzotik kokacağını hayal ediyordum. Hem isminin ünlü puroların üretim yeri Havana olması hem de o eski mavi şişesi beklentimin yükselmesine sebep olmuş farkında olmadan.

Kullanım döneminde gerek tenime gerekse kıyafetlerimin üzerine bol bol uyguladım. Başlangıç kısmını saymazsam baharatlı, tütünsü meşe yosunu parfümüne benziyor. Buradaki ne baharatlar ne de tütün kendisini fazlaca öne atmıyor ve domine etmiyor kokuyu. Hem ilginç dengede duruyorlar hem de çekingen davranıyorlar. Ne baharatlar tek tek algılanabiliyor ne de meşe yosunu. Açıklanan notalarını bilmesem meşe yosununu algılamam bile zor olacaktı.

Oysaki Havana’yı kullanan kimi parfümseverler onun oldukça güçlü yapısından bahsetmişler. Ne tende ne de kıyafet üzerinde öyle bir güce rastlayamadım. Tene yakın duran tarzını şaşırarak inceledim. Sebebini bilemiyorum fakat yaşadığı reformülasyonlardan sonra bu hale gelmiş olabilir. Zaten kokusu genel anlamda bazı kopukluklar yaşatıyor burnunuza. Bir şeyler eksik sanki genel yapıda. Mesela eskilerden çok isteyip de dinleyemediğiniz bir şarkının yeniden düzenlenmiş halini duyduğunuzda içinizde oluşan burukluğa benzetebilirim Havana’yla ilgili duygularımı. Son bölümü dışında doya doya koklamak isteyecek kadar kendisini sevdiremedi bana.

Yine de Havana gibi bir klasiğe küsecek değilim. Ona saygı duyuyorum fakat benim için yeterli sofistikeliğe sahip değil Havana. Siz yine de tütün-baharat temalı parfüm arıyorsanız Havana’ya şans verin derim. En azından piyasadaki en farklı kokulardan birisine sahip. Ayrıca yeni nesil bol şekerli erkek parfümlerine de benzemiyor ve ilginç şekilde başı dışında eski ve nostaljik kokmuyor. Kullanacak doğru düzgün parfüm bulamayan 35 yaş üzeri erkeklere hitap edecektir.

EDT formunda Havana. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği zayıf. Tam bir sonbahar-kış parfümü.

Koku Güzelliği:10/6.5

25 Aralık 2017 Pazartesi

Christian Dior – Poison Girl (2016)

Ben bir kız değilim, zehirim” cümlesiyle birlikte Dior’un en iddialı yeni kadın parfümü Poison Girl, Ocak 2016 itibariyle piyasaya sürüldü. Parfümün ismi ve pazarlama cümlesi arasındaki çarpıcı ilişki Dior’un yakalamayı istediği duyguyu vermiş. Poison Girl, parfümseverlerin iyi bileceği üzere 1985 çıkışlı ünlü Poison kokusunun devamı. Dior’un Poison’ları öylesine ilgi çekiyor ki 32 yıl sonra hala devam parfümü geliyor Poison isminde. Tabii Poison’ların bu kadar meşhur olmasında Hypnotic Poison’un büyük katkısı var. O, bir süper star olarak hala kadınların en sevdiği arkadaşlarından birisi.

Ve 2016 yılında Poison serisine genç bir kız eklendi. Zaten parfümün adı her şeyi açıklıyor. Poison ismiyle eskilerin devamı olduğunu vurguluyor. Girl ile onun yepyeni ve modern bir parfüm olacağının mesajı veriliyor. Şişe tasarımı ve rengiyle de ablası Hypnotic Poison’un yolunda olduğunu vurguluyor adeta. “Ben bir kız değilim, zehirim” mottosuyla masum bir kız değil, tehlikeli bir zehir olduğu mesajını Dior bize veriyor. Bir parfümden amma çok mesaj çıkarttım görüyorsunuz.

Dior’un yeni nesil rakiplerine cevabı olarak düşünülebilir Poison Girl. Hatta Hypnotic Poison’un yavaş yavaş eskimesi ve yıldızının sönmeye doğru evrilmesi yüzünden Dior’un Poison Girl hamlesini yaptığını düşünebiliriz. Tabii parfümün ismiyle genç kızları da Poison’ların içine çekmeye çalışıyor Dior. Bu anlamda gayet bilinçli davranıyor. Sonuçta parfüm kullanma yaşı bütün dünyada giderek düşüyor ve artık genç kızlar, büyük markalar için önemli ve atlanmaması gereken pazar. Biraz daha yakından inceleyelim artık Poison Girl’ü.

Parfümün açılışı oldukça tatlı ve leziz turunçgillerle gerçekleşiyor. Gayet canlı, dinamik, kaliteli ve modern kokan portakal kokusunu sevdim. Orta bölümde turunçgillerin verdiği meyvemsilik devam etse de koku karakteri çiçeksiliğe doğru kayıyor. Orta notalarda beyaz çiçekler ve gülün hakimiyetinden bahsedilebilir. Orta kısımdaki yapay ama kadınsı yapı tam da zihnimdeki kokuyla örtüşüyor. Parfümün bir yerlerinde böyle şekerli-çiçeksi-tonka fasulyesi-vanilya ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Orta bölümde hafiften Hypnotic Poison esintisi var sanki. Son bölümde tatlılık hala fazla. Resmi olarak açıklanan alt notalarında tonka fasulyesi var. Kapanış vanilya-tonka eşliğinde gerçekleşiyor. Mumsu ve durağan vanilyadan bahsedilebilir.

Kendi sitelerinde Poison Girl’ün içeriğindeki üç nota vurgulanmış: Acı portakal, Grasse gülü ve Venezuela tonka fasulyesi. Parfümün genelini düşündüğümde gayet yerinde olduğunu anlıyorum bu üç notanın öne çıkarılmasının. Açılıştaki turunçgiller gerçekten de acımsı, daha olmamış portakal kokusunu çağrıştırıyor. Genelde ferah parfümlerin üst notalarında kullanılan turunçgiller, burada ferah değil. Tam tersine leziz, cazibeli ve bolca tatlı. Bence parfümün en güzel yeri açılışı. Yüksek kaliteli turunçgiller ne yazık ki kısa zaman sonra yerini orta bölümdeki çiçeklere bırakıyor. Şimdi çiçeksi kısmı inceleyelim kısaca. Çok ilginç ve benzersiz olmayan feminen çiçekler hafiften yapay ve azıcık sıradan. Gül hissediliyor ama tam bir gül parfümü denemez Poison Girl. Daha çok farklı çiçeklerin oluşturduğu gayet tanıdık, ortalamanın altında kalitede, etrafa yayılan, tırnaklarını burnunuza geçiren, iddialı, dolu dolu, cazibeli, hırslı, çarpıcı, arkasından baktıran çiçeklere sahip Poison Girl. Onu kullandığınızda size pek boşluk bırakmıyor ve gerçek bir parfüm kullandığınızı hissediyorsunuz.

Genellikle parfümlere seksi gibi şeyler söylemem. Çünkü artık her alanda öylesine çok kullanılıyor ki bu terim, içinin boşalmaya başladığını düşünüyorum. Onlarca belki yüzlerce parfüm (ağırlıklı olarak kadın parfümü) seksi temasıyla ve tanıtımıyla piyasaya sürülüyor. Onun için hemen hemen hiç kullanmamaya çalışsam da seksi kelimesini, Poison Girl gerçekten de sinir bozucu şekilde seksi, aynı zamanda yapay. Onun genlerini ablası Hypnotic Poison’dan aldığını düşünüyorum. Evet iki parfüm birbirini andırıyor. Poison Girl, belki de Hypnotic Poison’un daha güncellenmiş, modernleştirilmiş ve genç kızların hoşuna gidecek hale getirilmiş versiyonudur. Ne dersiniz, yanlış mı düşünüyorum?

Geleyim kokusunu sevdim mi kısmına. Orta kısmı dışında hoş bir kadın parfümü ama zaten orta notalar parfümün büyük bölümünü kapladığı için benim için çok konforlu değildi onu kullanmak. Zaten oldukça kadınsı kokusunu üzerime sıkıp, dışarı çıktığımı söyleyemem çünkü bana uymayacağı belliydi. Onu hep tenimde denedim ve aşık olmadım, kaliteli bulmadım. Oldukça piyasa işi gibi görünüyor. Dior’un çok satma uğruna karakterinden ödün vermesi denebilir Poison Girl için. Bir sürü çiçeksi-şekerli ortalama kadın parfümüne benzeyen Poison Girl, evet çarpıcı ve iddialı ama yenilikçi ve sıradışı değil. Biraz ukala, azıcık umursamaz, ufaktan küstah ve yeni nesil selfie meraklısı gençler gibi hafiften narsist.

Benim kullandığım EDP olanıydı. Yakın zamanda EDT versiyonu da çıkmış. Kalıcılığı ve fark edilirliği muhteşem olmasa da yeterli. Sonbahar-kış parfümü Poison Girl. Günlük kullanıma ve spor kıyafetlere pek uyacağı izlenimi vermiyor. Akşam ve özel anların kokusu sanki. Kokusunun tasarımını tabii ki Dior’un baş parfömürü Francois Demachy yapmış. Son sözü bay Demachy’ye verelim: “Poison Girl diğer parfümlerden hemen ayırt edilebilen, ödün vermeyen imzanız gibidir.

Koku Güzelliği:10/6

21 Aralık 2017 Perşembe

Mona di Orio – Cuir (2010)

Kakule, absent, deri, yabani ardıç, reçine, opoponax ve kunduz yağı.

Yukarıdaki notalar, Mona di Orio’nun Cuir parfümünün resmi olarak açıklanan içerikleri. Mona di Orio’nun Les Nombres D’Or serisinin üyesi Cuir, ismindeki deri vurgusunu, ilan edilen notalarında da belirtmiş. Daha önce yine Les Nombres D’Or serisinin popüler iki üyesi Vanille ve Vetyver’i kullanmıştım. Şimdi sıra Cuir’e geldi anlaşılacağı üzere.

Cuir’in açılışı karanlık ve tozlu gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında bulunmasa da vetiver algılıyorum başlangıçta. Buradaki karanlık ve kuru vetiver oldukça alışılmamış denebilir. Orta bölümde parfümün depresif hali devam ediyor. Aynı karanlık ve tozlu yapı devam ediyor. Orta kısımda parfüme ismini veren deri ortaya çıkıyor. Buradaki deri oldukça soyut davranıyor ve deri ceketler gibi kokmuyor. Hafiften plastiğimsi mi desem ayakkabı boyası tarzında mı desem öyle bir deri var. Deriye bir parça tütsünün de eşlik ettiğini sanıyorum. Ve kapanışa geleyim. Oldukça zayıflayan alt notalarda büyük değişim yok. Yumuşak derinin yanında bir parça odunsular bulunuyor. Üst ve orta kısma nazaran daha sevilesi kapanışa sahip.

Cuir için karanlık mı demeliyim yoksa dumansı mı demeliyim karar veremedim. Sanırım ikisi de var. Buradaki dumansılık pipo tütünü gibi değil de deriden gelen dumansılığı çağrıştırıyor. Hatta hafiften kirli bile kokuyor deri ve doğallık hissiyatı vermiyor. Yapaylığın sınırlarında gezinen ve köksü vetiver-tütsüyle dans eden bir deriye sahip Cuir.

Muhtemelen Cuir’in kokusunun doğada pek karşılığı yok. Yani onu zihninizde neye benzeteceğinizi ve nasıl kelimeye dökeceğinizi bilemiyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim resmi olarak açıklanan notalarına bakıyorum. Deri dışında diğer notaları algıladığımı söyleyemem. Acaba Mona di Orio bizi ters köşeye mi yatırmak istiyor bu notaları açıklayarak. Çünkü kunduz yağının bulunduğu parfümlerin genellikle hayvansı yönü ağır basar ama Cuir hayvansı değil daha çok plastiğimsi. Ayrıca kakule veya başka bir baharat da dikkatimi çekmedi kompozisyonda. Sanki Cuir daha odunsu-vetiversi-tütsümsü deri vaat ediyor bize. Tabii her daim karanlık ve dumansı.

Cuir, içine kapanık, depresif bir parfüm. Bir şekilde derin ve gizemli olmayı başarıyor, diğer taraftan da doğal kokamıyor. Kullanması ve sevmesi zor bir esere benziyor. Peki Cuir’i sevdim mi sevmedim mi? Tabii papatya falı bakacak değilim bu sorunun cevabı için. Genel tarzının bana yakın olmadığını söyleyebilirim. Kokusu biraz, araba tamirhanelerine gittiğinizde oradan gelen motor parçalarının ve yağlarının kokusuna benzerken diğer yandan dumansı ve karanlık yanıyla farklı olduğunu haykırıyor. Herkese uymayacak, konforlu olmayan, tam anlamıyla deri parfümüne benzemeyen, oldukça tematik ve garip bir çalışma olmuş Cuir. Rahatsız edici derecede itici değil ama kullanmaktan da zevk alamıyorsunuz.

Çok uzatmayayım. Sonuç olarak Cuir, sıradışı, dumansı, koyu deri parfümü olarak sınıflandırılabilir. Tatlılık az. Bu anlamda günümüz koku trendlerine uzak ama çok da eski ve babanne kokusu gibi de değil. Günlük kullanıma uymayacak, belli bir yaş (30 üzeri) ve parfüm deneyimi isteyen, erkek kullanımına yakın (uniseks olarak piyasaya sürülmüş), olgun ve soğuk bir eser. Denemeden almanın riskli olacağını sanırım söylememe gerek yok.

Kokusunun tasarımını Mona di Orio yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği ortalama seviyede. Tam bir kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini daha iyi göstereceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

17 Aralık 2017 Pazar

Chanel – Pour Monsieur Concentree (1989)

1955 yılında Chanel’in ilk erkek parfümü olarak piyasaya sürülen Pour Monsieur’un kısa sürede büyük başarı sağlaması şaşırtıcı değildi. O müthiş turunçgilli şipre, 2017 yılında hala ulaşılması zor tahtında oturmakta. Bir dönemin nirengi noktası olarak kabul edilen Pour Monsieur’un üretimini Chanel neyseki hiç bitirmedi ve bizim gibi yeni sayılabilecek nesiller onu koklama şerefine nail oldu. Bu anlamda muhakkak ki şanslıyız.

Chanel’in, efsanevi klasiği Pour Monsieur’un zaman içinde yeni devam parfümleri çıkarmasını beklerdik fakat olmadı. Chanel’in bu tarihi parfüme saygısından dolayı mı hiç devam parfümü piyasaya sürmedi bilemiyorum. Ta ki 1989 yılına kadar. Pour Monsieur’un tek devam parfümü olarak kendisini gösteren Concentree, koku bağımlıları için önemini koruyor hala. Klasik Pour Monsieur’un küçük kardeşi olarak düşünülebilecek Concentree, Chanel’in internet sitesinden kaldırılmış. Büyük ihtimalle üretimi bitirilen Concentree, epeydir ilgimi çekiyordu. Ve tanıştık kendisiyle.

Pour Monsieur Concentree’nin açılışı eski limon ve aromatik otların eşliğinde gerçekleşiyor. Tozlu ve buruk eski limon kolonyalarına benzeyen Concentree, abisi Pour Monsieur’u oldukça andırıyor. Başlangıcını sevdim. Orta bölümde turunçgillere lavanta ve ekşi baharatlar ekleniyor. Kakule ve küçük hindistan cevizinin verdiği hissiyatı pek sevemedim. Orta bölüm bana yakın gelmedi. Kapanışta güzel sürprizler var. Yumuşak ve şekerli olmayan vanilyaya eşlik eden meşe yosunu alt notaları güzelleştiriyor. Son bölüm nefis.

Pour Monsieur Concentree, limonlu, kremsi, ekşi baharatlı meşe yosunu kokusuna benziyor. Abisi gibi eski-tozlu davranan Concentree, başlangıçta ferahken, orta bölümde hüzünlü baharat kokusuna dönüşüyor. Baharat derken keskin ve burnu yoran baharatlar aklınıza gelmesin. Kremsi ve turunçgillerle kombinlenmiş baharatlar adeta baharat gibi kokmuyor.

Klasik olan abisine başlarda benzeyen orta bölümde bir parça farklılaşan Concentree, aynı geri planı kullanıyor fakat küçük dokunuşlarla ondan ayrılıyor. Benzer hüzünlü hissiyatı veren iki parfümün arasında seçimim tabii ki 1955 çıkışlı Pour Monsieur olur. Concentree’de o eski-nostaljik havayı alıyorsunuz ama hep bir şeyler eksik gibi geliyor. Özellikle orta bölümünü bir türlü sevemediğim Concentree’yi hararetle öneremeyeceğim. Abisi varken küçük kardeşi pek ilgi çekici değil bence.

Sonuç olarak kesinlikle kötü ve kalitesiz değil Concentree. Günümüzün yeni nesil parfümlerine benzemeyen yapısıyla, orta yaşın üzerindeki erkekleri hedefliyor. Daha resmi ve takım elbise kokusuna benzeyen Concetree, günlük kullanıma uyacaktır.

Concentree, 1955 çıkışlı abisine benziyor ama bir parfüme daha yakın buldum. Eski Eau Sauvage’yi hatırlatan Concentree, onun kadar aromatik otsu ve ferah değil. Eau Sauvage’nin biraz daha baharatlı ve kremsi hali gibi düşünülebilir Concentree. Hatta kullanım döneminde bir parça Old Spice’ı anımsattı. Gördüğüm kadarıyla Pour Monsieur aromatik şipreye yakınken Concentree aromatik fujer tarzına yakın.

Ünlü burun Jacques Polge’nin elinden çıkmış Pour Monsieur Concentree. Kıyafet üzerindeki kalıcılığı fena değil ama fark edilirliği ne yazık ki kötü. Performans arayanların hoşuna gitmeyecektir. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2017 Çarşamba

Andree Putman – Tan d’Epices (2015)

“Andree Putman 1925 yılında Paris’te doğmuş, kendi tanımıyla “ilginç bir ailenin kızı”. Annesi piyanist, babası yedi dil bilen, mesleği olmayan bir entelektüel olarak Fransa’nın neredeyse soylu sayılabilecek, yüksek burjuva sınıfının geleneği içinde bir sülalenin “kara koyun”u olarak kabul ediliyor. Kendisinin ise bu ailenin içinde daha da ileri düzeyde bir kara koyun olduğunu söylüyor. Henüz 10 yaşındayken annesini evdeki yaldızlı mobilyaları ve şaşaalı resimleri atarak yerine, aile çevresinin hayret dolu tepkilerine neden olan, Art Deco mobilyalar ve soyut sanat eserleri almaya ikna eder.

1972 yılında Didier Grumbach ile birlikte “Créateur et Industriels” adlı mekânı kurarlar (Grumbach şimdi Haute Couture Federasyonu Başkanı). Bu grupta Issey Miyake, Jean Charles Castelbajac, Thierry Mugler gibi genç moda tasarımcıları tanıtılmaktadır. Böylelikle Putman, modern sanat, moda ve seri üretim arasında kurmayı arzu ettiği ilişkiyi de sağlayabilecektir.”

Açık Radyo’nun internet sitesindeki detaylı Andree Putman yazısı okunmaya değer. Yukarıda bu yazının bir bölümünü alıntıladım. O yazı anladığım kadarıyla Almanca bir yayından tercüme edilse de Andree Putman gibi önemli izler bırakarak bu dünyadan yakın zamanda ayrılmış bir başarı abidesi olarak saygıyı hakediyor. Özellikle iç mimari alanında ismini dünyaya duyurmuş bir tasarımcı olan Andree Putman, 2001 yılında ilk ve tek parfümü olan Preparation Parfumee’nin müthiş etki yaratmasına rağmen koku koleksiyonunu genişletmedi. 2013 yılında ölen Andree Putman’ın ardından kızı Olivia annesinin kişisel anılarını hatırlatacak bir parfüm serisi için Intertrade Group’un sahibi Celso Fidelli ile işbirliğine gitti. Andree Putman’ın ilk parfümünden on dört yıl sonra altı parfümlük yeni seri piyasaya sürüldü. Tan d’Epices, 2015 çıkışlı yeni serinin ilgi çeken parfümlerinden oldu. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında bilgi bulunmayan Tan d’Epices’in isminden dolayı baharat merkezli olacağını tahmin edebiliriz.

Tan d’Epices’in açılışı keskin ve tatlı baharatlarla gerçekleşiyor. Tarçın ve zencefilin baskın olduğu başlangıcı gayet modern, leziz, meyvemsi ve yüksek kaliteli. Üst notaları gayet güzel. Orta bölümde büyük değişim görünmüyor. Tatlı baharatlara orta kısımda sıcak reçineler ekleniyor. Orta bölümde güzel bir sürpriz olarak dumansı sayılabilecek tütsü mevcut. Tütsünün yanında sıcak reçineler epey etkili orta kısımda. Kapanışta odunsular dikkatimi çekiyor. Keskin baharatların geri çekildiği alt notalarda biraz vanilya ya da balsamik benzoin bulunuyor.

Tan d’Epices, ismindeki baharat temasının hakkını sonuna kadar veriyor. Oldukça sağlam ve dolgun baharatlar gayet net ve başarılı şekilde verilmiş. Güzel tarafı baharatların çok yerinde tatlılıkla ve meyvemsilikle verilmiş olması. Böylece hem burnu zorlamıyor baharatlar hem de leziz ve modern hissiyat veriyor. Sevdiğim tarzda kokusu var Tan d’Epices’in. Sanırım onunla tanıştığım için şanslıyım.

Tabii parfümün önemli ayaklarından birisi sıcak baharatlara eşlik eden sıcak reçineler. Zaman zaman ağaçsı hissiyat veren bu reçinemsilik gayet dengeli verilmiş. Kimi niş parfümlerde abartılı verilen reçineler genellikle baş ağrısı yapıyor. Buradaki reçineleri beğendim. Geri plandaki odunsuluk ve vanilyamsılık fena değil.

Bence parfümün en ilginç tarafı dumansı tütsü-tütün benzeri yapı. Kimi zaman meyveli pipo tütünlerine kimi zaman dumansı sandal ağacı tütsülerine benzeyen orta notalar hem yüksek kaliteli hem de koklaması keyifli. Bu anlamda iyi iş çıkarılmış.

Tan d’Epices’taki Serge Lutensvari meyvemsilik ve baharat kullanımını beğendim. Bir parça Fille en Aiguilles tarzını anımsatıyor. Tabii Lutens’in eseri daha üst düzey denebilir. Kullandıkça bir parfüme daha çok benzettim Tan d’Epices’i. Ve sonunda aklıma geldi. Geçtiğimiz haftalarda kullandığım Rundholz’un 03. Apr. 1968 isimli parfümüne benzettim. İkisinde de meyvemsi baharatlar, reçineler ve tütsü var. Umarım yanılmıyorumdur.

Tan d’Epices bu haliyle çok soğuk günlerde kullanılabilecek sıcacık baharatlı reçineli bir eser. Dumansı tütsünün apayrı hava kattığı Tan d’Epices’i sevdim. Her ne kadar tekdüze koksa da ve büyük değişim göstermeden devam etse de bu tarzı seviyorsanız deneme listenize almanızı öneririm.

EDP formundaki Tan d’Epices’in performansı yeterli. Farkedilirliği yüksek olmasa da kalıcılığı iyi. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş ama erkek kullanımına daha yakın sanki.

Koku Güzelliği:10/7

9 Aralık 2017 Cumartesi

Bulgari – Man in Black (2014)

Ne yalan söyleyeyim Man in Black ismini ilk gördüğümde aklıma başrollerinde Tommy Lee Jones ve Will Smith’in olduğu film aklıma geldi. O absürd ve kötü Will Smith filminin müziğiyse uzun zaman radyolarda yankılanmıştı. Bugün hala nerede Man in Black tabirini görsem aklıma o film geliyor. Artık aklımda nasıl bir yer edindiyse…

Bulgari’nin 2014 çıkışlı erkek parfümünün isminin Man in Black olduğunu farkettiğimde yine Will Smith aklıma geldi. Oysa Man in Black parfümü, o filmden ilhamını almadı bildiğimiz kadarıyla. Aralarında sadece isim benzerliği var. Bulgari’nin 2010 yılında piyasaya sürdüğü erkek parfümü Bulgari Man’ın devamı olarak düşünülebilir Man in Black. Bu arada Bulgarinin “Man” serisi 2017 yılı itibariyle dokuz parfüme ulaşmış durumda. Artık farklı konseptte yeni parfümlere yönelseler daha iyi olacak belki de.

Kendi sitelerinde Man in Black şöyle tanımlanmış: “Şehvetli, neo-Oryantal bir EDP’dir. Bu cesur karizmatik parfüm, yeni bir erkeklik ifadesi dile getiriyor. Baştan çıkarıcı erkeklere ithaf edilmiştir. Koku ailesi olarak oryantal-amber-çiçeksidir.” Bu neo-Oryantal’in nasıl bir akım olduğunu merak ettim. Bakalım Man in Black bu iddialı tanıtımının hakkını verebilecek mi?

Man in Black’in açılışı pudralı-şekerli baharatlarla gerçekleşiyor. Tonka fasulyesinin verdiği abartılı tatlılığa eşlik eden biber, kakule ve diğer baharatları ne yazık ki sevemedim. Orta bölümde o garip ve bıktırıcı pudralı hissiyat devam ediyor. Orta notalarda iris çiçeği devreye giriyor. Bu andan itibaren pudralı odunsular da hissediliyor. Orta notalar da pek bana göre değil. Kapanışı nispeten en başarılı yeri. Bir parça tütüne eşlik eden leziz meyveler ve azıcık vanilya alt notaları güzelleştiriyor.

Man in Black, 2000’li yıllarda başlanan bol tatlı, baharatlı, hafiften karanlık, azıcık tütün barındıran piyasaya işi popüler parfümlerin tipik örneği. Farklı yanı olmayan ve rakiplerini taklit eden Man in Black, koku anlamında da en sevmediğim haliyle vermiş pudrayı. O sinir bozucu pudramsılığı ne baharatlar geri plana atabiliyor ne de içki-meyve-tütün notaları.

Man in Black, dumansı olmayan şekerli tütün, lezzetli baharatlar, tatlı meyveler, egzotik olmayan amber ve iyi sayılabilecek vanilya üzerine kurgulanmış. Parfümdeki tatlılık baştan sona kadar devam ederken, üst-orta notalarda pudramsı tonka fasulyesi tarafından sağlanan tatlılığı, alt notalarda vanilya veriyor sanki.

Man in Black şu parfümlere epey benziyor: Spicebomb, CK One Shock. Şu parfümleriyse andırıyor: Valentino Uomo, La Nuit de L’Homme, Midnight in Paris. Şu parfümlereyse pek benzemiyor: Dior Homme, Dior Homme Intense, Gucci Pour Homme II.

Yukarıda listelediğim parfümlerden en çok Spicebomb’a benziyor Man in Black. Özellikle başlangıcı Spicebomb’ın kopyası. Bulgari gibi saygıdeğer bir marka neden kendisinden iki yıl önce piyasaya sürülmüş rakibini kopyalar, anlamak zor. Oysa Bulgari iyi-kötü parfüm geleneği olan bir marka. Çok daha farklı ve iyi bir parfüm yapmak için neden uğraşmamış da Spicebomb gibi vasat bir arkadaşı taklit etmekle yetinmiş? Bir Bulgari yöneticisi bulsak da sorsak keşke.

EDP formunda Man in Black. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ilk yarım saat iyi, sonrasında tene yaklaşıyor. Tam bir kış parfümü. 15-25 yaş arası erkekleri hedefleyebilir. Günlük kullanıma uyabilecek yapısı sayesinde her yerde rahatlıkla giyilebilir. Genellikle olumsuz yorum almayacağınızı düşünüyorum, benim dışımda.

Koku Güzelliği:10/5

5 Aralık 2017 Salı

LM Parfums – Army of Lovers (2014)

1990’lı yılların başlarında soğuk savaş zamanları… Dünyanın, Amerika önderliğindeki Batı bloğu ile Sovyet Rusya’nın arasında sıkışıp kaldığı garip zamanlar… 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla soğuk savaş sona erdi ermesine de o dönemin izleri özellikle Avrupa kıtasında uzun sürdü. İlginç bir raslantı olarak Avrupa kıtasında, 1991 yılında absürd mü absürd bir klibe sahip şarkı pop müzik dünyasını sallamaya başladı. 1987 yılında kurulan İsveçli bir müzik grubunun bu kadar popüler olması o dönem için şaşılacak şeydi belki de.

Obsession isimli şarkıdan bahsediyorum. Klibi tuhaf göndermelere sahip Obsession şarkısı, kimileri için karizmatik kabul edilen Alexander Bard’ın temellerini attığı Army of Lovers grubunun en bilinen eseri olarak zihinlerimize kazındı. Avrupa’nın küçük ve soğuk ülkesi İsveç’in çıkardığı en sıradışı müzik grubu diyebileceğimiz Army of Lovers, 2014 yılında Fransa merkezli niş parfümevi LM Parfums’e ilham verdi.

Markanın internet sitesinde bu esinleme için şöyle denmiş: “90’lı yılların yağmurlu bir gecesinde, pikaba plak koyarım ve sihir başlar. O gece havadaki tehlikeli derecede tuhaf ve öfkeyle göz kamaştıran hisler kalbime dokundu. O zamandan beri, Army of Lovers’ı dinlemeden bir günüm geçmiyor. Bu ismi, en sevdiğim parfümlerden biri için seçtim. Doğru anı ve mükemmel karışımı bekledim. Bugün ona sahibim.”

Muhtemelen LM Parfums’un kurucusu Laurent Mazzone’ye ait bu sözler, resmi tanıtım olarak yerini almış sitelerinde. Army of Lovers’ı barok bir parfüme benzetmişler ve misk servi temasına sahip olduğunu belirtmişler. Sitelerinde kişniş, meşe yosunu ve paçulinin güçlü şekilde temsil edildiğinden bahsedilmiş. Bakalım ilginç isimli ve ilhamlı Army of Lovers nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı çok güçlü, yoğun, karanlık ve hayvansı gül-öd birlikteliğiyle gerçekleşiyor. Üst notalardaki derin ve kaliteli gül kendisine hayran bırakacak kadar güzel. Başlangıcı hayvansılık dışında nefis. Orta bölümde gülün hakimiyeti devam ediyor. Burada o karanlık ve gotik gül yerine daha ferahlamış ve misk-baharat eklenmiş gülle karşı karşıyayız. Açılıştaki o derinliğin ve çarpıcılığın pek kalmadığı orta bölüm, kuru baharatlı (muhtemelen kişniş) gül sularını andırıyor. Kapanış bölümünde radikal sayılabilecek değişim var. Bu ana kadar parfümün yıldızı gül artık yok denecek kadar geriye çekiliyor. Alt notalarda oldukça kuru ve tozlu sayılabilecek paçuli ve ona eşlik eden eski dost meşe yosunu var. Kapanıştaki paçuli koyu ve köksü değil. Meşe yosunu ise beklediğim kadar başarılı verilmemiş. Bence asıl sorun paçuli ve meşe yosunu gibi iki alakasız notanın birleştirilmeye çalışılması.

Army of Lovers, üst-orta kısımda sıcak, hayvansı gül ve baharat-misk ekseninde ilerlerken sonlarda paçuli-meşe yosunu rotasına dönüyor. Orta bölümden itibaren karanlık örtüsünü üzerinden atan bir rahibe gibi Army of Lovers. Hala münzevi ama daha dünyevi ve insancıl. Şimdi bu parfümü misk servi (ne demekse) olarak sınıflandıran ve barok olduğunu iddia eden LM Parfums’un değerli pazarlamacılarıyla aynı düşünmüyorum. Army of Lovers’ın açılışı barok olmaktan ziyade gotiğe yakın, insanı ezen, karanlık ve uhrevi. Her ne kadar parfümleri gotik-barok gibi mimari tanımlarla anlatmak doğru olmasa da bu terimlerin cazibesine kapılıveriyoruz ister istemez.

Army of Lovers’ı gül-paçuli-baharat-misk kokusu olarak düşünebiliriz. Gül ve paçuli denince Tom Ford’un bombası Noir de Noir aklınıza gelebilir. Army of Lovers’ın başlangıcı azıcık da olsa Noir de Noir’i çağrıştırıyor. Orta bölümden itibaren daha Tauer’in gül parfümlerine benziyor Army of Lovers fakat en çok Montale’nin ünlü parfümü Black Aoud’u andırıyor.

Sonuç olarak Army of Lovers, derin ve güçlü bir gül parfümü. Kıpkırmızı bir gülü kokladığınızda ya da cenazelerde elinize dökülen gül sularını andırıyor. Kalite anlamında sorunsuz ama başlangıcı dışında çok çarpıcı değil. Army of Lovers’ın tatlılık oranı başlarda yüksekken sonlara doğru iyice azalıyor. Günümüzün koku trendlerini pek takmadığını söyleyebilirim. Herkesin sevebileceği gibi değil. Almadan önce mutlaka denemenizi öneririm. Sonbahar-kış kullanımına uygun. Hatta buz gibi ve karlı havaların kokusu Army of Lovers.

Extrait de Parfum formunda Army of Lovers. Markanın Silver Label serisine ait. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği yüksek. Çok fazla uygularsanız boğucu olabiliyor. Performans anlamında sınıfı geçiyor ama koku tarzı olarak pek bana hitap etmiyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

1 Aralık 2017 Cuma

Avon – Little Black Dress (2001)

Şu ismin güzelliğine bakar mısınız? Parfümlerde genellikle isimlere ve şişe tasarımlarına takılmam çünkü bunlar pazarlamaya yönelik hamlelerdir fakat Avon’un Little Black Dress’i, ismiyle diğer Avon parfümlerinden önce onu denemem için beni teşvik etti. Evet, her zaman ultra lüks markaları ya da havalı moda tasarımcılarının parfümlerini denemeyelim ve bu sefer Avon’a yer verelim Parfüm Merakı’nda.

Her ne kadar parfüm dünyasını temsil eden ve sürükleyen büyük markalar ve onların şöhretli aynı zamanda pahalı parfümleriyse de uygun fiyatlı koku pazarı giderek büyüyor ve ilgi çekiyor. Üst düzey modacıların ya da niş markaların yüksek fiyatlı parfümlerine yatırım yapmak istemeyen yüz milyonlarca insan var ve bu aşamada uygun fiyatlı parfüm sektörüne gözler çevriliyor. Avon, doğrudan satış stratejisiyle daha ulaşılabilir kaliteli koku ihtiyacını gidermeye çalışıyor. Bu anlamda dünya çapında işlerini iyi yapıyorlar. Tabii zorlu rakipleri de var bu alanda.

Ulaşabildiğim ölçüde uygun fiyatlı parfümlere de yer vermeyi düşündüğüm Parfüm Merakı’nda şu günlerde Avon’a şans vermek istedim. Little Black Dress, Avon’un 2017 yılının sonlarını yaşadığımız şu günlerde üretimi devam eden kokulardan birisi. Kendi sitelerinde “oryantal çiçeksi, klasik, ince zevkli, gösterişli” olarak tanımlanan Little Black Dress’in açılışı kadınsı çiçeklerle gerçekleşiyor. Yumuşak ve tatlı yaseminle hanımelinin birleşimi fena değil. Orta bölümde çiçeklere bir parça meyveler ekleniyor. Açıklanan notalarında erik var ki muhtemelen ondan geliyor meyvemsilik. Orta notalardaki çiçeksi-meyvemsi yapı tam bir genç hanımefendi kokusuna benziyor. Ve parfümün en sevdiğim yeri alt notalara geleyim. Çiçeklere eklenen kremsi vanilya kapanışı enfes hale getiriyor. Kimi yorumcuların No.5 benzetmesi muhtemelen son bölüm düşünülerek söyleniyor. Kapanışı en beğendiğim yeri oluyor.

Little Black Dress gayet mütevazi bir çiçeksi. Modern kokuyor ve tatlılık baştan sona kadar hissediliyor. Çiçekler, bir parça meyveler ve kremsi vanilyadan oluşuyor. Başka da bir şey algılayamadım. Çiçek olarak gül, hanımeli ve yaseminin öne çıktığını sanıyorum. Açıklanan üst notalarında limon yağı var ama bence bulunmuyor limon. Erik-kayısı-şeftali benzeri meyveler karanlık değil, canlı. Kremsi vanilyalı bölüm şaşırtıcı derecede kaliteli ve sevilesi. Ya da ben bu tür kokuları seviyorum ondan başarılı geldi bana.

Little Black Dress ortalama elli lira civarında satılan bir EDP. Bu fiyata bu kaliteyi şaşırarak kokladım. Koku güzelliği anlamında vasatın biraz üstünde, performans olaraksa sınıfta kalıyor. Genel olarak oldukça beğenilen bir kadın parfümü olduğu anlaşılıyor yorumlardan. Bence de sevilmesi gayet normal. Birincisi gayet net ve hedefe yönelik kokuyor. 18-30 yaş arasındaki hanımefendiler için ağır olmayan ama aynı zamanda ciddi anlamda kadınsı bir arkadaş. Cazibeli feminenliği tabii ki çiçekler veriyor. Benim için üst ve orta kısmı fazlaca çiçeksi olsa da bir kadın için gayet uygun. İkinci olarak yapaylık veya uyumsuzluk yok gibi. Burun tırmalamıyor, baş ağrıtmıyor, gıcık gıcık kokmuyor. Ha başlangıcı ve orta kısmı zaman zaman kadın deodorantlarına benzese de bence bu fiyata alınabilecek iyi bir seçenek.

Tabii harikalar beklemeyin Little Black Dress’ten. Çok zengin ve derin kokmuyor. Süper yaratıcı değil, onlarca kadın parfümünü andırıyor. Fark edilirliği zayıf ve kalıcılığı bir EDP için yetersiz. Yine de bir parfüme yüksek bedeller ödemek istemeyen ve kadınsı çiçeklerden oluşan koku formuna meraklı yeni başlayan bir parfümsever hanımefendi için fena seçenek değil. Tabii her zaman söylediğim gibi hiç bir parfümü denemeden almayın.

Kokusunun tasarımını Barbara Zoebelein yapmış. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor.

Koku Güzelliği:10/6

27 Kasım 2017 Pazartesi

Divine – L’Homme Sage (2005)

Yvon Mouchel’in 1986 yılında Fransa’nın Dinard şehrinde temellerini attığı Divine isimli niş parfümevi, hala bağımsız olmayı sürdürüyor. Ana işkolu olarak parfümeriyi seçmiş kendisine bay Mouchel. Onun parfümlere olan tutkusu Divine markasının devamlılığını sağlamış. İlk parfümleri 1986 yılında Divine ismiyle kadınlar için piyasaya sürülmüş. Divine’den sonra bir süre ara verdiği parfüm üretimine 2000’li yıllarda hız vermiş durumda Yvon Mouchel. 2017 yılı Kasım ayı itibariyle on iki kokuluk koleksiyona sahipler.

Markanın 1986 çıkışlı ilk parfümü Divine ile birlikte en popüler eseri kuşkusuz ki L’Homme Sage. Özellikle yurtdışı merkezli platformlarda epey seveni olan ve çokça konuşulan erkek parfümü L’Homme Sage sık sık karşıma çıkıyordu fakat tanışmak bir türlü nasip olmamıştı. 2005 yılı çıkışlı L’Homme Sage’yi bir süredir kullanıyorum ve bakalım bu küçük sayılabilecek niş parfümevinin en popüler kokusu bende nasıl izlenim bırakacak.

Parfümün açılışında ne turunçgiller ne de çiçekler var. Üst notalarda kuru ama aynı zamanda tatlı-modern baharatlarla karşılaşıyorum. Yumuşak ve rahatsız edici olmayan baharatlar yüksek kaliteli. Açıklanan üst notalarında kakule, safran, mandalina ve liçi isimli tropikal meyve var. Başlangıçta mandalina değil de liçi olabilir. İlk izlenimim liçi ve kakule olduğu yönünde. Başlangıcını sevdim. Orta bölüme geçildiğinde koku karakteri oldukça değişiyor. Artık meyveler ve tatlı baharatlar geride kalırken ortaya pudramsı odunsular ve plastiğimsi deri çıkıyor. Her ne kadar açıklanan notalarında deri olmasa da bence var. Kimi yorumcuların bahsettiği pudralı odunsuları da algılayabiliyorsunuz. Orta bölüm oldukça farklı ve herkesin sevebileceği gibi değil. Yapaylık sınırında dolaşan orta kısım için eh işte diyebilirim. Son bölümde yine değişim var. Kapanışta az da olsa meşe yosunu ekleniyor. Kuru odunsular alt notalarda da etkili. Son bölümü sevdim.

L’Homme Sage, sıcak baharatlı yumuşak odunsulara sahip. Resmi tanıtımındaki erkeksilik vurgusu da üstüne eklenince epey bir maskülen koku formuyla karşılaşacağımı düşündüm. Açıkçası öyle bir yönüne rastlamadım. Evet, kadınsı nüanslar taşımasa da 1980’li yılların sert erkeksi parfümleri havası asla yok L’Homme Sage’de. Günümüze yakın ve modern kokuyor ama yeni nesil bol şekerli vanilya bombalarına da benzemiyor.

Divine’nin küçük bir niş parfümevi olduğunu ve bağımsızlığını korumaya çalıştığını biliyoruz. Yüksek sayılabilecek fiyatlara satılan Divine’nin parfümlerinin belli bir kalitenin üstünde olması gerektiğini varsayabiliriz. L’Homme Sage bana o kadar da çarpıcı ve sıradışı gelmedi. Benim için ortalama bir arkadaşa benziyor. Tabii açılışını oldukça sevdiğimi hatta parfümün en beğendiğim yeri olduğunu söylemeliyim. Orta kısımdan itibaren o tuhaf plastiğimsi-pudramsı deri-odunsu yönünü kendime yakın bulamadım. Kötü koktuğunu söylemek haksızlık olur ama sanırım pek bana göre değil.

EDP formundaki L’Homme Sage’nin performansı çok iyi değil. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği ortalamanın altında. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Kokusuna Yann Vasnier ve Richard Ibanez imza atmış. Divine için başka parfümler de tasarlayan Yann Vasnier bir söyleşisinde şunları söylemiş:

“Çocukken sanırım on yaş civarındaydım. Her gün plaja giderdim. Plajdan sonra Saint Malo ve Dinard’daki Divine’nin parfüm butiklerine uğrardım. Tabii Annick Goutal ve Serge Lutens’i de unutmamak gerekir. İlerleyen yıllarda, bir gün kaderin cilvesi olarak Divine parfümevinin kurucusu Yvon Mouchel’le tanıştım. Onun için altıdan fazla parfüm meydana getirdim.”

Koku Güzelliği:10/6

23 Kasım 2017 Perşembe

Bulgari – Goldea (2015)

“Goldea, parfüm ve mücevherat ustası Bulgari’nin hayallerinden süzülen, dünya tarihi ve onun hazineleriyle beslenmiş istisnai kokuların dünyasına seyahat davetiyesidir. Goldea, evrensel bir metafor olmasına rağmen yakın Altın Çağı her açıdan tekrar gözden geçirmiştir ve bize şu hikayeyi anlatır:

Bulgari, simyacı-kuyumcunun çalıştığı sarı altını 130 yılı aşkın süredir her formda kullanarak yüceltmiş, klasik miras ve modernliği birleştirerek tutkulu bir sonuç doğurmuştur. Bulgari, sembolik kadınları sever. Parfümlerinde ve mücevherlerinde kadınlara değerli hikayeler anlatmak için onların en derin varoluşunu araştırmaktan asla vazgeçmemiştir.

Tanrıçaların ve  divaların her zaman altına ve yılana karşı tutkulu ilişkilerinin yanı sıra, bir diğer tılsım ise Bulgari’nin şiirsel madenleri, taşları ve kokularıdır. Bu ilahi Den -Latince Tanrıça demek-  gücünü sonsuz güzelliğinden ve sembolik çekiciliğinden alır. Bulgari stilinin manifestosu Goldea, çığır açan çiçeksi-oryantal kokuların güneşin ısıttığı cildin kadifemsi kucaklaması, ışığı yakalaması ve yansıtması hisleriyle meydana gelir. Kokusu, aynı kıymetli taşlar gibi titizlikle işlenmiştir. Goldea, aynı zamanda 2000 yıldan fazla süredir sinema, edebiyat ve tarihteki duygusallığın, altının ve ışığın yegane sembolüne, Kleopatra’ya hürmettir.”

Bulgari’nin 2015 çıkışlı kadın parfümü Goldea’nın bu tanıtım cümleleri bize parfümün altından esinlendiğini düşündürtüyor. Zaten sarı şişesi ve kutusuyla altını çağrıştırıyor Goldea. Tabii ismindeki altın göndermesini göz ardı etmek mümkün değil. Bakalım epeydir dolabımda duran Goldea, bende nasıl izlenim bırakacak.

Goldea’nın açılışı ferah sayılamayacak tatlı turunçgillerle ve meyvemsilikle gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarındaki portakal çiçeği, bergamot ve ahududuyu algılamak mümkün. Gerçi bergamotun daha geri planda olduğunu düşünüyorum. Çiçeksi-meyveli sayılabilecek açılışı sıradan. Orta bölümde çiçeklerin etkisi artıyor. Orta notalarında ylang ylang ve yasemin var Goldea’nın. Yaseminin özgün, kendinden emin beyaz çiçeksi kokusu ve ylang ylangın kremsi tropikal yönü başarılı şekilde birleştirilmiş. Orta bölümde paçuli güzel bir sürprizle çiçeklere katılıyor. Buradaki çiçekleri kendime akın bulmasam da çikolatamsı paçuliyi sevdim. Alt notalarda tatlı paçuliye vanilya da eşlik ediyor. Tozlu sayılabilecek miskin de partiye katıldığını düşünüyorum. Kapanışta kremsi yumuşak paçuli ve vanilya gösterişsiz ama sıcak bir nokta koyuyor.  Son bölümü sevdim.

Goldea, meyveli-çiçeksi paçuli parfümüne benziyor tenimde. Aslına bakılırsa orta bölümden itibaren yaseminin önderliğindeki çiçekler bariz şekilde onun tarzını yansıtıyor. Meyveler (ahududu) üçüncü plana geçiyor ve bu durumu kabul ediyor. Tatlı ve modern paçuli bence parfümün önemli oyuncularından birisi. Zaman zaman çikolatamsı hissiyat veren paçuli, parfümün en sevdiğim teması oluyor.

Goldea’nın buruk ve itici açılışını takip eden cazibeli orta bölümü kadınsı mesajlar veriyor. Paçulinin devreye girdiği bölümdeyse neredeyse uniseks kullanıma göz kırpıyor. Oldukça soğuk günlerde ve dışarıda dolanırken kullandığım Goldea, tabii ki feminen yanını öne çıkarıyor. Onun yeni nesil şekerli gül kokan ve iç bayan kadın parfümlerinden kendisini ayırmasını sevdim. Evet, sıradışı değil belki ama yine de günlük kullanım için uygun.

Belki yanılıyorum ama az da olsa Thierry Mugler’in Angel’ına (kadın versiyonu) benzettim Goldea’yı. Tabii Angel kadar karanlık ve koyu değil Goldea. Ayrıca Goldea oldukça çiçeksi Angel’a göre. Başlangıcında da hafiften Black Orchid esinlenmesi var gibi. Kimi yorumcular Goldea’yı gourmand olarak sınıflandırmış ki haksız sayılmazlar. Oldukça tatlı kokusu kimi zaman vanilyamsı kimi zaman çikolatamsı kimi zaman da tonka fasulyesini andırıyor. Bu anlamda ona gourmand demek yanlış olmaz.

Anladığım kadarıyla Bulgari, piyasadaki yeni nesil bol tatlı meyveli-çiçeksi-şekerli rakiplerine Goldea ile cevap vermek istiyor. Lancome – La Vie Est Belle, Prada – Candy, Tom Ford – Black Orchid, Chanel – Coco Mademoiselle gibi güçlü rakiplere sahip Goldea’nın işi zor görünüyor. Kokusuna aşık olmadım ama birçok yeni ve burun tırmalayan yapaylıktaki kadın parfümünden bir parça daha başarılı buldum. Yine de almadan önce muhakkak deneyin.

EDP formundaki yapısı ne yazık ki performans anlamında harikalar yaratamıyor. Kalıcılığı yeterli fakat ilk patlama dışında fark edilirliği yüksek değil. Sonbahar-kış mevsimine yakışacağını düşünüyorum.

Kokusunun tasarımını ünlü isim Alberto Morillas yapmış. Bay Morillas eseri Goldea için şunları söylemiş: ” Goldea’nın lüks modernliği, İtalyan ve Fransız parfümlerinin değerleri ve şifreleriyle oynar. Bulgari için yarattığım parfümler değerli taşların birlikteliğiyle bezenen önemli mücevherler gibidir. Goldea’da, bir kuyumcunun altını yonttuğu gibi çalıştım. Bu parfüm, Bulgari mücevherlerinin gösterişli hacmini hatırlatır. Goldea’da kullandığım özel miskler ne demodedir ne de baroktur. Eğer Goldea bir nesne olsaydı, Brancusi tarafından yapılmış altın bir heykel olurdu. Goldea aynı zamanda altının sembolize ettiği sonsuzluk ve zenginliği somutlaştırır ve bu hipnotik büyü, Antik Mısır’dan İspanya’ya insan ve tanrılar arasındaki tarihte seyahat eder.”

Koku Güzelliği:10/6

19 Kasım 2017 Pazar

Nishane – Zenne (2017)

Türkiye merkezli niş parfümevi Nishane’nin 2017 yılında piyasaya sürdüğü üç yeni parfüm aslına bakılırsa üçlemenin üyeleri. Nishane, geleneksel Türk gölge oyunu olan Hacıvat-Karagöz’den ilham alarak üç parfüme imza attı. Hacivat, Karagoz ve Zenne isimli bu üç parfümden Hacivat’ı kullanmış ve beğenmiştim. Nishane’nin gölge oyunu serisine devam edelim madem. Şimdi sıra Zenne’de.

Muhtemelen şişesinin rengi ve ismi yüzünden en ilgimi çeken parfüm olmuştu bu seride Zenne. Eski dilde kadın anlamına gelen Zenne anladığım kadarıyla farklı anlamlara da geliyor. Kadın kılığına giren erkek dansçıya da Zenne deniyor, gölge oyunundaki bütün kadın figürlerine de zenne de deniyormuş.

Zenne’nin açılışı farklı bir meyvemsilikle gerçekleşiyor. Tatlı ve leziz meyveler üst notaları tamamen kaplıyor. Bir parça turunçgiller ve üzüm benzeri meyveler var sanki üst notalarda. Orta kısımda üzümü andıran meyveler daha da ağırlığını arttırıyor. Bu meyveler koyu ve neredeyse karanlık denebilir. Orta bölümde bir parça da çiçeksilik var fakat ağırlık tatlı meyvelerde. Son bölümde vanilyanın devreye girdiğini düşünüyorum. Kapanıştaki vanilya harika olmasa da gayet kabul edilebilir tarzda.

Zenne, bence meyveli-çiçeksi-ambersi vanilya tarafına yakın. Çiçeklerden ziyade meyvemsilik ön planda. Modern ve leziz meyvelerden en öne çıkanı siyah üzüm sanki. Evet, Zenne’nin büyük bölümünü siyah üzüm oluşturuyor bana göre. Üzüme eşlik eden, abartılı şekilde kadınsı olmayan çiçekler ve yüksek kaliteli amber parfümün omurgasını meydana getiriyor. Ayarında tatlılık her daim parfümün üzerinde dolaşıyor.

Zenne, büyük değişim göstermeyen, yarı karanlık, kalite hissiyatı iyi, benzeri pek olmayan, koku trendlerine uymayan bir arkadaş. Belki yanlış algılıyorum ama Zenne’yi üzüm suyuna benzetiyorum. Hani marketlerde satılan üzüm suları vardır. Garip şekilde aklıma üzüm sularını getirdi Zenne. Şunu da söylemeliyim ki kullanması ve sevmesi kolay bir parfüm. Gündüz-gece, her ortama uyabilecek tarzıyla Zenne fena seçenek değil.

Karşımızda yüksek sayılabilecek fiyatlara satılan bir niş parfüm var. Bu açıdan bakıldığında çarpıcı, katmanlı, baş döndüren yapısının olmadığını söylemeliyim. Tek düze ilerlediğini ve büyük vaatler sunmadığını düşünüyorum Zenne’nin. Evet, iyi, hoş koku ama o fiyat etiketini hak ediyor mu şüpheliyim. Eğer meyveli parfümleri seviyorsanız listenize alabilirsiniz.

Zenne, Extrait formunda. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama seviyede. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Bence iyi bir denge kurmuşlar. Hem erkekler hem de kadınlar rahatlıkla kullanabilir. Sonbahar-kış dönemine daha çok uyacağını sanıyorum. Kokusunun tasarımını Jorge Lee yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

15 Kasım 2017 Çarşamba

Comme des Garçons – Kyoto (2002)

Başkentlerin başkenti denilen Japonya’nın en ilginç şehri Kyoto’dan bahsedelim bugün. Japonya’nın başkenti Tokyo’dan bile daha popüler olan Kyoto’nun nüfusunun yaklaşık 1,5 milyon olduğu biliniyor. Japon imparatorluğunun bin yıl kadar başkenti olan Kyoto, tapınaklar şehri olarak da adlandırılıyor. İki binden fazla Budist ve Şinto tapınağı bulunuyor Kyoto’da. Bu özelliği onun ruhani tarafını da öne çıkarıyor.

Bunun içindir ki sanat dünyasının ilgisini çeken bir şehir Kyoto. Sadece Kyoto’yu merkeze alan sinema filmleri değil, 2002 yılında piyasaya sürülen bir parfüm de hafızalardan silinmiyor. Az buz değil on beş yıl önce Comme des Garçons’un piyasaya sürdüğü Kyoto parfümü, kokuseverlerin kalbindeki özel yerini hala koruyor bana göre. Comme des Garçons’un efsane parfüm serisi Incense’nin en popüler iki eserinden birisiydi Kyoto. Diğeri tabii ki Avignon’du.

Beş parfümden oluşan Incense serisinin her biri, farklı dinlerden esinlenerek meydana getirilmiş. Kyoto parfümü Budizm ve Şintoizm’den ilhamını almış. Açıklanan notalarında tütsü, ardıç yağı, kahve, tik ağacı, ölmez otu gibi oldukça farklı kokular bir arada verilmiş. Bakalım ortaya nasıl bir parfüm çıkmış.

Kyoto’nun açılışı yeşil ağaçsı yapıyla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarındaki ardıç yağı belki de ilk saniyelerdeki kokunun kaynağı. Hafiften çamsı-reçinemsi hissiyat veren başlangıcı sakin ve yüksek kaliteli. Orta bölümde ağaçsı hissiyat devam ediyor. Burada abartılı olmayan dumansılıkla birlikte tütsü devreye giriyor. Orta bölümün ve son kısmın ana oyuncusu tütsü. Buradaki tütsü fazlaca dumansı olmaktan ziyade yeşil, temiz ve ağaçsı. Kapanışta hala yeşil tütsü etkili. Alt notalarda ilaveten sedir ya da tik ağacını andıran odunsuluk hissediliyor. İşte size Kyoto.

Oldukça kuru, karanlık denemeyecek, tatlılığın pek hissedilmediği, dingin, fazlaca basit, katmanlı sayılamayacak ama koklamaya doyulamayacak kadar da derin yapısı var. Yeşil çam ormanının içinde yakılmış ve sönmüş tütsü çubuklarını anımsatan Kyoto, üst ve orta bölümde ferah reçinemsi yanını göstermekten çekinmiyor. Bu haliyle Nepal’in bir dağ köyündeki çam ağaçları arasındaki Budist tapınağını anımsatıyor size. Oradaki yaşlı ve bilge rahibin her sabah ayin başlamadan önce etrafın güzel kokması için yaktığı tütsü muhtemelen Kyoto gibi kokacaktır.

Bu parfümün neden ilgi gördüğünü anlamak zor değil. İlk olarak çok kaliteli, tertemiz, kullanımı kolay ve uyumsuzluk yok. İkinci olarak böylesine ruhani bir tütsü kullanımına dünyanın kuzey ve batısında yaşayan halklar alışık olmayabilir. Bu deneyim onların koku hafızalarıyla bağdaşmayabilir. Doğu ile batı arasındaki bir ülkede doğup büyümüş bendeniz bile etkilendi Kyoto’dan. Etrafa yaydığı dünya-dışı havanın yanında, karakteri olan farklı bir çalışma. Barışçıl ve bilge kokusu tam da dünyanın şu an için ihtiyacı olan sağduyuyu işaret ediyor belki de.

Kyoto, bol bol sıkınayım, kızlar kokuma bayılsın ya da erkekler beni fena çekici bulsun tarzı bir eser değil. Koku trendlerinden uzak ayrı bir gezegende yaşayan yalnız bir keşiş Kyoto. AVM tikilerinin, emocanların, kıroyum ama para bende’cilerin, ağzını yaya yaya garip bir Türkçeyle konuşan beyaz Türklerin ya da aklı-fikri para-rant-ihale üçlüsünde olan siyasal islamcıların parfümü değil Kyoto. Onun spritüel derinliğine ve meditatif yönüne saygı duymayanlarla buluşmaması daha iyi. Onun içindir ki günlük kullanıma uymayacak, yoga yaparken sizi sarıp sarmalayacak, hayatın anlamsızlığındaki anlamı ararken size eşlik edebilecek, sessiz, sakin, derin, biraz utangaç, münzevi, antik bir tapınak kokusu Kyoto.

Açıklanan notalarında kahve var. Bazı yorumcular da kahveden bahsetmiş. Kullanım döneminde yoğun kahveye rastlamadım. Özellikle defalarca kontrol ettim tenimi ama pek kahve yok gibi içeriğinde. Zaten Kyoto’nun asıl amacı kahve gibi kokmak değil, yeşil ağaçsı kokmak anladığım kadarıyla.

Ha bu arada nerede okuduğumu unuttum ama New York civarında yaşayan sanatçıların bir zamanlar en sevdikleri ve bol bol kullandıkları parfümmüş Kyoto. Eğer öyleye hiç şaşırmam çünkü tam bir bohem ressam ya da performans sanatçısı kokusu Kyoto.

Bu harika eser tabii ki müthiş bir ustaya ait. Parfüm sektöründe tasarımları en çok ilgi çeken parfümörlerden Bertrand Duchaufour’un imzası var Kyoto’da. EDT formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği yüksek değil. Biraz çekingen kaldığı söylenebilir. Ten üzerinde çok daha derin kokarken kıyafette daha basit davranıyor. Ten üzerine uygulamanızı öneririm. Uniseks olarak piyasaya sürülse de erkek kullanımına yakın. Otuz yaş üzeri arkadaşlara tavsiye ederim. Sonbahar-kış döneminde kullanmak iyi fikir.

Koku Güzelliği:10/8

11 Kasım 2017 Cumartesi

Roberto Cavalli – Uomo (2016)

Roberto Cavalli erkeği, içgüdüsel bir stil ve zarafet hissiyle kutsanmış olarak kolayca, sofistikeliği ve gündelikliği harmanlıyor. Roberto Cavalli erkeği bağımsız ve özgürdür, her koşulda kendisine sadık kalır ve hiçbir zaman taklit etmeye ihtiyacı yoktur. Kibirli olmadan kendinden emin, doğal şekilde baştan çıkarıcı, etrafındaki insanların kalplerinde ve zihinlerinde derin iz bırakan bir çeşit karizma yayar. Onun için yaşam, müzik gibidir, iç ritmiyle ve melodisiyle uyum içindedir.”

Allah’ım şu tanıtım cümlelerine bakar mısınız. Pazarlama kelimeleri değil adeta manifesto kaleme almışlar. Meğer neymiş Roberto Cavalli erkeği de haberimiz yokmuş. Oradaki sıralanan özellikleri baz aldığımızda dünya üzerinde 8-9 tane Roberto Cavalli erkeği ancak vardır muhtemelen, daha fazla çıkmaz.

Neyse dalgamızı geçtik fakat asıl konumuza odaklanalım. Roberto Cavalli’nin 2016 çıkışlı yeni parfümü Uomo, isim olarak rakipleriyle aynı adı tercih etmiş. Kendi sitelerinde Uomo’yu üç nota üzerinden tanıtmışlar. Siyah menekşenin modernlik kattığını, sedir ağacının sofistikelik sağladığı ve balın cazibeli olduğu belirtilmiş. Bu üç nota dışında daha farklı kokular da algıladım kullanım döneminde.

Roberto Cavalli Uomo’nun açılışı tatlı ve leziz meyvelerle gerçekleşiyor. Bir parça portakal ve daha çok eriğe benzettiğim başlangıcını beğendim. Orta bölümde tatlılık epey artıyor. Parfümün merkezindeki koku menekşe ortaya çıkıyor. Buradaki menekşe oldukça şekerli, hafiften pudralı ve meyvemsi verilmiş. Orta bölüm eh işte. Son kısımda büyük değişim yok. Bir parça vanilya ya da tonka fasulyesi var sanki. Kapanışı fena değil.

Uomo, tatlı, sıcak, hafiften karanlık ve koyu, derili, baharatlı oryantalleri andırıyor. Günümüzün modern parfümlerindeki pudralı-şekerli-meyveli yapı tekrar edilmiş. Menekşe, parfüme çiçeksilikten ziyade baharatlı his vermiş adeta. Menekşeyle parfümlerde aram pek iyi değildir fakat buradaki verilişi hoşuma gitti. Sanki iris çiçeği gibi verilmiş menekşe. Sanırım onun için beğendim. Tabii parfümün genelinin oldukça tatlı olduğunu sanırım söylememe gerek yok.

Açıklanan notalarında bu tatlılığı açıklamak için bal verilmiş. Bence baldan ziyade tonka fasulyesinin sıcaklığı var parfümde. Modern ve koku trendlerine uygun kokusuyla 18-35 yaş arası erkeklere gözünü dikmiş gibi görünüyor Uomo. Kim meyveli-derili tatlı parfümleri sevmez ki?

Sonuç olarak harikalar yaratmayan, yaratıcı olmayan, fazlaca benzeri olan, ortalama bir erkek parfümü. Dikkatimi çekense rakiplerine göre daha sevilebilir olması. Nedense Spicebomb ve Eros’u hiç sevemedim bu tarza yakın olarak. Uomo onlara göre daha kaliteli ve kullanılabilir geldi bana. Giorgio Armani Code ve Ultimate’ye yakın tarzı onu popüler hale getirebilir mi diye düşünüyorum ama pek ortalarda görünmüyor Uomo. Belki de pazarlamasını pek yapmadılar Uomo’nun.

EDT formundaki kokusunun kalıcılığı idare eder, fark edilirliği zayıf denebilir. Çok erkeksi sayılmasa da kimi yorumcuların Uomo’yu hafiften kadınsı bulmasını abartılı buluyorum. Kokusunun tasarımını ünlü burunlardan Christophe Raynaud yapmış. Sonbahar-kış parfümü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Karşı cinsin bu parfümü beğeneceğini ve kullanımının kolay olduğunu belirteyim. Rahatsız edici olmayan genel tarzı her ortam için uygun. E daha ne olsun.

Koku Güzelliği:10/7

7 Kasım 2017 Salı

Rundholz – 03. Apr. 1968 (2012)

Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren-Vestfalya’da 1993 yılında temeli atılmış bir modaevi Rundholz. İsmini, kurucusu Lenka Rundholz’dan alan modaevi, Almanların pek etkili olamadığı moda sektörü için alternatif bir kanal denebilir. Lenka Rundholz’un avangart moda dilinin meraklıları bu markayı bileceklerdir. Studio Rundholz’un faaliyet alanı kadın hazır giyimi, kadın ayakkabıları ve çeşitli aksesuarlar olduğu biliniyor ta ki 2012 yılına kadar.

Bu endüstriyel modaevi 2012 yılında parfüm işine de girdi. Şimdiye kadar sadece üç parfüm piyasaya sürdüler. Gerisi gelir mi bilemiyorum ama parfümlerinin ilginç isimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Bir süredir kullandığım 03. Apr. 1968, tahmin edeceğiniz gibi markanın kurucusu Lenka Rundholz’un doğum tarihi. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında hiç bilgi olmayan Rundholz’un 03. Apr. 1968’i merkeze tütsüyü almış gibi görünüyor. Parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’nin bu parfüm için “kimliği ve karakteri olan etkileyici bir parfüm. 03. Apr. 1968, sıradışı insanlar içindir.” dediği rivayet ediliyor. Bakalım benim gözümden nasıl bir kokuyla karşılaşacağız.

3. Apr. 1968’in açılışı hafiften meyvemsilik ve dumansılıkla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında liçi isimli tropikal meyve var. Evet, başlangıcı hafiften lezzetli ve meyvemsi ama bu etki sınırlı. Daha ilk saniyelerde karşımıza çıkan dumansılık orta bölümde daha da artıyor. Buradaki dumansılık yüksek kaliteli, gizemli ve gayet ilginç. Orta bölüm o kadar dumansı ki, burada tütünün olduğundan şüpheleniyorum. Tabii ki parfümün omurgasını oluşturan tütsü de orta kısımdan itibaren ortaya çıkıyor. Dikkatli kokladığımda bir parça kuru karabiber de var sanki. Orta bölüm harika. Kapanışta büyük değişim olmuyor. Orta kısımla hemen hemen aynı gerçekleşen alt notalarda başlangıçtaki meyvemsilikten ziyade dumansı tütsü hakim. Kalite hissiyatı son bölümde de gayet iyi.

3. Apr. 1968 için rahatlıkla diyebilirim ki şimdiye kadar kullandığım en dumansı-reçinemsi ve bu etkiyi en uzun süre devam ettiren parfüm. Orta bölümden itibaren öyle bir dumansılık yayıyor ki etrafa sanki birisi tütsü yakmış ya da yoğun sigara kullanımı olan bir mekandasınız. Bu dumansılık tabii ki tütsüden gelse de bence parfümde kuru tütün mevcut. Baharatları orta bölümde algılıyorum. Kimi yorumcuların bahsettiği vanilyayı ise algılayamıyorum.

3. Apr. 1968’in resmi olarak açıklanan üç notası var: Liçi, heliotrope ve tütsü. Bu durum Rundholz markasının minimalizmine bağlanmış. Tabii üç nota açıklanması parfümde sadece bu içerikler olduğu anlamına gelmiyor fakat 03. Apr. 1968’in mininal bir parfüm olduğuna katılıyorum. Çok fazla nota ve kakafoni yok. Genel olarak düz çizgide ilerliyor ve büyük değişimler vaat etmiyor.

Olabildiğince sade, kuru, tatlılığın az olduğu, günümüz koku trendlerini umursamayan, doğru ortamda insanı alıp başka yerlere götürebilecek başarılı bir eser. Yer yer sıcak reçineleri andıran yapısı, kar yağarken sizi münzevi bir kütük eve çağırıyor ve orada gaz yağıyla aydınlanırken verandaya çıktığınızda ciğerlerinize çektiğiniz çam ormanını ayağınıza getiriveriyor. Yanmış tütsü ya da köz haline gelen çam kozalakları veya yüksek kaliteli bir puronun kokusu 03. Apr. 1968’in amaçlarından birisiydi muhtemelen.

Bu koku formunu tabii ki herkes sevemez. Invictus ya da Eros kullanan arkadaşları da hedeflemediği açık 03. Apr. 1968’in. Kokunun tasarımcısı Arturetto Landi’nin dediği gibi sıradışı bir parfüm. Biraz Cape Heartache’ye benziyor ama ondan çok daha kaliteli ve baş ağrısı yapmıyor. Bu parfüm bana Serge Lutens’in bazı parfümlerindeki dumansılığı hatırlatıyor. Azıcık da olsa Arabie ve Fille en Aiguilles esintisi var sanki.

Kinski’den sonra bir başka Alman için tasarlanmış enfes parfümle daha tanıştım. Almanlar parfüm işine biraz daha eğilseler muhtemelen Fransızların epey uykusunu kaçıracaklar anlaşılan. Ha bu arada parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’ye de dikkatinizi çekerim. 03. Apr. 1968’i yaratan bu üstad, son yıllarda niş markalar için oldukça sayıda parfüm tasarlıyor. Özellikle biehl parfumkunstwerke’nin sevilen eserleri al01, al01 ve al03 ona ait.

EDP formundaki 03. Apr. 1968’in kalıcılığı iyi, fark edilirliği tatmin edici. Erkek kullanımına yakın duruyor. Tam bir kış parfümü. Tek olumsuz yanı oldukça zor bulunabilmesi.

Koku Güzelliği:10/7

3 Kasım 2017 Cuma

Guerlain – La Petite Robe Noire (2012)

Kendime soruyorum neden La Petite Robe Noire’yi uzun zamandır merak ediyorum diye. Cevabı buldum sanırım: Şişesi yüzünden. Guerlain’in yeni nesil kadın parfümlerinin en önemli ve sevileni muhtemelen La Petite Robe Noire. Markanın eski muhteşem klasikleriyle özdeşleşmiş efsanevi şişe tasarımıyla La Petite Robe Noire, görünüşe göre modern ve günümüz trendlerine uygun kokusu ve eski klasikleri andıran şişesiyle günümüzle geçmişi aynı noktada birleştirmeye çalışıyor.

Kendi sitelerinde meyveli-çiçeksi olarak sınıflandırılan La Petite Robe Noire, ferah, afacan ve büyüleyici tanımlarıyla ödüllendirilmiş. Parfümün doğum yeri olarak Guerlain’in özel seri parfümlerinin üretildiği laboratuar gösterilmiş. Parfümün Guerlain’e özgü notalarla oluşturulduğu vurgulanmış. Bakalım bu kadar övgülere boğdukları La Petite Robe Noire nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı leziz, ekşi, yüksek kaliteli kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Kendi sitelerinde bahsettikleri tatlı vişne, parfümün başlangıcını oluşturuyor. Üst notaları sevdim. Orta bölümde kiraz-vişne benzeri koku devam ederken tatlılık giderek artıyor. Muhtemelen tonka fasulyesinden gelen pudramsı tatlılığa badem güçlü şekilde eşlik ediyor. Orta notları şekerli badem ve vişnenin oluşturduğunu söyleyebilirim. Onlara geri plandan gül de destek veriyor. Son bölümde büyük değişim yok. Tatlı bademe pudralı vanilya ekleniyor. Meyveler kapanışta artık yok. Standart bir sonla tene veda ediyor.

La Petite Robe Noire, tatlı meyveli bir vanilya-badem kokusuna benziyor. Cazibeli kırmızı meyveleri her zaman için severim ve burada da ilgi çekici. Orta bölümden itibaren artan tatlılık bir süre sonra bıktırıcı oluyor. Bademle aramızın barışamadığını biliyorum. Burada da çekici gelmiyor bana badem fakat onun bir kadın parfümü olduğunu düşünürsek asıl amacın kadınların ilgisini çekmek olduğu söylenebilir. Oldukça kadınsı yapısıyla erkeksi tarzı seven kadınları hedeflemediği açık.

Bütün düşüncelerden sıyrılarak onun Guerlain parfümü olduğunu hatırlıyorum. Evet, o bir çınarın, anıtsal bir markanın eseri. Tarihindeki müthiş kadın parfümü klasiklerini düşünürsek üst düzey bir koku beklemek sanırım yanlış olmaz. Kullanım döneminde o eski klasiklerin yaratıcılığını, gösterişini ve yüksek kalitesini göremedim La Petite Robe Noire’de. Daha çok günümüzde onlarca örneğine rastlanabilecek tatlı meyvelerle şekerli badem-vanilya kombinasyonuna şahit oldum. Yaratıcı olmayan, piyasaya oynayan, orta bölümden itibaren yapaylık sınırında gezinen La Petite Robe Noire, bir Guerlain olmanın uzağında. Tribünlere ve büyük kitlelere sevimli görünmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu durum kötü mü, değil. Kullanan çoğu kadının sevebileceği La Petite Robe Noire, Guerlain ruhunu bence taşımıyor. Onun derdi otuz yaş altı genç kızları hedeflemek sanki.

Sonuç olarak vasat bir parfüm olarak hafıza kayıtlarıma geçiriyorum La Petite Robe Noire’yi. Bu kadar popüler olmasına ve beğenilmesine şaşırmıyorum. Anlaşılan LVMH’ye satılması, Guerlain’e pek iyi gelmedi. İlerleyen zamanlarda da Guerlain’in eski şahane klasiklerini özleyeceğimiz anlaşılıyor.

EDP formundaki kokusunun kalıcılığı idare eder. Fark edilirliği ortalama seviyelerde. Benim kullandığım 2012 versiyonuydu. Sonbahar-kış mevsimine uyacağını düşünüyorum. Kokusunun tasarımını Thierry Wasser yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

30 Ekim 2017 Pazartesi

Franck Boclet – Tobacco (2014)

“Franck Boclet, moda ve niş parfüm dünyasında ünlü bir Fransız tasarımcısıdır. Onun tarzı, lüksün geleneksel dünyasının yanı sıra insanı şaşkına çeviren, ezber bozan ve isyan dolu bir karışımdır. Bir gün beyaz, bir gün siyah, bir gün kentsel, bir gün festival havasında, bir gün geleneksel…

Franck Boclet “Klasik Parfüm Koleksiyonu” dünyada ilk defa 2012 yılında lanse edilmiştir, Eylül ayında YENİ lanse edilen 3 farklı ve etkili kokusuyla Türkiye’de şu an toplamda 5 kokusu parfüm severlerin beğenisine sunulmaktadır. Her bir koku oldukça asil ve doğal malzemelerden yapılmış olup, çok kaliteli ve çok kalıcı kokulardır.

Hedef kitlesi akıllı ve zarif, kaya gibi sağlam duruşlu, şehirli, modayı takip eden, dünya genelinde büyük şehirleri seven, 25-50 yaş arası, yüksek gelirli, kendi tarzını yaratmayı seven kişilerdir. Şişe ve kutu ambalajı antik kod ve erkeksi yönü, kutu içindeki organze kaplama ise feminen ve zarafeti yansıtır. İsim etiketi moda tarafında kullanılan metal aksesuarlar gibi düşünülerek gümüşten yapılmıştır.”

Yukarıdaki cümleleri Franck Boclet markasının Türkiye temsilcisi Humer Dış Ticaret firmasının internet sitesinden alıntıladım. Hazır giyim sektöründe olduğu kadar son yıllarda parfümlere verdiği önemi de görmekteyiz Franck Boclet’in. Koku koleksiyonunu gittikçe genişleten Franck Boclet’in parfümleri yurtdışında oldukça ilgi çekmeye başladı. Özellikle Tobacco, markanın öne çıkan parfümlerinden birisi. Kendi siteleri kapalı olduğu için herhangi resmi tanıtım cümlesine rastlayamadığım Tobacco’nun isminden dolayı tütün merkezli olduğunu varsayabiliriz.

Tobacco’nun açılışı tatlı baharatlar ve tütünle gerçekleşiyor. Baharatların ağırlıkta olduğu üst notalarda leziz ve kaliteli zencefil dikkat çekiyor. Başlangıcını sevdim. Orta bölümde bir parça meyveli karaktere bürünüyor. Tatlı erik kompozisyona dahil oluyor. Orta bölümde artık meyveli-baharatlı tütüne dönüşüyor Tobacco. Son bölümde vanilya algılıyorum. Benzoin ve tatlı odunsular alt notaları oluşturuyor.

Tobacco, genel olarak tatlı meyvelerin ve yumuşak baharatların oluşturduğu ıslak ve fazlaca dumansı olmayan tütün kokusuna benziyor. Vanilya neyse ki beklediğimden az verilmiş. Fakat bu durum tatlılık olmadığı anlamına gelmesin. Muhtemelen tonka fasulyesinden gelen tatlılık baştan sona hissediliyor.

Baharat olarak zencefil ön plandaysa da karanfil geri planda her daim hissediliyor. Leziz meyveler görevini, ekşi olmayan tatlı erik üstlenmiş. Vanilya harika olmasa da idare eder. Orta bölümden itibaren muhtemelen meyvelerden gelen hafiften yapaylık biraz can sıkıyor. Tütün görevini iyi yapıyor. Parfümün genelinde tütün hayalet gibi dolaşıyor. Çok baskın ve yoğun değil tütün ama orada olduğunu biliyorsunuz.

Parfümlerde tütün kokusu sever olarak Tobacco’yu merakla ve hevesle kullandım. Açıkçası beklediğim çarpıcılığı yakalayamadım. Çoğu kişinin ünlü Tobacco Vanille’ye benzettiğini gördüm ve hak verdim. Tobacco Vanille’de vanilya daha baskınken Tobacco’da baharatlar önde gibi. Bu anlamda azıcık Herod’u da andırıyor ama Herod’un koku güzelliğinin ve kalitesinin gerisinde Boclet’in Tobacco’su.

Sonuç olarak harika bulmasam da beğenerek kullandım Tobacco’yu. Sıcak ve baharatlı kokusu soğuk kış günlerinde kendisini daha iyi gösterecektir. EDP formundaki Tobacco’nun kalıcılığı yeterli fark edilirliği ilk 1-2 saat gayet iyi. Gün içinde ara ara kendisini size hissettiriyor Tobacco. Erkek kullanımına yakın olduğunu söyleyebilirim.

Koku Güzelliği:10/7

26 Ekim 2017 Perşembe

Azzaro – Wanted (2016)

“Azzaro Wanted, tutkuyla yapılmıştır. Bu parfümün içine sürdürülebilir kalkınma kavramını entegre ettim. Bunu yapmak için önem verdiğim üç hammadde kullandım. Bunlar Guatemala’nın yeşil kakulesi, Haiti’nin vetiveri ve Brezilya’nın tonka fasulyesiydi. İlk olarak kakuleden bahsetmem gerekirse Wanted’deki kullanımı ferah, leziz ve çekicidir. Bence kakule parfüme enerji veriyor. Wanted’de kullandığım diğer baharat zencefildi. Zencefil, kakulenin enerjisini alıp manyetik, sıcak hava katıyor. Tonka fasulyesi ve vetiver Wanted’e hem parfümlerden beklenen erkeksiliği ve zamansızlığı veriyor hem de şehvet ekliyor. Genç erkekleri baştan çıkaracak olan şey baharatlı, patlayacı yanı ve odunsu notalarla harmanlanmış modern ve tensel yönüdür. Bence bu parfüm cazibeli bir silahtır. Wanted’in cazibe silahını herkes kullanmak isteyecektir.”

Azzaro’nun yeni erkek parfümü Wanted’in tasarımcısı Fabrice Pellegrin’in  yukarıdaki sözleri genel olarak kokunun özeti sayılabilir. Bay Pellegrin, kokunun tasarımı aşamasında üç ana notadan bahsetmiş: kakule, vetiver ve tonka fasulyesi. Gerçi Azzaro’nun sitesinde tonka fasulyesi yerine limonun vurgulandığını görüyoruz. Bunu neden özellikle söylüyorum çünkü Wanted’de limon önemli sayılabilecek yer tutuyor. Artık lafı uzatmadan geçeyim parfüme.

Wanted’in açılışı tatlı, buruk limonla gerçekleşiyor. Ferah sayılamayacak ve parlak olmayan limona kısa süre içinde yumuşak baharatlar eşlik etmeye başlıyor. Zencefil ve kakulenin limonla uyumu idare eder. Son bölümde limon ortadan kaybolurken baharatların da etkisi oldukça azalıyor. Sıradan vetiver ile yumuşak odunsu notalar kapanışı gerçekleştiriyor.

Wanted anladığım kadarıyla limonlu zencefil üzerine kurgulanmış. Son bölümde de vetiver ağırlığını hissettiriyor. Sakin, yumuşak, iddiasız, benzersiz olmayan, son kısmı dışında kaliteli denebilecek ve çok ilginç kokmayan ortalama bir ana akım parfümü. Genel olarak herkesin sevebileceği hatta hanımefendilerden övgüler bile alabileceğiniz sevilesi aroma fazlasıyla tekdüze. Çarpıcı olmayan bu basit rayiha günlük kullanıma gayet uygun.

Bir parça Dior Homme Sport’a benzettim Wanted’i. Dior Homme Sport’un performansı daha iyiyken Wanted oldukça çekingen kalıyor. Temiz ve rahatsız edici yapaylığa rastlanmayan Wanted’in kalıcılığı normal, fark edilirliği zayıf kaldı tenimde. EDT formundaki Wanted’i tanınmış parfümörlerden Fabrice Pellegrin tasarlamış.

Ilık ilkbahar-sonbahar dönemine uyacağını sanıyorum. Genç erkek arkadaşlar ve başlangıç seviyesindeki parfümseverler deneyebilir. Diğer markalara göre uygun sayılabilecek fiyatı artı olarak düşünülebilir.

Ahh o şişe. Silaha benzeyen şişesi bana fazlasıyla zorlama ve çocukça geldi. Evet, markalar ilginç şişe tasarımlarıyla raflarda rakiplerinin önüne geçmeye çalışıyorlar fakat bu kadar kötü şişe tasarımı da yapmasınlar artık.

Koku Güzelliği:10/6

22 Ekim 2017 Pazar

Zoologist Perfumes – Macaque (2016)

“Victor Wong: Başlangıçta hayvan temalı parfüm tasarlamak için beyin fırtınasına epey zaman harcadık. Sonuçta makakı seçtik. Maymunları sevdiğini biliyorum. Bize bunun hakkında daha fazla bilgi verebilir misin?

Sarah McCartney: Çocukken oyuncak şempanzelerimin ve benim birlikte olduğumuz fotoğraflarımı sana gönderebilirim. Üniversitede primatoloji okudum. Tabii ki maymunları seviyorum. Goriller huzurlu, yanlış anlaşılmış ve nesli tükenmek üzere olan hayvanlar. Şempanzeler ise (Borneo’da onları kurtarma merkezini ziyeret ettik) büyüleyecidir aynı zamanda manevi alanları insanlara benzer ama daha zayıflardır. Maymunlarla bir bahçede seve seve yaşarım. Gerçi şu an yaşadığım West London’da bu mümkün değil.

Victor Wong: Bir çok insan için maymunlar yaramaz, aktif ve muz yemeyi seven hayvanlardır ancak Macaque parfümü farklı bir duygu uyandırır. Bize tasarım ve seçim materyallerin hakkında daha fazla bilgi verebilir misin?

Sarah McCartney: Maymunlar zeki ve büyüleyicidir. İkimiz de genel konseptin klişe turist maymunu teması olmasını istemedik. İlk olarak maymunlarla Afrika’da tanıştım. Kaldığımız otelin öğleden sonra çay vaktinde maymunlar gelir ve şekerleri çalardı. Onların insanlara benzeyen elleri ve ayakları vardır. Bazı hayvan türleri insanlarla besin için ilişki kuracak kadar beceriklidir. Makaklar da bu hayvanlardan biridir. Bazı tapınaklara yiyecek bırakıldığı için oraya gelir Makaklar. Japonyadaki Makaklar muz yemiyorlar çünkü Japonyada yetişmiyor muz. Bazı insanlar şakayla karışık “ne yani Macaque parfümü muz mu kokuyor” diyor. Macaque meyve ve sebze kokusunu andırıyor fakat yuzu ve elma kokuyor. Meyvelere ek olarak Japon tapınaklarının kokusu da var Macaque’de. Tütsüleme Japonya’da eski bir zanaattir. Sadece bu işi yapan dükkanlar vardır Japonya’da ve bazen bir kutusu bin dolara satılır değerli tütsüler. Biz iyi bir parfüm yapmak için çok farklı materyaller kullanırız. Bu Japon gelenekselliğini onurlandırmak için Macaque’nin içeriğine odunsularla baharatları koydum, onlara buhur ve sediri de ekledim. Ayrıca maymunun kendi kürküne benzeyen bir koku da var Macaque’de. Sonuç olarak güçlü hayvansı parfümlerden ziyade meyveli kediye benzer bir koku elde ettim.”

Parfüm Merakı kim bu Victor Wong ile Sarah McCartney dediğinizi duyar gibiyim. Gerçi röportajın içeriğinden anladığınızı tahmin ediyorum. Victor Wong, Kanada merkezli yeni niş parfümevlerinden Zoologist Perfumes’in sahibi. Sarah McCartney ise onun çalıştığı parfümör. Ara ara ismini duyduğum Zoologist Perfumes’in ilk defa bir parfümünü kullanıyorum. Bu anlamda bende birçoğunuz gibi yeni tanışıyorum markayla.

İsminden anlaşılacağı üzere hayvanları merkeze alan bir niş marka Zoologist Perfumes. Her parfümlerine farklı hayvan ismi veriyorlar. Konsept olarak ilk duyduğum andan itibaren ilgimi çekmese de Kanada merkezli olmalı enteresan. Pek ismi duyulmuyor Kanada merkezli niş parfümevlerinin. Anlaşılan artık duyulacak. Macaque, 2016 çıkışlı uniseks parfümleri. Macaque, Makak denilen bir maymun türüymüş. Bakalım parfümün ismiyle kokusu arasında bir bağlantı var mı?

Macaque’nin açılışı yeşil neredeyse çamsı reçinemsi yapıyla gerçekleşiyor. Hafiften ardıç meyvesini andıran üst notalarında metalik yeşil elma kokusu hakim aslında. Yüksek kaliteli başlangıcı sıradışı. Orta bölümden itibaren büyük değişim geçirmiyor. Aynı yeşil reçinemsi elma kokusu devam ediyor. Açıklanan orta notalarında yasemin çayı, ylang ylang, bal, buhur ve kasnı otu var. Evet hafiften yeşil çayları andırıyor orta kısım. Elmalı, yaseminli yeşil çay. Son bölümde sedir yosunu, beyaz öd ve yeşil çay varmış. Beyaz ödü ilk defa duyuyorum. Sedir yosunu da bir garip nota. Alt notalar hemen hemen aynı şekilde sonlanıyor.

Macaque’de yeşil, yağlımsı, hafiften terebentini andıran, çayımsı acayip bir aroma var. Hem açıklaması zor hem de kolay. Elmalı yeşil çay en favori tanımım Macaque için. Ama bu kadar da basit değil. Reçinemsi, ağaçsı (muhtemelen sedir), yağlımsı, bayık tarafı da var. Sevip sevmeme kararını kısa sürede verebileceğiniz parfümlerden değil sanki. İlk kullanım döneminde oldukça ilgimi çeken Macaque’yi aradan geçen günlerin ardından biraz sıkıcı buldum.

Koku çarpıcı ve kesinlikle farklı. Piyasadaki yeni nesil şeker bombası baharatlı oryantallerle hiç alakası yok. Eski tarz yeşil fujerlere benziyor. Sanki Pino Silvestre, azıcık Polo Green ve belki de Black Tourmaline’ye göz kırpıyor.

İlginç tarafı fazlasıyla tekdüze olması. Kalite anlamında fena olmasa da hiçbir sürpriz yapmayan tek düzlemdeki koku ilerleyen günlerde bıktırıcı olabilir. Sonuç olarak günlük kullanıma uymayabilecek, erkek tarafına yakın duran, saldırgan olmayan, herkesin sevemeyeceği, bol bol övgüler alamayacağınız bir deneme gibi duruyor Macaque.

Bir maymuna onun kürkünü koklayacak kadar yaklaşmadım ama bu kokunun makak ile nasıl bir ilgisi olabilir çözemedim. Eminim ki hiç bir maymun yeşil elmalı çay gibi kokmayacaktır. Evet konsept ilginç ama genel anlamda tutarsızlık var.

EDP formundaki Macaque’nin performansı harika değil. Fark edilirliği normalin altında. Kalıcılığı iyi. Otuz yaş üzeri erkeklerin dağa, bayıra, ormana giderken kullanabileceği bir arkadaşa benziyor. Sanki sonbahar-kış mevsiminde daha iyi sonuç verecektir.

Koku Güzelliği:10/6

18 Ekim 2017 Çarşamba

Balenciaga – Ho Hang Club (1987)

Müthiş klasikleriyle parfümseverlerin oldukça sevdiği bir marka Balenciaga. 1947 yılından itibaren parfüm üreten Balenciaga, tabii ki asıl iş alanı moda ve kıyafet alanında da iddialı. Oldukça köklü bir parfüm geçmişi olan Balenciaga’nın parfümlerini artık Coty’nin pazarladığını görüyoruz. Tabii Coty gibi modern dünyaya uyum sağlamış küresel bir firmanın kar-zarar hesabı yapacağını ve yeni parfümlerle kazanç sağlamak isteyeceğini düşünebiliriz. Ve ne yazık ki beklenen son olarak eski ve şahane klasiklerin bu süreçte üretimlerinin bitirilmesi de gerçekleşecek. 2017 yılının dünyası böyle olmasını gerektiriyor belki de.

Balenciaga’nın şöhretli klasiklerinin tamamının üretimi bitirilmiş durumda. Balenciaga Pour Homme, Portos, Cristobal, Ho Hang ve Ho Hang Club gibi parfümler, kendi sitelerinde bile bulunmuyor artık. Her ne kadar üretimi bitirilse de Ho Hang oldukça ilgimi çeken ve merak ettiği bir parfümdü. 1971 çıkışlı Ho Hang’dan on altı yıl sonra Ho Hang Club piyasaya sürüldü. Ve hep yeni nesil parfümlerden bıkmış bünyem Ho Hang Club gibi 1980’ler parfümünü denemek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Bakalım Ho Hang Club bize neler vaat ediyor.

Parfümün açılışı tuzlu bergamot ve bir parça aromatik otlarla gerçekleşiyor. Eski ve tozlu kokan turunçgiller gayet başarılı fakat ömürleri çok kısa. Fazla geçmeden tuzlu bergamota miskli hayvansılık ekleniyor. Orta bölüm, genel olarak bu sıcak hayvansı yapının eşliğinde devam ediyor. Bu hayvansılık koyu bir deriyi çağrıştırıyor. Geri planda kuru baharatlar (muhtemelen karanfil) ve erkeksi çiçekler (gül olabilir) miskli hayvansı deriye yardım ediyor. Fakat öyle güçlü halde değiller. Son bölüm ilginç. Hayvansılığın kalmadığı alt notalarda topraksı olmayan paçuli ve egzotik amber algılıyorum. Gerilerden kendisini göstermeye çalışan meşe yosununu ise sevgiyle kucaklıyorum. Kapanışı harika.

Ho Hang Club, 1980’lerin erkeksi tarzına yakın. Hafiften maço, hissedilir oranda hayvansı, pek şakası olmayan, 35 yaş üzerine uyabilecek beyefendi parfümü denebilir. Beni rahatsız eden tarzdaki hayvansal tarafını tabii ki sevemedim. İlk bir saati atlatabilirseniz sonrasında güzel bir kokuya karşılaşıyorsunuz. Zaten bu duruma hiç şaşırmadım. Bir klasik, çoğu zaman en güzel kokusunu sona saklar.

Başlangıcı bana göre olmasa da orta bölümün sonlarından itibaren gayet başarılı Ho Hang Club. İşin ilginci rahatsız edici hayvansı kısımdan sonra fark edilirliği de trajik şekilde düşüyor ve dinamizmini kaybediyor. O sıcak, tuzlu, terli hayvansılık etrafa yayılırken geri plandaki baharatların ve erkeksi çiçeklerin esamisi okunmuyor. Eğer bu tarz parfümleri seviyorsanız oldukça ilginizi çekecektir.

Ho Hang Club anlaşılacağı üzere çok zengin, detaylı, katmanlı ve kaliteli bir parfüm. Yapaylığın rastlanmadığı kokusunda her daim karşınıza sürpriz nota çıkıyor ve şaşırtıyor. Günümüzün tekdüze şeker bombası parfümleriyle uzaktan yakından ilgisi yok. Kendisine özgü bir duruşu ve karakteri olan bir arkadaş.

Kullanım döneminde iki parfüme benzettim Ho Hang Club’ı. Birincisi Antaeus ikincisi Kouros. Antaeus’un o sıcak hayvansı kokusuyla Kouros’un anlatması zor tuzlu-terli yapısı sanki Ho Hang Club’un üst-orta bölümünde birleştirilip verilmiş. Ho Hang Club’un ikinci bölümüyse tamamen ayrı bir alem. Kafa karıştırıcı bir eser diyebilirim.

EDT formundaki Ho Hang Club’ın kalıcılığı tende az, fark edilirliği normalin altında. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Ilık havalarda boğucu olabilir.

Koku Güzelliği:10/6

14 Ekim 2017 Cumartesi

Montale – Intense Pepper (2014)

Peru’dan pembe biber, Madagaskar’dan karabiber, Malezya’dan öd ağacı ve hazsal sedir ağacı (o ne yahu) ve değerli amberin karışımı olarak sunulmuş Montale’nin Intense Pepper’i. Maşallah Birleşmiş Milletler gibi parfüm Intense Pepper! Hazsal sedir ağacı nasıl oluyor ki o da ayrı konu?

2014 çıkışlı Intense Pepper, resmi tanıtımını bir kenara bırakacak olursam, ilk anda ismindeki bibere odaklıyorum ister istemez. Adındaki biberin keskinliği ve yoğunluğu acaba kokuya ne kadar yansımış diye düşünürken, ilgimi çekiveriyor bu arkadaş. Parfümlerde güzel verilmiş karabiberi seviyorum. Bakalım Intense Pepper’de nasıl verilmiş biber teması.

Parfümün açılışı buruk ve hüzünlü sayılabilecek olgun limonla gerçekleşiyor. Aromatik otların eşlik ettiği limon, eski klasikleri anımsatıyor. Açılışını sonbaharın ısıtmayan güneşinin verdiği o garip hisse benzetiyorum. Başlangıcını sevdim. Orta kısımda beklenen durum gerçekleşiyor ve karabiber parfüme nüfuz etmeye başlıyor. Kaliteli verilmiş karabiber ile limonun karışımı hiç fena değil. Tabii sadece karabiber değil bence biraz kimyon da var orta kısımda. Kapanışta limonlu baharatlar devam ediyor. Bir parça yumuşak odunsular kompozisyonu tamamlıyor.

Intense Pepper, 1980’li yılların erkeksi şiprelerinin açılışındaki o hafiften mayhoş, parlak ve canlı olmayan ama ferah limona benziyor. Parfümün tanıtımında bahsedilmemiş ama biraz aromatik otlar da var gibi. Herkesin sevemeyeceğini düşündüğüm üst notalardaki limonu sevdim. Orta kısımda limona destek veren baharatlar hem uyumlu hem de kendilerini göstermenin peşinde. Yoğun ya da keskin sayılamayacak kimyon-karabiber ikilisinin turunçgillerle uyumu başarılı. Ve son kısımda büyük değişim olmuyor. Kapanıştaki sedir ağacı bir parça sıradan denebilir.

Intense Pepper, garip şekilde ferah sayılabilecek bibersi limon gibi kokuyor ama yaz sıcaklarında baharatın rahatsız edeceği açık, kışın ise kokunun bir parça ferah kaçacağı varsayılabilir. Yani kullanım dönemi dar bir parfüme benziyor. Serin ilkbahar-sonbahar için gayet uygun bence.

Intense Pepper’i ilk kullandığım andan itibaren bir parfüme çok benzettiğimi fark ettim. Kimi yorumcuların Bentley – Infinite Rush’a benzettiklerini gördüm ve hak verdim. Genel kokusu gerçekten benziyor ama tabii Intense Pepper daha kaliteli, güçlü ve güzel kokuyor. Fakat zihnim beni yanıltmıyorsa bir başka parfüme daha çok benzettim o da Cartier’in ünlü Declaration’ı. Jean Claude Ellena’nın nefis ve kafa karıştırıcı parfümü Declaration’dan etkilendi mi acaba Pierre Montale Intense Pepper’i oluştururken? Neden olmasın.

Sonuç olarak herkesin ilgisini çekmeyecek ama beni tavlayabilen bir eser Intense Pepper. Şunu da söyleyeyim ki derinliği olmayan, tekdüze devam ediyor. O üzerimdeyken ilginç bir hüzün hissediyorum. Kokusu ara ara burnuma geldikçe etrafa bakınıyorum nereden geliyor bu tanıdık aroma diye ama sonra aklıma geliyor. Hani bazı parfümler ya da şarkılar veyahut filmler vardır. Çok popüler değildir, çoğu kişi ilgisiz kalır, gerilerde bir yerlerde kendilerini sevecek kişiyi bekler adeta. Belki de Intense Pepper öyle bir parfümdür. Sebebini anlayamadığım şekilde zihnimde bir yerlere dokunuyor ama acaba nereye?

EDP formundaki Intense Pepper’in kalıcılığı iyi, fark edilirliği fena değil. Bir parça erkek kullanımına yakın sanki. Fazlaca tematik kokmuyor yani günlük kullanıma uyabilecek bir arkadaş. Ofis kullanımına bile hayır demeyecektir Intense Pepper. Yaş olaraksa otuz ve üzerindeki erkeklere yakışacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran Dinçer beye teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7