Cumhuriyetimize çocukların masumiyetiyle bakabilmek... Belki de tek ihtiyacımız olan şey bu... Cumhuriyeti, hukuku, insan haklarını, özgürlükleri ve demokrasiyi her yönüyle özümseyenlere... İyi bayramlar :)
29 Ekim 2014 Çarşamba
Robert Piguet – Baghari (2006)
Robert
Piguet – Baghari (2006)
Kariyerinde L'Air du Temps, L'Interdit,
Monsieur de Givenchy gibi döneminin önemli parfümlerine imza atmış Francis
Fabron'a acaba Robert Piguet ne söylemişti? Onunla nasıl bir anlaşma yapmıştı?
Onun için piyasaya süreceği parfümün tasarım aşamasına ne kadar müdahil
olmuştu? Belki de bay Fabron'dan "hayalperest kadının arzulayacağı "
bir koku istemişti Robert Piguet. Kim bilir.
Baghari isimli kadın parfümünün
yaratılış öyküsünü ne yazık ki bilemiyorum. 1950 yılında, dönemin en önemli
parfüm markalarından birisi olan Robert Piguet'in, koleksiyonuna yeni parça
tasarlaması için Francis Fabron'un kapısını çaldığını ise biliyoruz. Bu eşsiz
parçanın adı Baghari olacaktı. Bundan tam altmış dört yıl önce, Piguet'in
dördüncü parfümü olarak dünyaya gelecekti Baghari.
Robert Piguet'in diğer görkemli
klasikleri gibi Baghari'de çok uzun yıllar üretilmedi ve üzeri tozlanan
pırlanta gibi gün yüzüne çıkmayı bekledi sabırla. 2006 yılı, onun ikinci doğum
tarihi oldu adeta. Piguet'nin diğer klasikleri ile beraber, genç parfümör
Aurelien Guichard tarafından yeniden yorumlandı ve dünya parfüm pazarına
sunuldu. Uzun zamandır çekmecemde duran yeni formülasyon Baghari'ye elim
nedense bir türlü gitmemişti. Demek ki herşeyin bir zamanı varmış ve doğru gün
bugünmüş.
Fragrantica'da çiçeksi oryantal olarak
sınıflandırılan Baghari'nin başlangıcı tertemiz turunçgiller ile gerçekleşiyor.
Baskın portakal olarak düşünmeyin üst notaları. Daha çok portakal çiçeği
kıvamında çiçeksi bir dokunuş. Açılışı fena değil Baghari'nin. İlerleyen
dakikalarda benzer tavır devam ediyor. Portakal çiçeğinin yerini beyaz çiçekler
alıyor. Sümbülteber benzeri çiçeksiliği yasemin ve iris (süsen) sağlıyor
olabilir. Aldehitler müthiş bir rol oynuyor. Abartılı kullanılmamış aldehitler
biraz pudralı hissiyat veriyor ama neyseki No.5 EDP'nin başları gibi değil.
Azıcık da menekşe ve gül mü var orta kısımda? Bu bölümü biraz banyo sabunlarına
benzettim ve kendime yakın bulmadım. Son bölümdeki değişim görülmeye değer.
Beyaz çiçeksi yapı neredeyse yok alt notalarda. Kremsi, bembeyaz vanilya ve
yine bembeyaz yumuşacık misk karşılıyor sizi. Harika vanilyayı koklamaya
doyamıyorum. Sonları nefis Baghari'nin. Açık ara en sevdiğim yeri oluyor
kapanış kısmı.
Baghari'nin kadın parfümü olarak
tasarlandığını düşünürsek, çiçeksi karaktere sahip olması şaşırtıcı değil.
Tabii burada çok kadınsı bir çiçeksilikten bahsedemem. Nötre yakın beyaz
çiçekler, takıntısız erkekler için rahatlıkla giyilebilir. Aldehitlerin sınırlı
ve kibar kullanımı gayet akıllıca. Sonlardaki kremsi-lezzetli vanilya adeta süt
tadında ve kıvamında. Vanilyaya eşlik eden amber ve misk yeni yıkanmış ve mis
gibi kokan nevresim gibi.
Merak edenler için söyleyeyim. Baghari,
erkekler için tasarlanmış Prada'nın Amber Pour Homme'undan veya Francis
Kurkdjian’ın Apom Pour Homme’undan daha kadınsı değil. Eğer Amber Pour Homme ve
Apom Pour Homme, erkek parfümüyse, Baghari'yi de erkekler de kullanabilir.
Günümüzün modern parfümlerine öykünen bu yeni formülasyon, ayarı kaçırılmamış
tatlılık barındırıyor.
Carnal Flower ya da Fracas gibi baskın
sabunsuluk ve beyaz çiçek temasına sahip değil Baghari. Onu kullanmadan önce
okuduklarımdan dolayı fazlasıyla çiçeksi olacağını düşünüp, tedirgin olmuştum.
Kullanım sürecinde o bilindik insanın içini bayan çiçeklerle karşılaşmadım.
Bence Baghari, yoğun bir dişilik yaymıyor etrafa. O daha çok huzurun, barışın,
hayal dünyasının, şefkatin, mutluluğun kokusu.
Yapaylık ve Maison Francis Kurkdjian'ın
kimi çiçeksi parfümlerindeki kontrollü sterillik yok neyseki Baghari'de. No.5
EDP'deki tozlu ve boğucu aldehitleri örnek almamış kendisine. Bence o bembeyaz,
temiz, saf ve masum bir koku. Basit, modern, genellikle tek düze ve fakat tam
bir ten kokusu. Onu, yeni duştan çıkmış teninize çok değil 1-2 defa sıkın ve
öyle koklayın ve gözlerinizi kapatın. Binbir türlü hayal kurun, çocukluğunuzu
hatırlayın, annenizin teninin kokusunu anımsayın, eğer varsa bebeğinizin minik
kollarının kokusunu içinize çekin. Belki de Baghari'ye yakın aromayla
karşılaşırsınız.
Parfüm kritikçisi Luca Turin'in
kitabında portakal şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan
verilerek çok beğenilmiş bay Turin tarafından.
Eau de Parfum (EDP) formundaki
Baghari'nin kalıcılığı harikalar yaratmıyor. Fark edilirliği orta seviyede. Her
yaştan kadına hitap edebilecek kokusu, genel beğeniye uygun gibi görünüyor.
Serin sonbahar günlerinde kullandığım Baghari'yi doğru dozajlama ile dört
mevsimde kullanmak zor olmasa gerek.
Koku Güzelliği:10/7
25 Ekim 2014 Cumartesi
Burberry – London For Men (2006)
Burberry –
London For Men (2006)
Thomas
Burberry isimli yirmi bir yaşındaki genç, 1856 yılında kendi ismiyle kuracağı
markasının bu kadar büyük başarılar kazanabileceğini muhtemelen düşünemezdi.
İster zamanı gelmişti deyin ister kader deyin, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla
sürekli büyüyerek ve gelişerek gelen Burberry, artık küresel moda sektörünün en
önemli oyuncularından birisi. Abartılı olur mu bilemiyorum ama İngiltere’den
çıkan belki de en güçlü markaların arasında sayılabilir Burberry.
Bu
köklü ve gösterişli tarih, Burberry’den her anlamda beklentilerimizin yüksek
olmasına sebebiyet veriyor. Sadece uzmanlık alanları tekstil değil, ürün
verdikleri her alanda sağlam marka imajları hep arkalarında. Doğal olarak
parfümseverlerinde Burberry’den beklentileri gayet yüksek.
Burberry’nin
uzun tarihine bakacak olursak, parfümlerin fazla bir zaman dilimini kapsamadığını
görebiliriz. İlk parfümlerini 1981 yılında piyasaya sürdüklerini düşünürsek,
biraz geç bile kaldıkları söylenebilir. Fakat her tasarım markası gibi onlarda
parfümlerin ticari büyüsüne kapılmış durumdalar. Artık çok daha aktifler yeni
parfümler konusunda.
Bugünkü
konuğum London, 2006 yılında, markanın kuruluşunun yüz ellinci yıl dönümü
nedeniyle piyasaya sürüldü. Aynı zamanda bu isimle tekstil ürünleri de var
Burberry’nin. Tabii bizi ilgilendiren kısma geçeceğiz şimdi. London For Men,
uzun zaman önce kullandığım bir parfüm. Aradan geçen yılların ardından yeniden
incelemeye almamın sebebi, çok güzel bir parfüm olarak aklımda kalmış olması.
Bakalım aradan geçen yıllar, neler düşündürtecek bana.
Fragrantica’da
baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış London For Men. Üzerime sıktığımda
beni ekşi meyveler karşılıyor. Tatlımsı kırmızı meyvelere (kiraz, vişne),
çimensi sayılabilecek yeşillikler eşlik ediyor. Hafiften yapaylık barındıran
üst notalar benim sevdiğim gibi ama yüksek kaliteli değil. İlerleyen
dakikalarda kokusuna baharatlar ekleniyor. Tarçın ve biber olduğunu tahmin
ettiğim baharatla harmanlanan kiraz ekşiliği gayet güzel hale getiriyor
kokusunu. Bu andan itibaren biraz da tütün/tütün yaprağı ve içki (şarap) algılıyorum.
Orta bölümü yine yüksek kaliteli değil ama gayet başarılı. Son kısımlarda koku
formu değişmiyor. Tatlılık ve baharatlar azalıyor sonlarda. Yoksa deri mi var
kapanışta? Ya da odunsu notalar. Büyük ihtimalle ikisi de mevcut.
London
For Men, tatlı/ekşi, meyveli, baharatlı, tütünlü ve zaman zaman içkimsi
kokuyor. Başlangıçtaki meyvemsilik, yerini orta bölümde baharatlara bırakıyor.
Tütün biraz daha geri planda sanki. Lezzetli vişneli tütün ve şaraba yatırılmış
tütün yapraklarını düşündürten kokusu, parfümün ana eksenini oluşturuyor.
Ferah
olamayacak kadar sıcak baharatlar, parfümün önemli akslarından birisi. Tarçın
ve biberin rolü büyük genel anlamda. Tatlı ama asla bayık şekerli olmayan kırmızı
meyvelerle birlikte verilmiş baharatlar, tam istediğim gibi. Fakat tütün ya da
tütün yaprağı kokusu, pek hazzetmediğim şekilde yeşil, sabunsu ve biraz yapay
verilmiş. Keşke daha pipo tütünü gibi verilseydi. Genel olarak tütün temalı
parfümleri severim fakat London For Men’deki tütünü pek başarılı bulmadım.
Peki
London For Men güzel kokuyor mu? Kesinlikle! Belki de benim sevdiğim tarza
yakın olduğu için, beğendim onu. Evet niş parfüm kalitesi beklemek abes
olabilir ama olabilecek en iyi ana akım tütün-baharat-kırmızı meyveler kombinasyonlarından
birisi. Hissedilir oranda erkeksi, cazibeli, zengin ve leziz.
İyi
de rakipleri kimlerdir London For Men’in? Biraz Spicebomb, hafiften Costume
National Homme, azıcık A Men Pure Havane. Yeşil yapaylığı Spicebomb’ı
andırıyor. Tarçınlı baharatları Costume National Homme’u çağrıştırıyor. Kirazlı
tütünü ise A Men Pure Havane efekti veriyor. Eğer sıralama yapacak olursam
Spicebomb’ı rahatlıkla geçer koku güzelliği anlamında. Costume National Homme’un
ise az farkla gerisinde kalır.
Elliden
fazla Burberry parfümü olduğunu düşünürsek, henüz 4-5 kokusunu kullandım markanın.
Çok fazla Burberry parfümü deneyimim olmadıysa da şimdiye kadar tecrübe ettiğim
en başarılı Burberry parfümü olarak yerini alıyor London For Men. Evet yapaylık
sınırında dolaşıyor zaman zaman. Kalite anlamında da harikalar yaratmıyor.
Hatta çocukken annemizin biz hastayken zorla içirdiği kirazlı öksürük
şuruplarının tadına benziyor. Ama her yerde bulunabilen, çok uygun fiyatlara
satılan London For Men, parfümlere anormal rakamlar ödemek istemeyen ortalama
kullanıcılar için gayet iyi seçenek. Tabii bu tarz kokuları seviyorsanız.
Parfüm
platformlarında London For Men’in en çok eleştirilen tarafı performansı. Özellikle
fark edilirliğinin zayıf olması sürekli dile getiriliyor. Kullanım sürecinde bu
durum benimde dikkatimi çekti. Başlangıçtaki patlamayı, ilerleyen dakikalarda
çekingen ve tene yakın bir koku takip ediyor. Bu anlamda “parfümüm herkes
tarafından fark edilsin” isteğindeyseniz, size önermem mümkün görünmüyor. O,
daha çok hava yağmurluyken, evinizde ya da ofisinizde zaman geçirirken, keyif
alınacak ve bol bol koklanacak bir ten kokusu. Kıyafet üzerine kullandığımda
sıradan ve sıkıcı kokan London For Men, ten üzerinde çok daha zengin ve ilginç
hale geliyor.
Kokusunun
tasarımını, birçok önemli marka için çalışmış burunlardan Antoine Maisondieu
yapmış. Sıcak ve baharatlı yapısından dolayı sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak
daha uygun olacaktır. Her ihtimale karşı önceden denemeden almayınız.
Not:
Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Koku
Güzelliği:10/7
20 Ekim 2014 Pazartesi
Jovoy – Ambre Premier (2011)
Jovoy – Ambre
Premier (2011)
1920'li
yılların başlarında Blanche Arvoy isimli kadın, Paris sosyetesinin o zamanlarda
ihtiyaç duyduğu büyük bir eksikliği gidermeye karar vermişti. Dönemin
elitlerinin ve yüksek gelirli ailelerin parfüm alabilecekleri özel parfüm satış
butiği açmayı düşünüyordu. Bu alanda, 1920'li yılları düşünürsek seçenek fazla
değildi Fransa'nın başkentinde. Çünkü yüksek sosyeteye mensup kişiler asla
sokak sokak gezip alışveriş yapmazlardı. Onlar için özel hizmet veren, lüks
mağazaları severdi üst gelir grubuna mensup Parisliler.
1923
yılında parfüm satış butiğini açmıştı bayan Arvoy. Dönemin lüks ve kaliteli
sayılabilecek parfümlerini ve kokularını müşterilerinin beğenisine sunuyordu.
İşte 1920'li yıllardan bu yana bir geleneğin devamı Jovoy parfüm butiği.
Günümüzde burayı zor bulunan niş markaların satıldığı ve parfümseverlerin
uğramadan edemediği bir yer olarak düşünmemiz gerekiyor. Gerçi parfümerinin
merkezi sayılabilecek Fransa ve başkenti Paris, bu tür mağazalar konusunda cömert
davranıyor konuklarına son yıllarda.
Jovoy
lüks parfüm butiği, ilginç bir karar vererek, kendi ismiyle parfümler piyasaya
sürmeye başladı. 2007 yılında çıkardıkları "Les 7 Parfums Capitaux"
serisini diğer parfümleri takip etti. 2014 yılının Ekim ayı itibariyle
kendilerine ait yirmi parfümleri var. Tabii bu parfümleri dışarıdan parfümörlere
tasarlatıyorlar. Yurtdışı merkezli parfüm platformlarında ise Jovoy'un
parfümleri ilgi çekiyor ve tartışılıyor. Ülkemizde ise fazla bilindiği
söylenemez Jovoy'un koku tasarımları. Genel itibariyle fiyatları ve konsepti
bakımından niş parfümlere yakın duruyor Jovoy'lar.
2011
yılında piyasaya sürdükleri Ambre Premier, isminden de anlaşılacağı üzere amber
temasına sahip. Parfümün tasarımını fazla duyulmamış burunlardan Michelle Saramitot
yapmış. Bakalım bay Saramitot nasıl bir iş çıkarmış.
Kendi
sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış Ambre Premier. Parfümün başlangıcı
ortalama tatlılıktaki amber ile gerçekleşiyor. Yumuşak ve tozlu amber gayet güzel.
İlerleyen dakikalarda orta bölüme geçiliyor. Başlangıçtaki koku formu değişiyor.
Ambere ek olarak gül ekleniyor. Hatta tatlımsı baharatlar da var geri planda.
Orta bölüm amber-gül ve baharatlar ekseninde devam ediyor. Son kısımda paçuli
ortaya çıkıyor iyice ağırlığını hissettiriyor. Fazla tatlılık barındırmayan
paçuli, neredeyse kakao acımsılığı taşıyor. Paçuliye biraz da vanilya eşlik
ediyor. Kapanış böylece gerçekleşmiş oluyor.
Ambre
Premier, ismindeki amberi başından sonuna kadar hissettiriyor. Başlangıçta
tatlımsı amber mevcut. Üst notalar ilk kullandığımda itici geldiyse de sonraki
kullanımlarda alıştım. Orta bölümde egzotik ve gizemli yapı devam ediyor. Orta notaların
sürpriz oyuncusu gül. Kadınsı kullanılmamış gül karanlık ve biraz tozlu.
Baharatlarla uyumu gayet iyi. Parfümün en sevdiğim yeri burası oldu zaten.
Sonlardaki değişim dikkat çekici. Üst ve orta kısımdaki amber baskınlığı, alt
notalarda yerini tozlu paçuliye bırakıyor. Angel'ın tatlı olmayan hali de diyebileceğim
paçuli fena kullanılmamış fakat garip bir şey rahatsız ediyor sonlarda beni.
Başlangıcını
ve orta kısmını beğendim fakat son kısımda bir şey dürtüklüyor burnumu ve
beynimi. Kontrollü bir yapaylık hissediyorum. Muhtemelen parlak ve kadifemsi
kullanılan amberden geliyor bu his. Bu tip amber genelde başımı ağrıtır. Ambre
Premier'de bu kervana katılıyor.
Üst
ve orta bölümdeki hafiften hacı yağımsı egzotik-arabik amber güzel verilmiş.
Ona eşlik eden erkeksi tozlu gülle iyi bir ikili oluşturuyorlar. Fakat sonlarda
yapaylık sınırındaki tatlı olmayan paçuli, pek hoşuma gitmedi. İtici kapanışı
hayal kırıklığı yarattı ne yazık ki.
Ambre
Premier, Ambre 114'teki kullanıma yakın olarak verilmeye çalışılmış derin amber
ile daha iyi kompozisyonla, müthiş bir parfüm olabilirdi. Bu haliyle oldukça yüksek
fiyat etiketini hak ettiğini düşünmüyorum. Hele ki Ambre Sultan gibi superstar
varken, ikinci sınıf bir aktöre ilgi göstermek içimden gelmiyor.
Eğer
amber temalı niş parfümlere meraklıysanız, tabii ki deneyin ve tadına varın
Ambre Premier'in. Belki sizin tam da aradığınız koku olacaktır. Fakat benim
için garip yapaylığa sahip son kısmıyla, hafif baş ağrısı olarak hafızamdaki
yerini alacak.
Kalıcılığı
gayet iyi oldu tenimde. Farkedilirliği biraz zayıflıyor ilerleyen dakikalarda.
Sonbahar-kış mevsimi için uygun görünüyor. Kimi yerlerde kadın parfümü kimi
yerlerdeyse uniseks olarak sınıflandırılmış. Bence kadın parfümü demek abartılı
olur. Hatta erkeksi nüanslar taşıdığını bile düşünüyorum. Yaş olarak ise otuz
ve üzerindeki arkadaşlara yakışacak gibi.
Koku
Güzelliği:10/7
17 Ekim 2014 Cuma
Guerlain – Habit Rouge (1965)
Guerlain – Habit
Rouge (1965)
Hiçbir
şeyin ilki kolay kolay unutulmaz diye boşuna dememişler. İlk arabamız, ilk
köpeğimiz, ilk öğretmenimiz, okula gittiğimiz ilk gün ve tabii ki ilk aşkımız…
İnsan hafızasının derinliklerinden, bazen hiç olmadık zamanlarda aklımıza gelir
yaşadığımız ilkler. Kimi zaman önemsemez geçeriz kimi zaman hafiften bir hüzün
çöker, nostalji yaşarız. Aynen Habit Rouge'da olduğu gibi.
1965
yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç etkilerinin Avrupa kıtasından
silinmeye çalışıldığı, artık savaşın değil sevginin ve aşkın egemen olmasının
istendiği yıllara gidelim mi? İnsan haklarının, özgürlüklerin ve barışın
egemenliğinin istendiği 1960'lı yılların Fransa’sında, Guerlain ailesinin baş
parfümörü Jean-Paul Guerlain'da bir ilke imza atacaktı laboratuvarında. İlk
aşkımızı nasıl unutmuyorsak, dünyanın o zamana kadar yaratılmış ilk oryantal
erkek parfümü Habit Rouge'da kolay kolay unutulmayacaktı.
Karşımızda
yine Guerlain geleneği ve klasizm var. 1965 yılında kendi demelerine göre
tarihteki ilk oryantal parfümü ortaya çıkarmış olmaları, parfüm dünyasındaki oynadıkları
rolün büyüklüğünü bir kere daha anlamamızı sağlıyor. Baş parfümör Jean-Paul
Guerlain'in konseptini binicilik sporundan aldığı Habit Rouge'u, aradan geçen
49 yılın ardından hala üretimde ve raflarda. Çok iyi bir at binicisi olan
Jean-Paul Guerlain'ın, 1976 yılındaki olimpiyatlar için Fransa milli takımına
bile alınması gündeme gelmiş. Biniciliğe ve atlara olan büyük tutkusu, Habit
Rouge'un tasarımında başat rol oynamış. Hatta parfümün ilhamının, binicilerin
giydiği klasik kırmızı ceketlerden aldığı vurgulanmış.
Kısacası
erkek parfümlerinin gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden birisi Habit Rouge.
Sektörün nirengi noktalarından birisi. Ve şanslıyım ki, Habit Rouge'un yeni değil
de eski formülasyonuna ulaştım. Bir süredir kullandığım Habit Rouge ile ilgili
düşüncelerim biraz karışık diyebilirim. Artık daha fazla uzatmadan geçelim bu esere.
Kendi
sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış ve dinamik, tutkulu, cüretkar
olduğu vurgulanmış. Üzerime sıktığımda karşıma öncelikli olarak turunçgiller
çıkıyor. Adeta patlama şeklinde burnunuza hücum eden turunçgiller eski ve
nostaljik kokuyor. Turunçgillere aromatik otlar ve biraz da kolonyamsı limon
eşlik ediyor. Evet üst notalar tahmin edileceği gibi günümüzün modern
parfümlerine çok uzak. Fakat yüksek kaliteli ve şık. Çok iyi başlangıcı var
Habit Rouge'un. İlerleyen dakikalarda kokusu ciddi anlamda değişiyor. Şipremsi
turunçgiller hala geri planda hissediliyor. Orta notalarda asıl karakterini
ortaya koyuyor. Oldukça tatlı ve yumuşak baharatlar (karanfil-tarçın-zencefil)
ve erkeksi pudralı çiçekler (lavanta, gül ve karanfil çiçeği) ana gövdeyi
oluşturuyor. Pudralılık güçlüce algılanabiliyor. Orta bölüm şaşırtıcı ve ilginç.
Son kısımda yine bir dönüşüm söz konusu. Alt notalarda klasik Guerlain vanilyası
orada duruyor. Pudralı sayılabilecek vanilyaya deri ve meşe yosunu eşlik ediyor.
Sonlarda biraz hayvansallık da var. Amberden geliyor olabilir buradaki
hayvansallık. Kapanışı gayet güzel diyebilirim.
Habit
Rouge bana göre turunçgil-pudra, erkeksi çiçekler-tatlımsı baharatlar ve
vanilya ekseninde ilerliyor. Başlangıcındaki eski/tozlu turunçgiller ile tam
bir şipre gibi davranıyor. Orta bölümdeki pudralı erkeksi çiçeklerle ve
baharatlarla 1900'lü yılların başlarındaki maskülenlere öykünüyor. Son kısımda,
Guerlain'in imzası haline gelen pudralı vanilya ile Shalimar'ın güvenli
sularında yüzüyor. İşte size Habit Rouge'un kısa özeti.
Bu
kadar kısa kesip atmayayım. Habit Rouge, başlangıcını saymazsak, yüksek oranda
pudra efektine sahip. Aldehitlere pek benzemeyen bu pudramsılık, hem erkeksi çiçeklerin
(özellikle gül) hem de vanilyanın üzerinde büyük hakimiyet kuruyor. Hatta kimi
kullanıcıların onu kadınsı bulmalarının sebebi muhtemelen pudra kullanımı. Peki
gerçekte durum nasıl? Habit Rouge kadınsı mı kokuyor?
Tavuk
ve yumurta arasındaki sorunsala benzetebilirim bu soruyu. Habit Rouge kadınsı
mı yoksa kadın parfümleri Habit Rouge'a benziyor mu? Şu açık ki o, erkek parfümü
olarak tasarlanmış. Tabii 1960'lı yılların erkek parfüm trendlerini düşünürsek,
hiç de kadınsı değil. O yıllarda böylesine pudra kullanımı erkek parfümlerinde
mevcuttu. Fakat son yıllarda kadın parfümlerinde daha çok karşımıza çıkıyor
pudramsılık. Buradan da anlaşılacağı üzere, o yılları ve o yılların şartlarını düşünmeliyiz
doğru sonuçlara varabilmek için. Bana kalırsa da zaman zaman kadınsı izlenim
bırakıyor. Fakat bahsedildiği kadar feminen değil kesinlikle.
Kompleks,
detaylı, zengin, kafa karıştırıcı, ilk seferinde şok edici, karakterli bir
kokuya sahip. Hani bazı parfümler vardır kullandığınız zaman modunuz değişir. Kendinizi
başka birisiymiş gibi hissedersiniz. Sizi alır götürür ve oraya bırakır. İşte
Habit Rouge'un bünyeye etkisi aşağı yukarı böyle oluyor. Her kullandığım zaman farklı
yönü ortaya çıkıyor. Kimi kullanımda bol turunçgilli şipre yönünü keşfediyorum.
Bazen tatlı baharatlar hakimiyet sağlıyor. Zaman zaman erkeksi çiçekler öne çıkıyor.
Genel olarak da vanilyamsı bir yapıyla burun
buruna geliyorum. Bu anlamda anlaşılması kolay bir parfüm gibi
görünmüyor. Biraz zaman vermeniz ve onu anlamaya çalışmanız gerekiyor. Mağazada
1-2 defa deneyerek hakkında bir şeyler söylenemeyecek kadar karmaşık ve derin
kokuyor.
Guerlain'in
kendi sitesinde Habit Rouge'un Shalimar'ın erkek haline benzetilmesi gayet
yerinde. Benim de severek kullandığım Shalimar'ı andırdığına katılıyorum. Onun
biraz daha erkeksi hali diyelim de içim rahat etsin. Hatta bir yorumcunun onu
Old Spice'a benzetmesini ise kesinlikle anlayabiliyorum. İlk kullandığımda bana
da Old Spice'a benzediğini düşündürtmüştü. Kullanım sürecinde Caron’un pek
bilinmeyen parfümlerinden Royal Bain’e de benzediğini fark ettim. İki parfümün
pudralı ve kremsi tarafları birbirini andırıyor.
Habit
Rouge, yaşlı bir erkek gibi mi kokuyor? Yoksa baba parfümü mü? Onun 18
yaşındaki arkadaşlara hitap etmediği görülüyor. Bence 40 yaş ve üzerindeki erkekler
için düşünülebilir. Ayrıca günlük kullanım için pek uygun olmayabilir. Daha
farklı anlarda ya da ortamlarda kullanmak gerekiyor sanki. Resmi ve muhafazakar
tavrı çok net hissedilebiliyor. Günümüzün yapay ve vasat vanilya parfümleriyle
uzaktan yakından ilgisi yok. Yine de oldukça tatlı hatta kremsi koktuğunu
belirtmem gerek. Eğer tatlı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun
olmayabilir.
Parfüm
eleştirmeni Luca Turin'in kitabında Habit Rouge tatlı toz olarak
sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek en iyi erkek parfümleri
listesine alınmış. İlk kullandığımda burun büktüğümü ve pek beğenmediğimi
söyleyebilirim. İlerleyen günlerde kokusuna alıştım ve anlamaya başladım. Yine
de benim için harika bir seçenek olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası büyük boy
şişesini alacağımı sanmıyorum. Bay Turin’in parfümün tarihselliğini de göz
önüne alarak en yüksek notu verdiği iddia edilebilir. Turin’in beş üzerinden
verdiği not sistemine göre benden en çok dört yıldız çalışır, daha fazlası zorlama
olur.
Habit
Rouge'un büyük başarısının ardından, birçok aynı isimli versiyonu çıktı. 2014
yılı sonu itibariyle ondan fazla Habit Rouge isimli farklı versiyonu mevcut.
Benim denediğim eski formülasyon EDT olanıydı. Ayrıca EDC, EDP ve Extrait
versiyonları da bulunuyor. Yani önümüzde seçenek çok.
Not:
Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Koku Güzelliği:10/7.5
Koku Güzelliği:10/7.5
13 Ekim 2014 Pazartesi
Mona di Orio – Vetyver (2011)
Mona di Orio –
Vetyver (2011)
Henüz
genç bir kızken, efsane parfümör statüsüne çoktan yerleşmiş Edmond
Roudnitska'nın yanında çalışma ve ona asistanlık yapma şansına kaç kişi
erişebilmiştir acaba? Altı yıl boyunca bay Roudnitska'nın Grasse yakınlarındaki
küçük bir köy olan Cabris'teki atölyesinde çalışan bayan Mona di Orio,
muhtemelen ne kadar şanslı olduğunun farkında. Böylesi bir deneyimi, hem de
Edmond Roudnitska ile yaşamak, her parfümörün hayali olmalı. Tabii gerçek hayatta
biliriz ki hayallerin çoğu gerçekleşmez. Fakat bu genelleme bayan Mona di Orio
için söz konusu değil anlaşılan.
Klasik
bir parfüm eğitimi alan Mona di Orio, Edmond Roudnitska ile birlikte çalışmanın
onurunu yaşamıştı. Sadece onur duymakla kalmadı, onun sayesinde 1920 ve 1930'ların
"parfümlerin altın çağı" denilen bu tarihlere öykünen parfümler
tasarlamaya da girişti. Zengin, kompleks ve özgün parfümler yaratmak için yola
çıktı. Kırk iki yaşında bu amacını gerçekleştirmek için kendi markasını
oluşturmaya karar verdi. Ve sonuçta Mona di Orio niş parfümevi ortaya çıktı.
Niş
parfüm dünyasında yeni olmasına rağmen, işini ciddiye alıyor gördüğüm
kadarıyla. Ülkemizde ve dünyada "Vanille" parfümü ile tanınırken, ben
onun biraz daha geri plandaki bir parfümüne göz atacağım. Vetyver, 2011 çıkışlı
ve isminden de anlaşılacağı üzere vetiver (kabe samanı) temasına sahip.
Markanın "Les Nombres d’Or" serisinin üyesi.
Kendi
sitelerinde Vetyver'in "sıcak havalar için mükemmel bir uniseks parfüm"
olduğu vurgulanmış. Ayrıca "hem temiz hem de kompleks" olmak gibi zor
olan bir görevi de başardığı söylenmiş. Vetyver'i üzerime sıktığımda karşıma
tozlu ve kuru vetiver çıktı ilk saniyelerde. Ona geri planda ferah
turunçgiller, azıcık aromatik otlar ve yumuşak baharatlar eşlik ediyor.
Karanlık sayılabilecek üst notalarını sevdim. İlerleyen dakikalarda kokusu daha
çimensi ve yeşile dönüyor. Neredeyse ıslak-rutubetli köksü vetiver orta kısmı
domine ediyor. Yumuşak baharatlar orta bölümde biraz daha etkili. Muhtemelen
zencefil ve küçük hindistan cevizi mevcut.
Buradaki
vetiveri fazlaca yeşil ve ıslak buldum. Ayrıca tuhaf bir şekilde bana
plastiğimsi geldi. Orta notaları başlangıcı kadar güzel bulmadım. Son bölüm,
orta kısmın paralelinde ilerliyor. Farklı olarak misk ve odunsu notalar (sedir
ağacı) ekleniyor. Orta bölümdeki rutubetli köksü vetiver hala kedisini gösteriyor.
Kapanışı nispeten orta bölüme göre kompleks ve başarılı. Böylece de tenden
ayrılıyor.
Parfümün
adı Vetyver. Doğal olarak kokusunun vetiver düzleminde olmasını beklememiz
gerekir. Zaten Mona di Orio'da bu beklentimizi boşa çıkarmamış. Baştan sona
vetiverin hakimiyetinde bir parfüm olmuş. Fakat kullanılan vetiver yapıları
farklı. Mesela başlangıçta tozlu/kuru ve neredeyse tütsümsü bir vetiver varken,
orta kısımdan itibaren tatlımsı, günümüze yakın ve rutubetli bir vetiver
kullanılmış. Bu anlamda vetiverin iki farklı kullanımını göstermiş bize. Baharatlar
ise gayet yumuşak ve ferah. Keskin ya da burnu zorlayıcı baharat kullanımı yok.
Sonlardaki sedir ağacı ise çok farklı verilmemiş. Herşey fazlasıyla olması
gerektiği gibi.
Başlangıcındaki
karanlık sayılabilecek kuru vetiveri kendime daha yakın buldum. Abartmayacağımı
bilsem Encre Noire'deki vetiver kullanımına benzeteceğim üst notaları. Orta
kısımdaysa genel olarak temiz, sakin ve yeşil bir vetivere dönüşüyor. Daha çok
Grey Vetiver tarzına yakın. Hatta Creed - Original Vetiver'i de andırıyor azıcık.
Vetyver,
kimi zaman ferah, köksü ve steril kokarken bazen de gayet karanlık ve kasvetli
hale dönüşebiliyor. Tam meyveli vetiver diye aklımdan geçirirken, plastiğimsi vetiver
kokusu geliyor sanki bir yerlerden. Kullanım sürecinde kafamı ciddi anlamda
karıştırdı. Hayır o çok kompleks ya da bol katmanlı değil. Hatta basit sayılabilecek
aromaya sahip. Galiba onu sevdim mi yoksa sevmedim mi noktasında sonunda
kararımı verdim: Kendime yakın bulamadım.
Neden
mi? İlk olarak canım öyle istediği için (sanırım böyle bir özgürlüğüm var).
İkinci olarak ise kokusu Encre Noire'den ziyade Guerlain - Vetiver ve Tom Ford
- Grey Vetiver tarzına daha yakın olduğu için. Ferah sayılabilecek, yeni
kesilmiş çimen hissi veren köksülük, benim için sihirli formül değil. Karanlık
ve tütsülü vetiver sever birisi olarak "işte budur!" cümlesini bana
söyletemedi. Evet güzel, hoş ve kaliteli bir deneme ama fazlaca değişik yanı
olmayan, harikalar yaratmayan, aklınızı başınızdan alamayacak ortalama bir
vetiver kokusu olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.
Eğer
vetiver temalı parfümleri seviyorsanız, denemenizi öneririm. 230 dolar
civarındaki etiketi ile niş markaların bile çoğundan yüksek fiyata sahip
Vetyver'i denemeden almanızı tavsiye edemeyeceğim. Ne olur ne olmaz.
Eau
de Parfum (EDP) formundaki Vetyver'in başlangıcı dolu dolu gerçekleşiyor.
İlerleyen dakikalarda ortalamanın biraz altında seyrediyor farkedilirliği.
Kalıcılık idare eder. Kendi sitelerinde uniseks olarak sınıflandırmışlar fakat
bence erkek kullanımına daha yakın. 20-35 yaş arası arkadaşlara uyacaktır. Temiz,
ferah ve sakin yapısı, günlük kullanımda rahatlıkla kullanabileceğiniz anlamına
geliyor. Yine sıcak sayılabilecek sonbahar günlerinde kullandığım Vetyver, hiç
rahatsızlık vermedi. Üstelik serin akşamlarda da fena iş çıkarmadı. Onun
içindir ki dört mevsimde de kullanılabileceğini düşünüyorum.
Kokusunun
tasarımına, markanın kurucusu Moni di Orio imza atmış.
10 Ekim 2014 Cuma
Issey Miyake – Pleats Please (2012)
Issey Miyake –
Pleats Please (2012)
İlk
defa 1989 yılında ortaya çıkan bir kavram Pleats Please. İssey Miyake
modaevinin, üzerine yeni tasarımlar ekleyerek geliştirdiği bu kıyafet serisi, 1993
yılında görücüye çıkmaya hazır hale gelmişti. Markanın ilkbahar-yaz
koleksiyonunda kendi ayakları üzerinde duran bir kıyafet serisi olarak dünyaya
sunumu yapılmıştı.
Bizler
parfüm meraklıları olarak İssey Miyake ismini duyduğumuzda aklımıza piyasaya sürdükleri
parfümleri gelir. Oysa Japonya'nın dünyaya mal olmuş en büyük küresel markasını
düşünmemiz gerekir. Modern hayat tarzının kıyafet tasarımlarını yapmanın
peşinde koşan İssey Miyake'nin, 2012 yılında çıkarttığı yeni kadın parfümü
Pleats Please'de, anlaşılacağı üzere, bu kıyafet serisinden ilhamını ve ismini
almış.
Parfümün
resmi tanıtımının, kokuyu tasarlayan genç burun Aurelien Guichard tarafından
Japonya'daki Tokyo Mid Town'da yapıldığını biliyoruz. Karşılıklı konuşma şeklinde
geçen tanıtımda Guichard, markanın ve sektörün üst düzey yöneticilerine,
parfümünün geri planını anlatmış. Hatta çocukluğuna gidip, küçükken futbolcu olmak
istediğini, fakat parfümör babası ve heykeltıraş annesinin etkisiyle
parfümörlük mesleğini seçtiğini bile anlatmış çok sayıdaki konuğa.
Kendi
sitelerinde Pleats Please kısaca şöyle tanıtılmış: "Bu parfüm, markanın en
ikonik kıyafet tasarım çizgisinden ilhamını almıştır: Pleats Please. Neşeli,
keyifli, kararlı modern moda. Ünlü Pleats serisinin ilk parfümü. İyimser, dinamik
ve canayakın ruha sahip enerjik, renkli Pleats Please; eğlenceye bir davettir.
Eğlenceyi etrafa yay!"
Resmi
tanıtımında çiçek buketinden, alt notalardaki vanilya ve canlı odunsu
notalardan bahsedilmiş. Ayrıca "nashi" denilen melez bir Japon
meyvesinin kullanıldığı söylenmiş. Üzerime ilk sıktığımda gerçekten de
meyvelerle karşılaşıyorum. Armudun etkisinin hissedildiği tatlımsı modern
meyveler gayet güzel ve neredeyse ferah. İlerleyen dakikalarda kokusuna şekerli
çiçekler hakim olmaya başlıyor. Meyveler hala orada. Çiçeksilik ise artık
ön planda. Beyaz çiçeklerden oluşan çiçek demeti, kokuyu ciddi anlamda
kadınsılığa doğru çekiyor. Orta bölümü pek sevmedim. Son bölümde çiçekler
geriye çekiliyor. Tatlı paçuli, misk ve azıcık da vanilya var artık kapanışta.
Sıradan ve yapay alt notalar, ilgi çekici değil ne yazık ki.
Pleats
Please'in başlangıcı fena değil. Lezzetli meyvemsilik, armudun ağırlıklı
olduğunu düşündürtüyor. Tatlımsı meyveler doğal ve canlı. Orta kısımda
çiçeklerin devreye girmesiyle artık iyice karakterini belli ediyor. Son
kısımlarda yapaylık hissediliyor. Paçulinin kullanımı, miskin verilişi ve
muhtemelen ambergris, hiç bana göre değil. Alt notalardaki yapaylık, bende
ciddi baş ağrısı yaptı her seferinde.
Pleats
Please, hiç şüphesiz ki tam bir meyve-çiçek kombinasyonu. Örneğine çokça
rastlayabileceğimiz modern tatlımsı yumuşak meyveler ve çiçekleri merkeze
almış. Bu anlamda çok özgün ve radikal bir yanı yok. Fakat kullanan çoğu
kadının kendisinden bir şeyler bulabileceği güvenli koku forumuna sahip
parfümlerden olduğu söylenebilir. Yani bu anlamda riskli bir seçim
olmayacaktır.
Tatlı,
meyveli-çiçeksi, genç kızları hedefleyen, modern, pozitif, hayat dolu bir
parfüm Pleats Please. Genel beğeniye uygun olduğunu sanırım söylememe gerek
yok. Zaten Issey Miyake gibi ana akım markanın, çok riskli bir koku formuna
imza atması beklenemez. Fazlaca bir numarası olmayan, tek düze, kalite hissi
vermeyen, vasat piyasa parfümü olarak düşünülebilir. Bir şişesini alıp
kullanmaya değeceğini sanmıyorum. Yine de seçim ve karar sizin.
Orta
kısmın sonlarından itibaren karşıma çıkan, o tuhaf yapaylık, parfümün en
başarısız yeri. Sonlarda da sanırım ambergristen gelen o metalik koku, migren hastalarına
hiç de iyi gelmeyecek. Daha önce denediğim diğer Issey Miyake parfümlerinin
tamamında baş ağrısı ile karşılaşmıştım. Yıllar içinde değişen bir şey yok. 2012
çıkışlı yeni parfümleri de baş ağrısı atakları haline geldi bende. İssey Miyake
bunu nasıl beceriyor bilemiyorum ama her parfümü beni rahatsız etmeyi
başarıyor. Oysaki yıllar önce kullandığım L'Eau d'Issey Pour Homme ne de güzel
parfümdü.
Geçtiğimiz
haftalarda kullandığım Montale'in Wild Pears'ına benziyor Pleats Please.
Özellikle başlarındaki armut, iki parfümü birbirine yaklaştırıyor. Hatta Pleats
Please'in başlangıcı daha güzel. Son kısımlardaysa ayrı yollara sapıyorlar.
Yine de Wild Pears, bir adım daha önde koku güzelliği olarak. En azından Montale,
baş ağrısına sebep olmuyor. Tatlılık kullanımında ise iki parfüm birbiriyle
yarışıyor adeta. Şekerli denebilecek kadar tatlılık barındıran kokusu, benim
için bile rahatsız edici.
Sanıyorum
ki Pleats Please, doğru kadında, doğru zamanda ve doğru yerde kullanılınca hoş
etkiler yayacak etrafa. Günlük kullanımda rahatlıkla kullanılabilecek parfüm,
bende beklediğim sonuçları vermese de, kadınların üzerinde çok daha heyecan
verici olacağı düşünülebilir.
Çoğu
yorumcu ilkbahar-yaz dönemine uygun olduğunu belirtmiş. Serin ilkbahar
mevsimine katılırım ama sıcak yaz günlerinde biraz fazla şekerli gelebilir. Bu
dönem dışında her zaman kullanılabilir. 15-30 yaş arası kadınları hedeflediğini
düşünüyorum. Benim kullandığım ilk çıkan EDT versiyonuydu. Sonradan bir de EDP
(Eau de Parfum) olanı çıkmış. Onu ise denemediğim için aradaki farkı
bilemeyeceğim.
Koku
Güzelliği:10/6
8 Ekim 2014 Çarşamba
Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)
Penhaligon’s –
Hammam Bouquet (1872)
Hikayesi
1860'lı yıllara kadar uzanan bir marka Penhaligon's. İlk olarak 1860'lı yılların
sonlarında, berber dükkanı olarak Jermyn Street adresinde açılmıştı. Kurucu
William Penhaligon, 1870'li yıllarda işlerini büyütmeyi düşündü. Bunun
sonucunda parfümeri alanında ürünlere yöneldi. Kısa zamanda çok popüler olan
dükkanı, İngiliz Kraliyet Sarayı'nın resmi tedarikçisi bile oldu. Kraliçe
Viktorya zamanında kraliyet için aldıkları çalışma izni, yaklaşık yüz yıl
boyunca geçerli sayıldı.
William
Penhaligon'un, 1870'lerde Jermyn Street'teki dükkanı, bir Türk hamamı ile
komşuydu. Zamanla yanındaki Türk hamamı fazlaca ilgisini çekmeye başladı. Oradan
çıkan kükürt kokusu ve buhardan ilham alarak, Hammam Bouquet isimli ilk
parfümünü hayata geçirdi.1872 yılında parfümün formülünü hazırladı ve üretime
geçti. Böylece Penhaligon berber dükkanı, ilk defa parfümeri işine girmiş oldu.
Hammam
Bouquet isimli parfümlerinin tasarım aşamasında Türk (O zamanlar Osmanlıydı)
etkisini inkar etmiyorlar. Hatta bunun üzerine inşa etmişler kokusunun
hikayesini. Resmi tanıtımında hayvansal ve olgun tarafından, eski kitap
kokularından, pudralı reçineden ve antik odalardan bahsedilmiş. Sanırım
parfümün bu detayları çağrıştırdığı vurgulanmış. Kendi sitelerinde oryantal
sınıfına dahil edilmiş. Kaynaklarda genel olarak erkek parfümü olarak geçiyor.
Bence de erkek parfümü olarak düşünülmeli.
Hammam
Bouquet'i üzerime sıktığımda karşıma çok eskilerden bir aroma çıkıyor. Tozlu
bergamot, nostaljik lavanta ve biraz da hayvansal misk. 142 yıllık parfümden
beklenebilecek bir açılışı var. Günümüzün modern, tatlı parfümleriyle ilgisi
bile yok. Ferah portakal yada turunçgilleri de unutun. Başlangıcı ve ilk
dakikaları oldukça keskin ve güçlü. Fazla uyguladığınız anda rahatsız
edebilecek tarzda. Bu tür açılışları sevmesem de saygı duydum üst notalara. İlk
yarım saatte lavanta ve tozlu/eski bergamodun etkisi devam ediyor.
Kirli/hayvansal denebilecek koku bir süre sonra sakinleşiyor ve geri plana
geçiyor. Orta bölümde erkeksi çiçekler hakimiyeti ele alıyor. Yasemin ve
karanlık sayılabilecek tozlu gül ilk akla gelen çiçekler. İkisi de gayet
erkeksi kullanılmış. Hiç öyle kadın parfümlerindeki gibi feminen çiçekler
beklemeyin. Erkeksi çiçeklere gerilerden tatlımsı yumuşak baharatlar destek
veriyor. Orta bölüm çok daha giyilebilir ve sevilebilir. Son bölümde ise egzotik
amber kendisini gösteriyor. Biraz da misk var. Sandal ağacı da oralarda bir
yerde muhtemelen. Kapanışı gayet güzel Hammam Bouquet'in.
Doğru
hatırlıyorsam, Jicky ile birlikte şimdiye kadar kullandığım en eski tarihli
formüle sahip parfüm Hammam Bouquet. Uzun zamandır ilgimi çeken bu tarihi
değere sahip parfümü beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi başlangıcı, burnunuza
sağlam bir yumruk atıyor. 1900'lü yılların kirli şiprelerini hatırlatan
bergamot, Jicky ve Mouchoir de Monsieur’u andıran antik lavanta, Shalimar veya
Musc Ravageur’u düşündüren hayvansallığın birleşimi olan üst notalar, acımasız
ve ödünsüz. Size gerçek bir erkek parfümü kullandığınızı ve 1800'lü yılların
sonlarında olduğunuzu hatırlatıyor. İlk kroşeden sonra hafif bir sersemleme
yaşıyorsunuz haliyle. Bir süre sonra sanki o maço boksör gitmiş, yerine İngiliz
asaleti ve emperyalizmi gelmiş. Gayet kibar erkeksi çiçekler, Victorya dönemi
İngiliz bahçelerinde dolaşıyormuş efekti veriyor. Baharatlar gayet dengeli ve
sakin. Sonlardaki amberin ise parfümün ilhamını aldığı doğu (Osmanlı) kültürüne
bir gönderme olduğu düşünülebilir.
Hammam
Bouquet, eski/nostaljik duygular yaşatıyor çoğu zaman. Bu da onu kullanması ve
sevmesi zor olabilecek kokular sınıfına dahil edilmesine yol açıyor. Birçok
yorumcuya göre tam bir gül parfümü olduğu dile getiriliyor. Haklı olabilirler.
Belki de sandal ağacı daha büyük rol oynuyor. Baharatlı karanlık gül efektini
sandal ağacı veriyor olamaz mı? Hatta tam tersi de olabilir. Bence o, saf bir
gül parfümü değil. Baharatlı, aromatik otsu, neredeyse pudralı karanlık-tozlu
gül desek daha yerine olabilir. Hissedilir orandaki hayvansallığı da bir yere
koymamız gerekir. Bu haliyle eski ve tarihi kokan parfümlere benzediğini
söyleyebiliriz.
Hammam
Bouquet, dönemin kıta Avrupası geleneklerine göre kurgulanmış, daha ilk
saniyelerde üst notalar vesilesiyle köklerinin çok eskilere dayandığını bize
hatırlatan, ciddi, mesafeli, muhafazakar, orta bölümden itibaren romantik ve
tutkulu, sonlardaysa egzotik ve egzantrik bir parfüm.
Yukarıda
da belirttiğim gibi başlangıcını ağrılıklı olarak Mouchoir de Monsieur ve Musc
Ravageur’daki o kirliliğe benzettim. Birazcık da Ralph Lauren - Safari'deki
artemisya kullanımını aklıma getirdi. Jicky'den sadece on yedi yıl önce ortaya
çıkmış olduğunu biliyoruz. Belki de Jacques Guerlain bu iki parfümün
tasarımında Hammam Bouquet'ten etkilendi. Kim bilir. Gerçi sonlara doğru her
bir parfüm kendi yolunda ilerliyor. Aslında çok benzedikleri söylenemez. Belki
pudralı, eski, nostaljik tarafları algımın o yönde işlemesine sebep oluyor.
142
yıldır hala üretimi devam eden bir gelenekle karşı karşıyayız. Hammam Bouquet
evet bir parfüm fakat bana yaşattığı duygular bir parfümden çok öte. Kendimi
kraliyet dönemi İngilteresinde düşünmemi sağlayan bir koku adeta. Kraliçe
Viktorya'nın sarayındaki, sadece soylular ve üst düzey kişilerin davet edildiği
bir baloda bulunduğumu hayal ediyorum. İyi eğitimli diplomatlar, yüksek rütbeli
subaylar, asilzadelerin züppe çocukları, saray eşrafı ve büyük tüccarlar...
Zaman 1880 yılında durmuş. Adet olduğu üzere baloya en son gelen kraliçe bütün
konuklarını seviyeli ve resmi şekilde kısaca selamlayarak kendisine ayrılan
bölüme geçiyor. Etrafında onlarca yardımcısı ve hükümet görevlileri var. Şimdi
giyilip sokakta dolaşılsa komik gelebilecek kıyafetler, o zamanın modasına ne
kadar da uygun. Yemekten hemen sonra dansa geçiliyor. Sarayın kocaman dans
salonundaki gösterişli avizeler, duvarlardaki ünlü ressamların resimleri,
etrafta bekleyen uşaklar... En iyi kalitedeki rom ve viskinin içildiği ve
gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahaların atıldığı sohbetler bir hayal
gibi zihnimde uçuşuyor. İşte Hammam Bouquet'in bende çağrıştırdıkları aşağı
yukarı bunlar.
Yapaylık
olmayan, kaliteli sayılabilecek Hammam Bouquet'in, formülünün 142 yılda
defalarca değiştiğini düşünmek gerekiyor. Orijinal formülünün nasıl koktuğunu
büyük ihtimalle markanın yöneticileri bile bilmiyordur. Parfümün şimdiki halini
koklayıp, sadece hayal edebiliriz geçmişini. Onda da ne kadar başarılı
olabiliriz tartışılır.
Geleyim
ten-kıyafet karşılaştırmasına. Ten üzerine uyguladığımda çok daha derin ve
ilginç tepkiler verirken, kıyafet üzerinde kullandığımda tek düze ve sıradan
oldu. Tende eski karanlık gül, baharatlar ve amberi algılayabiliyordum.
Kıyafette ise daha eski kafa hayvansal şipreleri andırdı. Onun içindir ki ten
üzerine kullanmanızı öneririm. Kıyafet üzerinde çok tozlu ve kirli kokuyor.
Luca
Turin’in kitabında Hammam Bouquet, odunsu çiçekli olarak sınıflandırılmış ve
beş üzerinden üç puan verilmiş. Ayrıca kitabının bir yerinde şöyle bahsetmiş: “Geç
Viktorya dönemi klasik İngiliz erkek parfümleri, tipik şekilde tatlı, miskli,
pudralı çiçeksiydi. Bu tarz parfümlerin şu an üretimde olan belki de en iyi
örneği Hammam Bouquet, hala oldukça kullanılabilir yapıda.” Ayrıca
lavanta-vanilya baskın Fransa kökenli Guerlain’in Jicky’sinin, İngiliz
karşılığı olarak Hammam Bouquet’i göstermiş.
EDT
konsantrasyonuna sahip Hammam Bouquet, ilk yarım saat oldukça yoğunken,
ilerleyen saatlerde tene yakın kalmayı tercih ediyor. Kalıcılığı gayet iyi. Yaş
olarak otuz beş ve üzerindeki arkadaşlara hitap edecektir. Kimi yorumcuların
onun kokusunu “yaşlı kadınlara” benzetmesini fazla önemsemiyorum. Sonbahar-kış
kullanımına uygun olacağını düşünüyorum.
Not:
Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Koku
Güzelliği:10/7.5
4 Ekim 2014 Cumartesi
Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)
Yves Saint
Laurent – L’Homme (2006)
Geçmişi
çok başarılı parfümlerle dolu bir markadan beklentilerimiz, bilinçaltımızın
marifetiyle yüksek olmalı mıdır? Yoksa geçmişi unutup, önümüze mi bakmalıyız? Günümüzün
trendlerinin peşinden mi gitmeliyiz, yoksa geçmişe özlem mi duymalıyız?
"Nerede o eski parfümler" diyerek hayıflanmalı mıyız, yoksa yeni
nesil parfümleri anlamaya çalışıp, keyif mi almalıyız? Sanırım geçmiş ile
şimdiki zamanın hatta geleceğin dengesini kurabilmek, insanoğlunun en zorlandığı
işlerden birisi.
Yves
Saint Laurent'in gösterişli ve zengin tarihi, onların çıkardığı yeni parfümler
için bize umut olmaya devam ediyor. "YSL kötü parfüm çıkarmaz" diye
düşünmek istiyoruz. Oysaki bu önerme cümlesini test etmek gayet basit. Dünyanın
hemen hemen her kozmetik mağazasında satılan 2006 yılı çıkışlı L'Homme, Yves Saint
Laurent'in yeni/modern parfüm işinde nerede olduğunu göstermesi bakımından
önemli ipuçları veriyor. Neden mi?
Markanın
2000 yılı sonrası yeni nesil parfümlerini temsil eden L'Homme, piyasaya
çıktıktan kısa süre sonra dünya çapında en çok satan erkek parfümleri listesine
girmekte zorlanmadı. Gerçi güçlü bir reklam kampanyası ile L'Homme'un
tanıtımını yaptılar. Televizyon reklamları, dergiler ve afişlerde çoğu zaman
L'Homme vardı.
Kısa
zaman içinde de reklam kampanyalarının meyvesi alınmaya başlandı. L'Homme, 2014
yılının sonbaharı itibariyle hala kendi sitelerine göre en çok satan erkek parfümü
olarak yerini almış durumda Yves Saint Laurent'in. Bugün karşımızda çok satan
bir popüler delikanlı var anlaşılacağı üzere.
Uzun
zaman önce kullandığım L'Homme'u yeniden gündemime almam, fikirlerimin hangi
yönde değiştiğini görmem açısından benim için farklı bir deneyim olacak. İlerleyen
zamanlarda bu tür yeniden deneyip, güncelleyeceğim parfümler olacak. L'Homme
aslında Malabah ile birlikte bu yöndeki ikinci örnek. Bakalım aradan geçen yıllar,
olumlu mu yoksa olumsuz bir etki mi bırakacak bende.
L'Homme’un
tanıtımında, ferah ve odunsu notaların kontrasından bahsediliyor. Fragrantica'da
odunsu çiçekli misk olarak sınıflandırılmış. Üzerime sıktığımda beni tatlı, kremsi
turunçgiller karşılıyor. Hafiften meyveli denebilecek üst notalarda elma da
olabilir. Başlangıcı ferah, güzel fakat çok çarpıcı değil. Orta bölüme
geçildiğinde tatlı kremsi yapı devam ediyor. Turunçgiller geride kalırken bu
sefer ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Aynı başlangıç gibi baharatlarda kremsi ve
vanilyalı. Zencefil-kakule ikilisi ön planda denebilir. Son kısımda odunsu notalar
öne çıkıyor. Kremsi-pudralı sedir ağacı, vetiver ve tonka fasulyesi kapanışa
damga vuruyorlar. Sonlarda bu üç notadan sedir ağacı en baskın olanı. Diğerleri
yan rolde gibiler. Kapanış en vasat ve başarısız yeri olmuş ne yazık ki.
L'Homme'un,
tatlı, kremsi, neredeyse pudralı-şekerli bir baharat-sedir ağacı-vanilya kokusu
olduğunu kabul etmek lazım. Başlangıçtaki turunçgilleri biraz Allure Homme
Sport tarzına yakın buldum. Orta kısımdaki yumuşak şekerli vanilyalı
baharatları Eros'a yakın buldum. Sonlardaki yapay odunsuları ise Bulgari Man'a
yakın buldum.
Şunu
söylemek istiyorum ki, L'Homme, günümüzün modern, tatlı, kremsi baharatlı
parfümlerinin en tipik örneği denebilir. Hatta bu yöndeki ilk ciddi örnek mi araştırmak
gerekir. Yves Saint Laurent, bu arkadaşla birlikte modern piyasa kokusuna imza
atmak istemiş. Ve bunu da başarıyla yapmış. Parfümün ticari başarısından ve
satışlarından onun çok sevildiğini ve binlerce erkeğin tercihi olduğunu görmek
zor değil. Bu açıdan tebrik edilmesi gerekir belki de.
Oysaki
parfümlere satılacak şişe olarak bakmayan ve onda başka duyguları/heyecanları
arayan koku severleri tatmin edecek bir parfüm olduğunu söylemek zor L'Homme'un.
Gerçi onun böyle bir endişesi olduğunu pek sanmıyorum. Tamamen piyasa
şartlarına göre kokusu kurgulanmış, çok satılması düşünülmüş, deneyen çoğu kimsenin
bir şekilde hoşuna gitmesi sağlanmak istenmiş, karşı cinsinde beğenebileceği
bir oyuncu olduğu söylenebilir. Yumuşak, çekingen ve garantici. L'Homme'u
kullanıp gece klübüne gittiğinizde ya da ofis kullanımında etraftan güzel
tepkiler almanız sürpriz olmaz.
Geleyim
hayatın acı gerçeklerine. Evet hayat çoğu zaman trajiktir ve tozpembe değildir.
L'Homme hakkındaki gerçekler, çizilen güzel tablo kadar parlak olmayabilir. Çünkü
bu arkadaş, oldukça yapay kokan ve kalite anlamında alt seviyede kabul
edilebilecek karakterde. Orta kısımdan itibaren başlayan pudralı yapaylık,
sonlara doğru artıyor ve bıktırıcı hale geliyor. Yeni nesil bol şekerli piyasa
işi parfümlerden pek farkı yok. Taktik neredeyse aynı. Başlangıçta güzel ve
herkesi mest edecek turunçgiller olsun. Orta bölüme vanilyalı-şekerli
baharatları ekle. Sonlara da şekerli odunsuları monte et. Al sana onlarca
örneği olan bir yapı. Spicebomb, Jump, Eros, Blue Jeans ve diğerleri aklıma geliyor
hemen. Zaten başlangıcı ve orta bölümün birazı dışında L'Homme'un ilgi çekecek
bir yanı yok. Herhangi bir yenilik vaat etmiyor. Sadece popüler parfümler pazarından
pay kapmaya çalışan vasat bir apaçi gibi davranıyor.
Yıllar
önce kullanıp fena bulmadığım L'Homme, artık kalitesizliği ve sıkıcılığı ile
tahammül sınırlarımı zorluyor. Beni ve birçok parfümseveri, bu basit koku
formuyla kandırabileceğini düşünen Yves Saint Laurent'in parfüm birimine de
teesüflerimi iletiyorum. Umarım bu tarz yollara daha fazla sapmazlar.
İşin
komik tarafı, L'Homme'un "bestseller" olmasından dolayı, aynı isimli
ondan fazla flanker çıkmış durumda. Yani isminde L'Homme olan sayabildiğim
kadarıyla on iki ayrı parfüm piyasaya sürülmüş. Umarım bu L'Homme çılgınlığının
sonunu getirirler artık.
Luca
Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılan L'Homme'a beş
üzerinden iki yıldız verilmiş. Bu puanlamasında bay Turin'e gönül rahatlığıyla
katılıyorum.
L'Homme'u
üç önemli burun Anne Flipo, Pierre Wargnye ve Dominique Ropion beraber
tasarlamış. 15-25 yaş arası erkeklere tavsiye ederim. Çok sıcak yaz mevsimi
dışında her zaman kullanılabilir. Çok erkeksi koktuğunu söylemek zor.
Kadınların bile rahatlıkla kullanabileceği yapıya sahip. Kalıcılığı aslında
fena değil. Hem ten üzerinde hem de kıyafette on iki saati geçen kalıcılığa
sahip fakat fark edilirliği başlangıcı dışında zayıf kalıyor.
Koku
Güzelliği:10/5.5
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)