dumansı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dumansı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2022 Pazar

Loewe – 7 (2010)

1846 yılında kurulan Loewe’nin 175 yılı aşan tarihi şüphesiz önemli ve değerli. Deri yapım kolektifi olarak başlayan Loewe markası, bugün küresel lüks ürünler üreten ve oradan da tabii ki parfümlere uzanmış durumda.

Loewe’nin ilk parfümlerinin 1970’li yılların başlarında raflara çıktığını biliyoruz. Dünya parfümler tarihine büyük klasikler bırakamadıklarını söyleyebiliriz. Yine de parfüm severlerin ilgisini çeken bir marka ve Loewe 7, onların modern kokusal tasarım dilini gösteren çalışmaya benziyor. Loewe’nin internet sitesinde 7 isimli parfüm hakkında pek detay verilmemiş. 7’nin tanıtımı şöyle yapılmış: “Orijinal ve yoğun LOEWE 7 Eau de Toilette, tütsü, kırmızı biber meyveleri ve kırmızı elma dahil yedi bileşenden oluşur. Koku, gece mavisi metalik gölgeli yarı opak cam şişede gelir.”

7’nin başlangıcı yeşil sayılabilecek turunçgillerle gerçekleşiyor. Ferah ve aromatik ilk dakikalardan sonra dumansı baharatlar ve odunsu tütsüye rastladım. Baharatların ağırlığını kara biberin oluşturduğunu düşünüyorum. Biberin yanında kuru tütsü parfümün önemli unsurlarından. Kapanışta tütsü yoluna devam ederken plastiğimsi sedir ağacı benzeri odunsuluk noktayı koyuyor.

7’yi büyük resim olarak düşünürsek odunsu-tütsülü-baharatlı ana yapıyı görebiliriz. Gayet kaliteli ve modern 7’nin aromatik yönü ağır basıyor. Baharat ve tütsü ağır, şekerli ve bıktırıcı şekilde verilmemiş. Gayet açık notalar karanlık ya da gotik değil. Tütsünün verdiği dumansılığı severim ve buradaki kullanım hiç fena değil. Kimi kullanıcıların 7’yi Encre Noire’ye benzetmesi gayet normal. Parfümün tek kusuru sedir ağacını andıran odunsuların hafiften yapay/plastiğimsi verilmesi.

Encre Noire daha koyu, karanlık, kasvetli ve mürekkebimsi kokarken 7 daha günlük ve hatta ofis-işyeri kullanımına yakın duruyor. Çok saldırgan ya da güçlü değil. Deneyen çoğu kişinin beğenebileceği yapısı sayesinde övgüler alabilirsiniz. Hissedilir orandaki erkeksi yapısı ve temiz-duru kokusuyla yeni nesil bol şekerli erkek parfümlerinden rahatlıkla ayrılıyor. Karakteri olan güzel bir parfüm.

Eğer Comme des Garçons – 2 Man ve Kyoto, Azzaro – Visit gibi parfümleri seviyorsanız 7’ye şans verebilirsiniz. Eau de Toilette formunda. Kalıcılığı idare ederken, etrafa yayılımı zayıf. Serin ilkbahar-sonbahar dönemlerine yakışacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/7

21 Ekim 2021 Perşembe

Jo Malone – Oud & Bergamot (2010)

Jo Malone’nin 2010 yılı çıkışlı uniseks parfümü Oud & Bergamot’un oldukça seveni olduğunu görüyoruz. 2010’lu yılların popüler niş parfüm öğesi öd ağacı temasına sahip olduğunu isminden, tanıtımından ve kokusundan anlıyoruz.

Jo Malone’nin internet sitesinde Oud & Bergamot hipnotik ve çekici olarak tanıtılmış. Ayrıca Orta Doğu koku geleneklerinin merkezinde yer alan bu saygın ahşabın (oud) gizemli, dumanlı karakterinin taze bergamotla uyumundan bahsedilmiş.

Oud & Bergamot’un açılışı kuru ve ferah sayılamayacak odunsu bergamotla gerçekleşiyor. Bir parça dumansı siyah çay kokusunu andıran ilk dakikalardan sonra odunsu karakter iyice baskın hale geliyor. Orta bölümde kuru odunsuluk sedir ağacını anımsatıyor. Tatlılığın oldukça az olduğu orta notalardan sonra kapanışta da kuru odunsuluk hakimiyetini sürdürüyor.

Oud & Bergamot, günümüzün yeni nesil parfümlerine benzemeyen yapıya sahip. Tatlılık neredeyse yok. Kuru odunsu ve tütsü benzeri ana yapı, hafiften reçineli ağaçsı parfümleri andırıyor. Parfüme ismini veren iki ana öğe, ilginç şekilde fazlaca baskın değil büyük resimde. Bergamot başlarda biraz gözüküyor. Öd ağacı da çoğu oud temalı parfümdeki gibi ağır güllü şekilde verilmemiş. Buradaki öd ağacı, kuru sedir ağacı kokusuna yakın duruyor. Hatta parfümün ana aksını yarı karanlık sedir ağacının oluşturduğunu düşünüyorum.

Oud & Bergamot, bu haliyle yüksek kaliteli işçiliğe sahip. Yapaylığa rastlanmıyor ve kokusal anlamda harika iş çıkarıyor. Bu tür odunsu yapıları sevdiğim için kullanmaktan zevk aldım. Burada Arap-Orta Doğu esintili form yok. Gayet modern ve seküler davranıyor öd ağacı. Düz çizgide ilerliyor ve hemen hemen hiç değişmiyor. Pek katmanlı koktuğu söylenemez.

Zihnim yanıltmıyorsa biraz Comme des Garçons 2 Man’i ve üretimi biten Gucci Pour Homme’yi andırıyor. Bu enfes kokunun büyük bir günahı var ki o da performansı çok kötü. Kalıcılığı idare etse de etrafa yayılımı oldukça az. Cologne Intense gibi garip konsantrasyona sahip. Keşke daha güçlü kokabilseymiş. Sonbahar-kış döneminde kullanmaya yakın duruyor. Kokusunu sektörün tanınan burunlarından Christine Nagel tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/8.5

29 Temmuz 2021 Perşembe

Armaf – Club de Nuit Intense Man (2015)

Kendilerini Birleşik Arap Emirlikleri’nin en iyi parfüm şirketi olarak gören Armaf markasının eserleri dünyada ilgi çekmeye başladı. Özellikle kimi popüler parfümlerin kaliteli benzerlerini yapmaları, yüksek satış rakamlarına ulaşmalarını sağladı. Tabii Armaf markasının tanınma oranını da arttırdı.

Armaf’ın Club de Nuit serisi epey ses getirdi. Club de Nuit Intense’nin kadın versiyonunun Tom Ford’un sevilen parfümü Noir de Noir’e benzemesinin ardından Club de Nuit Intense isimli erkek parfümünün de Aventus’u andırması şaşırtıcı olmadı. Club de Nuit Intense Man’ın resmi tanıtımında parfümün odunsu baharatlı erkeksi yönü vurgulanmış. Açıklanan orta notalarında gül ve yasemin gibi daha çok kadın parfümlerinde rastladığımız öğelerin bulunması ilgi çekici görünüyor.

Club de Nuit Intense’nin açılışı dumansı ekşi meyvelerle gerçekleşiyor. Limon kabuğu ve ananasa eşlik eden neredeyse tütsü gibi davranan odunsular, ilk saniyeleri rahatlıkla sevmeme sebep oluyor. Orta bölüme geçildiğinde dumansı yapı azalarak devam ederken ananas benzeri mayhoş meyveler yola devam ediyor. Sonlarda odunsu karakter kendisini gösteriyor. Misk ve huş ağacı ağırlıkta diyebilirim.

Açıklanan üst notalarında elma, bergamot, siyah üzüm, ananas ve limon var. Ananasın, parfümün başından sonuna kadar etkisi azalarak devam ediyor. Leziz ve hafiften tropikal kokteylleri andıran ilk dakikalardan sonra Aventus’a benzerlik ciddi şekilde algılanıyor. Aventus’a ilginçlik katan huş ağacı notası, Club de Nuit Intense’de var. İlk saniyelerde oldukça yoğun hissedilen dumansı koyu meyveler orta kısımda basitleşerek devam ediyor. Huş ağacı teması Club de Nuit Intense’de de aynı Aventus’ta olduğu gibi zaman zaman kilit rol oynuyor.

Hepimiz biliyoruz ki Club de Nuit Intense, bir Aventus kopyası ve orijinali varken neden benzeri tercih edilsin? Cevap basit çünkü Aventus’un bir niş parfüm olarak fazlasıyla abartılı fiyatı genelde eleştirilir ve o etiketi hak etmediği söylenir. Aventus’un farklı seri numaralı örneklerini denemiş birisi olarak bence de o basit ananaslı meyve suyu kokusuna, o çılgın fiyat etiketi bol geliyor. O zaman çözüm uygun fiyatlı benzerlerine yönelmek. Aventus’un dünya çapındaki büyük başarısının ardından birçok marka onun küçük değişikliklerle benzerlerini üretti. Club de Nuit Intense, onun kokusuna muhtemelen en yakalaşanı ve en kalitelisi gibi görünüyor. Size garip gelebilir ama Aventus’tan daha çok beğendim Club de Nuit Intense’yi. Bu tür kopya kokular genellikle küçümsenir kibirli niş parfüm severler tarafından fakat Club de Nuit Intense hiç de kötü iş çıkarmamış. Kalite anlamında sizi üzmüyor.

Hafiften tuzlu ekşi meyveli odunsu ambergris teması üzerinde yükselen Club de Nuit Intense, modern parfümlerin başarılı örneklerinden birisi denebilir. Basit, ferah ve canlandırıcı meyve suları gibi kokmak isterseniz imdadınıza yetişecektir. Kendinizi deniz kenarında ananas suyu içerken hayal edebilirsiniz.

Eau de Toilette formunda. Kalıcılığı iyi, etrafa yayılımı ortalamanın biraz altında. İlkbahar-yaz dönemine uyum sağlayabilir. Erkek parfümü olarak üretilse de kadınlar rahatlıkla kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/7.5

19 Haziran 2021 Cumartesi

Maison Martin Margiela – Fireplace (2015)

Fransa merkezli tasarım markası Maison Martin Margiela’nın çıkardığı parfümler giderek büyüyen seven kitlesine sahip oluyor. Özellikle Replica serisinin parfümleri çoktandır koku bağımlılarının deneme listelerinde bulunuyor. Jazz Club ve Lipstick On ile birlikte en popüler parfümlerinin Fireplace olduğunu söyleyebiliriz.

Maison Martin Margiela’nın internet sitesinde Fireplace’in tanıtımında kışa, dumansılığa, şöminede yanan ateşe ve kestaneye vurgu yapılmış. Kokusunun konforlu odunsu yapıya sahip olduğu belirtilmiş. Fireplace’in ilk saniyeleri dumansı odunsular ve bir parça kuru baharatlarla gerçekleşiyor. Keskin ve yüksek kaliteli bu sıcak yapıya orta kısımda tatlı metalik amber benzeri tema ekleniyor. Odunsu dumansılık orta bölümde hafiften azalsa da devam ediyor. Sonlarda çokça şekerli olmayan leziz vanilya kapanışa damgasını vuruyor.

Fireplace’in açıklanan notalarında ardıç yağı ve kestane ilgi çekici görünüyor. Parfümü iki bölüme ayırıp incelemek doğru olabilir. İlk kısım dumansı kuru odunlar ve tatlı baharatlar, ikinci kısımsa odunsu vanilyalı olarak düşünülebilir. İsmi Fireplace olan parfümün kokusunun, şöminede yanmış odunlara benzemesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. Bu anlamda isim-konsept-koku bütünlüğü yakalanmış. Fireplace’teki dumansılık, Encre Noire’deki mürekkebimsi tütsülüğü çağrıştırmıyor. Fireplace daha çok gece kamp yapılan ormanda yakılan ateşin üzerinde kızartılan marşmelovu çağrıştırıyor. Zaten Maison Martin Margiela’nın internet sitesinde de buna benzer açıklamalar bulunuyor.

 

Tatlı ve modern vanilya, dumansı odunsularla birlikte verildiği için sıradan ve bıktırıcı değil. Parfümün tanıtımında ateşte kızaran kestane vurgusu var ki kestane ağacının o garip kokusunun izlerini algılayabiliyorsunuz. Fireplace’in tanıtımındaki bir kış sabahında çıtırdayarak yanan şömine temasının benzerinin kokuda yer aldığını hissettiriyor. Bu durum onu birçok yeni nesil birbirinin aynısı parfümden ayırıyor ve tematik yönünü öne çıkarıyor. Her gün karşılaşacağınız bir parfüm değil.

Yaratıcı, ilginç, herkese ve her ortama uymayabilecek eseri çağrıştırıyor. Parfümlere derinden bağlı gurmelerin dikkatini çekecek hoş ve benzerine pek rastlanmayacak yapısıyla denemeye değer.

Eau de Toilette formunda. Kalıcılığı idare eder, etrafa yayılımı güçlü değil. Sıcak yapısı sebebiyle sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Uniseks olarak pazarlansa da bu tür odunsu kokuları erkeklere daha çok yakıştırıyorum. Kokusunu Marie Salamagne tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/7.5

31 Mayıs 2019 Cuma

Ys-Uzac – Pohadka (2011)

İsviçre’nin bir numaralı niş parfüm üreticisi olarak her zaman Andy Tauer’i görüyoruz. Oysa pek sesi soluğu çıkmasa da Ys-Uzac, 2011 yılından itibaren parfüm üretiyor ve 2019 yılı mayıs itibariyle yirmiden fazla esere imza atmış durumda. Kendi internet sitesinde Ys-Uzac’ın Basel’de bulunan tam entegre üretim tesisinde nadir kokan parfümler tasarladıklarını belirtmişler.

Bir süredir kullandığım ilk Ys-Uzac parfümü Pohadka, markanın Chronochromie serisine ait. 2011 yılında piyasaya sürülen ve dört parfümden oluşan Chronochromie serisinin pek öne çıkamayan parfümlerinden Pohadka isminin, Çek dilindeki bir masal anlamına geldiğini de öğreniyoruz. Kendi internet sitesinde Pohadka’yı yeşil deri olarak sınıflandırmışlar.

Parfümün açılışı ilginç çiçeksilikle gerçekleşiyor. Ne kadınsı ne de erkeksi tarafa yakın tuhaf çiçeklerden, ölmezotu ve aromatik bitkiler ilk saniyelerde ayırt ediliyor. Aromatik Akdeniz otlarından adaçayı olduğunu tahmin ettiğim ilk dokunuş, ne ferah ne de turunçgilli. Çok farklı üst notalarından sonra bilindik bir öge yerleşiyor ana yapıya: tütün. Hafiften dumansı ve kuru sayılabilecek tütün ve ilginç çiçeksilikle orta notalar yeşil temaya yakın duruyor. Son bölümde değişim bariz diyebilirim. Alt notalarda tanıdık bir deri kapanışı domine ediyor. Vanilyamsı hoş bir deri adeta modern ama şekerli değil ve çok bilindik.

Pohadka, şimdiye kadar örneğine rastlamadığım sıradışı bir parfüm. Gerek içeriğindeki çiçekler gerek tütünün verilişi gerekse deri, bir parfümde böylesine nerede buluşmuştur? Muhtemelen sadece Pohadka’da… Parfümün değişken, katmanlı alt yapısı ve nota kalitesi harika. Genellikle niş parfümlerde rastladığımız nadide bir çiçek olan ölmezotu, parfümün başlangıcında ve orta bölümünde hissediliyor. Favori notalarımdan olan tütün de dumansı ve çiçeksi verilmiş ki gayet beğendim. Deri ise bildiğimiz deri kıyafet gibi değil daha kadınsı-plastiğimsi-modern verilmiş ki Emporio Armani’nin kimi kadın parfümlerinde bu deri kullanımını anımsıyorum.

Pohadka, kendi internet sitesinde balsamsı, yeşil, deri, oryantal, pudralı, dumansı, beyaz misk olarak tanıtılmış. Buradaki terimlerin çoğuna katılıyorum Pohadka özelinde. Ferah olmayan yeşil otsu, nötr çiçeksi, dumansı tütünlü bir deri parfümü olarak tanımlayabilirim onu. Tatlılığın sınırlı verildiği, kuru ve dumansı tema, zaman zaman çay merkezli parfümlere de benziyor. Kompozisyon biraz karmaşık ve uyumsuz gibi görünse de tek düze ilerlemeyen, her fazda karşımıza sürprizler çıkaran yapısı benim için hoştu. Herkese uymayabilecek, tecrübesiz kokuseverlerin tanımlamakta zorluk çekebileceği ve benimseyemeyeceğini düşünüyorum.

Hafif ve yumuşak yayılımlı Pohadka’yı kimi yorumcuların garip bulmasını anlıyorum. Açılışını ben de kendime yakın bulamadım. Kafamızdaki parfüm kategorilerine uymayan Pohadka’nın başlangıcı, kimi zaman oldukça hoş ve ilginç kokarken, bazen de itici ve ucube gibi davranabiliyor. Günümüzün modern parfümlerine ve koku trendlerine uymayan Pohadka’yı tabii ki denemeden almayın.

EDP formundaki Pohadka’nın eleştirilen taraflarından birisi de performansı. Bazı yorumcuların oldukça zayıf bulduğu Pohadka’nın tenimdeki macerası iyi değildi. Kalıcılığı idare ediyor, etrafa yayılımı da yumuşak denebilir. Uniseks kullanıma uyacaktır. İlkbahar-sonbahar döneminde sanki daha iyi tepkiler verecektir.

Pohadka’nın kokusunu, Ys-Uzac markasının kurucusu parfümör Vincent Micotti tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/7

20 Şubat 2019 Çarşamba

Estee Lauder – Amber Mystique (2013)

Amerika merkezli kozmetik devi Estee Lauder’in geçmişi harika klasiklerle dolu olsa da böylesine küresel firmanın durmadan yoluna devam etmesi gerekiyor. Zaten markanın son yıllarda piyasaya sürdüğü parfümlerin fazlalığına bakarak sıkı çalıştıklarını söyleyebiliriz. Özellikle 2010 yılından sonra güçlü rakipleriyle baş edebilmek için daha çok parfüm ürettiğini görüyoruz Estee Lauder’in.

2011 yılında, Estee Lauder’in, son yılların yükselen pazarı Ortadoğu temasına yönelik parfümü Wood Mystique piyasaya sürüldükten iki yıl sonra ikinci Mystique isimli parfüm de raflardaydı. Amber Mystique ile iki parfümlük seri haline gelen Mystique’lere aradan geçen yılların ardından başka üye katılmadı. 2019 yılının başları itibariyle iki parfümden oluşan Mystique’lerin Amber’i ile bir süredir birlikteydim. Bakalım bana neler hissettirmiş Amber Mystique.

Parfümün açılışı tatlı kırmızı meyveler ve öd-gül ikilisiyle gerçekleşiyor. Başlangıçtaki meyveler ahududuyu andırıyor. Gül ise kırmızı ve lezzetli kokuyor. Meyveli gül olarak tanımlanabilecek üst notaları çok güzel. Orta kısımda gül ağırlığını devam ettirirken geri planda baharatlar beliriyor. Tabii öd ağacı ve kuru deri de orta bölümde kendisine yer buluyor. Orta bölüm de fena değil. Kapanışta parfüme ismini veren amberi görüyoruz. Parfümün genel gidişatına uygun verilmiş amber, egzotik ve neredeyse tütsümsü. Gül ve tütsü son kısımda iyi iş görüyor diyebilirim.

Amber Mystique tenimde tatlı, kremsi, dumansı lezzetli, neredeyse mayhoş meyveli kırmızı gül-öd-baharat kokularını öne çıkardı. Tuzlu sayılabilecek ama ferah denemeyecek harika güle eşlik eden ahududu gayet kaliteli verilmiş ki parfümlerde pek sık göremiyoruz bu durumu. Öd ağacının o kendine has ilacımsı kuru havası sınırlı şekilde vurgulanmış bu parfümde. Baharatlar öne çıkıp, rol çalmaya kalkmıyorlar. Kullanmaya başlamadan önce ismindeki ambere takılmıştım. Kullanım sürecinde gördüm ki Amber Mystique’de amber var ama gül teması daha öne çıkmış. Bu anlamda koyu-yoğun amber parfümü değil.

Amber Mystique, son zamanlarda kullandığım en güzel gül-öd temalı parfümlerden birisi. Gül merkezli parfüm çoğu markada var ama öylesine kötü veriliyor ki gül esansı kullanmak eziyete dönüşüyor. Burada oldukça kaliteli ve meyveli verilmiş gül, gayet naif, yumuşak, hafiften kadınsı ama kullanım döneminde erkeklerin rahatlıkla kullanabileceğini hissettirdi bana.

Açıkçası çok umudumun olmadığı bu parfüm sürpriz şekilde güzel çıktı. Biraz niş markaların gül-öd merkezli parfümlerini andırıyor Amber Mystique. Tabii ilk aklıma gelen Montale’nin parfümlerine benzediği oldu. Biraz Black Aoud’u andırıyor ama ondan daha kullanılabilir ve kompleks. Azıcık da Dior’un Oud Ispahan’ını hatırlatıyor. Çok koyu, ağır ya da bıktırıcı Arap esansları gibi değil Amber Mystique. Evet, gizemli ve karanlık tarafı var ama genel olarak çoğu kişinin benimseyebileceğini düşünüyorum.

Sonuç olarak bu EDP çok hoş, sıcak, modern, yumuşak, abartısız, yüksek kaliteli, kalıcı ve etrafa yayılımı iyi bir arkadaş. Parfümün tek kötü tarafı, üretiminin çok büyük ihtimalle bitirilmiş olması. Tam bir kış parfümü olduğu söyleyebilirim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran Karmaşa’ya teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

18 Ocak 2019 Cuma

Etat Libre d’Orange – Rien Intense Incense (2014)

Aldehit, amber, hayvansılık, deri, tütsü, paçuli, gül, iris, kimyon, meşe yosunu, styrax…

Bir parfümün içeriğinde yukarıdaki notaların tamamının olması, başımıza geleceklerin önceden habercisidir çoğu zaman. Sıradışı niş parfümevi Etat Libre d’Orange’nin 2006 çıkışlı parfümü Rien’den sonra berbat isimli devam parfümü piyasaya sürüldü: Rien Intense Incense. 2006 çıkışlı Rien, şeffaf ve klasik ELDO şişesinde satılırken 2014 çıkışlı asi kardeşi Rien Intense Incense, simsiyah şişesiyle raflarda yerini aldı. Normal parfümler için normal yazılar kaleme almaya çalışan bendeniz, söz konusu anormal parfümler olunca yazılarımın da anormal çizgide olmasına engel olamıyorum. Ve işte bu aldehitli, sabunsu, derili, tütsülü, hayvansı, koyu, karanlık şiprenin bende hissettirdikleri…

Rien Intense Incense’yi anlamak için Caravaggio’nun tablolarının karanlığını, Munch’un “Çığlık”ını, yeraltı edebiyatının karamsar doğasını, satanizmin doruklarını, Marquis de Sade’nin canavarlıklarını, korkutucu Ortaçağ Avrupa’sının dehlizlerini, Bukowski’nin en sevdiği şeylerden olan at yarışlarını, çölde ölmüş hayvan leşlerini, dünyayı yönettiği söylenen gizemli tarikatların insan öldürme ayinlerini, sadist bir seks partisini, mazoşist sevgilileri, dünyanın en berbat kokan yerlerinden olan tabakhaneleri, yanan lastik fabrikasını, cadıları, fantastik canavarları, pasif-agresif psikopatları aklınıza getirmelisiniz muhtemelen.

Ve evet, bu bir parfüm mü yoksa anti-parfüm mü? Bu kokan şey üzerinize sürülebilir mi yoksa uçuk bir haute-couture mü? Bu parfüm bir markanın sıradışı olma çabasının iflası mı yoksa parfümler tarihinin müstesna bir bileşeni mi? Bu arkadaş bir anarşist mi, popülist bir çöp mü? Bu parfüm ne iş yaptığı belli olmayan ama ünlü denerek magazin sayfalarında şişirilen boş beleş tiplerin kullanacağı tiki kokusu mu yoksa parfümden gerçekten anlayan ve ne istediğini bilen bilinçli parfümseverlerin tercih edeceği son duraklardan mı? Kısacası hayal kırıklığı mı, şaheser mi?

Bu soruların hiçbirisine cevap vermeyeceğim. Rien Intense Incense, karanlıklar, zorlamalar, abartılar, gizemler, sektörel endişeler, insan doğasının korkuları, duygu dünyalarının çatışması, acıklı bir ölümü ve cenaze evinin umutsuzluğunu çağrıştırıyor zihnimde.

Bu parfüm algılarınıza saldıran zorba rolünü de oynayabilir, uyuşturucunun vereceği zevk ve uyuşukluğa da sebep olabilir. Onu nasıl kullanacağınız ve ondan neler sağlayacağınız önemli yoksa o sizi önüne katar ve götürür. Bu sert, ödünsüz, acımasız orta yaşlı adam veya cadaloz kadın size hayatınızın kokusal deneyimini yaşatabilir de “bu muymuş böylesine abartılan Rien Intense Incense” diye düşünmenize sebep olabilir.

ELDO’nun, bu parfümü “dramatik” olarak tanımlaması anlamlı sayılabilir. Her ne kadar genel olarak dramatikliği farklı düşünsek de içinde gerilim, çatışma gibi durumlar bulunan olay anlamıyla değerlendirirsek, Rien Intense Incense dramatik sayılabilir. Onun, insanların coşkulu şekilde duygularını kamçılamaktan hoşlandığını bile düşünebiliriz. Peki, yine kendi internet sitelerindeki duygusallık! vurgusuna ne demeliyiz.

Rien Intense Incense için duygusal tanımı en son söylenecek şeylerden birisi. Duygusal yerine duyusal desek eminim daha doğru olur fakat ELDO şu konuda haklı ki bu parfüm “unutulmaz şekilde garip ve harika potansiyele sahip”. Onun içerisinde bulunan yoğun tütsü gerçekten de “duyulara meydan okuma”.

Hala mı aklınızda birşeyler canlanmadı? O zaman Bandit, Aromatics Elixir, Cuir Mauresque, Comme des Garçons Black/Avignon, L’Air du Desert Marocain, Fetish Pour Homme, Cuir Ottoman, Tauer – Incense Extreme, Salvador Dali Pour Homme nasıl kokuyorsa Rien Intense Incense de öyle davranıyor.

Sonuç olarak her deneyimin bir sınırı vardır ve parfüm deneyiminin sınırı Rien Intense Incense’dir ELDO’ya göre.

EDP formundaki bu arkadaşın performans gibi bir derdi yok çünkü delirmiş gibi üzerinizden çıkmıyor. Etrafa yayılımı da fazla, onun içindir ki markanın uyarısını dinleyin: “Onu kullanırken dikkatli olun”. Bu parfümü ya kimsenin olmadığı Kuzey Kutup dairesinin oralarda ya da mümkünse sadece uzay seyahatlerinizde kullanın çünkü muhtemelen çok az kişi kokusunu beğenecektir.

Hadi ama kadınlar, araba lastiği altında kalmış hayvan leşi gibi kokmak ister misiniz? Eğer parfümün içindeki aldehitler hayatımızı kurtarır derseniz siz bilirsiniz. Erkekler için uygun olsa da sanat sanat içindir, sanat halk için değildir. Evinizin arka bahçesinde, öldürüp gömdüğünüz en az beş kişi varsa bu parfüm tam size göre. İyi şanslar…

Koku Güzelliği:10/6

25 Aralık 2018 Salı

Slumberhouse – Norne (2012)

Kanada’ya yakın bir eyalet olan Oregon’da yaşayan parfümör Josh Lobb, ilginç parfümleriyle dünya parfümseverlerinin dikkatini çekmeye devam ediyor. Kendisine ait bağımsız niş parfümevi Slumberhouse, sürekli kokularının üretimlerini bitirip, yeni eserler piyasaya sürmesiyle tanınıyor. Norne, muhtemelen markanın en sevilen ve hakkında en çok konuşulan parfümü. Josh Lobb, bir söyleşisinde Norne’yi İskandinav tarzı bir black metal müzik türünden ilham alarak tasarladığından bahsetmiş. Ayrıca tamamen saf orman özütleri üzerine inşa etmiş kokusunu. Ne tek bir uçucu yağ kullanmış ne de sentetiklere başvurmuş yaratım aşamasında. Benim de bir süredir merak ettiğim Norne’yle nihayet tanıştık.

Norne’nin başlangıcı kuru talaş kokusuyla gerçekleşiyor. Yeni kesilmiş ağaç ya da atölyede biçilmiş odun kokusu olabilecek en gerçekçi ve başarılı şekilde verilmiş ki söyleyecek söz bulamıyorum. Müthiş açılıştan sonra dumansı-odunsu yapı etkisini sürdürüyor. Orta kısımda kuru baharatlar devreye giriyor ki ağırlığın karanfilde olduğunu söyleyebilirim. Orta bölümde tütsü ve dumansı tütün de geri planda kendisini göstermeye başlıyor ki kalite anlamında yine harika. Son bölümde tütsü ve paçuli var sanki. Ağaçsılık parfümün kapanışında da devam ediyor.

Norne, şimdiye kadar kullandığım en gerçekçi odunsu kokulardan birisine sahip. Dumansı tütün, mistik tütsü, kuru çam dalları, reçineler, berbat edilmemiş harika karanfil ve diğerleri. Norne’nin bu içeriklerden oluştuğunu söyleyebilirim kısaca ama bu parfümden öyle üstün körü bahsederek geçmek olmaz.

Sisle kaplı sık ağaçlardan oluşan ormanda yürürken etraftan hissettiğimiz ya sonsuz sessizlik ya edebi huzur ya da doğanın kokusudur. Karla kaplı uçsuz bucaksız orman bize çam, köknar ve sedir ağaçlarını sunar çoğu zaman. Etraftaki likenler, eğrelti otları, reçine, yosun, baldıran otu ve daha onlarca tür bitki, ormanın koku senfonisini bize koklatır. Dünyada insan eliyle yapılmış hiç bir yapı veya eser bu huzuru ve kokular armonisini bize veremez. İşte ormanlar bunun için güzeldir ve değerlidir. Norne, onu koklayana böyle bir hissiyat vaat ediyor sanki.

İskandinavya’nın, Sibirya’nın veya Kanada’nın kuzeyindeki sürekli kar altındaki çam ve yeşilliği asla kaybolmayan iğne yapraklı ormanların Norne gibi kokacağına emin olabilirsiniz. Çam ağaçlarından akan reçinelerin, yerlere düşmüş kozalakların, bir ressamın paletinden gelen terebentinin, kereste fabrikasının ve hatta Bhutan’daki Budist tapınağının, testereyle yeni ağaç kesmiş ormancının Norne gibi kokacağına eminim.

Norne bana, karlarla kaplı bir ormandaki dağ kulübesini çağrıştırıyor. Kulübenin küçük pencerelerinden dışarıya sızan ışık, içeride yanan büyük bir odun sobası, bir köşeye dizilmiş sobaya sığacak şekilde kesilmiş odunlar, o odunları taşırken yerlere az da olsa dökülen talaşlar yine Norne’nin bende hissettirdikleri. Sadece karlı kuzey ormanlarını değil, içerisindeki tütsü ve gizemli dumansılık aynı zamanda Uzak Doğu Asya’yı, Çin’i, Hindistan’ın ücra kasabalarını ve Nepal gibi inanç merkezlerini de hatırlatıyor.

Sonuç olarak Norne, olabilecek en kaliteli kuru sayılabilecek odunsu parfümlerden birisi ve kullanım döneminde onu çok sevdim. Böylesine başyapıtlar kolay kolay karşımıza çıkmıyor ve bu anlamda Josh Lobb’a ne kadar teşekkür etsek az. Bay Lobb, Norne’yi tasarlarken Edgar Allen Poe tarzı, hastalıklı, geceye ait, loş hissettiren şiirsel ve karanlık bir koku formu yaratmak istemiş ki gayet de başarılı olmuş.

Ama her şey ne yazık ki yine tozpembe değil. Norne 2012 çıkışlı ve görebildiğim kadarıyla üretimi bitmiş. Dünya üzerinde bile parfümü bulmak çok zor. Ve ne yazık ki böyle bir güzellikten parfüm dünyası artık mahrum kalacak. Neden bütün harika parfümlerin ya üretimi bitirilir ya da formülleri değiştirilip berbat edilir?

Norne, Extrait formunda ve iyi bir performansa sahip. Kalıcılığı fena değil, etrafa yayılımı ilk patlama dışında normal. Çok yoğun bir vizkositeye sahip olduğu için kıyafetlerinizde leke bırakacaktır aman dikkatli olun. Kullanım döneminde tenimde bile her seferinde koyu yeşil bir katman oluşmasını sağladı. Ten üzerinde harikalar yaratan Norne, kıyafet üzerinde biraz sıradan durdu. Onun içindir ki tende denemenizi öneririm. Uniseks olarak düşünülse de erkek kullanımına yakın duruyor. Kış parfümü Norne. Serin ilkbahar-sonbahar bile ona uymaz. Hele ki eksi derecelerdeki havada onu koklamaya doyamayacağınızı düşünüyorum.

Kimi kullanıcıların Serge Lutens’in harika parfümü Fille en Aiguilles’e benzetmesi normaldir. İki parfümün de odunsu ve reçineli tarafı gerçekten de birbirini andırıyor. Ve son olarak Norne neredeyse mükemmel bir parfüm.

Koku Güzelliği:10/9

21 Nisan 2018 Cumartesi

Sammarco – Vitrum (2013)

İtalyanların niş parfümeri sektöründeki atakları son yıllarda iyice görünür olmaya başladı. Birbiri ardına karşımıza çıkan İtalya merkezli niş parfümevleri gayet başarılı işlere imza atıyorlar. 2013 yılında Giovanni Sammarco’nun kurduğu niş parfümevi, sahibinin soyadıyla anılıyor. İtalya’da doğup büyüyen Giovanni Sammarco’nun hukuk alanında yüksek lisans derecesi olmasına rağmen o aşık olduğu parfümeri sektörüne yönelmiş ve İsviçre’de kendi markasını oluşturmaya başlamış. Kendi kendisini yetiştiren bay Sammarco,  2013 yılında ilk parfümlerini piyasaya sürdü. 2018 yılı Nisan ayı itibariyle altı parfümlük koleksiyona sahip Sammarco.

Vitrum markanın ilk çıkan parfümlerinden. Kendi sitelerinde Vitrum’un Federica isimli bir gazeteci için yapıldığından bahsedilmiş. Sıra dışı verilmiş vetiver yağı, gül ve karabiber notaları vurgulanmış. Dumansı ve erkeksi yanından da bahsedilmiş Vitrum’un. Benim de ilk Sammarco deneyimim olması bakımından merakla denemeye koyuldum.

Vitrum’un açılışı oldukça sert, kuru, dumansı ve küflü vetiverle gerçekleşiyor. Burada sevmesi oldukça zor ağaçsılıktan bahsedebilirim. Kimi zaman ayakkabı boyalarını andıran üst notalarda deri de olabilir. Başlangıcı bana göre değil. Orta bölümde o küflü ve neredeyse hayvansı taraf geriye çekiliyor. Bu kısımda daha sevilesi vetiver kaşımıza çıkıyor. Karabiberin hafiften destek verdiği vetiver oldukça kaliteli ve hoş. Son bölümde vetiver temasına devam edilmiş. Kapanışta artık neredeyse saf bir vetiver var. Ne karabiber, ne bahsettikleri gül ve tozlu-küflü yapı alt notalara sirayet etmiyor. Hafiften yeşil, tatlılığı az, ferah, tuzlu, köksü ve nemli vetiver koklamaya değer. Harika bir vetiverle bitiriliyor Vitrum.

Vitrum, tabii ki bir vetiver parfümü, hem de her şeyiyle. Zaten gerek isminden gerekse tanıtımından dolayı vetiveri merkeze koyduğu anlaşılıyor Vitrum’un. Başlangıcındaki inanılmaz karanlık, tozlu, kuru ve çürümüş ağaçlara benzeyen o garip kokuyu atlatabilirseniz orta notalarda sizi daha yumuşak bir vetiver bekliyor. Her ne kadar o küflü koku yaklaşık 1-2 saat kadar sürse de orta kısmın sonlarına doğru neyseki etkisini kaybediyor. Bu andan itibaren vetiver sevenler için şölen denebilecek kısım başlıyor ve enfes bir şekilde kapanışı yapıyor Vitrum.

Şimdi arkadaşlar Vitrum’un açılışı benim için gerçekten berbat. Tahammül etmekte zorlandığım ilk bir saatlik kısımdan sonra parfümün yüksek kalitesine ve doğallığına şaşırmamak elde değil. Gerçekten de son zamanlarda denediğim en kaliteli vetiver kokusuna sahip, özellikle kapanışı. Bu anlamda vetiver sevenlerin denenmesi gereken bir eser. Vitrum’un hafiften Encre Noire’yi, birazcık da Kinsk’yi andırdığını söyleyebilirim. Sonlarıysa Sycomore’yi anımsatıyor. Bu benzetmeler eşliğinde Vitrum’un nasıl koktuğunu tahmin edebileceğinizi düşünüyorum.

Peki benim için durum ne? Vetiver hayranı olmadığımı biliyorum. İlk kullandığım zamanlarda da başlangıcı yüzünden oldukça olumsuz düşüncelere sahiptim Vitrum’la ilgili. Şimdiyse başlangıcını saymazsak çok iyi bir vetiver parfümü olduğunu düşünüyorum. Parfümün çok derin ve katmanlı olduğunu söyleyemem. Genel olarak tek düze ilerliyor ve koku zenginliği açısından harikalar yaratmıyor fakat bir niş markanın yapması gereken radikal koku formu çıkarma çalışması yapıldığını ve bunun da ilk bir saate sığdırıldığını sanıyorum. Parfümün sonrasını bir şekilde seviyorsunuz ama aşık olduğumu söyleyemem Vitrum’a.

Sonuç olarak vetiver koleksiyonerlerinin deneme listelerine almaları gereken bir parfüm Vitrum. Extrait de Parfum formundaki yapısıyla kalıcılık konusunda iyi yerde olan Vitrum, etrafa yayılımda iyi performans sergileyemiyor. Parfümün genelinin erkek kullanımına yakın olduğunu söyleyebilirim. Başlangıcı günlük kullanıma uymayacak gibiyken sonlara doğru gayet uyumlu bir arkadaş rolüne geçiveriyor.

Vitrum’un kokusunu Giovanni Sammarco tasarlamış. İlkbahar-sonbahar kullanımına yakın gibi duruyor.

Koku Güzelliği:10/6

21 Aralık 2017 Perşembe

Mona di Orio – Cuir (2010)

Kakule, absent, deri, yabani ardıç, reçine, opoponax ve kunduz yağı.

Yukarıdaki notalar, Mona di Orio’nun Cuir parfümünün resmi olarak açıklanan içerikleri. Mona di Orio’nun Les Nombres D’Or serisinin üyesi Cuir, ismindeki deri vurgusunu, ilan edilen notalarında da belirtmiş. Daha önce yine Les Nombres D’Or serisinin popüler iki üyesi Vanille ve Vetyver’i kullanmıştım. Şimdi sıra Cuir’e geldi anlaşılacağı üzere.

Cuir’in açılışı karanlık ve tozlu gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında bulunmasa da vetiver algılıyorum başlangıçta. Buradaki karanlık ve kuru vetiver oldukça alışılmamış denebilir. Orta bölümde parfümün depresif hali devam ediyor. Aynı karanlık ve tozlu yapı devam ediyor. Orta kısımda parfüme ismini veren deri ortaya çıkıyor. Buradaki deri oldukça soyut davranıyor ve deri ceketler gibi kokmuyor. Hafiften plastiğimsi mi desem ayakkabı boyası tarzında mı desem öyle bir deri var. Deriye bir parça tütsünün de eşlik ettiğini sanıyorum. Ve kapanışa geleyim. Oldukça zayıflayan alt notalarda büyük değişim yok. Yumuşak derinin yanında bir parça odunsular bulunuyor. Üst ve orta kısma nazaran daha sevilesi kapanışa sahip.

Cuir için karanlık mı demeliyim yoksa dumansı mı demeliyim karar veremedim. Sanırım ikisi de var. Buradaki dumansılık pipo tütünü gibi değil de deriden gelen dumansılığı çağrıştırıyor. Hatta hafiften kirli bile kokuyor deri ve doğallık hissiyatı vermiyor. Yapaylığın sınırlarında gezinen ve köksü vetiver-tütsüyle dans eden bir deriye sahip Cuir.

Muhtemelen Cuir’in kokusunun doğada pek karşılığı yok. Yani onu zihninizde neye benzeteceğinizi ve nasıl kelimeye dökeceğinizi bilemiyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim resmi olarak açıklanan notalarına bakıyorum. Deri dışında diğer notaları algıladığımı söyleyemem. Acaba Mona di Orio bizi ters köşeye mi yatırmak istiyor bu notaları açıklayarak. Çünkü kunduz yağının bulunduğu parfümlerin genellikle hayvansı yönü ağır basar ama Cuir hayvansı değil daha çok plastiğimsi. Ayrıca kakule veya başka bir baharat da dikkatimi çekmedi kompozisyonda. Sanki Cuir daha odunsu-vetiversi-tütsümsü deri vaat ediyor bize. Tabii her daim karanlık ve dumansı.

Cuir, içine kapanık, depresif bir parfüm. Bir şekilde derin ve gizemli olmayı başarıyor, diğer taraftan da doğal kokamıyor. Kullanması ve sevmesi zor bir esere benziyor. Peki Cuir’i sevdim mi sevmedim mi? Tabii papatya falı bakacak değilim bu sorunun cevabı için. Genel tarzının bana yakın olmadığını söyleyebilirim. Kokusu biraz, araba tamirhanelerine gittiğinizde oradan gelen motor parçalarının ve yağlarının kokusuna benzerken diğer yandan dumansı ve karanlık yanıyla farklı olduğunu haykırıyor. Herkese uymayacak, konforlu olmayan, tam anlamıyla deri parfümüne benzemeyen, oldukça tematik ve garip bir çalışma olmuş Cuir. Rahatsız edici derecede itici değil ama kullanmaktan da zevk alamıyorsunuz.

Çok uzatmayayım. Sonuç olarak Cuir, sıradışı, dumansı, koyu deri parfümü olarak sınıflandırılabilir. Tatlılık az. Bu anlamda günümüz koku trendlerine uzak ama çok da eski ve babanne kokusu gibi de değil. Günlük kullanıma uymayacak, belli bir yaş (30 üzeri) ve parfüm deneyimi isteyen, erkek kullanımına yakın (uniseks olarak piyasaya sürülmüş), olgun ve soğuk bir eser. Denemeden almanın riskli olacağını sanırım söylememe gerek yok.

Kokusunun tasarımını Mona di Orio yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği ortalama seviyede. Tam bir kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini daha iyi göstereceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

7 Kasım 2017 Salı

Rundholz – 03. Apr. 1968 (2012)

Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren-Vestfalya’da 1993 yılında temeli atılmış bir modaevi Rundholz. İsmini, kurucusu Lenka Rundholz’dan alan modaevi, Almanların pek etkili olamadığı moda sektörü için alternatif bir kanal denebilir. Lenka Rundholz’un avangart moda dilinin meraklıları bu markayı bileceklerdir. Studio Rundholz’un faaliyet alanı kadın hazır giyimi, kadın ayakkabıları ve çeşitli aksesuarlar olduğu biliniyor ta ki 2012 yılına kadar.

Bu endüstriyel modaevi 2012 yılında parfüm işine de girdi. Şimdiye kadar sadece üç parfüm piyasaya sürdüler. Gerisi gelir mi bilemiyorum ama parfümlerinin ilginç isimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Bir süredir kullandığım 03. Apr. 1968, tahmin edeceğiniz gibi markanın kurucusu Lenka Rundholz’un doğum tarihi. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında hiç bilgi olmayan Rundholz’un 03. Apr. 1968’i merkeze tütsüyü almış gibi görünüyor. Parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’nin bu parfüm için “kimliği ve karakteri olan etkileyici bir parfüm. 03. Apr. 1968, sıradışı insanlar içindir.” dediği rivayet ediliyor. Bakalım benim gözümden nasıl bir kokuyla karşılaşacağız.

3. Apr. 1968’in açılışı hafiften meyvemsilik ve dumansılıkla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında liçi isimli tropikal meyve var. Evet, başlangıcı hafiften lezzetli ve meyvemsi ama bu etki sınırlı. Daha ilk saniyelerde karşımıza çıkan dumansılık orta bölümde daha da artıyor. Buradaki dumansılık yüksek kaliteli, gizemli ve gayet ilginç. Orta bölüm o kadar dumansı ki, burada tütünün olduğundan şüpheleniyorum. Tabii ki parfümün omurgasını oluşturan tütsü de orta kısımdan itibaren ortaya çıkıyor. Dikkatli kokladığımda bir parça kuru karabiber de var sanki. Orta bölüm harika. Kapanışta büyük değişim olmuyor. Orta kısımla hemen hemen aynı gerçekleşen alt notalarda başlangıçtaki meyvemsilikten ziyade dumansı tütsü hakim. Kalite hissiyatı son bölümde de gayet iyi.

3. Apr. 1968 için rahatlıkla diyebilirim ki şimdiye kadar kullandığım en dumansı-reçinemsi ve bu etkiyi en uzun süre devam ettiren parfüm. Orta bölümden itibaren öyle bir dumansılık yayıyor ki etrafa sanki birisi tütsü yakmış ya da yoğun sigara kullanımı olan bir mekandasınız. Bu dumansılık tabii ki tütsüden gelse de bence parfümde kuru tütün mevcut. Baharatları orta bölümde algılıyorum. Kimi yorumcuların bahsettiği vanilyayı ise algılayamıyorum.

3. Apr. 1968’in resmi olarak açıklanan üç notası var: Liçi, heliotrope ve tütsü. Bu durum Rundholz markasının minimalizmine bağlanmış. Tabii üç nota açıklanması parfümde sadece bu içerikler olduğu anlamına gelmiyor fakat 03. Apr. 1968’in mininal bir parfüm olduğuna katılıyorum. Çok fazla nota ve kakafoni yok. Genel olarak düz çizgide ilerliyor ve büyük değişimler vaat etmiyor.

Olabildiğince sade, kuru, tatlılığın az olduğu, günümüz koku trendlerini umursamayan, doğru ortamda insanı alıp başka yerlere götürebilecek başarılı bir eser. Yer yer sıcak reçineleri andıran yapısı, kar yağarken sizi münzevi bir kütük eve çağırıyor ve orada gaz yağıyla aydınlanırken verandaya çıktığınızda ciğerlerinize çektiğiniz çam ormanını ayağınıza getiriveriyor. Yanmış tütsü ya da köz haline gelen çam kozalakları veya yüksek kaliteli bir puronun kokusu 03. Apr. 1968’in amaçlarından birisiydi muhtemelen.

Bu koku formunu tabii ki herkes sevemez. Invictus ya da Eros kullanan arkadaşları da hedeflemediği açık 03. Apr. 1968’in. Kokunun tasarımcısı Arturetto Landi’nin dediği gibi sıradışı bir parfüm. Biraz Cape Heartache’ye benziyor ama ondan çok daha kaliteli ve baş ağrısı yapmıyor. Bu parfüm bana Serge Lutens’in bazı parfümlerindeki dumansılığı hatırlatıyor. Azıcık da olsa Arabie ve Fille en Aiguilles esintisi var sanki.

Kinski’den sonra bir başka Alman için tasarlanmış enfes parfümle daha tanıştım. Almanlar parfüm işine biraz daha eğilseler muhtemelen Fransızların epey uykusunu kaçıracaklar anlaşılan. Ha bu arada parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’ye de dikkatinizi çekerim. 03. Apr. 1968’i yaratan bu üstad, son yıllarda niş markalar için oldukça sayıda parfüm tasarlıyor. Özellikle biehl parfumkunstwerke’nin sevilen eserleri al01, al01 ve al03 ona ait.

EDP formundaki 03. Apr. 1968’in kalıcılığı iyi, fark edilirliği tatmin edici. Erkek kullanımına yakın duruyor. Tam bir kış parfümü. Tek olumsuz yanı oldukça zor bulunabilmesi.

Koku Güzelliği:10/7

10 Ekim 2017 Salı

Profumum Roma – Arso (2010)

“Dışarıda kış ayının ilk karı yağıyordu ve rüzgar çam ağaçlarının yapraklarını okşuyordu. Bir dağ evinde, güzel caz müziğinin notalarıyla kaynaşan kaliteli kırmızı şarap. Sen ve ben eski bir kanepede, çıtır çıtır sesler çıkararak yanan şöminenin yanında, değerli bir tütsünün beyaz dumanı ve çamın sıcak kokusu eşliğinde birbirimize sarılıyoruz.”

Havaların serinlemeye başladığı ekim ayının ortalarında, yukarıdaki tasvir bize doğru yaklaşıyor. Soğuk kış mevsiminin en popüler hayallerinden birisidir dağ başındaki bir evde, şöminenin karşısında yağan karı seyretmek. Bu hayali gerçekleştirmek isteyen kimi parfüm markaları da çıkmıyor değil.

İtalya merkezli niş parfümevi Profumum Roma, kış aylarının bu harika temasını parfümüne yansıtmak istemiş. Arso isimli 2010 çıkışlı parfümlerinin açıklanan notalarında deri, tütsü, çam reçinesi ve sedir yaprakları var. Arso sevilen Profumum Roma parfümlerinden birisi olarak dikkat çekiyor. Bakalım Arso, bahsedildiği kadar başarılı mı?

Fotoğraf basenotes.net’ten alınmıştır.

Arso’nun açılışı yeşil ağaçlarla gerçekleşiyor. Kuru sayılabilecek üst notalarda çam ağacı önemli yer tutuyor. Zaman zaman reçinemsi hissiyat veren çam ağacı kokusu gayet doğal ve kaliteli. Orta kısımda yeşil çam ağacı reçinesi devam ederken bir parça tütsü ekleniyor. Tütsü bu andan itibaren dumansı ve karanlık sayılabilecek hava katıyor. Orta notaları da beğendim. Kapanışta büyük değişim yok. Dumansı reçineler ve tütsüye bir parça ağaçsılar ekleniyor sadece. Muhtemelen sedir ağacından gelen bu odunsuluk, kötü değil ama çarpıcı da değil.

Arso, yeşil çamsı-tütsü parfümü gibi duruyor. Tabii hissedilir orandaki dumansılık ve ağaçların etkisi büyük genel kompozisyonda. Başlangıcı ve orta kısmı yanmış çam odunu dumanı gibi kokarken son bölümde ıslak-rutubetli ağaç gibi davranıyor. Bence parfümün en sıradan yeri sonları. Başlangıcı ve orta kısmı çok daha başarılı.

Şimdi, çam ağacı kokusunu severim. Dağ başındaki bir çam ormanı inanılmaz kokar. Parfümlerde de ilgimi çeker çam kokusu. Buradaki verilişi beğendim diyebilirim ama aşık olmadım. Arso düz çizgide ilerleyen, fazla şaşırtmayan, belli bir kalitenin üzerinde iyi bir parfüm. Fakat şu var ki günlük kullanım için uygun mu şüpheliyim.

Kim bir AVM’ye giderken dumansı çam ağacı gibi kokmak ister? Ya da bir toplantıya tütsülenmiş Serdar Kılıç gibi katılabilir? Makul olmak gerekirse oldukça tematik ve koleksiyonerlere göre bir parfüm Arso. Ha İsviçre Alplerinde ya da Bolu’nun dağlarındaki bir kulubede yaşıyorsanız evet Arso iyi bir seçim olabilir. Peki ya Adana’nın o feci rutubetli sıcağında ya da Alaçatı’nın o tiki sokaklarında Arso’ya yer var mı? Pek sanmıyorum.

Arso’nun kokusu hangi parfümlere benziyor? Aklıma gelen en yakın koku Black Tourmaline’nin ki. Bence oldukça benziyorlar ama tabii ki ikisi arasında Arso’yu tercih ederim. Fille en Aiguilles’in meyvesiz halini andırıyor Arso. Bir parça Avignon esintileri, hafiften Interlude, azıcık Comme des Garçons 2 ve üretimi bitirilen efsane Gucci Pour Homme, Arso’nun en yakın arkadaşları diyebilirim.

Tam bir kış bombası Arso. İlkbahar ve sonbahar bile kesmez onu. Kar yağarken ya da hava 0 dereceye yakınken kullanılsa asıl marifetlerini o zaman göstereceğine eminim. Kalıcılığı iyi. Çoğu kişi çok güçlü olduğunu söylemiş ama bende fark edilirliği normalin biraz altında gerçekleşti. Erkek kullanımına fazlasıyla yakın. Kadın arkadaşlar deneme listelerine almasalar iyi ederler. Otuz yaş üzeri ve parfüm deneyimi olan kokusever arkadaşlara göz kırpıyor Arso. Ve tabii ki sihirli uyarımızı yine yapıyoruz: “Denemeden almayın, pişman olmayın.”

Koku Güzelliği:10/7

20 Eylül 2017 Çarşamba

L’Artisan Parfumeur – Dzongkha (2006)

Puig grubuna satılmasıyla çoğu parfümseveri hayal kırıklığına boğan sevilen niş parfümevi L’Artisan Parfumeur’de, gördüğümüz kadarıyla eski şişeler de terk edilmiş. Markanın yenilenme içinde olduğunu düşünebiliriz çünkü bu tür şişe değişimleri genellikle parfümün içeriğinin değişmesiyle sonuçlanan reformülasyonu işaret ediyor olabilir.

Uzun zaman önce kullandığım Dzongkha’yı yeniden kullanmak istedim. Dzongkha, ilhamını Himalaya dağlarındaki Bhutan’dan almış. Tabii L’Artisan’ın Afrika’dan öykünmüş parfümlerinin en popüleri Timbuktu’ydu. Muhtemelen Timbuktu’nun başarısından sonra yine benzer temada ve iki yıl sonra piyasaya sürülen Dzongkha, tütsü, süsen çiçeği (iris) ve deriyi merkeze almış.

Parfümün başlangıcı olabilecek en kötü deriyle gerçekleşiyor. Sinek ilaçlarına benzettiğim üst notaları berbat Dzongkha’nın. Orta kısımda neyseki etkisi azalan garip derinin ardından şekerli iris çiçeği karşımıza çıkıyor. İrise kuru baharatlar eşlik ediyor ki, başlangıcına göre daha tahammül edilebilir bu bölüm. Kapanışta yine değişim var. Dumansı ve gizemli tütsü merkeze geçiyor ve parfümün en güzel yerini oluşturuyor.
Parfümün genelinde koyu bir tabaka gibi duran dumansılık mevcut. Kendi sitelerindeki “Bhutan’daki taş tapınaklarda yakılan tütsüler ve demlenen baharatlı çaylar” tanımı pek yerine oturmuyor. İlla ki bir yerini baharatlı çaya benzeteceksek orta kısım olabilir ama orada da hatırı sayılır oranda iris çiçeği var. Yine kendi sitelerinde bahsettikleri şakayık çiçeği ve tropik bir meyve olan litçi’yi algılayamadım.

Dzongkha, oldukça tuhaf, zor, karanlık ve tematik kokuyor. Kesinlikle herkesin sevebileceği ya da kullanabileceği gibi değil. Garip bir iticiliği var. Sanki Timbuktu’dan sonra biraz zorlama bir işe imza atılmış. Oysa ki Dzongkha’yı usta isim Bertrand Duchaufour tasarlamış. Yine de hiç bana göre değil genel yapısı.

Sadece benim değil diğer yorumcuların da kafası karışık sanki Dzongkha konusunda. Kimisi onun kokusunu eski bir ormana, başkası bebek pudrasına, bir başkası Hindistan baharatları satan dükkanlara hatta epey kişi kerevize benzetmiş ki haksız değiller. Bu kokuyu hangi kalıba sokmak gerektiğini kestirmek de zor. Çiçeksi desen değil, meyveli desen hiç değil, turunçgil zaten yok, belki dumansı ağaçsı-deri kokusu diyebilirim. Yine bir uçtan diğer uca savrulmaca var. Çok kötü başlangıcından sonra idare eden orta bölüm ve harika alt notalar. Gel de not ver şimdi bu parfüme.

Sonuç olarak farklı olmak adına garip bir parfüme yer verilmiş L’Artisan’ın koleksiyonunda. Güzel geri dönüşler alma ihtimali düşük, oldukça tematik ve her ortama uymayacak kokusuyla Dzongkha, normal bir kullanıcı için değil, uç örneklere meraklı koleksiyoner kokuseverleri hedefliyor sanki.

Uniseks olarak sınıflandırılsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Birçok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği biraz düşük. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Lancome – Sagamore (1985)

Parfümler evreninde çıktığım gezintide, birçok farklı durağa uğruyorum. 1900’lü yıllar, 1920’ler, 1950’ler, 1980’ler, 2000’ler ve hatta 2017’ye ışınlanıyorum zaman zaman. Eskinin şöhretli klasikleri, 2000’li yılların değişen koku trendleri, modern ötesi denemeler, vasat nişler, zihnime kazınan çok başarılı ana akım parfümler, şahane otantik nişler, sucullar, oryantaller, doğudan ilhamını alanlar, şık baharatlılar ve daha neler neler. Bütün bu yolculukta beni en heyecanlandıran parfümler 1980’li yılların turunçgilli, meşe yosunlu şipreleri. Ve şimdi bu tarzın en iyi örneklerinden birisiyle tanışacağız.

Lancome’un şaşırtıcı derecede başarılı erkek parfüm klasiği Sagamore’yle neden daha önce tanışmadığım konusunda kendime hayıflanıyorum. İlk olarak 1985 yılında siyah şişe tasarımıyla piyasaya sürülen Sagamore, ilerleyen yıllarda üretimi bitirilerek unutulmaya bırakıldı. 2005 yılında, nasıl olduysa Lancome, üretimi bitirilmiş klasiklerini “La Collection” ismiyle yeniden reformüle edip piyasaya sürdü. Tabii eski şişeler tamamen değişti. Muhtemelen kokularda bir parça farklılaştı. İşte fırsat bu fırsat diyerek Lancome’nin 2005 çıkışlı Sagamore’sini kullanmaya karar verdim.

Kendi sitelerinde bergamot, lavanta ve kakule’yi merkeze aldığı söylenen Sagamore’nin açılışı buruk, eski, tozlu limonla gerçekleşiyor. Nostaljik, kolonyamsı limonlu açılışı harika. Orta kısma gelindiğinde limona dumansı baharatlar eşlik ediyor. Karanfil, tabii ki başrolde. Gerilerden gelen lavanta da partiye katılıyor. Kimi kullanıcılar erkeksi yaseminden bahsediyor, olabilir. Orta bölüm nefis. Kapanış ayrı güzel. Shalimar’ı andıran amber ve diğer şiprelere benzeyen meşe yosunu noktayı koyuyor. Kapanışta kuru paçuli de kendisini gösteriyor ki çok iyi bir seçim alt notalar için.

Sagamore, limonlu, baharatlı, lavantalı, amberli harika bir meşe yosunu parfümü. Genel yapı bu elemanların üzerinden inşa edilmişken, yan rollerde erkeksi çiçekler, paçuli, bir parça deri ve az da olsa sabunsuluk var. Günümüz parfümlerindeki tatlılık Sagamore’de yok gibi. Bir tek orta kısımda dumansı karanfil ve amberli bölümde tatlılık artıyor. Onun dışında tatlılık oranı düşük ve kuru kokuyor.

Oldukça derin ve katmanlı Sagamore. Üst-orta-alt nota ayrımları net ve birbirinden faklı. Detaylı harman, parfümden alınan keyfi arttırıyor. Yapaylığın olmadığı, şık, olgun, erkeksi harika bir eser diyebilirim. Bilemiyorum belki de bu tür parfümlere zaafım vardır. Eğer Chanel Pour Monsieur, Calvin Klein – Obsession For Men, Nicolia – New York/New York Intense tarzı parfümleri seviyorsanız harika bir alternatifiniz var artık.

Kullandığım EDT olanıydı. Şu an satışta olan EDP versiyonu. EDT’nin performansı düşük. Kalıcılığı tende idare eder. Fark edilirliği yüksek değil. Otuz hatta otuz beş yaş üzeri erkeklere tavsiye edebilirim. Başlangıcındaki limona aldanıp, çok sıcak yaz günlerinde kullanmak yerinde olmayabilir. Serin ilkbahar-sonbahar onun hüzünlü ve buruk karakterini ortaya çıkarabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/9

1 Haziran 2017 Perşembe

Maitre Parfumeur et Gantier – Eau des Iles (1988)

İsmi “Adaların Suyu” olan bir parfüm sizce nasıl kokmalı? Ada kelimesi bizde nasıl çağrışım yapmalı? Ada’dan anlayacağımız, denizin ortasında tek başına duran ve hiç kimsenin yaşamadığı kara parçası mı olmalı yoksa pırıl pırıl gökyüzüyle, bembeyaz kumlara sahip plajlarıyla, palmiye ağaçlarıyla bezeli tropikal cennet mi olmalı?

Parfüm üreticileri, adayı merkeze aldıkları parfümlerde genellikle son söylediğim örneği hayata geçiriyor. Havanın hiç soğumadığı, okyanustaki egzotik tatil adaları konsepti parfüm markaları için gayet kullanışlı bir öğe. Tabii ada deyince ilk akla gelen deniz ve ona bağlantılı olarak su teması. Kısacası, ada ve deniz merkezli parfümler, genellikle ferah, sucul, taze, serinlik veren kokulardan oluşuyor. Peki bu duruma aykırı örnekler var mı? Neden olmasın?

Jean Laporte’nin ünlü niş parfümevi Maitre Parfumeur et Gantier, parfümseverlerin gözünde her zaman için farklı bir yere sahiptir. 1980’li yılların sonlarında başladıkları parfüm yolculuğu, 2017 itibariyle devam ediyor. İlginç ve egzotik parfümleriyle şöhreti artan marka, 1988 yılında ilk eserlerini vermeye başlamıştı. Maitre Parfumeur et Gantier’in ilk göz ağrılarından olan Eau des Iles, sevilen bir Jean Laporte parfümü. İsmindeki ada ve su göndermelerine rağmen, sıradışı bir eserle karşılaşacağınızı söyleyebilirim.

Eau des Iles’in açılışı garip aromatik otlarla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında tarhun otu ve mersin var. Bir parça lavantanın eşlik ettiği ferah olmayan eski aromatik otlar enteresan. Orta bölümde hüzünlü ve buruk koku devam ediyor. Orta kısımda aromatik otlar varlığını az da olsa sürdürüyor. Bu bölümde erkeksi çiçekler (artemisya olabilir), tütün benzeri dumansılık ve gerilerde kuru tütsü var. Zengin ve gösterişli orta bölüm hala kafa karıştırıcı. Kapanışta alışıldık olmayan tarzda bir paçuli var. Köksü kokmayan paçuli, tonka fasulyesinden gelen tatlılıkla birleşiyor. Gerçekten de farklı bir karışım Eau des İles.

Parfümü kullanmaya ilk başladığım gün yine o his içime çöktü: “Bu parfümü ya da sadece kokuyu nereden hatırlıyorum.” Düşündüm taşındım ama bulamadım. 1980’li yılların sonlarında üretildiğini düşünürsek, eski-tozlu-nostaljik kokması normal. Acaba 1980’li yılların erkeksi şiprelerine mi benziyor? Neden olmasın. Fakat burada kuru ve turunçgilli bir yapı yok, daha fujervari tatlılık var. Anlatması oldukça zor bir parfüm.

Eau des Iles’te hissettiğim kokular şunlar: Lavanta, aromatik otlar, erkeksi çiçekler, dumansı tütün, kuru tütsü ve hayvansal olmayan deri. Parfüm hiç bir zaman koyu ve karanlık değil. Ferah ve taze de değil. Akdenizli bir hüzün var. İçinizi burkuyor kokusu ama bir taraftan da kalitesi ve zenginliği hayran bırakıyor kendisine. Tabii, piyasaya işi parfümleri ciddiye almayan, eski ve nostaljik baba kokularını seven, derinlemesine parfümlere gönül verenlerin değerini anlayabileceği tematik ve egzotik bir çalışma. Herkesin sevemeyeceği, güvenli sayılamayacak bir eser.

Ada ve su temalarını unutun çünkü Eau des Iles, ferah ve tropikal değil, farklı ve egzotik kokuyor. Çoğu kullanıcı kahve notasından bahsediyor Eau des Iles’te. Açıklanan notalarında da kahve var. Buradaki kahve kullanımı hiç de sandığınız gibi değil. Çikolatamsı ve tatlı olmayan kahve aroması modern parfümlerdeki kullanımlara uzak.

Kendimi zorluyorum ama bir parfüme çok benzetemiyorum. Sanki hafiften Dior’un özel seri üyesi Eau Noire’e benziyor. Paçuli kullanımı da yine Dior’un özel serisinden Patchouli Imperial’i anımsatıyor.

Eau des Iles, erkek parfümü olarak geçiyor kaynaklarda. EDT formunda. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği normal seviyelerde. Sonbahar-kış kullanımına uygun diyebilirim. Otuz hatta otuz beş yaş üzeri erkeklere yakışacağını tahmin ediyorum. Kokusunun tasarımına Jean Laporte imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Amouage – Fate Man (2013)

“Amouage parfümleri herkes için değildir. Her zaman insanlara anlattığım şey şu ki, Amouage ilk bakışta aşk değildir. Amouage uzun bir kurstur ancak bir kere aşık olduysanız, aşkınız sonsuza dek sürer. Amouage anlık bir coşku değildir. Bizim parfümlerimizi ilk kullandığında “Sizin parfümlerinizden nefret ettim” diyen çok sayıda müşterim var fakat iki yıl sonra “Amouage parfümleri olmadan yaşayamam!” diyorlar.

Bu parfüme Fate (Kader) ismini vermemizin sebebi Amouage’a katıldığımdan beri her parfümün bir hikaye anlatması gerektiğini düşünmemdi. Amouage’ın her parfümü bir önceki ve sonrakiyle bağlantılıdır. Ve Amouage parfümlerinin anlattığı hikayeyi “kaderi mühürlemek” üzere sonlandırmaya karar verdim. Kader kavramının simgeleri çok sembolik ve mitseldir. Yıldızlar, takımyıldız gibi sembolleri şişeye uygulamak oldukça zor oldu.”

Amouage’nin yaratım sorumlusu Christopher Chong, bir söyleşinde Fate isimli parfümleri için yukarıdakileri söylemiş. Uzun yıllar Amouage’ın dümenindeki Christopher Chong, 2013 yılında hem kadın hem de erkek versiyonuna sahip Fate’i piyasaya sürdü. Çok büyük ses getirmedi Fate ne yazık ki. Bir süredir kullandığım Fate’in erkek versiyonunun pek rağbet görmemesini anlayabiliyorum. Artık geçeyim detaylara.

Fate Man’in açılışı buruk baharatlarla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında kimyon var. Sanırım bu garip ve ekşi açılışın sebebi kimyon. Üst notaları pek bana göre değil. Orta notalarında kimyona başka kuru baharatlar, safran ve ölmez otu ekleniyor. Parfümdeki o acayip, buruk hava hala devam ediyor. Son kısımda neyseki o tuhaf koku geride kalıyor. Kapanışta güzel bir tütsü sizi karşılıyor. Bir parça sedir ağacı ve sandal ağacı da var ki baskın değiller.

Fate Man, zihnimde şöyle yer edecek büyük ihtimalle: “Ekşi-buruk baharatlar, safran ve dumansı tütsü.” Fate Man’de kendime yakın bulamadığım iki nota var. Safran ve ölmez otu, Fate Man’de dikkatimi hemen çekiyor. Bu iki farklı ve zor notaya eklenen kimyon gibi alışılmışın dışındaki nota, Fate Man’i, hem çok kendine özgü hale getiriyor hem de onu iticiliğe sürüklüyor. Tabii bu benim açımdan böyle.

Şunu demek istiyorum ki farklı ve uzlaşması zor karakterdeki notalar bir araya getirilmiş Fate Man’de. Bence sonuç pek başarılı olmamış. Parfümün genelindeki kimyon-safran ikilisinden geldiğini düşündüğüm o buruk ve itici yapı, son kısma kadar devam ediyor. Tatlılığın dozajı neyse ki az ama tek başına yeterli değil ki bu durum. Oldukça tematik ve dumansı kokan Fate Man, bıktırıcı erkeksi fujerlere benziyor. Bir yönüyle olgun ve eskiyi çağrıştırırken, diğer taraftan da modern ve kuru tütsü-ağaçsılığın marifetiyle günümüze uzak durmuyor.

Sonuç olarak Fate Man, bana göre değil. Evet, farklı bir çalışma. Popüler parfüm kültüründen uzak, egzotik bir deneme. Ama benim gibi deneme-yanılma gediklisi birisi için artık bu tür eserler çekici gelmiyor. Çünkü hem sevmesi hem de kullanması zor. Onun içindir ki pas geçiyorum Fate Man’i.

EDP formunda. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği normal. Sonbahar-kış mevsimine daha uygun bence. Kokusunu Karine Vinchon-Spehner tasarlamış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

26 Mart 2017 Pazar

Rania J – Ambre Loup (2012)

Sizlerle beraber çıktığım parfüm yolculuğunda beni en heyecanlandıran durum yeni markalar. Özellikle 2000’li yıllardan sonra parfümeri sektörünün büyüklüğü, çok sayıda küçük yatırımcı ve parfümör tarafından keşfedilmiş durumda. Art arda açılan onlarca yeni niş parfümevinin eserleri, rafları süslüyor. Fransa merkezli yeni sayılabilecek niş parfümevi Rania J de isminden yavaş yavaş söz ettirmeye başlıyor. Rania Jouaneh’in kurduğu ve kokularını tasarladığı Rania J markasının en bilinen parfümü olarak Ambre Loup gösterilebilir.

Kendi sitelerinde odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Ambre Loup. Parfümün açılışı keskin ve kuru baharatlarla gerçekleşiyor. İlk saniyelerdeki kuru tarçın, adeta burnu yakan cinsten. Tarçına ilerleyen dakikalarda karanfil güçlüce eşlik etmeye başlıyor. Bu andan itibaren hafiften tatlanıyor Ambre Loup ama asla çok değil. Orta kısımda baharatlı ana yapıya odunsular katılıyor. Kuru ağaçlar ve dumansı tütsü, orta bölümü daha da zenginleştiriyor. Geleyim kapanışa. Alt notalar da gayet başarılı. Tatlı olmayan vanilyaya eşlik eden yüksek kaliteli odunsular neredeyse hatasız.

Ambre Loup, öncelikle sıcacık bir parfüm. Gerek baharatlar gerekse reçineler onu sıcak hale getiriyor. Kısaca tanımlayacak olsaydım şöyle derdim: Kuru baharatlı reçinelerin hakimiyetindeki dumansı ağaçlar ve tütsü işbirliği. Tabii parfüme ismini veren amberi ve hayvansallığı unutmamak gerekiyor. Fakat bu iki nota, bence büyük yer kaplamıyor ana tabloda.

Peki onu sevdim mi? Sevmek ne kelime bayıldım. Son zamanlarda denediğim en başarılı parfüm Ambre Loup. Bir kere her nota o kadar kaliteli verilmiş ki yapaylık bulmaya çalışıyorum ama nafile. İkinci olarak çok doğal kokuyor. Hem baharatlar hem de ağaçsı-tütsü gerçeğe o kadar yakın ki… Üçüncü olarak çok zengin ve detaylı kokuyor. Başlangıcındaki baharat zenginliği, orta kısımdaki dumansı-reçinemsi gizem ve sonlardaki sade ve sakin yapı müthiş. Genellikle vasat verilen ağaçsılık burada çok özenli ve olabilecek en yüksek kaliteli haliyle verilmiş. Ayrıca parfümün ana unsurlarından olan karanfil, tam sevdiğim gibi kullanılmış. Dumansılık ve reçineler gayet dengeli.

top loup yen

Eğer Budizmi bir parfümle anlat deseniz listemin üst sıralarında yer alır Ambre Loup. Bir tarafıyla barışçıl, bir tarafıyla mistik, diğer tarafıyla meditatif hali var. Küçük çaplı bir başyapıtla karşı karşıyayız muhtemelen. Bravo ve teşekkürler Rania J.

Kimi yorumcuların Chergui’ye benzettikleri Ambre Loup, ondan çok daha az tatlı ve daha kuru. Aralarında büyük benzerlik olmasa da bir parça andırdığı söylenebilir. En az Chergui kadar sevdim Ambre Loup’u. Sanırım bu tür parfümlere karşı zaafım var 🙂

Karanlık ama sabunsu değil Ambre Loup. Reçinelerin marifetiyle sıcacık kokan ve insanın içini ısıtan bu harika eser, buz gibi kış günlerinin en güzel sürprizi olabilir sizin için. Modern ve yüksek kaliteli kokusu, günlük kullanıma rahatlıkla uyum sağlar. Uniseks olarak sınıflandırılsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Otuz yaş üzeri, parfüm deneyimi olan arkadaşlara öneririm.

yatik loup yen

Parfümün tasarımcısı, aynı zamanda markanın sahibi Rania Jouaneh. EDP konsantrasyonunda. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği yüksek değil.

Koku Güzelliği:10/9

13 Kasım 2016 Pazar

Serge Lutens – Fumerie Turque (2003)

“Sigara sizi öldürebilir”

Neredeyse bütün sigara paketlerinin üzerinde yazan bu klişe uyarıyı, bizzat bay Serge Lutens’in, kendi sitesinde yapması tabii ki ironik. Oysa biliriz ki sigara içmek Türklere hiç zarar vermez. Sigara içenlerin en sevdiği hikayedir: “Benim bir akrabam var, elli yıldır sigara içer. Geçenlerde doktora kontrole gitmiş, doktor tertemiz ciğerlerin var demiş.” İçinde onlarca çeşit zehirin olduğu sigaranın, elli yıl boyunca bizim sihirli akrabalarımıza hiç olumsuz etki etmemesi, sadece bu ülkenin şanslı insanlarına münhasır bir ayrıcalık sanırım.

Tarihteki önemli sigara, daha doğrusu tütün düşmanlarından birisi Osmanlı padişahı 4. Murat idi. Koca imparatorlukta sigarayı ve tütün içilmesini yasaklatmıştı. Hatta bu yasağın Avrupa ülkelerine şöyle yansıması olmuştu: “Türk gibi sigara içmek” deyimi. Sanki çok övünülecek bir şeymiş gibi Türk gibi sigara içmek sözü, Avrupa kültürüne daha doğrusu batılı zihinlerin gerisine yerleşmişti. Türk dediğin sigara içer!

Bu kültürel geri planı ne ölçüde kendisine referans aldı Serge Lutens bilemiyorum ama 2003 yılında piyasaya sürdüğü Fumerie Turque parfümünde hem Türklere hem de sigaraya gönderme vardı. Serge Lutens’in şimdiden klasikler mertebesine yükseleceğe benzeyen ünlü parfümü Fumerie Turque, ilhamını tütünden alıyor. Çok uzun zamandır merak ettiğim ve peşinde olduğum Fumerie Turque’e nihayet kavuştum ve dolabımda daha fazla durmasına gönlüm razı olmadı. Sabırsızlıkla kullanmaya başladığım Fumerie Turque, bana şöyle seslendi.

Açılışında yoğun ve güçlü paçuli, bal, bolca tatlılık ve bir parça dumansılık. Gayet erkeksi ve güçlü başlangıcını sevdim. Orta bölüme geçildiğinde parfüme ilhamını veren tütün kendisini gösteriyor. Dumansılık orta notalarda daha da artıyor ve mutluluktan neredeyse uçacağım. Harika orta notalarda tatlı hatta şekerli tütüne, kuru baharatlar (muhtemelen karanfil ve tarçın) eşlik ediyor. Biraz da tatlı amber var. İnsanı serseme çeviren o dumansılık orta bölümün yıldızı oluyor. Müthiş. Son kısımda dumansı yapı hala etkili olmaya çalışıyor. Baharatlar geride duruyor kapanışta. Alt notalarda düz bir vanilya ve azıcık tonka fasulyesi var. Kapanışı üst ve orta kısım kadar sarhoş edici olmasa da güzel.

parfumo.net sitesinden alınmıştır.
parfumo.net sitesinden alınmıştır.

Dumansı pipo tütününü andıran parfümün ana eksenine, paçuli, baharatlar, tonka, vanilya ve bal öyle güzel eklenmiş ki söyleyecek söz bulamıyorum. Tam beklediğim gibi ve tam okuduklarımdan sonra hayal ettiğim gibi çıkıyor Fumerie Turque.

Sigarayı sevmem, içilen yerler rahatsız eder ve o duman bulutundan hemen kaçasım gelir ama nedense tütün merkezli parfümleri seviyorum. Fumerie Turque, tütün merkezli parfümlerin en şahane örneklerinden birisi gibi duruyor. Başlangıcında bir parça tozlu-kirli-eski hissiyatı veriyor. Açıkçası biraz serseri havasına bürünüyor. Orta kısımdaysa, dumansılığın ve gizemin artmasıyla müthiş aristokratik şahesere dönüşüyor. Bu ne keskin değişim!

Başlangıcındaki ve orta kısmındaki müthiş zenginlik, son kısımda azalıyor ki bırakın o kadar oluversin. Baharatlar, aromatik otlar, pipo tütünü, vanilya, bal, tonka, amber ve hatta bir parça erkeksi gül. Bu kadar karmaşık notayı bir araya getirip, onu Fumerie Turque haline getirmek de zaten Christopher Sheldrake-Serge Lutens ikilisinin yapabileceği bir iş olabilirdi. Onu da gerçekleştirmişler.

Aslında şöyle özetlenebilir Fumerie Turque: Ülkemizde son yıllarda sayıları artan nargile kafelere, ilk girdiğiniz zaman etraftaki o ilginç ve birbirine karışmış nargile dumanı üzerinize hücum eder. Başta rahatsız etse de, farklı aromalara sahip nargilelerden çıkan dumanların karışmasıyla ortaya baş döndürücü bir koku çıkar. O nargile dumanına, sanki içkiye yatırılmış ıslak tütün ve kuru-kirli paçuli ekleyin. İşte size Fumerie Turque.

Fumerie, genel olarak Pure Havane’a benzetiliyor ama bence pek doğru değil. Bir yazarın Shalimar’a benzetmesi ise gayet ilginç. Aslında Fumerie’deki tatlı amber bir parça andırıyor Shalimar’daki kullanımı ama sonuçta ikisi çok farklı kokulara sahip. Bogart Pour Homme’un o kaba dumansı tütünlü ve tonka fasulyeli tarzının çok daha kaliteli ve rafine hali gibi Fumerie Turque.

yatik fumerie yen

Hatırı sayılır şekilde erkeksi, fazlasıyla olgun ve üst yaş gruplarına yakışacak, kesinlikle herkesin sevemeyeceği ve taşıyamayacağı, günlük kullanımda fena sırıtacak özel bir tasarım Fumerie Turque. Onu çok sevdim ve umarım sevmeye devam edeceğim. Yine harika bir iş bay Lutens.

EDP formunda. Başlangıcı biraz keskin olduğu için az kullanmak gerekebilir. Fark edilirliği ilk bir saatten sonra belirgin şekilde düşüyor. Tam bir soğuk kış mevsimi parfümü. Denemeden almanızı önermem, çünkü herkese hitap etmeyebilir.

Koku Güzelliği:10/8.5

23 Eylül 2016 Cuma

Nishane – Fan Your Flames (2016)

Size güzel haberlerim var çaresiz koku bağımlısı dostlarım. Mert Güzel ve Murat Katran’ın kurdukları Nishane, koleksiyonu büyütmeye devam ediyor. Türkiye merkezli ilk niş parfümevi olan Nishane, 2012 yılında çıktığı niş parfüm serüvenine, 2016 yılında iki yeni eser ekledi. Hundred Silent Ways ve Fan Your Flames, isimlerinin ilhamını Mevlana’nın şiirlerinden almışlar.

“Set your life on fire. Seek those who fan your flames.” İşte bugünkü konuğum Fan Your Flames parfümünün ilhamını aldığı Mevlana’nın dizeleri. İlk defa Nishane parfümü deniyorum. Fan Your Flames’in açıklanan notalarını gördüğümde tam bana göre olduğunu düşündüm. Hindistan cevizi, rom içkisi, tütün, tonka ve günün sürprizi meşe yosunu. Açıklanan altı notadan beşi genel olarak sevdiğim notalar. Bir de ek olarak sedir ağacı var ki, kullanım tarzına göre değişiyor sevip sevmeme durumum.

Fan Your Flames’in açılışı keskin ve yoğun dumansı içki temasıyla gerçekleşiyor. Başlangıçta tütsü ve derinin olmasından şüpheleniyorum. Üst notalarındaki rom, parfümün başlangıcını domine ediyor. Hindistan cevizi ise epey geri planda. Güçlü açılışını sevdim. Orta kısımda sıcak içki temasına tütün ekleniyor. Islak tütünden ziyade dumansı kuru tütünden bahsedilebilir. Azıcık baharatlar da var sanki. Başlangıcı kadar çarpıcı değilse de fena değil orta bölüm. Kapanışta içki temasından ziyade odunsuluk etkili. Parlak, kadifemsi, yapaylık sınırındaki sedir ağacı kapanışta kendisini hissettiriyor. Meşe yosununa ise rastlayamadım alt notalarda. Bence parfümün zayıf karnı son kısım.

Yüksek kaliteli, sıcak içki notasıyla çarpıcı şekilde açılan Fan Your Flames, yine sıcak tütünle devam ediyor yoluna. Kimilerinin nargileye benzettiği tütün, bence o etkiyi vermiyor. Burada daha çok modern ve kuru tütün kullanımı var. Benim gibi tütün kokusu sevenleri memnun edecektir. İçki ile tütün notaları zaten genelde uyumlu oluyor. Fan Your Flames’de bu anlamda doğru seçim yapılmış. Alt notalar bence soru işareti. Kadifemsi ve neredeyse metalik yapaylık, hem kalite hem de koku güzelliği anlamında yeterli değil. Hatta baş ağrısı yapmaya aday.

kendi3 fan your yen

Benim açımdan durum şu: Başlangıcı müthiş, orta kısmı çok iyi, son bölümü eh işte. Genel olarak son kısmı dışında pürüzsüz ve kaliteli. İçkimsi-tütünsü-odunsu tema baştan sona pek değişmiyor. Detaylı ve zengin kokmayan Fan Your Flames, steril kalitesiyle sizi bekliyor. Açıklanan notalarında deri, tütsü ve amber yok ama burnum beni yanıltmıyorsa parfümde mevcutlar. Umarım yanılmıyorumdur.

Bana katılır mısınız bilemem ama bir parça Ambre Russe’ye benzetim Fan Your Flames’in havasını. Hatta abartıp Interlude Man’i bile çağrıştırıyor olabilir dumansı tarafı. Gerçi Ambre Russe’deki içki votkaydı, burada rom var. İki parfümünde sıcacık içki-tütün kokusuna göz kırpması böyle düşünmemi sağlamış olabilir.

Hindistan cevizi ve meşe yosununu daha baskın bekliyordum ama değilmiş. Hindistan cevizinin egzotik, kremsi ve sütsü hava vereceğini düşünüyordum ama etkisinin çok sınırlı olduğunu gördüm. İçki ve baharat destekli tütünü çok başarılı buldum. Ağırlık genel kompozisyonda içkiye verilmiş anlaşılan. Eğer bu tarz kokular ilginizi çekiyorsa deneme listenize mutlaka almanızı tavsiye ederim.

kendi2 fan your yen

İçki ve tütün kokusunun ağırlıkta olması onu erkek kullanımına yaklaştırıyor. Soğuk havaların parfümü Fan Your Flames. Kış mevsiminde daha iyi sonuç vereceğini sanıyorum. Extrait de Parfum formundaki parfümün kalıcılığı kıyafet üzerinde müthiş. Tende daha düşük kalıcılığı ama yeterli. Fark edilirliği başlangıçta epey yüksek. Onun içindir ki dikkatli kullanmak gerekebilir. Fazlası boğucu olabilir. Karşı cinsin beğenebileceği güvenli parfümlerden değil belli ki. Biraz parfüm deneyimi ve yaş istiyor. Oldukça tematik ve sert sayılabilecek yapısını göze alıyorsanız, sizi farklı bir deneyim bekliyor.

Koku Güzelliği:10/7

27 Mayıs 2016 Cuma

Parfums de Marly – Hamdani (2013)

“Bedeviler çok konuksever insanlardır. Eğer bir misafir çadırlarına ziyarete gelirse onu ve hayvanlarını hiç ücret almadan üç gün misafir etmek zorundaydılar. Konuk edilen misafirin atının başlığı çadırın orta yerine asılarak onun önemi vurgulanırdı. Böylelikle kabileler savaştan arta kalan zamanlarda birbirlerini konuk eder, en hızlı ve en cesur atlarının hikayelerini paylaşırlardı. Kazananın ödül olarak kaybedenin en iyi sürüsünü aldığı at yarışları düzenlerlerdi. Yetiştirilen hayvanlar alınır, satılır ancak kural olarak savaş kısraklarına bedel ödenmezdi. Bir Arap kısrağından daha iyi bir hediye olamazdı. Bir kısrağın değeri annesinin orijinine göre artardı. Eğer kısrağın annesi takdir edilen bir aileden geliyorsa onun değeri çok fazla idi. Kısrak aileleri onu yetiştiren kabilenin veya şeyhin adı ile bilinirdi. Bedeviler aynı orijinden gelen atları daha değerli görürlerdi. Beş temel at ailesi vardı; Kehilan, Seglavi, Abeyan, Hamdani ve Hadban. Cesaret, dayanıklılık ve sürat hikayeleri o orijine ait diğer atlarında değerini arttırırdı. Örneğin; Kehilet al Krush, Kehilet Jell – abiyat ve Seglavi ibn-i sedran isimli kısrakların görkemli savaş hikayeleri vardı. Hamdani atları; atletik yapılı, iri kemikli ve kas gücü yüksek bir türdü. Kafaları profilden bakıldığında düzdü. Arap atları içinde en uzun boylu türlerden biriydi. Demir kır ve açık doru en sık rastlanan renkti.”

İnternet üzerinde yapılacak kısa bir aramayla, Hamdani atları hakkında bu bilgilere farklı yerlerde rastlamak mümkün. Parfums de Marly, inatla ve mutlulukla atlara yer vermeye devam ediyor. Her parfümlerinde farklı cins atlardan ilham alıyorlar. Hamdani, markanın “Arap Atları” serisinin üyesi. 2013 çıkışlı olduğu biliniyor. İsmi fazlaca duyulmamış bu arkadaşa bir el atmak istedim. Umarım elimde kalmaz.

Hamdani’nin tanıtımında erkeksi şıklıktan bahsediliyor ve tütün, deri, bal ve karanfil üzerine inşa edildiği izlenimi veriliyor. Parfümün açılışı çok sert. İlk saniyelere sert mi demeliyim yoksa rahatsız edici mi karar veremedim. Ya da garip veya zor mu olmalı doğru kelime. Üst notaların zihnimde uyandırdığı etki yeni boyanmış ayakkabı diyebilirim. Lostra salonuna girdiğimde burnuma çarpan kösele kokusu da bilinçaltımdan çıkıp geliveriyor. Bir parça acı aromatik otlar da var muhtemelen. Tatlılık barındırmayan, soğuk-hayvansal deri, muhtemelen başlangıcı domine eden baş aktör. Açılışı çok sıradışı ama bana göre değil. Orta kısımda aynı zalim, karanlık, koyu yapı devam ediyor. Orta notalar, başlangıcına göre birazcık daha tahammül edilebilir. Tatlılık hala yok. Hayvansallık daha dizginlenmiş diyesim var. Deriye reçineler de eşlik ediyor. Son kısma geçeyim. Ana yapının büyük değişim gösterdiği söylenemez. Kapanışta reçineli ağaçların etkisi daha fazla neyse ki. Karanlık tütsü de kendisini göstermeye çalışıyor. Muhtemelen parfümün en kullanılabilir tarafı alt notaları ve benim de en sevdiğim yeri burası oluyor.

Hamdani… İlhamını bir attan alan parfüm olduğunu düşünürsek, bu koku karakteri çok şaşırtıcı olmamalı. Ama Parfums de Marly’nin diğer kullandığım parfümlerinde bu kadar uç ve sert bir kullanım yoktu. Hamdani, sadece Parfums de Marly’nin değil, şimdiye kadar kullandığım en zorlayıcı kokulardan birisine sahip. Çok çok yoğun, depresif, karanlık. Kuru odunsu-deri-tütsü-reçine kompozisyonuna benziyor. Adeta Tauer’in o garip ayakkabı boyası gibi kullandığı derinin verilişini andırıyor Hamdani. Sevmesi ve kullanması çok çok zor (en azından benim için durum budur).

kendi hamdani yen

Tauer demişken, Hamdani’yi en çok benzettiğim parfüm Incense Extreme oldu. Ayrıca Montale’in Aoud Cuir d’Arabie’sini düşündürttü bana. Karanlık yönüyle Black Afgano’yu da benzerler listesine alabiliriz. Ama geneli düşündüğümde sanki Montale parfümü kokluyormuşum izlenimi oluşmasını sağladı zihnimde Hamdani.

Akıl almaz şekildeki karanlık yapısı, fazlasıyla tematik olması, mideyi zorlayıcı hayvansallığı, ürkütücü dumansılığı, gerçekçi reçinemsiliği, sinir bozucu tütsü kullanımı ile örneğine fazla rastlanamayacak duruşu ve etrafa yaydığı negatif enerjisiyle, günlük kullanımın epey dışında Hamdani. Eğer Avusturya’da dağın başındaki kocaman bir şatoda yaşıyorsanız, satanizme ilgi duyuyorsanız ve geceleri zifiri karanlık ormanlarda veya mezarlıklarda tek başınıza dolaşmayı seviyorsanız, Hamdani bu anlamda sizi memnun edecektir.

Hamdani’yi, sektörün tanınmış isimlerinden Fabrice Pellegrin tasarlamış. EDP formunda. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği yüksek değil. Çoğu yerde uniseks kullanıma uygun olduğu belirtilse de, bir kadının üzerinde olmaması gerekiyor Hamdani’nin. O, erkek kullanımına uygun. Tam bir kış parfümü olduğunu sanırım söylememe gerek yok.

Koku Güzelliği:10/5