29 Nisan 2012 Pazar

Cartier – Eau de Cartier (2001)



Cartier – Eau de Cartier (2001) Markanın unisex parfümlerinden.

İnsan oğlunun binlerce yıllık gelişim süreci içinde değişmeyen bazı olgular olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birisi de bazı şeylere atfettikleri değer. Mesela baharat yolunun faal olarak kullanıldığı yıllarda en önemli ticaret malzemelerinin ipek, tuz ve baharat olduğunu söyleyebiliriz. Eski Türklerde ise atlara verilen büyük önemi sanırım bilmeyenimiz yoktur. Tıpkı eski Araplar toplumları için devenin önemi gibi.

Rönesans hareketlerinden sonra büyük bir uyanış yaşayan Avrupa kıtası, gelişen sanayisi için gözünü dünyanın diğer ülkelerine dikmişti. Küçücük Portekiz’in bile o zamanların en büyük gemi filolarından birine sahip olması ve denizcilikte çok ilerlemeleri bir gerekliliğin sonucuydu. Avrupa kıtası artık kabına sığmıyordu.

Bu büyük dışa açılımın sonucunda Avrupalılar dünyanın bir çok farklı ülkesini keşfetmeye ve oralardaki zenginlikleri kendi ülkelerine taşımaya başladılar. Sömürgecilik faaliyetlerinden sonra artık ekonomisi iyice gelişen Avrupa’da sanayi devrimi yapılacaktı ilerleyen yıllarda. Fakat dünyayı keşfetmeye çıkan İspanyol denizciler, gidecekleri yerlerde bulacakları altınların hayali ile yaşıyorlardı. Bunun sonucunda ne yazık ki Güney Amerika kıtasına ayak bastılar ve oraların bütün hazinelerini vahşice bir hırsla aldılar. Yerli halkı ise acı bir son bekliyordu.

Avrupa, akan bu büyük ganimetler sayesinde (altın, gümüş, değerli taşlar) hem ülkelerin ekonomilerini düzeltiyordu hem de bir farkındalık yaratıyordu. Değerli mücevherler Avrupa burjuvasının bedenlerini süslerken, bu madenlere olan ilgiyi de arttırıyordu. Altın, pırlanta, elmas, zümrüt, yakut gibi toprak altında milyonlarca yılda oluşan bu madenler, artık çok yüksek fiyatlara alınıp satılıyordu. Ve bu değerli mücevher ticaretini daha çok Yahudi kökenli tüccarlar yapıyorlardı.    


1847 yılında ise Louis-François Cartier, ustası Adolphe Picard'ın Paris'te 29 Montorgueil Sokağı'nda bulunan atölyesini devraldı. Bina ve çalışma alanlarını giderek büyüttü ve 1853 yılında özel bir müşteri kitlesine hitap etmeye başladı. Sıkıntılı bir dönemin ardından, Paris yeniden eski şaşaalı ve ışıltılı günlerine geri dönmüştü artık. 1899 yılında, kurucunun oğlu olan Alfred Cartier, Paris'in zarafet ve lüks hayatının kalbinde yer alan 13 Rue de la Paix'i firmanın yeni prestijli adresi olarak belirledi. Paris'in en pahalı sokaklarından biri olan bu sokak, zarif ve şık bir bayanın satın almak isteyebileceği her şeyi sunan bir hazineydi. Diğer mücevheratçılar, çok geçmeden Cartier'i örnek alıp Rue de la Paix'e ve yakınlardaki Place Vendome'a taşındılar. Böylece Paris'in bu bölgelerini uluslararası mücevherciliğin merkezi yaptılar.

1900’lü yılların hemen başında Galler prensi 7. Edward’ın taç giyme töreni için hazırlıklar yapan İngiliz bürokrasisinin talepleri üzerine İngiltere’de de mağaza açarlar. Galler prensi Cartier markasını “Kralların mücevhercisi, mücevhercilerin kralı” ilan eder. Böylece Cartier dünyanın en prestijli mücevhercilerinden oluvermiştir.


Aynı Van Cleef & Arpels ve Bulgari gibi mücevhercilerin yaptığına benzer şekilde Cartier’de parfüm işine girmiş. İlk parfümlerini 1981 yılında piyasaya sürmüşler. Şimdiye kadar 50 civarında parfüme imza atmışlar. Bugün inceleyeceğim ise Cartier’in çok bilinmeyen bir unisex parfümü. Aromatik turunçgil olarak sınıflandırılmış. Bence turunçgil-çiçeksi bir yapıya sahip.

Parfümü ilk sıktığımda tam bir turunçgil patlaması yaşanıyor diyebilirim. Daha çok lezzetli, doğal bir portakal gibi. Açıklanan üst notalarına baktığımda yuzu ve bergamot görünüyor. Bergamot olamayacağına göre bu koku yuzu denen bir tür Japon greyfurtundan geliyor. Oldukça tatlı ve lezzetli bir başlangıcı var. Gayet güzel diyebilirim açılış için. Orta notalarda bu portakala çiçekler ekleniyor. Fakat öyle çok kadınsı ve baygın kokan çiçekler değil. Muhtemelen parfümün unisex karekteri pekiştirmek için kullanılmış çiçekler. Bu kısımda fena değil. Turunçgil-çiçek birlikteliği şeklinde devam ederken alt notalara geçiliyor. Niye geçiliyor ki. O mis gibi koku bu sefer yapaylık sınırında dolaşan bir ambere dönüşüyor. Hafiften de turunçgiller destek veriyor ambere. Ama pek hoşuma gitmedi sonları. Keşke daha güzel olabileseymiş.


Eau de Cartier için kolaylıkla turunçgil ve çiçeklerden oluşan bir kompozisyon diyebilirim. Turunçgiller çok güzel. Hatta biraz Hermes – Un Jardin Sur Le Nil’e benzettim. Orta notalarda fena değilken alt notalarda iş biraz bozuluyor. O duru, sakin ve kibar koku gidip, yerine biraz zorlama bir koku geliyor. Başları ne kadar güzelse sonları da  o kadar başarız bence. Alt notalarında muhtemelen İso E Super kullanımından kaynaklanan bir sorun var. Keşke hiç kullanılmasaymış.

Eau de Cartier bence güzel sayılabilecek bir kokuya sahip. Evet hayatınızın kokusu olmayacak belki. Ya da çok iddialı bir parfüm değil. Ama dinginliği ve kalitesi size kendisine çekebilir. Fakat parfümün önemli eksiklerinden birisi farkedilirliği oldukça zayıf. Bu durumu da dikkate almanızı tavsiye ederim. Eğer yumuşak, çok hafif, rafine bir parfüm arıyorsanız Eau de Cartier’e şans verebilirsiniz.

Eau de Cartier unisex olarak piyasaya sunulmuş. Şöyle bir genelini düşündüğümde çok doğru bir karar vermişler. Herkese uyabilecek bir yapısı var. Daha çok 30 yaş ve altındaki arkadaşların kullanması için daha uygun gibime geldi. Kokusunun tasarımını Christine Nagel yapmış. İlkbahar-yaz mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verecektir.

Artıları:
+ Başlangıcındaki turunçgiller gayet güzel.
+ Sonlarını saymazsam çok sakin, duru bir yapısı var.
+ Genel olarak herkesin sevebileceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Sonlarını pek başarılı bulmadım.
- Farkedilirliği oldukça zayıf.

Koku Güzelliği:10/7


26 Nisan 2012 Perşembe

Creed – Millesime Imperial (1995)



Creed – Millesime Imperial (1995) Markanın unisex parfümlerinden.

Pierce Brosnan, Harrison Ford, Nikki Taylor, Eva Herzigova, Andrew Agassi, Sean Combs (P. Diddy), Usher, Carson Kressley, Glenn Close, Jennifer Lopez, Justin Timberlake…

“İyi de parfüm merakı bu arkadaşların bir çoğunu tanıyoruz, sadede gel” dediğinizi duyar gibiyim. Yukarıdaki isimleri birleştiren ortak nokta tahmin edebileceğiniz üzere bir parfüm.

Nisan ayının sonlarına doğru geldiğimiz şu günlerde neyse ki havalar da çok sıcak. Özellikle son bir haftadır iyice yükselen dereceler, artık “ilkbahar-yaz mevsimine uygun parfümleri incelemeye başlamalı mıyım” sorusunu sormama sebep oluyor. Madem güneş o güzelim yüzünü gösterdi ve baharın benzersiz güzelliklerini yaşamaya başladık, o zaman ağır, yoğun ve keskin kışlık parfümlerden biraz sıyrılıp, ferah kokulara yavaş yavaş geçeyim diyorum. Tabiki arada sırada yine sonbahar-kış mevsimine yakın duran parfümlere yer vereceğim. Yani “ilkbahar moduna” geçmeye başlıyorum diyebilirim.

Creed markasının önemini ve konumunu Bois du Portugal incelememde anlatmıştım. Aynı şeylerden bahsetmeyi lüzumsuz görüyorum. Bugün incelemesini vereceğim parfümün müzik, spor ve sinema dünyasından oldukça seveni varmış. En azından Creed bize böyle söylüyor. Onların yalancısıyım.


İmperial uzun zamandır merak ettiğim parfümlerdendi. Havaların da biraz ısınmasıyla artık durduğu yerden çıkarıp kendisine şans vermek istedim. İsminin başındaki Millesime ifadesini daha önce açıklamıştım. Creed kendi parfümlerini Millesime olarak sınıflandırıyor. Yani adeta “ben diğer markalara benzemem” demek istiyor. Imperial markanın resmi sitesinde “Universal” parfümlerden birisi olarak gösterilmiş. Buradaki “evrensel” terimi ile unisex denilmek istenmiş olabilir. Zaten Imperial hem kadınlar hem de erkeklerin kullanımı için düşünülmüş.

İmperial, odunsu-çiçeksi-misk olarak, kendi sitelerinde ise turunçgil-marine olarak sınıflandırılmış. Başlangıcında hafif turunçgiller sizi karşılıyor. Açıklanan üst notalarına baktığımda mandalina ve amalfi limonu görünüyor. Muhtemelen bu iki kokunun birleşiminden oluşuyor üst notalar. Fena bir açılış değil. Hoşuma gitti diyebilirim. Ama harika da değil.

Kısa bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada koku rengi çok değişmeden devam ediyor. Fakat bu kısımda meyveler devreye giriyor. Kavuna benziyor. Bazı yorumcular karpuza benzetmiş. Turunçgillerde bu meyveye destek veriyor. Yani orta notalar turunçgil-meyve karşımı diyebilirim. Alt notalara gelindiğinde ise kokusu yine büyük değişimler göstermiyor. Yazlık parfümlerin vazgeçilmez alt notalarından olan misk burada da kendisini gösteriyor. Hala turunçgil-meyveli his devam ediyor. Yani özetle: Turunçgil (ağırlık mandalina-portakal), biraz limon, meyveler (kavun-karpuz benzeri) ve miskten oluşuyor kokumuz.

Bu kadar ünlü şahsiyet kullandığına göre vardır bir kerameti diyebilirmiyiz? Pek sanmıyorum. Daha önceleri okuduğum yorumlarda kafamda oluşturduğum İmperial parfümünün hayali farklıydı. Ben daha güzel bir turunçgil ve kavun kullanımı bekliyordum. Buradaki durum ise bence ortalama bir meyveli kokuya sahip. Demek ki yine kafamda oluşturduğum ile gerçek dünya birbirini tutmadı. Yani şunu demek istiyorum. Çok daha ilginç, lezzeli ve mis gibi kokan bir parfüm bekliyordum. Bu anlamda biraz hayal kırıklığı oldu. Çünkü beklentim biraz fazlaydı. Artık kafamdaki beklenti çıtamı değiştirmeliyim belki de.


Bana sıradan bir turunçgil-meyveli kombinasyondan daha fazla bir şey veremedi Imperial. Biraz fazla abartılmış bir parfüm olduğunu anlıyorum. Hele ki 75 ml.lik şişesine 200 dolardan fazla bir parayı hak ediyor mu? Benim açımdan kesinlikle hayır. Yani herhangi bir maddi sorunum olmasa bile İmperial’i alıp kullanacağımı sanmıyorum. Sıcak yaz günlerinde kullanılması daha iyi sonuçlar verecektir.

Parfümü Creed evinin altıncı jenerasyonundan Ervin Creed bizzat tasarlamış. Bir iki yerde İmperial’in Suudi Arabistan kralı Faysal için tasarlandığını, hatta kralın en sevdiği parfüm olduğu yazıyor. Ne kadar doğrudur bilemiyorum.


Luca Turin kitabında İmperial’a beş üzerinden iki yıldız vermiş. Metalik-turunçgil olarak sınıflandırmış ve kokusunu markanın en popüler parfümü Green Irish Tweed’e benzetmiş. Hiç aklıma gelmemişti ama Turin gerçekten haklı. Biraz benziyor GIT’e.

İmperial unisex olarak piyasaya sürülmüş. Hem erkekler hem de kadınlar rahatlıkla kullanabilir. İlkbahar-yaz için daha uygun. 30 yaş ve altındaki arkadaşlara uyacak gibi görünüyor. Daha üst yaş gruplarına pek gitmez diye düşünüyorum.

Artıları:
+ Eğer bolca meyveli bir parfüm arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Eksileri:
- Orta notalarındaki kavun-karpuz benzeri kokuyu başarılı bulmadım.
- Farkedilirliği düşük.
- Yüksek fiyatını hak ettiğini düşünmüyorum.

Koku Güzelliği:10/6.5

24 Nisan 2012 Salı

Calvin Klein – Euphoria Men (2006)



Calvin Klein – Euphoria Men (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

Kot pantolon, takım elbise, saat, çanta, takı iç giyim, parfüm… Calvin Klein deyince aklınıza hangisi geliyor? Bu soruya doğal olarak herkes kendi penceresinden bakarak cevap verecektir. Kimisi takım elbisenin hayalini kurarken, kimisi saatlere ilgi duyacaktır. Bizim gibi parfüm severlerin cevabı ise sanırım gayet net.

Amerika merkezli moda devlerinden Calvin Klein’in parfümleri etkili pazarlama yöntemleri kullanılarak bir çok kişiye ulaşıyor. Hatta büyük kozmetik mağazalarındaki satış görevlileri popüler parfümleri size tavsiye ediyor. Daha siz “yok istemiyorum” demeye kalmadan “ama bu yeni çıktıııı” diyerek üzerinize bir Calvin Klein yada Hugo Boss parfümünü sıkıyorlar. Her yeni çıkan parfümün güzel olma ihtimali olmadığı gibi, her popüler parfümün de kaliteli olmama ihtimali var. Sanırım artık bunun bilincine varılması gerekiyor. Buradan günde on iki saate yakın ayakta durmaya mecbur bırakılan mağaza çalışanı arkadaşlarımızı rencide etmek değil amacım. Onlar muhtemelen prim de aldıkları için size bir parfüm satmak isteyeceklerdir. Önemli olan bizim gibi parfüm alıcılarının bilinçli olmaları.

Hatırladığım kadarıyla Calvin Klein’in Euphoria isimli parfümünün ilk olarak kadın versiyonu çıkarıldı. O zamanlar alışveriş merkezlerindeki parfüm mağazalarının bir çoğunda üzerinize Euphoria sıkmak için dolaşan arkadaşlar vardı. Eee bu kadar agresif pazarlama yapılması satışlara da bir etki ediyordur muhtemelen. Yine hatırladığım kadarıyla bende bir denemiştim Euphoria’nın kadın versiyonunu. Hatta oldukça beğenmiştim. Fakat nasıl kokar diye sorarsanız çok bir şey kalmamış aklımda.


Kadın versiyonundan bir yıl sonra Euphoria’nın erkek kokusu da çıktı. Başlarda yeni bir parfüm de olmanın avantajıyla oldukça ilgi görmüştü. Fakat aradan geçen zaman içinde çok büyük bir hit olamayacağı anlaşıldı Euphoria Men’in. En azından benim açımdan öyle.

Parfümümüz aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. Çok da doğru bir sınıflandırma olmuş. İlk sıkıldığında turunçgiller sizi karşılıyor. Çok özelliği olmayan, ortalama bir başlangıç. Bir çok parfümde karşımıza çıkabilecek gibi. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada turunçgil azalırken vasat bir meyveli-odunsu koku ortaya çıkıyor. Yapay meyveler (özellikle kavun-karpuz benzeri) ve aromatik odunsu notalar ağırlıkta. Orta notaları pek sevmedim. Kalite hissiyatı ve koku güzelliği anlamında sınıfta kalıyor bence. Alt notalarda ise aromatik odunsu notalara sanki biraz baharatlar ekleniyor. Bu kısım da etkileyici değil. Daha fazla ne diyebilirim ki.


Euphoria Men, bir başka hayal kırıklığı yaratan Calvin Klein parfümü olarak koku hafızamdaki yerini alıyor. Bir kere başından sonuna kadar  neredeyse hiç değişmiyor kokusu. Yahu insan biraz farklı bir şeyler yapar. Yok. İkinci olarak baştan sona bariz bir yapaylık hissediliyor. Ne turunçgiller, ne meyveler, ne odunsu notalar mis gibi doğal kokmuyor. Bu yapaylık da bir süre sonra sinir bozucu hale geliyor. Üçüncü olarak kalite hissiyatı anlamında çok vasat. Hatta epeydir bu kadar zorlama ve sıradan bir parfüm denediğimi hatırlamıyorum. Hiçbir yaratıcılığı olmayan, parfüm dünyasına yeni hiçbir şey katmayan, sırf bolca satılsın diyerekten üretilmiş bir arkadaş olarak görüyorum Euphoria Men’i.

Tamam anlıyorum Calvin Klein ticari bir yapı ve her zaman daha fazla nasıl kar ederimin hesabını yapıyor. Bunun içinde kaliteden biraz ödün verip, herkesin sevebileceği bir parfüm yapmaya çalışıyorlar. Ama be kardeşim bari işi bu kadar sulandırmayın. Bizim de vaktimizi almayın.


Parfüm kritikçisi Luca Turin, kitabında bu parfüme beş üzerinden sadece bir yıldız vermiş. Yani çok başarısız bulmuş desek yeridir. Zaten bu parfümü alıp, paranızı çöpe atmayın minvalinde şeyler yazmış. Valla bu sefer katılıyorum Turin’e. Bravo üstat.

İşin komik tarafı Euphoria’nın farkedilirliği de zayıf. Yani sıkıp sıkmadığınızı anlayamıyorsunuz. İlkbahar-yaz aylarında kullanmak daha uygun olacaktır. 25 yaş ve altındaki genç arkadaşlar deneseler daha iyi olur. Biraz fazla “genç işi” gibi görünüyor. Denemeden almayın dememe sanırım gerek yok.

Artıları:
+ Parfümlerin dünyasına ilk defa adım atacaklar için bir başlangıç olabilir.

Eksileri:
- Yapaylık her kademede hissediliyor.
- Vasat kalite hissi.
- Farkedilirliği zayıf.
- Onlarca örneğine rastlanabilecek kokusu.

Koku Güzelliği:10/5

21 Nisan 2012 Cumartesi

Lubin – İdole (2005)


Lubin – İdole (2005) Markanın erkek parfümlerinden.

Dünya tarihinin dönüm noktalarından birisi diyebiliriz Fransız Devrimi için. 18. yüzyıldan itibaren Avrupa kıtasında başlayan Aydınlanma düşüncesi, akla, deneye, pozitif bilimlere kapılarını açmıştı. Kilisenin halk ve devletin üzerindeki bunaltıcı etkisi kırılmaya başlamıştı. 1789 yılında ise insanlık tarihinin kırılma anlarından birisi yaşandı ve Fransa halkı kraliyete karşı isyan bayrağı açtı. Ve artık kralı tanımıyorlardı. Yayınladıkları “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” ile adeta cumhuriyet rejiminin temelleri atılıyordu.

                   Fransız ihtilali sürecinde yayınlanan ve 17 maddeden oluşan İnsan Hakları Bildirisi. 

Dünyaya milliyetçilik akımının yayılmasını ve kökleşmesini sağlayan bu büyük devrimin merkezi Fransa da ise artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İhtilalden sadece dokuz yıl sonra yani 1798’de Pierre François Lubin isimli bir adam sessiz sedasız kendini işini kurmaya karar verir. Lubin markasının temelleri Fransa’da işte böyle atılır. Yani karşımızda dünyanın en eski parfüm markalarından birisi var.


Fransa ve Avrupa yüksek sosyetesinin 1800’lü yıllardaki en çok tercih ettikleri marka olan Lubin, 1830’lu yıllarda Amerika kıtasına ihraç edilmeye başlandı. Böylece “küresel” diyebileceğimiz bir yapıya kavuştu. Bugün artık onlarca lüks markanın arasında kendisini çok fazla gösteremese de, Lubin’in tarihi Fransa cumhuriyet tarihi ile paralellik arz ediyor diyebiliriz.

Bu kısa bilgilenmeden sonra parfüme geçelim istiyorum. İdole, 2005 yılında piyasaya sürülmüş. Fragrantica’da odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı için bol bol baharatlı diyebilirim. Aromatik baharatlar üst notalardan itibaren burnunuzu okşuyor. Karanfil benzeri baharatlara sanki biraz da nanemsi-mentol eşlik ediyor. Bu şekilde koku çok ilginç hale getirilmiş. Açılışını gayet başarılı buldum. O nanemsi koku üst notaları adeta “ferah” hale getirmiş. Çok keskin değil baharatlar. Sanki tropikal bir hava verilmiş. İlginç bir baharat kullanımı.


Orta notalara doğru baharatlar biraz daha geriye çekilirken neredeyse meyvemsi diyebileceğim tatlı portakal ekleniyor. Yani bu kısım aromatik baharatlar ve turunçgiller diyebilirim. Başlangıcı kadar güzel olmasa da yine de fena değil. Sonlara doğru ise bence parfümün en başarısız tarafı başlıyor. Baharatlar oldukça zayıflarken, deri başrole geçiyor. Fakat karmaşık, ayakları yere basmayan, ne koktuğu anlaşılmayan bir deri. Hafif sentetiklik mevcut. Sıradan ve sıkıcı. Alt notalarını sevmedim ne yazık ki.

İdole’nin başlangıcındaki tropikal baharatları biraz Czech & Speake – Cuba’ya benzettim. Bence parfümün en güzel ve ilgi çekici kısmı. Orta notalarını ise hafiften Serge Lutens – Feminite du Bois’e benzettim. Ama çok büyük benzerlikler var diyemem.


İdole genel olarak baharat merkezli bir parfüm bence. Zaten parfümün resmi tanıtımında da “Afrika’nın egzotik baharatlarından” bahsediliyor. Şişesinin kapağı da Afrika maskelerine benziyor. Bu anlamda Afrika’ya ve oranın egzotik baharatlarına bir gönderme var.

İdole genel olarak başarılı bir parfüm. Sonlardaki vasat deri kullanımını saymazsak, aromatik baharatlı kokuları sevenleri memnun edecek gibi görünüyor. Harikalar yaratmasa da kötü demek acımasızlık olur. Peki bir şişesi alınacak kadar “özel” mi? Muhtemelen hayır. İdole’nin niche parfüm olduğunu ve yüksek fiyatlara satıldığını düşünürsek, denemeden almak çok iyi bir fikir gibi görünmüyor. Ama bir parfüm meraklısı iseniz ve farklı bir baharat kullanımı deneyimi yaşamak isterseniz tavsiye edebilirim.

Parfümün tasarımını genellikle niche markalar için çalışan Olivia Giacobetti gerçekleştirmiş. Şişesinin tasarımı ise çok güzel. Afrika maskelerine benzeyen kapağı ile şişesi koleksiyonerlerinin oldukça ilgisini çekeceğe benziyor. Şişenin tasarımını Serge Mansau yapmış. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ İlginç bir baharat kullanımı var.

Eksileri:
- Son kısmını sevmedim.
- Deri temasının kullanılması daha özenli olabilirmiş.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı da yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

19 Nisan 2012 Perşembe

Guerlain – L’Instant de Guerlain Pour Homme Extreme (2005)


Guerlain – L’Instant de Guerlain Pour Homme Extreme (2005)  Markanın erkek parfümlerinden.

Bir ekol, bir anıt ve bir duruştur benim için Guerlain markası. Yüzyıldan fazla tarihi ile dünya parfüm kültürünü yaratan isimlerden birisi olduğu çok açık. Biraz aristokrattır. Kaliteye önem verir. Fiyatlarını hep biraz yüksek tutar. Burada vermek istediği mesaj nettir: Herkes bana sahip olmasın. Sadece benim parfümlerimin değerini bilecek olanlar…

1828 yılında Pierre-François Pascal Guerlain tarafından küçük bir dükkanda kurulan bu marka, bugün parfüm severlerin en saygı duyduğu isimlerden birisi. Dört kuşaktır Guerlain ailesinin yönetiminde olan marka, 1994 yılında Louis Vuittion grubuna satıldığında herkesin kafası biraz karışıktı. Acaba Guerlain o yüksek kalitesinden ticari kaygıları nedeniyle ödün verecek mi? Yani sıradan bir ana akım parfüm markası mı olacak? Günümüzün piyasa koşullarına uymak için bir sürü lüzumsuz parfümler mi çıkaracak? Guerlain hayranlarının bu kuşkuları çok fazla gerçekleşmese de markanın eski ve şöhretli eserleri gibi yeni parfümler çıkarması artık zor görünüyor. İnşallah yanılırım da ilerleyen yıllarda çok daha kendisine yakışan seviyede parfümler piyasaya sürerler.


Markanın yenilenme sürecinde bence önemli rol oynayan parfümlerinden birisi de 2004 yılında çıkan L’Instant de Guerlain Pour Homme. Özellike 2000’li yıllardan sonraki gurme tarzındaki kokulara ağırlık veren markalar, rekabeti bu yöne taşıyorlar gün geçtikçe. 1999 yılında piyasaya sürülen Rochas Men’in o nefis karamelli-çikolatamsı kokusu diğer markalara ilham kaynağı olmuş gibi görünüyor. Fakat artık neredeyse her marka rekabetten geri kalmamak için bu tarz parfümlere şans veriyorlar. Çoğu zaman sıkıcı ve sıradan tatlı, şekerli parfümlerle karşılaşıyoruz. Sanırım artık bu gourmand çılgınlığına bir son vermenin zamanı geliyor.

Guerlain de bu akıma L’Instant de Guerlain Pour Homme ile dahil oldu. Bu parfümü incelemiş ve ortalama bulmuştum. Biraz da hayal kırıklığı yaşamıştım. Şimdi ise L’Instant’ın EDP olan Extreme versiyonu elime geçti. Yurtdışındaki parfüm platformlarında ismi oldukça geçen ve seveni çok olan bir koku. Böyle olunca da denemek şart oldu. Bakalım Extreme versiyonu normalinden daha başarılı mı?


Kısaca L’Instant Extreme diyeceğim bu parfüme. Odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış. Başlangıcında çok güzel bir turunçgil size merhaba diyor. Yarı-tatlı bir portakal diyebilirim. Fakat öyle bir çok parfümün üst notalarında kullanılan uyduruk turunçgiller gibi değil. Çok kaliteli, olgun ve ilginç.

Uzun zamandır burnuma gelen en güzel turunçgil-portakal kokusu diyebilirim. Bir süre sonra bu turunçgil yavaş yavaş geri çekiliyor. Yani bazı parfümlerdeki gibi bir anda turunçgiller ortadan kaybolup gitmiyor. Akor geçişi çok ustaca. Parfümün ikinci kısmına geçiş hafif çiçekler ile gerçekleşiyor. Burada sanki hafiften Christian Dior – Dior Homme esintileri var. Belki de iris çiçeğidir.

                                                                 Guerlain'in kısa bir tarihi. 

Geliyoruz ikinci bölüme. Bu kısımda turunçgil ve çiçekler hissedilmezken, ortaya silhat (paçuli) ve kakao aromaları çıkıyor. İkisi arasında güzel bir denge kurulmuş. Normalde silhat merkezli parfümleri pek sevmem. Fakat buradaki kullanımı çok başarılı. Hafiften Thierry Mugler – A Men’i hatırlattı bu silhat. Ama ondan çok daha güzel ve özenli kullanılmış. Yani özetle: Turunçgil, çiçekler, silhat ve kakaodan oluşuyor diyebilirim.

                                 L'Instant Extreme kakao gibi kokuyor dersem sanırım yanlış olmaz. 

Bence L’Instant Extreme iki bölümden oluşuyor. İlk kısımdaki lüks ve şık turunçgil-çiçekler çok etkileyici. Kendisine niche diyen bir çok markaya fark atar bu açılış. İkinci kısım biraz daha ortalama. Ama hala başarılı. Kakao çok acı kokmuyor. İyiki böyle yapılmış. Silhat da çok baskın değil. Aşık olunacak kadar değilse bile yine de denemeye değer. Parfümde az da olsa tatlılık var. Bazı bayık, şekerli kokular gibi asla değil. Bu anlamda da güzel bir sınav vermiş.

L’Instant Extreme’in rakipleri kimler diye düşünelim. Dior Homme, Dior Homme Intense, Thierry Mugler – A Men, Rochas Men, Givenchy – Play Intense vb. Bence başlangıcı bütün saydıklarımdan daha başarılı. Sonları ise bir Dior Homme/Intense kadar olmasa da gayet kabul edilebilir. Fakat sanki silhat biraz azaltılıp vanilya oranı arttırılsaymış daha ilginç olacağına eminim.


Gelelim normal L’Instant EDT ile EDP olan Extreme’in farkına. Normal L’Instant daha sıradan ve sıkıcı iken Extreme daha derin ve sofistike. Olgun ve lüks. Eğer L’Instant’ı seviyorsanız Extreme versiyonuna aşık olabilirsiniz. Kendi açımdan ikisi arasında bir seçim yapacak olsam Extreme versiyonunu alırdım.

Parfümün tasarımını Beatrice Piquet yapmış. Eau de Parfum (EDP) olduğunu yukarıda da söylemiştim. Genel olarak erkeksi bir hali var. Normal L’Instant biraz daha kadınsı diye hatırlıyorum. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlar için daha uygun olabilir. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Fakat L’Instant Extreme’i her yerde bulmak zor. Sanırım limitli üretim. Biraz aramanız gerekecek.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ İkinci kısımdaki silhat-kakao ayarı iyi yapılmış.
+ İnsana baygınlık verecek kadar şeker kullanımı yok.

Eksileri:
- Türkiye’de bulmak zor.
- Yüksek fiyatı.  
 
Koku Güzelliği: 10/8.5

17 Nisan 2012 Salı

L’Artisan Parfumeur – Tea for Two (2000)


L’Artisan Parfumeur – Tea for Two (2000)  Markanın unisex parfümlerinden.

Çay içmeyi mi seversiniz kahve içmeyi mi sorusunu dünyanın farklı ülkelerindeki insanlara sorsak cevaplar da birbirinden farklı olacak kuşkusuz. Bir Amerikalı, Kanadalı, Fransız yada en büyük kahve üreticilerinden olan Kolombiyalı birisi muhtemelen kahveyi seçecektir. Rotayı doğu ülkelerine çevirdiğimizde ise (Türkiye, Fas, Çin vb.) cevap çay olacaktır. Hatta Avrupa kıtasının ukala ülkesi İngilizler’in çay tutkusu da unutulmamalı. Dünya yeme-içme kültürüne “Beş Çayı” kavramını yerleştiren İngilizler, çaya süt ekleyerek içmeyi tercih ediyorlar daha çok.

Tarihi 5000 yıl öncesine gittiği söylenen çayın ilk içildiği yer olarak Çin karşımıza çıkıyor. Hatta çay isminin Çinceden türetildiğine dair tartışmalarda var. Çayın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair ilginç efsaneler var. Okuduğum bazı ilginç hikayelerden kısaca bir derleme yapayım konu buraya gelmişken.


Çin İmparatoru Shen Nung, sıcak su içmenin sağlığa olan olumlu etkilerini gözlemlemiş. Bir gün kendi sıcak suyunu hazırlarken, demliğine birkaç yaprak düşmüş. Kaynayan suyun buharından mistik ve rahatlatıcı bir aroma yükseldiğini görmüş ve bu sıcak içecekten bir bardak içerek onun harika lezzeti ve aroması karşısında hayret etmiş. Demliğine düşen bu yapraklar bir çeşit yaban çay ağacına aitmiş….

Çayın Japonya'daki efsanesi bizi Bodidharma isimli bir Budist keşişe götürüyor. Hayatının yedi yılını Buda'ya adayarak uyumadan geçiren bu keşiş, meditasyon sırasında istemeyerek uyuyunca kendisine kızmış ve ardından göz kapaklarını kesip toprağa atmış. Toprakta köklenerek büyüyen bitki, çay bitkisiymiş.

Hindistan da çayın keşfini Bodidharma'ya bağlar. Onların öyküsüne göre bu rahip uykusuz geçirdiği yılların beşincisinde yanındaki ağaçtan birkaç yaprak alır ve çiğner. Birden bire canlandığını gören rahip bunu sık sık tekrarlayarak yedi yıllık meditasyonunu bitirir. Bu yabani ağaç elbette ki çay bitkisidir.


Dünyada sudan sonra en fazla içilen şey çaymış. Dünya çapında bu kadar çok içildiğini öğrendiğimde açıkçası şaşırdım. Diğer bir ilginç durum ise ülkemizde çayın kullanılmaya başlaması. Türkiye’nin çayla tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlamış. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Ancak 1917 yılında, zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay üretiminin temelleri bu şekilde atılmış. Yani diyebiliriz ki çok geç bir tanışma olmuş bizim için bu tarihi bitki ile. Ama neredeyse milli içeceğimiz olmuş durumda.

Bu kadar popüler bir bitkinin başka alanlara ilham kaynağı olmaması kuşkusuz düşünülemez. Tabiki parfüm sektörü de çay temalı kokulara imza atıyor. Her marka çaya kendi yorumunu ekleyerek farklı parfümlere ulaşmaya çalışıyor. Bu çabalardan birisi de ünlü niche parfüm evi L’Artisan Parfumeur tarafından gelmiş. Zaten ismi bile bir fikir veriyor Tea for Two’nun. Markanın resmi sitesinde bu parfümün siyah çay merkezli olduğunu üstüne basarak vurgulamışlar. Tamam çay içmeyi severiz. Ama çay kokusunu bir parfümde kullanmak nasıl bir fikir? Bakalım sonuç ne olmuş?


Markanın Les Insolites serisine mensup Tea for Two, aromatik baharatlı olarak sınıflandırılmış. Genel olarak doğru diyebilirim. Başlangıcı plastiğimsi bir çay ile gerçekleşiyor. Açıkçası hiç böyle bir açılış beklemiyordum. Neredeyse kimyasal kokan, tuhaf ve sinir bozucu. İlk izlenim büyük bir hayal kırıklığı. Başlangıcını hiç sevmedim Tea for Two’nun. Bazı yorumcular “kül tablasına” benzetmişler bu kısmı. Çok haksız da değiller.

Orta notalara doğru bu plastiğimsi çay biraz geri çekiliyor. Ortaya tatlı aromatik baharatlar çıkıyor. Muhtemelen tarçın ve zencefil. Fakat o başlangıçtaki koku hala baskın. Keşke biraz daha kendisini gösterebilseymiş baharatlı kısım. Orta notalar çok büyük değişim göstermiyor. Hala ısınamadım kokusuna.

Ah alt notalar ah. Neyseki burnumu kurtarıyor son kısım. Çok güzel bir vanilya ve bal işbirliği ile tenden ayrılıyor. Sanki biraz da amber var. Parfümün en güzel yeri en sona saklanmış anlaşılan. Fakat alt notalarda parfüm o kadar zayıflıyor ki adeta burnunuzu dayamanız lazım kokuyu alabilmeniz için.


Artık hiçbir parfüme büyük umutlar besleyerek yaklaşmıyorum. Çünkü böylesine olumlu yorumlar alan parfümler bende genellikle ters etki yapıyor. Yada bende bir gariplik var. Tea for Two, genel olarak deneyen bir çok kişinin beğendiği, hakkında çok olumlu şeylerin yazıldığı bir parfüm. Ben bu olumlu yorumlara ancak alt notaları dahil edebilirim. Başlangıcı ve orta notaları neredeyse hiç değişmiyor ve plastiğimsi bir yapaylık barındırıyor. Eğer mis gibi bir çay kokusu duymak isterseniz Penhaligon’s – Malabah’ın üst notalarındaki o harika kokuyu test etmenizi tavsiye ederim.

Tea for Two’yu hiçbir zaman büyük boy şişesini almayacağım bir parfüm olarak hafızama kazıyorum. Sırf bir niche marka diye denemeden almak hayal kırıklığı yaratabilir. Bu parfüme bir türlü ısınamadım ve sevemedim. Sanırım çay kokusunu bir parfüme koymak o kadar da iyi bir fikir değil. Parfümün tasarımcısı ise L’Artisan ve başka niche markalar için çalışmış olan Olivia Giacobetti.

Tea for Two unisex olarak düşünülmüş. Bence erkek kullanımına daha yakın. Bir çok niche markanın aksine EDT olarak piyasaya sunulmuş. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Sonlarındaki vanilya kokusu çok güzel.

Eksileri:
- Başlangıcı ve orta notaları hiç bana göre değil.
- Niche parfüm kokluyorum hissi veremedi.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/6

15 Nisan 2012 Pazar

Caron – Yatagan (1976)


Caron – Yatagan (1976)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Tarihi 14. Yüzyıla kadar uzanan bir kılıç düşünün. 16 yüzyılda Osmanlı diyarında kullanımı yaygınlaşan. Türk kılıç sanatının önemli eserlerinden. Bilinen ilk örneklerinden birisini Ahmet Tekelü ustanın Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı rivayet ediliyor.

Bu kılıç şekil olarak kavisli. Fakat geleneksel kılıçların aksine keskin ağzı içe gelecek biçimde ters kavisli. Böyle yapılmasının sebeplerinden birisi de teslim olan düşmana yaşama şansı vermesi. Kısa bir kılıç olması hem sivil hem de askeri kullanıma olanak sağlarmış. Bir çok hançer ve kısa kılıca nazaran daha ölümcül olması, ona ilginin her zaman çok olmasını sağlamış anlaşılan.

                                                    Topkapı sarayında sergilenen Yatağan kılıçları.

Parfüm merakı şimdi de kılıçlara mı merak sardı diyenler olur mu bilemem ama bugün inceleyeceğim parfümün ismi bir Osmanlı kılıcından geliyor.

Yatağan, benim bildiğim Muğla’nın bir ilçesi. Hatta meşhur termik santrali nedeniyle de çevrecilerin oldukça ilgi gösterdiği bir yer. Fakat Yatağan’ın aslında bir kısa kılıç çeşidi olduğunu Caron gibi bir Fransız markasının sitesinden öğrenmek kuşkusuz benim genel kültür eksikliğim.

Daha önce de Caron’un en çok ilgi gören üç erkek parfümünü incelemiştim. Bugün de markanın yurtdışında saygı gören bir parfümü olan Yatagan’ı anlatacağım. Yukarıdaki kısa girişten de anlaşılacağı üzere Caron’un Yatagan parfümü, ismini bir Osmanlı kılıcı olan Yatağan’dan almış. Neden böyle bir isim uygun görmüşler bilemiyorum. Yada nereden akıllarına geldi. Fakat olumlu bir yanı var ki o da bir Türk kılıcının isminin bu kadar saygı duyulan bir parfümde yaşatılması. Yani biz kendi değerlerimize sahip çıkamayı beceremezken, neyse ki bir Fransız marka bizim adımıza yapmış. En azından bu kılıcın ismi, bir parfüm ile birlikte yaşatılıyor.


Artık parfümümüze geçmek istiyorum. Yatagan, odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence daha çok sert fujerlerden birisi. Zaten başlangıcı bu parfümün karakterini bize anlatıyor. Keskin bir lavanta benzeri otsu notalar sizi karşılıyor. Sanki 1960 yada 1970’li yıllarda gibi hissediyorum kendimi. Zaten 1976 üretimi olan Yatagan, daha ilk saniyelerde size adeta bir tokat atıyor kokusuyla. Benim hiç sevmediğim eski kafa tozlu lavanta ve burun büken tarzda otsu notalar bir çok kişinin tahammül edebileceği gibi değil. Başlangıcı eskilerden günümüze gelen maço erkek figürleri gibi. Üzgünüm ama başlangıcı hiç bana göre.

Orta notalara gelindiğinde neyse ki bu acaip koku yerini silhat (paçuli), deri ve çam üçlüsüne bırakıyor. Bu andan itibaren kokusu daha kabul edilebilir hale geliyor. Orta notalar bir parfüme çok benziyor diye düşünürken, birden çok parfüme benzediğini anlıyorum. Biraz Ralph Lauren - Polo esintileri, daha yoğun şekilde Azzaro Pour Homme ve Polo Crest etkileri. Sanki Yatagan’ın orta notaları bu üç parfümün birleşmesinden oluşuyor. Biraz karanlık, koyu, eski ve demode kokan, sert erkeksi bir yapı. Yatagan’ın orta notaları hala benim sevebileceğim gibi değil.

Alt notalar ise bence parfümün en başarılı tarafı. Aromatik bir çam kokusuna limon benzeri notalar eşlik ediyor. Bu kısım çok daha yumuşak, sevilebilir ve kabul edilebilir. Bence parfümün en güzel kısmı sonları. Yani özetle Yatagan, tozlu otsu notalar, deri, silhat ve çam ağırlıklı diyebilirim. İlginç olan Caron’un resmi sitesinde Yatagan’ın sadece üç notasından bahsedilmiş: Kereviz, silhat ve misk. Yoksa başlangıcındaki korkunç koku kerevizden mi geliyor diye düşünmedim değil. Bir parfümde kereviz kokusu kullanmak…

Şimdi efenim, benim gibi daha yenilikçi, modern ve tatlımsı kokuları seven birisi için Yatagan hiçbir şey ifade etmeyecektir. Fakat özellikle 1970-1980’li yılların ultra-erkeksi, burnu zorlayan, sert ve acımasız kokularını seviyorsanız Yatagan tam size göre. Yani sert bir fujer var karşımızda. Aynı ismi gibi keskin ve aman vermez. Şu bir gerçek ki kokusu günümüzün modern parfümlerinden çok çok uzak. Bu anlamda almanız için tavsiye edemeyeceğim. Ama parfüm dünyasının saygı duyulan klasiklerinden birisi olduğunu unutmamak lazım. Eğer bende bir parfüm meraklısıyım ve sadece tecrübe olsun diyerek deneyeyim derseniz çok daha iyi yapmış olursunuz. Denemeden almak büyük risk. Benden söylemesi.

                                   İşte bence Yatagan'ı kullanabilecek erkek formu (Clint Eastwood) 

Luca Turin’in kitabında Yatagan’a beş üzerinden beş yıldız verilmiş. Açıkçası bu kadar yüksek not almasına biraz şaşırdım. Özellikle yurtdışındaki parfüm severler bu tür kokulara bayılıyorlar. Nedenini bir türlü çözemiyorum. Benim bu parfüme bayılmam ancak fazla sıktıktan sonra bilincimi kaybetmek şeklinde olabilir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi tam bir erkek parfümü. Kadınların pek seveceğini sanmıyorum bu kokuyu. Zaten sevmemek konusunda da onları suçlayamam. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 hatta 40 yaş ve altındaki arkadaşların kullanması için uygun olacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Alt notalarındaki limon-çam benzeri kokuyu sevdim.

Eksileri:
- O nasıl bir başlangıç öyle. Korkunç.
- Orta notalarda hiç bana göre değil.
- Aman diyeyim birisine hediye olarak falan vermeyin.

Koku Güzelliği:10/5

12 Nisan 2012 Perşembe

Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006)


Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006) Markanın başarılı parfümlerinden.

Yine ilginç bir konsept ve yine Etat Libre d’Orange. Kimi yorumcular ELDO’nun bu garip ve sıra dışı parfümlerinin konseptini abartılı bulurken, kimileri de parfüm sektöründe bir yenilik olarak görüyor. Bende tereddütsüz bir şekilde ikinci grupta görüyorum kendimi.

Henüz 2006 yılının sonbaharında kurulmuş bir niche parfüm evi. Ama şimdiden piyasaya sürdüğü parfümler ile ilgi odağı olmayı başarmış durumdalar. Nasıl olmasınlar ki. Bugün yazacağım parfümlerinin ismi bile kışkırtıcı.

Putain des Palaces’in elimdeki orijinal numunesinin içine küçük bir not eklenmiş. Parfümün tanıtım broşürü de diyebiliriz. Burada Fransızca Putain des Palaces, “Hotel Slut” olarak çevrilmiş. Fakat yaptığım küçük bir araştırma ile “Hotel Whore” olarak da çevrildiğine rastladım.

                                           Bu resim parfüm merakının çekimidir. Aman araklamayın :)) 

Peki bir parfümde neden “fahişe” vurgusu yapılır. Acaba marka bize burada bir şey mi anlatmak istiyor. Yoksa parfümün kokusunu pekiştirmek için mi böyle bir yola başvurmuşlar. Cevap her ne olursa olsun Putain des Palaces, parfümün sanatla birleştiği bir noktada kendisine yer edinmiş durumda.

Blogumun takipçileri bu parfümü daha önce de yazdığımı bilecekler. Fakat aradan geçen bir sürü parfüm deneyimi ve eski yazımın biraz yüzeysel kalması sebebiyle yeniden denemeye aldım bu arkadaşı. Bakalım köprünün altından akan sular, fikirlerimin değişmesine sebep olmuş mu?

Putain des Palaces, çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Çok doğru bence de. Zaten parfümün başlangıcı çiçeksi bir kadın kokusunu hatırlatıyor. Açılışı pudralı çiçekler ile gerçekleşiyor. Gül başrolde diyebilirim. Azıcık da menekşe. Evet ilk izlenim olarak kadınsı sayılabilecek çiçeksi bir yapı. Sanki biraz da kırmızı meyveler. İlk kısım çok başarılı.

Orta notalara geçildiğinde kadınsı pudramsı koku geri çekiliyor. Fakat o tatlı gül hala hissediliyor. Bu kısımda tatlı baharatlar (ağırlık zencefilde) ve portakallı-deri biraz daha baskın. Nedenini bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde orta notaları Paco Rabanne – One Million’a benzettim. Fakat tabiki ondan çok daha üst düzey bir kokuya sahip. Bu kısım da nefis ve lezzetli.

Alt notaları biraz sıradan geldi bana. Amber ve deri işbirliği çok rafine değil. Tatlı deri biraz daha ön planda. Ama orta notalarındaki o harika koku burada yok. Yani özetle: Pudramsı çiçekler, gül, tatlı meyveler, tatlı zencefil ve deri ağırlıklı diyebilirim.


Putain des Palaces müthiş bir parfüm. Normalde pudra kokan parfümleri sevmem. Fakat burada o kadar güzel kullanılmış ve gül ile birlikte öyle güzel harmanlanmış ki söyleyecek söz bulamıyorum. Orta notaları da baş döndürücü. Tatlı meyveler, çiçekler ve deri kombinasyonu olarak daha iyisine rastlamadım. Ah bir de alt notalarına biraz özen gösterilseymiş benden 10 tam puan alacaktı. Bu hali bile bence çok başarılı.  

Ahududu benzeri kırmızı meyveler, zencefilgül-menekşe ve deriden oluşan bu lezzetli karışım kesinlikle erotik ve cezbedici bir kokuya sahip. Seksi bir çiçek-deri temalı parfüm arıyorsanız doğru adrestesiniz. Bu parfüm adeta lüks bir otelin barında avını arayan cazibeli bir kadın gibi etkileyici. Giydiği kırmızı elbisesi ve kırmızı ruju ile bütün kaçamak bakışlar onun üzerinde. Erkekler yanlarındaki kadınlara hissettirmeden bu parıltılı kadına bakmaya çalışırken, kadınlar da içten içe sinir oluyorlar rekabet edemedikleri bu kadına. Kırmızılı kadın ise estirdiği fırtınanın farkında. Umursamaz bir şekilde barda tek başına martinisini içiyor. Aslında gerçekten de umurunda değil. Onun tek isteği bu geceyi birlikte geçirebileceği bir erkek…

                                          Etat Libre d'Orange parfümleri ile ilgili kısa bir tanıtıcı video. 

Bakalım Etat Libre d’Orange, kendi parfümü için neler demiş:

“Tül gibi incecik hafif tensel bir fantezi. Pudralı üst nota baştan çıkarmak için hazırlanan bir kadını anımsatıyor- hafif bir ruj izi yada bir dantel dekoltesi gibi. Bir "femme fatale" kadının en özel ritüeli erkeklerin kırılgan zırhlarını direk fark etmesidir. Onun sofistike hali merak uyandırıcıdır, ilişkiyi vücudu ile kurar. Bademin acı tatlı dokunuşunun altında (gözönüne serilmemiş bir sır gibi), neyin geleceğini anlatırcasına akıcı ve esnek yumuşak bir derinin ipuçlarını verir: bir kadının yatak odası, deri bir sofa üzerinde  gergin parmakları ile ve açıkca varlığı hissedilir vahşi bir arzu. Her kadının, bir otelin barında baştan çıkarıcı bir kadın olmak ile ilgili bir fantezisi yok mudur veya bir asansör içerisinde teslimiyetçi bir arzu yaşamak veya lüks ipek çarşafların içinde şehvete boyun eğmek?"

Diğer bir ayrıntı da parfümün resmi tanıtımındaki “Femme Fatale” vurgusu. Açıkçası çok aşina olduğum bir terim değil. Fakat anladığım kadarıyla ilişkiye girdiği erkeklere büyük sıkıntılar yaşatan, çekici ve baştan çıkarıcı kadın anlamına geliyor. Fransızca’da “felakete neden olan kadın” anlamına da geliyormuş. Edebiyatta, sinemada ve güncel olayların aktarımında genellikle cinsel anlamda tatmin olmayan kadın diye de tarif edilmiş. Yani görüleceği üzere Putain des Palaces, sadece bir parfüm olmanın ötesinde, cinsel göndermeler de yapan bir sunuma sahip.

Buradan Putain des Palaces’i bir fahişenin kullanabileceği bir parfüm olduğu sonucunu çıkarmak çocukça olur. Bir parfümün ismine veya konseptine bakarak böylesi uç çıkarımlar yapmak doğru olmaz. Ama kadın kullanımına daha yakın olduğunu belirtmemde fayda var. Fakat başlardaki kadınsılık orta notalara doğru azalıyor. Yani bu parfümü bir erkek kullanabilir mi? Asıl önemli soru bu. Kendi adıma rahatlıkla hem de bayıla bayıla kullanırım. Zaten kadınların bu parfümü çok seveceklerine eminim.


Etat Libre d’Orange’ın resmi sitesinde parfümün içeriğinde “hayvansal notalar” var denilmiş. Orta notalarından itibaren ortaya çıkan deri bu hissi vermeye çalışmışsa da durum pek öyle değil. Ben öyle yoğun bir hayvansallık hissetmedim. Gayet kullanılabilir bir yapıda. Buna şüpheniz olmasın. Parfümün tasarımcısı ise Nathalie Feisthauer’miş.

Luca Turin’in kitabında bu parfüme beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Kokusunu çiçeksi-deri olarak sınıflandırmış. Özetle şunları söylemiş: “Berbat bir isme sahip ilginç bir parfüm. Standart bir pudra, şekerleme, meyveli, çiçeksi bir karışım ve odunsu-deri alt notalar.” Beş üzerinden üç yıldız biraz az olmuş bence. Çok daha iyisini hak ediyor.

Putain des Palaces, EDP konsantrasyonunda. Bence sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Kadın kullanımına çok daha yakın. Fakat bir erkek de gözünü karartıp kullanırsa çok sıratacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları nefis.
+ Etkileyici ve cezbedici kokusu.

Eksileri:
- Alt notaları çok daha iyi olabilirmiş.

Koku Güzelliği:10/8.5