28 Şubat 2014 Cuma

Burberry – Brit For Men (2004)


Burberry – Brit For Men (2004)

"Popüler kültürün kendisi bir hayli eski olsa da, kavramı oldukça yeni oluşmuştur. İlkin T.S. Eliot, Virginia Woolf gibi yazarların dikkatini çekmiş, öncelikle Britanya'da gündeme girmiştir. Akademik ilginin nesnesi olması da her yerden önce Britanya'da gerçekleşti.

Olgunun kendisi eski dedim ama bu da çok doğru olmayabilir. Popüler kültür kavramını en geniş anlamıyla alır, söz gelişi halkla eş anlamlı sayarsak, o zaman tabii bu işin başını mağara insanlarına kadar götürmek mümkün. Ama popüler kelimesi bunu yapmamıza izin vermeyecek kadar çağdaş çağrışımlarla yüklü bir kelime. Nitekim, kırsallığı çok daha ağır basan folktan bile hemen kendini ayırıyor. Popüler kültür dediğimiz bu olgunun başlangıcını ben, on dokuzuncu yüzyılda görüyorum." (Murat Belge)

Sanırım Murat Belge hoca haklı. 21. yüzyılda sıkça dilimize pelesenk olacağı düşünülen "popüler kültür" kavramının mucidi İngilizler. 20. yüzyılın en büyük emperyal krallığına sahip İngiltere'nin, "üzerinde güneş batmayan ülke" anlamını destekleyen isminin, hala bir çok resmi belgede Great Britain olarak geçmesi tesadüf olmasa gerek. Kimi yerlerde England kimi yerlerde Great Britain olarak geçen İngiliz uygarlığının, kendine has bazı özellikleri olduğu söylenebilir. Mesela biraz ukala olmaları, üyesi oldukları Avrupa Birliğini bile fazla ciddiye almamaları, popüler müzik dalında başarılı sanatçılar çıkarmaları, kendilerine özgü diplomasi dilleri/yöntemleri olması ve tabii ki sütle içtikleri beş çayları.

Britain kelimesinin "İngiliz" anlamında kullanıldığını öğrendiğimde aklıma ilk önce Brit Pop geldi nedense. Britain’in kısaltması olduğunu sandığım Brit kelimesi, parfümden ziyade Oasis'i, Coldplay'i, Manic Street Preachers'ı ve tabii ki Radiohead'ı hatırlatıyor bana. Ta ki bu güne kadar. Artık algım biraz daha farklı işleyecek. Çünkü Brit isimli bir parfüm çıkmış durumda karşıma.


İngiltere'nin moda alanındaki gururu Burberry'nin parfümlerinin özellikle İngiltere'de oldukça ilgi gördüğü söylenebilir. Bu durum belki "yerli malı yurdun malı" anlayışı ile açıklanabilir. Sadece İngilizler değil, Burberry'nin bazı parfümlerinin çok satanlar arasında yer alması, yabana atılamayacak başarı olduğu söylenebilir.

Burberry markasının parfüm biriminin işlerinden birisi de Brit For Men isimli odunsu oryantal arkadaş. İlk çıktığında çok satanlar listelerini zorlayan Brit'in erkek versiyonunun, ortaya çıkan benzer rakiplerinin biraz gerisinde kalmış gibi görünse de hala üretimine devam edilmesi, şimdilik markanın ondan memnun olduğunu anlatıyor bize.

Kendi sitelerinde "sıcak ve aromatik" olduğu söylenen Brit For Men'i üzerime ilk sıktığımda tatlımsı modern baharatlar ve tatlımsı kremsi turunçgiller bana merhaba diyor. Oldukça tatlı olan baharatların zencefil, kakule ve küçük hindistan cevizi olduğunu düşünüyorum. Turunçgil kadrosundan da portakal veya mandalina ile azıcık da bergamot. Kremsi baharatlı üst notalar fena değil. Orta kısma geçildiğinde turunçgillerin yerini tatlımsı gül alıyor. Buradaki gül, baharatlarla karıştırılmış ve şerbet haline getirilmiş gibi adeta. Bu andan itibaren pudramsılık da etkin. Orta bölüm için eh işte diyebilirim. Son kısımda klasik bir odunsu kapanış var. Yine kremsi ve yapay odunsu notalar mevcut. Muhtemelen sedir ağacı. Fakat ilginç yada kaliteli değil. Böylece de tenden ayrılıyor.


Brit For Men'in, genel anlamda tatlı (hatta şekerli) baharatlar, pudralı gül, biraz portakal ve sedir ağacından oluştuğu söylenebilir. Vasat kalitedeki Brit'in erkek versiyonu, zaman zaman tatlılığın ayarının kaçırıldığı, mideyi zorlayan bir şekerliliğe evrildiği, ortalama bir ana akım parfüm. Buradaki aşırı tatlılığı tonka fasulyesinin verdiği düşünülebilir.

Kremsi, pudralı, aromatik baharatların baş rolde olduğu Brit, gülü de ne yazık ki başarılı şekilde kullanmamış. Onun yerine günümüzün modern tatlı baharatlı parfümlerinin düştüğü tuzağa büyük bir şehvetle düşmüş. Sanırım halinden memnun.

Evet biliyoruz ki 15-22 yaş aralığındaki tüketiciyi tavlamaya yönelik, tatlı baharatların kullanıldığı, örneğine çokca rastlanabilecek sıradanlıkta Brit. Yeni/yaratıcı/devrimci tarafı olmayan yapısı benim için fazla çekici değil. Spicebomb, Allure Homme Sport, Versace - Eros, La Nuit de L'Homme ve avenesini seviyorsanız Brit sizin hayalinizdeki parfüm olabilir. Fakat benim rüyalarımda kabusa dönüşme ihtimali var.

Fazlaca tatlılık kullanıldığından mıdır yoksa gülün varlığından mıdır üst ve orta notaları biraz kadınsı buldum. Sonlardaki sedir ağacı erkeksilik vurgusunu artıyor. Fakat baş ve orta kısmı neredeyse kadın kullanımına bile uygun. Kimi yorumcuların Brit For Men’in kokusunu bebek pudralarına benzetmesiyse abartılı olarak görülebilir.

Çok satması ve popüler olması için tasarlandığı aşikar olan Brit'ten, Burberry'nin memnun olduğu anlaşılsa da yüksek kaliteli ve farklı parfüm arayanlar başka limanlardaki barları dolaşmaya ve gerçek aşkı uzaklarda değil, en yakınlarındaki parfümlerde aramalılar belki de.


Brit For Men'in tasarımcısı bir çok niş ve ana akım markaya hizmet vermiş olan Antoine Maisondieu. Sonbahar-kış mevsimine uygun olduğu söylenebilir. EDT konsantrasyonuna sahip. Denemeden almayınız, pişman olmayınız.

Koku Güzelliği:10/5

27 Şubat 2014 Perşembe

Çekiliş sona erdi, kazanan belli oldu!


Çekiliş sona erdi, kazanan belli oldu!

Bir çoğumuzun bileceği üzere, beş gün önce duyurusunu yaptığım hediye parfüm çekilişi sona erdi şu an itibariyle. Katılan herkese teşekkür ediyorum. Çekilişin talihlisi SunsetRider isimli arkadaşımız. İki de yedek talihli belirlendi. Eğer SunsetRider'e mail yoluyla ulaşamazsam önce birinci yedeğe ulaşacağım. Ondan da cevap alamazsam ikinci yedek talihliye gidecek hediye.

Asıl talihli: SunsetRider
1. Yedek: kouros
2. Yedek: volkan göçebe

SunsetRider isimli arkadaşa biraz sonra mail yoluyla ulaşacağım ve iletişim bilgilerini alacağım. Şansın hep böyle olur umarım hayatın boyunca.


25 Şubat 2014 Salı

Amouage – Interlude Man (2012)


Amouage – Interlude Man (2012)

Kaos, kaos teorisi, düzen, düzensizlik, düzen içindeki düzensizlik yada düzensizlik içindeki düzen. Yüzyıllardır insanların ilgisini çeken bu kavramlar, eski çağlardan beri düşünülmüş, konuşulmuş, tartışılmış ve yazılmış. Felsefenin ilgi alanına girdiğini düşündüğüm kaos ve düzensizlik kavramlarının derinlemesine araştırıldığı yayınlara ulaşmak mümkün. Sadece günümüzün filozofları değil, İslam tasavvufunun hatta Antik dönem felsefecilerinin de zihnini yorduğu kavramlar olarak karşımıza çıkar. Belki de insanın, hayatı, hayatın amacını, Allah'ı, alemleri, yaratılışı, var oluşu kafasında bir yerlere koyma çabasının sonucudur "düşünmek". Düşünüyorsak gerçekten var mıyız?

Kaos ve düzensizlik kavramlarıyla sadece filozoflar ve tasavvuf erbabları ilgilenmiyor. Arap parfüm sanatının en önemli markası haline gelmiş olan Amouage, bu kavramlara gönderme yapmış yeni kokusu Interlude'da. Amouage'ın yaratım yöneticisi Christopher Chong, parfümleri Interlude'u şöyle açıklamaya çalışmış:

"Gördüğüm ve hissettiğim kokuları yorumlarım. Bugün bizi çevreleyen tüm sosyal ve doğal kaos ve düzensizliğin çok daha özel seviyede olduğu düşünülebilir. Bu ara verme anı, bir kişinin kişisel tatminini ve başarısını sağlamak amacıyla tüm bu davaların ve türbülansların üstesinden gelmesinin yansımasıdır." demiş ve Amouage'ın felsefesini açıklamış: "Amouage, alışılmış kokuları yeniden keşfederek kıskanılan bir üne sahip olmuştur. Buhur ve reçine, geleneksel olarak dini ve ruhani kokularken, Interlude, sofistike olduğu kadar çağdaşlığın hissedileceği şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

Amouage'ın, kadın ve erkek için iç gözleme dayalı parfümü Interlude, buhur ve reçinenin yeniden keşfi ile huzur ve denge hissinin temini için düzensizlik atmosferini çağrıştırır. Bir orkestranın kaynaşması gibi teknik beceri ve yaratıcılığın entegrasyonu sayesinde bu koku bir an için dışarıdaki kaostan içsel uyumu düzenleyerek kişinin kendini ve yansımasını keşfetmesidir."


2012 yılında piyasaya sürülen Interlude'un erkek versiyonu, kendi sitelerinde ise kısaca şöyle tanıtılmış: "Interlude Man, kaos ve düzensizliğin özünde yer alan uyum anının arasındaki maskelemeden ilham alınarak hazırlanmış baharatlı ve odunsu bir kokudur."

Interlude Man'i üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlımsı bir koku çıkıyor. Garip bir meyvemsilik veya çiçeksilik diyesim var. Farklı bir çiçeksilik. Sanki ölmez otuna benziyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Keklikotu ve kırmızı biber meyvesi yağı var. İki elementi de daha önce hiç koklamadım. Acaba keklikotundan mı geliyor bu tatlımsı meyvemsi-çiçeksilik? Neden olmasın. Başlangıcı ortalama güzellikte diyebilirim. İlerleyen saatlerde koku yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Tatlı his geri plana çekiliyor. Meyvemsilik-çiçeksilik azalıyor. Onun yerine keskin baharatlar (biber/karabiber) geliyor. Bu kısımda reçine de devreye giriyor. Karanlık ve yoğun baharatlı bu bölümü biraz Ambre Sultan'a benzettim. Gayet güzel bu kısım. Devam edelim. İlerleyen saatlerde bu sefer karanlık ve kuru deri eşlik ediyor baharatlara. Tatlılık barındırmayan deri, adeta yeni alınmış deri ceket gibi. Gerilerden amber de her daim desteğini esirgemiyor. Tütsü ise bu anlarda kendisini göstermeye başlıyor. Son kısımda tütsü artık direksiyona tamamen geçiyor. Oldukça kuru tütsü, alt notalarda tenden ayrılana kadar ikinci bir deri gibi görevini başarıyla yapıyor. Tütsüye hissedilir oranda kabe samanı (vetiver) de eşlik ediyor. Buradaki vetiver neredeyse ferah. Tabi tütsü daha baskın. Gayet güzel kapanışa sahip.

Interlude Man'i geriye çekilip okumaya çalışıyorum. Bu parfümün amacı ne, konusu ne, bize anlatmak istediği ne? Bu soruların tamamına bir cevabım olduğunu sanmıyorum. Fakat genel olarak karanlık ve zengin baharat-deri-tütsü-reçine temasına sahip olduğunu söyleyebilirim. Öd, egzotik amber, paçuli ve sandal ağacının da çeperde durarak ana yapıyı desteklediği söylenebilir.


Interlude Man, koyu, dumansı, gizemli, karmaşık, kaotik, kafa karıştırıcı, markanın genel konseptine uymayan bir arkadaş. Denediğim diğer Amouage'lara göre daha tuhaf, daha az gösterişli ve lüks. Evet bir Jubilation XXV'i düşündüğümde oradaki Arap etkilerini, ultra lüks geleneği, Orta Doğu gösteriş merakını burada bulamıyorsunuz. Hatta denediğim en az Arap etkili Amouage'lardan birisi. Bu parfümü gözümü kapatıp, ne olduğunu söylemeden bana koklatsaydınız, onun Amouage'a ait olduğunu söylemek aklımın ucundan geçmezdi. Onda daha Fransız ve Avrupalı bir hava sezinliyorum. Belki de daha evrensel ve mistik.

Interlude Man, yeterince rafine ve kaliteli. Fakat o Amouage etkisine pek rastlayamadım. Bu anlamda biraz farklı kulvarda. Daha doğrusu niş bir parfümden ziyade yüksek kaliteli ana akım parfümü gibi kokuyor. Yine de yapaylığa rastlanmıyor. Başlangıcından itibaren çok değişken ve geçirgen. Her nota burnunuzun önünden adeta tören geçidindeki askerler gibi ilerliyor ve etkisini bırakıyor. Bu anlamda çok iyi çıkarmışlar.

Günlük kullanıma biraz uzak olduğunu düşünüyorum Interlude'un. Güzel ve açık bir kış gününde, pazar gezmesinde, ayda 3.000 Euro ödediğiniz yaşam koçunuzla Bebek parkında gezip, kameralara yakalanmış numarası yapan sosyetik arkadaşlarımız için uygun bir parfüm değil. Daha tematik ve özel zamanların kokusu olmalı Interlude. Belki satanist ayinde belki de Orta Doğu kökenli istihbarat örgütlerinin toplantısı sırasında üst düzey yöneticinin kıyafetinde...


Interlude’un kokusunu zihnimde şöyle canlandırıyorum: Sovyetler Birliği’nin sona ermesiyle ortaya çıkan Rusya’da yeni düzen, mafyavari örgütleri ve oligark yapıları ortaya çıkarmış. Rus derin devleti ile bağlantılı bir mafya babası hayal edin. Yeni açtığı gece kulübünde parti veriyor. Burası Moskova’nın en lüks kulüplerinden birisi oluyor şimdiden. Rus üst düzey bürokrasisinin ve yer altı dünyasının bütün üyeleri orada. Birden bire müthiş zenginleşen oligarklar da parti de yerlerini alıyorlar. Arap şeyhleri de açılıştalar. Büyük patron mekanın açılışına geliyor. Siyah Cadillac Escalade jipinden inerken sekiz koruması etrafını sarıyor. Gece kulübünün kapısına doğru yürüyor. Birden nedense duruyor. Yine buz gibi bir Moskava gecesi. Ayaz herkesin içine işliyor. Üzerinde Rusların giydiği türden çok kaliteli tilki derisinden kürk üşümesini az da olsa engelliyor. Etrafına ve eserine bakıyor. “Sonunda başardım” diyor kendi kendisine. İşte Interlude bence tam da böyle birisine uygun.

Hiç şüphesiz ki o erkek parfümü. Erkeksi nüanslar dikkate alınarak tasarlanmış, zaman zaman maçoluk çağrışımları yapan, vicdansız, sert, keskin, güçlü, sağ duyusuz bir koku profili çiziyor bana göre. Otuzlu yaşların üzerinde değilseniz fazla yaklaşmayın ona.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Bir sitede %25 parfüm konsantrasyonuna sahip olduğu yazılmış. Ne kadar doğru olduğunu bir tek Christopher Chong ve parfümün tasarımcısı Pierre Negrin bilebilir. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Yazın kullanırsanız hele ki fazlaca uygularsanız geçici baygınlık, felç hissi ve hafıza kaybı yapabilir :) Çok güçlü ve saldırgan. En fazla iki yada üç fıs uygulamak yetecektir. Kalıcılığı çok iyi.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

22 Şubat 2014 Cumartesi

Hediye Zamanı!!!


Hediye Zamanı!!!

Merhabalar değerli parfüm severler. Elimde bulunan ve oldukça fazla durumdaki parfümleri artık nereye koyacağımı bilemiyorum. Parfümleri satmaya ise pek sıcak bakmıyorum hiç bir zaman. "Paylaşmak güzeldir" ilkesine binaen elimdeki fazla ve kullanmaya fırsat bulamayacağım kokuları basit bir çekilişle hediye etmek istiyorum.

Geçen seferki gibi büyük bir şişe yerine ondan fazla farklı decant halindeki parfümü vermeyi düşünüyorum. Bu markalar arasında hangileri mi var? Mesela: Versace, Hermes, Davidoff, Joop, Azzaro, Diesel, Lolita Lempicka, Dsquared ve diğerleri.

Parfümler tabiki ve kesinlikle orijinal olup, 2 ml ile 15 ml. arasındaki şişelere doldurulmuştur. Farklı parfümleri denemek isteyen arkadaşlara öneririm. Çekiliş beş (5) gün sonra sona erecektir. 27 Şubat 2014 Perşembe günü açıklayacağım kazananı.

Çekilişe katılmak için beni google (blogger) hesabım üzerinden takip etmeniz gerekiyor. Beni hesabım üzerinden takip etmeyenler çekilişe katılamayacaktır. Bu başlığın altına "Çekilişe katılmak istiyorum" yazıp, e-posta adresinizi vermeniz yeterli. Kazanan kişiye hemen ertesi gün e-posta adresinden ulaşıp, gönderim yapacağım. Herkese bol şanslar :)

18 Şubat 2014 Salı

Maison Francis Kurkdjian – Lumiere Noire Pour Femme (2009)


Maison Francis Kurkdjian – Lumiere Noire Pour Femme (2009)

Bu aralar bilinçli olarak değil ama elim sürekli kadın parfümlerine gidiyor. Parfüm Merakı'nın erkek parfümleri geneline değil de her türlü parfümün özeline inmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece erkek parfümlerini yazmak, bir elmanın diğer yarısını görmezden gelmek anlamına gelecektir. Oysa erkek parfümleri ne kadar önemli ve özelse, kadın parfümleri de aynı oranda önemli olmalı koku bağımlıları için. Bu tür ayrımlar yapmak bizi tek taraflı düşünmeye sevk edeceği için, kadın parfümlerine biraz daha fazla yer vereceğim ilerleyen dönemde. Kadın okuyucularımızın da gönlünü alabiliriz belki böylece.

Bu düşünceye binaen başarılı bir kadın parfümü var sırada. Fransız niş parfümcülüğünün parlayan yıldızlarından Francis Kurkdjian, koleksiyonuna sürekli yeni parçalar eklemeye devam ediyor. Kısa zamanda bir çok parfüm tasarlaması, onun çalışkanlığı ve rakiplerinin gerisinde kalmama refleksiyle açıklanabilir. Son olarak "mağazasına" Oud serisini de ekleyen Kurkdjian, yine de Lumiere Noir'lerin yakaladığı ivmeyi şimdilik yakalayamamış gibi görünüyor.

2009 yılında markanın ilk parfümleri gün yüzüne çıktığında özellikle Lumiere Noir isimli iki parfüm büyük başarı yakaladı. Lumiere Noir'in erkek versiyonu, çok kibar ve yüksek kaliteli gül kullanımıyla benimde oldukça sevdiğim eserlerden birisiydi. Erkek versiyonu ile aynı yıl çıkan Lumiere Noir'n kadın versiyonu (Pour Femme), erkek kardeşi kadar fenomene dönüşmediyse de parfüm severlerin arasında genel olarak olumlu tepkiler alıyor.


Bugün, Lumiere Noir Pour Femme ile kokuların sihirli dünyasına kendimizi bırakacağız. Kendi sitelerinde baharatlı gül olarak sınıflandırılmış parfümü üzerime sıktığımda karşıma ferah ve canlı gül kokusu çıkıyor. Biraz meyvemsi, gül suyu efektine sahip aroma çok başarılı. Nefis bir başlangıç yapıyor Lumiere Noir Pour Femme. İlerleyen dakikalarda büyük değişim olmuyor. Sadece ferah gülün yerini biraz çiçeksilik alıyor. Burada gül daha bir kadınsı ve çiçeksi. Açıklanan notalarında nergis var. Parfümlerde fazlaca karşımıza çıkmayan nergisten geliyor muhtemelen çiçeksilik. Orta kısımda geri planda baharatlarda hissediliyor. Biber ve kimyon olabilir. Fakat baharatlar ön planda değil. Gül, orta notalarda da etkili. Başlangıcı kadar olmasa da beğendim orta notaları. Sonlara geçeyim. Koku formu hala büyük değişim göstermiyor. Baharatlı güle bu sefer gerilerden paçuli eşlik ediyor. Fakat buradaki paçuli kullanımını kendime yakın bulamadım. Bence parfümün en sıradan yeri sonları.

Lumiere Noir Pour Femme, anlaşılacağı üzere tam bir gül parfümü. Gül, her bölümde oyun kurucu. Gülden sonra ikinci baskın nota nergis. Kokunun çiçeksiliğe evrilmesi nergisten kaynaklanıyor büyük ihtimalle. Üçüncü ana aktör ise baharatlar. Çok keskin ve burun yorucu olmayan baharatlar, güle hatırı sayılır destek veriyor. Son olarak paçuli hissediliyor kapanışta. Etkisi en az olan nota olarak düşünülebilir paçuli.

Parfümümüz, kırmızı hatta pembe bir gül kokluyormuşçasına gerçekçi, rafine ve etkileyici. Özellikle başlangıcı harika. Ferah ve doğal gül aroması çok başarılı verilmiş. Üst notalarındaki ferah gülü, Oud Ispahan'ın başlangıcına benzettim. Aynı baş döndürücü his var adeta. Açık ara parfümün en sevdiğim yeri oldu üst notalar. Orta kısımda baharatlı bir çiçeksilik hakim ama gül hala baskın. Orta bölüm güzel ama muhteşem değil benim için. Son kısımda çok ilgimi çekmeyen paçuli-gül ikilisi kaliteli ama ilginç değil.


Lumiere Noir Pour Femme, markanın genel kalitesini size hissettiriyor. Pürüzsüz ve rafine yapısı tatmin edici. Gerçek bir niş parfüm kokladığınızı anlıyorsunuz. Etrafa yaydığı lüks aura için bile denemeye değer. Kibar, şık, zarif ve tam bir Fransız parfümü imajı çiziyor.

Parfümün ilginç yanlarından birisi de tatlılık kullanımı. Hatta neredeyse hiç tatlılık hissetmiyorsunuz. Günümüzün bol tatlı ve şekerli parfümlerine benzemiyor. Artık gül parfümlerinde bile tatlılık oranı giderek artıyor. Fakat burada fazlaca tatlı yada şekerli değil. Varsa da gayet dengeli ve yerinde kullanılmış.

Evet karşımızda bir kadın parfümü var. Notalarda kadınsılığı çağrıştırıyor. Popüler kadın parfüm teması olan gül kullanılmış. Yani onun dişil tarafı öne çıkıyor. Fakat bir sürü gül parfümü denemiş birisi olarak, bir çok erkek gül parfümü kadar kadınsı diyebilirim. Yani bence bir erkek kullanabilir fakat kadınsı yanlarını kabul ederek ve göze alarak.

Lumiere Noir'in hem erkek versiyonunu hem de kadın versiyonunu denemiş birisi olarak ikisini de gayet başarılı ve kullanılabilir buldum. Kalite hissiyatı yüksek, çarpıcı, canlı, parlak parfümler. Fakat bir erkek olarak ikisi arasında tabiki erkek versiyonunu tercih edeceğim. Diğer erkek arkadaşlarıma da böylesini tavsiye ederim.

Parfümün genel anlamda düz çizgide ilerlediğini söyleyebilirim. Çok zengin ve katmanlı bir tarzı yok. Fakat gül parfümlerinde bu tür etkiler görülebiliyor. Bunu da bir eksiklik olarak mı söyleyebiliriz karar veremedim.


Baharatlı yapısından dolayı sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Fark edilirliği başlarda yüksek. Orta kısımdan itibaren normale dönüyor. Kalıcılığı çok iyi. Parfümün tasarımın bizzat Francis Kurkdjian yapmış.

Koku Güzelliği:10/7.5

17 Şubat 2014 Pazartesi

Ali


Ali

Ali. Ona sadece Ali diyeceğim. Annesinin kuzusu Ali. Henüz on dokuz yaşındaydı. Yirmi bile değil, on dokuz. Delikanlıydı. Her delikanlı gibi kanı deli akıyordu. Hangimiz öyle değildik ki on dokuz yaşında. Kim Freud okuyordu ki on dokuzunda yada Bach dinliyordu.

Ah o uğursuz 2 Haziran gecesi. 23.57 sıralarında geçtiği sokakta alçakça ve korkakça pusuya yatmış kişiler tarafından yere düşürüldü önce. Çünkü herkes bilir ki sadece alçaklar ve korkaklar pusu kurar. Ellerinde sopalar olan yetişkin altı kişi yere düşmüş ana kuzusu Ali'ye sopalarla vurmaya başladılar. Vurdular, vurdular, vurdular... Defalarca vurdular. Dakikalarca vurdular Ali'ye. Yerde yatan ve sadece on dokuz yaşındaki Ali'ye hala vuruyorlardı. Acaba Ali ne düşünüyordu o anlarda. Ne yapmıştı ki daha önce hiç görmediği bu insanlara. Bu korkunç nefretin ve öfkenin sebebi neydi?

Karın boşluğuna, sırtına, böbreklerine ve kafasına yediği darbeler durmuyordu ki bir şey hissedebilsin Ali. İlerleyen dakikalarda yedinci bir devlet görevlisi de dayağa katılmıştı. Ne kadar adil ve cesurca değil mi? On dokuz yaşındaki yerde yatan Ali'ye yedi yetişkin ellerindeki sopalarla vuruyorlardı. Bir türlü bitmiyordu. Darbeler şekil değiştiriyordu ama durmuyordu. And içmişlerdi. Gözleri dönmüştü. Öldüreceklerdi Ali'yi, kıyacaklardı ona linç kültürünün korkakları...

Bir ara ayağa kalkacak gibi oldu. Kaldırıma oturmuştu can havliyle. Fakat ayaktaki kişinin, yüzüne attığı tekme yine yere uzanmasına sebep olmuştu Ali'nin. Belki de sonun başlangıcı aldığı o son tekmeydi on dokuz yaşındaki Ali'nin. Dakikalarca süren dayağın sonunda ise neredeyse kendinden geçmekte olan Ali'nin dudaklarından sadece şu cümle dökülebilmişti: "Durun, vurmayın, ölüyorum."


Hani derler ya insan kimi zaman öleceğini hissedermiş. Belki de içine doğdu Ali'nin o cehennemden çıkamayacağı. Çıksa bile çok yaşamayacağı... Hadi empati denilen o sihirli sözcüğün neler yapabildiğine bakalım. Yani kendimizi, yerde yatan ve dakikalarca dövülen Ali'nin ailesinin yerine koyalım. Ne düşünürsünüz? Ne yaparsınız? Ne söylersiniz? Nasıl dayanırsınız? Nasıl avutmaya çalışırsınız kendinizi?  Bunu yapanların insan olma olasılığı nasıl midenizi bulandırmaz? Onu döverek öldürenler insansa, kendi insanlığınızdan nasıl utanmazsınız? Peki onlar insansa biz neyiz?

Aklıma Kafka'nın dünya edebiyat tarihine geçmiş romanı "Dönüşüm" geliyor. Hani sabah uyandığında kendisini böceğe dönüşmüş olarak bulan adamın hikayesi. Kimisi böceğe dönüşüyor, kimisi hayatını kaybediyor, kimisi "destan yazma güzellemeleri" yapıyor. Oysa, koca bir ülkenin insanları, hepimiz birden böceğe dönüşüyoruz. Farkında mıyız peki? Vicdanını, aklını, masumiyetini, utanmasını kaybediyor bir ulus.

Bu yazıyı neden mi kaleme aldım? Çünkü korkuyorum. Hayır "destan yazan görevlilerden, paralel olan veya olmayan  yapılardan" değil. Onların hiç birisi umurumda değil. Tek korkum Ali'den. Adaleti şaşmaz olan Allah'ın hesap günü gelip çattığında karşıma Ali çıkar ve "neden benim içinde iki satır yazmadın, o kadar değersiz miydi benim ölümüm" derse cevap verememekten korktum. Biliyorum senin için sayfalarca yazmak gerekiyor ama bazen sözün bittiği yerde, sözü de bitirmek lazım. Mekanın Cennet Bahçeleri olsun Ali...

15 Şubat 2014 Cumartesi

Prada – Prada (Amber) (2004)


Prada – Prada (Amber) (2004) Markanın ilk kadın parfümü.

İtalyan moda evi Prada, yüz yıllık tarihinde moda dünyasında ezber bozan çizgisini korumaya çalışıyor. İtalya'nın bu anlamda medar-ı iftiharı olmayı çoktan başarmış ve küresel anlamda cazibe markası olmuş durumda. Böylesine eski tarihe sahip Prada'nın parfüm işine girmesi nedense 2000’li yılların başında gerçekleşmiş. İlk özel parfüm serisini 2003 yılında çıkartan Prada, 2004 yılında ana akım parfümlerini piyasaya sürmeye başladı.

2004 yılındaki parfümleri Prada Amber (Kadın versiyonu), çok büyük başarı yakalamış gibi görünmese de, markanın parfüm alanındaki boşluğunu doldurmak için atılmış önemli adımdı. Sonrasında daha hızlı davrandığını görüyoruz Prada'nın. İlerleyen yıllarda Amber'in erkek versiyonu da piyasaya sürüldü. 2014 yılının başlarında otuzdan fazla parfümle boy gösteriyorlar artık.

Bugünkü konuğum markanın ilk kadın parfümü. Kimi kaynaklarda sadece Prada kimilerindeyse Prada Amber olarak geçiyor. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Amber kokularının tarihindeki yeni akım. Hipnotize edici ve bağımlılık yapan. Prada'nın 2004 yılında ilk parfümünün lansmanı, en merak edilen parfüm tanıtımlarından biriydi. Bu amber evreni, Prada'nın daimi arayışı olan geçmişin yeniden keşfi ile geleceğin yaratılmasını ifade eder. Saf ve doğal özellikleriyle antik uçucu yağların modern şekli. Bu parfüm amber kokuları tarihinde yeni bir çağın geldiğinin haberini vermiş oldu."


Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılan Prada Amber'i üzerime ilk sıktığımda karşıma neredeyse şekerli kremsi turunçgiller (ağırlık mandalinada) çıktı. Mandalinanın meyvemsi hatta çikolata gibi kullanıldığını söyleyebilirim. Fazlaca karşıma çıkan bir turunçgil kullanımı değil. Kötü değil ama sevdiğimi de söyleyemeyeceğim. İlerleyen dakikalarda turunçgiller geri çekilirken farklı, meyvemsi ve tatlı amber kendisini gösteriyor. İlk kullanımlarda fark edememiştim bu tatlımsı amberi. Evet biraz egzotik ve neredeyse ferah. Ambere benzoin ve paçuli de eşlik ediyor. Başlangıcıyla benzer hissiyatı veriyor orta kısım. Son bölüme geçildiğinde paçulinin ağırlığı artıyor. Angel'ı andıran kremsi paçuli bence parfümün en güzel kısmı. Paçuliye yumuşak odunsu notalar ve hafiften de sandal ağacı eşlik ediyor. Gayet güzel.

Prada Amber’in, üst ve orta notaları benzer yapıda. Sonlardaysa kokusu değişiyor. Genel olarak şekerli meyvemsi amber, paçuli, sandal ağacı, tatlı baharatlar, buruk-ekşi çiçekler ve miskten oluştuğu söylenebilir. Kadın parfümü olmasına rağmen yoğun feminenlik yok. Özellikle sonlardaki paçuli, neredeyse erkek kullanımına bile uyabilir. Hissedilir orandaki tatlılık muhtemelen bal ile sağlanmış.

Prada Amber'i çok sevdiğimi söyleyemem. Zaman zaman fazlaca kullanılmış tatlılık rahatsız edici oluyor. Zaman zaman da garip-buruk çikolatamsı-portakallı amber alışıldık gelmiyor. Rahatsız edici yapaylığa rastlanmasa da ortalama koku güzelliğine sahip, fazlaca ses getiremeyecek bir parfüm olarak düşünülebilir. Zaten genel olarak parfüm platformlarında ismi fazlaca geçmiyor. Prada'nın ilk kadın parfümü olması bakımından merak ettiğim bu arkadaş, fazlaca etkileyemedi beni. Tek güzel yanı, alt notalardaki paçuli kullanımı.


Farkındayım parfümün ismi Amber. Buradan amber kokusunun ön planda olmasını beklemeliyiz. Fakat Prada Amber'de paçuli her zaman daha baskın. Amber adeta yan rolde karşımıza çıkıyor. İlginç olan ise Prada Amber'in erkek versiyonunda da benzer uygulama var. O parfümün de ismi amber olmasına rağmen, amber fazlaca hissedilmiyordu. Sanırım Prada'nın isim-koku bağlamı üzerinde biraz daha çalışması lazım.

Prada Amber, Eau de Parfum (EDP) formunda. Genel olarak tene yakın kalıyor. Kalıcılığı iyi. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak uygun olacaktır. Sıcak yaz günlerinde fazlaca tatlımsı kaçabilir. Genç kadın arkadaşlarımıza tavsiye edebilirim. Modern, ortalama koku güzelliğine sahip, ortalama bir kadın parfümü olarak tarihteki yerini alacağını düşünüyorum.

Parfümün tasarımını Carlos Benaim, Max Gavarry ve Clement Gavarry yapmış. Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında amber paçuli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Tania hanım, Angel ile benzer DNA'ya sahip olduğunu ama onun başarısız bir meyveli çiçeksi versiyonu olduğunu belirtmiş. Bence de kesinlikle haklı bu konuda.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

13 Şubat 2014 Perşembe

Slumberhouse – Jeke (2008)


Slumberhouse – Jeke (2008)

"Muhtemelen parfüm tasarımcıları arasında, en az kalifiye ve eğitimi olmayan kişiyim. Deneyimlerim yoluyla tamamen kendi kendimi eğittim. Parfümlerimi oluştururken ilhamımı kurgusallık, doku, zaman, içinde bulunduğum mod ve diğer başka her şeyden alıyorum.

Parfümlerimin çoğunda üst notalar bulunmaz. O tarz bir kullanımı sevmiyorum. Parfüm yapmak ile ilgili kendime ait bir yöntem geliştirdim. Parfüm yapımı ile ilgili bazı kitaplar okudum. Eski tarz parfüm yapım tekniklerinde üst-orta-alt notalarla, belli yüzdelerle koku piramiti oluşturulur. Fakat bu yöntem benim umrumda değildi. Kendi yöntemim ile parfüm yapmak istiyordum. Eğer parfümlerimi kimse beğenmeseydi, benim eğitimsiz olduğumu düşünüp, hakkımda öyle karar verecektiniz. Evet parfümör eğitimim yok ama kendi tarzım var." (Josh Lobb – Slumberhouse’un kurucusunun söyleşisi)

Parfüm endüstrisindeki Fransız etkisinin ve gücünün yavaş yavaş kırılmaya başladığı zaman diliminde olabiliriz. Aklımıza gelen neredeyse en önemli ana akım ve niş markaların Fransa kökenli olduğunu düşünürsek, rakiplerinin de boş durduğunu söylememiz zor. Parfüm endüstrisinden daha çok pay almak isteyen Amerika kökenli bağımsız niş markalar, kendilerini dünya piyasalarına sunmaya başlıyorlar. Bunlardan birisi de 2008 yılında kurulan Slumberhouse.

                                                                              Resim: Cafleurebon

Bir çok marka gibi merkezi New York'da değil, Amerika'nın kuzey batı kıyı eyaleti Oregon-Portland'da. Yukarıdaki söyleşiden alıntı da markanın kurucusu Josh Lobb'a ait. Klasik anlamdaki parfüm yapım tekniklerine karşı çıkıyor ve kendi tarzının olduğunu sıklıkla vurguluyor. Bu anarşist adam, şimdiye kadar on beş parfüme imza atmış durumda. Ülkemizde fazlaca kişi tarafından bilinmeyen Slumberhouse'un ilk piyasaya sürdüğü parfümü Jeke ile tanışmış durumdayım bir süredir. Önümüzdeki yıllarda ismi çok daha fazla geçecektir Slumberhouse'un. Yurt dışındaki platformlarda şimdiden önemli bir seven kitlesi oluşmuş durumda Slumberhouse parfümlerinin. Koku severler olarak tabiki takip edeceğiz kendilerini.

Jeke, kısaca şöyle tanıtılmış: "Alacakaranlığın tatlı dumanı. Sonbaharı çağrıştıran tütün kutusundaki bir nefes duman." Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı keskin, karanlık bir ahşap cilası şeklinde gerçekleşiyor. Bir mobilya atölyesine girdiğimizde karşımıza çıkan yeni kesilmiş ahşap ve üzerine sürülmüş cila nasıl kokarsa, Jeke'nin başlangıcı da öyle. Üst notalar bence oldukça odunsu fakat açıklanan notalarının içinde siyah çay var. Biraz düşününce bu kokunun siyah çaya ait olma olasılığını yadsımıyorum. O zaman çay-ahşap ikilisinden bahsedebilirim. Başlangıcını kendime yakın bulmadım. İlerleyen dakikalarda kokusu oldukça değişiyor. Boyalı ahşabın yerini tatlımsı baharatlar (karanfil) ve kuru sayılabilecek tütün alıyor. Müthiş bir dönüşüm. Orta notalar da karanfil ve tütünün uyumu harika. Başlangıcını ne kadar sevemesem de orta kısmını o kadar sevdim. Tam bir zıtlıklar kokusu Jeke. Sonlardaysa tütün artık hissedilmiyor. Onun yerine kuru bir tütsü ve ağırlıklı olarak vanilya baş role geçiyor. Eh işte diyebilirim sonları için. Böylece de tenden ayrılıyor.

Jeke'nin tanıtımında ve konseptinde tütün temasının önemli yeri var anladığım kadarıyla. Bende bu duruma katılıyorum. Genel olarak tatlı tütün, baharatlar, odunsu-çay ve reçine üzerine kurulu bir kompozisyona sahip. Tütün kokularını seven birisi olarak fena bulmadım kokusunu. Orta kısmına bayıldım. Başlangıcını biraz kaba ve rahatsız edici buldum. Son kısmına da idare eder diyebilirim. Aklınızı başından almayacaksa da farklı bir deneyim olarak zihninizin bir yerlerinde durması gereken kokulardan olduğu söylenebilir.

Jeke, erkeksi yanı ağır basan bir arkadaş. Kadınların üzerinde bu kokunun çok cazip hale gelebileceğini sanmıyorum. Hele ki başlangıçtaki o ayakkabı boyası benzeri notaların, kadınların ilgisini çekeceğini söylemek zor. Bu anlamda tarafını belli etmiş bir parfüm diyebilirim.


Yapaylığa rastlanmayan, gayet kaliteli, zaman zaman rahatsız edici zaman zaman kendisine aşık edici zaman zaman "nereden bulaştım bu parfüme" dedirtebilecek karanlık, koyu, dumansı, ağdalı, reçinemsi ve çok katmanlı bir parfüm. Kimi yorumcuların onu çok düz bulmasını ise anlamak zor. Üst-orta ve alt notalar gayet bariz şekilde birbirinden ayrılmış, değişken, sürprizli, ilginç bir kokuya sahip. Eğer bu tür kokulara merakınız varsa, zaman kaybetmeden denemenizi öneririm.

Jeke başarılı bir dengeye oturtulmuş. Mesela başlangıçta kuru ahşap-çayın yanında tatlımsılık da hissediliyor. Ama sanki ikisi birbirine karışmadan yan yana asılı duruyor. Bu tür bir efekte daha önce rastladığımı hatırlamıyorum. Aynı şekilde orta kısımda kuru pipo tütünü kokusunun hemen yanında tatlımsı karanfil mevcut. Gerçekten çok farklı. Son kısımda ise bu tür bir kullanıma rastlamadım. Düz bir vanilya-tütsü kombinasyonu şeklinde sonlanıyor.

Ne yapayım elimde değil seviyorum tütün kokan parfümleri. Burada özellikle orta kısımda itibaren ortaya çıkan tütün, pipoların içini kokladığınızda, dumansı kül tabağı gibidir ya, işte aynen böyle. Tatlılık abartılmamış. Dumansı, gizemli, reçinemsi güzel bir ittifak halinde size kendisini gösteriyor Jeke. Olgun, oturaklı, ağır abi algısı uyandırıyor zihnimde. Puro içen, göbekli, ihale peşinde koşan, "Alo Fatih"lere uymayacak bir parfüm o. Tozlu raflarda kitap karıştırmayı seven, evinde kocaman kütüphanesi olan, pipo kullanan, bohem, grotesk ve alegorik anlatıma sahip eserlere imza atan, biraz asosyal ve ukala erkekler için çok uygun olacaktır.

Bahsetmem gereken önemli bir konu da parfümün konsantrasyonu. En yoğun ve en güçlü konsantrasyon olan Extrait Parfum formuna sahip. Bu durum çok yüksek fiyatlara satılmalarını gerektiriyor Slumberhouse parfümlerinin. Onun için bir şekilde deneyip öyle almanız yerinde olacaktır. Çok yoğun formuna rağmen fark edilirliği yüksek değil. Başlangıcı biraz saldırgan. Orta kısımdan itibaren sakinleşiyor. Kalıcılığı gayet iyi.


Tenime her uyguladığımda çok koyu ve yoğun bir tabaka oluşturdu Jeke. Bu durumun oluşmasında Extrait Parfum konsantrasyonun payı var. Zaten koyu yeşil bir renge sahip sıvısı. Tenime her uyguladığımda koyu yeşil bir tabaka oluştu adeta. Onun için açık renkli kıyafetlerinize sıkarsanız muhtemelen yeşil leke bırakacaktır Jeke. Bu sebeple kıyafette değil de ten üzerinde kullanmak daha yerinde olacaktır. Yoksa bütün kıyafetlerinizi koyu yeşile boyayacak kadar yoğun bir parfüm. Benden söylemesi.

Tam bir sonbahar-kış canavarı. Soğuk havalarda etkisi çok daha güzel olacaktır. Bahardan kalma bu ılık havalarda denediğim Jeke, sıcak sayılabilecek gündüz saatlerinde oldukça tatlımsı sıradan bir haldeyken, havanın soğuduğu akşam saatlerinde müthiş derin bir kokuya dönüştü. İlkbahar-yaz mevsimi parfümü olmadığı gayet açık. Yaş olarak da otuz ve üzerindeki arkadaşlara öneririm.

Koku Güzelliği:10/7.5

10 Şubat 2014 Pazartesi

Salvatore Ferragamo – F Black Pour Homme (2009)


Salvatore Ferragamo – F Black Pour Homme (2009)

İtalyan moda evi Salvatore Ferragamo'un, özellikle son yıllarda parfümlere olan ilgisini arttırmış gibi görünüyor. Rakibi diğer moda evlerinin hızlarına yetişmeye çalışıyor da diyebiliriz. Sürekli büyüyen parfüm pazarından pay kapmak öyle kolay değil. İyi isimlerle çalışacaksın, bütçeler ayıracaksın, reklamını çarpıcı yapacaksın ve koku trendlerini takip edeceksin.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde koku eğilimlerinin tatlımsı baharatlı aromatik odunsu parfümlerden yana olduğu söylenebilir. Chanel - Allure Homme'un açtığı bu yolda diğer markalarda ürünler veriyorlar. Bunların en popüler örnekleri La Nuit de L'Homme, Platinum Egoiste, Body Kouros ve 1 Million olduğu söylenebilir. Ve yakın zamanda piyasaya çıkan Versace’in Eros’u.

Salvatore Ferragamo'un bu tarza yönelik parfümü olarak düşünülebilir F Pour Homme Black. Markanın 2006 yılında ilk "F" isimli parfümü kadınlara yönelik olarak çıkarıldı. 2007 yılında F'in erkek modeli raflardaydı. 2014 yılının başları itibariyle yedi tane "F" isimli parfüm piyasa sürülmüş durumda. Bugün inceleyeceğim F’in Black versiyonu. Kendi sitelerinde odunsu ambersi olarak sınıflandırılmış ve kısaca şöyle tanıtılmış:

"F Pour Homme Black zarif ve şık, sofistike, yoğun bir parfüm. Özel ortamlarda ve akşam kullanımı için tasarlanmış tensel, metropole uygun, gizemli erkekler içindir."


Parfümü üzerime ilk sıktığımda karşıma aromatik tatlı lavanta, elma ve turunçgiller karşıma çıkıyor. Buradaki tatlılığı muhtemelen elma veriyor. Başlangıcı ferah, aromatik, modern ve güzel. Sevdim üst notalarını. İlerleyen dakikalarda lavantanın yerini tatlımsı kremsi baharatlar alıyor. Kakule, kişniş, kara biber ana oyuncular. Bu bölüm oldukça tatlı, yapay ve koyu. Hafiften de pudramsılık var. Eh işte diyeyim bu kısım için. Sonlarda yapaylık iyice artıyor. Amber ve odunsu notalar (sedir) daha da yapaylaşarak kapanışı yapıyor. Sıradan ve jenerik bir kapanışı var. Açık ara parfümün en sevmediğim yeri oldu.

F Pour Homme Black, günümüzün modern tatlı baharatlı parfümlerinin tipik bir örneği. Oldukça hissedilir oranda şekerlilik (tonka fasulyesinin marifeti gibi görünüyor), kremsi-pudralı baharatlar, yapay odunsu notalardan meydana gelmiş. Genel anlamda bu kompozisyondan oluşuyor.

Rakipleri Allure Homme, La Nuit de L'Homme, 1 Milion, Rochas Man, Eros, CK One Shock ve daha onlarcası sayılabilir. Genç erkekleri etkilemeye yönelik ortalama altı sıradan bir parfüm F Pour Homme Black. Rakipleriyle aynı kokan hatta bir çoğundan yapay olan, kalitesi vasatı geçemeyen tam bir piyasa kokusu.


Çok satması için tasarlanmış, kadınlardan da övgüler alması düşünülmüş kokusundaki yapaylık, özellikle son bölümde artık tahammül sınırlarını zorluyor. Fazla kaçırılmış tatlılık zaman zaman şekerliliğe doğru evrilirken, bu parfümden başlangıcı dışında hiç zevk alamadığımı üzülerek fark ediyorum. Yeni bir şey söylemeyen ve sunmayan karakteriyle, hayatımızda olmamasının büyük eksilik yaratmayacağı aşikar.

Kimi yorumcular onu Dior Homme'a benzetmişler. Evet orta kısımdan itibaren bir ara Dior Homme'daki o pudramsılık hissediliyor. Fakat araya giren yapay-parlak sedir notası, o kokuya bile izin vermiyor ve önüne geçiyor. Bence bu parfüm Allure Homme ile Versace Eros'un kötü bir karışımı gibi. Ucundan azıcık da La Nuit de L'Homme ve Dior Homme ekleyin işte size F Pour Homme Black. Hayrını görün, tepe tepe kullanın.

Onlarca örneğine rastlanabilecek bu parfümü ilk denemenizde almaya kalkmayın. Çünkü güzel üst notaları aklınızı çelebilir. İşte yine ucuz bir satış stratejisi daha. Üst notalara güzel ve cazibeli notalar koy. Parfümü bir kez sıkan deneyimsiz arkadaşlar parfüme bayılıp bir şişesini alsınlar. Ondan sonrası elinizde koca bir şişe parfümle kala kalın. Bravo değerli ana akım markalar. Bir akıllı siz varsınız ya şu dünyada!


Daha fazla bir şey söylemeye gerek duymadığım F Pour Homme Black'i ünlü isimlerden Olivier Polge tasarlamış. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. 15-25 yaş arası erkeklere tavsiye ederim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

8 Şubat 2014 Cumartesi

Bond No.9 – West Side (2006)


Bond No.9 – West Side (2006)

20'den fazla Oscar ve Grammy ödülüne sahip bir müzikal düşünün. 1960'lı yılların başında gösterime girmiş. Yüzlerce defa Broadway'de sergilenmiş. Amerikan yakın, popüler kültür tarihinin en önemli oyunlarından birisi olmuş aşk hikayesinin öyküsüdür "Batı Yakasının Hikayesi".

1950'li yıllarda New York'un batı yakasında göçmen nüfusu artmasını konu alır bu müzikal. Durumdan rahatsız olan bir grup Amerikalı genç, The Jets ismini taktıkları çete kurarlar. Onların karşısında da Porto Rico'lu gençlerden oluşan sokak çetesi The Sharks vardır. İki çetenin arasındaki mücadele çok şiddetli olmaktadır. Çatışmaların içinde, iki farklı çeteye üye Tony ve Maria birbirlerine aşık olurlar ve çeteler arası savaş devam ederken aşklarını sürdürmeye çalışırlar. İşte Batı Yakasının Hikayesi efsanesi böyle başlar. Dünya çapında bir çok yerde gösterimi yapılan bu müzikal, dünyanın en değerli adası olan ve New York'ta bulunan Manhattan'ın batı kısmını da herkese tanıtmıştı.

West Side, yer olarak Central Park ve Hudson Nehri'nin arasında kalan bölgenin adı. Manhattan'ın neredeyse tamamındaki ızgara şehir planına burada da uyulmuş. Birbirini dik kesen sokak ve caddelerle ayrılmış bölümlerinde, bugün şık kafeler, restoranlar, müzik kulüpleri, tiyatrolar, opera ve konser salonları var.


Amerikan Doğa Tarih Müzesi ve Roosvelt Parkı'nı da içine alan West Side bölgesi, New York'un kültür-sanat ağırlıklı lokasyonlarından birisi. West Side bölgesinin müzikle iç içe olduğu da söylenebilir. Özellikle caz kulüpleri anlamında seçenekler oldukça fazla anladığım kadarıyla. Durum böyle olunca Amerika merkezli niş parfüm evi Bond No.9, fırsatı kaçırmamış ve West Side isimli parfümüne yer vermiş koleksiyonunda.

West Side parfümü, gerek şişesinin üzerindeki notalarda gerekse resmi tanıtımında New York şehrinin evrensel müzik kültürüne vurgu yapılarak tasarlanmış. Kısaca şöyle bahsetmişler parfümlerinden:

"Burnuna gelen müzik. Duyduğun West Side... Şimdi onu kokla. (Bond No.9 - West Side)  Açık-koyu, yüksek-düşük, tatlı-keskin çiçek ve odunsu notaların, ahenkli, zengin/dolgun gövdeli koloratür bir parfümü."

Fragrantica'da çiçeksi odunsu misk olarak sınıflandırılmış West Side. Parfümün başlangıcında yoğun ve pürüzsüz alkol/içki kokusu alıyorum. Kırmızı şarapları hatırlatan bu içkiye bir kaç saniye sonra hafif tatlımsı gül eşlik etmeye başlıyor. Üst notalar için yüksek kaliteli kırmızı meyvemsi gül kokusu diyebilirim. Başlangıcını beğendim. İlerleyen dakikalarda içki teması yerini çiçeklere bırakıyor. Fakat öyle sabunsu çiçek değil daha amberimsi bir çiçeksilik. Açıklanan notalarında şakayık var. Evet muhtemelen ondan geliyor bu çiçeksilik. Geri planda gül destek veriyor şakayığa. Bu andan itibaren biraz kadınsı yanını ortaya çıkarıyor. Çok sevdiğimi söyleyemem orta kısmı. Alt notalarda yine şakayık ve gül hakim. Farklı olarak yapaylık sınırındaki parlak amber ve odunsu notalar ekleniyor. Vanilya, misk ve sandal ağacı da mevcut. Böylece de tenden ayrılıyor.


West Side gördüğüm kadarıyla gülü merkeze alan bir arkadaş. Gül başlangıçta oldukça içkimsi verilmiş. Üst notalar bu anlamda Noir de Noir ile paralel. Fakat West Side'da yumuşak, ferah ve meyvemsi gül kullanılmışken, Noir de Noir'de daha zor, karanlık ve koyu kullanılmıştı. Hadi ortasını bulalım ve Noir de Noir'in ferah ve parlak hali diyeyim üst notalar için.

Orta kısımda çiçeksilik artıyor. Parfümlerde fazla karşımıza çıkmayan şakayık kullanılmış. Şakayığa yapay amber ve vanilya eşlik ediyor. Yada odunsu notalar. Karar veremedim. Orta notalarda kadınsılık bariz hale geliyor. Bu kısım hiç bana göre değil. Sonlarda misk, sandal ağacı, vanilya ve odunsu notalar çok cazip yada ilginç değil. En azından benim için öyle.

West Side, genel anlamda vasat kalitede denebilir. Bana biraz rahatsız edici-sıkıcı geldi. Bilemiyorum belki de Bond No.9'ın parfümleri ile bir türlü yıldızım barışmıyor. Kullanım sürecinde genellikle baş ağrısı yaptı bende. Onun içindir ki çok güzel anılar bırakmadı West Side.


Karşıma çıkan bir durumu sizinle paylaşayım. West Side’ı tenime uyguladığımda yapay amberimsi şakayık teması öne çıktı ve hiç beğenmedim. Fakat kıyafetime uyguladığımda güllü vanilyalı içkimsi tarafı ağır bastı. Kumaş üzerinde gourmand yanı kendisini gösterdi. Arada epey koku farkı vardı sanki. Tania Sanchez’in bu parfümü neden likörlü çikolatalara benzettiğini şimdi daha iyi anlıyorum.

İşin ilginç yanı uniseks olarak görülüyor bazı kaynaklarda. Bence orta kısımdan itibaren kadınsı tarafı bariz şekilde ağır basıyor. Özellikle şakayık çiçeğinin ortaya çıkmasıyla zaten rengini belli ediyor West Side. Hadi şişesinin kırmızı renkli olmasını gül temasına bağlayalım. Ama bu parfüm erkek kullanımı için ne kadar uygun pek emin olamadım.

West Side, her zamanki Bond No.9 tarzına yakın. Canlı, enerjik, biraz süslü, konsantre. Fakat uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağını düşünüyorum. Kendi adıma arkasında çok olumlu bir iz bırakmadı. Kokusunu çok özleyeceğimi de sanmıyorum. Daha da ne söyleyeyim ki. Pas geçiyorum West Side'ı.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında West Side, ağır gül olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden iki yıldız verilerek başarısız bulunmuş. Bende Tania hanımın notuna aynen katılıyorum.


Parfümü ünlü burunlardan  Michel Almairac tasarlamış. Eau de Parfum (EDP) formunda. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun gibi duruyor. Oldukça yüksek fiyatına istinaden denemeden almanızı önermem.

Koku Güzelliği:10/5.5

5 Şubat 2014 Çarşamba

Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)


Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)

"La Belle Epoque". "Güzel Dönem" olarak Türkçeye çevrilen bir zaman. Avrupa’da 1800’lü yılların sonlarından 1914’teki I. Dünya Savaşı dönemine kadar süren, barış ve huzurun yaşandığı dönem denebilir La Belle Epoque için. Yaşama sevincinin her sosyal sınıf içerisinde uyandığı ve yükselişe geçtiği, insanların yeni ve yüksek estetik anlayışlara ilgisinin arttığı bir tarih kesiti.

Bu öyle bir zamanın hikayesi ki, hiçbirimizin canlı şahit olamadığı... Televizyonun ve internetin henüz icat edilmediği, iletişim namına uzak dalga yayınların, telefon kulübelerinin ve telgrafın kullanıldığı, ilk büyük dünya savaşının başlamadığı, İngiltere'nin dünyanın süper gücü olduğu, Amerika'nın henüz altın arayıcıları tarafından rağbet gördüğü, buharlı trenlerin, hala en önemli taşıma aracı olarak kullanıldığı...

Kadınların geniş ve kabarık elbiseler giydiği, ellerinde şemsiyelerle dolaştığı, her Paris'li kadının sokağa çıkmadan önce en güzel, temiz ve dönemin modasını yansıtan şık kıyafetleriyle salındığı bir dönem. Erkeklerin takım elbise giymeden dışarıya çıkmadığı, eğer takım elbise giymiyorsa alt tabakadan olduğunun anlaşıldığı, başlarında şık melon şapkalarının olduğu bir Paris hayal edin. Adeta siyah-beyaz resim karesi gibi. Yada çok eski yıllara ait olduğu çekim kalitesinden belli amatör video kaydı gibi.


Sokakta dolaşan neredeyse herkesin birbirini tanıdığı, karşılaştıklarında muhakkak selamlaştıkları, erkeklerin hanımların beyaz dantelli ellerini nazikçe öptükleri, kibarca hal hatırlarını sordukları Paris sokakları. Kadınların sosyal hayata katılmaya başladığı, kalabalık yerlerde sigara içmelerinin yadırgandığı, bir yanıyla muhafazakar, bir yanıyla "yeni dünyanın sanat-moda-estetik" temellerinin atıldığı, yaşamdan zevk alan, olgun bir estetik zevke sahip, şık giyinmeyi seven, sanata tutku duyan adeta bir cennet bahçesiydi o yılların "Işık Şehri" Paris. Bütün dünyadan Paris'e gelen o zamanların en iyi ressamları, bu büyülü şehrin her yerini tuvallerine nakşetme hayalleri kuruyorlardı.

Herkesin birbirine azami ölçüde saygı gösterdiği, görgü kurallarının bugünkü gibi yerle bir olmadığı, burjuvazinin önemli kazanımlarının görüldüğü bir zaman kesiti. 1900'lü yılların başından bahsediyorum değerli parfüm severler.

1900'lü yıllarda yine Avrupa merkezli bir aksesuardı kumaş mendiller. Hatta çocukluğumuzda şu an hayatta olmayan ninelerimiz bize bayramlarda kumaş mendiller hediye ederlerdi. Tabi artık kumaş mendil kullanımı tarih oldu denilebilir. Bugünkü gibi marketlerden alınan ucuz kağıt mendillerin yerine, dönemin şık erkekleri muhakkak ceketlerinin cebinde tertemiz ve yeni ütülenmiş kumaş mendiller bulundururlardı. Ve o mendillerin üzerine sıkarlardı parfümlerini. İşte tam da bu noktada Guerlain parfüm evinin Mouchoir de Monsieur'u anlatan tanıtımına bakalım:

"20. yüzyılın başlarında, dönemin snobları parfümü daha rafine ve temkinli bir şekilde kullanırlardı. Bu modanın başlaması ince ve kaliteli dokunmuş kumaşlardan üretilmiş beyaz keten mendillere zarif şekilde parfümün uygulanması ile olmuştur. Bu vazgeçilemez hale gelen aksesuar ve o yüzyılın ince zevklerinin amblemi haline dönüşmesiyle, 1904 yılında, Jacques Guerlain tarafından ilk erkek parfümünün yaratılmasını sağladı. Mouchoir de Monsieur limonun ferahlığı ile zarif pudralı odun nüansıyla eğrelti otunun inceden uyumu sağlanarak aromatik notaların neşesini birleştirmiştir.”


Bugün inceleyeceğim Mouchoir de Monsieur'un anlamı "Beyefendinin Mendili". Guerlain'in en önemli tarihi erkek parfümlerinden birisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. 1904 yılında ilk defa üretilen parfüm, bu yıl 110. yaşını kutluyor. Gerçekten de inanması zor.

Kendi sitelerinde turunçgil-fujer olarak sınıflandırılmış Mouchoir de Monsieur. Parfümün başlangıcı ferah lavanta ile gerçekleşiyor. Lavantaya geri planda limon, bergamot ve aromatik otlar eşlik ediyor. Başlangıcı için hafif tatlı aromatik ferah lavanta diyebilirim. İlerleyen dakikalarda lavanta hala kendisini göstermeyi başarıyor. Lavantaya tatlımsı, hayvansal sayılabilecek vanilya ekleniyor. Buradaki hayvansallığı muhtemelen civet veriyor. Orta notalardaki hayvansal vanilyalı lavantaya, neroli ve meşe yosunu gerilerden destek veriyor. Burası için erkeksi-çiçeksi denebilir. Son kısımda yine lavantanın hayaleti hissediliyor. Bu sefer araya paçuli, misk ve amber giriyor. Vanilya hala güçlü şekilde hissediliyor. Derinlerden dumansı kuru tütün bile hissediyorum. Parfümün en sevdiğim kısmı sonları oldu. Böylece de tenden ayrılıyor.

Mouchoir de Monsieur, tam anlamıyla lavanta merkezli erkeksi bir fujer. Başlangıcından sonlara kadar lavantanın imzası hissediliyor. Lavantadan sonraki ikinci ana öğe vanilya. Fazlaca tatlılık barındırmayan lüks vanilya, günümüzün uyduruk ana akım markalarındaki gibi değil. Çok kaliteli ve şık. Üçüncü olarak da hissedilir orandaki hayvansallık. Fakat buradaki hayvansallık, lavanta ve vanilyanın arkasına saklanmış. İyi ki de öyle yapılmış. Bu anlamda çok rahatsız edici değil. Tam tersine cezbedici ve ilginç.


Nedense lavanta temalı parfümleri hep tıraş köpüklerine benzetiyorum. Bana mı denk geliyor bilemiyorum ama kullandığım bütün traş köpükleri lavantalı kokuyor. Bu da sanırım uzun zamandır zihnimin bana oynadığı bir oyun. Fakat Mouchoir de Monsieur'deki lavanta ucuz tıraş köpüklerindeki gibi değil. Oldukça elegant ve doğal. Vanilyayla yumuşatılan lavantayı sevdim ama aşık olmadım. Başlangıcındaki lavantayı kendime hiç yakın bulamadım. Muhakkak sevenler olacaktır. Çünkü doğal sayılabilecek lavanta kullanılmış. Hatta lavanta kolonyalarını hatırlattı bana başlangıcı. Bence en güzel yanı alt notalarında karşımıza çıkıyor parfümün.

Karşımızda 110 yıllık bir eser var. 1900'lü yılların parfüm alışkanlıkları ile 2014 yılınınkilerin birebir eşleşmeyeceği çok açık. Fakat bence Mouchoir de Monsieur çok eski gibi kokmuyor. Tamam kokusunda nostaljik taraflar var. Ama yine de 2014 yılının dünyasında da rahatlıkla kullanılabilir. Bu anlamda onun için zamansız bir kokuya sahip diyebilirim. Saygıyı hak eden bir klasik olarak parfüm tarihindeki yerini almış durumda.

Kullanım sırasında bir parfüme çok benzediğini hissettim. Çoğu kişiye göre markanın diğer klasiği Jicky'e benziyor. Evet bence de aralarında ciddi bir bağ var. Zaten dedikodulara göre Mouchoir de Monsieur, Jicky'nin erkeksi versiyonu olarak düşünülmüş ve tasarlanmış. Fakat başka bir lavanta merkezli parfüm olan ünlü Caron Pour Homme'u da andırıyor. Mouchoir de Monsieur, Coran Pour Homme'un çok daha rafine, zengin ve sofistike hali denebilir. Bana soracak olursanız bu üç parfüm arasında ilk tercihim her zaman için Jicky olacaktır.


Mouchoir de Monsieur, günlük kullanım için ne kadar uygun olur şüpheliyim. Ha tabiki onu kullanıp çıkabilirsiniz sokağa. Ama kot pantolon-spor mont ikilisine uyacağını düşünmüyorum. Biraz daha ciddi ortamlara ve belli bir yaşın üzerindeki erkeklere uygun olacağını fark etmek zor değil. Mesela kırk yaşını aşmış erkekler için tavsiye edebilirim. Genç arkadaşların şimdilik ona pek heves etmemeleri isabetli olabilir.

Bu önemli klasiği, efsane parfümör  Jacques Guerlain tasarlamış. 110 yıllık parfümün bir çok defa reformülasyon geçirdiğini tahmin etmek zor değil. Özellikle başlangıcında biraz sulandırılmış bir hali var gibiydi. Muhtemelen kötü reformülasyonlar sonucunda asıl kokusundan bir parça farklılaştı.

Ferah sayılabilecek kokusuna rağmen, sıcak yaz günlerinde kullanmanın iyi fikir olduğunu sanmıyorum. Serin havaların parfümü bence. Hatta hüzünlü bir sonbahar için nefis olabilir. Soğuk kış günlerinde de görevini layıkiyle yerine getirecektir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Mouchoir de Monsieur, zengin lavanta olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört vererek oldukça beğenmiş. Bazı yabancı platformlarda bu parfümü İspanya Kralı Juan Carlos'un da kullandığı bilgisine rastladım. Fakat bu klasik bir pazarlama numarası da olabilir.


Niş parfümlerle yarışan kalitesiyle ve farklı tarzıyla herkese hitap etmeyecek bir parfüm olarak görüyorum onu. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir. Dünya üzerinde az bulunan bir parfüm olduğunu belirtmem gerekiyor. Onun içindir ki oldukça yüksek fiyatları gözden çıkarmanız gerekebilir.

Parfümün tasarımını, markanın en önemli kokularına imza atmış olan baş parfümör Jacques Guerlain yapmış. Şu anda sadece EDT konsantrasyonunda satılıyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

3 Şubat 2014 Pazartesi

Tefarik (Paçuli) ve Böcekle Mücadele


Tefarik (Paçuli) ve Böcekle Mücadele

Zaman zaman yaptığım gibi internette dolaşırken karşıma çıkan ilginç yayınları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bugün de Sızıntı isimli bir dergide karşılaştığım makaleyi yayınlamak istiyorum. Paçuli olarak bildiğimiz bitkinin farklı yönleri anlatılmış. Bazı araştırmalara yer verilmiş. Parfümlerde de sıkça kullanılan paçuli kokusuna ilginiz varsa okumanızı tavsiye ederim. Umarım iyi vakit geçirirsiniz. (Bu makale, söz konusu sitenin izni alındıktan sonra yayınlanmıştır)

"Aromaterapi adı altında yapılan araştırmalar, insanın ruhu ile bedeni arasındaki ilişkilerde kokunun önemli fonksiyonlarının var olduğunu göstermektedir. Bugün Batı'da birçok "tamamlayıcı tıp" uzmanı, hastalarına çeşitli hastalıklarla alakalı koku reçeteleri vermektedir. Aynı şekilde böcek ve kene gibi haşeratı kovucu kokular üzerinde de araştırmalar sürdürülmektedir. Bilhassa sıcak ve yağışlı iklimlerde çok bulunan eklembacaklılardan korunmak için, çeşitli bitkilerden eski usullerle elde edilen usareler (özsu) veya tesirli kokular halk arasında bilinmektedir. Meselâ, pencerelerinde fesleğen bitkisi bulunan evlere sivrisinekler fazla yaklaşmaz.

Kokusundan istifade edilen bitkilerden biri de, halk arasında oldukça meşhur olan tefariktir (Pogostemon cablin). İngilizce ve Almancada ‘Patchouli' ismiyle bilinen tefarikin esansı, kaynatılan bitkinin su üzerinde biriken yağlarının toplanması ile elde edilir. 1800'lü yıllarda Avrupa'da yaygın şekilde kullanılan "Patchouli", Amerika'da 1960 neslinin en popüler kokusu haline gelir. İngiltere'de Kraliçe Viktoria döneminde Hindistan'dan getirilen şal, halı ve kilimlere -güveden koruma maksadıyla- bu kokudan sürülürdü. Bu sebeple İngiltere'de "Patchouli" kokmayan şal, halı ve kilimler yerli üretim oldukları düşüncesiyle kıymetsiz addedilip tercih edilmezdi. Buradan da anlaşılacağı üzere, nanegiller ailesinden olan bu bitkinin -dolayısıyla kokunun- anavatanı Hindistan'dır. Meşhur Hint mürekkebinin kokusunu da bu bitki verir. Diğer esanslara nazaran daha kalıcı olan bu bitkinin kokusu, parfüm ve sabunlarda da kullanılır. Çinliler, Japonlar ve Araplar bu kokunun bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemeye vesile olduğuna inanırlardı. Eskiden İran ve Türkiye'de dokunan halı ve kilimler Avrupa'ya gönderilmek üzere katlanırken, onları zararlılardan korumak için aralarına bu bitkinin yapraklarından konurdu.


Tefarikle alakalı ilmi araştırmalar sınırlıdır; laboratuvar şartlarında objektif gözlemlere dayanan ilmi veriler henüz yeterli değildir. Buna rağmen bu bitkinin usaresinde bulunan çok sayıdaki esansın kimyevi terkibi belirlenmiştir. İleride ilmi araştırmalara temel teşkil etmesi ve araştırmacılara yol göstermesi bakımından halk arasında oluşmuş uzun yıllara dayalı tecrübeyi de yok saymamak gerekir. Bu bitkide; tefarik alkolü, pogoston, friedelin, epifriedelinol, pachypodol, retusin, oleanolik asit, beta-sitosterol ve daucosterol gibi maddelerin yanısıra, kanın pıhtılaşmasını engelleyici hususiyetteki alpha-bulnesene de tespit edilmiştir. Bu kimyevi maddelerin birçoğunun, kusmayı engelleyici bir tesire sahip olduğu bazı araştırmalarda gösterilmiştir. Phytotherapie Research dergisinde 2008 Şubat'ında neşredilen bir makaleye göre, tefarikten elde edilen esansiyal yağların tesirli sinek öldürücü olduğu gösterilmiştir. Buradan hareketle bu bitkinin, keneler dahil birçok eklem bacaklı haşaratın kovulmasında tesirli olabilecek ilaçların yapımında ümit vaat ettiği söylenebilir. Malezya'da üç ayrı bitkinin (Litsea elliptica, Cinnamomum mollissimum, Cymbopogon nardus) yapraklarından elde edilen yağlar ile tefarik esansiyal yağlarının karışımının dişi sivrisinekleri uzaklaştırmada oldukça tesirli olduğu gösterilmiştir. Bu araştırmalar dikkate alındığında bazı faydalı uygulamalar yapılabilir. Mesela; ev temizliği yaparken, yerleri silmede kullanılan suya birkaç damla tefarik damlatılabilir. Böylece hem "koku giderici" olarak kullanılan kanserojen şüphesi bulunan maddeler kullanılmamış, hem de böceklerin eve girmesi engellenmiş olur.

Söz konusu yağ (esans); her ne kadar kumaşları böceklerden koruma maksatlı kullanılıyor ise de, yüzyıllardır, ruh ve beden sağlığına yönelik tesirleri, huzur verici, mantar önleyici ve tedaviye vesile hususiyetleriyle de aranan ve kullanılan bir kokudur. Bu esansın, terlemeyi azaltıcı hususiyeti ile kötü vücut kokularının engellenmesinde rol aldığı bilinmektedir. İştah azaltıcı tesiri, diyet yapanlara fayda sağlamaktadır.

Aromaterapinin kurucularından olan ve şifalı kokular üzerine bir teori geliştiren Martin Henglein; ‘ıtır çiçeği, biberiye, bergamot ve tefarik'i temel kokular olarak kabul etmektedir. Bu dört temel kokunun farklı fonksiyonları icra ettiği belirtilmektedir. Itır çiçeği, bir alışkanlığın gelişmesine veya terk edilmesine yardımcı olur. Mesela sigarayı bırakmada ıtır çiçeği kokusunun rolü inkar edilemez. Sigaraya olan iştiyak dayanılmaz şekilde arttığında, ıtır çiçeği koklamak, bu arzuyu o an için gidermektedir. Bu durum daha önceden denenmiş dahi olsa, yine de tesirli olmaktadır. Henglein'e göre biberiye, kişiyi aktif olmaya sevk ederken; bergamot, zihni canlılığın ve öğrenme şevkinin artmasına vesile olur; tefarik ise, kişinin daha enerjik olmasında rol alan mekanizmayı harekete geçirir.


İngiltere'de bir tedavi merkezi işleten Robert Tisserand, kokularla ruhi hastalıkların tedavi edilebileceği fikrindedir. Tisserand, bu esansların sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinyal moleküllerin (nörotransmitter) üretimine tesir ettiklerinden, rahatsızlıkları gidermeye de yardımcı olduğunu belirtmektedir. Koku, morfine benzeyen "endorfin" salgılanmasını uyararak kişide ferahlamaya vesile olur. Bu sebeple gül yağı, yasemin, adaçayı, kananga, tefarik ve greyfurt kokusu; depresyonda, kendine güvensizlik durumlarında ve cinsi fonksiyon arızalarında tavsiye edilmektedir.

Tefarikin fazla sürüldüğünde sakinleştirici ve uyku azaltıcı tesire sahip olduğu iddia edilmektedir. Tefarikin ayrıca beden enerjisi ile ruh hali arasında dengeleme fonksiyonu gördüğü, sakinlik ve uyum hissi uyandırıp, uyuşukluğu giderdiği, madde bağımlılığı tedavisinde destekleyici rol aldığı, korku ve çöküntü anlarında teskine vesile olduğu belirtilmektedir.

Güzel kokuların insanda vesile olduğu müspet düşünce ve hisleri, kötü kokuların da meydana getirdiği menfi halleri her insan az veya çok bilir. Peygamber Efendimiz'in (sas) sahih beyanlarındaki "güzel kokunun sevdirilmesi" ile Hz. Yakub'un (a.s.) oğlu Hz. Yusuf'un hayatta olduğuna dair müjdeyi koku yoluyla alması, kokunun üzerinde durulması gereken bir husus olduğu hakikatine dikkatleri çekmektedir."


Kaynak: www.sizinti.com

1 Şubat 2014 Cumartesi

Comme des Garçons – Avignon (2002)


Comme des Garçons – Avignon (2002)

Dünya üzerinde 1.2 milyar insanın mensubu olduğu, muhtemelen gezegenin en büyük dini mezhebi olarak düşünülebilir Katoliklik. Katolik kelimesinin, Yunanca ‘evrensellik’ anlamına gelen ‘to katalou’ sözcüğünden türediği söyleniyor. Papa'yı başkan olarak kabul eden Katoliklik, Protestanlığın ortaya çıkışına kadar bütün Hristiyanlığı kapsamış ve Ortaçağ boyunca Avrupa’ya egemen olmuş.

İşte bu Hristiyan mezhebi bir parfüme nesne olmuş durumda. Comme des Garçons'un 2002 yılında çıkardığı ve "Incense" adını verdiği parfüm serisi beş üyeden oluşuyordu. Avignon ve Kyoto, bu seride en çok öne çıkan parfümler olarak raflarda yerini aldı. Hatta Incense serisi, markanın diğer serilerinin arasında en başarılı olanı denilebilir. Incense serisine mensup parfümlerin farklı da bir tarafı var. Her parfüm farklı dinsel motifler ele alınarak tasarlanmış. Ouarzazate - İslam, Zagorsk - Ortodoksluk, Jaisalmer - Hinduizm, Kyoto - Budizm ve Avignon - Katoliklik. İşte bugün inceleyeceğim Avignon'nun Katoliklik ile ilgisi buradan geliyor. Benimde uzun zamandır ilgimi çeken Avignon ile tanışmış durumdayım nihayet.

Parfümün isminin Avignon olmasının şüphesiz ki bir sebebi var. Fransa'nın güneyinde, Provance bölgesinde tarihi bir şehir olan Avignon'un, Katoliklik ile sağlam bağları olduğunu tahmin etmek zor değil. Orta Çağ Avrupası'ndan günümüze fırlayıp gelmiş gibi görünen Avignon şehri, hala o müthiş dokusunu ve tarihi yapılarını özenle koruyor. Roma döneminden kalma Katolik kilisesi de dahil. Fakat Avignon'un benim için anlamı biraz farklı.

Kübist sanat akımının kurucusu olarak gösterilen Pablo Picasso, 1907 yılında, Paris'teki bir genelevde çalışan kadınları resmetmişti. Fakat bu resimdeki kadın figürleri, daha öncekilere hiç benzemiyordu. Kadınların vücutlarını uzatan ve biçimlerini bozarak bambaşka halde resmeden usta sanatçı, Modern Sanat'ta bir çığır açtığının muhtemelen farkındaydı. Normal bir insan figürüne benzemeyen resimdeki çıplak kadınların, yüz hatları, vücutlarının şekilleri, alışılmışın çok uzağındaydı. Neredeyse eğri büğrü hale gelmiş kadın figürleri, çıplak olmalarına rağmen en ufak cinsellik çağrışımı yapmıyordu. Oysaki resmin orijinal ismi "Avignon Genelevi"ydi. Zamanla ismi "Avignon’lu Kadınlar" olarak değişen tablo, resim tarihinin dönüm noktalarından birisini oluşturuyordu. Sanat Tarihinde bir eşik daha aşılmış bu resimle.


İşte Avignon deyince benim aklıma Paris'in bir şehri değil de Picasso'nun bu ünlü tablosu geliyor. Bu isme Comme des Garçons markası sahip çıkmış ve başarılı bir parfüme isim babalığı yaptırmış. Avignon Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı tütsü ve odunsu notalarla gerçekleşiyor. Çok doğal, ilginç ve rafine. Üst notalarını sevdim Avignon'un. İlerleyen dakikalarda büyük değişim yaşanmıyor kokusunda. Orta kısımda derin odunsu notalar (sedir ve çam) biraz daha hakim sanki. Geri planda da reçinemsi baharatlar destek veriyor tütsü-ağaç ikilisine. Son kısımda aynı çizgide devam ediyor. Odunsu notalar hala baskın. Böylece de tenden ayrılıyor.

Avignon'un, çam, sedir ağacı ve Akdeniz otlarının, kuru, tozlu, koyu, karanlık, derin bir tütsü-amber ile birleşiminden oluştuğunu söyleyebilirim. Dumansı ve gizemli tarafları olduğu çok açık. Hatta münzevi ve mistik. Zaten bir çok yorumcunun onu "Kilise Tütsülerine" benzetmesi bu yüzden. Daha önce de söylediğim gibi bizler Müslüman coğrafyanın insanları olduğumuz için kiliselerde ayinler sırasında kullanılan seremoni tütsüsünü bilemeyebiliriz. Yani bizim bu tarz bir koku hafızamız ve duyarlılığımızın olmaması normal. Anladığım kadarıyla her pazar kilise ayinlerine giden Hristiyanlar için bu kokunun orada kullanılan tütsülere benzetilmesi gayet anlaşılabilir.

Avignon'da ana aksı oluşturan ağaçsılığın merkezinde çam ve sedir ağacı benzeri odunsuluk mevcut. Şekerli olmayan, yeni kesilmiş ağaç gibi de denebilir. Zaman zaman talaşı da hatırlattı bana. Bu anlamda günümüzün bol tatlı modern odunsu kokularına pek benzemiyor. Neyseki böyle kullanılmış odunsu notalar. Bu pencereden bakıldığında gayet başarılı denilebilir.


Tütsü kullanımına da biraz değinmek lazım. Hepimizin bildiği ve evlerimizde yaktığımız tütsülere benziyor Avignon'daki tütsümsülük. Dumansı ve gizemli tütsüde tatlılık veya şekerli his fazla yok.

Avignon, yeni kesilmiş ağaç-talaş ikilisi ile tütsünün karışımı gibi kokuyor. Geneline bakıldığında yapaylık yok. Doğal ve kaliteli. Tabi günlük kullanım için çok uygun mu şüpheliyim. Evet koklamak ve bu deneyimi yaşamak için güzel bir koku formuna sahip. Fakat üzerinize sıkıp çarşı-pazar dolaşırken nasıl olur çok emin değilim. Günlük kullanıma göre değil bence. Daha tematik bir parfüm. Yani belli bir ambians için kullanmaya daha uygun. Mesela meditasyon/yoga yaparken çok huzur verici olacaktır. Yada orman yürüyüşüne gittiğinizde mis gibi kokan ağaçların arasında kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Hatta bir Ortodoks Kilisesinde pazar ayininden sonra herkes gittikten sonra tek başınıza insanlığın geleceği için dualar ederken Avignon'un kokusunu içinize çekseniz, hiç yadırgayacağınızı sanmıyorum.

Avignon, büyük oranda ağaç/orman/tütsü temasına yakın. Bu parfümü kullandığımda üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme, Giorgio Armani'nin özel serisine ait Bois d'Encens ve Gianfranco Ferre - Pour Lui aklıma geliyor. Benzer tarza sahipler bence.

Avignon'un eleştirilen iki tarafı var. Birincisi düz çizgide ilerlemesi ve neredeyse kokusunun hiç değişmemesi. İkincisi de fark edilirliğinin zayıf olması. Denemelerimde aynı durumları yaşadım. Ve bu eleştirilere tamamen katılıyorum.


Kötü haberlerin ardında iyi haberi vereyim. Comme des Garçons'un parfümleri ülkemizde ve bir çok internet sitesinde bulunabiliyor. Hem de diğer niş parfümlere göre uygun sayılabilecek fiyatlara. Incense serisi de gayet ulaşılabilir fiyatlarla mevcut. Bu tür kokulara merakınız varsa Avignon güzel bir örnek fakat muhteşem de değil.

Avignon'u dünyaca ünlü burun Bertrand Duchaufour tasarlamış. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın gibi duruyor. Sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak gerekebilir. Diğer bir çok niş markanın aksine Avingnon, EDT olarak satılıyor.

Koku Güzelliği:10/7