Miller Harris – L’Air de Rien (2006)
"Seks ikonluğu,
fotomodellik, modacılık, oyunculuk, şarkıcılık, hayırseverlik, insan hakları
savunuculuğu, annelik… Ama onu bu dünyanın en parlak, en albenili yıldızlarından
biri haline getiren şey hepsinden öte ilham periliği. En başında ve hâlâ…
Unutmadan; insan hakları savunuculuğu mühim. Zira ünlü düşünür Bertrand Russell’ın
kuzeni olan Jane Birkin, 12 yaşındayken Uluslararası Af Örgütü’ne kaydolmuş ve
sistem karşıtı biri olan babasıyla birlikte idam cezası karşıtı bir yürüyüşe katılmış.
Jane Birkin 1966'da,
henüz 20 yaşındayken beyazperdenin en önemli yapımlarından birinde küçük bir
rol kaptı. Michelangelo Antonioni’nin Julio Cortazar’ın öyküsünden uyarladığı
Blow Up’ta Birkin, iri gözleri, kahküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen
bedeni ve pervasız tavırlarıyla kelimenin tam anlamıyla göz dolduruyordu. İki
yıl sonra ikinci teklifini aldı genç İngiliz oyuncu. Serge Gainsbourg’un Slogan
adlı filminde başrol oynayacaktı. Sözleşmeyi imzaladığı gün, tarihin en müthiş
aşk hikayelerinden birinin kahramanı olacağını elbette bilmiyordu.
Rivayete göre, şöyle
gelişmiş hikaye… 1960'ların idollerinden Brigitte Bardot’nun sevgilisi 41
yaşındaki Serge Gainsbourg önüne çıkan her kızı yatağa atma girişimlerini hiç
ihmal etmemesine rağmen, kırık dökük, anlaşılmaz bir Fransızcayla konuşan, daha
da kötüsü rol arkadaşının bir pop kültür tanrısı olduğundan bütünüyle habersiz
22'lik Jane Birkin’e dönüp bakmamış bile. Hatta bir çekim sırasında hoyrat
azarlarla küçük hanımefendinin kalbini bile kırmış. Jane’in ağlamaktan öyle
gözleri şişmiş, kızarmış ki çekim o gün iptal edilmiş. Alkolik karizma da, yaptığına
pişman olup onu yemeğe davet etmiş, bir kadeh şampanyayla gönlünü almak için…
Ve işte o geceden sonra bir daha hiç ayrılmamışlar. Paris’in özgür ruhlu
mekanlarının, ışıltılı dans salonlarının, travesti kulüplerinin tanık olduğu en
fırtınalı aşk hikayesi başlamış.
Jane Birkin ve Serge Gainsbourg
İkili hiç ayrılmıyor, her
yere birlikte gidiyor, konserlerde partilerde boy gösteriyor, bütün dergilerin
kapaklarını süslüyormuş. Derken Gainsbourg, aslında Brigitte Bardot için
yazdığı Je t’aime Moi Non Plus şarkısını Birkin’le birlikte söyleyince büyük
olay patlak vermiş. Şarkının öyle küstah sözleri varmış, Jane öyle seksi bir sesle
söylüyormuş, iç çekmeler finalde öyle utanmaz orgazm sesleriyle
taçlandırılıyormuş ki İtalya, İspanya ve İngiltere radyolarında anında
yasaklanmış. Albüm olarak yayınlanıp bir milyondan fazla sattığında iş daha da
büyümüş, zira Papa bu şarkıyı dinlemenin günah olduğunu açıklamış. Jane Birkin
o günleri “Birlikte çok eğleniyor ve başka hiçbir şeyi umursamıyorduk” diye
anlatıyor. “Serge öyle tatlıydı ki. Dans etmeyi bilmezdi ama yine de Regine’s'e
giderdik her gece. Sonra bir Rus kulübüne. Serge Sibelius’un Valse Triste’sini
çaldırırdı müzisyenlere ve her birinin kemanına 100 franklık banknotlar
sıkıştırırdı. Çıkıp bir taksiye atlar sonra da Meksikalı şarkıcıların sahneye
çıktığı şahane bir mekana giderdik. Büyük caz ustası Joe Turner da orada
çalardı. Gecenin sonuna doğru kendimizi Madame Arthur’un travesti kulübüne
atardık. Serge’in babası savaştan önce orada piyano çalıyormuş. Kulüpte kadın
kıyafetlerine bürünmüş beyefendiler dans ederdi. Daha önce hiç böyle bir şey
görmediğim için bunu heyecan verici bulurdum. Serge’in kucağına oturur, ona
cıvıl cıvıl bir şeyler anlatırlardı. Güneş doğunda Pigalle'de birer kruvasan
alır yerdik. Evlerine dönmekte olan fahişelerin hepsi Serge’i tanırdı. Merhaba!
Nasılsınız? Bugün hava güzel, değil mi? Küçük konuşmalar ve tebessümler
eşliğinde öylece otururduk. Vay derdim içimden. Bu adam ne çok şey biliyor, ne
çok kişiyi tanıyor. Fransa onun evi, Paris’in anahtarı onun ellerinde.”
(Gülenay Börekçi - http://egoistokur.com)
Yukarıdaki uzunca alıntıda
Gülenay Börekçi o kadar güzel anlatmışki Jane Birkin'i, yer vermemek olmazdı
diye düşündüm. Her ne kadar 2000'li yıllarda eski popülerliği kalmamış olsa da
İngiltere'nin en önemli yıldızlarından birisi Jane Birkin. Yeni nesil genç
arkadaşlar aşina olmayacaktır muhtemelen. Fakat yaşı kırkın üzerine olanlar gayet
iyi bileceklerdir Birkin'i. Bir çok filmde rol alan ve Oscar ödülüne dahi layık
görülen aktrist Birkin, ilerleyen yıllarda kariyerine şarkıcılığı da ekledi.
Yukarıda da bahsedildiği üzere onu asıl dünyaya tanıtan film, Serge Gainsbourg
ile birlikte rol aldığı "Slogan" olmuştu. Ve rol arkadaşı ile yaptığı
Je t’Aime Moi Non Plus şarkısı...
Jane Birkin ve Serge Gainsbourg'un ünlü düeti Je t'Aime Moi Non Plus
2006 yılına gelindiğinde
Jane Birkin ile parfümör Lyn Harris, ortak arkadaşları fotoğraf sanatçısı
Gabrielle Crawford sayesinde tanışırlar. Bu aynı zamanda sıcak bir dostluğun da
kurulması için vesile olur. Bir süre sonra Lyn Harris, kendi döneminin kült
sanatçısı için parfüm tasarlamaya karar verir. Böylece ortaya L'Air de Rien isimli
parfüm ortaya çıkar. Miller Harris markasının kurucusu ve sahibi Lyn Harris,
Birkin'e adadığı parfümü için şunları söylemiş bir söyleşisinde:
"Jane Birkin,
Shalimar da dahil bazı parfümler kullanıyordu. Bu parfümleri ona her zaman
Serge (Gainsbourg) alırdı. Fakat o bir tülü sevdiği gibi bir parfüm bulamamıştı.
Ama o yeni deneyimleri sever ve ne istediğini gayet iyi bilen bir kadındır. O,
çok güçlü ve ilham verici bir kadındır. Birkin, onun için tasarlayacağım parfüm
için adeta benimle birlikte çalıştı. Kokunun içeriğine koyduğum her notayı
onayladı. L'Air de Rien'de Fransız meşe yosunu, Tunus turunçgil yağı, tatlı
misk, vanilya ve amber kullandık. Birkin kokuyu oluştururken, onun biraz kirli
kokmasını ve eski evlere, tozlu kitaplara, parke cilasına benzemesini istedi.
Aslında kokusunu serbest bırakmak onun fikriydi ama çok kısa zaman içinde kült
bir modern klasiğe dönüştü L'Air de Rien."
Kısaca Jane Birkin'den,
parfümün oluşturulma sürecini dinleyelim:
"Lyn'in Londra'daki
harika laboratuvarına gittiğimde saatler geçirdim orada. Bana karşı çok cana
yakındı. Ona, parfümler hakkında hoşuma gitmeyen hiç bir şeyi anlatmak zorunda
kalmadım. Lyn'in yaratacağı parfümün, erkek kardeşimin saçı, babamın piposu,
tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler gibi kokmasını istedim. Ama
gerçekte böyle şeyler bir parfümde olamazdı ve bizde mecburen başka şeyler
düşünmek zorunda kaldık.
Tasarlamayı düşündüğü
parfümü psikolojik yönden ele aldı. Benim için önemli olan bir çok konu ve
mekan hakkında zevkle konuştuk. Sanki, İstanbul'da bir kahve dükkanında,
masaların altında oturan kediler gibiydik. Lyn, kokulardan oluşan portremi
yapmaya çalışıyor gibiydi.
Onunla konuşurken bir
taraftan da kağıtlara bir şeyler karalıyordum. O anda elimdeki çizimleri aldı ve
"Hadi bunu şişenin içine koyalım" dedi. Yaptığınız şeyin güzel ya da ilginç
olduğunu birilerinin söylemesi çok hoş."
Farkındayım sözü yine
fazla uzattım. Artık geçeyim parfümümüze. L'Air de Rien, Fragrantica'da odunsu
oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı yine garip bir Miller Harris
tarzında gerçekleşiyor. Üst notaları kokluyorum. Sanırım erkeksi çiçekler,
kremsi misk ve biraz lavanta var. Karar vermek zor. Fena değil üst notaları. Orta
kısımda kokuda değişim oluyor. Parfümün ana karakteri hayvansal vanilya ve
amber baş role geçiyor. Hissedilir oradan da baharatlar da var. Eski kokan bu bölümü
azıcık Shalimar'a benzettim. Hatta The Third Men' bile çağrıştırıyor. Belki de
Jicky. Gerçekten ilginç ve başarılı hayvansallığa sahip. Uzak ara en sevdiğim
yeri orta bölüm oldu. Son kısma geçeyim. Burada pudramsı vanilya var. Ona
kremsi odunsu notalar da eşlik ediyor. Çok çarpıcı yada farklı değil sonları.
Bence parfümün en sıradan kısmı kapanışı. Böylece de tenden ayrılıyor.
L'Air de Rien, genel
olarak hayvansallığın yoğun olduğu bir parfüm. Fakat çok keskin ve rahatsız
edici değil. Hayvansallık, vanilya ve egzotik amberle yumuşatılarak verilmiş.
Parfümün ana aksını bu üçlünün oluşturduğunu düşünüyorum.Onun dışında
başlangıçtaki tuhaf çiçekleri lavantaya benzettim. Fakat kendi sitelerinde
neroli var. Daha önce denediğim neroli kokusuna hiç benzemiyor. Üst notalarda turunçgil
de hissetmedim. Kremsi beyaz misk yüksek ihtimalle üst notalarda mevcut.
Başlangıcı biraz alışılmamış denebilir. Orta kısım zaten hayvansal vanilya ve amberden
oluşuyor. Biraz da baharatlar mevcut. Fakat genel kompozisyona fazla müdahil
olmuyor baharatlar. Alt notalardaki sıradanlığa anlam veremedim. Sanki öylesine
yapılmış veya ihmal edilmiş kapanış bölümündeki odunsular ve pudramsılık,
kalite hissiyatından uzak. Keşke daha ilginç olsaymış sonları.
L'Air de Rien, Jane
Birkin için tasarlanmış ve kokusu ona ithaf edilmiş. Tamam buraya kadar normal.
Kokusunun bu kadar hayvansal olmasını yadırgadım bir kadın parfümü olarak.
Bence bu kadar hayvansal parfümler, kadın kullanımına uymuyor. Biz, kadınlara
daha çiçeksi kokuları yakıştırdığımızdan dolayı ön yargılı da olabiliriz. Ama
bu parfüm bence güçlü erkeksi vurgusu olan yapıya sahip. Yada benim zihnimde bu
tür kokuların yeri erkek kullanımı için. Bir kadın neden bu kadar hayvansal
koksun ki.
Aslında bu hayvansallığın
sebebi yukarıdaki Lyn Harris'in sözlerinde mevcut. Parfümün biraz
"kirli" kokmasını Birkin istemiş. Buradaki kirlilik, toz-çamur
anlamında değil. Edepsizlik ve erotiklik kast edilmiş. Belki de Birkin'in
karakteri ile uyum sağlanmaya çalışılmış. Birkin'in, parfümün "erkek
kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski
günler" gibi kokmasını istemesini anlayabilirim. Burada eskiye duyduğu
özlem olabilir. Fakat L'Air de Rien'in kardeşinin saçı, tozlu kitaplar yada
babasının piposu gibi kokmadığını düşünüyorum. Hele ki eski günlerdeki Metro
kokusu!
L'Air de Rien, sevmesi ve
kullanması kolay bir koku değil. Denemeden alınamayacak, herkese hitap
etmeyecek kadar farklı ve zor. Onun için önce denemenizi tavsiye ederim. Eğer
The Third Man, Jicky, Shalimar, Mouchoir de Monsieur gibi eski tarz hayvansal
arkadaşları seviyorsanız, L'Air de Rien'e modern bir yorum olması bakımından
şans verebilirsiniz.
Genel olarak büyük
değişim göstermedi tenimde. Kalite hissiyatı belli seviyenin üzerinde.
Kullandığınız zaman bol bol övgüler alabileceğiniz bir kardeşimiz değil. Daha mod
veya ambians kokusu gibi duruyor. Günlük kullanıma uyabilir ama belki havanın
kapalı olduğu depresif günlerde. 2006 yılında çıkarılmış olmasına rağmen, bence
eski ve nostaljik kokuyor L'Air de Rien. Eskinin aristokratik olgun
parfümlerine gönderme olarak düşünülebilir.
Parfüm yazarı Luca
Turin'in kitabında "Kiber Geçidi" olarak tanımlanmış. Ayrıca beş
üzerinden dört puan vererek çok sevdiğini söylemiş. Luca Turin kadar kokusunu kendime
yakın bulamasam da benden beş üzerinden üç puan çalışır.
Eau de Parfum olarak
satılıyor. Kadın parfümü olarak sunulsa da
bence erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Belli
yaşın üzerindeki (30 ve üzeri) arkadaşlara tavsiye ederim.
Koku Güzellği:10/7