29 Ocak 2012 Pazar

Tom Ford – Black Orchid (2006)


Tom Ford – Black Orchid (2006) Markanın ilk parfümü.

Tom Ford ismini duyunca aklınıza ne geliyor? Benim aklıma özellikle son yıllarda artık bir çok kadının kullandığı o kocaman ve suratın yarısını kaplayan güneş gözlükleri geliyor. Peki kim bu adam?

Karşımızda Amerikan moda endüstrisinin en önemli isimlerinden birisi var. 1961 yılında Amerika'nın Teksas eyaletinde doğan Tom Ford, kariyeri başarılarla dolu birisi dersem yanlış olmaz sanırım. Önce Perry Ellis markasında çalışmış. Ardından da Gucci ve Yves Saint Laurent gibi dünyanın en büyük markalarında yöneticilik yapmış. Burada sayamacağım onlarca ödül almış. Başarıları arasında neredeyse batacak hale gelen Gucci'yi ayağa kaldırıp eski günlerine taşımak, kendi markasını kurup çok kısa zamanda kara geçirmek, güneş gözlüğü koleksiyonu ile dünya sosyetesinin oldukça ilgisini çekmek de sayılabilir. 2005 yılında ise kendi ismiyle markasını kurar. Başarılarını artık kendi ismiyle dünyaya sunmaya başlar. İyiki de böyle bir karar vermiş.

Böylesine başarılı bir modacının parfüm piyasasına el atmaması beklenemezdi. Bugün inceleyeceğim Black Orchid markanın ilk parfümü. Ayrıca en çok satan ve üzerinde en çok konuşulan kokusu da diyebilirim. 2007 yılından itibaren "Private Blend" isimli bir seri çıkardı Tom Ford. Black Orchid bu seriye mensup değil. Tamamen bağımsız bir parfüm.


Siyah Orkide. Bir parfümün ismi bu kadar ilginç ise kokusu kimbilir nasıldır diye düşünmeden edemiyorum. Orkideler narin, cazip güzellikte, egzotik görünüşlü çiçekler. Dünyanın en kıymetli çiçeklerinin başında yer alıyormuş. Hele ki 20.000'den fazla çeşidinin olduğunu öğrendiğimde ise ne düşüneceğimi bilemedim. Acaba Black Orchid bu 20.000 çeşidin hangisine tam anlamıyla benziyor. Kim bilir...

Black Orchid, oryantal-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında biraz turunçgil ile birlikte meyveler sizi karşılıyor. Fakat çok tatlı meyvelerden bahsediyorum. Neredeyse şekerli denebilecek kadar bir tatlılık var başlangıçta. Orta notalardan itibaren bu tatlılık neyseki biraz azalıyor. Bu kısımda meyvelere çiçekler ekleniyor. Bu kısım daha sevilesi. Son olarak da silhat, meyveler ve amber ile tenden ayrılıyor. Yani özetle bolca meyveler ve çiçeklerden oluşuyor diyebilirim genel yapısı.


Tom Ford'un kendi sitesinde parfümleri Black Orchid'i şöyle tanımlamışlar: " Tom Ford hiçbirşeyin "ulaşılamaz" kadar cezbedici olamayacağına inanır. Black Orchid, Tom Ford'u, zor bulunurluğunun kazancı, keşfi ve şık melezliği ile yeni bir parfüm yaratmasına ilham olmuştur. Bu lüks ve şehvetli parfüm, tenin doğal kokusunu arttıran, geçmiş zamanların ikonik kokularını çağırır. Zengin koyu notaları ile ve siyah orkidenin iksiri ve ihtiraslı ağaçların cazibesi ile, Tom Ford - Black Orchid, modern ve zamansız bir parfümdür."

Şimdi öncelikle şunu belirteyim ki gerek ismindeki gerekse şişesindeki “siyah” vurgusunu pek anlayamadım. Çünkü genellikle parfümlerdeki bu “siyah” vurgusu karanlık, derin, koyu veya gizemli parfümler için yapılıyor. Fakat Black Orchid bence gayet açık, basit ve anlaşılabilir bir parfüm. Hatta zaman zaman yumuşak ve ferah sayılabilecek kadar. Bende ilk önyargımı burada yaşadım. Daha koyu ve derin bir koku beklerken çiçeksi-meyveli bir yapı ile karşılaştım. Meyve derken sanki şeftalimsi, böğürtlenimsi, tropikal meyvelerden bahsediyorum. Hatta bence Black Orchid ismindeki çiçeksi çağrışımdan ziyade “meyveli” bir kokuya sahip. Yani ana gövdeyi meyveler oluşturuyor. Çiçekler ise geri planda diyebilirim.


İlk çıktığından beri her yerde ismi geçen ve çok satan bir parfüm Black Orchid. Bunun sebebi nedir diye düşünüyorum. Bir kere kokusu günümüzün modern parfüm trendlerine çok yakın. Tercih sebeplerinden en önemlisi bu olmalı. İkinci olarak yine modern parfümlerdeki “tatlılık kullanımı” burada da mevcut. Hatta açılışı biraz fazla şekerli. Böylesi kokuları sevmeyenlerin pek hoşlanacağı tarzda değil. Üçüncü olarak da kabul etmeliyim ki cazibeli ve seksi bir kokusu var.

Bence bu parfüm günlük hayatta yada ofis kullanımına uygun değil. Arkadaşlarla hafta sonunda mağazaları gezerken kullanmak pek iyi bir fikir olmayabilir. Daha özel anlar için saklanmalı. Belki şık bir restorantta sevgili ile gidilen akşam yemeği için. Yada lüks bir gece kulübünde diğer kadınları kıskandırmak için. Çünkü şuna emin olabilirsiniz ki Black Orchid geçtiği yerde iz bırakan parfümlerden. Bu anlamda bana Christian Dior yada Gucci'nin kadın parfümlerini anımsatıyor. Hatta onlara rakip olması için tasarlandığını düşünüyorum. Bu parfüm ile bir mekana girdiğinizde muhtemelen suratlar ister istemez "bu gelen koku da ne" diyerekten size dönecektir. Adeta "ben burdayım ve rekabete hazırım" mesajı veriyor Black Orchid. Yoğun ve kendinden emin tarzıyla sizin en büyük yardımcınız olabilir.


İyide bu parfümün beğenmediğin yönleri yok mu diyebilirsiniz. Olmaz mı. Birincisi başlangıcını pek sevmedim. Ayarı biraz kaçmış şekerli meyveler rahatsız etti beni. Ki tatlı parfümleri sevmeme rağmen. İkinci olarak başından sonuna kadar hiç değişmeyen kokusu hayal kırıklığı yaratıyor. Hiçbir sürpriz yok. İlginçlik yok. Çok düz çizgide ilerliyor. Böylesine iddialı ve yüksek fiyatlara satılan bir parfümün biraz daha detaylı olması gerekmez mi? Bu durumu Tom Ford’un Estee Lauder ile yaptığı ortaklığa bağlıyorum. Böylesi büyük şirketlerin eline geçen parfüm sektörü artık birbirinin aynı kokular üretmeye devam edecek gibi görünüyor.

Son olarak diyebilirim ki Black Orchid beni çok etkileyemedi. Kendimden geçiremedi. O yüksek kalite beklentimi karşılayamadı. Biraz fazla abartılmış olduğunu düşünüyorum. Yine de karar sizin.

Diğer bir konuda kadın parfümü olarak çıkarılması. Okuduğum kadarıyla bu parfümün çok fazla erkek seveni ve kullananı varmış. Hatta Tom Ford’un bu parfümü unisex olarak satacağına dair dedikodular var. Aslına bakılırsa bana kadın kullanımına daha yakın geldi. Ama bir erkek kullanabilrmi derseniz tabiki kullanabilir. Eğer kokusunu beğenseydim bende kullanabilirdim. O anlamda benim kafamda bir soru işareti yok.


Black Orchid Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sunulmuş. Kalıcılığı fena değil. Ama harika da değil. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Sonradan normale dönüyor. Dozunu iyi ayarlamak suretiyle sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Hatta serin yaz akşamları için bile uygun olacaktır.

Artıları:
+ Günümüzün modern meyveli-çiçeksi kombinasyonlarına bir örnek.
+ Eğer parfümde meyve kullanımını seviyorsanız mutlaka deneyin.
+ Farkedilirliği fena değil.     

Eksileri:
- Başlangıcı fazla şekerli. Biraz rahatsız edici.
- Neredeyse hiç değişmeyen düz kokusu garibime gitti.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

26 Ocak 2012 Perşembe

Amouage – Gold Man (1983)


Amouage – Gold Man (1983) Markanın ilk erkek parfümü.

Geçtiğimiz haftalarda Amouage markasının yıldızlarından olan Jubilation XXV’i detaylı bir şekilde incelemiştim. Bu sefer sırayı Gold Man’e vermek istedim. Çünkü yine ilginç bir hikayesi varmış bu parfümün. Bende anlatanların yalancısıyım.

Kısaca hatırlatmam gerekirse Amouage, Umman merkezli ultra lüks diyebileceğimiz bir parfüm evi. Bizzat Umman sultanının talimatıyla kurulmuş ve “resmi devlet parfüm markası” dersem sanırım yanlış olmaz.

1983 yılında Umman sultanı Arap parfüm dünyasında bir devrim yapmak ister. Bunun içinde görevlendirdiği yardımcısını yanına çağırır. Kendisine Umman’daki bitki özlerini kullanarak eşi benzeri olmayan bir parfüm hazırlatmasını ister. Bunun içinde Fransa’dan ünlü burun Guy Robert çağırılır. Robert, Umman Dağları’nda erişmesi hayli zahmetli olan yerlerde yetişen gül, mür gibi çiçeklerle, Dhofar bölgesinin ender bulunan tütsüleri, yasemin, zambak, inci çiçeği, sedir ağacı, misk, silhat gibi tam 200 çeşit özü kullanarak dünyanın en pahalı parfümlerinden birini tasarlar. Robert’i de taçlandıran bu krallara layık tasarımın adını “Amouage Gold” koyarlar.

Umman sultanı, kokladığında güzelliği başını döndüren “Amouage Gold”u hiç tereddüt etmeden “Umman’ın devlet parfümü” olarak ilan eder. Bu parfüm eski Mısır’ın altın işleme sanatı kullanılarak yapılan enfes kutuların içerisine yerleştirilir ve Sultan, “Amouage Gold”u dış gezilerinde siyasi liderlere armağan olarak sunar.


Örneğin, İngiltere Prensi Charles, Umman Sultanı’nın armağanını kullanmaya kıyamamış ve şişesi 6 bin euro olan Heritage Collection'ların bulunduğu Buckingham Müzesi’ne “Kralların kokusu” adı altında sergilenmesi için bağışlamıştı. Amouage’un sadık müşterileri arasında çok sayıda kraliyet üyesi, aristokrat ve ünlü olduğu biliniyor. Peki bu kadar övgüler alan parfümün kokusu nasıl. Evet geçelim detaylara.

Gold Man, odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Pek odunsu nüanslar olmasa da çiçeksi ve misk kısmı bence de yerinde bir tanımlama olmuş. İlk sıkıldığında aslında biraz da tahmin ettiğim bir koku beni karşılıyor. Ülkemizde bu parfümü kime denetirseniz eminim açılışı için “bu hacı yağlarına benziyor” tepkisini verecektir. Başlangıç kesinlikle çok ağır, yoğun ve güçlü bir hacı yağı efektine sahip çiçekler ile gerçekleşiyor. Bildiğimiz kadın parfümlerindeki keskin pudralı çiçekler gibi. Acaba yanlışlıkla kadın versiyonunu mu deniyorum diye bir daha orjinal numunesinin üzerine bakıyorum. Hayır yanılmıyorum. Açılışı neredeyse sabunsu bir pudra halesi şeklinde yüzünüze çarpıyor. Oldukça kadınsı, modası geçmiş yaşlı kadın parfümleri gibi adeta. Zaten bu parfümle ilgili yorumlarda başlangıcı Chanel’in meşhur kadın parfümü No.5’e benzetilmiş.

Yaklaşık 2-3 saat sonra parfümün asıl karekteri ortaya çıkmaya başlıyor. O yoğun pudralı çiçeklerden eser kalmıyor. Bu sefer biraz sandal ağacı, hayvansal bir misk (muhtemelen kullanılan civet bu hissi veriyor), amber ve tütsü başrole geçiyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Gold Man’i iki bölüme ayırıyorum. İlk kısmı ağır bir pudralı-çiçeksi, kadınsı his. İkinci kısmı ise daha erkeksi amber, misk ve sandal ağacı. Bu tabiki benim yaptığım bir değerlendirme.

Gold Man’i ilk denediğinizde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşayabilirsiniz. Çünkü öylesine kadınsı, çiçeksi tarafı var ki. Bir erkek parfümü için bana bile fazla geldi. 40'lı yaşlarındaki bir kadın için uygun olabilir ama benim gibi 30'lu yaşların başındaki bir erkek için hiç de uygun değil. İkinci bölüm ise çok daha güzel, derin ve ilginç. Eğer başlangıcındaki 2-3 saatlik kısma tahammül edebilirseniz sizi güzel bir süpriz bekliyor. Parfümün en sevdiğim yeri burası. Fakat yine de hayatımın kokusu olacak kadar değil.

Tamam kabul ediyorum Gold Men lüks ve gösterişli kokuyor. Etrafa yaydığı aura sıradan bir parfümünkine hiç benzemiyor. Fakat yine de günlük kullanıma uyabilecek bir tarzı yok. Herkesin sevebileceği gibi değil. Biraz uç bir örnek. Bu parfüm bence tam da Ortadoğu’ya özgü. Oraların coğrafyaları gibi. Sanki Dubai’den fırlayıp gelmiş bir Arap gibi. Yada Suudi Arabistan kraliyet ailesinin mensubu kullansa daha uygun olabilir. Zaten şişesi 300 dolardan yüksek fiyatlara satılıyor. Bu abartılı fiyatıyla ancak çok yüksek gelir grubuna ait kişileri hedeflediği açık. Ben bu parfüme böylesi bir fiyatı hiç bir zaman vermem. Küçük bir dedikodu da vereyim. Vladimir Putin'in de Gold Man kullandığı söyleniyor. Ne kadar doğrudur bilemem.

Gold Man bir EDP olmasının hakkını fazlasıyla veriyor. Kalıcılığı çok iyi. Fakat günlerce teninizden çıkmayacak gibi de değil. Asıl bomba farkedilirlikte. Denemelerimden birinde 4 fıs kadar sıkınca adeta boğuluyordum. Çok güçlü ve yoğun bir yapısı var. Kullanırken aman dikkat edin. En fazla 3 fıs yeterli olacaktır. Mümkünse 2 fıs. Bu anlamda diğer denediğim Amouage olan Jubilation XXV'e benziyor. Fakat Gold Men'de adeta "pudra şokuna" maruz kalıyorsunuz. Sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha uygun gibi. Yazın çok boğucu olabilir. 30 yaşın altındaki arkadaşlar lütfen siz denemeyin. Çünkü size uymayacağına emin olabilirsiniz.

Artıları:
+İkinci kısımdaki kokusu çok başarılı.
+ Lüks ve gösterişli kokusu.
+ Farkedilirliği yüksek.

Eksileri:
- O nasıl bir başlangıç öyle.
- Genel beğeniye uyacak gibi değil. Denemeden almak büyük risk.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/9



23 Ocak 2012 Pazartesi

Juicy Couture – Dirty English For Men (2008)


Juicy Couture – Dirty English For Men (2008)  2012 itibariyle markanın ilk ve tek erkek parfümü.

Moda tutkunu iki arkadaşın California’da kurdukları bir marka düşünelim. 1997 yılında ortaya çıkan bu fikir, günlük kullanıma uygun kıyafet tasarımları ile gelişsin. Asıl öne çıkmaları ise Madonna’nın onların kıyafetlerini giydiğini söylemesi ile doruk noktasına çıksın. Amerika’nın önemli markalarından Liz Claiborne onları bünyesine katsın. Büyük pazarlama ağı ile bugün sadece Kuzey Amerika’da 100’den fazla noktada ürünleri satılsın. Ve bütün bunlar 15 yılda olsun.

Artık dev bir pazarlama makinesi haline gelen Amerikan sisteminden çıkan yeni sayılabilecek bir marka Juicy Couture. Farklı ve yaratıcı tasarımları ile bir çok kişinin ilgisini çekmeyi başarıyorlar. Ayrıca mücevher, el çantaları, ayakkabı, aksesuvar ve güneş gözlükleri dahil bir çok alanda ürünler vermekteler. Tabiki bizi ilgilendiren kısmı çıkardıkları parfümler.

Gördüğüm kadarıyla markanın sadece bir tane erkek parfümü var. O da bugünkü konuğum. Dirty English hem ilginç ismi hem de havalı şişesi ile dikkat çekiyor. Bakalım içindeki sıvı nasıl.

Tarz olarak odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Pek yanlış sayılmaz bu tanımlama. Parfümün başlangıcı keskin sayılabilecek bir turunçgil ile gerçekleşiyor. Çok basit hatta ucuz kokan bir tarzda diyebilirim rahatlıkla. Açık parfümcülerde rastlanacak cinsten sanki. Açılışını sevmedim. Bir süre sonra orta notalara geliniyor. Ucuz kokan turunçgillere çok yapay baharatlar ekleniyor. Fakat yapaylık rahatsız edici seviyede. Son olarak da yine o metalik turunçgil benzeri koku eşliğinde yapay odunsu notalar. Muhtemelen sedir. Böylece de tende ayrılıyor. Yani özetle: Yapay turunçgil, yapay sıcak baharatlar ve yapay odunsu notalar.

Dirty English son zamanlarda denediğim en başarısız parfümlerden birisi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Başlangıcındaki o metalik ve yapay turunçgil hiç hoş değil. Hele ki o yapay sedir notasına tahammül edemedim bir türlü. Sanırım bu parfümde yoğun bir ISO E Super sentetik elementi kullanılmış. Kokusu çok andırıyor. Gördüğüm kadarıyla gençlerin kullanımına yönelik aromatik odunsu bir parfüm tasarlamak istemişler. Fakat bence hiç de iç açıcı bir sonuç çıkmamış. Bazı yorumlarda Gucci Pour Homme’a benzetmişler. Evet sedir notası biraz andırıyor. Ama Gucci Pour Homme’un yanında Dirty English çocuk oyuncağı gibi kalır. Ne kalite ne de koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’un yanına yaklaşamaz. Bu çok açık. Ancak kötü bir “benzeri” olabilir. Parfümün tasarımını ise Claude Dir isimli pek parlak işlere imza atamamış bir arkadaş yapmış. Pek tavsiye etmem. Denemeden almayın derim.

Kalıcılığı fena değil. Hatta parfümün tek olumlu yanı diyebilirim. Farkedilirliği başlarda iyi gibiyken daha sonraları tene yakın kalıyor. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye edebilirim. Sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha yakın.

Artıları:
+ Alt notaları idare eder.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Başından sonuna hissedilen vasat kalitesi ve yapaylık bir süre sonra baş ağrısı yapmaya başlıyor.
- Kötü bir Gucci Pour Homme denemesi.
   
Koku Güzelliği:10/4   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5


20 Ocak 2012 Cuma

Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit (1988)


Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit (1988)

Bugün size başarılı bir iş adamı ve parfüm sever olan Jean-François Laporte'nin kurucusu olduğu Maître Parfumeur et Gantier'in sevilen parfümlerinden olan Parfum d'Habit'ten bahsedeceğim. 1988 yılında kurulduğunda yüksek standartlarda parfümler üreten bir niche parfüm evi olarak yola çıktı. Jean-François Laporte aynı zamanda ünlü niche parfüm evi L'Artisan Parfumeur'un da kurucusu. Fakat ne yazık ki 2011 yılının kasım ayında hayata gözlerini yummuş. Niche parfümcülüğün en önemli isimlerinden birisi hatta babası bile diyebiliriz kendisi için. Nedenine gelirsek.

Jean-François Laporte, 1976 yılında L'Artisan Parfumeur'u kurduğunda aslında çok önemli bir adım atmıştı. Kabul edilen en eski niche parfüm evini hayata geçirmişti çünkü. Yani parfüm dünyasında bir devrim yapmıştı. 1978 yılında piyasaya sürdüğü Mure et Musc ile dünya çapında bir şöhrete ve saygıya kavuştu L'Artisan Parfumeur. Hala markanın en çok satanlarından bu kokusu.

Eserlerinde yüksek kalitede materyal kullanımı, işin içine biraz da sanatsal yan katması ve benzersiz parfümler üretmeye çalışmasıyla arkasından gelecek olanlara da önemli bir kapı açmıştı. Jean-François Laporte 1988 yılında Maître Parfumeur et Gantier isimli başka bir niche parfüm evini kurdu. Buradaki amacı ise 17. ve 18. yüzyıla göndermeler yapan egzotik kokular ortaya çıkarmaktı. L'Artisan Parfumeur kadar ismi duyulmasa ve popüler olmasa da Maître Parfumeur et Gantier'in yurtdışında sıkı takipçileri olduğunu düşünüyorum. Özellikle Bois de Turquie, Ambre Precieux, Jardin du Nil, Bahiana, Eau des Iles en ilgi çeken parfümleri olarak sıralanabilir.

Bugün inceleyeceğim Parfum d'Habit, markanın "Les Caprices du Dandy" serisine ait parfümlerinden. Fragrantica’da odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında ise küçük çaplı bir şok yaşatıyor insana. Biraz hayvansı ve karanlık bir deri ile size merhaba diyor. Çok fazla örneğine rastlanabilecek bir koku değil üst notaları. Biraz ayakkabı boyalarına benziyor. Sevmesi ve kabul etmesi zor. Bu tuhaf açılıştan sonra neyseki o deri biraz yumuşuyor ve aromatik denilebilecek odunsu notalar imdada yetişiyor. Evet bu kısım kesinlikle daha sevilebilir. Fakat o karanlık derinin hakimiyeti hala hissediliyor. Alt notalara gelindiğinde ise parfümün en güzel yeri başlıyor geç de olsa. Biraz silhat, biraz deri ve sandal ağacı kombinasyonu çok başarılı. En sevdiğim yeri bu kısım diyebilirim. Fakat alt notalarına gelindiğinde etkisi oldukça azalıyor. Böylece tenden ayrılıyor.

Şuna eminim ki Parfum d’Habit bence tam bir deri parfümü. Hatta derinin farklı kombinasyonlarla nasıl sunulacağını ders gibi gösteriyor. Genel olarak kokusu çok değişmiyor. Notalar arası geçiş gayet uyumlu. Fakat ah o başlangıcı! İlk sıkıldığında üzerinize hücum eden hayvansı deri akıldan çıkacak gibi değil. Böylesi bir hisse daha önce Givenchy – Gentleman ve L’Artisan – Dzing!’de kapılmıştım. Üst notalara sabredebilirseniz daha sonrasında kaliteli bir deri parfümü sizi bekliyor. Fakat orta notaları bile çok kişinin sevebileceği gibi değil. Yani aslına bakılırsa Parfum d’Habit günlük kullanıma çok uygun bir eser değil. Sanki uç bir deri parfümü gibi.

Geneline baktığımda oldukça erkeksi bir yapıda. Fakat öyle 1980’lerin şipreleri gibi değil. Onların daha dizginlenip modernleştirilmiş hali gibi. Yine de benim için biraz fazla. Tavsiye eder miyim? Tabiki hayır. Ama bu tür tuhaf, karanlık ve deneysel bir deri parfümü ilgimi çeker diyorsanız hiç durmayın. Fakat yüksek fiyatı sebebiyle denemeden almak çok büyük risk. Benden söylemesi.

Kalıcılığı tenimde gayet iyi. Bu anlamda niche parfüm olduğunu ilan eder gibi. Farkedilirliği başlarda yüksek. Hatta kabus gibi. Neyseki orta notalardan itibaren makul seviyelere geliyor. 30-35 yaş ve üzeri erkeklere daha çok uyacak gibi. 20’li yaşlardaki erkeklerde sırıtacak bir hali var. Sonbahar-kış kullanımı için uygun.

Artıları:
+ Alt notalardaki sandal ağacı ve deri birlikteliği çok güzel.

Eksileri
- Başlangıcındaki o kokuya tahammül etmek zor.
- Günlük kullanıma uymayacak yapıda. Herkesin sevebileceği gibi değil.
- Fiyatı yüksek ve bulması zor.

Koku Güzelliği:10/6  Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/7

17 Ocak 2012 Salı

Calvin Klein – Obsession For Men (1986)


Calvin Klein – Obsession For Men (1986) Markanın eski ve başarılı parfümü.

Hangimizin ön yargıları yoktur ki. Yaşadığımız çevredeki insanların önyargılarına kapılırız bazen. Yada hiç bilmediğimiz konularda ahkam kesmeye kalkarız. Doğru yada yanlış mı pek düşünmeyiz üstelik. Çünkü insanın varoluşsal tepkilerinden birisi bile olabilir önyargı. Bir çoğumuz kendimizi bu klişelere kaptırıyoruz.

Örneğin bir araba markasına birçok kişi “kötü” derse hemen zihnimizde bir olumsuzluk oluşuyor. Yada bir ayakkabı çok övgüler alınca ona ulaşmak istiyoruz. Bize olumlu bir motivasyon oluyor. Aynı şeyi kuşkusuz parfümler içinde uyarlayabiliriz.

Çoğu zaman verdiğimiz kararlar zihnimizdeki doğru-yanlış algılarına göre şekillenmiyor mu? Buradan hayatımızla ilgili aldığımız büyük kararlardan bahsetmiyorum sadece. Bir parfüm almak bile sonuçta verdiğimiz bir karardır. Ve bu parfümü alırken kafamızda oluşturduğumuz şablonlar ister istemez devreye girer.

Açık olmam gerekirse benim Calvin Klein markasının parfümleri hakkında hep bir önyargım vardı. Özellikle son yıllarda çok fazla ve hiçbir anlamı olmayan parfümler piyasaya sürmesi tabiki eleştirilecek bir durum. Kaliteye ve işin yaratım kısmına önem vermeyip, tamamen ticari kaygılarla “piyasa işi” parfümler çıkaran bir markaya dönüşüyor bana göre. “Ne kadar çok satarsam o kadar iyi” mantığı ağır basıyor anladığım kadarıyla.

Fakat son günlerde test ettiğim Calvin Klein’in piyasaya sürdüğü üçüncü parfümü olan Obsession For Men beni çok şaşırttı. Zaten böyle giderse “Ne varsa eskilerde var” sözünün doğru olduğunu kabullenmeye başlayacağım. Lafı uzatmadan ne demek istediğime geçeyim.

Obsession For Men odunsu-oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümümüzün başlangıcı biraz turunçgil ve bolca otsu (herbal denilen) notalar ile gerçekleşiyor. İlk anlarda 1980’li yılların bir kokusunu kullandığımı anlıyorum. Bu kısım çoğu kişi için “eski” gibi gelebilir. Evet kabul ediyorum ki günümüzün parfüm trendlerine pek benzemiyor. Ben eskiden ziyade “olgun” demeyi tercih ediyorum.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aromatik otlara baharatlar ekleniyor. Ağırlık tarçın da diyebilirim. Bu kısımda parfüm hissedilir derecede tatlılaşıyor. Orta notalarını çok beğendim. Şık ve etkileyici.

Alt notalarında ise bu sefer devreye vanilya, biraz amber ve tatlı misk giriyor. Bu kısım da oldukça tatlı. Alt notalar da gayet başarılı. Yapaylık hissedilmeyen güzel bir son. Yani özetle: Aromatik otlar, baharatlar, vanilya ve misk. Bu elementler içinizi baymayan bir tatlılık ile harman edilmiş. Sonuç olarak çok güzel bir koku ortaya çıkmış. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Şuna emin olabilirsiniz ki şaşkınım. Calvin Klein markasından bu kadar başarılı bir parfüm beklemiyordum dersem yalan olmaz. Zengin, detaylı hatta seksi bir kokusu var Obsession For Men’in. Şimdi bu parfümün neden yıllardır “en çok satanlardan” olduğunu anlıyorum. Kokusu adeta zamana meydan okur gibi. Kimileri biraz “modası geçmiş” bulabilir. Ama bence yaşı 30’un üzerinde olan erkekler için denediğim en iyi seçeneklerden birisi.

1980’lerin sert ve giymesi zor klasiklerine (Chanel – Antaeus, YSL – Kouros, Azzaro Pour Homme vb.) bakarak bir çok kişinin rahatlıkla sevebileceği bir yapıda. Ayarında kullanılmış tatlılık, baharatlar ve aromatik otlar ile çok iyi kombine edilmiş. Anlaşılan Calvin Klein bu parfümün üzerinde oldukça çalışmış. Aceleye getirmemiş. Emek harcamış. Tabi ortaya da gayet güzel bir parfüm çıkmış. Ben genel olarak çok sevdim. Hatta genel karekter açısından biraz Caron – The Third Man’a benzettim. Özellikle alt notalarında. Acaba bir yıl önce çıkan The Third Men’den “esinlenme” söz konusu mu bilemiyorum. Ama 1986 yılındaki piyasaya sürülen Hermes – Bel Ami, Zino Davidoff ve Givenchy – Xeryus gibi dişli rakipleri olduğunu belirtmeliyim. Ayrıca Obsession For Men piyasaya çıkmasının bir yıl ertesinde 1987 yılında FIFI tarafından “En iyi parfüm” seçilmiş. Fena da bir seçim olmamış açıkçası. Parfümün yaratıcısı olarak Bob Slattery ismi görünüyor. Daha önce hiç duymadım ismini.

Kalıcılık olarak da gayet iyi bir yerde. Tenimde 12 saatten fazla rahatlıkla kokusunu alabiliyorum. Farkedilirliği fena değil. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. Benim tavsiyem 30-35 yaş üzeri erkeklerin kullanması. Genç arkadaşlar değerini pek bilemeyebilir.  

Artıları:
+ Orta ve alt notaları çok güzel.
+ Aromatik otlar, baharatlar ve vanilyanın çok güzel bir kombinasyonu.
+ Belli bir yaşın üzerindeki erkekler için mutlaka denenmesi gereken bir seçenek.

Eksileri:
- Başlangıcı herkesin hoşuna gidebilecek gibi değil.
- Genel yapı olarak çok “modern” bir kokusu yok.    

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/7

14 Ocak 2012 Cumartesi

Divine – L’Homme Sage (2005)


Divine – L’Homme Sage (2005) Markanın en bilinen parfümü.

Bu soğuk kış gününde sizi Fransa’nın deniz kenarı bölgelerinden olan Brittany’e götürsem sanırım hayır demezsiniz. 4.5 milyon civarı nüfusu olan bu bölge, Fransa’nın kuzey batısında bir çıkıntı gibi önündeki koca okyanusa meydan okuyor sanki.

Brittany’den Yvon Mouchel isimli bir adam çıkıyor ve biraz klişe bir cümle gibi olsa da hayallerinin peşinden gitmeye karar veriyor. Belki de birçoğumuzun yapmak istediği ama cesaret edemediği şey bu. İlk önce küçücük bir dükkanda başlıyor parfüm işine. Bugün ise Fransa’nın önemli şehirlerinde kendi ismiyle butikler açmış. Avrupa’nın bir çok şehrindeki lüks mağazalarda satılan niche parfüm evine dönüşmüş durumda. "Harika bir parfüm sanat eseridir" diyecek kadar da işine saygı duyuyor.

Divine pazarlamaya çok ağırlık veren bir marka gibi durmuyor. Pek öyle sansasyonel işler yapmadan ilerlemeyi seviyor. Marka sadece dokuz  parfüme sahip. İlk parfümünü markanın kuruluş yılı olan 1986 yılında çıkarıyor. Divine isimli bu parfüm kadın kullanımı için üretilmiş. Bugün inceleyeceğim L’Homme Sage parfüm platformlarında en çok ismi geçen ve övgüler alan kokusu. İsminin anlamı “Akıllı/Bilge Adam” demekmiş. Geçelim detaylara artık.

L’Homme Sage odunsu şipre olarak sınıflandırılmış. Odunsu kısmına katılabilirim ama şipre kısmı konusunda biraz tereddütüm var. İlk sıkıldığında tatlı kırmızı meyveler ve baharatlar sizi karşılıyor. Modern ve güzel sayılabilecek bir başlangıç. Kısa süre sonra orta notalara geçiliyor. Meyveler geri çekilirken baharatlara deri eşlik etmeye başlıyor. Bence parfümün ana teması odunsularla birlikte deri. Yumuşak ve plastiğimsi bir deri. Biraz yapaylık hissediyorum. Hafiften rahatsız ediyor bu kısmı. Fakat kötü haber şu ki, orta notalar çok uzun bir süre etkisini kaybetmiyor. Bu durum da benim parfümden biraz soğumama yol açıyor.

Alt notalarında ise neyseki o plastiğimsi karanlık deri kokusu azalırken, tatlı odunsular ve tütsü başrole geçiyor. Böylece de sona eriyor. Bu kısım gayet güzel. Fakat fazla hissedemiyorsunuz alt notaları. Etkisi oldukça azalıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

İnternette rastladığım bir söyleşisinde tütsü kokusu ile ilgili şunları söylemiş Yvon Mouchel:

"Odunsu ve baharatlı kokuları çok severim. Amber ve tütsü kokularına olan sevgimi Katolik dinine bağlı olmam ile açıklayabilirim."  Tabiki burada  kiliselerde yakılan tütsülere bir gönderme yapıyor. Koku hafızasının kökenlerinden bahsediyor muhtemelen. Fakat yine de L’Homme Sage’yi orta notalarındaki karanlık ve plastiğimsi deri kullanımı yüzünden bir türlü sevemedim. Beni kendisine bağlayamadı. İlgimi çekemedi. Belki de beklentim çok fazlaydı.

Yine de eğer tatlı, biraz karanlık deri-tütsü kombinasyonu arıyorsanız bir şans verebilirsiniz. Siz belki de beğenirsiniz. Ama pek bana gore değil ne yazık ki. L’Homme Sage’yi Comme des Garçons içinde parfümler tasarlayan Yann Vasnier yaratmış.

Kalıcılığı EDP olmasının da etkisiyle gayet başarılı. Farkedilirliği ortalamanın altında kalıyor. Kıyafet üzerinde biraz daha fazla kendisini gösterebiliyor. Genel olarak erkeksi bir yapıda olduğunu söyleyebilirim. Biraz olgun yaş istiyor kullanmak için. 30-35 yaş üzeri erkeklere daha çok yakışacağını düşünüyorum. Tam bir sonbahar-kış parfümü.

Artıları:
+ Açılışı ve alt notaları fena değil.
+ Modern ve beyefendi tarzıyla öne çıkıyor.
+ Kalıcılığı çok iyi.

Eksileri:
- Orta notlarındaki o deri kullanımını bir türlü sevemedim.
- Farkedilirliği pek tatmin edici değil.
- Fiyatı pahalı ve bulması zor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/5



11 Ocak 2012 Çarşamba

Ralph Lauren – Polo Crest (1991)


Ralph Lauren – Polo Crest (1991) Markanın pek bilinmeyen erkeksi parfümlerinden.

Sonunda! İlk kar taneleri gökyüzünden yavaş yavaş süzülüyor. Sabah kalktığınızda camdan bakınca her yerin bembeyaz olması ne kadar garip. Beyaz örtü adeta her şeyin üzerini usulca kaplıyor. Sanki bütün çirkinliklerin üzerini örtüyor. En hoşuma gideni de dışarı çıktığınızda etrafın derin bir sessizliğe bürünmesi. Ne trafik gürültüsü, ne korna sesi… Sanki hayat durmuş gibi.

Böylesine güzel bir günde Ralph Lauren’in eskilerde kalmış bir parfümü konuğum olacak. Ne yazık ki günümüzde artık parfüm üreticilerinin peynir ekmek gibi parfüm piyasaya sürdüklerini görüyoruz. Bu kadar sanayileşen bir sektörde doğal olarak şirketlerin kar oranları ve satış rakamları daha çok öne çıkıyor. İnsanın yerini yavaş yavaş istatistik biliminin temeli olan sayılar, rakamlar ve oranlar alıyor. Bir şeyin güzel, kaliteli, ilginç olmasından ziyade satışları yada reytingine bakılıyor. İnsanların genel beğenilerine uygun ürünler çıkarılıyor. Riski az olan.

Bu ekonomik sistemden parfüm sektörü de nasibini alıyor doğal olarak. Yeni parfümler artık birbirine çok benziyor. Özellikle 2000’li yılların bu anlamda bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Artık parfümlerde tatlı, baharatlı, vanilyalı, çikolatalı kokuları bolca duyuyoruz. Bu trend daha ne kadar sürer kestirmek zor. Fakat 1980’li yıllarda durum hiç de böyle değildi.

Ara sıra “eski kafa” yada “sert erkeksi” gibi terimler kullanıyorum parfümleri incelerken. Burada anlatmak istediğim o zamanların koku karekterini ve parfüm tredleri içinde değerlendirmek doğru olacaktır. Mesela Polo Crest.

1990’ların başında üretilmesine rağmen tam bir 1980 ve daha öncesinin erkeksi parfümlerinin bir örneği. Hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki Polo Crest tam bir şipre. Zaten şişesinin rengi bile bize ipuçu veriyor. Bu parfümü ikiye ayırabilirim. İlk bölüm, başlangıcındaki çok garip otsu notalar ve biraz da bergamot. İkinci kısım ise çam ağacı, deri ve silhat (paçuli) ile harmanlanan ana aktörler. Belirtmem gereken bir not ise zerre kadar tatlılık barındırmayan tarzda.

Polo Crest’in başlangıcı açıkçası hiç bana göre değil. Hatta deneyen bir çok kişinin çok sevebileceği gibi de değil. Keskin ve buruk otsular eskilerden fırlayıp gelmiş sinema karekterleri gibi. Başlangıcını hiç sevmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten bu eski parfümlerin açılışları neden bu kadar sevmesi zor olur ki. Fakat bir süre sonra orta notalardan itibaren çam ağacı, deri ve silhat başrole geçince işin rengi değişiyor. Bu kısım gayet güzel. Tam da bu noktada biryerden hatırlıyorum diye düşünüyorum burnuma gelen kokuyu. Evet markanın diğer önemli parfümü Polo Classic’e (Yeşil şişe) oldukça benzediğini fark ediyorum. Özellikle çam ağacı kısmı bana bu hissi veriyor muhtemelen. Polo Classic daha temiz, net ve yumuşak kokan bir yapıdayken Polo Crest onun biraz kirli ve eski kokan hali gibi. Eğer Polo Classic’i seviyorsanız Polo Crest’i de seversiniz.

Polo Crest üretimi durdurulmuş bir parfüm. Onun için artık bulmak çok zor. Belki ebay’den alınabilir. Orada da neredeyse niche parfüm fiyatına satılıyor çok az bulunan bir parfüm olduğu için. Yani demek istediğim Polo Crest’e böylesi yüksek fiyatlar vermeye gerek yok. Polo Classic yada Polo Modern Reserve  hem günlük kullanıma daha uygun hemde her yerde bulabilmek sorun olmayacaktır.

Polo Crest’in kalıcılığı çok iyi diyemem. Farkedilirliği ilk sıkıldığında yüksekken hemen sonra tene yakın bir hale geliyor. Pek kendisini gösteremiyor. 35 yaş ve üzerindeki erkeklere daha çok uyacaktır. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak fena olmayacaktır.

Artıları:
+ Eğer erkeksi ve 1980’lerin şiprelerini seviyorsanız Polo Crest tam size göre.
+ Belli bir kalitenin üzerindeki rafine kokusu.
+ Sonlara doğru gayet güzel bir hale geliyor.

Eksileri:
- Günümüze çok uzak tarzı ile herkesin sevebileceği gibi değil.
- Başlangıcı küçük çaplı bir şok yaşatabilir.
- Bulması çok zor ve çok pahalı.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

8 Ocak 2012 Pazar

Serge Lutens – Feminite du Bois (2009)


Serge Lutens – Feminite du Bois (2009) Markanın en sevilen kadın parfümlerinden.

Bir kadın ne ister? Günümüzün popüler kültüründe bolca işlenen bir soru olduğunun farkındayım. Gerek görsel sanat gerekse edebiyat alanında duymaya alışıyoruz bu soruyu. Acaba gerçekten önemsiyormuyuz kadınların ne istediklerini. Yoksa dev bir makine hale gelmiş piyasa ekonomisi buradan da güzel paralar kazanıyor olmasın. O zaman bu soruya kendimce bir ekleme yapayım. Bir kadın gerçekten ne ister?

Şu genç yaşımda büyük büyük ve iddialı laflar söyleyecek veya ahkam kesecek değilim. Fakat bildiğim bir şey var ki kadınlar bir çok şeyi aynı anda isterler. Belki de bu isteklerin en başında gelenlerden birisi “kendisini özel hissetmek”.

Kadınların bu “özel hissetme” isteğini en iyi analiz edip, çözenler kuşkusuz modacılar ve kozmetik sektörü. Oluşturmaya çalıştıkları trendler ve sürekli kendilerini yenileme çabaları ile en büyük tüketici grubu olan kadınların ilgisini çekmeye çalışırlar. Bir marka bunu ne kadar başarırsa ismi ve şöhreti o kadar büyür. Hele ki bir şey kadınlar için “arzu nesnesi” haline gelmesin. Bu kimi zaman artık bir çok kadında sahtesini görmeye alıştığımız Louis Vuitton marka bir çanta ya da De Beers’den bir pırlanta yüzük olabilir. Hatta Ankara’nın meşhur “piyasa yapma” sokaklarından 7. Cadde’deki Mango mağazasında kendinden geçmiş bir şekilde alışveriş yapan ve neredeyse bir kazak için birbiriyle kavga edecek hale gelen kadınlar bir erkek olarak çok şaşırdığım şeyler değil.

Peki bir kadının kendisini “özel hissedeceği” bir parfüm nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabı kısaca Chanel – No.5 olarak da cevaplanabilir. Fakat 1992 yılında dünyanın en eski kozmetik markası olan Shiseido, Feminite du Bois isimli bir parfüm çıkarır. (Aşağıdaki resim) Şişesi bile kadın vücudundaki kıvrımlara benzetilen bu parfüm büyük bir sükse yaratır. İsminin anlamı “Ağacın dişiliği yada ahşabın kadınsılığı” olarak çevirilebilecek bu koku, kadınların çok sevdiği bir arkadaşa dönüşür. Shiseido’nun artık üretimini durdurduğu bu esere niche parfümcülüğün önemli ismi Serge Lutens sahip çıkar. Ve 2009 yılında kendi markası ve yeni şişesi ile tekrardan piyasaya sürer. Tabiki ilk formulünü biraz da değiştirir. Onu yeniden yorumlar.

Bugün inceleyeceğim Feminite du Bois 2009 yılı yeni versiyonu. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığınızda hafif kadınsı meyveler size merhaba diyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. İşte orada! Şeftali parfümün başlangıcının en öne çıkan öğesi. Biraz pudralı bir his de yok değil. Bir süre sonra o meyveli kokuya çok değişmeden yine hafif tatlı çiçekler ekleniyor. Muhtemelen menekşe. Bu kısımda kadınsılık biraz daha artıyor. Pudralı his aynen burada da devam ediyor. Son olarak da hafif, yumuşak tatlı odunsular ile son buluyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, kadınsı pudralı çiçekler ve yumuşak odunsu notalar.

Tam bu noktada Serge Lutens’in bir söyleşisinde bizzat kendisinin Feminite du Bois için söylediklerine bir bakalım. Kendi parfümünü nasıl tanımlamış:

“Feminite de Bois bir parfümdür evet ama bundan daha öte birşeydir. Parfümcülüğü kavramada yeni bir yoldur. FdB'den sonra söylemeliyim ki parfümler aynı şekilde üretilmemeye başlandı. Koku konseptini sarsmıştır.

                                                       Markanın yaratıcısı Serge Lutens

Tüm bunlardan sonra parfüm nedir? Uyumsuzlukla birlikte kendi içinde bir harmonidir. Ben neredeyse çevremdeki herşeyle uyumsuzumdur. Burada benim ve diğer insanların duygularını uyumlu hale getirme çabam var. Yani benim akor etme şeklim diğer bir deyişle, yeni bir değer verebilmek için bana saçma gelen, eski moda veya kaba şeyleri değiştirip, anahtar özleri kullanıp, onu saf bir sihire dönüştürüp iyi olmasını sağladım. Tıpkı bir roman gibi veya kendi portreniz gibi. ilk seferi gizli ve örtülüdür. Söylemeliyim ki (formülasyonu) değiştirilmiştir. İlk yaratım (Shiseido versiyonu) değiştirilmiştir. Ve bu sefer ise soyunmuş haldedir. Küçük ve yassı şişenin (Serge Lutens versiyonu) içinde onu tamamen açığa çıkardım. FdB gerçek FdB haline geldi, kendine döndü. Kendi rengi, aroması, etiketi ile sadeliği en doğru şekilde sunuldu. Yanlış veya kötü bir şişeye gerek yoktu. O çıplak şişesinin içinde çırılçıplak, aynen olduğu gibi.

Sedirin açıkça anahtar olduğu, üzeri örtülmemiş, korunmamış ama dönüştürülmüş. Dönüştürülmüş kelimesini sevmiyorum. Diyebilirim ki isnat edilene karşı duran. Tıpkı mahkemedeki bir insan gibi itham edilmiş. FdB itham edilmiştir. Ağaç itham edilmiştir. Ağaç ithama karşı duruyor. Diğer bir deyişle ben bir hakimim ve suçlu ile aşk yaşıyorum. Bu yüzden sahip olmalısınız. Ne eksik ne fazla. FdB işte budur. Hakim ile suçlunun aşkı. Bu benim...”

Serge Lutens’in bu ilginç sözleri için bir şey demeye gerek yok. Zaten gayet açık anlattıkları. Fakat şunu söyleyebilirim ki, Feminite du Bois’in ününü bir parfüm sever olarak duymamak imkansız. Neredeyse parfümlerle ilgili bütün bloglarda hakkında bir şeyler yazılmış, anlatılmış veya tartışılmış. Bunun için de uzun zamandır oldukça merak ettiğim bir parfümdü. Öncelikle benim pek sevmediğim bir ayrım olan kadın-erkek parfüm ikilemine hiç girmeden söyleyebilirim ki bu kadınların kullanımına çok daha yakın bir parfüm. Gerek başlardaki meyveler ve gerekse çiçekler, ayarında bir pudra ile harmanlanmış. Günümüzün modern parfümlerinde artık olmazsa olmaz olan tatlılık çok değilse de yine de hissedilir derece var. Şöyle bir geneline baktığımda ise minimalist bir parfümle karşı karşıyayız diyebilirim. Basit sayılabilecek bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon. Kötü mü? Kesinlikle değil. Fakat muhteşem mi hiç sanmıyorum.

Feminite du Bois, bir çok kişinin sevebileceği parfümlerden birisi. Temiz, uyumsuzluk hissedilmeyen ve çok yumuşak bir yapıda. İpeğin teninize verdiği o his gibi. Kibar, romantik, buğulu ve kadınsı. Bu parfümü eğer bir renk ile tanımlamam gerekseydi kesinlikle pembeye benzetirdim. Ayrıca genellikle erkek parfümlerinde kullanılan sedir notasının bolca kullanıldığı az sayıda kadın parfümünden birisiymiş.

Biraz da gelelim pek hoşuma gitmeyen taraflarına. İlk olarak çok düz bir kokusu var. Yani neredeyse başından sonuna kadar hiç değişmiyor. Böylesi yüksek fiyata satılan bir niche parfümden çok daha kompleks bir yapı beklemek sanırım hakkımız. İkinci olarak tamam kokusu güzel. Ama hayatınızın parfümü olacak kadar da özel değil. Biraz sıradan bir meyveli-çiçeksi kombinasyon olduğunu düşünüyorum. Üçüncü olarak da o kadar yumuşak ve hafif ki kokusu teninizden uçana kadar kokusu almakta zorlanıyorsunuz. Çok çekingen ve tene yakın kalıyor.   

Kalıcılığı diğer Serge Lutensler kadar olmasa da fena değil. Fakat Chergui ve Ambre Sultan gibi yoğun ve güçlü parfümler düşünüldüğünde farkedilirliği silik kalıyor. Keşke daha iyi olsaymış. Kadın kullanımına daha yakın. 25 yaş ve üzeri kadınlara gayet yakışacaktır.

Artıları:
+ Deneyen bir çok kişinin sevebileceği kokusu.
+ Eğer şık ve kibar bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon arıyorsanız güzel bir seçenek.

Eksileri:
- Çok düz çizgide devam eden kokusu. Hiçbir sürpriz yok. Şaşırtma yok. Çok basit.
- O nasıl bir zayıf farkedilirliktir öyle. Kolunuzu burnunuza yaklaştırmadan kokusunu almanız zor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/4

5 Ocak 2012 Perşembe

Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)


Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Merhabalar sevgili parfüm severler. Yada güzel koku avcıları mı demeliydim. Belki de parfümlerin sihirli dünyasının esirleri. Güzel kokunun peşinden gitmeye and içmiş sarhoşlar mıyız diye düşünüyorum bazen. Hatta daha genele yayarsak yaşadığımız hayat aslında bir hayal dünyasından mı ibaret? Bu  felsefe kokan soruları yine bir başka yazıya bırakalım. Şimdi biraz sinemadan bahsetmeye ne dersiniz? Çünkü bugünkü parfümümüzün ucundan da olsa sinema ile bağlantısı var. Şöyleki…

 İngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden Carol Reed’in 1949 yılında çektiği bir film. Başrolünde ünlü Amerikalı oyuncu, yönetmen, yazar ve yapımcı Orson Welles’in oynadığı ve ikinci dünya savaşı sonrasındaki Viyana’nın halini anlatan bir film. Ama önce filmin başrol oyuncusu ve çok ilginç bir insan olan  Orson Welles’den bahsetmek istiyorum.

George Orson Welles 1915 yılında Amerika’da doğmuş. 2 yaşında yetişkin bir insan olarak konuşabiliyormuş. 3 yaşından itibaren okumayı tamamen öğrenmiş. 5 yaşındayken Shakespeare’in oyunlarını ezberliyormuş. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış. Annesini 9 yaşında, babasını ise henüz 15 yaşındayken kaybediyor. Daha sonrasında ise tiyatro, televizyon ve radyo alanlarında yarattığı eserler ile 20. yüzyılın sanat hayatına önemli katkılarda bulunuyor.

Böylesine dolu dolu ve ilginç bir hayat hikayesini okuduğumda  büyük bir dahi olmanın Allah vergisi bir şey olduğunu hissediyorum. Oysa birde kendimin veya etrafımdakilerin yaşamlarına bakıyorum. Ne kadar sıradan ve heyecansız. Bilmiyorum sizde benim gibi mi düşünüyorsunuz.

                                                Orson Welles'in The Third Man filminden bir sahne.

Orson Welles’in oynadığı bu kült filmin ismini sanırım tahmin etmişsinizdir. “The Third Man” filmi İngiliz sineması için ne kadar önemliyse, Caron’un The Third Man isimli parfümü ise bizim için böylesine önemli olmalı. Evet bir sinema filminden esinlenilmiş ismiyle ve konseptiyle karşımızda bir parfüm klasiği var. Bir parfümün geri planında böylesine bir sanatsal etkilenme olması, eski parfüm üreticilerinin yaptıkları işe ne kadar saygı duyduklarını gösteriyor bize. Hatta tasarladıkları parfümleri bir sanat eseri olarak bile görüyorlardı belki de.

Önceki haftalarda Caron Pour Un Homme’u incelemiştim. Şimdiyse sırada The Third Man var. Bazı yerlerde parfümün Fransızca ismi olan Le Troisieme Homme olarak da geçiyor. Şişesinin üzerinde ise Le 3’Homme olarak yazılmış. Yani hepsi aynı parfüm.

Tarz olarak fragrantica’da aromatik-odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında The Third Man karekterini hemen belli ediyor. 1980’lerin parfümlerine yakın sert, kuru ve keskin bir başlangıcı var. Bergamot ve lavanta başrolde. Biraz da limon. Çok şık ve nefis bir açılış. Biraz “eski” kokuyor. Haberiniz olsun.

Orta notalara doğru bergamot geri çekilirken lavanta biraz daha ağırlığını koyuyor. Bu andan itibaren çok erkeksi bir yasemin de devreye giriyor. Biraz da aromatik otlar. Hafiften karanfil. Bu kısım parfümün en zengin harmanlı yeri. Biraz maço, biraz da olgun erkek kokusu adeta. Orta notalar herkesin sevebileceği gibi olmasa da bence gayet kabul edilebilir. Çünkü sonuçta 1980’li yılların güçlü, erkeksi ve sert parfümlerinin bir örneği.

Alt notalarında ise yine oldukça değişiyor kokusu. Bu sefer çok tatlı bir misk, biraz vanilya ve odunsu notalar ile tam bir konfor kokusuna dönüşüyor. Beni şaşırtan şey alt notalarının bu kadar tatlı olması. Böylesi bir “eski kafa” olgun erkek parfümünde çok rastladığım bir durum değil. Belki geçirdiği reformulasyondan sonra böyle olmuştur. İlgimi çeken bir durum ise orta notalardan itibaren hafiften bir hayvansal his var. Bu da muhtemelen miskten kaynaklanıyor.   

The Third Man, tam bir 1980’ler parfümü. Bol lavantalı, aromatik otsu tarzıyla eskilerden fırlayıp gelmiş gibi. Lüks, şık, olgun ve kendinden emin. Benim tarzım bu isteyen gelsin der gibi. Bu tip eski kafa parfümleri çok seven birisi değilim. Fakat The Third Man’e hayran olmaktan kendimi alamadım. Bu kadar güzel bir harman karşısında saygıyla eğilmekten başka bir şansım yok. Bir parfüme 150-300 dolar vermeden nasıl lüks ve elegant kokarım diyorsanız doğru adres burası. Başından sonuna kadar çok güzel düşünülmüş, tasarlanmış ve emek harcanmış bir eser.

Eğer sizde günümüzün 3-4 yılda unutulup giden, bolca pazarlama ile şişirilen parfümlerinden bıktıysanız The Third Man sizi bekliyor. Yada 30-35 yaşını aştınız ve artık size daha uygun, olgun bir parfüm arıyorsanız, bol şekerli ve neredeyse birbirinin aynı sentetik kokan zıpır kokular ilginizi çekmiyorsa işte size çok güçlü bir seçenek. Artık bana “35 yaş üzerine uygun, kaliteli bir parfüm arıyorum” diye sormanıza gerek kalmadı. Muhtemelen bende ilerleyen yaşlarımda The Third Man’i kullanacağım. Şimdiye kadar denediğim en güzel Caron parfümü. Özellikle alt notaları bana Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum’u hatırlattı. Ayrıca yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Daha sonra normale dönüyor. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Önemle belirtmeliyim ki The Third Man herkesin sevebileceği bir parfüm değil. Denemeden almak hayal kırıklığı yaratabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı çok güzel.
+ Sonlarına doğru tam bir konfor kokusuna dönüşmesini zevkle izliyorsunuz teninizde.
+ Günümüzün sıradan ve genç işi parfümlerinden sıkılanlar için tam bir güvenli liman.
+ Yurtdışında çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan “hayvansal” his çok hoşuma gitti diyemem.
- Herkesin sevebileceği güvenli bir kokusu yok. Aman dikkat!

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/7  Farkedilirlik:10/7