Miller Harris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miller Harris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2019 Cumartesi

Miller Harris – Fleur Oriental (2000)

İngiltere merkezli niş parfümevi Miller Harris’in, parfümlerinin yaratım aşamasında Londra’nın yaşam tarzından ilham aldıklarını öğreniyoruz kendi internet sitesinden. Marka olarak modern bohemlikten, çağdaş kente dair hikayelerden esinlenen Miller Harris parfümleri, kokular dünyasında çok popüler eserlere imza atamasa da, saygı duyulan bir konumda oldukları söylenebilir.

Miller Harris’in 2000 yılında piyasaya sürdüğü ilk parfümlerden Fleur Oriental, kadın parfümü olarak geçiyor kaynaklarda. Oryantal, sıcak baharatlı, çiçeksi amber olarak sınıflandırılan Fleur Oriental’ın alt notalarında sürpriz bir öğe var: Türk Gülü.

Fleur Oriental’ın açılışında tatlı portakal çiçeğiyle karşılaşıyoruz. Ferah sayılamayacak pudralı portakal çiçeğine şekerli limon eşlik ediyor sanki. Kadınsı sayılabilecek açılışı hoş ve kaliteli. Orta kısımda portakal çiçeğinin etkileri hala devam ediyor. Orta bölümde parfümün merkezine tatlı ve pudramsı karanfil yerleşiyor. Orta notalardaki karanfile sabunsu gül destek veriyor. Orta bölüm yine kadınsı ve biraz üst yaş gruplarını hedefliyor sanki. Kapanışta pudramsı, çiçeksi, amberli, vanilya üst ve orta kısma benzer şekilde gerçekleşiyor. Böylece tenden ayrılıyor.

Fleur Oriental, kadınsı pudralı bir arkadaşa benziyor. Vanilyalı temele oturtulmuş ana yapıda baharatlı ve güllü ikincil kol, parfümün adeta bütününü kuşatıyor. Parfümün en önemli özelliği ise üst yaş grubu kadınlara yakın durması ve ilginç şekilde tozlu/nostaljik kokması. Fleur Oriental, üzerimde taşıdığımda bana hiç de genç kız kokusu gibi gelmedi. Evet, parfümlerde bu tür ayrımlar yapmak doğru olmayabilir fakat orta yaşlı kadınlara daha çok yakışacağını düşünüyorum.

Sadece yaş grubu değil, Fleur Oriental’ın daha çok konuşulan kısmı Guerlain’in efsanevi klasiği Shalimar’a benzemesi. Kullanım döneminde ben de Shalimar’a yakın buldum koku tarzını. Shalimar, buruk ve şekerli-pudralı limonla ve aromatik otlarla açılırken, Fleur Oriental portakal çiçeğiyle gerçekleşiyor. Orta kısımda iki parfümün kokusu birbirine yakın diyebilirim. Amberli, vanilyalı, pudralı çiçekler adeta iki parfümün merkezini oluşturuyor. Tek fark, Shalimar daha eski, hafiften hayvansı ve çok daha fazla pudralı kokarken, Fleur Oriental daha kullanılabilir ve hayvansılık yok denebilir. Hatta Shalimar’ın güncel versiyonu olarak bile düşünülebilir Fleur Oriental.

Sonuç olarak benim için hala fazlaca çiçeksi, fazlaca pudralı, fazlaca şekerli ve fazlaca kadınsı. Bu tür parfümleri kokoş yaşlı kadın kokusu olarak sınıflandıran yabancı yorumculara kimi zaman hak verdiğimi itiraf etmeliyim.

Kalite anlamında sorunsuz olarak Fleur Oriental, EDP formunda. Oldukça yoğun ve ağır tarzına binaen dikkatli ve az kullanmak faydalı olacaktır. Kalıcılığı gayet iyi, etrafa yayılımı ilk dakikalarda fazla. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Kokusunun tasarımını, Miller Harris markasının kurucusu Lyn Harris yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

6 Ocak 2014 Pazartesi

Miller Harris – L’Air de Rien (2006)


Miller Harris – L’Air de Rien (2006)

"Seks ikonluğu, fotomodellik, modacılık, oyunculuk, şarkıcılık, hayırseverlik, insan hakları savunuculuğu, annelik… Ama onu bu dünyanın en parlak, en albenili yıldızlarından biri haline getiren şey hepsinden öte ilham periliği. En başında ve hâlâ… Unutmadan; insan hakları savunuculuğu mühim. Zira ünlü düşünür Bertrand Russell’ın kuzeni olan Jane Birkin, 12 yaşındayken Uluslararası Af Örgütü’ne kaydolmuş ve sistem karşıtı biri olan babasıyla birlikte idam cezası karşıtı bir yürüyüşe katılmış.

Jane Birkin 1966'da, henüz 20 yaşındayken beyazperdenin en önemli yapımlarından birinde küçük bir rol kaptı. Michelangelo Antonioni’nin Julio Cortazar’ın öyküsünden uyarladığı Blow Up’ta Birkin, iri gözleri, kahküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen bedeni ve pervasız tavırlarıyla kelimenin tam anlamıyla göz dolduruyordu. İki yıl sonra ikinci teklifini aldı genç İngiliz oyuncu. Serge Gainsbourg’un Slogan adlı filminde başrol oynayacaktı. Sözleşmeyi imzaladığı gün, tarihin en müthiş aşk hikayelerinden birinin kahramanı olacağını elbette bilmiyordu.

Rivayete göre, şöyle gelişmiş hikaye… 1960'ların idollerinden Brigitte Bardot’nun sevgilisi 41 yaşındaki Serge Gainsbourg önüne çıkan her kızı yatağa atma girişimlerini hiç ihmal etmemesine rağmen, kırık dökük, anlaşılmaz bir Fransızcayla konuşan, daha da kötüsü rol arkadaşının bir pop kültür tanrısı olduğundan bütünüyle habersiz 22'lik Jane Birkin’e dönüp bakmamış bile. Hatta bir çekim sırasında hoyrat azarlarla küçük hanımefendinin kalbini bile kırmış. Jane’in ağlamaktan öyle gözleri şişmiş, kızarmış ki çekim o gün iptal edilmiş. Alkolik karizma da, yaptığına pişman olup onu yemeğe davet etmiş, bir kadeh şampanyayla gönlünü almak için… Ve işte o geceden sonra bir daha hiç ayrılmamışlar. Paris’in özgür ruhlu mekanlarının, ışıltılı dans salonlarının, travesti kulüplerinin tanık olduğu en fırtınalı aşk hikayesi başlamış.

                                                          Jane Birkin ve Serge Gainsbourg

İkili hiç ayrılmıyor, her yere birlikte gidiyor, konserlerde partilerde boy gösteriyor, bütün dergilerin kapaklarını süslüyormuş. Derken Gainsbourg, aslında Brigitte Bardot için yazdığı Je t’aime Moi Non Plus şarkısını Birkin’le birlikte söyleyince büyük olay patlak vermiş. Şarkının öyle küstah sözleri varmış, Jane öyle seksi bir sesle söylüyormuş, iç çekmeler finalde öyle utanmaz orgazm sesleriyle taçlandırılıyormuş ki İtalya, İspanya ve İngiltere radyolarında anında yasaklanmış. Albüm olarak yayınlanıp bir milyondan fazla sattığında iş daha da büyümüş, zira Papa bu şarkıyı dinlemenin günah olduğunu açıklamış. Jane Birkin o günleri “Birlikte çok eğleniyor ve başka hiçbir şeyi umursamıyorduk” diye anlatıyor. “Serge öyle tatlıydı ki. Dans etmeyi bilmezdi ama yine de Regine’s'e giderdik her gece. Sonra bir Rus kulübüne. Serge Sibelius’un Valse Triste’sini çaldırırdı müzisyenlere ve her birinin kemanına 100 franklık banknotlar sıkıştırırdı. Çıkıp bir taksiye atlar sonra da Meksikalı şarkıcıların sahneye çıktığı şahane bir mekana giderdik. Büyük caz ustası Joe Turner da orada çalardı. Gecenin sonuna doğru kendimizi Madame Arthur’un travesti kulübüne atardık. Serge’in babası savaştan önce orada piyano çalıyormuş. Kulüpte kadın kıyafetlerine bürünmüş beyefendiler dans ederdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmediğim için bunu heyecan verici bulurdum. Serge’in kucağına oturur, ona cıvıl cıvıl bir şeyler anlatırlardı. Güneş doğunda Pigalle'de birer kruvasan alır yerdik. Evlerine dönmekte olan fahişelerin hepsi Serge’i tanırdı. Merhaba! Nasılsınız? Bugün hava güzel, değil mi? Küçük konuşmalar ve tebessümler eşliğinde öylece otururduk. Vay derdim içimden. Bu adam ne çok şey biliyor, ne çok kişiyi tanıyor. Fransa onun evi, Paris’in anahtarı onun ellerinde.” (Gülenay Börekçi - http://egoistokur.com)

Yukarıdaki uzunca alıntıda Gülenay Börekçi o kadar güzel anlatmışki Jane Birkin'i, yer vermemek olmazdı diye düşündüm. Her ne kadar 2000'li yıllarda eski popülerliği kalmamış olsa da İngiltere'nin en önemli yıldızlarından birisi Jane Birkin. Yeni nesil genç arkadaşlar aşina olmayacaktır muhtemelen. Fakat yaşı kırkın üzerine olanlar gayet iyi bileceklerdir Birkin'i. Bir çok filmde rol alan ve Oscar ödülüne dahi layık görülen aktrist Birkin, ilerleyen yıllarda kariyerine şarkıcılığı da ekledi. Yukarıda da bahsedildiği üzere onu asıl dünyaya tanıtan film, Serge Gainsbourg ile birlikte rol aldığı "Slogan" olmuştu. Ve rol arkadaşı ile yaptığı Je t’Aime Moi Non Plus şarkısı...

                             Jane Birkin ve Serge Gainsbourg'un ünlü düeti Je t'Aime Moi Non Plus

2006 yılına gelindiğinde Jane Birkin ile parfümör Lyn Harris, ortak arkadaşları fotoğraf sanatçısı Gabrielle Crawford sayesinde tanışırlar. Bu aynı zamanda sıcak bir dostluğun da kurulması için vesile olur. Bir süre sonra Lyn Harris, kendi döneminin kült sanatçısı için parfüm tasarlamaya karar verir. Böylece ortaya L'Air de Rien isimli parfüm ortaya çıkar. Miller Harris markasının kurucusu ve sahibi Lyn Harris, Birkin'e adadığı parfümü için şunları söylemiş bir söyleşisinde:

"Jane Birkin, Shalimar da dahil bazı parfümler kullanıyordu. Bu parfümleri ona her zaman Serge (Gainsbourg) alırdı. Fakat o bir tülü sevdiği gibi bir parfüm bulamamıştı. Ama o yeni deneyimleri sever ve ne istediğini gayet iyi bilen bir kadındır. O, çok güçlü ve ilham verici bir kadındır. Birkin, onun için tasarlayacağım parfüm için adeta benimle birlikte çalıştı. Kokunun içeriğine koyduğum her notayı onayladı. L'Air de Rien'de Fransız meşe yosunu, Tunus turunçgil yağı, tatlı misk, vanilya ve amber kullandık. Birkin kokuyu oluştururken, onun biraz kirli kokmasını ve eski evlere, tozlu kitaplara, parke cilasına benzemesini istedi. Aslında kokusunu serbest bırakmak onun fikriydi ama çok kısa zaman içinde kült bir modern klasiğe dönüştü L'Air de Rien."

Kısaca Jane Birkin'den, parfümün oluşturulma sürecini dinleyelim:

"Lyn'in Londra'daki harika laboratuvarına gittiğimde saatler geçirdim orada. Bana karşı çok cana yakındı. Ona, parfümler hakkında hoşuma gitmeyen hiç bir şeyi anlatmak zorunda kalmadım. Lyn'in yaratacağı parfümün, erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler gibi kokmasını istedim. Ama gerçekte böyle şeyler bir parfümde olamazdı ve bizde mecburen başka şeyler düşünmek zorunda kaldık.


Tasarlamayı düşündüğü parfümü psikolojik yönden ele aldı. Benim için önemli olan bir çok konu ve mekan hakkında zevkle konuştuk. Sanki, İstanbul'da bir kahve dükkanında, masaların altında oturan kediler gibiydik. Lyn, kokulardan oluşan portremi yapmaya çalışıyor gibiydi.

Onunla konuşurken bir taraftan da kağıtlara bir şeyler karalıyordum. O anda elimdeki çizimleri aldı ve "Hadi bunu şişenin içine koyalım" dedi. Yaptığınız şeyin güzel ya da ilginç olduğunu birilerinin söylemesi çok hoş."

Farkındayım sözü yine fazla uzattım. Artık geçeyim parfümümüze. L'Air de Rien, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı yine garip bir Miller Harris tarzında gerçekleşiyor. Üst notaları kokluyorum. Sanırım erkeksi çiçekler, kremsi misk ve biraz lavanta var. Karar vermek zor. Fena değil üst notaları. Orta kısımda kokuda değişim oluyor. Parfümün ana karakteri hayvansal vanilya ve amber baş role geçiyor. Hissedilir oradan da baharatlar da var. Eski kokan bu bölümü azıcık Shalimar'a benzettim. Hatta The Third Men' bile çağrıştırıyor. Belki de Jicky. Gerçekten ilginç ve başarılı hayvansallığa sahip. Uzak ara en sevdiğim yeri orta bölüm oldu. Son kısma geçeyim. Burada pudramsı vanilya var. Ona kremsi odunsu notalar da eşlik ediyor. Çok çarpıcı yada farklı değil sonları. Bence parfümün en sıradan kısmı kapanışı. Böylece de tenden ayrılıyor.

L'Air de Rien, genel olarak hayvansallığın yoğun olduğu bir parfüm. Fakat çok keskin ve rahatsız edici değil. Hayvansallık, vanilya ve egzotik amberle yumuşatılarak verilmiş. Parfümün ana aksını bu üçlünün oluşturduğunu düşünüyorum.Onun dışında başlangıçtaki tuhaf çiçekleri lavantaya benzettim. Fakat kendi sitelerinde neroli var. Daha önce denediğim neroli kokusuna hiç benzemiyor. Üst notalarda turunçgil de hissetmedim. Kremsi beyaz misk yüksek ihtimalle üst notalarda mevcut. Başlangıcı biraz alışılmamış denebilir. Orta kısım zaten hayvansal vanilya ve amberden oluşuyor. Biraz da baharatlar mevcut. Fakat genel kompozisyona fazla müdahil olmuyor baharatlar. Alt notalardaki sıradanlığa anlam veremedim. Sanki öylesine yapılmış veya ihmal edilmiş kapanış bölümündeki odunsular ve pudramsılık, kalite hissiyatından uzak. Keşke daha ilginç olsaymış sonları.


L'Air de Rien, Jane Birkin için tasarlanmış ve kokusu ona ithaf edilmiş. Tamam buraya kadar normal. Kokusunun bu kadar hayvansal olmasını yadırgadım bir kadın parfümü olarak. Bence bu kadar hayvansal parfümler, kadın kullanımına uymuyor. Biz, kadınlara daha çiçeksi kokuları yakıştırdığımızdan dolayı ön yargılı da olabiliriz. Ama bu parfüm bence güçlü erkeksi vurgusu olan yapıya sahip. Yada benim zihnimde bu tür kokuların yeri erkek kullanımı için. Bir kadın neden bu kadar hayvansal koksun ki.

Aslında bu hayvansallığın sebebi yukarıdaki Lyn Harris'in sözlerinde mevcut. Parfümün biraz "kirli" kokmasını Birkin istemiş. Buradaki kirlilik, toz-çamur anlamında değil. Edepsizlik ve erotiklik kast edilmiş. Belki de Birkin'in karakteri ile uyum sağlanmaya çalışılmış. Birkin'in, parfümün "erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler" gibi kokmasını istemesini anlayabilirim. Burada eskiye duyduğu özlem olabilir. Fakat L'Air de Rien'in kardeşinin saçı, tozlu kitaplar yada babasının piposu gibi kokmadığını düşünüyorum. Hele ki eski günlerdeki Metro kokusu!

L'Air de Rien, sevmesi ve kullanması kolay bir koku değil. Denemeden alınamayacak, herkese hitap etmeyecek kadar farklı ve zor. Onun için önce denemenizi tavsiye ederim. Eğer The Third Man, Jicky, Shalimar, Mouchoir de Monsieur gibi eski tarz hayvansal arkadaşları seviyorsanız, L'Air de Rien'e modern bir yorum olması bakımından şans verebilirsiniz.

Genel olarak büyük değişim göstermedi tenimde. Kalite hissiyatı belli seviyenin üzerinde. Kullandığınız zaman bol bol övgüler alabileceğiniz bir kardeşimiz değil. Daha mod veya ambians kokusu gibi duruyor. Günlük kullanıma uyabilir ama belki havanın kapalı olduğu depresif günlerde. 2006 yılında çıkarılmış olmasına rağmen, bence eski ve nostaljik kokuyor L'Air de Rien. Eskinin aristokratik olgun parfümlerine gönderme olarak düşünülebilir.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında "Kiber Geçidi" olarak tanımlanmış. Ayrıca beş üzerinden dört puan vererek çok sevdiğini söylemiş. Luca Turin kadar kokusunu kendime yakın bulamasam da benden beş üzerinden üç puan çalışır.

Eau de Parfum olarak satılıyor. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Belli yaşın üzerindeki (30 ve üzeri) arkadaşlara tavsiye ederim.

Koku Güzellği:10/7

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Miller Harris – La Pluie (2011)


Miller Harris – La Pluie (2011)  Markanın başarılı parfümü.

La Pluie. Fransızca. Türkçeye yağmur olarak çevriliyor anladığım kadarıyla. Bir parfüme yağmur ismini vermek... Oysa yağmuru hep kız ismi olarak düşünürdüm. Yada hafiften yağarken altında yürümekten büyük zevk aldığım mucizevi doğa olayı. Bize yağmurun oluşması ile anlatılan şeyler ne kadar da basit oysaki. Bulutlar toplanırlar ve içlerindeki su buharı belli yoğunluğa ulaşınca, yer çekiminin de etkisiyle dünyamıza düşerler. İyi de her şey bundan ibaret mi?

Yağmurun yağması ile ilgili beni en çok sarsan ifadelere kutsal kitabımızda rastlıyorum genellikle. Yağmurun sadece yukarıdan düşen sudan ibaret olmadığı, bu sayede her türlü bitkinin beslendiği ve insan yaşamının en önemli döngüsünü oluşturduğu pek aklımıza gelmez çoğu zaman. Bolca yağdığında kaçmaktan başka nasıl bir ilişkimiz var yağmurla? İbret alıp düşünmemiz gereken o kadar mucize var ki etrafımızda. Fakat insanoğlunun daha önemli öncelikleri var. Mesela arabasını üç senede bir yenilemeye çalışmak, banka hesabındaki paralara yenisini eklemek, yeni aldığı yazlığını arkadaşlarına böbürlenerek göstermek gibi. Ne kadar da önemli şeyler değil mi?

Oysa bir yağmur damlası kadar masum ve basit olabilsek. Aynı yeni doğmuş bebekler gibi. Etrafa gülücükler saçan o mikro insanlar nasıl da mutluluk kaynağı oluyor milyonlarca çiftin. Bebeklerin ve çocukların bu kadar çok sevilmelerinin sebebi belki de onlardaki saflık, bozulmamışlık ve dürüstlüğün hiç bir yetişkinde olmamasımıdır acaba? Biliyoruz ki o çocuklar büyüyünce aynı bizim gibi bencil, iki yüzlü, çıkarcı ve kolay yalan söyleyebilen insanlara dönüşecekler. Ne yaparlarsa yapsınlar bu sarmaldan çıkamayacaklar. Önlerindeki örnek bu. Başka yolları yok. Dünya böyle. Şehirler böyle. Kasabalar böyle. Köyler böyle. Bu karşı konulamaz bir yozlaşma süreci. Ve insan bu yoldan geçmek zorunda anlaşılan. Belki de kurtuluşa ulaşmanın tek yolu bu. Ömrümüz yettiğince yaşayıp, göreceğiz.

Konu buraya bir yağmur damlasından geldi sanırım. Yağmurun benim zihnimde çağrıştırdığı anlam ise saflık. İngiliz niş parfüm evi Miller Harris'in La Pluie isimli eseri bakalım zihnimdeki imgeler ile örtüşecek mi? Yoksa ilk tanışmalarında birbirinden hoşlanamayan iki yetişkin gibi mi ayrılacağız?


Kasırga öncesi toplanan koyu renk yağmur bulutlarından ilhamını almış La Pluie. Kendi sitelerinde çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Açılışında hafif tatlımsı kremsi çiçekler var sanki. Biraz da turunçgiller. Fakat beyaz kremsi çiçekler daha baskın. Aldehitler olabilir mi? Yine ilginç bir Miller Harris başlangıcı. Açıklanan üst notalarında farklı olarak buğday var. Yoksa bu ilginç kremsi çiçeksilik buğdaydan mı geliyor? Yada hayvansal kirli misk mi? Evet büyük ihtimalle kirli misk beni rahatsız eden koku. Neyse devam edelim. Orta kısma geçildiğinde daha anlaşılabilir hale geliyor. Kremsi beyaz çiçekler etkin. Hafif tatlımsı çiçekler çok yumuşak ve sakin. Biraz da yeşil çiçekler hissediyorum arada. Hatta vanilya bile var anladığım kadarıyla. Belki de bir parça hindistan cevizi. Orta kısmı sevdim. Sonlarda ise vanilyanın oranı artıyor. Buradaki kremsi vanilya çok güzel. Fakat vanilyaya eklenen sıradan odunsu notalar dikkat çekiyor. Her ne kadar çok gerilerden gelse de dikkatli burunları sıkıntıya sokabilir. Böylece de tenden ayrılıyor.

La Pluie, anladığım kadarıyla çiçeksi bir parfüm. Fakat o bildiğiniz kadınsı ve bol pudralı gibi değil. Çok kremsi, vanilyamsı, modern, yumuşak ve pamuk gibi bir çiçeksilik. Bazı kadın deodorantlarını hatırlatıyor. Fakat onlar kadar ucuz ve basit değil tabiki. Gayet kaliteli ve rafine bir parfüm diyebilirim.

Başlangıcındaki hayvansallık sınırında dolaşan miski sevmesi zor buldum. Ara ara ortaya çıkan yeşil çiçekleri de pek sevemedim. Ayrıca çok fazla değişmiyor ve düz çizgide ilerliyor. Fakat parfümün ana aksını oluşturan vanilyamsı çiçekleri gayet güzel buldum. Oldukça da sevdim.

La Pluie, biraz kafamı karıştırdı. Onu zihnimde birbirine benzemez şeylerle eşleştirdim. Mesela hindistan cevizli güneş kremleri, ocağın üzerinde kaynayan süt, bebek kokusu ve kadınların makyaj malzemelerinin o yağlı kokusu. Sanki hepsinden bir parça var. Onun kokusunu bir renge benzetin deseler kesinlikle beyaz derdim.


Üst notalarındaki o ilginç kokunun ne olduğunu düşünürken aklıma markanın diğer parfümü Feuilles de Tabac geldi. Benzer tarafları olmasa da iki parfümün başlangıcı pek alışılmış değil. Acaba Miller Harris parfümlerinin karakteristiği mi çarpıcı üst notalar? Bilemiyorum.

Parfümümüz kadın tarafına daha yakın gibi duruyor. Zaten bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak listelenmiş. Fakat bence erkeklerde kullanabilir. Öyle yoğun kadınsılık barındırmıyor. Bazı yorumcuların "yaşlı kadın parfümü" eleştirilerine anlam veremedim. Evet genç arkadaşları hedeflemiyor belki ama babaanne kokusu da değil gördüğüm kadarıyla.

Çiçeksiliğe ve aldehitlere modern bir yorum getirmiş La Pluie. Pürüzsüz sayılabilecek yapısı memnun edici. Bir çok yeni nesil parfümde olduğu gibi tatlılık barındırıyor. Neyseki çok abartılı kullanılmamış tatlılık. Tam ayarında diyebilirim.

La Pluie zaman zaman incir temalı kokuları hatırlattı bana. Diptyque'in sevilen parfümü Philosykos'daki gibi bir sütsülük algıladım. Hafiften de benzettim birbirine iki parfümü. Umarım yanılmıyorumdur.

Küçük bir not daha ekleyeyim. 2012 yılında Cosmopolitan dergisi tarafından "En iyi niş parfüm" ödülüne layık görülmüş. Kokusunun tasarımını ise markanın kurucusu ve sahibi Lyn Harris yapmış.


La Pluie, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. İsminin yağmur olmasından dolayı hüzünlü, depresif, sonbahara uygun bir parfüm bekliyordum. Göründüğü gibi değilmiş. İlkbahar-yaz kullanımına daha yakın geldi bana. Soğuk günlerde ise nasıl tepki vereceğini denemek lazım.

Artıları:
+ Orta notalarını sevdim.
+ Sonları da gayet güzel.
+ Pürüzsüz ve kaliteli yapısı.

Eksileri:
- Başlangıcına pek ısınamadım.
- Düz çizgide ilerliyor.
- Fark edilirliği yüksek değil.

Koku Güzelliği:10/7.5

27 Ocak 2013 Pazar

Miller Harris – La Fumee (2011)



Miller Harris – La Fumee (2011)  Markanın erkek kullanımına uygun odunsu parfümü.

İngilizlerin kültür, sanat veya mimari alanlarında çok büyük eserleri olmasa da geçtiğimiz yüzyılın en büyük imparatorluğu olduğunu kabul etmek lazım. Elde ettiği sömürgeleri ile “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” deyimi İngiltere’nin 19. yüzyıldaki dünya siyasetine egemenliğini temsil etse de, 20. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başladı İngiltere’nin siyasal gücü.

İngiltere'nin isminin bazı yerlerde hala "Birleşik Krallık" olarak geçmesi belki de artık dünya siyesetinde çok büyük etkisi kalmayan İngilizlerin ruhlarını ve egolarını tatmin etme şekli olabilir. Sebebi her ne olursa olsun, yakın tarihe damgasını vuran İngiltere'nin, parfümler alanında sessiz kalması düşünülemezdi. Tarihi eskilere dayanan Penhaligon's, Creed, Floris, Geo F. Trumper gibi köklü markalara sahip İngilizler, Czech & Speake, İlluminum, Jo Malone, Roje Dove gibi yeni sayılabilecek parfüm markaları da çıkarmayı başarmış görünüyorlar. Fakat parfüm endüstrisinde hala Fransızların oldukça gerisindeler. Bu çok açık bence.


Yeni sayılabilecek İngiliz niş markalarından birisi de Miller Harris. 2000 yılında kurulan marka, şimdiden 27 parfümlük bir koleksiyona ulaşmış durumda. Miller Harris 2011 yılında iki parfüm piyasaya sürdü. La Pluie kadınların, La Fumee ise erkeklerin beğenisine sunulmuş. İki parfümü aynı tarihlerde tanıtılmışlar anladığım kadarıyla. Ben ise bugün erkek kullanımına daha yakın olduğu düşünülen La Fumee'ye göz atacağım.

La Fumee Fransızca bir kelime. Anlamı ise dumanmış. Burada parfümün genel yapısı ile ilgili küçük bir ipucu var sanırım. Kendi sitelerinde La Fumee'yi odunsu olarak sınıflandırmışlar. Fragrantica'da ise odunsu oryantal olarak geçiyor. Parfümün başlangıcı derin ve biraz karanlık sayılabilecek odunsu notalarla gerçekleşiyor. Genellikle parfümlerin üst notalarında böyle bir odunsu kullanıma rastlamıyoruz. Sanırım La Fumee daha ilk saniyelerde nasıl bir koku ile karşılaşacağımızı bize gösteriyor. İlk kısımdaki yumuşak tütsü benzeri odunsu notalar bence gayet güzel. Doğal ve olması gerektiği gibi. Tatlılık fazla yok. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada odunsular hala etkili. Ama aradan kendisini güçlü şekilde yumuşak baharatlar gösteriyor. Muhtemelen kişniş ve kakule. Bu kısım da güzel tasarlanmış. Son olarak da biraz sandal ağacı ve tütsü kapanışı yapıyor. Alt notaları da kötü değil. Yani özetle odunsu notalar, aromatik baharatlar ve tütsü temelinde tasarlanmış kokusu.

                                         Markanın kurucusu Lyn Harris, La Fumee'yi kısaca anlatıyor.

La Fumee genel olarak yapaylık barındırmayan, yumuşak ve sakin bir kompozisyona sahip. Odunsu notalar her zaman ön planda. Tütsü benzeri odunsulara baharatlar da destek veriyor. Çok ilginç bir yanı olmasa da tanıdık bir kokusu var La Fumee'nin. Hatta bence güvenli sayılabilecek ve herkesin sevebileceği bir odunsuluğa sahip. Parfümün ismindeki duman hissini hem başlangıçta hemde sonlarda farkedebiliyorsunuz.

Parfümümüz açıkçası beni çok etkilemedi. Hatta uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağa benziyor. Fakat bu demek değil ki kötü bir parfüm. Günümüzün bir çok uyduruk, bol şekerli parfümlerine verilecek parayı La Fumee'ye vermek hiç de yanlış olmaz. Ama benim için "işte budur" efektine sahip bir kokuya sahip değil. Belki de bu kadar odunsu ve tütsümsü kokuları sevemiyorum.


La Fumee yeni ve modern bir parfüm. Niş standartlarında bir arkadaş. Kalite anlamında söyleyecek şeyim olamaz. Lyn Harris iyi iş çıkarmış. Ama benim için sadece "evet güzel parfüm". Daha fazlasını yaşatamadı.

La Fumee, Eau de Parfüm (EDP) konsantrasyonunda. Kimi yorumcular kadınlarında kullanabileceğini yazmışlar. Bence erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olacaktır. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.      

Artıları:
+ Genel olarak kalitesi yeterli.
+ Bol şekerli olmayan odunsu parfüm arayanlar deneyebilir.

Eksileri:
- Çok olumsuz bir yanına rastlamadım. Ama hayatınızın parfümü olmayacağı açık.

Koku Güzelliği:10/7

6 Mayıs 2012 Pazar

Miller Harris – Feuilles de Tabac (2000)



Miller Harris – Feuilles de Tabac (2000) Markanın unisex olarak piyasaya sunduğu parfümlerden.

Bugün ilk defa tanıştığım bir marka ile sizlerin karşısındayım. Daha doğrusu hakkında oldukça şey okuduğum ama bir türlü parfümlerine sıra gelmediği için teknik olarak tanışamamıştık. Bakalım birbirini daha öce hiç görmemiş iki kişinin tanışması gibi mi olacak? Biraz yabancılık çekecek miyiz birbirimize karşı. Kaçamak bakışlarla mı başlayacak arkadaşlığımız. Yoksa kırk yıllık dost gibi mi olacağız İngiliz niche parfüm evi Miller Harris ile.

Önümüzdeki haftalarda diğer parfümlerinide yazmayı düşündüğüm Miller Harris’in, ismi hemen dikkatimi çekti Feuilles de Tabac’ın. Çünkü tütün temalı parfümleri seviyorum. Bana çok konforlu geliyor kullanmak. Oysaki ne sigara içerim ne de sigara içenleri çok severim. Ama garip bir şekilde tütün merkezli parfümler bence kış mevsimi için en güzel seçenekler.


Feuilles de Tabac’ın anlamı “Tütün Yaprakları” olarak karşıma çıktı. İşte tam bana göre bir parfüm diye düşünerekten başlıyorum denemeye. Fragrantica’da odunsu-şipre olarak sınıflandırılmış. Başlangıcını anlatmak isterdim ama pek mümkün değil. Ne olduğunu tam anlayamadığım bir koku sizi karşılıyor. Islak tütün mü desem, hayvansal notalar mı desem şaşırdım. Açıklanan resmi notalarına baktığımda da bir şey anlayamadım. Tek bildiğim midemi kaldırdı üst notaları. Uzun zamandır bu kadar sevimsiz bir başlangıca rastlamadığımı söyleyebilirim. Markanın kurucusu ve parfümlerin tasarımcısı Lyn Harris ne yapmaya çalışmış anlayamadım doğrusu.

Neyseki 5-10 dakika sonra orta notalara geçiliyor. O tuhaf ve midemi bulandıran koku geride kalıyor. Ortaya güzel sayılabilecek bir karabiber çıkıyor. Evet bu andan itibaren Feuilles de Tabac, baharatlı hale dönüşüyor. Karabiber biraz tatlı. Fena değil bence. Ama bir Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum’daki kadar da doğal ve rafine değil. Sanki biraz hayvansal notalar var. Bu tatlılık tonka fasulyesinden geliyor olabilir. Yada bal. Yani orta notalar tatlı baharatların hakimiyetinde.


Alt notalarında ise hafiften tatlı karabiber yine kendisini hissettiriyor. Bu kısımda biraz da odunsu notalar ekleniyor. Böylece de tenden ayrılıyor. Fakat alt notalarda kokusu çok azalıyor. Neredeyse alamıyorsunuz kokusunu. Yani özetle Feuilles de Tabac, karabiber, biber, tonka fasulyesi ve odunsu notalar olarak hafızama kazınıyor.

Şimdi diyeceksiniz ki, ee iyi de parfümün ismi tütün yaprakları değil mi? Nerede tütün? Valla bende aynen böyle düşündüm. Büyük bir hevesle tütün merkezli bir koku beklerken, bolca baharatlar ile karşılaşmak biraz şaşırttı beni. Buradan çok kötü bir parfüm demek istemiyorum. Hatta başlangıcı dışında güzel sayılabilecek bir kokusu var. Biraz fazla tatlılık barındırıyor diyebilirim. Onun dışında eğer modern bir tatlı karanfil kokusu arıyorsanız bir bakın derim. Ama onun dışında harika bir parfüm mü? Pek sanmıyorum.

Garip bir şekilde kokusu bana Calvin Klein – Obsession For Men’i çağrıştırdı. Hatta biraz da Caron – The Third Men. Fakat niche parfüm evi olmasına rağmen, bu iki ana akım markadan daha güzel diyemem kokusuna. Luca Turin kitabında bu parfüme beş üzerinden üç yıldız vermiş. Sanırım bende üç yıldız verirdim.

Feuilles de Tabac, EDP olarak sunulmuş. Fakat gerek kalıcılığı gerekse fark edilirliği çok etkileyici değil. Unisex olarak piyasaya sunulsa da erkek kullanımına daha yakın diyebilirim rahatlıkla. Sonbahar-kış aylarında kullanmak daha uygun olacaktır. Yaşı 25 ve üzerindeki arkadaşların denemesini tavsiye ederim. Çok fazla “genç işi” bir tarzı yok.

Artıları:
+ Orta notalardan itibaren ortaya çıkan karanfil başarılı.

Eksileri:
- Başlangıcı nedir öyle yahu. Dayanılacak gibi değil.
- EDP olmasına ragmen kalıcılık-farkedilirlik başarılı değil.

Koku Güzelliği:10/7