28 Ağustos 2012 Salı

Ineke – Field Notes From Paris (2009)



Ineke – Field Notes From Paris (2009)  Markanın ilginç parfümü.

İstanbul için yazılmış şiirler, çekilmiş filmler, yapılmış besteler çok fazla mıdır acaba? Ya “dünyanın başkenti” denilen Newyork için durum nasıldır ki? Peki Londra’nın içinde bulunduğu modern sanat eserleri var mı ki? Muhtemelen bir sürüdür. Hatta Berlin’in isminin geçtiği edebiyat eserleri. İkinci dünya savaşının çıkmasının en büyük nedeni olan Almanlar’ın en şöhretli şehri Berlin’in anlatıldığı kim bilir kaç tane roman vardır. Hatta yeğenim sayesinde konusu Berlin’de geçen yeni nesil bir Sniper temalı bilgisayar oyunu oynamışlığım bile var.

Yoook. Unuttum sanmayın Paris’i. Kimilerine göre aşıklar şehri kimilerine göre romantizmin başkenti. Bazıları sıkıcı buluyor. Bir başkası da fazla abartıldığından bahsediyor Paris’in. Hiç düşündünüz mü neden acaba modern dünyada şehirler böylesine kutsanıyor? Onlara böylesi özellikler atfediliyor. Nedir şehirleri böylesine çekici kılan? Niye herkes Paris’in, Newyork’un ya da Londra’nın hayalini kuruyor. Yoksa buraların kendilerine özgü cazibesine mi kanıyor insanlar. Televizyonlarda sürekli gördükleri bu ışıl ışıl şehirlere ulaşamamak daha da mı arzularını kamçılıyor insanların.

Parfümlerinde Newyork’un değişik semtlerinin isimlerini kullanan Bond  No.9 niche parfüm evini biliyoruz. Şimdi de Paris düşünülerek, daha doğrusu Paris’ten esinlenerek ortaya çıkarılmış bir parfüm var karşımızda. Geçtiğimiz haftalarda incelediğim Ineke parfüm evinin en popüler kokusu olan Derring-Do’dan sonra, en çok övgü alan eser diyebiliriz Field Notes From Paris için.


Tam da şimdi küçük bir ayrıntı vereyim Ineke ile ilgili. Çıkardığı parfümleri alfabetik olarak sıralayarak piyasaya sürüyorlar. Mesela ilk parfümleri “A” harfi ile başlayan “After My Own Heart”. İkinci parfümleri ise “B” harfinden “Balmy Days & Sundays”. Yani parfümlerini harf sırasına göre isimlendiriyor. Bugün inceleyceğim ise markanın altıncı parfümü “F: Field Notes From Paris.” Hatta bu harfleri parfümlerin kutularının üstüne büyükçe yazıyorlar. Yani bir çeşit gelenek anladığım kadarıyla. Hatırlarsanız Tauer parfüm evi de kokularına numaralar veriyordu.

“Tatlı kokan Paris öğleden sonraları, hayat kahve kaşıklarıyla ölçülür” manasına geldiğini tahmin ettiğim bir tanıtımla karşımıza çıkıyor bu parfüm. Şimdi burada sanırım Paris’in çokça kahve içilen meşhur ve sokaklara taşan “café”lerine bir vurgu var. Zaten markanın kurucusu Ineke Rühland’ın Paris’e ilk geldiği yıllarda oldukça etkilendiği bu hayat biçiminden esinlendiği ve bu parfümü böylesi bir imgelemin ardına sığdırdığını düşünebiliriz.


Kendi sitelerinde parfümlerini odunsu-oryantal olarak sınıflandırmışlar. Başlangıcında portakal aroması ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Fakat baharat darken öyle keskin ve boğucu değil. Gayet yumuşak ve portakal ile güzel bir işbirliği yapmış halde. Açıklanan üst notalarına baktığımda kişniş ve portakal çiçeği görüyorum. Anlaşılan bu ikili baş rolde açılışta. Fakat portakal çiçeğinin o kadınsı ve çiçeksi hali pek yok. Daha erkeksi ve daha portakal kabuğu gibi. İyiki de böyle yapmış Ineke. Bence üst notaları gayet güzel. Orta notalara doğru portakal etkisi devam ederken, baharatlar geri çekiliyor. Onun yerine ferah ve yumuşak sayılabilecek tütün ve deri geçiyor. Deri biraz daha geri planda. Ağırlık pipo tütünü gibi kokmayan tütünde diyebilirim. Bu kısmı başları kadar kendime yakın bulamadım. Oysaki tam bir tütün kokusu sever olmama rağmen. Alt notalarında ise portakal aroması oldukça etkisini kaybediyor. Parfümün sonlarında süpriz bir şekilde gül, silhat ve odunsu notaları hissediyorum. Fena bir kapanış değil.

Bazı yorumcuların dediği gibi Field Notes From Paris özellikle portakal aromasının etkisiyle birazcık “ekşi” kokuyor. Özellikle başlangıcında. Orta notalarda da bu ekşilik meyvemsi bir his verebiliyor. Hatta biraz meyve suyu kıvamı bile denebilir. Onun dışında zengin bir aromaya sahip. Hatta biraz karmaşık. Çözmeniz zaman alabilir. Onun için 1-2 kere deneyip karar vermeyin derim.


Şimdi parfümümüz genel olarak yapaylık barındırmıyor. Kalite anlamında sizi tatmin edecektir. Hüzünlü mü desem, belli şeyleri aşmış mı desem karar veremedim. Bana garip bir şekilde eskileri hatırlattı kokusu. Aslında çok modern bir yapısı var genel olarak. Sanki belli yaşın üzerindekiler için daha uygun olacakmış gibi bir hisse kapıldım. Belki 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilere uyacak gibime geliyor.

İsmini Paris’ten alan bir parfümün Paris gibi kokması gereker mi? Ya da Paris nasıl kokar? Bu güzel şehre hiç gitmediğim için yorum yapamayacağım. İyi de her şehrin kendine özgü bir kokusu olabilir mi? Bence hem olabilir hem de olamaz. Eğer Paris bir kokuya benzetilseydi ne olabilirdi diye düşünüyorum. Belki romantizminden dolayı modern bir gül gibi olmalı. Ya da ünlü cafélerinde içilen kahvelerin etkisiyle biraz kahve kokmalı. Buradan yola çıkarak Field Notes From Paris, aynı ismi gibi Paris kokuyor dersek sanırım yanılmış oluruz. Ya da böyle bir genelleme zorlama olacaktır.
   

Field Notes From Paris güzel bir parfüm ama harika ya da çok özel değil bence. Yani bir niche marka olduğunu düşünürsek ve fiyatının da ortalamanın üzerinde olacağını varsayarsak büyük boy şişesini almak için çok iyi bir seçenek mi emin değilim.

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığına çok büyük bir etki yapmamış anlaşılan. Bazı yerlerde kadın parfümü olarak geçse de bence uniseks kullanıma daha yakın. Hatta erkek parfümü olarak satsanız kimse sesini çıkarmaz. Bu arada parfümün şişesindeki Paris haritası da güzel bir detay olarak yerini almış.


Bu sıcak Ağustos günlerinde denemekle hata mı yaptım bilmiyorum. Çünkü genel hali ile biraz serin havaları istiyor sanki. Fakat sıcak yaz günlerinde de performansı fena değildi. Çok boğucu ya da keskin olmadı. Yani sıcaklarda kullanmak beni rahatsız etmedi. Fakat daha ilkbahar-sonbahar kullanımına yakın bir hali var diyebilirim. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu ve sahibi Ineke Rühland.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Sonlardaki gül ilginç bir süpriz olmuş.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmını pek beğenemedim.
- Çok çarpıcı ya da harika bir kokusu yok. Bir şişesini almaya değer mi şüpheliyim.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı da biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)



Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

Yaşım itibariyle 1970’li yılları bilmeme imkan yok ne yazık ki. Hatta Parfüm Merakı blogunun okuyucuları arasında da çok azdır 1970’leri bilenler. Yani yaşı 50 civarı olan pek okuyanım olduğunu sanmıyorum. Varsa da tek tüktür. İyi de neden acaba?

Parfüm bloglarının takipçileri kaç yaş aralığındadır diye bir istatistik var mı bilmiyorum. En azından ülkemizde böyle bir istatistik yapıldığına rastlamadım. Mutlaka yurtdışında bu soruyu merak edip araştıran ve sonuçlarını yayınlayanlar vardır. Fakat uzun süredir yurtdışı merkezli bir çok parfüm blogunu takip eden birisi olarak genel yaş ortalamasının genç olduğunu hissediyorum. Bana ulaşan parfüm severlerin de genel olarak 15-35 yaş arasında olduğunu gözlemliyorum. Tabiki istisnalar olacaktır.

Bu noktada aklıma yine başka sorular geliyor. Mesela yaşı 40 ve üzerindeki insanlar parfümlere gençler kadar ilgi göstermiyorlar mı? Gösteriyorlarsa neden aktif olarak görünür değiller? Yoksa hayatın olgunluk çağını yaşayan bu insanlar, parfümleri gereksiz olarak mı görüyorlar? Parfüm kullanmak onları genç insanlar kadar ilgilendirmiyor mu? Ya da sırtlarındaki sorumluluk küfesinin ağırlığı diğer daha az önemli şeylere dikkat etmelerini mi engelliyor? Belki de “Günlük yaşamın koşuşturması arasında bir de parfümlerle mi uğraşalım” diyorlar. Neden olmasın ki?

Parfüm markalarının da son yıllarda büyük genç  kitleye yönelik parfümler üretmeleri bir tesadüf olamaz sanırım. Zaten çok satan ve popüler parfümlerin alıcıları genç nüfus değil mi? Mesela 40 yaşlarında bir erkeğin Rochas Men ya da Yves Saint Laurent – La Nuit de l’homme kullanma şansı var mı? Bence yok. İyide yaşı belli sınırın üzerindeki insanlar (kadın yada erkek fark etmez) için tasarlanan parfümlerde gözle görünür bir azalma dikkatinizi çekmiyor mu? Peki ne yapacak bu yaşlardaki insanlar?

Aslında cevap basit. 2000 yılı ve öncesinde üretilmiş parfümlere yönelecekler. Mesela Christian Dior – Eau Sauvage, Ralph Lauren - Safari ya da Givenchy – Gentleman. Örnekler arttırılabilir. Neyseki bugün yaşı belli bir olgunluğa ulaşmış erkekler için uygun bir parfüm yazacağım. E her zaman genç işi zıpır parfümlere bakacak değiliz.


Pierre Cardin ismi zihnimde şık ve Fransız bir havası olan erkek takım elbise markası olarak kodlanmış. Dünya çapında faaliyet gösteren bir moda markası olarak da düşünebiliriz. Normal olarak böylesi bir isim parfüm işine de el atmış.

Pierre Cardin Pour Monsiuer markanın ülkemizde çok bilinmeyen eski parfümlerinden birisi. Hatta markanın ürettiği ilk parfümmüş. Zaten 1972 yılında piyasaya sürüldüğünü daha ilk saniyelerde yüzünüze vurmaktan hiç gocunmuyor. Fragrantica’da odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı eski kokan ve kolonya hissi veren limon, turunçgiller ve aromatik otlar ile gerçekleşiyor. Valla bu açılışa hiç şaşırmadım. Hatta bekliyordum. Çünkü karşımda 1970’lerin başlarında üretilmiş bir arkadaş var. Bence gayet başarılı, erkeksi ve rafine ilk kısım. Hmm. Keyfim yerine geliyor hemen. “Sanırım güzel bir parfümle karşı karşıyayım” düşünceleri içinde orta notalarına odaklanıyorum. Ama o da ne. Olamaz. Üst notalarındaki rafine ve eski kokan turunçgil-limon ikilisine tuhaf ve anlamsız bir deri ekleniyor. Deri mi ondan da emin değilim. Belki sardunya çiçeği, belki benzoin, belki silhat. Ama benim hiç sevmediğim tarzda. Bir yorumcunun “terlemiş deri ayakkabı” benzetmesi sanırım doğru. Orta kısmını hiç sevmedim. Tabiki hemen de keyfim kaçıyor başlangıçtaki kısa güzellikten sonra. Neyseki alt notalarda bu tuhaf deri artık hissedilmiyor. Ortaya hafif tatlı baharatlar, güzel bir deri ve tonka fasulyesi çıkıyor. Son kısmı gayet güzel, konforlu ve şık. Tam bir 1980’ler erkek parfümü sonu adeta. Yani sonuç olarak başlangıcı gayet güzel, orta notaları başarısız ve sonları etkileyici.


Pierre Cardin Pour Monsieur, genel olarak hafif tatlı bir kokuya sahip. Bu tatlılığı muhtemelen bal ile sağlamışlar. Fakat çok iyi ayarlanmış. En dikkat çeken özelliği ise erkeksi yapısı. Zaten döneminin diğer erkek parfümleri gibi maço, erkeksi, keskin ve olgun havasını yeterince taşıyor. Karşımızda tam bir erkek parfümü var. Hemde her şeyiyle.

Parfümümüz dönemiminin eski klasiklerini hatırlatıyor. Biraz Christian Dior – Eau Sauvage var sanki karşımda. Biraz Calvin Klein – Obsession For Men esintileri, hafiften Yves Saint Laurent Pour Homme benzerliği. Ama hiçbirine tam olarak benzemiyor. Sanki hepsinden birer parça almış gibi. Pierre Cardin Pour Monsieur, yaşı 35 hatta 40 ve üzerindeki erkekler için uygun fiyatlı bir seçenek olarak görünüyor. Amaaa…


Şimdi bence parfümümüzün orta notaları oyun bozan kısmı. Yani bazı yorumcularında dediği gibi sulandırılmış deri gibi bir havası var. Benim bu parfümün notunu en çok kıracağım yeri burası olacak. Çünkü o tuhaf ve sinir bozucu orta kısım yüzünden bence bu parfüm tercih edilmemeli. Çünkü neredeyse kokusunun büyük kısmında etkisini gösteriyor. Zaten alt notalarında çok zayıflıyor kokusu. Neredeyse zor hissediliyor. Bence Yves Saint Laurent Pour Homme ve Obsession For Men varken bu parfümün pek isminin geçmemesi gayet normal.

Diğer bir konu ise parfümün anladığım kadarıyla iki versiyonu var. Daha doğrusu iki farklı üreticisi. Bu da markanın telif hakları ile ilgili olabilir. Benim denediğim orijinal ilk sürümü olduğunu tahmin ediyorum. Bir de “Aladdin Fragrance” tarafından üretilen versiyonu varmış. İkiside aynı parfüm. Sanırım reformulasyon gibi bir durumu olmuş. Yeni versiyonundan her zamanki gibi kimse memnun değil. Eğer bulabilirseniz eski sürümünü denemenizde fayda var.


Parfümümüz Eau de Toilette konsantrasyonunda. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın gibi duruyor. Genç arkadaşların denemesini pek tavsiye etmem. Herkesin sevebileceği gibi bir kokusu yok. Aman dikkat.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Sonları çok güzel.
+ Eğer yurtdışında yaşıyorsanız çok uygun fiyatlara alabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta notalarındaki sulandırılmış deri benzeri koku hiç hoş olmamış.

Koku Güzelliği:10/6.5 

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Le Labo – Rose 31 (2006)



Le Labo – Rose 31 (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

“Devrim.”

Bu kelimeyi her duyduğumda ya da bir yerlerde okuduğumda aklıma Ernesto “Che” Guevara veya Fidel Castro geliyor. İdealleri ve inandığı davası için ölüme koşan ya da ölümden zerrece korkmayan insanlar. Dünyaya meydan okumayı sıradan bir işmiş gibi gören. Ve bunu belki de mutlulukla yapan. Bence devrim, işlemeyen, çürümüş, sakat bir sistemi yıkarak, yerine daha iyisini ve doğrusunu inşa etme isteği ve amacı. Bu tanımı tamamen kendi kafamdan veriyorum. Herhangi bir sözlüğe bakmış değilim. Zihnimde böyle şeyler uyanır devrim kelimesi ile ilgili.

Devrim deyince aklıma hemen devletlerin siyasi tarihi geliyor. Mesela İngiltere’nin monarşiden kurtulup demokrasiye geçişi. Fransız devrimi. Çarlık Rusyası’nın yıkılarak iktidara Bolşevik’lerin geçmesi. Ve tabiki Osmanlı Devleti’nin parçalanıp ortaya Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkması. Yani ülkemizin kuruluşu da bir devrim sonucundaydı. Buradan bakarsak Mustafa Kemal de tam bir devrimciydi.

Peki devrim sadece ülkelerde mi olur? Yoksa hayatın başka alanları da devrim fikrine açık mı? Tabiki, elbette ve neden olmasın. Mesela internet bir devrim değil mi? Ya da cep telefonları, otomobil, elektrik, petrolün bulunması ve kullanılması, uçaklar, atomun parçalanması hatta sanayi devrimi. Bu gelişmeler hayatımızı kökünden ve derinden sarsmadı mı?

Şimdi siz Parfüm Merakı okuyucularına bir niche markanın parfüm sektöründe devrim yapmak için yola çıktığını söylesem ne düşünürsünüz. Muhtemelen “Yok artık. Kolay mı kocaaa parfüm endüstrisinde devrim yapmak” diyebilirsiniz. Fakat Amerika/Newyork merkezli henüz çok yeni bir niche parfüm evi olan Le Labo’nun amacı parfüm dünyasında küçük çaplı bir devrim yapmak anladığım kadarıyla. Bunu nereden mi anlıyorum. Bizzat kendi internet sitesinden. Hatta sitede neredeyse devrimin manifestosu olabilecek ifadeler bile var. Derseniz ki “Yahu parfüm merakı sende amma safsın. Oradaki amaç devrim yapmak değil farklı bir pazarlama taktiği. İnanma bu numaralara.” Valla ben Le Labo’nun yalancısıyım. Elçiye zeval olmaz.


Özellike son 1-2 yıldır yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda sıkça ismi geçen bir marka haline geldi Le Labo. Parfümlerinin isimleri ve şişe tasarımı oldukça farklı. Rose 31, Vetiver 46, Bergamote 22, Santal 33, Oud 27, Iris 39 gibi isimler kullanıyorlar. Yani önce parfümün ana teması sonrasında da bir rakam. Şimdi anladığım kadarıyla buradaki rakamlar parfümlerin içeriğindeki maddelerin sayısını gösteriyormuş. Şişeleri ise ayrı bir ilginç. Bana eski ilaç ya da şurup şişelerini hatırlatıyor. Bugün Le Labo’nun en sevilen, en popüler ve en çok tartışılan parfümü Rose 31’i inceleyeceğim. Hatta bu parfüm için markanın “gözbebeği” bile diyebiliriz.

“Erkek için bir gül parfümü!” İşte sonunda bir marka bu işe el attı. Neden hep gül kokusu kadın parfümlerinde kullanılıyor? Erkeklerin başı kel mi? Böylesine güzel bir çiçeğin kokusu neden erkek parfümlerine de ilham vermesin? Hepimizin bildiği gibi gül genellikle kadın parfümlerinde ve oldukça da kadınsı bir formda sunuluyor. İşte sorun da burada başlıyor.

Gül gibi kokmak isteyen erkekler genellikle kadın parfümlerine yöneliyorlar. Yani “erkek için gül” temasına çok fazla rastlanmıyor. Bakalım Rose 31 erkeklerin gül parfümü özlemini giderebilecek kadar başarılı mı?


Rose 31 odunsu, çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında güzel, tatlımsı gül ile size merhaba diyor. Buradaki gül biraz pudralı gibi diyebilirim. Fakat zarif, rafine ve sakin. Alıştığımız üzere kadınsı bir gül kokusu değil. Daha nötr. Yani erkek kullanımı için çok daha konforlu. Başlangıcını sevdim.

Orta notalara gelindiğinde kokusu değişiklik gösteriyor. Gül kendisini geri plana çekiyor. Bu sefer karşımıza hafif ve yumuşak baharatlar çıkıyor. Açıklanan notalarına baktığımda kimyon gördüm. Ondan geliyor olabilir. Hatta tarçın-karanfil ikilisi de olsa şaşırmam. Buradaki baharatlar geri plandaki gül ile gayet güzel harmanlamış. Orta notalarda hakimiyet baharatlarda diyebilirim. Fakat çok keskin ve boğucu değiller hiçbir zaman.  Parfümün en sevdiğim yeri diyebilirim burası için. Baharatlar çok derin ve lüks kokuyor. Tabiki gül de alttan alta destek veriyor baharatlara. Çok başarılı orta notaları da.


Son kısımlarda yine küçük bir değişim gösteriyor kokusu. Baharatlar etkisini kaybederken ortaya odunsu notalar ve misk çıkıyor. Kabe samanını da unutmayayım. Fakat ağırlık odunsu notalar ve sulandırılmış hissi veren miskte. Yine açıklanan alt notalarına baktığımda gaiac ağacı, öd ağacı, sedir ağacı, misk ve kabe samanı var. Fakat kokusunun en vasat yeri alt notaları diyebilirim. Tam bir hayal kırıklığı. Yapay ve düşük kaliteli bir son hiç yakışmıyor böylesi güzel devam eden bir parfüme. Yazık olmuş.

Rose 31 anladığım kadarıyla erkeksi gül parfümü ortaya çıkarmak için yola çıkılmış bir eser. Bence hiç de fena bir fikir değil. Çünkü gerek ana akım gerekse niche markaların çok sayıda erkeklere hitap eden gül parfümü yok. Aklıma gelen örneklerden Burberry – Brit ve nichelerden Maison Francis Kurkdjian – Lumeir Noir Pour Homme ve Czech Speake – No.88 gösterilebilir. Peki Rose 31 aynı ismi ve konsepti gibi yoğun bir gül kullanımına sahip mi?

Bence başından sonuna kadar ana oyuncu gül değil. Özellikle başlangıcında çok etkili ve baskın gül teması. Fakat sonrasında yavaş yavaş geçen saatlerin ardından gül eski gücünü korumuyor. Orta notalarda yerini biraz baharatlara bırakıyor. Alt notalarda da odunsu notalara. Ama bence geri planda her zaman bir hayalet gibi kendisini hissettiriyor gül.


Madem öyle bu popüler arkadaşın biraz daha detayına inelim. Şimdi başlangıcındaki yüksek kaliteli gül kokusu bence çok başarılı. Tam olması gerektiği gibi. Montale’nin o hacı yağı efektine sahip Black Aoud’u gibi kesinlikle değil. İyiki de ona benzememiş. Yani başlangıcının kullanımı kolay ve herkesin sevebileceği gibi tasarlanması hoş olmuş. Orta notalardaki baharat kullanımı da genel konsepte uygun. Yumuşak, kibar ve ölçülü. Hiçbir eleman ben buradayım diye öne çıkmaya çalışmıyor. Herkes yerini biliyor. Yani gayet uyumlu orta notalara kadar. Fakat alt notalarda iş biraz bozuluyor. Bu kısıma kadar gayet güzel gelen kokusu sonlarda biraz deformasyona uğruyor. Kalite hissiyatı düşüyor. Bana sıradan bir ana akım parfümün sonunu hatırlattı. Odunsu notalar ve sulandırılmış misk bence vasat. Yani parfümün son kısmı bence en sorunlu tarafı. Rahatlıkla hoşuma gitmediğini ve çok yadırgadığımı belirtmeliyim. Neden mi?

Çünkü Le Labo’nun parfümleri niche kategorisinde. Hatta normal niche parfümlerden bile daha pahalı fiyata satılıyorlar. Ve kendi sitelerinde ise bol bol övünme var parfüm devrimi yapıyoruz diye. Ama bu kadar popüler olma ihtimali olan bir parfümünüzün alt notalarını böylesine sıradan bırakamazsınız. Buna hakkınız yok. Onu da parfümün genel kalitesine ve rafineliğinin düzeyine çekmelisiniz. Yoksa bir çuval inciri berbat edebilirsiniz. Yani ben başlangıcını ve orta notalarını çok güzel yapayım, sonlarına nasıl olsa kimse dikkat etmez dersen senin Calvin Klein yada Hugo Boss’dan bir farkın kalmaz. Ve bu kadar iddialı bir niche markaya da bu durum yakışmaz.
     

Yukarıda da bahsettiğim üzere Rose 31 markanın en popüler parfümü. Bunun içinde bir çok şey yazılıp çiziliyor yurtdışındaki parfüm platformlarında. Şimdi böyle ilgi çeken parfümleri bazı kullanıcılar çok fazla abartabilirler ve gereğinden fazla övebilirler. Acaba Rose 31 için durum nedir diye düşünüyorum. Benim hayatımın parfümü olmayacağı çok açık. Daha önce Serge Lutens deneyimi olan birisi olarak söylüyorum. Harika ya da sizi alıp başka diyarlara bırakabilecek bir arkadaş olduğunu düşünmüyorum. Sonlarını saymazsam konforlu, rafine ve başarılı bir “baharatlı, odunsu gül” parfümü diyebilirim. İşte benim sınıflandırmam da böyle.

Kimi kullanıcılar Rose 31’i pek beğenmezken, bazıları şimdiye kadar kullandıkları en iyi parfüm diyerek övgüye boğuyorlar. Bazı yorumcular ise onun bir gül parfümü olmadığını, gül kokusunu çok fazla algılayamadıklarını söylemişler. Ben bu arkadaşlara pek katılamayacağım. Her ne kadar sonlarında gül teması baskın olmasa da, başlangıcı ve kısmen orta notaları gül etkisinde.

Rose 31 Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Tartışma konularından birisi de bu bir erkek parfümü mü? Le Labo erkek kullanımını öne çıkarsa da bence uniseks uygulamaya daha yakın. Yani kadınlarda deneyebilirler. Ağustos ayının bu sıcaklarında denediğim Rose 31 bende rahatsızlık yaratmadı. Yani ilkbahar-yaz kullanımına uyacak gibi görünüyor. Ayrıca içeriğindeki baharatlar ve odunsu notalar sayesinde de kış mevsiminde de kullanılabilir tahminimce. Aslında bir de kışın denemek lazım. O zaman kokusunun nasıl bir tepki vereceğini ölçmek için. Ofis içinde ya da evinizde kullanmak çok daha etkileyici sonuçlar verebilir. Günlük hayatta ya da dışarıda kullanmak için bence çok uygun değil. Yani parfümün değeri pek anlaşılamayabilir. Yumuşak ve asil tarzından dolayı böyle bir uyarı yapma ihtiyacı hissediyorum.
 

Parfüm kritikçisi Luca Turin Rose 31’i “havuç suyuna” benzetmiş. Onun böyle değişik benzetmelerine alışığız ama ben pek havuç suyuna benzetemedim kokusunu. Kitabında ise beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş üstat. Parfümün tasarımcısı ise pek ismi duyulmamış bir burun olan Daphne Bugey’miş.

Eğer Le Labo’nun ilginç parfümü Rose 31’i denemeye niyetiniz varsa o zaman “gelin ve devrime sizde katılın!”

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları şahane.
+ Genel olarak rafine ve yüksek kaliteli tarzı sevindirici.

Eksileri:
- Sonlarında ortaya çıkan koku böylesine bir niche markaya yakışmıyor.
- Fiyatı çok pahalı. Hatta biraz abartılı.

Koku Güzelliği:10/7.5

19 Ağustos 2012 Pazar

Calvin Klein – Ck Be (1996)



Calvin Klein – Ck Be (1996)  Markanın unisex olarak satılan parfümü.

Obsession, Eternity, Truth, Contradiction, Escape, One.

Calvin Klein moda evinin parfüm biriminin dünyaya armağan ettiği kokular arasında yukarıdaki arkadaşlar. İlk çıktıklarında çok ilgi gören, çok satılan listelerine giren, etraftaki bir çok insanda kokusunu duyduğunuz meşhur parfümler.

Calvin Klein’in dev pazarlama ağını ve bolca para harcanmış başarılı tanıtımları da düşünürsek, bu parfümlerin zamanlarının çok tercih edilen kokuları olmasına şaşırmamak gerek. İyi de 2012 yılı itibariyle durum nasıl?

Son zamanlarda parfümler alanında düşüş çizgisinde olan bir Calvin Klein görüyorum. Hele ki son yıllarda piyasaya sürdüğü IN2U ve Free bence çok büyük başarısızlık örnekleri. Sanırım Calvin Klein, bir çok markanın düştüğü hataya düşmüş durumda. Ben kendimce bu hatayı şöyle formülüze ediyorum: “Maliyetleri azaltarak vasat ve herkesin sevebileceği parfümler yaptırmak. Böylece çok fazla satış yapıp karını olabildiğince arttırmak. Gerisi ise önemli değil.”

Ki bir marka bu çıkmaza girdiği zaman sonunun hiç iyi olmayacağı açık. Şu markalar parfümler konusunda  neden kendilerine Hermes ya da Guerlain’i örnek almazlar. Anlamış değilim.


Oysa 1990’lar Calvin Klein parfümlerinin altın çağı gibiydi diyebiliriz. Gerek Eternity gerekse Obsession erken dönem Calvin Klein’lerin önemli isimleriydi. Ardından 1990’lı yılların ortalarında çıkarılan “One ve Be” markanın şöhretine şöhret katıyordu. Özellikle 1994 çıkışlı “One” hala sevilen ve bolca etrafa duyabileceğimiz eserlerden birisi.

1994 yılının başarılı parfümü One’dan sadece iki yıl sonra aynı şişe formunda (fakat bu sefer şişesi siyah) Be piyasaya sürüldü. Hiçbir zaman One kadar başarılı olamasa da Be’nin ciddi bir seven ve kullanıcı kitlesi olduğu anlaşılıyor. Bende bugün çok popüler olan One’ı değil, onun kardeşi Be’ye bir göz atacağım. Bakalım Be bende ne gibi duygular uyandıracak.

Parfümümüz odunsu, çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Hatta aromatik odunsu da denilebilir. Başlangıcında kolonyamsı bir lavanta ile size merhaba diyor. Fakat öyle keskin ve sert bir lavanta düşünmeyin. Daha aromatik ve hafif. Sanırım lavantanın keskin kokusunu azaltmak için biraz bergamot ve yeşillikler kullanılmış. Evet başlangıcı kısmen yeşil ve çiçeksi. Hatta kolonyamsı bir erkeksi çiçeksilik dersem daha doğru olur. Üst notaları gayet ferah.


Orta notalarında bu aromatik lavanta biraz geri çekilirken ortaya meyvemsi çiçekler çıkıyor. Fakat çiçekler hala kadınsı değil. Bence orta notaların en önemli oyuncusu hafif tatlı meyveler. Açıklanan notalarında ardıç meyvesi ve şeftali var. Muhtemelen onların işi bu meyvemsilik. Be’nin en sevdiğim kısmı diyebilirim burası için. Son bölümleri ise hayal kırıklığı. O güzelim meyveli-çiçeksi koku tamamen ortadan kayboluyor. Onun yerine artık alt notaların klasik öğeleri odunsu notalar, amber, biraz da misk kendisini gösteriyor. Azıcık da deri var sanki. Fakat ağırlık odunsu notalar (sedir ağacı olabilir) ve amberde. Tahmin edeceğiniz üzere son kısım oldukça yapay. Parfümün bitiş kısmına hiç özen gösterilmemiş.

Tam “işte insanlara tavsiye edebileceğim ortalama ve her yerde uygun fiyata bulunabilecek bir parfüm” diye düşünürken, son kısmı bütün işi bozdu. Lavantayı çok sevmesem de başlangıcı fena değil. Orta notalar gayet iyi. Ama alt notaları çok yapay ve vasat. Bu duruma ne yazık ki artık bir çok parfümde rastlıyoruz. Parfümün başlangıcına ve orta notalarına özen gösterip, sonrasını boş vermek bir gelenek halini alıyor sanırım.


İyi de parfüm dediğimiz şey bir bütün değil mi? Değerlendirirken başından sonuna kadar incelememiz gerekmez mi? Peki parfüm üreticileri bunu bilmiyorlar mı? Gayet iyi biliyorlar. Çünkü insanlar mağazalarda bir parfümü alma kararını genellikle ilk fıstan 2-3 dakika sonra veriyorlar. Tabiki uyanık parfüm severler bir kokunun üst notalarındaki güzelliğe kanmayacak kadar tecrübeli olmalı. Yani sadece 1-2 defa ayak üstü deneyip de aldığınız parfümlerden bir hafta sonra nefret etmeniz çok büyük bir ihtimal. Aman dikkat! Bu konuyla ilgili daha uzun ve detaylı bir yazı yazmayı düşünüyorum zaten. Şimdilik şöylece bir üzerinden geçmiş olayım konunun.

Şu bir gerçek ki Be, 1990’ların  ortaları ve sonlarının şöhretli parfümlerinden birisiydi. Muhtemelen çok satanlar listesinin üst sıralarındaydı. Bir çok kişinin severek kullandığı ikonik bir klasik idi. Fakat 2012 yılı itibariyle parfüm sektörünün geldiği yeri ve çok güçlü rakiplerini düşünürsek, “yıldızı sönmeye yüz tutmuş” bir arkadaş diyebiliriz. Belki eski bir dost Be. Ya da hatıraların canlanmasını sağlayan bir nostalji. Bu anlamda Be’yi Obsession ve Eternity’e benzetebiliriz. Belki de bir çok parfümün başına gelebilecek şeyi yaşıyor Be. Yani “zamana yenik düşmek.”


Be, Calvin Klein markasının ortalama parfümlerinden birisi bence. Harikalar yaratmıyor. Özellikle genç arkadaşların yada parfümlerle yeni tanışan insanların kullanması için tasarlandığını düşünüyorum. Şişesinin simsiyah olmasına bakmayın. Genel olaral hafif, ferah, yumuşak, saldırgan olmayan ve bir çok kişinin sevebileceği gibi bir kokusu var diyebilirim. Ama onun dışında benim için çok fazla anlam ifade edemiyor  ne yazık ki. Yani Be için beklentilerinizi çok yüksek tutmayın.


Be’yi tanınmış burunlardan Ann Gottlieb tasarlamış. Luca Turin ise Be’yi “hafif fujer” olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Be ile ilgili eleştirilerin en önemlilerinden birisi kalıcılığının çok az olması. Kimi kullanıcılar kokusunun 1-2 saat sonra uçtuğunu söylemişler. Benim denemelerimde hiç de o kadar az olmadı kalıcılığı. 5-6 saate yakın hafif hafif hissettirdi kendisini. Ha belki fark edilirliğinin az olması ve genel yapısının hafif oluşu, insanlarda kalıcılığının az olduğu yargısını oluşturmuş olabilir. Ya da ten seçen bir parfüm de olabilir. Ama benim tenimde kalıcılık sorunu yaşamadım.

Be bence dört mevsim kullanılabilecek yapıda. Ferah ve hafif yapısından dolayı ilkbahar-yaz mevsimine yakışacaktır. İçeriğindeki lavanta, tatlı meyveler, odunsu notalar ve amber sayesinde kışın da kullanılabilir. Ama bence ilkbahar-yaz mevsimine daha yakın duruyor. Günlük kullanıma ve spor giyime rahatlıkla uyacaktır.

Bir başka konu ise parfümün uniseks olarak satılması. Bence erkek kullanımına daha yakın Be. Yani bir kadında nasıl sonuçlar verir pek emin değilim. Zaten parfümü deneyen kadın yorumcular da erkeklere uygun olduğunu vurgulamışlar. Her zaman yaptığım uyarımı yenileyeyim: “Lütfen denemeden almayınız.”

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Orta notaları bence en güzel yeri.
+ Bir çok internet sitesinde uygun fiyata bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Sonlarını hiç sevmedim.
- Bir şişesini alacak kadar özel bir yanı olduğunu düşünmüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

16 Ağustos 2012 Perşembe

Tauer – Orange Star (2010)



Tauer – Orange Star (2010)  Markanın uniseks olarak düşünülmüş parfümü.

Saat 00.29. Türkiye’nin en batı noktalarından birindeyim. Küçük bir tatil kasabası burası. Yaz mevsiminde nüfusu yüz bini geçen, kışın ise sessiz ve sakin diğer Akdeniz sahil kasabalarıyla çok fazla ortak yönü olan.

Böylesine küçük yerlerde herkesin birbirini tanıması normal. Tabiki yerlilerinden bahsediyorum. Hatta yazın gelen tatilciler için hafif alaylı bir şekilde “yazlıkçılar” demelerini seviyorum en çok. E haklılar. Buranın asıl sahibi onlar. Diğerleri 15-20 günlüğüne gelip ondan sonra koştura koştura yaşadıkları yerlere dönen insanlar. Burada yaşıyor olsam bende “yazlıkçılarla” hafiften makaramı geçerdim.

Ne yazık ki burada portakal ağaçları yok. Yani turunçgil yetiştiriciliği yapılmıyor. Sebebini anlamış da değilim. Acaba iklimi mi elverişli değil? Ya da çok zahmetli bir iş mi?


Çünkü Ege ve Akdeniz toprakları sanki Allah’ın ülke insanlarına bir lütufu. Hangi sebzeyi ya da meyveyi dikseniz size kat kat geri ödüyor bu topraklar. Yani doğanın bizden çok fazla alacağı var. Bu kadar borcu nasıl öderiz toprağa bilemiyorum. Biz ise o toprağı başımızın tacı edeceğimize üstüne piknikten arta kalan çöplerimizi atıyoruz. Fabrikalarımız derelere atıklarını boşaltıyor. Derelere HES’ler yapıp ekolojik dengeyi nasıl daha fazla bozarız diye uğraşıp duruyoruz.

Daha önce de söylediğim gibi Parfüm Merakı blogu, kuru kuru parfüm yorumları yaptığım bir yer değil. Zaman zaman etrafta gördüğüm haksızlıkları dile getirdiğim, kimseye boğun eğmediğim bir platform. Hiçbir markaya ya da şirkete yaranmak gibi bir derdim de yok. Ne hissediyorsam ve nasıl düşünüyorsam yazıyorum. İlgili ya da ilgisiz. Çünkü burası benim aynı zamanda yaşadığımız dünya ile kurduğum bağlardan birisi. Türkçe okuyabilen milyonlarca insana bir şeyler anlatabildiğim defterim de diyebilirim.

Ülkemizin özellikle Akdeniz bölgesi müthiş bir tarım potansiyeline sahip. Sofralarımızda yediğimiz bir çok besin bize buradan geliyor dersek yanlış olmaz sanırım. Ama en önemlisi de turunçgil üretimi.


Mersin-Tarsus bölgesi beni ilk gittiğimde çok şaşırtmıştı. Mersin’den çıkıp Tarsus’a giderken ve Tarsus’u geçtikten sonra kilometrelerce uzanan turunçgil bahçelerine tanık olmuştum. Gerek Antalya gerekse Mersin bölgesi Türkiye’nin turunçgil ihtiyacını tek başına rahatlıkla karşılıyor. Yani portakal, mandalina, greyfurt ve limon bizler için hiç de yabancı meyveler değil. Sıcak mevsim meyveleri olarak bilinen turunçgiller, mesela soğuk bir iklime sahip ülkede ne kadar biliniyor ve seviliyor. Mesela İsviçre’de.

Bu sorunun cevabını İsviçreli bir parfümör olan Andy Tauer bize veriyor. Bankacılık sektörü ile dünyaya örnek olmuş bir ülke. Uluslararası meselelerde hep tarafsız kalarak fazla suya sabuna dokunmamış. Dünyanın gelir düzeyi en yüksek ülkelerinden birisi. Ve bu küçücük ülkenin, ismi sıkça duyulan dünya çapında bir markası daha var artık. Adı da “Tauer Perfumes”.


Bugün inceleyeceğim Orange Star markanın çok öne çıkan bir kokusu değil. Bunun sebebi yeni bir parfüm olması da olabilir. Henüz 2010 yılında piyasaya sürülmüş. İsminden de anlaşılacağı üzere turunçgil merkezli bir kokusu var. 9 numaralı parfümü Tauer’in.

Oryantal-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı çok kısa süreli bir portakal ile gerçekleşiyor. Sadece saniyeler sonra parfümün neredeyse ana yapısı oluşturan o acayip koku baş role geçiyor. Emin olun burnuma gelen kokunun ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Çünkü daha önce böyle bir kokuya rastladığımı hatırlamıyorum Onun için de zihnim bu kokuyu daha önceki hiçbir tecrübem ile eşleştiremiyor.


Açıklanan notalarına bakıyorum bir umut. Portakal var. Tamam onu anladık. Menekşe görünüyor Hmm. Belki olabilir. Ama emin değilim. Yanmış portakal kabuğu mu desem. Tuhaf odunsu notalar mı desem. Bu koku ne yahu!!! Yeniden notalarına dikkatlice baktığımda clementine ve lemongrass isimli iki elemente rastladım. Daha önce koklamadığım bu arkadaşlardan geliyor olabilir orta notalardaki burun büken koku. Ya da silhat ve deri karışımı diyesim geliyor. Kimi yorumcular orta notalarındaki o rahatsız edici kokuyu benzine benzetmiş. Ben ise tozlu ve kirli kokan çiçekler diyorum son olarak. Fakat hala emin değilim.

Parfümün sonları da aynı orta notalardaki koku ile özdeş. Fakat biraz odunsu notalar ile amber hissediliyor. O kadar. Sonuç olarak garip bir parfüm.


Öncelikle Orange Star ismi gibi portakal ağırlıklı. Fakat portakalın çok farklı ve uç bir yorumu bana göre. Hem sevmesi hem de giymesi zor bir kokuya sahip. Yani en azından benim için öyle. Ama şuna eminim bu parfümü deneyen bir çok ortalama kullanıcı kaçacak yer arayacaktır.

Orange Star düz çizgide ilerliyor. Çok büyük değişiklik göstermiyor. Biraz sert, algıları zorlayan ve herkesin sevemeyeceği bir hali var. Aklıma hemen Tauer’in denediğim diğer parfümü L’Air du Desert Moracain geldi. Sanki ondaki deri kullanımını andıran bir hali var.


Eğer Orange Star’ın 2010 yılında çıkmış bir parfüm olduğunu bilmeden bana koklatılsa sanırım onun 1980’lerin eski ve acımasız turunçgil kokularından birisi olduğunu sanırdım. Genel olarak çok temiz ve mis gibi kokan bir portakal aromasına sahip değil. Daha ağır, keskin, güçlü ve tuhaf.

Orange Star Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Uniseks olarak düşünülse de bence erkek kullanımına daha yakın. Kokusunu bir kadına pek yakıştıramıyorum. Yaş aralığı olarak daha üst grupları hedeflediğini düşünüyorum. Belki 35 ve üzeri. Parfümün tasarımcısı ise Andy Tauer.


Bahsetmem gereken bir diğer durum ise kalıcılığı. Bir çok EDP denedim ama Orange Star gibi inatçı ve teninizden çıkmak istemeyenine az rastladım. Üzerimde 2 güne yakın kalarak bu konuda çok iddialı olduğunu gösterdi. Ayrıca fark edilirliği başlangıçta çok yüksek. Onun için dikkatli sıkmanızı tavsiye ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Kalıcılığı çok iyi.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan kokuya benim tahammül edebilmem mümkün görünmüyor.
- Yapaylık sınırında dolaşan nükleer bir bomba adeta.
- Fiyatı yüksek. Ayrıca her yerde bulmanız da zor.

Koku Güzelliği:10/5.5

14 Ağustos 2012 Salı

Hermes – Eau des Merveilles (2004)



Hermes – Eau des Merveilles (2004) Markanın kadın parfümü olarak lanse edilen parfümü.

Eau des Merveilles. Fransızca bu ismin Türkçe karşılığı olarak “Mucizeler Suyu” cümlesine ulaşabildim. Bir su nasıl mucizeler barındırabilir? Yoksa suyun insan hayatı ve doğadaki işlevini düşünürsek, su zaten başlı başına bir mucize değil mi?

Oldukça ilgimi çeken parfümlerden birisiydi Hermes’in bu kokusu. İlginçliği iki ana eksende diyebilirim. Bunlardan birincisi parfümün nota piramidi, ikincisi ise hangi cinsiyetin kullanımına uygun olduğu.

O zaman önce ilk kokuya değineyim. Çünkü bu parfümü böylesine ilginç kılan özelliği açıklanan notaları. Şimdi normal parfümlerin çoğunda belli bir koku sıralaması oluyor. Mesela üst notalar denen ve parfümü ilk sıktığımızda burnumuza gelen kokular yumuşak, hafif ve burnu çok rahatsız etmeyecek kokulardan oluşuyor. Günümüzde en çok kullanılan üst nota elemanları turunçgiller ailesine mensup. Mesela portakal, greyfurt, mandalina, bergamot, limon vb. Orta notalarda da parfümün ana teması neyse o elementler ortaya çıkar. Mesela baharatlar, çiçekler yada meyveler. Son kısımda ise parfümlerin kalıcılıklarını arttırmak için kullanılan kabe samanı (vetiver), amber, sandal ağacı, misk vb. bulunur.


Bu kısa bilgiden sonra gelelim Eau des Merveilles’in ilginç tarafına. Bu parfüm bilinen üst, orta ve alt notalar klişelerinin biraz dışına çıkıyor. Normalde alt notalarda olması gereken kabe samanı, sedir ağcı ve meşe yosunu üst notalarda kullanılmış. Alt notalar da ise limon ve portakal bulunuyormuş. Üst notalara odunsular, son kısım olan alt notalara da turunçgiller yerleştirilmiş. Yani koku piramidini tersine çevirmiş tasarımcılar. Şimdi bu bir pazarlama hilesi mi yoksa doğru mu birazdan incelemeye geçtiğimde öğreneceğiz.

İkinci olarak da Eau des Merveilles’in kadın parfümü olarak piyasaya sürülmesi. Deneyen yada kullanan bir çok kişi bu parfümün uniseks (hem kadına hem de erkeğe uyacak) olmasını savunuyorlar. Yani çok kadınsı bir hali yok diyorlar. Hatta bu parfümün çok sayıda erkek kullanıcısı da var bildiğim kadarıyla. Artık sorularımızın yanıtlarını almak için geçelim detaylara.


Fragrantica’da odunsu-oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında ortaya çıkan koku bence yumuşak, modern ve hafif tatlı bir sedir ağacı. Gayet güzel ve doğal. Başlangıcı fena değil. Orta notalarda, odunsu notalara biber ve yumuşak bir portakal ekleniyor. Başlangıçtaki odunsu notalar biraz geri çekiliyor bu kısımda. Parfümün şişesinin portakal renginde olması boşuna değil anlaşılan. Alt notalarında ise artık biber hissedilmiyor. Onun yerine amber geçiyor. Biraz da deri hissediyorum. Hafif ve ferah.       

Parfümün iki tasarımcısından birisi Ralf Schwieger kısaca şunları söylemiş: “Esmer amber (ambergris) sihirli bir materyal. Bir çok farklı kokuyu size hissettirebiliyor. Mesela amber, odunsu notalar, tütün ve mürekkebin tuzlu-tatlı karışımı gibi.”  Bu alıntıyı yapmamın sebebi Merveilles’in içeriğinde kayda değer derecede esmer amber bulunması. Zaten açıklanan notalarında da geçiyor esmer amber.


Fakat bence Eau des Merveilles’de dört ana koku hakim. Yumuşak, hafif tatlı, kremsi odunsu notalar, portakal, biber ve amber. Yani parfümün ana eksenini bu dörtlü oluşturuyor. Biber çok keskin değil. Turunçgiller ile yumuşatılmış. Amber hissi ise sanırım esmer amberden geliyor. Kimi yorumcular kokusunu Terre d’Hermes’e benzetmişler. Ben öyle çok büyük bir benzerliğe rastlamadım. Kimisi de tuzlu hatta deniz kenarı gibi koktuğunu anlatmış. Evet size öyle bir his veriyor ama çok yoğun bir tuzluluk yok. Ayarı fazla kaçmamış bir tatlılık da göze çarpıyor geneline bakarsak.

Şimdi geleyim ters nota piramidi meselesine. Açıkçası bu “üst notaları altta, alt notaları da üstte kullandık” cümlesi bana pazarlamaya yönelik hareketlerden birisi olarak gelmişti başta. Fakat Hermes gibi ciddi markanın böyle bir şey yapmaya gerek görmeyeceğini anlamış oldum. Çünkü aynı dedikleri gibi parfümün başlangıcında genellikle sonlarda kullanan odunsu notalar vardı. Sonlarda ise portakal hissi veren bir amber kullanımı dikkat çekiciydi. Yani söyledikleri gibi yapmışlar konsepti.


Eau des Merveilles, ana akım markaların parfümler konusundaki en başarılı markalarından Hermes’in güzel bir parfümü. Tamam harika değil. Sizi alıp götürmüyor. Ama yaz mevsimi için hoş, rafine ve ilginç bir parfüm arıyorsanız denemenizde fayda var. Üstelik bir çok büyük kozmetik mağazasında bulabilirsiniz. Çünkü malum yaz mevsimi için üretilen parfümler genellikle çok başarılı olamıyorlar. Hele ki ana akım denilen her yerde bulanabilecek markaların bir elin parmaklarını geçmez çok iyi yaz parfümleri. Niche parfümlerinde fiyatları herkesin ulaşabileceği gibi değil. Yani bence Eau des Merveilles’e bir şans verin. Çünkü etrafa farklı bir hava yayıyor. İnsanların bu parfümü neden deniz esintili ya da ısınmış taşlara benzettiklerini daha iyi anlıyorum.

Parfümümüz her ne kadar kadın parfümü olarak lanse edilse de bence uniseks kullanıma daha yakın. Yani bir erkek rahatlıkla kullanabilir. Hatta sonlara doğru neredeyse bir erkek parfümü gibi davranıyor. Mağaza görevlisi hanımlarımız “ama Eau des Merveilles kadın parfümüüü” dese de pek ciddiye almayın. Kararlı olun. Israrla deneyin :))


Parfüm kritikçisi Luca Turin Eau des Merveilles’e beş üzerinden üç yıldız vermiş. Kokusunu “tuzlu portakal” olarak sınıflandırmış. Parfümün tasarımını Ralph Schwieger ve Nathalie Feisthauer yapmışlar.

Tam bir ilkbahar-yaz kokusu bence. Yazın spor kıyafetlerle ya da günlük kullanıma rahatlıkla uyacaktır. Ferah, hafif ve yumuşak. 35 yaş altı kadın-erkek herkese tavsiye edebilirim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Parfüm dünyasının ilginç bir eseri.

Eksileri:
- Sonları pek başarılı değil.
- Benim tenimde fark edilirliği az oldu.
- Fiyatı rakiplerine göre biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7.5

11 Ağustos 2012 Cumartesi

By Kilian – Water Calligraphy (2012)



By Kilian – Water Calligraphy (2012)  Markanın yeni parfümlerinden.

Tam olarak karşılamasa da kaligrafi sanatının Türkçe’deki karşılığı hat sanatı diyebiliriz. Kaligrafi ismi, kelime anlamı olarak Yunanca “Kallos” (güzel) ve “Graphos, Graphia” (yazı) kelimelerinin birleşmesi ile ortaya çıkmış. Genel olarak her milletin kendi alfabesini kullanarak belli bir disiplin içinde ve  her sanatçının kendi yorumuyla yaptığı güzel ve estetik yazı sanatıymış. Kaligrafi de amaç değişik motifler kullanarak yazıyı olduğundan farklı bir kimliğe büründürmekmiş.

Kaligrafinin tarihinin eski Mısır’a kadar gittiğini öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Eski Yunanlıların, Romalıların, hatta Osmanlı sanatının bile etkilendiği sanat dalı olan kaligrafi, bir niche parfüme isim babalığı yapıyor artık. Ünlü Hennessey ailesinin genç temsilcisi Kilian’ın markası yeni parfümlere yelken açıyor. Hem de birer ikişer.


Water Calligraphy, markanın “Asia Tales” serisinin bir üyesi. Bu seride henüz iki parfüm var. Diğeri de Bamboo Harmony. Fakat önümüzdeki yıllarda bu seriye ait yeni parfümlerin çıkacağının da haberleri geliyor.

“Asya efsaneleri” serisi By Kilian’ın 21. yüzyılın cazibe merkezi olmaya aday Asya kıtasına yaptığı bir gönderme anladığım kadarıyla. Water Calligraphy’de muhtemelen Asya kıtasında sıkça kullanılan bir yazı sanatına atıfta bulunuyor. Buradan “Asia Tales” serisi parfümlerin ağırlıklı olarak Asya kıtasındaki pazarlar için üretildiğini düşünebiliriz.


Parfümümüz akuatik-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle doğru bir tanım bence de. Zaten ismindeki “su” vurgusu kısmen de olsa kokusuna yansımış. Water Calligraphy’nin başlangıcı bana çok tanıdık gelen bir çiçek-turunçgil kokusu ile gerçekleşiyor. Biraz kadınsı. Bu hissi yumuşak çiçekler veriyor olabilir. Kokusunu nereden hatırladığıma gelirsem geçtiğimiz aylarda denediğim Maison Francis Kurkdjian – Aqua Universalis’e oldukça benziyor.

Orta notalarında çiçeksi his biraz daha öne çıkıyor. Bana nedense hani şu her yerde duyduğumuz kadın deodorantlarını hatırlattı. Kadınsı taraf hala biraz daha baskın diyebilirim. Unutmadan söyleyeyim şekerli sayılayamayacak bir tatlılık da ekleniyor bu kısımda. Orta notalarını çok sevdiğimi söyleyemem. Son olarak ise asıl bomba patlıyor. Deodoranta benzeyen kısım artık tamamen geride kalıyor. Ortaya çok yumuşak ve güzel odunsu notalar, çok hafif yumuşak baharatlar ve misk çıkıyor. Alt notalarını çok sevdim. Hatta bence parfümün en güzel tarafı. Hafif bir tatlılık ise hala kendisini hissettiriyor.


Şimdi bu parfüm aklımda yeni soruların oluşmasına neden oldu. Çünkü bu kokuya çok yakın iki tane niche bir tane de ana akım markanın parfümünü denedim. Bunlar: Maison Francis Kurkdjian – Aqua Universalis, Ineke – Derring-Do ve Cartier – Eau de Cartier. Demek ki niche markaların arasındaki yeni rekabet alanlarından birisi bu tür çiçeksi-akuatik kokular.

Bu tip kokular için tam olarak deniz temalı diyemeyiz. Daha çok “su” veya “göl kenarı” gibi diyorum ben böyle parfümlere. Mesela göl kenarında dolaşıyorsunuz. Ve gölün üzerindeki nilüfer çiçeklerini seyrediyorsunuz. O çiçeklerin su ile karışımı kokusunu burnunuza çekiyorsunuz. İşte böyle bir manzara aklıma geliyor bu tür kokuları denerken.


Water Calligraphy, çok temiz (neredeyse steril), çok sakin ve çok yumuşak. Bence çiçekler ana ekseni oluşturuyor. Portakal çiçeğini andıran tatlı turunçgil ve biraz da su teması. Günümüzün modern çiçeksi parfümlerinin başarılı örneklerinden birisi olduğunu düşünüyorum.

Şimdi bu tür parfümlerde en büyük risk kokusunun çamaşır deterjanlarına ya da oda spreylerine benzeme olasılığı. Aradaki bu ince çizgiyi parfümörün usta dokunuşları değiştirecektir. Daha önce denediğim Derring-Do ve Aqua Universalis biraz çamaşır deterjanlarına benziyordu. Bu anlamda zaten çok etkileyici bulmamıştım onları. Fakat Water Calligraphy’de durum biraz farklı. Sadece orta notaları biraz problemli bence. Onun dışında sonları gayet güzel. Bu tür parfümler nasıl olması gerekiyorsa aynen öyle. O hissi çok iyi vermiş tasarımcı Calice Becker. Eğer bu saydığım benzer parfümlerden birisini seçecek olsam Water Calligraphy en güçlü adayım olurdu. Yani bu anlamda bence rakiplerinden daha başarılı.


Şişesinin simsiyah olmasına bakmayın. Water Calligraphy eğer bir renk ile açıklanacak olsa muhtemelen beyaza yakın olurdu. Zaten By Kilian’ın bütün parfümlerinin şişeleri siyah.

Bence başlangıcı uniseks kullanıma yakın. Orta notalar biraz kadınsı. Alt notaları da hem erkek hem de kadın kullanımına uygun. Yani geneline bakarsak çok erkeksi bir kokusu yok. Benden söylemesi.

Water Calligraphy Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Tasarımını ünlü burunlardan Calice Becker yapmış. Uniseks kullanıma uygun diyebilirim. Hatta biraz daha kadına yakın olablir. Tam bir ilkbahar-yaz parfümü. 30 yaş ve altındaki arkadaşlara tavsiye edebilirim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Sonları gayet tatmin edici.
+ Saf,berrak ve neredeyse soyut sayılabilecek bir koku arıyorsanız denemenizi tavsiye ederim.

Eksileri:
- Orta notaları biraz kadın deodorantlarına benziyor.
- Farkedilirliği güçlü değil.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6.5