30 Mart 2015 Pazartesi

Burberry – Body (2011)


Burberry – Body (2011)

Takvim yaprağı 1 Eylül 2011'i gösterdiğinde, Burberry parfüm biriminin, markanın yüz yılı aşkın tarihinde görmediği kadar büyük tanıtım kampanyası başladı. Burberry'nin yaratım şefi Christopher Bailey tarafından lanse edilen Body isimli kadın parfümü, dünyanın yüz elli ülkesinde piyasaya sürüldü. Anlaşılan Burberry, yeni kadın parfümü Body'e çok güveniyordu. Zaten bay Bailey, Body için "O, bizim için yeni bir parfüm olmaktan çok öte" derken sanırım beklentilerinin büyüklüğünü de ilan ediyordu.

Burberry, Body isimli kadın parfümüyle "İngilizlerin geleneksel mirası ile modernliği yakalamayı amaçladıklarını" kendi yöneticileri aracılığıyla dile getirmiş. Ayrıca Body'nin hedefini "Burberry'nin bugünkü ikonik ruhunu ve çarpıcı, duyusal yönünü sunmak" şeklinde özetlediklerini belirtmem gerek.

Dünya çapında çok büyük pazarlama bir kampanyasıyla piyasaya sürülen Body, Burberry'nin yeni nesil kadın parfümlerini de temsil ediyor anlaşılan. Body'nin tanıtım yüzü olarak İngiliz aktris ve manken Rosie Huntington-Whiteley seçilmiş. Kendi sitelerinde Body'nin "kadınsılığından, duyusallığından, rafine içeriklerin eklektik kombinasyonundan oluştuğu" vurgulanmış.


Body'nin açılışı yoğun çiçeklerle gerçekleşiyor. Daha ilk saniyelerde kadınsı çiçekler, bize kokunun yönünü gösteriyor. Vasat gül, yapay beyaz çiçekler, plastiğimsi sarı çiçekler. Karman çorman bir açılışı var Body'nin. Adeta içine ne bulursak koyalım demişler üst notalarda. Başlangıcını hiç sevmedim. Orta bölüme geçildiğinde çiçeklerin hakimiyeti azalsa da hala kalitesiz çiçekler etkili. Bu anda meyveler ekleniyor kompozisyona. Şeftali olduğunu düşündüğüm meyveler, çiçeklerin hakimiyetine giriyor usulca. Orta bölüm eh işte denebilir. Son kısımda hala büyük değişiklik yok. Misk, parlak-yapay odunsuluk ve sandal ağacı da kokuyu kurtarmaya yetmiyor.

Body, yüzlerce örneğine rastlanabilecek bol çiçekli, az meyveli, tek düze, sıkıcı, vasat aromaya sahip. Marketlerde satılan ucuz yollu parfümlere hatta bazı can sıkıcı kadın deodorantlarına benzettim genel yapısını. Yapay ve saldırgan çiçeklerin içeriğinde gül olmasına rağmen, çok kötü kullanılmış ne yazık ki. Tuhaf şekilde ferah olmaya çalışıyor orta notalarda. Sabunsuluk mu desem neredeyse sucul mu desem karar veremedim. Belki meyvelerin etkisiyle zihnimde öyle bir hayal oluştu. Fakat onun ferah olduğunu söylemek zor. Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan kötü bir Iso E Super benzeri odunsuluk da başarılı değil. Başından sonuna kadar hiç ilgimi çekmeyen notalarla doldurulmuş adeta.

Body, büyük bir pazarlama kampanyası ile piyasaya sürüldü. Tamam eyvallah. Burberry, çok satan ve ana akım markalardan birisi olarak görülüyor parfümler alanında. O da kabul. Bunun sonucunda parfümleri büyük kitlelere hitap etmek durumunda. Çok satılsın ki markanın yaptığı masrafları çıkarıp, kara geçirebilsin. Evet anladık. Ama bu kadar da başarısız, hiç bir özelliği olmayan yapaylık bombası çiçekleri bir araya getirip parfüm diye önümüze sürmesine şaşırdım kaldım. Bilemiyorum belki de benim en sevmediğim tarzda verilmiş çiçekler. Ama bu kadar kalitesiz ve sıradan kokan Body'nin piyasaya ne kadar şansı olabilir ki?


Sanırım bu tür çiçeksi meyveli parfümler cazibeli ve çarpıcı olduğu düşünülerek sunuluyor. Fakat Body, bende cazibeden ziyade baş ağrısı ve kokudan bir an önce uzaklaşma isteği uyandırdı. Yapaylığın bir süre sonra katlanılmaz hale geldiği (en azından benim için öyle) Body'i benim body'im kesinlikle kabul etmedi. Üzgünüm Burberry.

Muhakkak psikolojide yeri vardır. Sevdiğiniz parfümle ilgili olarak konuşmayı, okumayı, yazmayı seversiniz ve zevk alırsınız. Fakat sevemediğim parfümlerle ilgili canım 3-5 cümle bile yazmak istemez çoğu zaman. İşte Body için daha fazla bir şey söyleyesim yok. Siz deneyin ve öyle alın yoksa hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.

Parfümün tasarımını sektörün tanınmış isimlerinden Michel Almairac gerçekleştirmiş. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği başlarda yüksek. Sonrasında da ben buradayım diyor teninizde. Otuz yaş altı genç arkadaşlara tavsiye ederim. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. Çok sıcak günlerde küçük çaplı kabusa dönüşebilir kokusu, benden söylemesi.

Koku Güzelliği:10/4

27 Mart 2015 Cuma

Atelier Cologne – Ambre Nue (2012)


Atelier Cologne – Ambre Nue (2012)

İtalya'nın kuzeydoğusunda yüksek sıradağlarla çevrili bir bölge olan Dolomites'e gitmeye ne dersiniz? İsviçre Alplerinin benzeri olduğu söylenen Dolomites'in, kış ve doğa turizmi için biçilmiş kaftan olduğu söylenir. Tertemiz havası, ormanları ve endemik çeşitliliği ile İtalya'nın Dolomites bölgesi, ziyaretçilerine az rastlanır bir deneyim sunuyor.

Ve günlerden bir gün, bazı turistler, Dolomites bölgesindeki tepelerde dolaşırlarken, ilginç bir olay yaşarlar. Bölgeyi tanıyan kişiler, orada yetişen farklı bir çiçekten bahsederler. Hatta o çiçek ile ilgili gizemli bir hikaye bile anlatırlar. Merakları iyice artan turistler, ertesi sabah oradaki tepeleri dolaşırken, burunlarına harika bir çiçek kokusu gelir. İşte sonunda o bahsedilen çiçeği bulmuşlardır.

Nigritela Rubra da denilen bir çeşit kırmızı orkide çiçeği, bölgede gezen turistler tarafından keşfedilmiş ve koklanmıştı. Kokusu ambere benzetilen bu çiçek, ilerleyen zamanlarda bir parfüme ilham kaynağı olacaktı. Fransa merkezli niş parfümevi Atelier Cologne'nin Ambre Nue'si, İtalya seyahatinde rastlanan Nigritela Rubra çiçeğinin kokusundan etkilenilerek oluşturulmuş ilk parfüm olarak düşünülebilir. En azından benim bildiğim başka örnek yok.


Kendi sitelerinde Ambre Nue, Floriental olarak sınıflandırılmış. Yüzde on sekiz konsantrasyona sahip olduğu belirtilen Ambre Nue'nin, Pure Perfume yapısı ilgimi çekmedi değil. Atelier Cologne markasının, parfümlerini Cologne Absolue olarak nitelemesi, kokunun konsantrasyonuna dair sınıflandırmayı düşündürtüyor. Zaten markanın kurucuları ile yapılan söyleşilerde sık sık bu durumu tekrarlıyorlar. Yani bakmayın isimlerinde Cologne olmasına. Atelier Cologne'nin parfümleri çok yüksek konsantrasyona sahip. Onları geleneksel Eau de Cologne sanmak hata olur.

Ambre Nue'i ilk sıktığımda buruk turunçgiller ile karşılaştım. Temiz ve duru turunçgillerin ağırlığı mandalinada denebilir. Mis gibi parlak portakal gibi değil üst notalar. Olgun ve sakin mandalina, asidik olmaktan uzak. Çok ferahlatıcı olduğunu da söylemek zor. Bu tarz turunçgil kullanımını kendime yakın bulmasam da fena değil başlangıcı. İlerleyen dakikalarda garip bir baharatlılık ortaya çıkıyor. Mandalina hala çok etkili. Tarçın olduğunu tahmin ettiğim yumuşak baharatlara azıcık da olsa kadınsı sayılabilecek çiçekler ekleniyor. Şekerli baharatlara bir taraftan da erkeksi turunçgiller baskı yapıyor. Parfüme ismini veren amber de artık olaya dahil oluyor. Poff. Pek sevmedim orta kısmı. Sonlarda burnu daha da zorlayıcı yapı ortaya çıkıyor. Açıklanan notalarındaki benzoin, her seferinde başımı ağrıttı ve parfümden soğuttu beni. Tuhaf ve neredeyse ilacımsı alt notalarını sevmedim.

Ambre Nue, ismindeki amberin hakkını veriyor ama benim için negatif anlamda. Yapaylık sınırındaki garip amber, tozlu benzoin, reçinemsi baharatlar, uniseks ama hafiften kadınsı çiçeksilik ve tabii ki mandalina. Hepsini bir şişenin içine doldurun ve üç vakit çalkalayın. Karşınıza sihirli bir iksir değil yapay bir kabus çıkıyor. En azından Ambre Nue'nin bende çağrıştırdığı aşağı yukarı bu.


Parfümdeki turunçgiller, ferahlıkla ilgisi olmayan hüzünlü burukluğa sahip. Başlangıçtaki mandalinayı çok sevemesem de kabul edilebilir kalitede ve güzellikte buldum. Sanırım parfümlerde mandalina kullanımına alışamıyorum. Mis gibi ferah portakal varken, greyfurt veya mandalinanın o acımsı buruk aroması, kafamda canlandırdığım turunçgil kalıbına uymuyor bir türlü. Onun içindir ki mandalinayı çok heyecanlanarak koklamadım Ambre Nue'de.

İsmindeki amber göndermesi, orta kısımdan itibaren karşınıza dikiliyor. Egzotik, derin ve karanlık olmayan amber, mandalina ile harmanlanmış ama ortaya iyi sonuç çıkmamış. Bir taraftan sıcak baharatların, diğer taraftan derinden gelen çiçeksiliğin baskısı altındaki turunçgilli amber, ne saldırgan ve sert ne de uyumlu ve gizemli. Hissedilir oranda tatlılık mevcut. Muhtemelen tonka fasulyesinin işi buradaki tatlılık.

Ağdalı, reçinemsi, tatlı, sıcak kokusu oldukça yumuşak ve sakin. Fakat aynı zamanda sürekli bir şeyler rahatsız ediyor beni alttan alta. Benzoin midir, amberin yapay verilişi midir çözemedim. Fakat çözdüğüm bir şey var ki Ambre Nue'yi bir türlü sevemedim. Evet sanırım işin özeti bu kendi adıma. Atelier Cologne'in vetiverden sonra amber teması da bana uymadı. Umarım markanın diğer parfümleri ile aramız iyi olur.

Turunçgillerin parfümde önemli rol oynadığına bakmayın. O sıcak yaz mevsimi parfümü değil. Zaten sıcak zamanlarda kullandığım Ambre Nue, oldukça rahatsız etmişti beni orta notalardan itibaren. Yaz mevsimi dışında her zaman kullanabilirsiniz. Uniseks olarak geçiyor kimi kaynaklarda. Bende katılıyorum. Hatta azıcık da olsa kadın kullanımına yakın görüyorum.


Parfümün tasarımcısı, Atelier Cologne'nin başka parfümlerine de el atmış olan Ralf Schwieger'miş. Bay Schwieger, 2004 yılında Hermes için Eau de Merveilles’i tasarlamıştı. Orada harika kullandığı portakallı amber formunu, 2012 yılında nasıl böylesine başarısız kullanmış anlamak güç.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

24 Mart 2015 Salı

Christian Dior - Dior Homme Intense (2007)


Christian Dior - Dior Homme Intense (2007)

Bence de bay Demachy haklı. "Dior Homme, her türlü erkeksi klişeyi yıktı. Yeni bir yorum getirdi erkeksiliğe."

Tabii bu iddialı sözü sadece kendi çalıştığı parfümler için mi söyledi yoksa Christian Dior'un erkekler için tasarladığı kıyafetleri de kapsıyor muydu bilemiyorum. Eğer ki parfümler alanında söylediyse bende katılıyorum kendisine. Dior Homme, erkek parfümleri alanında yepyeni pencere açtı, bir anlamda iconoclast idi.

"Erkeksi olmayan erkek parfümü" tabiri kulağa oksimoron gibi gelse de durum aşağı yukarı böyle. Dior Homme'un küresel başarısının ardından, erkek parfümleri yeni bir yörüngeye giriyordu. Artık kadın ve erkek parfüm ayırımı azalıyordu. Gerçi sadece parfümlerde değil, moda alanında da erkekler ile kadınların kıyafetlerinin arasındaki makas azalıyor. Belki de geleceğin dünyası uniseks olacak. Kim bilir.

Dior Homme'un şaşalı çıkışının ardından sadece iki yıl sonra kardeş geldi aileye. Dior Homme Intense isimli küçük kardeş, abisinin DNA'sını taşıyordu. Tabii aralarında az da olsa farklılıklar vardı. Bunların en belirgin olanı konsantrasyondu. Dior Homme, EDT olarak sunuldu. Dior Homme Intense ise EDP olarak raflardaki yerini aldı. Kutusu ve hatta şişesi dahi aynı formu paylaşan Dior Homme'ların Intense olanı, aynı abisi gibi çok başarılı oldu ve önemli satış rakamları yakaladı. Tabii burada Dior Homme'un isim gücünün kendisine yardım ettiği görülüyor. Fakat zamanla abisi Dior Homme'dan bile popüler olmayı başardı. Hatta geçtiğimiz yıllarda en çok satan erkek parfümleri listelerinde yer alıyordu Dior Homme Intense. Dior, yine turnayı gözünden vurmuştu anlaşılan.


Uzun zaman önce kullandığım Dior Homme Intense'i çok sevmiş ve zihnimdeki en iyi parfümler listesine almıştım. Tabii aradan geçen yılların ardından parfüm, ailenin diğer üyeleri gibi reformülasyon geçirdi. Bu konu hakkında çok fazla şey yazılıp, çizildi. Kimileri kokuların yeni hallerini başarısız bulurken, çoğu kişi de pek fark olmadığından bahsediyor. Konu ilgimi çekti ve Dior Homme Intense hakkındaki düşüncelerimi güncellemem gerektiği farkettim. Bakalım aradan geçen yıllar, Dior Homme Intense ile aramızdaki ilişkinin mahiyetini etkilemiş mi?

Kendi sitelerinde Dior Homme Intense odunsu amber olarak nitelendirilmiş. Parfüm üç ana nota üzerine konumlanmış: İris (Süsen), ambrette ve sedir ağacı. Üzerime sıktığımda beni yoğun bir koku bulutu karşılıyor. Kremsi kuru turunçgiller ile pudralı iris (süsen) daha ilk saniyelerde size merhaba diyor. Dior Homme'un kendine özgü o makyaj çantası kokusu, Dior Homme Intense'de ilk saniyelerde kendisini gösteriyor. Başlangıcı nefis Dior Homme Intense'in. İlerleyen dakikalarda kokunun genel yapısı çok değişmiyor. Aynı yoğun ruj kokusuna bu sefer kuru kakao ekleniyor. İris ile kakaonun birleşimi yine dolgun, parfümsü ve cazibeli. Orta kısmı da harika. Geleyim sonlara. Alt notalarda odunsu yöne doğru kayıyor. Dior Homme'daki gibi tatlımsı sedir ağacı son bölümde etkili. Biraz da mumsu vanilya var. Kapanışı üst ve orta notalara göre bir basamak aşağıda güzellik olarak. Yine de kötü olduğunu söylemek acımasızlık olur.

Dior Homme Intense, çiçeksi, kakaolu, odunsu, pudralı bir parfüm bana göre. Çiçekten kastım tabii ki iris. Bu büyülü çiçek, parfüme müthiş bir hava katıyor. Çoğu kişinin ruj ya da makyaj malzemelerine benzettiği yapı, Dior Homme Intense'in önemli kısmını oluşturuyor. Bu anlamda çoğu kişi kadınsı bulsa da bence enteresan bir erkeksiliğe sahip. Orta kısımda karşımıza çıkan kakao, vanilya ile işbirliği yaparak parfüme çikolatamsı hissiyat katıyor. Bu çikolatalı koku, irisi çiçeği ile harika dengelenmiş. Ve belki de olabileceğin en iyisi yaratılmış. Sonlardaki odunsu notalar benim için harika olmasa da erkeksi bir imza olarak kapanışı gerçekleştiriyor.


Hem kadınsı hem de erkeksi, hem ruj gibi kokan hem de ultra lüks havalarda, hem cazibeli ve seksi hem de züppe ve ukala. Onu nasıl tanımlayayım bilemiyorum. Farkındayım ki modern zamanların en güzel erkek parfümlerinden birisi Dior Homme Intense. Onun neden bu kadar sevildiğini anlamak için biraz kullanmanız yeterli. Sizi kısa süre içinde avucunun içine alıp, kendisine hayran bırakacak kokusu görülmeye, koklanmaya ve deneyimlemeye değer.

Dostlarım, Atinalılar, Romalılar ve Konstantinopolisliler... Önümüzde inanılmaz bir parfüm duruyor. Fütürizmin şişeye girmiş hali adeta. Postmodern bir başkaldırış belki de. Andy Warhol’un Marilyn Monroe renklendirmeleri, Marcel Duchamp’ın pisuvarı alıp onu sanat eseri olarak sunması, Rene Magritte’in “Bu bir pipo değildir” tablosu. Dior Homme Intense modern sanatın bir öznesi hatta nesnesi olmuş durumda büyük ihtimalle. Nasıl mı olur? Madem parfümleri sanat eseri olarak görüyoruz işte size çağdaş sanat tablosu gibi bir eser. Çerçevesi belli, soyut ile somut arasında gidip gelen, yenilikçi, radikal ve cesur. Onu kullanacak insanlar bilecekler ki çok özel bir koku üzerlerinde. Zaten hepimiz bunu istemiyor muyuz? Özel olmak…

Bu serin-soğuk Mart ayında kullandım Dior Homme Intense'i. Montumun üzerine uyguladığım parfüm, etrafa yaydığı müthiş kaliteli, şık ve lüks kokusuyla şaşkına çevirmeyi başardı beni. Çok kaliteli bir ruj ile kakaonun karışımı koku burnuma ne zaman gelse mutlu oldum. Ona olan saygım arttı. Kendimi bambaşka birisi gibi hissettim. Çok az parfüm sizin modunuzu değiştirir, sihirli bir dünyanın içine sokar, ayaklarınızı yerden keser ve hayal dünyasına dalmanızı sağlar. Üzerimde Dior Homme Intense ile sokaklarda dolaşırken bu duyguları bana yaşattı.


"Parfüm Merakı biraz abartıyorsun" diyecek arkadaşlarımız olabilir. Haklarıdır, saygı duyarım. Fakat bu parfüm benim aklımdaki "parfüm nasıl kokmalı" sorusunun yanıtlarından birisi. Genel olarak biraz feminen olduğunu kabul ediyorum. Epey tatlılık barındırdığını farkediyorum. Pudra oranının sınırın azıcık üzerinde olduğunu biliyorum. Ama yine de o müthiş bir auraya sahip. Bu parfümü koklayıp da beğenmeyecek kadın muhtemelen çok azdır. Hatta yurtdışı merkezli platformlarda çok sayıda kadın kullanıcısının olduğunu okuyoruz Dior Homme Intense'in.

Fazla uzatmayayım. Sonuç olarak Dior Homme Intense, ana akım markaların ve her yerde satılan parfüm markaları içinde en iyi örneklerden birisi. Akıl almaz yüksek fiyatlı birçok niş markanın kokusunu denemiş birisi olarak Dior Homme Intense'in koku güzelliğine nadiren rastladığımı belirtmeliyim. Evet fiyatı Dior'un genel politikası yüzünden bazı popüler markalardan yüksek ama Dior Homme Intense, verdiğiniz paranın her kuruşunu rahatlıkla hakediyor.

Luca Turin'in kitabında baharatlı elma olarak sınıflandırılan Dior Homme Intense'e beş üzerinden dört puan verilmiş. Yorumu ise Tania hanım yapmış.

Kullandığım Dior Homme Intense, artık her yerde satılan yeni formülasyon olanıydı. Bu hali hala çok etkileyici ve güzel. Eau de Parfum (EDP) formundaki parfümün kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği çok yüksek gelmedi bana. Ara ara kendisini hissettiriyor ve burnunuza geliyor gün içinde. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Resmi ortamlarda, gece çıkmalarında, önemli toplantılarda, takım elbise ile, özel bir akşam yemeğinde kullanmak için harika seçim olacaktır. Onun dışında bence gün içinde de kullanılabilir.


Parfümün tasarımına Dior'un baş parfümörü François Demachy imza atmış. Yine iyi iş çıkartmışsınız bay Demachy. Tebrikler.

Koku Güzelliği:10/9

21 Mart 2015 Cumartesi

Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)


Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)

Her sabah sofralarımızı süsleyen çayın tarihinin milattan önceki dönemlere kadar uzandığı söylenir. İlk olarak eski Çinlilerin kullandığı varsayılan çay bitkisi Avrupa'ya Portekizli tüccarlar tarafından getirilmiş 1560'lı yıllarda. Kısa süre içinde de bütün Avrupa'ya yayılmış. Çayın güzel tadını ilk keşfeden Hollanda ve Fransa'dan sonra, İngiltere'de hayır diyememiş çayın çekiciliğine. Fazla zaman geçmeden de İngiliz halkının hemen her kesiminde rağbet görmüş çay.

Geleneklerini korumakla ünlü İngilizler, çay içmeyi adeta keyif ve ritüel haline getirmesini de bilmişler. Viktorya dönemi İngiltere'sinde, yemek yeme alışkanlığı günde iki kez, sabah ile geç saatte yenilen akşam öğünleri şeklindeymiş ve bu öğünlerde çok ağır yemekler yenirmiş. Öğleden sonra insanlar doğal olarak açlık hissedermiş. İşte bu öğleden sonralarında açlıktan kendini depresif hisseden Bedford Düşesi Anna, saat beş civarında uşağına kendisi için çay, ekmek ve tereyağı hazırlayıp odasına getirmesini söylemiş. Akşam yemeğinden önce yaptığı bu atıştırma faslı Anna'nın öyle hoşuna gitmiş ki, arkadaşlarını da beş çayına davet etmeye başlamış. Ve böylece Victoria dönemi İngiliz aristokrasisi arasında akşam yemeğinden önce saat beş civarında yapılan atıştırma bir seremoniye dönüşmeye başlamış. Zaman içinde öğleden sonra çay saatinde yenilen yiyecekler çeşitlenmiş ve İngiliz akşamüzeri çayı dünyanın farklı ülkelerinde de uygulanan adet halini almış.

İngilizlerin meşhur "Beş Çayı'nın" hikayesi kısaca böyle sevgili dostlar. Tabii dönemin soyluları, beş çayının yanında küçük kurabiyeler, kekler, reçeller atıştırmayı severmiş. Hatta bu atıştırmalıkların en ilgi göreni zencefilli kurabiyelermiş. İngilizlerin, bize garip gelse de çaylarına süt ekleyip içmeleri sonradan ortaya çıkmış. İlk dönemlerde çaylarını limonla sunan İngilizler, böylece çayın o koyu ve acımsı tadını yumuşatırlarmış.


Büyük Britanya İmparatorluğu'ndan dünyaya yayılan beş çayı seremonisi, 2008 yılında niş parfümevi Serge Lutens'in eserine isim babalığı yaptı. Kendi sitelerindeki Buckingham Sarayı ve çay vurgusu, Five O'Clock Au Gingembre'in kokusu hakkında fikir veriyor bize. Bay Lutens'in, merkezinde şekerli zencefil olduğunu belirttiği Five O 'Clock Au Gingembre'yi daha önce 1-2 defa denemiş ama uzun süre kullanım imkanım olmamıştı. Merak ettiğim Lutens'lerden olan Five O 'Clock Au Gingembre artık bir süredir benimle.

Parfümün açılışı ferah limon-turunçgiller destekli zencefille gerçekleşiyor. Limonun ön planda olduğu ilk saniyeler neredeyse bir yaz kokusu gibi ferah hatta serin. Tatlı limona, biraz bergamot ve portakal da eşlik ediyor olabilir. Üst notalarını hafiften limonataya benzettim. Canlı ve neşeli başlangıcı harika diyebilirim. Orta bölümde limonsuluk, turunçgile doğru evriliyor. Baharatlar biraz daha öne çıkıyor. Zencefil ve tarçın en belirgin iki baharat. Biraz da karabiber ve küçük hindistan cevizi olabilir. Baharatlara yeşil çay da ekleniyor orta kısımda. Başlangıcı gibi ferah ve canlı değil orta notalar. Baharat ve çayın kombini gayet güzel. Açılışı kadar olmasa da beğendim orta bölümü. Sonlarda odunsu notalar merkeze geçiyor. Şekerli sedir ağacı, pek sevdiğim gibi değil. Sıkıcı amber ve neredeyse plastiğimsi deri mevcut kapanışta. Açıkçası alt notaları biraz hayal kırıklığına sebep oldu tenimde.

Five O`Clock Au Gingembre, ismi ve konseptine uygun olarak limonlu, turunçgilli baharatlı yeşil çay gibi kokuyor. Üst notalardaki müthiş rafine limon ve ferahlık, yüzünüzde kocaman gülümsemeye sebep oluyor. Olabilecek en güzel ve zengin şekerli turunçgil-limon-zencefil karışımı size kısa süreli ziyafet çekiyor. Ferah üst notalara aldanıp, öyle devam edeceğini sanmayın. Orta kısımda devreye giren sıcak baharatlar, kokuyu birden ılık-serin ilkbahar günlerindeki yemyeşil bahçede, etrafınızda beyaz eldivenli uşakların hizmet ettiği beş çayı seremonisindeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor. Dumansı, yeni demlenmiş çayın yanında fırından henüz çıkmış dumanı tüten zencefilli-tarçınlı kurabiyeler ve naneli limonatanın karışımından nasıl bir koku ortaya çıkarsa Five O`Clock Au Gingembre büyük oranda öyle davranıyor.


Serge Lutens koleksiyonundan her zaman umutluyumdur ve çoğu zaman hayal kırıklığı yaşamam. Buradaki uygulama da fena değil. Üst-orta-alt notalar ayrımlarının barizce verildiği, detaylı ve zengin bir parfüm. Düz çizgide ilerlemiyor ve sürekli karşınıza yeni-farklı notalar çıkarıyor. Bu anlamda gayet başarılı. Lutens'lere özgü bol tatlı şekerli-şurubumsu yapı, burada da mevcut. Gerçi kurutulmuş kırmızı meyvelerin yerini portakal, bergamot ve limon almış ama olsun. Başlangıçtaki enerjik, insanı şaşırtan gerçekçilik sizi Viktorya Dönemi İngiltere'sine götürüyor hemencecik. Ekşimsi, lezzetli, buruk üst notalar, yaşamayı seven ve hayat dolu pozitif insanları kalbinden vuracak gibi tasarlanmış adeta. Bu parfümün başlangıcını ılık ve güneşli bir mayıs ayında koklayıp da beğenmeyecek insan çok az olacaktır.

Sadece limon-turunçgil hakimiyetinde değil kokusu. Yeşil ya da siyah çayın demlenirken, etrafa yayılan o büyülü ve dumansı hissiyatı az da olsa Five O`Clock Au Gingembre de var. Gerçi orta bölümde baharatların ağırlığı çok bariz olsa da çay, kendisini göstermekten geri kalmıyor. Kuru bir çaydan ziyade tatlı bir aromaya sahip genel anlamda. Diğer Lutens'ler gibi tatlılık epey hissediliyor. Hatta son kısımda adeta şekerli hale geliyor. Buradaki tatlılığı büyük ihtimalle bal veriyor. Eğer tatlımsı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun olmayabilir.

Sonuç olarak güzel parfüm ama muhteşem değil. Fikir harika. Uygulama ise biraz aksak. Orta bölümden itibaren enerjisini kaybeden parfüm, sonlarda hafiften yapaylık sınırında geziniyor ve sıradan kokuyor. Keşke alt notalar biraz daha ilginç veya özenli olabilseymiş.

Eşine fazla rastlanmayacak kokusunu biraz Penhaligon's - Malabah'a benzettim. Malabah kadın tarafına yakınken, Five O`Clock Au Gingembre erkek ile uniseks kullanım arasında bir yerlerde.

Luca Turin, Five O`Clock Au Gingembre'i tuzlu zencefilli çöreğe benzetmiş ve beş üzerinden üç puan vermiş. Açıkçası bende bu puanında bay Turin'e katılıyorum. Parfümün tasarımına ise tabii ki Christopher Sheldrake imza atmış.


Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ortalama seviyelerde. Bence iyiki böyle yapılmış. Çünkü saldırgan davransaydı içeriğindeki sıcak baharatlar hem sizin için hem de etraftaki insanlar için rahatsız edici olabilirdi. Çok soğuk kış günleri ve çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş sınırına ise gerek yok. Herkes için temiz, tatlı, neşeli bir kompozisyona sahip.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

18 Mart 2015 Çarşamba

Givenchy – Amarige (1991)


Givenchy – Amarige (1991)

"Givenchy'nin aşka övgüsü."

Ne çoktur aşka ve onun bize yaşattığı duygulara yapılan vurgular. "Aşka Övgü"nün, Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünden farkı nedir ki? Aşka da bir çeşit delilik hali değil mi? Normal şartlar altında yapmayacağımız çoğu şeyi aşk yaptırmaz mı bize? Aşkın gücünün karşısında kim durabilir ki? Kerem ile Aslı'yı ne durdurabilmişti? Romeo ve Julyet'in aşkları için ölümü bile göze almalarına ne denebilir? Ya Amerika yakın tarihinin en serseri aşıkları Bonnie ve Clyde'in soydukları her mekana bir çiçek bırakmaları neyi simgeliyordu? Aşkın romantik yönünü mü?

Çoğumuz biliriz ki aşk inanılmazdır. Birden sizi avucuna alıverir, evirir, çevirir ve bambaşka birisi yapar. İnsanlık tarihinin belki de en eski duygusu için yazılmış binlerce şiir, kitap, makale, söylenmiş yüzlerce şarkı, çevrilmiş onlarca film hiç bir zaman yeterli olmaz. Çünkü aşk, belki de evrenin en merkezi duygularından birisi. Yaratıcımızın bize armağan ettiği en muhteşem şeylerden olabilir mi?

Büyük kısmının kadınlara hizmet vermekten memnun olduğu güzellik sektörü, aşkın çekiciliğinin ve gücünün dışında kalabilir miydi? Ürünlerinde, kadınların en büyük tutkusu aşkın nesneleşmesi neden yanlış olsun ki? Hele ki Givenchy gibi güzellik ve kozmetik alanının iddialı oyuncusu, bir parfümünü aşka adasa fena mı yapmış olurdu? İşte karşımızda bir aşk çocuğu var bugün.


Özüne ve kalbine aşkı alan Givenchy'nin 1990'lı yılların en önemli kadın parfüm klasiği Amarige, ismindeki "evlilik" göndermesi bir yana, içeriğindeki güçlü çiçeksilikle dişiliği her daim burnunuza hatırlatıyor. 1980'li yılların kadınsı şiprelerine pek benzemeyen Amarige, daha çok modern sayılabilecek tatlı çiçeksilik üzerine kurgulanmış gibi.

Amarige'in açılışı çiçeksi bir patlama ile gerçekleşiyor. Beyaz sabunsu-kremsi çiçekler, daha ilk saniyelerde kokunun yol haritasını çiziyor. Yasemin olduğunu tahmin ettiğim üst notalardaki beyaz çiçek, tatlı ve tanıdık geliyor. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda form fazla değişmiyor. Sadece sabunsuluk artıyor. Sümbülteber olduğu az da olsa açığa çıkan orta bölümdeki çiçekler, başlangıçtaki gibi tatlımsı ve kremsi. Sanırım kremsilik vanilyadan geliyor. Fakat vanilya daha geri planda kalıyor. Çiçekler hep önde. Son bölümde fazla değişiklik yok. Beyaz çiçeklere bu sefer misk ekleniyor. Misk, alt notaların önemli kısmını oluşturuyor ama genel yapıyı bozmuyor.

Evet karşımızda dişil ve anaç bir parfüm var. Yüksek dozdaki beyaz sabunsu çiçekler, vanilya ve hatta neredeyse hindistan cevizi ile harmanlanıp, yumuşatılmış ve genel beğeniye uygun hale getirilmiş. Bu tarz çiçek kullanımını, kuru çiçeksilikten daha fazla seviyorum ve kendime yakın buluyorum. Sonlardaki misk gayet lezzetli ve kaliteli. Amarige genel olarak ortalama bir parfüm. Abartılı yapaylığı yok. Givenchy'e bu anlamda teşekkür etmek gerekiyor belki de.


Açıkçası çok kompleks bir formül yok karşımızda. Çiçekler, vanilya ve misk. Benim Amarige'de algılayabildiğim bu üç element. Tabii içeriğindeki çiçek skalası muhtemelen oldukça geniştir. Yasemin, sümbülteber, ylang ylang, portakal çiçeği hatta papatya. Ayırt etmek oldukça zor. Onun içindir ki beyaz çiçekler tabirini kullanıyorum.

Lezzetli, çarpıcı, iddialı ama aynı zamanda masum ve temiz. Çoğu sabunsu parfüm gibi ortalığı yıkıp geçirme amacında olmadığını söyleyebilirim. Bu işi Black Orchid veya Hypnotic Poison zaten başarıyla yerine getiriyor. Amarige, biraz daha üst yaş gruplarını hedefleyen, kadınsı bir konfor kokusu adeta. Bu anlamda biraz Jasmin Noir'i çağrıştırdı bana. Tabii Amarige, Jasmin Noir'in daha olgun, görmüş geçirmiş ablası gibi duruyor. Sabunsuluk oranı da Jasmin Noir'den fazla Amarige'in.

Amarige'i ilk kullandığım gün kafamda şimşekler çaktı. Kokusu o kadar tanıdık geliyordu ki. Ve tabii sonra en sevdiğim kuzenimde bu kokuyu defalarca duyduğumu anladım. Nedense bu parfümü onunla özdeşleştirdim. Gerçi kendisi çok da "Amarige Kadını" değil ama yine de çağrışım dünyamız, bizden habersiz çalışmaya devam ediyor geri planda.

Düz çizgide ilerlemesi, fazla değişmemesi, uzun süreli kullanımlarda sıkılabileceğinizi düşündürtüyor. Ortalama kalitedeki modern bir klasik arıyorsanız sizin için uygun olabilir. Ayrıca karakteristik tarzı, onu imza kokunuz yapmanıza yardımcı olacaktır.


Amarige'in tasarımını ünlü burun Dominique Ropion gerçekleştirmiş. Bay Ropion'un erken dönem eserlerini merak ediyorsanız, raflarda sizi bekliyor Amarige. Luca Turin'in kitabında Amarige katil sümbülteber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en kötü parfümler listesine alınmış. Turin’in bu kadar düşük puan vermesi şaşırttı beni.

EDT konsantrasyonundaki Amarige'in kalıcılığı gayet iyi. Neredeyse ertesi güne kadar teninizde inatla bekliyor. Farkedilirliği başlarda yüksekken ilerleyen saatlerde tene yaklaşıyor. Yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş olarak ise otuzun üzerindeki hanımlara göz kırpıyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Mart 2015 Pazar

Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)


Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)

"Gecenin en karanlık anında, kapalı gözlerle, eğer bir mucize olur da Korsika'da bulunursam, onu kokusundan tanıyacağım hemen."

Henüz 15-16 yaşlarındaki gencin, öğrenim gördüğü askeri okulda defterinin kenarına çiziktirdiği bir cümleydi belki de yukarıdaki satır. Kastedilen ise muhtemelen ünlü Korsika makilerinin kokusuydu. Akdeniz'in kokusu, denizin hemen kenarında başlayan kayalıkların ve onlarla kucaklaşmış ağaçların kokusuydu belki de anlatılmak istenen. Muhteşem doğasıyla Korsika adasının yamaçlarında yetişen aromatik otların, bin türlü şifalı bitkinin aromasıydı bahsedilen. Yaşar Kemal'in romanlarındaki anlatım zenginliği ve düş gücünün kelimelere dökebileceği gibi bir yer. Ben kim, Yaşar Kemal'in alanında ahkam kesmek kim...

Sıcak bir ağustos gününde tarihin yaprakları 1769'u gösterdiğinde, sadece Fransa için değil, dünyanın kaderi için de önemli bir çocuk doğmuştu Korsika adasında. Carlo Maria di Buonaparte ve Maria Letizia Ramolino'un oğlu olarak dünyaya gelen çocuğun adı Napoleone di Buonaparte idi. Yirmili yaşlarında ismini Napoleon Bonaparte olarak değiştiren bu genç adam, teğmenlik ile başladığı hayat yolculuğunda, belki de hayal edemeyeceği yerlere ve makamlara gelmişti. Hırslıydı, tutkuluydu ve her dahi gibi burnu fazlaca yukarıdaydı.

Askerlik hayatındaki başarıları sayesinde kısa sürede üst rütbelere yükseldi. 1700'lü yılların sonunda Fransa'nın en saygı duyulan askeri uzmanlarından birisi oldu. Oysa o zamanlar ülkesi Fransa, modern zamanların en büyük halk devrimini yaşıyordu. 1789'daki Fransız Devrimi, ülkenin yepyeni bir rejime doğru gittiğini kanıtlıyordu. "Özgürlük, kardeşlik ve eşitlik", Fransız Devrimi'nin en çarpıcı sloganıydı. Ülkenin her yerinde krala ve mutlak otoriteye karşı ayaklanmalar oluyordu. Kutsal Fransa İmparatorluğu adeta son günlerini yaşıyordu. Halk kitleleri, etkileri yüzyıllarca sürecek bir devrime imza atıyorlardı.

Napoleon Bonaparte, bu karmaşık dönemde ordu içinde generalliğe kadar yükseldi fakat bir sorun vardı. Ülkesi hakkında büyük fikirlere sahipti ama bulunduğu makam bunları gerçekleştirmesine izin vermiyordu. Ordudan ayrılıp, siyasete giren Napoleon Bonaparte'ın, Fransa İmparatorluğu yolundaki taşları, kaderi tarafından örülüyordu adeta. İlerleyen yıllarda İmparatorluk tacını giyen Napoleon Bonaparte, uzun bir mücadelenin içinde yoğruldu. Başarı kazanamadığı savaşlardan sonra sürgüne gönderildi ve yine geri döndü. En son sürgüne gönderildiği St. Helena Adası'nda öldüğünde, arkasında Fransa ve dünya tarihi açısından büyük izler bırakmıştı. Napoleon Bonaparte ismi, Fransa'nın ulusal kahramanlarından birisi olarak her zaman saygınlığını korur.


Ve böylesine önemli tarihi figürün, Fransa merkezli parfüm markaları tarafından es geçilmesi olacak iş değildi. Niş parfümevi Parfum d'Empire, 2003 yılında ilhamını Napoleon Bonaparte'tan aldığı kokusu Eau de Gloire'i piyasa sürdü. Tabii tam da bu noktada aklıma hemen başka bir parfüm geldi Napoleon Bonaparte'tan esinlenmiş. Creed'in son yıllarda fenomen haline gelmiş eseri Aventus'ta ilhamını yine Napoleon Bonaparte'tan almıştı. Tabii böylesine önemli tarihi şahsiyetin, parfümlere ilham vermesi çok da şaşılacak şey değil. Eau de Gloire'in koku formunun oluşturulmasında, Napoleon Bonaparte'ın çocukluğunun geçtiği Korsika Adası'ndaki makilerden esinlenildiği belirtiliyor. Ayrıca kokusunun turunçgiller, aromatik otlar, ölmez otu, meşe yosunu ve tütsü notalarının ağırlığında olduğu vurgulanmış.

Eau de Gloire'i kullandığımda ilk saniyelerde erkeksi-asidik turunçgiller beni karşılıyor. Eski aromatik şiprelerin başlangıcını hatırlatan üst notalarda buruk limon, tozlu bergamot ve aromatik otlar var. Ferah, olgun, nostaljik, kaliteli ve zengin başlangıcını sevdim. Orta bölüme ilerlediğimizde otlar ve tozlu turunçgiller geri plana geçiyor. Buradan itibaren lavanta, deri ve tütsü ortaya çıkıyor. Hayvansallık efekti veren yumuşak deri, lavanta ve tütsü ile harmanlanmış. Orta kısımdaki tütsü kullanımını sevdim. Deri ve lavantayı biraz buruk buldum. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Son kısımda yine eskilerden bir ziyaretçi kapıyı çalıp içeriye giriyor: meşe yosunu. Bu müthiş nota, Parfums de Nicolai - New York'daki kadar başarılı verilemese de kabul edilebilirlik sınırlarında. Son kısımda kokusu fazlasıyla sönükleşiyor ve tene yakın hale geliyor. Alt notaları algılayabilmek için üzerinizi ancak dikkatlice koklamanız gerekiyor. Bu anlamda diğer Parfum d'Empire'ler gibi değil. Zayıf ve çekingen.

Eau de Gloire, 2003 yılında piyasa sürülmesine rağmen, konsept olarak kendisine 1980'lerin aromatik derili şiprelerini örnek almış. Versace L'Homme, Derby, Eau d'Hermes ve kimi yorumcuların Bel Ami benzetmelerini dikkate almak gerekiyor. Evet o günümüzün yeni nesil parfümlerinden çok uzak. Adeta eskiye ve geleneğe güçlü bir göndermeler manzumesi. Zaten daha ilk saniyelerde parfümün karakterini anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz. Özellikle Eau d'Hermes benzeri açılışı ve neredeyse hayvansallığa kaçan edepsiz deri kullanımı ile bu büyük klasiğin yolundan gidiyormuş izlenimi verdi bana ilk dakikalarda. Orta notalardaki tütsü ise durumun pek de öyle olmadığını hatırlattı. Son kısımdaki meşe yosunu, uzun zamandır görüşmemiş iki eski dostun kucaklaşması gibi bir heyecan yarattı bende.


Parfümün ilhamını aldığı Akdeniz'in eşsiz doğasındaki çalılar, makiler ve onların arasında yetişen otlar, ilk saniyelerde cömertçe kendilerini size gösteriyorlar. Biberiye ve kekik sizi Korsika Adası'ndaki şifalı ot satan dükkandan gelen koku dünyasına çağırıyor. Dalından yeni koparılmış lezzetli limon, bergamot ve portakal da başlangıçta, size bu soğuk Mart günlerinde Akdeniz'in ılıman iklimini ve güneşini çağrıştırıyor. Orta bölümdeki deri kokusunu çok erkeksi ve deri ceket kıvamında düşünmeyin. Turunçgiller ile yumuşatılmış/seyreltilmiş/etkisi sınırlandırılmış deriyi Eau d'Hermes'teki kullanıma benzettim. Eau d'Hermes'de oldukça hayvansı kullanılan deri, Eau de Gloire'de daha sakin ve kabul edilebilir verilmiş.

Sanırım Eau de Gloire'ın amacı "modern bir klasik" ortaya çıkarmak, Mouchoir de Monsieur'ların, Chanel Pour Monsieur'ların, Jicky'lerin ve The Third Man'lerin dünyasına selam göndermek, bugün fazlaca kullanılmayan şöhretli retrolara saygı duruşunda bulunmaktı. Tabii asıl amacı bay Corticchiato çok daha iyi bilecektir. Peki sonuç nasıl olmuş? Bence konsept ve koku olarak iyi bir örnek yaratılmış. Fazla tatlılık barındırmayan, biraz resmi, otuz yaş ve üzerini hedefleyen, hafiften aristokratik havası olan şık bir eser meydana gelmiş. Fakat kokusu diğer Parfum d'Empire'ler kadar güçlü, sağlam, oturaklı ve olmuş gibi gelmedi. Bir eksiklik var sanki. Ya aceleye getirilmiş ya da tam bir nota bütünlüğü sağlanamamış. Teninize oturan ve mis gibi tadını çıkaracağınız rafinelik veya koku güzelliğine sahip değil. Evet belli bir kaliteye sahip ama özellikle orta kısmı biraz sıkıcı buldum. Mesela Versace L'Homme kadar heyecanlandıramadı beni.

Siz yine de bana bakmayın. İsmi "Şan/Şöhretin Suyu" olarak çevrilebilecek Eau de Gloire, birbirinin aynısı piyasa parfümlerinden, öd-gül temalı cacıklardan, calone bombası akuatik veletlerden, Iso E Super sentetiklerinden çok daha iyi bir seçenek. Bay Corticchiato, yine güzel iş çıkarmış ama ne bir Ambre Russe etkisi var ne Fougere Bengale'deki insanı şaşkına çeviren gerçekçilik mevcut ne de Wazamba'daki aklı baştan alan aromaya sahip. Eau de Gloire, bir Caron parfümü olabilirmiş ama Parfum d'Empire şemsiyesi altına sanki pek uymamış.


EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı fena değil ama farkedilirliği biraz zayıf. Dozajını ayarlamak kaydıyla dört mevsim her zaman kullanabilecek işlevsel bir parfüm. Bazı kaynaklarda kadın bölümüne alınsa da erkek kullanımına daha yakın olduğu açık.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

12 Mart 2015 Perşembe

Christian Dior – Dior Homme (2005)


Christian Dior – Dior Homme (2005)

17. yüzyılda Avrupa aydınlanmasının temellerinin atılması ve 18. yüzyılda Modernizmin teoriden pratiğe geçmesi şüphesiz ki dünya düşünsel tarihinde her zaman önemli yer tutacak. Bilimin, akılcılığın, yüksek sanatın, hukukun, insanın ve onun haklarının öncelenmesi, günümüzün modern demokrasilerinin ve cumhuriyetlerinin doğuşunun da habercisiydi. Modernite, köleciliği kınıyor, feodaliteyi yıkıyor, kilise baskısını elinin tersiyle itiyor ve totaliterliğe geçit vermiyordu. 18. yüzyıl, bu anlamda tarihin ilginç kırılma noktalarından birisiydi.

İnsan aklı, bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel ilerlemenin yolunu açıyordu. Artık, iştahla ilerlemenin, gelişmenin ve kabuğunu kırmanın peşinden gidiyordu insanoğlu. Her türlü fikirsel baskıyı reddediyor, özgürlüğüne (her anlamda), pozitivizme, hümanizme yelken açıyordu 18. yüzyıl Batı toplumları. Adalet ve hukukun üstünlüğü kavramları belki de en çok bu zaman diliminde tekrarlanır oluyordu. Evet bu çok farklı bir dirilişti.

Modernite kavramına fazlaca girip, sizi sıkmayı istemem değerli kokuseverler. 2015 yılının dünyasında modern kelimesinin anlamı az çok bellidir muhtemelen. Bu kelimeyi duyduğumuzda ya da bir kitapta rastladığımızda kafamızda iyi kötü bir şablon belirir. Modern, teknolojiyi yakından takip eden, şehirlerde yaşayan, medeni davranışlar sergileyen, yeniliklere açık, ilerlemeci, değişimlere karşı çıkmayan anlamlarına gelir çoğu zaman.

Parfümler dünyasında "modern" ne anlama gelir peki? Yeni denemeleri mi karşılar modern? Daha önce yapılmayanı mı temsil eder modernlik? Yoksa çığır açmış olmak mıdır modernliğin kriteri? Sizi bilmiyorum ama benim için parfümler dünyasındaki modern teriminin karşılığı Dior Homme'dur. Neden mi?


2005 yılında Christian Dior modaevi, yine iddialı bir parfüm piyasaya sürmek istedi. Kolay yolu değil çok daha zor ve denenmemiş yolu seçmeye karar verdi. Genellikle kadın parfümlerinde kullanılan iris (süsen) çiçeğini merkeze alan parfüm üzerinde çalışmaya başladılar. Fakat sorun şuydu ki bu yeni parfüm erkekler için olacaktı ve kokusunun kadınsı olmaması gerekiyordu. Çünkü biliriz ki çiçeksi notalar çoğunlukla kadın parfümlerinde kullanılır. İşte bu noktada usta parfümör Olivier Polge'un bulduğu çözüm eşsizdi. İris çiçeğini, erkeksi sayılabilecek deri ve kakao ile harmanladı. Ortaya daha önce benzerine rastlanmamış bir form çıktı. İşte Dior Homme böyle dünyaya gelmişti.

İlk çıktığı yıl herkeste küçük çaplı şok yaratmıştı Dior Homme. Erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüştü. Hatta isminde "erkek için" olduğu vurgusu bile mevcuttu. Fakat kokusu ilginç şekilde hem kadınsı nüanslara sahipti hem de çarpıcı şekilde erkeksiydi. İşte Dior Homme bunun için böylesine fenomen oldu kısa sürede. Ve dünyanın en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. Dior yine on numaradan vurmuştu hedefi.

Uzun zaman önce kullandığım ilk formülasyon (2005) Dior Homme'u çok sevmiş ve en iyi parfümlerden birisi ilan etmiştim kendi çapımda. İlerleyen yılların ardından değişen koku algım ve Dior Homme'un geçirdiği reformülasyonlar sonucunda onu yeniden kullanmak ve değerlendirmeye almak istedim. Bakalım Dior Homme'un yeni hali, eskisi kadar beni benden alabilecek mi?

Kendi sitelerinde baharatlı-odunsu olduğu vurgulanan Dior Homme'un, erkeksi iris çiçeği (süsen) parfümü olduğu vurgulanmış. Kakule, iris ve vetiver notaları üzerine oturtulmuş kokusu. Üzerime sıktığımda beni kremsi turunçgiller ve iris çiçeği karşılıyor. Turunçgillerin geri planda kaldığını söyleyebilirim. Ağırlık iris çiçeğinde. Biraz da kakule var sanki. Başlangıcı gayet güzel Dior Homme'un. Orta kısımda büyük değişiklik olmuyor. Sadece iris çiçeğinin etkisi daha artıyor. Orta bölümden itibaren pudralı yapı ortaya çıkıyor. Evet orta kısım oldukça pudralı-çiçeksi denebilir. İşte Dior Homme'u bu kadar meşhur hale getiren form karşımızda. Yumuşak ve kremsi çiçeksilik erkeksi olmaktan ziyade uniseks kullanıma daha yakın. Geçmişte denediğim Dior Homme'un orta kısmında erkeksi deri varken, yeni formülasyonda derinin etkisi azaltılmış ve pudralı kakaonun oranı artmış sanki. Yine de bu hali benim için yeterli. Geleyim sonlara. Alt notalarda tatlılık biraz artıyor ve kremsi odunsu notalara dönüşüyor. Vetiver rahatlıkla hissediliyor alt notalarda. Onun dışında da çok ilgi çekici değil son kısım. Biraz sıradan kalmış parfümün kapanışı.


Dior Homme, kendi sitelerinde de belirttikleri gibi erkeksi sayılabilecek iris çiçeğinin etkisi altında. Kimileri onu fazlaca kadınsı bulabilir. Ki bu konuda onları eleştiremem. Çünkü Dior Homme gerçekten de ruj-makyaj malzemesi-makyaj çantasının için gibi kokuyor çoğu zaman. Daha doğrusu bu efekti müthiş bir kalite ile etrafa yayıyor. Sanırım onun bu kadar eleştirilmesinin veya aşık olunmasının sebebi iris çiçeğinin böylesine kullanılmış olması.

Eğer Dior Homme'u bir şekilde tanımlamak isteseydim onu çiçeksi-odunsu-pudralı kakao olarak sınıflandırırdım. Tabii hiç bir parfümü böylesine kalıpların içine sokmak doğru değil. Fakat Dior Homme'un bendeki yansıması aşağı yukarı böyle oldu. Pudralı irisin genel kompozisyonda çok büyük yer kapladığı görülüyor. Sürpriz olarak bence ikincil element yumuşak-kremsi odunsular. Orta bölümün sonlarından itibaren beliren odunsu notalar, alt notaları domine ediyor.

Ve kakaodan bahsetmezsem olmaz. Buradaki kakao, daha çok yağlımsı hissiyata sahip. Acı veya çikolatamsı gelmiyor bana hiç bir zaman. Pudralı bir kakao adeta. Yüksek kaliteli değil bence kakao kullanımı. Mis gibi kakao çekirdeği kokusu beklemeyin çünkü oldukça tatlı zaman zaman şekerliliğe kaçan bir kakao kullanımı mevcut. İlk formülasyon Dior Homme'da çok daha fazla beğenmiştim kakao kullanımını.


Geleyim merak edilen konulardan ilkine. Dior Homme gerçekten de ruj-makyaj malzemesi gibi mi kokuyor? Ve bu koku onu erkeğin kullanmaması gerekecek kadar feminen hale getiriyor mu? Kendi açımdan bakarsam evet o meşhur ruj kokusu Dior Homme'da baskın şekilde var. Ve tabii ki bu durum ona kadınsı nüanslar veriyor. Fakat bu onu salt bir kadın parfümü haline getirmiyor. Odunsu notalar ve kakao, erkeksi hissiyatı pekiştiriyor. Yani başarılı bir dengeye oturtulmuş kokusu. Ne çok erkeksi ne de fazlasıyla kadınsı. Bu haliyle erkekler rahatlıkla kullanabilir ama maskülen parfümlerden hoşlanıyorsanız Dior Homme'un size hitap etmeyeceği çok açık.

İkinci merak edilen konu parfümün geçirdiği reformülasyonlar. Tam olarak kaç defa reformülasyon geçirdiğini Dior'un parfüm birimi dışında kimsenin bilemeyeceği Dior Homme'un, son hali biraz sönükleşmiş, eski çarpıcı ve sofistike yanı törpülenmiş, deri azaltılmış ve odunsu notalar arttırılmış. Bilemiyorum belki de yıllar önce kullandığım Dior Homme, tecrübesizliğim sebebiyle bana öylesine harika gelmişti. Bugün daha objektif baktığımda çok ilginç ve yaratıcı bir parfüm görüyorum karşımda. Lüks kokan, inanılmaz bir aurası olan, modern, cazibeli, şık, benzerine kolay kolay rastlanamayacak, fütüristik bir çalışma adeta. Fakat ilk kullandığım kadar heyecanlandıramadı beni Dior Homme. Biraz fazla tatlı, fazla kremsi ve en önemlisi de fazla pudralı geldi kokusu. Sanırım bu kadar tatlı kokular artık ilgimi çekmiyor.

Yine de Dior Homme, her yerde satılan ana akım markalar içinde hala yıldız gibi parlıyor. Böylesi bir eser kolay kolay gelecek gibi görünmüyor. Onun içindir ki muhakkak deneyin, içinize uzun uzun çekin, kendinizi ona yakıştırmaya çalışın ve bu deneyimin tadını çıkarın. Belki de geleceğin parfümleri Dior Homme gibi olacak. Kim bilir...

Luca Turin'in kitabında meyveli iris olarak sınıflandırılmış Dior Homme. Beş üzerinden beş puan alarak en iyi parfümler listesine girmiş. Bay Turin'in bu puanlamasını ilk yani 2005 formülasyonu üzerinden yaptığını belirteyim.


Dior Homme'un yeni formülasyonlarına artık Francois Demachy imza atıyor. Benim kullandığım da onun elinden çıkmaydı. EDT konsantrasyonuna sahip. Farkedilirliği ilk yarım saat iyi, sonrasında tene-kumaşa yakın kalıyor. Kalıcılığı fena değil. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Ten üzerinde beklediğim kadar çarpıcı kokmazken, kumaş üzerinde daha hoşuma gitti. Bunu da küçük bir anekdot olarak vereyim. Ne olur ne olmaz, siz yine de denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/8.5

9 Mart 2015 Pazartesi

Le Labo - Ylang 49 (2013)


Le Labo - Ylang 49 (2013)

Anavatanı Güneydoğu Asya olduğu söylenen Ylang Ylang kokusu, Cananga Odorata ağacının çiçeklerinden elde edilen yağdan sağlanıyormuş. Bu ağacın kırk metreye kadar büyüyebildiğine dair kayıtlar mevcut. Oldukça değerli bitki olan Ylang Ylang çiçeklerinin damıtılması yoluyla elde edilen Ylang Ylang yağı, kozmetik ve parfümeri sektöründe bolca kullanılıyor.

İlk olarak ticari amaçla Filipinler'de daha sonra Endonezya'da yetiştirilen, ardından Komor Adaları'na getirilerek 1980'li yılların başlarına kadar yüksek miktarlarda yetiştirilen Ylang Ylang, Endonezya, Filipinler, Madagaskar ve Komor Adalarının yanısıra, halen en çok Çin'in Guangdong bölgesinde yetiştirilmekteymiş.

Ylang Ylang yağının kökeninin Asya olduğu düşünüldüğünde, o coğrafyanın vazgeçilmezi aromaterapi alanında da kullanıldığını tahmin etmek zor değil. Sadece aromaterapi seanslarında değil, tıp ve alternatif tıp alanında da sıkça kullanılıyormuş Ylang Ylang yağı. Rahatlatıcı ve dolaşım sistemini düzenleyici yanından dolayı, anti-depresan, afrodizyak, enfeksiyon önleyici, antiseptik, tansiyon düzenleyici, sinirleri yatıştırıcı etkileri de bulunuyormuş.


Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan bu egzotik bitkinin birçok parfümde kullanıldığını biliyoruz. Gerek niş gerekse ana akım markalar Ylang Ylang kokusunu parfümlerinde kullanıyorlar. Tabii oldukça çiçeksi yapısından dolayı kadın parfümlerinde kullanılıyor Ylang Ylang. Bir erkek parfümünde hatırladığım kadarıyla baskın şekilde rastlamadım bu notaya.

Amerika merkezli niş parfümevi Le Labo'da Ylang Ylang kokusunu parfümünde kullanan markalar kervanına katıldı 2013 yılında. Markanın yeni sayılabilecek parfümlerinden Ylang 49, kendi sitelerinde çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir koku beni karşılıyor. Eski tarz kadınsı şiprelere gönderme yapan üst notalarında bergamot algılıyorum ilk önce. Kısa süre sonra tatlımsı-kremsi beyaz çiçeklerin hücumuna maruz kalıyorum. Başlangıcı oldukça saldırgan ve etkileyici. Üst notalarındaki kadınsılık rahatlıkla farkediliyor. Fena değil açılışı. Orta bölüme geçildiğinde çiçeksilik oranı daha da artıyor. Hatta tek yetkili haline geliyor çiçekler. Beyaz çiçekler, sarı çiçekler, indolik çiçekler, sabunsu çiçekler... Ne ararsanız var. Ylang Ylang, sümbülteber, yasemin ve daha kimbilir hangi çiçekler... Çiçeklere kuru paçuli eşlik ediyor. Orta kısımdaki dişil çiçeksilik fazlaca tatlılık barındırmıyor. Başlangıcına göre daha kuru ve tatlılık oranı az orta bölümün. Retro kadınsılıktan bahsedilebilir. Orta bölümü oldukça etkileyici. Sonları, orta bölümün devamı şeklinde gelişiyor. Farklı olarak kuru odunsular ve biraz meşe yosunu kompozisyona ekleniyor. Yine bir sürpriz var sonlarda: Tütsü. Vetiverle harmanlanmış tütsüyü sevdim. Alt notaları, üst ve orta notalar kadar çarpıcı olmasa da kötü değil ama çok da ilginç sayılmaz.

Ylang 49, şüphesiz ki kadın kullanımına yakın bir eser. Gerek ismini aldığı Ylang Ylang bitkisinin verdiği hissiyat gerekse kokusundaki yoğun çiçeksilik, onu, alışıldığı üzere kadın kullanımına yaklaştırıyor. Buradaki kadınsı çiçeksilik, oldukça nostaljik, eski klasikleri hatırlatacak şekilde verilmiş. Evet parfüm 2013 çıkışlı ama verdiği izlenim sizi çok daha eskilere götürüyor. Buradan hareketle günlük kullanım için biraz fazla iddialı olacağı söylenebilir.


Ne yalan söyleyeyim karşımda içimi bayan bir kadın parfümü bulacağımı sanıyordum. Evet çiçekler her daim baskın ama kuru paçulinin etkisini göz ardı edemeyiz. Kokuyu şipre kıyılarına çeken turunçgiller, indolik beyaz çiçeklere fazla direnemiyor ve kendi sitelerinde dedikleri gibi tam bir çiçeksi şipreye evriliyor. Evrim teorisinin babası Darwin bu manzarayı görse sanırım ünlü kitabı Türlerin Kökeni'nde muhakkak bahsederdi bu evrimden :) Her ne kadar sevdiğim tarza sahip olmasa da bu tür kokulara aşık kadınların mutlaka şans vermelerini öneriyorum.

Sonuç olarak üst-orta-alt nota ayrımı dikkat edilirse algılanabiliyor. Kokusu çok zengin olmasa da katmanlı. Onun tarzı gayet coşkulu, vurucu, hırslı ve şık. Sınırlı tatlılığı, eskileri hatırlatan genel yapısı, beyaz çiçek ağırlığı onun genç kız parfümü olmadığı gerçeğini bize haykırıyor. Ylang 49, otuz beş yaşın üzerinde, olgun, kızsal kaygılarından kurtulmuş, hayatı çok farklı açılardan görmeye başlamış, maddiyatı öncelik sırasının altlarına itmiş, Paris modasını takip eden, vintage ürünler satan dükkanları gezmeyi seven, İtalya'ya gittiğinde alışverişi değil de Floransa'daki müzeleri gezmeyi önceleyen kadınların parfümü olmalı. Geçmişin şaşalı şiprelerine modern bir saygı duruşu denebilir Ylang 49 için.

Geleyim Ylang 49 ile Aromatics Elixir benzerliği meselesine. Bazı platformlarda bu iki parfüm karşılaştırılmış ve aralarındaki benzerlikler vurgulanmış. Aromatics Elixir, oldukça karanlık, sert, haşin ve ödünsüzken, Ylang 49 daha açık, ona göre neredeyse ferah, beyaz çiçeksi ve kadınsı forma sahip. Aromatics Elixir erkek kullanımına yakın, acımasız, koyu ve korkutucu bir şipre iken, Ylang 49 şıkır şıkır giyinmiş süslü bir Nişantaşı kadını kokusu olduğunu düşündürtüyor. Evet ikisinin aurası birbirini andırıyor ama aralarında büyük benzerlik olduğunu düşünmüyorum.
  

Parfümün tasarımcısı olarak Frank Voelkl görünüyor. Bay Voelkl, Le Labo'nun başka parfümlerine de imza attı ve atmaya da devam edeceğe benziyor. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusu çok inatçı, kalıcı ve farkedilirliği gayet yüksek. Bu anlamda performans sorunu yaşayacağınızı sanmıyorum. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Kadın kullanımına daha yakın duruyor. Oldukça yüksek fiyatına istinaden "denemeden almayın" uyarısını yapmayı unutmayayım.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5  

6 Mart 2015 Cuma

Christian Dior - Patchouli Imperial (2011)


Christian Dior - Patchouli Imperial (2011)

"Rusya'dan gelen kişniş, Endonezya'nın bağrından kopup gelen paçuli ve Hindistan'dan gelen sandal ağacı."

İşte size Patchouli Imperial'in kısa öyküsü. Aslına bakarsanız uzun hikayeyi bilemiyorum. Belki de bir hikayesi yoktur Patchouli Imperial'in. Her parfümün hikayesinin olması da gerekmiyor. Aslına bakılırsa parfümün ismi, aklımızdaki soru işaretlerini gidermeye yetiyor. Anlıyoruz ki karşımızda paçuli yorumu var.

Christian Dior'un müthiş parfümleri, ikonik tasarımları, moda dünyasındaki eşsiz yeri, umudumuzun her zaman diri olmasını sağlıyor. Dior'un yeni parfümü çıktığında, en azından vasat bir iş olmayacağını tahmin ediyoruz, belki de umuyoruz. Hele ki söz konusu özel seri koleksiyonundan üye ise daha bir dikkat kesiliyoruz. Aynı bugünkü yazı konum Patchouli Imperial'de olduğu gibi.

Dior'un her yerde satılan popüler parfümlerinin aksine çok az yerde bulunan ve niş parfümlere rakip olarak gösterilebilecek özel serisi "La Collection Privee" ailesi gittikçe genişliyor. 2015 yılı itibariyle yirmiye yaklaşıyor özel seriye mensup parfümler. Anlaşılan Dior, bu seriye daha da yatırım yapacak. Umarız ki koku severleri mutlu edecek başarılı parfümlere imza atarlar.

Patchouli Imperial, 2011 çıkışlı özel seri üyesi olarak büyük ses getiremedi. Bir Ambre Nuit ya da Oud Ispahan kadar talep görmedi. Geri planda kaldığı söylenebilir. Parfümün tasarımcısı François Demachy'e göre "bütün bitki notalarının içerisinde en çok hayvansallık hissiyatı veren nota olan paçuli" benim de son yıllarda ilgimi çeken kokulardan birisi. Uzun zaman önce paçuliyi hiç sevmezken, artık paçuli parfümlerine daha bir heyecanla yaklaşıyorum. İlk anda Patchouli Imperial ismini duyduğumda oldukça merak etmiştim. Nihayet tanıştık kendisiyle. Buyurunuz o zaman detaylara.



Kendi sitelerinde "tutkulu ve rafine bir parfüm" olarak tanımlanan Patchouli Imperial'i üzerime sıktığımda garip burukluk beni karşılıyor. Turunçgil mi desem çiçeksilik mi desem paçuli mi desem yoksa hepsinin karışımı mı desem karar veremiyorum. Tuzlu bergamot ile kremsi paçulinin birleşiminden oluşuyor sanki üst notalar. Pek alışık olunmayan tarzdaki başlangıcını pek beğenmedim. Orta kısma geçildiğinde koku yapısında büyük değişim olmuyor. Kremsi buruk paçuli hala çok etkili. Farklı olarak tütün yaprağı benzeri koku algılıyorum. Açıklanan notalarında tütün yok ama bence ıslak tütün yaprağı tarzında bir tütün kullanımı var. Dumansı olmayan ıslak tütün, kremsi paçuliyi geri planda destekliyor. Kimi zaman tütün kolonyasına benzeyen orta kısım, başlangıcına göre nispeten daha başarılı. Alt notaları oldukça tanıdık geliyor burnuma. Tatlığın azaldığı sonlarda çikolatamsı paçuli bu sefer sürpriz yapıyor. Biraz Angel'ı anımsatan kapanışını sevdim. Hatta parfümün en beğendiğim yeri oldu alt notaları.

Patchouli Imperial, ismine binaen büyük oranda paçuli kokusuna sahip. Hem eski hem de modern sayılabilecek kokusu fazlaca rastlanacak türde değil. Özellikle ana akım markalarda böyle bir paçuli kullanımı hatırlamıyorum. Oldukça kremsi (vanilyalı değil yağlı gibi), yumuşak, bazen ferahlık sınırında gezen bazen de baharatlı-tütünlü izlenimi veren hafif tatlı paçuli, ana aksı oluşturuyor. Biraz hüzünlü, kekremsi, olgun ve bohem tarza sahip. Tatlılık her daim var. Buradaki tatlılık vanilyamsı değil de bal-tonka fasulyesi tarzına yakın verilmiş.

Patchouli Imperial günlük kullanım için uygun değil bence. Daha ortam ya da dönem kokusu. Soğuk sonbahar günlerinde kasım ayının sonlarında, yerlerde sararmış yaprakların olduğu sokaklarda dolaşırken kullanılsa eminim harika olacaktır. Benim kullandığım mart ayının serin günlerinde fena tepkiler vermedi ama yine de baharın cıvıl cıvıl neşesine uyacak bir kokusu yok. Havanın soğuk olduğu akşam saatlerinde montumdan burnuma gelen Patchouli Imperial kokusunu beğendim. Ama tenimdeki halini kendime yakın bulamadım. Belki de tenime uymadı bir türlü.



Zaten Patchouli Imperial ile aşk-nefret ilişkisine benzer bir durum yaşandı aramızda. Kimi zaman sevdiğim kokusundan çoğu zaman hoşlanmadım. Düz çizgide ilerleyen, derinliği olmayan, biraz paçuli yağlarını anımsatan kokusu ile barışamadık. Evet bir süredir paçuli parfümlerine olan ilgim artıyor. Fakat Patchouli Imperial ile bu iş olmayacak gibime geliyor. Coromandel, Angel (kadın versiyonu) ve Borneo 1834 gibi nefis paçuli parfümleri varken, Patchouli Imperial'e ihtiyacım olacağını sanmıyorum.

Bir tek bana mı öyle geliyor yoksa bu parfümün orta kısmı garip şekilde Black Orchid ile hafifen benzeşiyor mu karar veremedim. Sanırım birbirlerini andırıyorlar. Azıcık da Slumberhouse'un Jeke'sine benzettim Patchouli Imperial'i. İlginç olan ise bu parfümün Coromandel'e benzetilmesi. Evet ikisinde de paçuli önemli aktör ama bence çok da benzemiyor Coromandel'e. Patchouli Imperial daha ferah ve tütünümsü kokarken Coromandel karanlık ve çikolatamsı yapıda. Bu anlamda aralarında büyük benzerlik göremiyorum. Sadece sonları benziyor olabilir Coromandel'e.

Gördüğüm kadarıyla oldukça tematik bir paçuli denemesi yapılmış Patchouli Imperial ile. Genel beğeniye uymayacak, yapaylık hissedilmeyen, kullanması zor sayılabilecek yapısı ile paçuli severleri bile şaşırtabilecek kokusu, denemeden alımlar için hiç de güvenli değil.



Geleyim performans kısmına. Kalıcılığının gayet iyi olduğu söylenebilir. Kıyafetlerden günlerce etrafa yayılıyor kokusu. Farkedilirliği başlarda gayet iyi. Kimileri saldırgan olduğunu söylese de bence yumuşak karakterli yapıya sahip. Farkedilirliği 1-2 saat sonra normale dönüyor. Kadın parfümü olarak çıkarıldığı söylense de paçuli seven erkekler rahatlıkla kullanabilir. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Yaş olarak ise yirmi beş ve üzerindeki arkadaşların denemesinde fayda var.

Koku Güzelliği:10/6

3 Mart 2015 Salı

Scentstory – 24 Gold (2010)


Scentstory – 24 Gold (2010)

Evet koku dostları farklı bir durum var karşımızda. Parfüm sektöründe pek örneği olmayan yeni oluşuma nasıl isim vereceğimiz konusunda kararsızım. Birçok ünlü modacının, tasarımevinin, mücevher markalarının, popstarların, çizgi film karakterinin, hatta lüks araba üreticilerinin parfüm işine girdiğine şahit olduk. Özellikle son on yılda çığ gibi büyüyen parfüm piyasaya sürme merakı, biteceğe benzemiyor, tersine sürekli artıyor. Artık neredeyse her ünlünün veya ismi bir şekilde dünya sosyetesinde duyulmuş kişinin, anında parfümleri rafları süslüyor. Paris Hilton'un bile parfümleri var, daha ne kadar kötüye gidebilir ki bu iş :)

Amma bir Hollywood film şirketinin isim hakkını alarak ve destek vererek parfüm işine girmesi her gün karşılaştığımız durum değil. Dünya film sektörünün en büyük oyuncularından olan Warner Bros'un lisansı altında piyasaya sürülen ScentStory parfümleri, Amerika'da çoktan satılmaya başlandı. Tabii 24 dizisinin ana vatanı olan, orada büyük ses getiren ve müthiş reyting alan Jack Bauer karakterinin Amerika'daki popülaritesinin etkisiyle, ScentStory parfümleri ilgi gördü. Bilemiyorum belki de 24 dizisinin hayranları tarafından Jack Bauer ile özdeşleştirilen ScentStory parfüm serisi, Avrupa kıtasında ve dünyanın geri kalanında fazla ses getirmişe benzemiyor. Amerika'da oldukça uygun sayılabilecek fiyatlara satılan ScentStory parfümleri hakkında genellikle olumlu yorumlar yapılıyor.

Geçtiğimiz aylarda markanın ilk parfümü 24 Classic'i kullanmış ve pek beğenmemiştim. Bugün ise ScentStory'nin en çok övgü alan parfümüne göz atacağım. 24 Gold, umarım sevebileceğim yapıdadır.

24 Gold, kendi sitelerinde tatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı ekşi-tatlı kırmızı meyveler ile gerçekleşiyor. Kiraz ve ahududu ile gerçekleşen üst notalar lezzetli ve güzel. Bu tür kırmızı meyveleri seviyorum. Burada da gayet doğal ve gerçekçi kullanılmış ekşi meyveler. Başlangıcını başarılı buldum. İlerleyen dakikalarda meyveler geri plana geçiyor. Bu andan itibaren parfüm size asıl yüzünü gösteriyor. Tatlımsı, koyu ve yoğun vanilya-amber-misk üçlüsü öyle bir ortaya çıkıyor ki başka notaya izin vermiyor adeta. Meyveler az da olsa vanilya-amber ikilisine eşlik ediyor. Açıklanan notalarında öd var. Fakat öd, vanilyanın gölgesinde kalmış gibi. Orta kısmı biraz fazla tatlı gelse de yine de kötü değil. Son kısımda odunsu notalar kendisini göstermeye çalışıyor. Kuru sayılabilecek ağaçlara (sedir ve açıklanan notalarındaki gaiac) tatlımsı sandal ağacı eşlik ediyor. Alt notaları durağan ve ortalama denebilir.


Başlangıcındaki canlı, enerjik ve nefis kırmızı meyveler tam istediğim ve hayal ettiğim gibi kokuyor. Ekşimsi meyveler, hafiften içki efektine de sahip. Biraz Back to Black'in açılışına benziyor üst notaları. Bence Back to Black'ten daha güzel 24 Gold'un başları. Orta kısımda bu sefer vanilya-ambere eşlik eden kırmızı meyveler, kokuya hafiften Tobacco Vanille çizgisine getiriyor. Vanilya, Un Bois Vanille'deki kadar şekerli değil. Fakat yine de hatırı sayılır oranda tatlılık içeriyor. Bence çok abartılı değil tatlılığı. Üst ve orta notalar çok güzel tasarlanmış. Sonları biraz sıradan olmuş. Odunsu notaların üzerinde vanilyanın etkisi sürüyor ama çoğu parfümde rastlanabilecek tarzda. Üst ve orta notalarının güzel ve aktif halini düşünürsek, kapanışı heyecan verici değil 24 Gold'un.

Parfümün vanilya-amber temeli üstünde yükseldiğini söyleyebilirim. Mayhoş meyveler ile desteklenen ve zenginleştirilen kokusu, kırmızı şarap/likör benzeri hava katıyor 24 Gold'a. Orta kısımdan itibaren vanilya ve miskin yükselişi, kokuyu uniseks alana yaklaştırıyor. Zaman zaman çiçeksiliğin hissedildiği orta notalarda kullanılan amber tam sevdiğim gibi.

Gördüğüm kadarıyla oldukça sıcak ve kremsi bir parfüm. Tatlı baharat-kirazlı pipo tütünü esansını andıran 24 Gold, günümüzün modern oryantalleri için güzel bir örnek. Gourmand sayılabilecek vanilya teması çok yaratıcı olmasa da yeterince özenli verilmiş. Çok katmanlı ya da derin değil ama kullanan çoğu kişinin beğeneceğini düşündüğüm 24 Gold, yeterli kaliteye sahip. Hele ki oldukça uygun fiyatlara satıldığını göz önüne alırsak...

Yurtdışındaki platformlarda bol bol övgüler alan 24 Gold'u, bu tarz kokuları sevdiğim için beğendim. Eğer Tobacco Vanille veya Back to Black'i seviyorsanız fakat fiyatlarını abartılı buluyorsanız, iyi bir seçenek karşınızda duruyor. 24 Gold, ne Back to Black kadar bebek pudrası kıvamında ne de Tobacco Vanille kadar mumsu düz vanilyaya sahip. Özellikle oldukça soğuk kış mevsiminde çok daha seveceğinizi düşünüyorum.


Çoğu kişinin parfümün çok kalıcı, farkedilir ve ağır olduğunu vurguladığını gördüm. Bir EDT'ye göre performansının iyi olduğu açık. Fazla kullanımda boğucu olabileceği akıldan çıkarılmamalı. Dolgun, yoğun ve güçlü bir parfüm. Benim tenimde söylendiği kadar farkedilirliği yüksek olmadı. Kalıcılığı ortalamanın üzerinde.

24 Gold hem kadınlar hem de erkekler için tasarlanmış. Kimileri biraz kadınsı bulsa da bence erkeksi nüanslara sahip. Bu anlamda uniseks kullanıma uygun olduğu söylenebilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5