30 Aralık 2014 Salı

Azzaro – Azzaro Pour Homme (1978)


Azzaro – Azzaro Pour Homme (1978)

Sicilya doğumlu bir Tunus'lu olan Loris Azzaro, kendi ismiyle moda dünyasına giriş yaptığında, kökeninin esintilerini de markası ile harmanlamak istemişti: Güneş, bronz bir cilt ve Akdeniz insanlarının kanı kaynayan şehveti. Akıcı hissi veren kumaşlar, canayakın renkler, Akdeniz mavisi, yeşil ve beyaz, Azzaro koleksiyonlarının vazgeçilmez unsurlarıdır. Kendilerini "Gerçek duygusallıktan kaynağını alan güneşli ve hedonist bir marka" olarak tanımlamaları kayda değer. Dünya jet sosyetesinin havuz kenarı akşam partilerinde giymeleri için kıyafetler tasarlaması da bu anlamda gayet anlaşılabilir. Modanın da ötesinde Azzaro markası, kuruluşundan itibaren bugüne kadar, lüks ile eşanlamlı bir şıklığa ve yüksek hayat tarzına yönelik ürünler verdi. Sadece hazır giyim kreasyonları olarak değil, piyasaya sürdüğü parfümleri ile de evrensel ve iddialı bir erkeksi tavır ortaya koydular. Diğer yandan şaşalı kadın kıyafetlerine de yer verdiler ürün gamında. Ve tabii ki kokular...

Aslında her şey, modacı Loris Azzaro ve temizlik ürünleri konusunda uzmanlaşmış bir Alman girişimci olan Richard Wirtz'in 1977 yılında tesadüfen karşılaşmaları ve tanışmalarıyla başladı. Loris Azzaro ve Richard Wirtz, tamamen farklı karakterde kişilerdi. Loris Azzaro, o yılların en büyük yıldızlarına kıyafetler tasarlayan bir modacıydı. Richard Wirtz ise sanayi işkolunda deneyimli, sağlam zekaya sahip bir kişiydi. Onların farklı kişilikleri birbirini tamamlamış ve kimyaları tutmuştu. İkisi birlikte, erkekler için parfüm oluşturmak adına beklenmedik yol seçtiler ve bir koku formu geliştirmek adına önemli yatırımlar yaptılar. Bu parfümün adı Azzaro Pour Homme olacaktı. Bu parfüm Loris Azzaro'dan beklenmeyecek bir hamleydi çünkü o moda dünyasında çok kadınsı tasarımları ile tanınıyordu. Fakat bu cesur kararın ödülünü kısa zamanda alacaklardı. Azzaro Pour Homme, dünya çapında çok büyük bir başarı yakalayacaktı. Aradan geçen otuz beş yılın ardından hala en çok satan erkek parfümlerinden birisi olarak şöhretini sürdürüyor. Rahatlıkla onun, klasikler arasında yer aldığını söyleyebiliriz.

1970'li yılların sonlarında (1978) piyasaya sunulan Azzaro Pour Homme, erkek parfümlerinin dönüm noktalarından birisi olarak kabul ediliyor. Hala erkeksi bir parfüm klasiği önerilerinin en güçlü ve akla ilk gelen ismi. Eski kafa fujerlerin en sağlam örneklerinden birisi. Tabii belki de şanssızlığı güçlü rakiplere sahip olmasıydı. Brut, Ralph Lauren - Polo, Paco Rabanne Pour Homme, Van Cleef&Arpels Pour Homme gibi rakiplerinin arasından sıyrılması zor olmadı.


Yıllar önce denediğim ve kendime yakın bulamadığım bu ünlü klasiğe acaba haksızlık mı etmiştim? İşte uzun süre sonra Azzaro Pour Homme'a yeniden şans vermeyi istedim ve onu anlamaya karar verdim bu sefer. Bu kadar büyük bir hite dönüşen Azzaro Pour Homme neden bana uzak kalmıştı? Aromatik fujer tarzının referans parfümlerinden olan Azzaro Pour Homme yolculuğu başlıyor benim için bir kere daha. Yine şanslıyım ki eski yani Vintage formülasyonu üzerinden incelememi yaptım.

Azzaro Pour Homme'u üzerime sıktığımda beni erkeksi çiçekler, eski bergamot, limon ve aromatik otlar karşıladı. Artemisyayı andıran parlak ve buruk çiçeksilik, ne yazık ki en beğenmedim tarzdır. Bergamot, limon ve aromatik otlar ise gayet güzel verilmiş. Üst notaları sevmek ile sevmemek arasında gidip geliyorum. Orta kısma geçildiğinde baharatların hakimiyeti başlıyor. Karanlık ve bohem baharatlar zaman zaman sıcak, genelde tozlu hissiyata sahip. Karanfil, kimyon, kakule ve diğer baharatlara eşlik eden meşe yosunu yine harikalar yaratıyor. Tatlılık barındırmayan baharatlar parfümün en sevdiğim yeri oluyor uzak ara. Orta notalar çok güzel. Sonlara gelindiğinde biraz lavanta ortaya çıkıyor. Plastiğimsi karanlık deri, pek sevmediğim tarzdaki paçuli ve misk. Sonları en sevmediğim yeri oldu diyebilirim.

Azzaro Pour Homme, gotik sayılabilecek, tarihi, eski, tozlu, erkeksi ve maço bir parfüm. Günümüzün parfüm trendlerinden çok uzak, 1970'li yıllara selam sarkıtan bir eser. Erkeksi kokuları sevenlerin Nirvana'sı olmaya aday, turunçgilli (bergamot ve limon), anasonlu (fakat içki efekti vermeyen), lavantalı, derili, baharatlı, vetiverli garip bir karışım. Parfüm bazen limonsu aromatik otsu gibi davranırken bazen de sıcacık baharatlar ortaya çıkıyor. Anason çok bariz bir elemanken, lavantaya da evriliyor. Ne acayip bir deneyim Azzaro Pour Homme!


İnsan çok çeşitli tarzlarda parfümler kullanınca, kendi beğenilerini daha iyi analiz edebiliyor. Kendimle ilgili tespitim şu ki, Azzaro Pour Homme tarzı karanlık, anasonlu, lavantalı, derili erkeksi fujerleri sevemiyorum. Mesela Aramis Tuscany mesela Rive Gauche Pour Homme. Her ne kadar deri temalı parfümleri eski-yeni farketmeden sevsem de, buradaki kullanıma bir türlü alışamıyorum. Yıllar önce kullandığım Azzaro Pour Homme'un güncel versiyonunu beğenmemiştim. Bu aralar yeniden şans verdiğim eski formülasyonunu da beğenmedim. Üzerimde Azzaro Pour Homme'u taşımaya bir türlü alışamadım. Sanırım bu önemli erkek parfüm klasiği ile yıldızımız bir türlü barışamayacak.

Yine de siz Azzaro Pour Homme'a şans vermelisiniz. Eğer yaşınız 40 ve üzerindeyse, delikanlı işi bol tatlı kokuları kullanmak kulağınıza hoş gelmiyorsa, sürekli takım elbise giyiyorsanız, gerçek bir beyefendi gibi kokmak niyetindeyseniz, "kadınlar parfümüme bayılsınlar" düşüncesi içinde değilseniz o, sizi bekliyor. Onu kullandığınızda bir çok kişi kokusunu biraz eski ve modası geçmiş bulabilir. Fakat eski zamanların geleneklerini anımsatması açısından, dolabınızda bir şişesinin bulunması sizin için iyi olabilir. Kendi adıma ise bu parfümü uzun süreli kullanabileceğimi hiç sanmıyorum.

Özellikle yurtdışında büyük saygı duyulan Azzaro Pour Homme, ülkemiz insanının koku algısı üzerinde "hacı yağı ya da lavanta kolonyası" izlenimi yaratmaya müsait gibi görünüyor. Tozlu, nostaljik ve retro tarzı, kolay sevilip, benimsenebilecek gibi değil. Bu anlamda denemeden alınması oldukça riskli kokulardan birisi gibi görünüyor. İşin iyi tarafı ise Azzaro Pour Homme, ülkemizde bir çok yerde uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Parfüm yazarı Luca Turin, Azzaro Pour Homme'u anasonlu lavanta olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş puan vererek, en iyi parfümler listesine almış.


Parfümün gerek kalıcılığı gerekse farkedilirliği zayıf oldu bende. Ten üzerinde çok hoşuma gitmeyen kokusu, kıyafet üzerinde çok daha ilgimi çekti. Bu anlamda soğuk kış günlerinde montunuzun üzerine kullanıp, burnunuza gelen Gotik-karanlık koku ile mutlu olabilirsiniz. Sıcak yaz mevsiminde kullanmanızı pek tavsiye etmem.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

26 Aralık 2014 Cuma

Clive Christian – V For Men (2012)


Clive Christian – V For Men (2012)

Bir parfüm şişesi. Koyu kahverengi renkte. Neredeyse kehribar rengi şişe, devasa boyutlarda değil. Avucuma tam sığan 50 ml.lik şişeye uzun uzun bakıyorum. "Parfüm Merakı en sonunda çıldırdı" dediğinizi duyar gibiyim. Ya da "böyle olacağı belliydi zavallının" fısıldaşmalarınızı da anlıyorum. Evet belki çıldırdım. Fakat ben çıldırmayayım da kim çıldırsın. Çünkü elimde dünyanın en pahalı parfümlerinden birisinin şişesini tutuyorum.

Kokular aleminin "en uç noktası" olarak kabul edilebilecek Clive Chirsitian'ın hem de özel seriye ait V (Erkek) modelinin şişesi beklediğimden daha mütevazi çıktı. Resimlerde çok daha şaşalı görünen Clive Christian - V For Men'in şişesinin cam kısmı 40 dolarlık parfümlerden çok da farklı değil. Şişenin ortasındaki kocaman V harfi, hınzırlık olacak ama meşhur "V For Vendetta" filminin reklam afişlerini hatırlatıyor bana. Parfümün kapağı ise en dikkat çekici yeri. Yine internetteki görsellerden merakımı cezbeden kapak, ilk başlarda basit ve ucuz bir etki bıraksa da, sonrasında alışıyorsunuz. Kapak sert ve sağlam metalden yapılmış fakat altın hissi veren sarı renk keşke olmasaymış diyorum içimden.

Bir süre önce, dünyanın en pahalı parfümlerini satmakla övünen Clive Christian'ın, V modelinin kadın versiyonunu incelemiştim. Şimdi sıra özel seriye ait V'nin erkek versiyonunda. Kendi sitelerinde parfümlerini tek tek tanıtmaya tenezzül etmemişler. Sanırım, "bizim ürünümüz dünyanın en pahalı kokulu sıvısı, bir de pazarlama cümlesi mi yazacağız" düşüncesindeler. Belki de haklılar. Çünkü bugün inceleyeceğim Clive Christian - V For Men, en iyi ihtimalle 50 ml.si 400 dolar civarında satılan bir parfüm. Sadece 50 ml. olarak üretilen V For Men, ortalama bir anaakım parfümün 40 dolar civarında satıldığı Amerika kıtası için bile astronomik fiyata sahip. Evet o, sıradan bir Calvin Klein, Hugo Boss ya da Versace parfümünün on katı fiyata sahip. Ve böyle olunca da bütün gözler üzerlerine çevriliyor. Bu kadar pahalı olan bir parfüm, acaba mükemmele yakın koku deneyimi sunar mı bize?


Fiyat/kalite denklemine şimdilik girmeyeceğim. Böylesine inanılmaz fiyatlara satılan bir parfümden beklentiler de oldukça artıyor haliyle. Geçtiğimiz ay kullandığım V'nin kadın versiyonu, gayet kaliteli kokuya sahipti fakat benim çok yakın olduğum tarza sahip değildi. Bakalım V'nin erkek versiyonu için neler hissedeceğim. Çünkü beklenti eşiğim her parfümsever gibi çok yüksekte bir Clive Christian parfümü için.

Fragrantica'da oryantal odunsu olarak sınıflandırılmış V For Men. Üzerime sıktığımda beni tatlılık barındırmayan keskin baharatlar karşılıyor. Toz karabiberlere benzeyen üst notalarda adeta başka baharata yer verilmemiş. Direkt ve net kupkuru karabiber-biber kokusu. Gayet ciddi ve olgun. Başlangıcı güzel V For Men'in. Orta notalara gelindiğinde baştaki koku formu değişmiyor. Bibere ek olarak ağaçsılık ekleniyor. Kuru, neredeyse talaş gibi kokan ağaçlar artık daha belirgin. Karabiber hala destek veriyor ağaçlara. Orta bölümdeki ağaçsı yapı hafiften plastiğimsi kokuyor. Bu da kalite hissiyatını azaltıyor. Geleyim sonlara. Alt notalar, üst ve orta notaların aynı düzleminde devam ediyor. Kuru sedir ağacı ve kuru biber-karabibere bu sefer tütsü ekleniyor. Tütsü çok karanlık verilmemiş. Ağaçsı ve kuru olarak boy gösteriyor tütsü. Son kısmını çok beğendiğimi söylemeliyim.

V For Men'de ana aksı, tozlu-kuru biber-karabiber, ağaçsılık ve tütsü oluşturuyor. Parfüm adeta bu üç tema üzerine inşa edilmiş. Onun dışında farklı bir deneyim yaşatmıyor. Gerilerden reçinemsilik de kendisini gösteriyor. Bu reçineli yapı, ağaçsılık ile uyumlu ilerliyor. Belki azıcık da vetiverden (kabe samanı) bahsedebilirim. Onun dışında çok zengin bir nota dizilimi söz konusu değil.


Parfümün başından sonuna kadar neredeyse hiç değişmemesi biraz şaşırttı beni. Sonuçta dünyanın en pahalı parfümlerinden birisini kullanıyorum. Üstelik Clive Christian'ın özel serisine ait V For Men. Bilemiyorum belki de beklentilerim çok daha yüksekti. V For Men, basit ve tekdüze bir parfüm gibi görünüyor. Çok zengin, ihtişamlı ve lüks de koktuğu söylenemez. Katmanlı ve bol notalı değil. Minimal bir çalışma adeta.

Durun bir dakika! Hemen hayal kırıklığı yaşamayın. Çünkü V For Men, her ne kadar düz kokuyorsa da müthiş bir kalite hissiyatına ve erkeksiliğe sahip. Olabilecek en iyi ağaç-tütsü kokularından birisi denebilir. Orta kısımdaki hafif plastiğimsi yapı dışında harika bir dumansı-reçinemsi tütsü kokusuna sahip. Adeta kocaman bir çam ormanında yürüyormuşçasına net, karakteristik ve gerçekçi kokuyor. Dumansılık çok abartılı kullanılmamış neyse ki. Karanlık bir parfüm olduğu söylenemez. Daha çok kereste atölyesine girdiğinizde burnunuza gelen tozlu talaş kokusuna benziyor. Ya da ağaçlardan akan reçinelerin etrafa yayılan rayihasını andırıyor. Görüleceği üzere V For Men, safkan bir odunsu-tütsü kokusu. Zaman zaman yanık ahşap gibi zaman zaman ormandan ağaç kesip kulübesine götüren ormancının kıyafeti gibi kokuyor.

Neredeyse hiç tatlılık barındırmıyor V For Men. Bu anlamda yeni nesil bol şekerli parfümlerden rahatlıkla ayrılıyor. Kupkuru baharatlar, yeni kesilmiş ağaç dalı ve dumansılığı sınırlı tütsü ile Armani Prive’in sevilen eseri Bois d’Encens, üretimi bitirilen Gucci Pour Homme, Comme des Garcons - Wonderwood ile benzer yapıda olduğu söylenebilir. Kalite anlamında Wonderwood'dan çok daha üstün, Gucci Pour Homme'la başa baş ve Bois d’Encens’e de kafa tutabilecek düzeyde.

Evet o, biraz yaş isteyen bir karakterde. Çok genç arkadaşların üzerinde biraz tuhaf duracaktır. Gayet ciddi bir parfüm. Takım elbise kokusu olarak bile nitelendirilebilir. Kullanım alanı biraz sınırlı gibi görünüyor. Günlük çarşı-pazar gezmeleri için uygun olacağını sanmıyorum. Daha ambiyans kokusu gibi. Çok soğuk veya karlı bir günde, Abant gölünün etrafında dolaşırken giyilebilecek bir parfüm. Ya da ormanın içindeki bir dağ evinde şöminenin karşısında çıtır çıtır yanan odunlara bakıp, düşüncelere dalınıp gidilecek bir parfüm.


V For Men, çok büyük ihtimalle Pure Perfume konsantrasyonuna sahip. Parfümün en yoğun ve konsantre hali olan Pure Perfume, onun üzerinde fazla etki yapmışa benzemiyor. Çünkü performans olarak zayıf kaldığı söylenebilir. Farkedilirliği başlarda keskinken, kısa süre sonra tene yakın durmaya başlıyor. Biraz çekingen kalıyor. On iki saatten fazla tende durarak kalıcılığının yeterli olduğunun sinyallerini veriyor. Zaten parfüm yorumcuları performansından genel anlamda şikayetçiler.

Sıcak havaların değil soğuk ayların kokusu bence V For Men. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Erkeksi kokusu ise bu tarzı sevenler için denenmesi gereken eserlerden olduğunu fısıldıyor. Parfümün tasarımcısının, Geza Schoen olduğu rivayet ediliyor. Çok yüksek fiyatına istinaden denemeden almak iyi fikir olmayabilir.

Koku Güzelliği:10/8

23 Aralık 2014 Salı

Versace – L’Homme (1984)


Versace – L’Homme (1984)

Üzüntüleri, trajedileri ve ölümleri, hayatın monotonluğuna, Allah’ıın küçük müdahaleleri olarak düşünürüm. Hayatın hep tozpembe, güzel ve mutlu geçmesi, bir süre sonra bezdirici ve dejenere edici olacaktır bence. Hiç beklemediğimiz zamanda bir yakınımızın kaza haberinin gelmesi, ya da çok sevdiğimiz sinema sanatçısının ani ölümü, hayatın günlük koşuşturmacası içinde, kısa süreli de olsa bazı farkındalıklara sebep olur. Çünkü ölüm her zaman için korkutucu, soğuk ve karanlıktır. Ve aslında ölüm çok yakınımızdadır, başucumuzdadır çoğu zaman.

1997 yılında moda dünyası büyük bir şok yaşamıştı. 1978 yılında kurduğu Versace modaevini, kısa zamanda küresel bir lüks marka haline getiren Gianni Versace, Miami'deki malikanesinin önünde, kuşkulu bir şekilde öldürüldüğünde, dünyanın gözü merdivenlerde yatan Gianni Versace'in cansız bedenine çevrilmişti. Modanın altın çocuklarından olan Gianni Versace, en verimli çağında, hayatını kaybetmişti. Eğer ölmeseydi, belki de, kendi elleriyle kurduğu Versace markasını daha yukarılara taşıyacaktı.

Bay Versace'in büyük vizyonu, zaten markanın küresel oyuncular arasına girmesini sağlamıştı. Hazır giyim üzerine tasarımları dünya sosyetesinin akın ettiği butikleri süslerken, 1981 yılında ilk kadın parfümünü de piyasa sürdü Gianni Versace. Çok büyük ses getirmeyen ilk parfümü Gianni Versace for Women'in ardından ilk erkek parfümleri Versace L'Homme 1984 yılında piyasaya sürüldü. Versace'in ikinci parfümü olan L'Homme, zamanın ilgi çeken erkek kokularından birisi olmuştu. Fakat hiç bir zaman rakipleri Chanel Pour Monsieur, Eau Sauvage, Polo Classic kadar şöhretli olamadı. Yine de parfümseverlerin en çok sevdiği Versace'lerden birisi olmayı başardı.


Versace L'Homme, 1980'lerin koku trendlerinin tipik örneğiydi. Deri-şipre tarzına yakın Versace L'Homme'u, klasik parfümlere oldukça meraklı birisi olarak epeydir merak ediyordum. Ve yine şanslıyım ki, bu erkek parfüm klasiğinin eski formülasyonuna sahip oldum. Yeni formül L'Homme'ların genellikle beğenilmediği ve eski formül L'Homme'un kullanılmasını tavsiye eden bir çok parfümsevere rastlayabilirsiniz çeşitli platformlarda. Sanırım yeni L'Homme ciddi bir reformülasyon geçirmiş ve eskisini aratır hale gelmiş. Zaten büyük ihtimalle L'Homme'un üretimi de Versace tarafından bitirilmiş durumda. Gerçi hala Türkiye ve Dünya'daki bir çok sitede bulunabiliyor fakat ilerleyen yıllarda bulunması çok zor olacak parfümler kervanına katılacağa benziyor. Onun için eğer bu tarzı sevenlerdenseniz bir yolunu bulup, Versace L'Homme'u denemenizi tavsiye ederim.

Gevezeliği bırakıp, parfümün kendisine geçeyim artık. Fragrantica'da deri sınıfına konulmuş L'Homme. Parfümü üzerime sıktığımda karşıma eski tarz turunçgiller çıkıyor. Limon, bergamot ve aromatik otlardan oluşan üst notaları harika L'Homme'un. Eski kafa klasiklerin neredeyse aynısı üst notalar çok doğal, nostaljik, ferah ve mis gibi. Kimilerinin eski limon kolonyalarına benzeteceği üst notalar, Eau d'Hermes, Acqua di Parma Colonia, Yves Saint Laurent Pour Homme düzleminde. İlerleyen dakikalarda kokuda büyük değişim olmuyor. Tozlu-otsu limonun önderliğinde devam eden turunçgillere, biraz meşe yosunu ve tozlu baharatlar ekleniyor. Karanfil ve tarçın olduğunu düşündüğüm baharatlar çok öne çıkmıyor. Ayrıca keskin ve tatlı da değiller. Parfümün ilk bir saatlik kısmı böyle devam ediyor. İkinci kısımda baharatlar geri çekilirken, limonsu tozlu turunçgillere hatırı sayılır oranda deri katılıyor. Bu andan itibaren aromatik ve neredeyse ferah deri başrole geçiyor. Çok güzel bir vetiver de arka planda hissediliyor. Deri hafiften hayvansal kokuyor ama bir Eau d'Hermes'teki kadar bariz değil. Vanilya derinlerde bir yerde gizlenmiş. Ancak çok dikkatli koklanırsa fark ediliyor. O da neredeyse hiç tatlılık barındırmıyor. İşte parfümün ikinci kısmı da bu şekilde gerçekleşiyor. Deri, vetiver, vanilya ve meşe yosunu ile desteklenmiş limonun verilişi gayet başarılı.

Versace L'Homme, günümüzde görmeye alışık olmadığımız erkeksi bir kurulukta ve tozlulukta ilerliyor. Limonun verilişi çok rafine ve asil. Blenheim Bouquet tarzı limon, gayet aristokratik, ciddi ve şık. 1980'lerin şiprelerinin neredeyse tamamında görülen bu tarz limonun, 1984 çıkışlı L'Homme'da da kullanılmış olması gayet normal. Genç arkadaşların muhtemelen burun bükeceği bu limonsuluk, eski dünyanın yüksek kaliteli kolonyalarını anımsatıyor. Bence başlangıç kısmı nefis. Fesleğen önderliğindeki aromatik otlar, yapaylıktan uzak ve limona müthiş bir hava katıyor. Aromatik otlar, kokuyu ferahlıktan biraz daha ilkbahar kullanımına yaklaştırıyor. Başlardaki meşe yosunu yine güzel bir sürpriz yaparak sınırlı da olsa kendisini gösteriyor. Baharatlar, tam olması gerektiği gibi.


Parfümün ikinci kısmı, derinin hakimiyetinde gerçekleşiyor. Otsu limon sonlara doğru etkisini kaybediyor. Deriye, koku tenden uçana kadar vanilya ve meşe yosunu eşlik ediyor. Deri sert ve kaba değil, gayet kibar, yumuşacık, kadifemsi ve rafine. Parfümün başlangıcındaki nota zenginliği ve coşku, ikinci bölümde pek olmasa da hala kaliteli ve yapaylık yok. Diyebilirim ki Versace, L'Homme ile hiç de fena iş çıkarmamış.

Şu bir gerçek ki, L'Homme, günümüzün parfüm trendlerine çok uzak ve bihaber. Hatta umurunda bile değil. Çünkü o, geleceğin değil, geçmişin, eski dünyanın, soğuk savaş yıllarının, takım elbise giyilen toplantıların, şıklığına önem veren centilmenlerin, maço olmayan erkeksiliğin, kibarlığın kokusu.

Evet o kesinlikle ucuz maçolardan değil. Sert erkeklerin kokusu da değil. Motosiklet çetesi üyelerine de uymayacaktır. O, Antaeus, Fahrenheit, Yatagan veya Bandit kadar karanlık, sert, acımasız ve ödünsüz değil. Parlak, açık, uzlaşmacı, demokrat, naif, yakışıklı, karizmatik, Akdenizli İtalyan şıklığının parfümü. Eğer New York, Eau de Guerlain, Derby, Bois du Portugal gibi parfümleri seviyorsanız, L'Homme'a mutlaka şans vermelisiniz. Muhtemelen pişman olmazsınız.


Yukarıda da bahsettiğim gibi L'Homme'un eski formülasyonunu bulabilirseniz çok şanslısınız. Ülkemizde olacağını pek sanmıyorum ama yurtdışı merkezli açık arttırma sitelerinde bulunabilir. Yeni yani güncel formülasyonu çoğu kişi beğenmemiş ve vasat olduğunu belirtmiş. Artık bundan sonrası da biraz sizlere düşüyor. Her şeyi Parfüm Merakı'ndan beklemeyelim :)

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Versace L'Homme'u turunçgil zencefil olarak sınıflandırmış. Beş üzerinden dört puan vererek oldukça beğenmiş. Ben de bu notunda bay Turin'e tüm içtenliğimle katılıyorum.

Aralık ayının ılıman sayılabilecek günlerinde kullandığım L'Homme, ilkbahar-sonbahar döneminde kullanmanın iyi fikir olacağını düşündürttü bana. Başlangıcındaki ferah limonsu yapı, çok soğuk kış günleri için kullanışlı olmayabilir. Sonlardaki deri ise sıcak yaz günleri için uygun olmayabilir. Bence en güzel kullanım dönemi bahar aylarıdır diyorum. Yaş olarak ise 35 hatta 40'ına gelmiş erkeklerin tercih etmesinde fayda var. Genç delikanlı kokusu değil. Belli bir yaş ve olgunluk istiyor.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

20 Aralık 2014 Cumartesi

Amouage – Beloved Man (2012)


Amouage – Beloved Man (2012)

Zamanın bir yerinde, hayatın bir köşesinde, evrenin ufacık bir zerresinde... 13 milyar yıldır devam eden bir maceranın neresindeyiz? Büyük Patlama'dan itibaren geçmiş milyonlarca yılın ne kadar farkındayız? Üzerinde yaşadığımız Dünya'nın 4.5 milyar yıllık yaşı, bizim küçücük beynimiz ve sınırlı algılama kapasitemiz ile ne kadar anlaşılabilir?

Ortalama insan ömrünün 70-80 yıl olduğunu düşünürsek, tarihin, hayatın, kainatın ne kadar önemsiz bir parçasını oluşturduğumuz yeterince açık değil mi? 13 milyar yıllık evreni, 80 yıllık ömür çizgimizle mi kavrayacağız? Yoksa dünya hayatının anlamsızlığı üzerine mi konuşacağız? Madem bu dünya "eğreti bir eğlence yerinden ibaret", o zaman hangi yöne gideceğiz, nereye varmaya çalışacağız?

Hayat, aşk, ilişkiler, duygular, hayaller, anılar, beklentiler, acılar ve karamsarlıklar... Üzerinde yaşadığımız dünya adlı gezegen, bize bunlardan daha fazlasını verebilir mi? İlahi aşk, sonsuz mutluluk, eşsiz bir huzur, duru bir sakinlik, bembeyaz bir dinginlik, anlatılması imkansız bir vecd... Bu hayal etmesi bile muhteşem kavramlar, kan gölüne dönmüş, rezilce iktidar savaşları verilen, her gün onlarca çocuğun öldürüldüğü dünyada karşımıza çıkabilir mi? Nereye kaçabiliriz sıkışıp kaldığımız zalimlerin dünyasından. Var mı gidebileceğimiz başka bir dünya ya da evren?


Yaratıcımız tarafından çok az ilim verilen insan, binlerce yıldır, zihninin el verdiği kadarıyla her şeyi sorguluyor. Kendisini, dünyayı, uzayı, Allah'ı ve aklına gelen her şeyi. Felsefe biliminin çıkış noktasının "Ben Kimim?" sorusu ile başladığını düşünürsek, bizden binlerce sene sonra da eğer hayat hala devam ederse, bu sorular sorulacak ve cevapları bulunamayacak. "Ben Kimim" sorusunun yanıtı "Ben hiçbir şeyim"dir belki de. Sokrates'in söylediği rivayet edilen o meşhur sözü biraz değiştireyim kendimce: "Bir şey biliyorsam o da hiç bir şey olmadığımdır."

İyi de bir parfümün felsefesi olur mu? Ya da bir markanın? Teori de evet ama pratikte olası değil. Peki bir marka size uçsuz bucaksız Arap çöllerini hatırlatabilir mi? Çölde, en yakın medeniyetten yüzlerce kilometre uzaktaki bedevi çadırında içilen Arap çayını. Çöl denilen koskocaman boşluğun, sessizliğin ortasında, akşamın yaklaşmasıyla yıldızların ortaya çıkması ve gökyüzünü binlercesinin kaplamasını düşünebilir misiniz? Kumların üzerine uzanıp, pırıl pırıl gökyüzündeki yıldızların birbirine ne kadar yakın ve çok olduklarını deneyimlediniz mi hiç? Her bir insanın, çöldeki trilyonlarca kum tanelerinden biri kadar öneminin olmadığını ne zaman anlayacağız?

Bir Arap masalı gibi... Ali Baba ve kırk haramiler gibi... Binbir gece masalları gibi... Kızını tek başına çölün ortasındaki bir kuleye hapsetmiş zalim sultan gibi... İran edebiyatı gibi... Fas'ın Akdeniz neşesi ile Arap tutuculuğunu harmanlaması gibi... Umman'nın eski halk efsaneleri gibi... Suudi Arabistan'ın uhreviliği gibi... Sinbat gibi... Alaaddin'in sihirli lambası gibi... Mısır'ın firavunları gibi...


Uzaklardan bir koku geliyor burnuma, çölde, gece uzanmışken kumlara. Oldukça uzağımızdan geçen bir katar mı? Pek mümkün değil. Hiç kimse çölde gece yolculuk yapmaya cesaret edemez. Tuaregler bile... Çünkü çölde geceler soğuktur, geceler tehlikelidir, gece yolların üzerini örter. O zaman bu şahane turunçgil kokusu nereden geliyor diye etrafıma bakınıyorum. Ferah, lezzetli ve neredeyse limonsu. Acaba kuzeyden esen bir rüzgar, Yunanistan'dan Arap yarımadasına kadar narenciye bahçelerinin kokusunu mu taşıyor? Greyfurt ve bergamot? Elemi de neymiş? Bu tropikal meyvenin Arap yarımadasında ne işi var? Devamında sanki yumuşak baharatlar algılıyorum. Acaba çadırımızda yemek hazırlıkları mı başladı? Turunçgillerin üzerine serpiştirilmiş baharatlar. Kakule, biber, kimyon? Şekerli-portakallı baharatlar. Arap mutfağının vazgeçilmezi ağır baharatlar neyse ki turunçgillerle ve meyvemsilikle harmanlanmış. Orta bölümden itibaren ortaya çıkan garip plastiğimsi koku, acaba çölde tek tük yetişen çiçeklerden mi geliyor? Yasemin ve safran çölde yetişir mi? Belki de çadırımızın arkasındaki develerin teninden yayılan kokudur bu.

Edward Said'in, oryantalizmi açıklamaya çalışmasını bir yere koyalım. Ortalama bir dünya vatandaşının zihnindeki Arap-Orta Doğu imgesinin neresine düşüyor Beloved Man? Bol bol nargile içilen, Cezayir'in ara sokaklarındaki bir çay ocağındaymış hissi mi veriyor? Ya da petro-dolarların aktığı modern Umman'ın ultra-lüks yedi yıldızlı bir otelindeki, konuklarını memnun etmek için dans sanatını sergileyen rakkaseyi mi hatırlamalıyız Beloved Man ile? Belki hepsi belki de hiç birisi. 

Eğer doğru kelime "geleneksellik" ise Beloved Man o dediğinizden değil. Christopher Reeve ve Jane Seymour’un başrollerini paylaştığı ve klasikler arasına çoktan girmiş "Somewhere in Time" filminin akıllara getirdiği tuhaf bir burukluk, sakinlik, mütevazilik, anlamsızlık içinde anlam arayan bir parfüm mü Beloved Man? Belki... İlhamını eski söylencelerden alan Arap parfüm sanatının ve modern zamanın hikaye anlatıcısı Hollywood'un enteresan bir birleşimi olabilir mi Beloved Man? Christopher Chong'a göre aşağı yukarı öyle.


Buruk-ekşimsi meyveler, kremsi turunçgiller, ferah üst kısım, benzersiz olmayan baharatlar, odunsuluk, deri ve çiçekler ile neredeyse safkan bir "Grasse" parfümü Beloved Man. Pek derinliği olmayan, Amouage'ın ihtişamına gönderme yapmayan, yaz aylarında bile güneşin olduğu ve havanın fazla soğumadığı, hüzünlü bir Dubai öğleden sonrasını anımsatabilir size.

Kendi sitelerinde oryantal olduğu ileri sürülen, özelinde odunsu baharatlı oryantal olarak nitelenen, aklınızı başınızdan almayacak, ortalama 300 dolarlık fiyat etiketine yakışmayacak, çığır açmayacak ve Umman kraliyet ailesini düşündürtmeyecek bir deneme Beloved Man.

Ağır, ağdalı, abartılı, haşmetli, tütsülü, buhurlu diğer Amouage'lara çok yakın durmayan, seküler, acayip bir ferahlık barındıran ama aynı zamanda serin havaları düşündürten, zaman zaman sıcak ve içinizi ısıtan, genelinde sonbahar ya da erken-ilkbahar havasına uyacağını düşündüğüm, yumuşak baharatlı, odunsu, meyvemsi, turunçgilli, derili, üst düzey kalite hissiyatı vermeyen, uyumsuz orta notalara sahip, kimilerinin 1 Million'un rafine haline benzettiği, örneğine rastlamadığım koku formuyla Beloved Man, Amouage koleksiyonunun baş tacı olacak gibi durmuyor.


Kokusunun tasarımcısı olarak çoğu yerde Bernard Ellena geçse de bu konuda ciddi muhalefet var. Bay Chong'un parfümün tasarımcısı olarak Alexandra Carlin ismini verdiği konuşuluyor. Muhtemelen doğrudur.

Koku Güzelliği:10/6.5

17 Aralık 2014 Çarşamba

Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)


Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)

Parfüm endüstrisinin en önemli anaakım oyuncularından Christian Dior için hit kokulara imza atmak hiç bir zaman zor değildir. Özellikle modern kadın parfüm klasiklerinin çoğuna imza atmış durumdalar. Fakat en az onlar kadar güçlü modern erkek parfümü çıkaramamışlardı. Evet Eau Sauvage müthiş bir klasikti ama artık eskiydi. Fahrenheit garip bir şekilde efsaneye dönüşmüştü ama yok o da değildi Christian Dior'un aradığı. 2000'li yılların modern, cazibeli, çarpıcı, metropolde yaşayan erkeklerini hedefleyen bir koku olmalıydı. Lüks kokan, kadınların hayran kalacağı, modern ama aynı zamanda geleceğe dönük bir projeksiyon olmalıydı.

2005 yılında Christian Dior'un piyasaya sürdüğü Dior Homme isimli parfüm, modern çağın en ilginç ve sıradışı erkek parfümlerinden birisi olmaya adaydı. Çoğu kadının erkeksi, çoğu erkeğin ise kadınsı bulduğu Olivier Polge imzalı Dior Homme, kısa zamanda dünya parfüm sektörünün gözdelerinden birisi haline gelmişti.

Hani bazı parfümler vardır ilk kullandığınızda sizi çarpıverir, hafiften başınızı döndürür, acaba hayatımın parfümü bu mu diye düşündürtür. İşte Dior Homme ile ilk tanışmam hemen hemen böyleydi. Aranan kan bulunmuştu. Dior Homme ve iki yıl sonra piyasaya sürülen Intense, dünya çapında müthiş bir başarı yakalamıştı. Tabii Dior'un marka gücünü de arkasına alıp, en çok satanlar listesine girmekte gecikmedi Dior Homme ve kardeşi Intense.

Dior Homme'un alışılmışın dışındaki koku formu öylesine ilgi görmüştü ki, fırsatı kaçırmak istemeyen Christian Dior, ilerleyen yıllarda farklı versiyonlarını çıkardı. 2014 yılının şu son günlerini yaşadığımız Aralık ayı itibariyle, Dior Homme isimli farklı konsantrasyona sahip sekiz varyasyona sahip. Henüz dokuz yıllık bir parfümün sekiz ayrı versiyonu olması, Dior markasının ondan beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtlıyor bize.


Benim de uzun yıllardır en sevdiğim parfümlerden olan Dior Homme'un, 2014 yılı sonlarına doğru bugün bahsedeceğim küçük kardeşi "Parfum" piyasaya sürüldü. Gerek şişe tasarımı gerekse notaları itibariyle abisi Dior Homme'un takipçisi olduğu söylenebilir Dior Homme Parfum'un. Tek fark olarak 2005 versiyonunun parfümörü Olivier Polge olması gösterilebilir. Artık yeni Dior Homme serisinin tamamının parfümörü ise Francois Demachy. Bugünkü konuğum Dior Homme Parfum'unde arkasındaki isim Francois Demachy.

Kendi sitelerinde Dior Homme Parfum'ü, üç ana nota üzerinden anlatmışlar: İris (süsen çiçeği), sandal ağacı ve deri. Genel olarak odunsu deri bağlamında yaklaşmışlar kokusuna. Dior Homme Parfum'u ilk sıktığımda beni tatlımsı yoğun bir deri karşılıyor. Geri planda iris tarafından desteklenen deriyi gayet güzel buldum. Üst notalar çok hoş. Orta kısımda derinin hakimiyeti azalıyor ve iris öne çıkıyor. Çoğu kişinin ruj ya da makyaj malzemesi koktuğunu söylediği orta kısım, Dior Homme'un neredeyse aynısı. Aynı yağlımsı yüksek kaliteli ruj kokusu orta bölümde mevcut. Orta kısım da çok başarılı. Geleyim sonlara. Kapanışta kremsilik artıyor fakat iris geriye çekiliyor. Onun yerine kremsi vanilya, lezzetli amber ve yumuşak odunsu notalar geliyor. Hatta kremsi sedir ağacı muhtemelen en baskın koku alt notalarda. Son bölümü sıradan bulduğumu belirtmeliyim.

Dior Homme Parfum, kararında tatlılık barındıran, modern bir deri-iris-odunsu notalardan oluşan kompozisyona benziyor. Dior Homme'dan aşina olduğumuz o pudralı makyaj malzemesi efekti aynen Dior Homme Parfum'de de verilmiş. Farklı olarak burada deri başlarda baskın kullanılmış. Orta kısımları oldukça benziyor iki parfümün de. Sonlarda ise Dior Homme Parfum daha odunsu hale getirilmiş. İşte bence iki parfümün kısaca karşılaştırması bu şekilde.


Tatlı-lezzetli iris, deriyi yumuşatması için kullanılmış sanki. İris ve derinin birleşimi yine güzel sonuç vermiş. Kokunun genelindeki pudralı yapı hiç de şaşırtıcı değil. Buradaki pudra, neyse ki abartılı ve fazla verilmemiş. Dior’un şahane bir rujunu andıran koku, Dior Homme Parfum’un da vazgeçilmez öğesi gibi duruyor.  Burada bahsedilmesi gereken şey abisinden daha erkeksi duruşu var Parfum’un. Pudralı-rujlu yapı, orijinal Dior Homme’a göre daha az ve kontrollü verilmiş. Her ne kadar bu halini bile çoğu kişi kadınsı bulabilecekse de, bence bir parça daha erkeksilik katılmış ana yapıya. Ayrıca Dior Homme Intense’teki kadar çikolatamsı kokmasa da Parfum versiyonu, kakaonun ağız sulandırıcı rahiyasını az da olsa bize tattırıyor. Kremsi vanilya sanki daha önde. Çikolata-kakao hissi Dior Homme’a göre çok daha az.

Dior Homme Parfum, büyük abisinin genlerini almış. Aynı modernite, aynı bakış açışı, aynı konformizm. İki parfüm, dikkatli kişilerce detayların farklılığı anlamında çözümlenebilir. Dior Homme Parfum'un sonları dışında genel kalitesinin Dior Homme'la yakın olduğunu düşünüyorum. Fakat alt notaları biraz sıradan buldum. En azından bu kadar şöhretli bir parfümün ismi ile piyasaya sürülen "Parfum" versiyonun son kısmı daha ilginç ya da özenli olabilirmiş. Üst ve orta notalar rahatlıkla sınıfı geçerken, sonları zeki ama ders çalışmayan öğrenci gibi.

Dior Homme Parfum, tamamen farklı ve bağımsız bir parfüm. Fakat ismi ve konsepti sebebiyle koku formu olarak abisine bağlı ve bağımlı. Şimdi diyeceksiniz ki Dior Homme varken neden "Parfum" versiyonunu alalım? Bu soruya şöyle cevap vereyim: "Dior Homme varken neden Dior Homme Intense alıyorsanız işte o sebeple." Dior Homme Parfum, küçük detaylarla farklı bakış açısı olarak düşünülebilir. Ya da ticari bir devam parfümü olarak görülebilir. Nereden bakarsam bakayım yine de beğendim "Parfum"u.


Sonuç olarak Dior Homme varken, alıp kullanacağımı sanmıyorum ama siz yine de vaktinizi ve burnunuzu ayırın ve "Parfum" versiyonunu deneyin. Eğer Dior Homme'u genel olarak çok beğenmeyenlerdenseniz belki sizin ilacınız Parfum'dur.

Kalıcılığı tenimde çok iyi oldu Parfum'un. Neredeyse bir günlük kalıcılık benim için yeterli. Farkedilirliği başlarda yüksek. 4-5 fıs civarı sıktığımda her seferinde ilk yarım saat biraz fazla ve yoğun geldi bana. Sonrasında normale dönüyor farkedilirliği. Tam bir sonbahar-kış parfümü olduğunu söylemek durumundayım. Yaş sınırı ise koymak istemem. Gerek modern ve tatlı yapısı gerekse sonlardaki erkeksi odunsuları düşünürsek geniş bir yaş skalası onu kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/7.5

13 Aralık 2014 Cumartesi

Penhaligon’s – Sartorial (2010)


Penhaligon’s – Sartorial (2010)

1821 yılında Walter Norton isimli erkek terzisi, Londra'nn merkezinde ilk mağazasını açar. Londra'nın işlek bir caddesi olan Strand'da iken, işlerini büyütür ve bir süre sonra Londra'nın en tanınmış erkek terzilerinden olur. 1800'lu yılları gözümüzün önüne getirdiğimizde bugünkü gibi yüksek kapasiteli sanayi üretimi ve tekstil fabrikaları olmadığını düşünürsek, o zamanın kalburüstü erkeklerinin hepsi bu tür özel sipariş üzerine çalışan terzilerin müşterileriydi.

Markalarının ismini kurucusundan esinlenerek Norton & Sons koydular. 1860'lı yıllarda, ikinci adresleri olan Savile Row'a taşındılar. Savile Row, o dönemin erkek kıyafetleri satan mağazalarının en önemli merkeziydi. Tabii 2014 yılında artık o eski popülaritesi kalmasa da, İngiliz yakın tarihi için mihenk taşlarından birisi Savile Row.

1820'li yıllardan 2010'a geldiğimizde ise pek de alışık olmadığımız bir şey oldu. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's, bir başka İngiliz ikonu haline gelen Norton & Sons'dan esinlenerek bir parfüme imza attı. Bu parfümün kompozisyonu için ünlü parfümör Bertrand Duchaufour ile işbirliği yapmaya karar verdiler. Bay Duchaufour, ünlü Norton & Sons terzisinin atölyesini dolaştı, bir tarihe tanıklık etti, belki de oranın kokusunu bol bol içine çekti. Ve hafızasında kalanları not aldı.


1820'li yıllardan günümüze gelen bir terzi atölyesi nasıl kokar? Bir fikriniz var mı? Açıkçası benim yok. Belki tahmin edebiliriz, hayalimizde canlandırabiliriz. İşte bu zor görevi Bertrand Duchaufour gerçekleştirecekti 2010 yılında. İlhamını Norton & Sons'tan alan Sartorial, markanın yeni sayılabilecek parfümü olarak raflardaki yerini aldı.

Sartorial, markanın "yeni nesil erkek parfümü" olarak tanıtılıyor. Parfümün "klasik erkeksi koku ailesi olan fujerin yeni ve çağdaş yorumu" olduğunun altı çiziliyor. Sartorial'in meşe yosunu, lavanta ve tonka fasulyesi gibi geleneksel notalar ile odunsuluk, metalik ve ozonik efektin, deri, menekşe yaprağı, bal ve baharatların karışımından oluştuğu vurgulanmış. Özetle Sartorial'ın, eski tarz erkeksi fujer karakterinin modern hale getirildiği söylenmek istenmiş. Buradan erkeksilik vurgusunun güçlü olduğu ve onun gerçek bir centilmen parfümü olduğu sonucu çıkarılabilir tanıtımlardan.

Artık geçelim detaylara. Sartorial'ı üzerime sıktığımda beni tanıdık bir koku karşılıyor. Sanırım bir çok yorumcu haklı çünkü Faberge'in ünlü Brut'u parfüm vardır. İşte karşımda neredeyse Brut'ün hayaleti dolaşıyor. İlk saniyelerde çok erkeksi, biraz sert ama aynı zamanda aromatik bir koku beni karşılıyor. Üst notalarda baharatlar (karanfil ağırlıklı karabiber ve kakule), resmi tanıtımda bahsedilen tuhaf metalik koku ve biraz menekşe algılayabildiklerim arasında. Çok hareketli ve zengin üst notalara sahip. Kaliteli, karmaşık ve retro. Herşeye rağmen başlangıcını sevemedim bir türlü. Orta bölüme geçildiğinde koku formu daha sakinleşiyor, efendileşiyor, olgunlaşıyor ve ağır abi oluyor. Orta notalarda başlangıçtaki karmaşanın yerini dinginlik alıyor. Burada lavantanın rolü çok büyük. Evet orta kısmın ana oyuncusu lavanta. Caron Pour Homme'u andıran eski lavantaya tatlı olmayan kuru baharatlar eşlik ediyor. Harika bir sürpriz ile meşe yosunu ortaya çıkıyor ve lavantanın yanında savaşa katılıyor. En büyük şaşkınlığı ise anasonla yaşıyorum. Orta bölümde lavantanın hemen yanındaki anason, parfümü neredeyse bizim milli içkimiz "rakıya" yaklaştırıyor. Orta kısım hala derin, yüksek kaliteli ve neyse ki başlangıcına göre çok daha sevilebilir. Geleyim kapanışa. Alt notalar büyük oranda orta bölümün kopyası. Derinlerden amber, reçinemsilik, balmumu, deri ve bal hissediliyor ek olarak. Son kısmını da sevdim Sartorial'ın.


Yukarıda yazdığım kokunun analiz paragrafının ne kadar uzun olduğunu farkediyorum aniden. Çünkü Sartorial çok detaylı, bol notalı, zengin, fazla ve farklı çağrışımlı, ilginç bir parfüm. Penhaligon's'un resmi tanıtımındaki cümlelerin doğru ve yerinde olduğunu farketmek zor değil. Sartorial, eski kafa aromatik fujerlere esaslı bir göndermeler manzumesi gibi. 2010 yılında piyasaya sürülen parfümün bu kadar eski/tarihi/nostaljik kokması garip ötesi olsa da onun aromatik yönüyle günümüzün modernliğine dümen kırmış olması anlamlı.

Sartorial konusunda haklılar. O, başlangıçta şanlı Brut'un neredeyse aynısı. Tabii Brut'un çok daha kompleks ve yüksek kaliteli hali gibi. Biraz da baharat oranı arttırılmış 2.0 versiyonu gibi düşünülebilir. Zaten genel anlamda kokusu lavanta-kuru baharatlar-meşe yosunu-garip metalik koku-anason etrafında şekillendirilmiş izlenimi veriyor. Orta kısımda lavantanın dümene geçmesiyle Brut benzeri koku ortadan kaybolurken, bu sefer de antik bir lavanta kolonyasına dönüşüyor adeta. “Back to The Future" filminin setindeyim sanki. Zaman makinesinin sensörlerini 1940'lı yıllara ayarlıyorum ve çılgın profesör sayesinde geçmişe ışınlanıyorum. Evet Sartorial gerçekten de günümüzün parfüm karakterinden çok uzakta.

21. yüzyılın başlarındaki tatlımsı, sıkıcı, baharatlı, yapay odunsulu erkek parfümlerine isyan bayrağını çekmiş bir Kara Murat ya da Haçlı Şövalyesi gibi Sartorial. Onun yeri, 1.000 odalı, konforlu, kibirli, statükoyu temsil eden bol israflı devlet sarayları değil, 14. yüzyılın dar sokaklı, veba salgınlı, cadı avlı, nemli, kasvetli Avusturya Kraliyet şatosu. Ya da ekmeğini taştan çıkaran, güçlü, kaslı, sert, maço bir demir-çelik fabrikası işçisinin yorgun bilekleri onun asıl yuvası. Belki de Opus Dei tarikatının veya İlluminati'nin karargahındaki çok gizli bir toplantıda, dünyanın üzerindeki değişiklikler konusunda çok kritik kararlar alan az sayıda elitin, Viktorya dönemi eski mobilyalarla döşenmiş, yüksek tavanlı bir odada, yanan şöminenin önünde, Brandy'lerini içerken üzerlerinden gelen "İngiliz Züppe" parfümün kokusu Sartorial.


Sartorial, çok güçlü alfa erkeği çağrışımı yapan, berber dükkanı temalı, günümüzün gerçekçi retro-modern denemelerinden birisi gibi görünüyor. Hatta onun için Neo-Vintage mi desem? Kelimelerin öneminin azaldığı, kaba kuvvetin egemen olduğu çağların parfümü desem abartmış mı olurum? Kadınların çalışmasının hayal bile edilmediği, erkeğin evin geçimini sağladığı, kadının ev işlerini yaptığı, kadın-erkek eşitliği düşüncesinin bile bulunmadığı, acımasız, skolastik bir çağın kokusu mu?

Sartorial aynı tanıtımındaki gibi geçmiş dönemlerin erkeksi, Brutvari, güçlü, sağlam parfümlerini; aromatik otlar, baharatlar, bal, amber ve tonka fasulyesi ile harmanlayan çok farklı bir deneyim. Bu anlamda büyük usta Bertrand Duchaufour'un en dikkat çekici eserlerinden birisi gibi görünüyor. Parfümün genel tarzının "ya aşık ol, ya da nefret et" klişesine yakın olduğu söylenebilir. İşin komik yanı ben ne aşık oldum ne de nefret ettim. Başlangıcını sevmedim. Orta kısmını sevdim. Sonlarını başarılı buldum. Sonuç olarak Sartorial gerçek bir üst düzey aromatik fujer. Kalite hissiyatı yüksek, şaşırtıcı ve çarpıcı bir arkadaş. 1-2 kullanımda ona hemen burun kıvırmayın bence. Anlamaya çalışın. Belki seversiniz.

Sartorial, bir çok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi denebilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak ise üst grubu hedeflediği sır değil. Ben diyeyim 35 siz deyin 40 yaş ve üzerindeki beyefendilerin, yeni nesil zıpır şeker bombası parfümlerden kaçış rotalarından birisi olabilir Sartorial. Denemeden almayın cümlesini yazmaya gerek bile duymuyorum.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

9 Aralık 2014 Salı

Kenzo – Flower (2000)


Kenzo – Flower (2000)

Bir rivayete göre Japonlar, gelincik çiçeği için şöyle söylemişler: "Gelincik insan ömrü gibidir. Dünü vardır, yaşamıştır. Bugünü vardır, yaşıyordur. Ama yarını belli değildir."

2000 yılında Japon moda sektörünün en önemli isimlerinden Kenzo markası, çiçek temalı bir parfüm piyasaya sürmeye karar verdi. Ve parfümün ilhamının gelincikten alınması düşünüldü. İşin ilginç yanı doğada gelincik çiçeğinin herhangi bir kokusunun olmamasıydı. Yani gelincik "kokusuz bir çiçek" olarak biliniyor. Peki bir parfüm kokusu olmayan çiçekten nasıl ilham alabilir? Bu sorunun yanıtı belki de Alberto Morillas'tadır.

Kenzo - Flower'ın hikayesi söylenenlere göre 1999 yılında başlıyor. Gelincik çiçeklerini seven Kenzo, temasını bu çiçekten alan bir parfüm için ünlü burun Alberto Morillas'ın kapısını çalıyor. Kenzo, bay Morillas'tan klasik, sıkıcı ve sıradan bir çiçek parfümü olmamasını istedikleri yeni parfümleri için fikir istiyor. Morillas, üzerinde çalışıp hazırladığı koku örnekleri markaya sunuyor. İçlerinden bugünkü Flower parfümünün koku örneği beğeniliyor ve 2000 yılında, yeni milenyumda, hazırlıklar tamamlanıp, güçlü bir pazarlama kampanyasıyla piyasaya sürülüyor Kenzo - Flower.


Parfümün piyasaya çıkmasıyla birlikte en çok satan kadın parfümleri listesine girmesi zor olmuyor. Endüstriden çeşitli ödüller de kazanan Flower, Kenzo'nun kadın parfümleri anlamında en büyük başarısı olarak görülüyor aradan 14 yıl geçmesine rağmen. Ve halen Kenzo'nun en sevilen kadın parfümü olarak tahtını kimseye kaptırmaya niyeti yok. İşte karşımızda dünyanın en çok satılan çiçek kokularından birisi Kenzo - Flower.

Flower, kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış: "Güçlü ve kırılgan, tekil bir şehirdeki çiçek. Gelincik çiçeği kokusuzdur. Kenzo onun kokusunu icat etti. Taklit edilemez bir imzayla pudralı çiçeksilik. Kenzo - Flower, gerçek bir uluslararası başarıdır."

Flower'ı tenime uyguladığımda ismiyle doğru orantılı olarak çiçeklerle karşılaşıyorum. Tatlımsı pudralı çiçekler diyebilirim. Fakat pudralılık fazla abartılmamış. Çiçeklerden menekşe ve gülü ayırt edebiliyorum. Ayrıca beyaz çiçekler de mevcut. Belki sümbül, yasemin ve diğerleri. Başlangıcı temiz ve hoş ama benim için kadınsı ve fazla tatlı. Orta kısımda pudra oranı azalıyor. Çiçekler biraz daha öne çıkıyor. Orta bölümde vanilya artık kendisini gösteriyor. Hatırı sayılır şekilde portakal çiçeği de alıyorum. Orta notalar vanilyalı beyaz çiçekler ve portakal çiçeği şeklinde denebilir. Tatlılık hala devam ediyor. Orta notaları çok güzel. Alt notalarda vanilyanın etkisi sürüyor. Farklı olarak misk ve odunsu notalar ortada dolaşmaya başlıyor. Tatlılık alt notalarda azalıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.


Flower'da ana eleman pudra olarak öne çıkıyor. Başlangıçtan orta notaların sonlarına kadar baskın pudra kokusu adeta domine ediyor parfümü. Aldehitler kadar rahatsızlık vermeyen pudralı yapı, parfümü ciddi oranda kadınsı tarafa taşıyor. Ayrıca tatlılık da oldukça hissedilir durumda. Yani kimileri için tatlılık seviyesi fazla gelebilir alt notalara kadar.

Flower, pudralı ana yapının kanatları altına sığınmış beyaz çiçekler ve portakal çiçeği ile kadınsı karakterini pekiştiriyor. Orta kısımdaki vanilya, ana yapıyı yumuşatıyor, sakinleştiriyor ve anaçlaştırıyor. İsmindeki çiçeksilik pudranın gerisinde kalsa da kadınların bu parfümü neden bu kadar sevdiklerini şimdi anlıyorum. Buradaki çiçekler ve vanilyanın birleşimi, parfümü bembeyaz temizlik hissi veren bir masumluğa eviriyor. Evet sanırım doğru kelime "masumiyet" Flower için.

Sakin, sağduyulu, fırtınalar koparmayan, koridorlarda iz bırakmayı önemsemeyen, hırslarını törpülemiş, hayatında denge arayan, tevazu sahibi, uysal kadınların parfümü olmalı bence Flower. Ailesi ile birlikte mutlu ve huzurlu bir ömür sürmek isteyen, kendisini çocuğuna adayan, kavgayı değil uzlaşmayı önemseyen, kürk giymeyi sevmeyen, vicdanlı ve hayvan dostu kadınların tenlerinde hayal ediyorum Flower'ı.


Eğer Flower parfümünü bir renge benzetin deseniz kesinlikle beyaza benzetirdim. Yumuşacık kokusu dostluğu, arkadaşlığı, kader ortaklığını, samimiyeti çağrıştırıyor. Hani gece bir arkadaşınızda kaldığınızda sizin için mis gibi kokan yeni bir çarşaf serer yatağa. Uykuya dalarken o kokuyu koklayarak uyuyakalırsınız. Sabah kalktığınızda ise hüzünlü bir kış güneşi odanının içine girer ve sizi sarmalar. İşte Flower'ın bende çağrıştırdığı aynen böyle bir duygu dünyası.

Peki Flower'ı sevdim mi? Yine geldik subjektifliğin acımasız sınırlarına. Flower sadece benim için değil muhtemelen çoğu erkek için fazlasıyla kadınsı nüanslar taşıyacaktır. O gerçek bir kadın parfümü ve benim için de kullanılabilir olma çizgisinden uzak. Kokusu ise yapaylık barındırmasa da pudralı yapısı nedeniyle kendime yakın bulduğumu söyleyemem. Zaman zaman ucuz kadın deodorantlarını zaman zaman da içinde farklı çiçekler olan kocaman bir buketi anımsattı bana. Çok derin, kompleks bir parfüm olmadığı söylenebilir. Genel olarak aynı düzlemde ilerliyor ve sizi şaşırtmıyor.

Flower, kadın gibi kadınlara hediye etmek için, güvenilir sayılabilecek parfümlerden birisi olabilir. Yaş sınırını biraz yüksek tutmak istiyorum çünkü o, genç kız kokusu değil. 30 yaş ve üzerindeki kadınlar şans verebilirler. Benim kullandığım EDP versiyonuydu. Kalıcılığı bir güne yakın oldu ve yeterince iyi bu konuda. Farkedilirliği başlarda biraz yoğun. Sonrasında yumuşak karakterinin de etkisiyle tene yakın duruyor. Sonbahar-kış kullanımı için uygun olacağın düşünüyorum. Sıcak yaz günlerinde kullanmak fazlasıyla ağır gelebilir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Flower, odunsu kavun olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört yıldız verilerek oldukça beğenilmiş. Flower hakkındaki değerlendirmeyi ise Luca Turin değil Tania Sanchez yapmış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr'de Flower'ı incelemiş. O da Tania hanım gibi beş üzerinden dört puan vermiş.


Flower'ın şişesini ünlü tasarımcı Serge Mansau yaratmış. Şişenin içerisine yerleştirilmiş gelincik çiçeğiyle benzersiz, uyumlu ve minimal bir tasarım diline sahip. Ayrıca şöyle de bir bilgi var Tekin Acar'ın sitesinde şişe ile ilgili: "Ambalajının içerisinde, 16 dilde yazılmış, özel bir mesaj taşımaktadır. Bu mesaj: "saf özel duyarlı bir çiçeğin gücü" cümlesiyle gelinciği anlatmaktadır. Parfümün 100 ml lik boyu, büyük binaları ve gelincik boyunu temsil ediyor. 30 ml, 50 ml, ve 100 ml lik boylarında büyüyen bir gelincik ve kadın, bir arada betimlenmiştir."

Koku Güzelliği:10/6

7 Aralık 2014 Pazar

Tuğçe

Biliyoruz ki bu dünyada iyi insanlar, kötü insanlardan çok daha fazlalar fakat sesleri az çıkar. Nur içinde yat Tuğçe...


6 Aralık 2014 Cumartesi

Scentstory – 24 Classic (2009)


Scentstory – 24 Classic (2009)

Bunu söylemek fazla baba işi mi olacak bilmiyorum ama yaş artık otuzlara gelince insan, zamanın ne kadar çabuk geçtiğinin farkına varıyor. Nereden mi biliyorum? Daha dün gibi hatırlıyorum 24 dizisinin ilk yayınlanma zamanını. Her zamanki gibi CNBC-E'nin sayesinde tanışmıştık 24 dizisiyle. Dizi Amerika'da başladığı anda büyük bir fenomen haline gelmişti. Adeta herkes 24 dizisinden bahsediyordu. Tabii bu gazla bizde dizinin ilk yayınlanma gününde kurulduk televizyonun başına. Ve başladık izlemeye.

Daha önce fazlaca denenmemiş bir formattaydı 24 dizisi. Olay kurgusu olarak gerçek zamanlıydı. Dizi 24 bölümden oluşuyordu ve her bölüm aynı yayın saati gibi bir saatlik bölümü anlatıyordu. Başroldeki Kiefer Sutherland, ilerleyen yıllarda kendisinden daha ünlü hale gelen özel ajan Jack Bauer karakterini canlandırıyordu. CTU isimli bir antiterör biriminde çalışan Jack Bauer'in, Amerikan başkanına ve ülkesine düzenlenecek tehditleri engelleme görevini müthiş bir koşturmaca içinde icra ediyordu. İlk birkaç bölümde hızlı tempo ve olay döngüsü ilginç gelse de, kısa süre sonra diziden sıkılıp izlemeyi bırakmıştım. Fakat özellikle Amerikan halkı Jack Bauer karakterini ve 24 dizisini çok sevdi.

Televizyon tarihinin önemli dizilerinden olan 24, sekiz yıl daha devam etti. Bu arada birçok ödüle de sahip oldu. Sanırım artık final yapılmış durumda dizi. Hatta en son olarak filmi bile çekildi 24’ün. Yani karşımızda izlenme rekorları kıran ve çok iddialı bir dizi var ve hiç aklıma gelmeyecek şekilde bu diziden ilhamını almış bir de parfüm serisi...


Büyük bir şöhret yapmış 24 dizisinin ismi ve konsepti kullanılarak, Scentstory markasıyla piyasaya sürülmeye başlandı 24 isimli parfümler. Muhtemelen dizinin popülaritesini kullanarak biraz da parfüm satar mıyız gibi mantığa oturduğu söylenebilir 24 parfümlerinin. Ticari bir hamle olarak görüyorum Scentstory firmasını ve 24 parfümlerini. Yine de ülkemizde bulunmayan ve farklı konsepti ile rakiplerinden ayrılan bir marka gibi duruyor.

Scentstory markasının altında şimdiye kadar sekiz adet 24 temalı parfüm çıkarmış durumlar. İlk 24 parfümü 2009 yılında çıktı. Bugünkü konuğum, 24 Classic ismiyle çıkan ve ilk erkek parfümleri. Kendi sitelerinde odunsu oryantal olarak sınıflandırılan 24 Classic'in Jack Bauer karakterinden ilham aldığı söylenmiş: "Güçlü, kuvvetli, zorlu fakat duyarlı."

24 Classic'i üzerime sıktığımda beni turunçgiller ve şekerli meyveler karşılıyor. Fakat mis gibi kokan lezzetli portakal aklınıza gelmesin. Buruk ve neredeyse yapay lavanta destekli mandalina düşünün. Hafiften de meyvemsilik. İşte üst notalar bu şekilde gerçekleşiyor. Çok ilgi çekici değil benim için başlangıcı. Orta kısımda aynı buruk mandalina devam ediyor. Ona tatlımsı baharatlar ekleniyor. Tarçın, kişniş ve bibere benzetiyorum baharatları. Orta kısım, üst notaların paralelinde ilerliyor. Hala tuhaf ve metalik his devam ediyor orta bölümde. Alt notalarda vanilya ve öd ekleniyor sadece. Sanki hafiften de deri var. Tatlılık oranı da azalıyor sonlara doğru. Alt notalarını çok beğendim. Açık ara parfümün en güzel yeri sonları.


24 Classic, başlangıcında nane efekti veren mandalina, karamelize meyveler, lavanta, sinir bozucu baharatlar, zayıf vanilya ve öd kokusundan oluşuyor. Genel kompozisyon ferah olmayan turunçgiller ve baharatlar üzerine kurgulanmış. Tatlılık baştan sona her evrede mevcut. Kalite hissiyatı düşük, koku sıkıcı ve vasat.

İyi şeyler söylemek istiyorum her parfümle ilgili. Sonuçta hiçbirisine önyargılı yaklaşmamaya çalışıyorum. Hiçbir kokuya düşman değilim. Fakat bu tür kullanılan baharat ve turunçgiller en sevmediğim tarz olarak zihnime kazınmış önceki deneyimlerimde. Başlangıçtaki yapaylık sınırındaki kalitesiz mandalina ya da diğer turunçgiller, bana fersah fersah uzak. Orta kısımdaki baharatlar da gayet itici kullanılmış. Son kısmı neyse ki toparlıyor durumu fakat yine de kullanabileceğim bir koku formuna sahip değil.

Daha ilk kullanımda bu parfümün tarzı o kadar tanıdık geldi ki... Çoğu kullanıcı onu Nikos - Sculpture Homme'a benzetmiş. Sculpture'u denemediğim için hakkında bir şey söylemem doğru olmaz. Ama Montale'in Wood and Spice'ına yakın buldum kokusunu. Hatta Tom Ford'un Oud Wood'unu anımsattı az da olsa. Tabii onlardan çok daha vasat ve kalitesiz olmak kaydıyla.

24 Classic, hem sıkıcı ve gıcık kokusuyla hem de yapaylık sınırındaki vasatlığıyla benim için olmasa da olur parfümlerden birisi. Daha ilk kullandığım andan itibaren yıldızım bir türlü barışamadı onunla. Evet o erkeksi kokuyor. Fakat aynı zamanda ciddi oranda tatlılık barındırıyor. Başlangıçtaki şekerli yapı, alt notalara doğru kademeli şekilde azalıyor ve daha tahammül edilebilir hale geliyor. Yani onun için yeni nesil erkeksi oryantallerden diyebiliriz.



Turunçgillerden bahsetmem sizi yanıltmasın çünkü o ferah kokmuyor. Sonbahar-kış kullanımı için uygun görünüyor. EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek olmadı tenimde. 18-30 yaş arası erkeklere uyacağını düşünüyorum. Ve tabii denemeden almanızı tavsiye etmiyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

3 Aralık 2014 Çarşamba

Parfums de Marly – Herod (2012)


Parfums de Marly – Herod (2012)

Bu öykü, 1683 yılına kadar uzanıyor. Kendilerine Anadolu topraklarını yurt edinen Osmanlılar, gelişmelerini ve sınırlarını Balkanların yukarılarına taşımaya karar verdikten sonra, artık Avrupa üzerine yürüyorlar. Zamanın Avrupa'sında yaşanan büyük korku, kıta Avrupa’sını ve Hristiyanlık dünyasını derinden etkiliyor. Çünkü Osmanlı yeniçerileri artık Avrupa'nın giriş kapısı olarak görülen Viyana kapılarına kadar dayanıyorlar. Sert geçen ilk kuşatmada Viyana şehri teslim olmuyor ve direniyor. Geri çekilen Osmanlı orduları ikinci defa 1683 yılında tekrardan Viyana'ya yükleniyorlar ve şehri kuşatıyorlar.

Avrupa'nın dört yanından gelen askerler, savaşçılar, şövalyeler birleşip, Avusturya ordusuna destek oluyorlar. Yine sert bir savaş yaşanıyor Osmanlı ordusu ile Avusturya İmparatorluk askerleri arasında. O zamanın en önemli savaş öğesi ise atlar. Çünkü savaşların kaderini atlar belirliyor. İyi, sağlam, güçlü ve hızlı atları olan ordular, her zaman avantajlı oluyorlar savaşta. İşte rivayet odur ki 2. Viyana Kuşatması sırasında, bir Osmanlı akıncısının atı, savaş alanında öylesine kendisini gösteriyor ki, herkes hayran kalıyor. Buna Avusturya ordusu askerleri de dahil.

Kaderin bir oyunu mudur bilinmez ama Avusturya Ordusu tarafından pusuya düşürülen Osmanlı akıncı birliği, esir olarak düşman kuvvetlerin (Avusturya ordusunun) eline geçiyor. Tabii bahsi geçen at da bu esirliğe dahil oluyor ve böylece yeni hayatına merhaba diyor. Bu güçlü ve Avrupa'da daha önce eşine rastlanmamış at, İrlanda’lı Yüzbaşı Robert Byerley tarafından sahipleniyor ve İngiltere'ye götürülüyor. İngiltere'de yarışlara sokulan ve büyük başarılar elde eden ata isim olarak, kendisini ele geçiren yüzbaşıya ithafen Byerley Turk deniyor. Ve İngiltere'de başka cins atlarla çiftleştirilerek, dünyaca ünlü İngiliz atlarının atalarından birisi oluyor. Bugün hala Byerley Turk atları en iyi cins at ailelerinden birisi olarak kabul ediliyor.


İşte hikayenin bundan sonrası bizim ilgi alanımıza girmeye başlıyor. Bu ünlü at ırkı Byerley Turk'un torunlarından birisinin adı bilin bakalım ne: "Herod". Evet genellikle soyluların, burjuvaların ve "cemiyet hayatının" spor dalı olarak bilinen atçılığın tarihindeki bu önemli atın yani Herod'un, 1758 yılında dünyaya geldiğini, Byerley Turk at ailesinin bir üyesi olduğunu öğreniyoruz. Ve Fransa merkezli yeni sayılabilecek niş parfümevi Parfums de Marly, atlara ve onların tarihine özel önem verdiğini açıkça belirtiyor. E bu durumda 2012 yılı çıkışlı parfümlerine Herod ismini vermeleri pek de şaşırtıcı olmamalı. İşte Herod parfümünün isminin kısaca öyküsü böyle.

İlhamını bir at isminden alan Herod parfümünün, nasıl koktuğuna geçeyim artık. Kendi sitelerinde vanilya notasına vurgu yapılan Herod'u üzerime sıktığımda beni lezzetli kırmızı meyveler (vişne olabilir), tarçın ve vanilya karşılıyor. Başlangıcı hafif ekşimsi hissiyat veren baharatlarla vanilyanın harika dengesi üzerine oturmuş. Açılışı mükemmel Herod'un. İlerleyen dakikalarda baharatlar ve vanilyaya tatlımsı tütün de ekleniyor. Bu andan itibaren biraz dumansı hale gelen Herod, orta bölümde de müthiş kokuyor. Son kısımlarda vanilyanın ağırlığı iyice artıyor. Artık tütün ve baharatlar geride kalıyor. Vanilyaya biraz da yumuşacık odunsu notalar ekleniyor. Başlangıcı ve orta bölümü kadar aklımı başımdan almadıysa da gayet güzel kapanışa sahip Herod.

Herod, bu karanlık, soğuk, kapalı, kasvetli, yağmurlu geç-sonbahar günlerinde içimi ısıtan şahane bir parfüm olarak karşıma çıktı. Başlangıcındaki ekşimsi, lezzetli, yüksek kaliteli baharatlar ve tatlılığı abartılmamış vanilya etkileyici güzellikte. Orta kısımdaki baharat-vanilya üzerine eklenen, vişneli pipo tütünü efekti veren koku ise enfes. Son kısımdaki durağanlık ve vanilyanın tek düzeliği ve hafiften "mumsu" verilmesi küçük çaplı hayal kırıklığı yaşatsa da hiç önemli değil. Herod, bu haliyle bile şaheser.


Değerli dostlar biliyorsunuz ki, parfummeraki.com sitesinde, dünyanın en önemli, en lüks, en pahalı, en ortalama, en vasat, en itici parfümlerini yazıyorum. Kimisi benim için hiçbir şey ifade etmeden unutulma çöplüğüne giderken, kimi parfümlerin aklıma takılan yönleri oluyor ve zaman zaman hatırlıyorum. Fakat bazı parfümler, beni benden alıyor, mutlu ediyor, hayata bağlıyor. İşte Herod, son kategoriye girmekte zorlanmıyor benim için. Çünkü o, tam da istediğim gibi kokuyor. Rafine baharatlar, kremsi/cazibeli vanilya ve kararında tütün, Herod'a hayran kalmam için yeterli sebepler gibi görünüyor.

Bu tür tatlı, modern, ekşimsi, vişnemsi, baharatlı, vanilyalı tütün parfümleri her zaman için favorim ve Herod, bu konuda denediğim en iyi örneklerden birisi. Kibar, lüks, kaliteli, yapaylık barındırmayan, asil ve karakterli bir parfüm. Kokusunu üzerimde her hissettiğimde keyif aldığım ender parfümlerden birisi oldu. Keşke son bölümü biraz daha özenli olsaymış. İşte o zaman belki de on üzerinden on verebileceğim parfümle tanışmanın mutluluğunu yaşayacaktım.

Herod, günümüzün tatlı/kremsi vanilya-baharat-tütün parfümlerinin başarılı bir temsilcisi. Gerek kokusunun gerçekçiliği gerekse asaletinden taviz vermemesiyle bir şekilde sizi yakalıyor ve bırakmıyor. Tabii ben bu tarz parfümleri sevdiğim için belki de bana öyle geliyor. Siz yine de muhakkak deneyin Herod'u ve öyle alın. Ben dahil hiç kimsenin ipiyle kuyuya inmeyin.


Herod, Tom Ford'un şimdiden fenomen hale gelen Tobacco Vanille'ine benzetiliyor çoğu kişi tarafından. Genelini düşündüğümde haksız sayılmazlar. Tabii Herod'da baharat oranı çok daha fazla. Tütün oranı ise biraz düşük. Onun dışında kokularının oldukça yakın olduğu söylenebilir. Herod, Tobacco Vanille'den biraz daha erkeksi izlenim bırakıyor. Herod daha çok mis gibi kokan ve fırından yeni çıkmış tarçınlı-vanilyalı pastalara benzerken, Tobacco Vanille, vanilya kokulu oda mumlarını andırıyor.

2012 yılında piyasa sürülen Herod, çok yeni bir parfüm olmasının handikabını yaşıyor belki de. Ya da Parfums de Marly'in fazlasıyla niş marka olması ve dünyada bile az yerde satılması onun popüler olmasını engelliyor. Yoksa şöhretli rakibi Tobacco Vanille'den hiçbir eksiği yok belki de fazlası var. Bu anlamda Parfums de Marly, harika bir iş çıkartmış.

Geçeyim ten-kumaş karşılaştırmasına. Kıyafetlerime sıktığımda Herod basit bir baharatlı koku olarak kendisini gösterdi. Kremsi vanilya geri planda kaldı. Ve çok ilgi çekici olmadı. Ten üzerindeyse Herod çok daha sevimli, tatlımsı, neredeyse hindistan cevizli vanilya gibi koktu. Bu anlamda Herod’un tam bir ten parfümü olduğunu düşünüyorum.

Eau de Parfum (EDP) formundaki Herod'un tenimde kalıcılığı bir gün civarında oldu ve benim için fazlasıyla yeterli. Farkedilirliği ilk saniyelerde iyiyken, ilerleyen saatlerde düşüyor. Zaten Herod'un eleştirilen yanlarından birisi farkedilirliğinin sınırlı olması. O kadar kusur kadı kızında da olur artık.


Parfüm platformlarında erkek kullanımı ağırlıklı olduğu belirtiliyor. Gerçi tatlı/kremsi/lezzetli vanilyanın varlığı erkeksiliği azaltıyorsa da yine de tütün ve baharatlar onun erkek kullanımı için daha uygun olacağını düşündürtüyor. Yine de Herod’u kadınlar rahatlıkla kullanabilir ve muhtemelen de çok severler. Tam bir sonbahar hatta kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini size daha çok sevdirebileceğini düşünüyorum.

Parfümün tasarımcı olarak Olivier Pescheux görülüyor. Olivier Pescheux'un ilginç bir isim. Bir çok Diptyque parfümünü tasarlamış. Higher, 1 Million gibi vasat ama çok satan hitlere imza atmış. Fakat epey başarısız ve sıradan markalar için de çalışmış. Herod ise Pescheux'un en ilgimi çeken parfümü olarak şimdiden yerini almış durumda.

Koku Güzelliği:10/8.5