26 Eylül 2012 Çarşamba

Shiseido – Feminite du Bois (1992)



Shiseido – Feminite du Bois (1992)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Baba Zula - Babasız Kızlar Balosu.

Kulağımdaki orta kalitedeki kulaklıktan gelen “Babamız bizi hiç sevmedi” tınılar hiç de yabancı değil. Biraz Arap etkisi, belki Hint müziği. Eklektik olduğu kesin. Hatta yerel Türk müziği etkisi. İyi de bu kadar farklı coğrafyaların müzikleri böylesine birbirine benzeyebilir mi? Neden olmasın diyesim var. Güzel müzik dünyanın her yerinde insanları kalbinden vuramaz mı? İnsanları alıp başka yerlere götürmez mi? Mesela Radiohead’ın Airbag şarkısı kimin kalbini delip geçmez ki? Onu evrenin hatta uzayın ıssız boşluklarına sürüklemez ki? Güzel kavramı evrensel olabilir tabiki. Sadece müzikte değil. Sinemada, sosyal hayatta, sokak kültüründe hatta yaşamın kendisinde…

İnsanların “beğenme” duygularını çok farklı değişkenin harekete geçirdiğini anlıyorum. Çocukluğumuzdan itibaren yetiştiğimiz çevre, ailemizin hayata bakış açısı, arkadaş çevresi ve daha onlarca faktör. Yani bir insanın Baba Zula ile Radiohead’in müziği arasında seçim yapması onun yanlış bir seçim yapacağı anlamına gelmiyor.

Aynı noktada kokular üzerinden bir sonuca varabilir miyiz? Yani insanların yaptıkları seçimleri kim “doğru ya da yanlış” olarak damgalayabilir. Kimin böyle bir hakkı olabilir. Bir parfümü göklere çıkarma ya da yerin dibine sokma hakkı, makul kıstaslarda herkesin yapabileceği bir şeydir. Ama iş “Benim beğendiğim parfümleri seveceksiniz. Bu bir emirdir!” tarzına gelirse burada Parfüm Merakı olarak söyleyeceklerim olacak.

Zaten böylesine “üst perdeden, buyurgan ve empati eksiği” bir yaklaşımı temelinden kabul edemeyeceğim. Ne yazık ki ülkemizin genel siyasetinde zaten bolca dinliyoruz bu öz güven patlaması yaşayan arkadaşları. Ondan sonrasında ise “En iyisini ben bilirim. Senin sevdiğin parfümlerde neymiş” gibi bir yaklaşım tarzına karşı çıkmaya her zaman hazırım. Hiç kimse kendisini otorite falan sanmamalı. Bir parfüm zamanının önemli klasiklerinden olabilir. Çığır açan bir yerde de durabilir. Ama bu onun eleştirilemeyeceği ve dokunulamayacağı anlamına mı gelir?

Christian Dior – Eau Sauvage parfüm dünyasının dönüm noktalarından birisi olarak gösterilebilir. Yani şimdi ne yapacağız. Hepimiz Eau Sauvage’a aşık olmak durumunda mıyız? Ha saygı duyarız tabiki. Ama bazı yönlerini rahatlıkla eleştirebiliriz. “Vanilyalı parfümlerde sevilir mi. Siz bırakın o işleri. Benim söylediğim parfümleri sevin.” demek en nazik tabiriyle saygısızlık ve haddini bilmemektir. Bu öz güven patlaması evet bazen işe yarayabilir. Ama Parfüm Merakı’nın karşısında pek tutmaz. Benden söylemesi.

Şimdi bu düşüncedeki arkadaşlar o zaman şunu da iddia edebilirler: “Yahu meyveli parfümde neymiş öyle çocuk oyuncağı gibi. Sen al bir Ralph Lauren – Safari. Gerisini boş ver”. İyi de o zaman Feminite du Bois gibi bir olguyu nereye koyacağız. Yani bugün vanilyalı parfümlere laf edenler, ertesi gün de meyveli kokulara laf söyleyecekler. Sonrasında kahve aromalı olanlara gelecek sıra. İleride çikolata teması da unutulmayacak. Gel insanların seçimlerine asgari saygıyı göster. Çünkü başka yolu yok bu işin.


Konu yine ufaktan dağılmadan geçeyim bugüne. Dünü geride bırakalım bir nefeste. Ve daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapayım. Çünkü ilk defa bir parfümün iki (eski ve yeni) versiyonunu yazıyorum. Daha doğrusu yeni versiyonunu yazmıştım geçtiğimiz aylarda. Şimdi de eski versiyonunu yazacağım. Çünkü karşımızdaki sıradan bir parfüm değil “Feminite du Bois” var.

Geçtiğimiz aylarda bu parfümün Serge Lutens tarafından çıkarılan yeni versiyonunu detaylı şekilde yazmıştım. Ama aklımda her zaman eski ve çok övgüler alan orijinal versiyonunu demek vardı. Fakat sorun şuydu. Shiseido markası orijinal formülünün üretimi bitirmişti. Ve bu kadın vücudunu andıran yuvarlak şişeyi bir yerlerde bulmak ne yazık ki çok zordu. Fakat Koray yine yardımıma yetişti. Karşımda parfüm dünyasının en ilginç ve başarılı oyuncularından birisi duruyor. Yani 1992 yılında piyasaya sunulan Shiseido – Feminite du Bois.


Bu parfümün neden bu kadar önemli olduğunu ilerleyen bölümlerde anlatacağım. Ama önce nasıl bir parfümle karşı karşıyayız ona bakalım. Kimi yerde odunsu oryantal olarak sınıflandırılıyor. Bazısı ona meyveli şipre diyor. Ben ise meyveli odunsu olarak değerlendiriyorum.

Feminite du Bois‘in başlangıcı reçinemsi, yumuşak, sıcak baharatlar ve karanlık sayılabilecek meyveler ile gerçekleşiyor. Baharat derken ağırlık tarçın ve zencefilde olabilir. Meyveler ise kuru erik, şeftali ve kayısı diyebilirim. Üst notalardaki önemli öğe ise reçinemsi his. Hepsinin karışımı harika olmuş. Hiç yapaylık veya uyumsuzluk rastlanmayan, doğal, ilginç, şık, modern ve lüks. Başlangıcı çok iyi. Hatta bence parfümün en iyi yeri. Bu kısmı koklaması adeta bir ziyafet.

Orta notalarına doğru reçinemsi aromatik baharatlar biraz geri çekiliyor. Fakat o meyvemsi his hala var. Baharatların yerini aromatik ve yumuşak odunsu notalar alıyor. Muhtemelen sedir ağacı. Ve böylece de çok büyük değişim göstermeden devam ediyor kokusu.


Şimdi Feminite du Bois’i iki kısma ayırabilirim. İlk kısım başlangıcındaki yumuşak baharatlar ile çok iyi kombine edilmiş karanlık meyveler. Bu kısım bazı kullanıcılarda “sisli ve ıssız bir ormanda yürüyormuş” hissi veriyor anlaşılan. İlk başlarda neden böyle söylendiğine anlam verememiştim. Fakat bir süre kullandıktan sonra gerçektende parfümün odunsu kısmının ağır bastığını söyleyebilirim. Çok şık ve modern bir kokusu var. Baharatlar burun büken tarzda değil. Reçinemsi koku gizemli bir hava vermiş. Meyveler ise asla uyduruk yaz parfümlerindeki gibi savruk ve yapay değil. Biraz Serge Lutens’in meyve kullanımına benzettim.

Yukarıda da bahsettiğim gibi bence en etkileyici ve ilginç yanı başlangıcı. Üst notalar nefis. Sonrasındaki bölümde daha basit bir odunsu nota kullanımı tercih edilmiş. Kötü mü? Değil. Ama çok daha iyi olabilirmiş. Biraz sıradan sayılabilecek bir kokuya doğru evriliyor sonlara doğru. Sanırım eleştirebileceğim tek yanı sonlara doğru burnunuza gelen kısmı.


Feminite du Bois önemli bir parfüm. Bu önemi nereden geliyor derseniz kısaca bahsedeyim. İlk olarak iki büyük burun Pierre Bourdon ve Christopher Shaldrake tasarlamışlar. İkinci olarak içeriğindeki odunsu notaların kullanım şekli. Sedir ağacı genellikle erkek parfümlerinde kullanılıyor. Tabiki kadın parfümlerinde de rastlanabilir. Erkek parfümlerinde bolca kullanılan sedir ağacının bir kadın parfümünde böylesine yüksek oranda görülmesi gerçekten ilginç. Evet Feminite du Bois bir kadın parfümü olarak piyasaya sürülmesine rağmen, erkekler de rahatlıkla kullanabilirler bu güçlü odunsu yanı nedeniyle. Üçüncü olarak ise parfümün 1992 yılı gibi 90’ların başında piyasaya sürülmesine rağmen hala günümüzün modern parfümleri ile yarışabilecek seviyede. Yani bu anlamda geriye doğru değil de ileriye doğru bir atılım yapılmış kokusu tasarlanırken. Oysaki o yıllardaki bir çok parfüm gibi 1980’lere gönderme yapabilirmiş. Fakat bu parfüm sanki birkaç yıl önce çıkmış gibi modern ve güncel. Yirmi yıl öncesinden bu kadar ileriyi görüp, böylesine bir parfüme imza atmak herkesin yapabileceği iş değil bence. Son olarak da içeriğinde kullanılan Iso E Super. Her ne kadar doğruluğunu teyit edemesem de içeriğinde yüzde kırk civarında bir Iso E Super kullanıldığını okudum. Ama bu oran farklılık gösterilebilir değişik kaynaklarda.

Feminite du Bois, güzel bir parfüm. Şık, kaliteli, sakin ve olgun. Eğer başarılı bir meyveli-odunsu parfüm arıyorsanız iyi bir seçenek olacaktır. Fakat aklımı başımdan aldı mı diye soracak olursanız evet diyemeyeceğim. Yine de zamansız bir klasik olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.


Diğer bir konu da iki farklı Feminite du Bois karşılaştırması olmalı. Ben şanslı bir dünya vatandaşı olarak parfümün iki versiyonunu da denedim. Hem Serge Lutens’in 2009’daki yeni versiyonunu. Hem de 1992 yılı eski versiyonunu. Hangisi daha başarılı derseniz yanıtım rahatlıkla eski yani Shiseido formülü. İki parfümün de kokuları birbirine çok benziyor. Anlaşılan Serge Lutens eski versiyonuna bağlı kalarak geliştirmiş yeni formülünü. Ama Serge Lutens versiyonunda daha hafif, sanki sulandırılmış gibi bir his vardı. Fakat eski versiyonu gerçek bir parfüm gibi. Yoğun, keskin, dolgun, derin ve gizemli. Serge Lutens versiyonu çok daha basit bir meyveli-odunsu kokuya sahipti. Burada ise baharatlar ve reçinemsi his daha fazla vurgulanmış. Bu durum kokuya derinlik ve ilginçlik katmış. Daha kompleks ve üzerinde çalışılmış gibi bir hali var. Sanırım her zaman ki kural geçerli parfümler dünyasında. “En iyi versiyonu eski olandır”. Yeni formüller hiçbir zaman eskisine yaklaşamıyor. Serge Lutens yapsa bile!

Başka bir konu ise çok ilginç şişesi. Gerek rengi gerekse asimetrik şişesini Serge Lutens tasarlamış. Yani eğer parfüm şişesi koleksiyonu yapmak istiyorsanız sanırım bu parfüm eksik olmamalı.

Feminite du Bois EDP konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına da yansımış. Gayet iyi tenimde. Sanki 25 yaş üstü kişilere daha uyacak gibi. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler de rahatlıkla kullanabilir. Yalnız can sıkıcı bir tarafını da söyleyeyim. Muhtemelen üretimi sonlandırılmış durumda. Yani artık bulmak çok zor. Belki yurtdışındaki internet sitelerinde. Bu sıcak sonbahar günlerinde kullandım. Pek rahatsız etmedi. Ama yine de çok sıcak yaz günlerinde baharatlar marifetiyle biraz keskin kaçabilir. Onun dışında her mevsim kullanılabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Şık, lüks ve kaliteli bir parfüm.
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Sonlara doğru biraz sıradan hale geliyor bence.
- Artık bulması çok zor. Bulunsa bile fiyatı yüksek olacaktır.

Koku Güzelliği:10/7

20 Eylül 2012 Perşembe

Clinique – Aromatics Elixir (1971)



Clinique – Aromatics Elixir (1971)  Markanın klasikler arasında yerini almış kadın parfümü.

Bir parfüm için ne kadar güzel isim Aromatics Elixir. Parfümlerin tabiki kokusu çok çok önemli. Güzel bir isim ve güzel bir şişe genel konseptin tamamlayıcısıdır her zaman. İyi de ne demek Elixir kelimesi kısaca bakalım o zaman.

 

Türkçemize “iksir” olarak geçen Elixir, Arapça “el-iksir” kelimesinin Latinceleşmiş bir şekliymiş ve Grekçe'de tıp ve simya dönüşümü için kullanılan kuru bir toz olan “xerion” kelimesine akrabaymış. İksirler yenileyici ve şifa verici olduğu inanılan içkilerdenmiş. Bu terim ilk önceden simyagerler tarafından (aynı zamanda felsefe taşı olarak bilinen) basit metalleri altına dönüştüren, hastalıkları tedavi eden ve yaşamı uzatan maddeyi tanımlamak için kullanılırmış. Simyagerler her ne kadar bu kelimeyi türetmişlerse de, böyle bir madde konusundaki inanç simyadan önce de varmış ve sürekli olarak mitoloji ve din tarihinde rastlanıyormuş. İksir biz parfüm severler için farklı bir anlam taşıyor bugün. Çünkü Clinique’in Aromatics Elixir parfümüne isim babalığı yapıyor.

 

Evet biliyorum. Benim hatam. Ve özür diliyorum. Daha önce Aromatics Elixir’in farkına varamadığım için. Belki de hakkında yazılanları pek ciddiye almadım. Şöyle bir göz gezdirip geçip gittim. Ama şu anda pişmanım. Çünkü bu parfüm hiç de yabana atılacak ve hafife alınacak bir arkadaş değilmiş. “Parfüm Merakı biraz abartıyor” diye düşünenleri yazının devamı için şöyle alayım o zaman.

Erkek milletinin bir üyesi olmamdan dolayı kadın parfümlerine doğal olarak pek ilgi göstermiyorum. Aslında bir ön yargım yok. Hatta elime gelseler her birini seve seve inceler, yazarım. Ama belki de algıda seçicilik olayı devreye giriyor. Ve kendi cinsiyetime uygun parfümler beni kendisine çekiyor. Sanıyorum bu da normal olan.


Blogumun değerli okuyucularından ve sıkı bir parfüm sever olarak, bana Clinique’in Aromatics Elixir parfümünün (daha başka parfümlerinde) numunesini gönderen Koray, belki de farkında olmadan kafamda bazı ışıkların yanmasını sağladı. Açıkçası (kusura bakma Koray) Clinique’in bu ismini duymadığım parfümünün hele ki 1971 yılında piyasaya sürüldüğünü okuduğumda pek ciddiye almayıp, dolabın bir kenarına koymuştum. Çünkü “koca koca markaların boy gösterdiği parfüm sektöründe kozmetikçi Clinique’de neymiş” diyerek denemeyi hep ertelemiştim. Ve Eylül ayının ortalarına geldiğimiz şu günlerde artık bir çiçeksi ve sonbahara uygun parfüm yazayım diye düşünürken buldum kendimi. Vee Aromatics Elixir ile tanışma şerefine nail oldum.

Meğer ki bu arkadaş parfüm dünyasının en ünlü ve kült sayılabilecek kadın parfümlerinden birisiymiş. Başka bir yerde bu benzetme yapılmış mı bilmiyorum ama şöyle özetleyeyim. Nasıl ki Yves Saint Laurent – Kouros erkek parfümleri içinde çok tuhaf ve yüksek bir yerde duruyorsa (kokusunu sevmesem de hakkını vermeliyim), Aromatics Elixir ona benzer bir yerde anladığım kadarıyla. Bu düşüncemi biraz daha detaylandıracağım birazdan.

Kendi sitelerindeki tanıtımı şöyle: “Şaşırtıcı, sıra dışı ve kışkırtıcı aromasıyla bir parfümden çok daha fazlasını ifade eder. Benzersiz notalarıyla duyulara dokunur. Bunu gül, yasemin, ylang ylang ve vetiver bitkisinin özleriyle yapar. Her kadının içindeki dişiliği ortaya çıkarır.”


Fragrantica’da çiçeksi-şipre olarak sınıflandırılmış. Ve tam isabet derim bu tanıma. Çünkü daha ilk saniyelerinde hem şipre hem de çiçeklerin etkisi görülüyor. Açılış kuru otlar, belki biraz lavanta ve hafiften burnumu yalayıp geçen hayvansal deri ile gerçekleşiyor. Üst notalar burnunuza adeta saldırıyor. Çok keskin, güçlü ve yoğun. Yahu bu kokuyu bir yerden hatırlıyorum derken hemen aklıma geliyor. Nasıl unuturum ki Salvador Dali Pour Homme’u. Kimse bahsetmemiş ama bana oldukça benzer geldi kokuları. Çok eskilerden gelen bir kokusu var. Hatta demode veya nostaljik diyebilirim. Ama çok farklı, sert ve algıları zorluyor. Sizi adeta kendinize getiriyor başlangıcı. Sanırım üst notalarını pek beğenmedim. Çok tuhaf…

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aynı başlangıcı gibi zengin ve karmaşık yapısı devam ediyor. İnsan ne söyleyeceğini şaşırıyor. Neyseki başlangıcındaki o yoğun ve haşin koku biraz sakinleşiyor. Bu arada daha stabil hale geliyor. Yine kuru baharatlar, otlar, eski kokan erkeksi çiçekler, biraz hayvansallık (muhtemelen deri) ve daha neler neler. Yahu ne söyleyeceğimi bilemiyorum bu parfümü anlatırken. Çünkü bir şeyleri mutlaka eksik söyleyeceğim. Buna eminim. Orta notalar da keskin ve yoğun. Karmaşık, zengin ve hala eski kokan çiçekler hakim genele. Hala tuhaf…

Son kısımda artık sakinleşiyor kokusu. Fakat öyle uslu uslu oturup uyuklayan bir kedi gibi değil. Tırnaklarını çıkarmış her an tırmalamak için bekleyen bir kedi adeta. Alt notalarında silhat (paçuli) önemli bir rol üstlenmiş. Yine kuru bir kullanımda. Tütsü de hatırı sayılır derecede hissediliyor. Biraz odunsu notalar, e biraz da misk. Kapanışında hala alttan alta hayvansallık hissediliyor. Ama asla öne çıkmıyor. Kesinlikle her şeyiyle tuhaf…


Hani bazı parfümler vardır. İlk sıkıldığında size şöyle okkalı bir tokat atar. Sonrasında ise ilginç bir hale gelir alt notalara doğru. Genellikle eskilere ait parfümlerde rastlıyorum bu duruma. Sert, acımasız, haşin ve ödünsüz. Mesela Givenchy – Gentleman veya Yves Saint Laurent – Kouros. İşte Aromatics Elixir’de aynen böyle sert bir şekilde açılışını gerçekleştiriyor. Bu durumu aynı ve daha eski dönemdeki parfümlerin genel karakteri olarak düşünebiliriz. Onun için çok şaşıracak bir durum yok. Fakat uzun zamandır böyle eski/güçlü ve saldırgan bir parfüm denemediğim için açıkçası suratıma (daha doğrusu burnuma) küçük bir yumruk yemiş gibi oldum desem yeridir ilk denediğimde.

Böyle üst notaları hiç beklemiyordum. Belki de gayet ilginç ismi ve kadın parfümü olarak sunulması bende daha yumuşak ve çiçeksi bir şipre beklentisi yaratmıştı. Ama kafamdaki klişeleri daha ilk saniyelerde yıktı bu parfüm. Şaşkınım ve mutluyum. Çünkü karşımda gerçektende çok sağlam bir parfüm var. Her anlamda.

Aromatics Elixir anlat anlat bitmez sanırım. Ansiklopedi gibi parfüm. Çok zengin, karmaşık, garip, seksi, vahşi, vurucu, ödün vermez, şok edici, mihenk taşı, gaddar ve acımasız. Yok hayır orta çağdan kalma bir katili anlatmıyorum. Karın deşen Jack’de konumuz değil. İlginç tarafı bu parfümün kadınlar için tasarlanmış olması!


Aromatics Elixir benim pek sevmediğim 1970-1980’lerin eski kokan, kuru, fazla tatlılık barındırmayan, sert şiprelerinden birisi. Yani normalde bu parfümü hiç sevmemem lazım. Ama olmuyor. Tuhaf bir çekiciliği var. Geneline baktığımda neredeyse tam bir erkek parfümü gibi davranıyor. Bu parfümün kadınlar için nasıl tasarlandığını hala anlayabilmiş değilim. Çünkü bize sunulan kadın imajı evlenip çocuk doğuran, sevgi dolu, ailesine bağlı, hanım hanımcık, güzel pasta-börek yapan, uysal, tatlı dilli vb. Ama bu parfüm anladığım kadarıyla bu tür kadınlar için tasarlanmamış. Ya da bana öyle geldi.

Bence bu parfümü biraz “erkek gibi kadınlar”  için. Ya da seksi, fettan ve baştan çıkarmayı seven kadınlara daha uygun gibi. Belki ağına düşürdüğü erkekleri ustalıkla ve arkasında iz bırakmadan öldürüp, daha sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi davranmayı başaran kadınlar sevebilir. Belki de küçük yaşında geçirdiği travmalar sonucunda erkelerden nefret eden ve onlardan intikam almak isteyen kadınlar. Ya da ilişkilerinde baskın karakteri seven lezbiyenler. (Bu parfümü severek kullanan kadınlar lütfen “ne yani ben lezbiyen miyim” demesin. Benzetme yapıyorum sadece) Hatta 30’lu yaşlarının sonlarındaki üst düzey yönetici bir kadının, holdingin çok önemli bir toplantısına bu parfümü bolca sıkarak girdiğini düşünüyorum. Odanın içinde yapacağı etkiyi ve etrafında kelli felli, şeytanlık ve birbirinin kuyusunu kazma konusunda profesyonelleşmiş iyi eğitimli yöneticilerin ne düşüneceklerini hayal ediyorum da.. Aromatics Elixir tuhaf bir şekilde cazibeli kokuyor bence. Bu hissi de içindeki hayvansal aroma veriyor. Buna eminim.

Bir erkek rahatlıkla kullanabilir bu parfümü. Hele ki kendisini eski tip fujer ya da erkeksi şiprelere adamış arkadaşların en seveceği kokulardan birisi olacaktır muhtemelen. Çünkü kokusunu biraz Yves Saint Laurent – Kouros’a benzettim. Hatta Kouros’un kadın versiyonu gibi desem biraz abartmış olurum belki ama daha iyi anlaşılır sanırım. Özetle efsaneleşmiş kadın parfümlerinden birisi diyebiliriz rahatlıkla. Aromatics Elixir’i kimisi kedi idrarına kimisi de çok kompleks bir şahesere benzetebilir. Böyle uçlarda dolaşan bir hali var.


Kimi yorumcular kokusunu antibiyotiklere kimisi hastanelere benzetmiş. Çok öyle olmasa da andırmıyor değil hani. Fakat bence bu arkadaş tam bir otsu-deri-çiçeksi kombinasyonuna sahip. Evet eskilerden kalma kokuyor. Ama şunu da unutmamalıyız ki bu parfüm tam 41 yaşında! Nice yıllara…

Aromatics Elixir benim için yeni keşfedilmiş ve uzun zamandır kilitli kalmış gizli bir hazine adeta. Daha önce neden bu parfüm hiç dikkatimi çekmemiş hayret. Evet çok farklı bir kokusu var ama önemli bir uyarı yapmam gerek. Parfümün kokusu gerçekten sevmesi zor bir yapıda. Yani deneyen bir çok kişi büyük ihtimalle burun büküp oradan uzaklaşacak. Ya da değerini anlayamayacak. Siz bu parfümü mağazada bir kere deneyerek karar vermeyin. En az 3-4 defa kullanın. Eğer hala sevmediyseniz zorlamayın. Ama sizi bir içine alırsa da oldukça şaşırtacaktır. Tam da bu noktada şu soruyu sorabilirim. Bu arkadaş “Ya sev ya nefret et” tarzının bir temsilcisi mi? Bu soruya yanıtım “Kesinlikle evet” olacak. Aromatics Elixir’i ya seversiniz ya da onun şimdiye kadar denediğiniz en kötü kokan parfümlerden birisi olduğunu düşünürsünüz. Karar sizin.

Ünlü parfüm yazarı Chandler Burr bu parfüme beş üzerinden beş yıldız vererek oldukça beğenmiş ve bakın özetle şu ilginç anısını anlatmış:

“Normal denememde hiç beğenmedim Aromatics Elixir’i. Bir gün parkta yürürken 50 yaşlarındaki bir kadından harika bir parfüm kokusu geldi burnuma. Hemen yanına gidip hangi parfümünü kullandığını sordum. “Aromatics Elixir” dedi. “Onu ne zaman sıktınız peki” diye sordum. Kadın “bir saatten biraz fazla” dedi. Ve o gün parfüme hayran kaldım. O harikaydı. (Chandler Burr)


Bir başka yazar Luca Turin’de parfüme beş üzerinden beş yıldız vermiş. Odunsu çiçeksi olarak sınıflandırmış. Ve onu bir başka kitabı olan “100 klasik parfüm”ün listesine almış. Ayrıca şunları söylemiş:

Modern birkaç kokunun ardından, kağıt üzerinde ya da havada uçuşan molekülleriyle Aromatics Elixir’i koklamak, Cheers’in on iki bölümünden sonra Lauren Bacall’ın ‘The Big Sleep’teki performansını izlemeye benzer. Bu parfüm etrafını öylesine bir güç ve özgüvenle dolduruyor ki yaratıcısı Bernard Chant’ın da diğer herkesle aynı malzemeleri kullandığına inanmak çok zor. Sağlık ve şifa fışkıran bir ışıltıyla muhteşem bir günbatımını birleştiren bu parfüm, bana göre bir başyapıt. (Luca Turin)

Anlaşılan iki ünlü üstat gayet beğenmişler Aromatics Elixir’i.

Bir başka konu ise parfümün gücü. Bana sürekli fark edilirliği yüksek parfüm soran arkadaşlar aklıma geliyor da şimdi. Hafifçe gülümsemeden edemiyorum. İşte size öyle güçlü bir parfüm ki, koluma sadece birkaç damla sürmeme rağmen bir süre boyunca boğazımda yanma hissettim. Sonlara doğru normale dönse de başlangıcı çok yoğun ve keskin. Onun için kullanırken mutlaka az sıkın. Yoksa baygınlık geçirip gözünüzü bir hastanede açabilirsiniz.


Parfümü Aramis (Classic), Aramis – 900, Aramis – Devin, Estee Lauder – Estee, Gres – Cabochard gibi önemli eserlere imza atmış Bernard Chant tasarlamış. Zaten bir çok yorumcu kokusunu Aramis – 900’e benzetmiş. Bu arada parfümümüz bir ya da iki defa reformülasyon geçirmiş. Benim denediğim hangi formülü tabi ki bilemiyorum. Her zamanki gibi en değerli olanı ilk ve orijinal formülü. Her ne kadar çok zor bulunacak olsa da.

Genel itibariyle sonbahar-kış mevsimine daha uygun gibi duruyor. Serin ve hüzünlü bir sonbahar gününde harika olacaktır. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Ofis kullanımı için biraz fazla haşin olacaktır diye düşünüyorum. Günlük kullanımda geçtiği yerde iz bırakmak isteyenlerin tercih etmesi gerekir. Yaş olarak 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilerin kullanması daha uygun olacaktır. Yani genç arkadaşlara göre değil. Denemeden almak ciddi bir risk bence.

 Artıları:
+ Etkileyici ve çarpıcı orta notaları var. Harika da alt notaları.
+ Çok zengin bir harmana sahip. Zihniniz ile alay ediyor sanki.
+ Kalıcılığı ve fark edilirliği bende çok iyi oldu.
+ Bir çok internet sitesinde hala bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcını kendime yakın bulmadım.
- Biraz fazla eski ve tozlu kokuyor. Bu anlamda herkese hitap etmiyor.

Koku Güzelliği:10/8

16 Eylül 2012 Pazar

Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Matin (2010)



Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Matin (2010)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Sevgili ve değerli parfüm severler. Bu aralar kendimi bir filmdeki karakter gibi hissediyorum. Quentin Tarantino’nun kült filmi “Kill Bill”deki arkadaş gibi değil. Elime silah ya da samuray kılıcı alıp, etrafta bolca insan öldürmek gibi planlarım yok şimdilik :) Ya da” The Godfather”’daki mafya babası gibi de hissetmiyorum. Kumar mafyalığına da soyunmuyorum şimdilik. Belki ileride :))

İsmi aklıma gelmeyen bir film. Konusunu söylediğimde hemen hatırlayacaksınız. Hani bir adam vardır. Her sabah uyandığında aynı günü ve aynı şeyleri yaşadığının farkına varır. Her gün aynı şeyler, aynı insanlar ve aynı olaylar. Yaşadığı her gün diğerinin tekrarıdır birebir. İşte o karakterdeki adama benzetiyorum bazen kendimi.

Buraya nereden geldim dersem sebebi bugün yazacağım parfüm. Maison Francis Kurkdjian, yeni bir niche marka olmasına rağmen ismini güçlü bir şekilde duyurmayı başardı. Lumeir Noir gibi bir hit yaratmayı da başardı. Ama MFK markasının parfümleri ile ilgili kafamda soru işaretleri oluşmaya başlayacak böyle giderse. Bu konuyu aşağıdaki bölümde anlatacağım için önce parfümümüze bakalım. Kimdir, nedir?


Absolue Pour Le Matin’i ben dörtlü bir parfüm grubunun üyesi olarak görüyorum. Ya da şöyle anlatayım. Kurkdjian, Pour Le Matin ve Pour Le Soir ismini verdiği ikişer parfüm piyasaya sürdü. Bugün yazacağım ise Absolue Pour Le Matin. Kendi sitelerindeki her zamanki janjanlı cümleler kullanılarak yazılmış kısa bir tanıtımdan başka bir şeye rastlamadım. Tarz olarak aromatik-turunçgil olarak sınıflandırılmış. Bence aromatik turunçgile çiçekleri de mutlaka eklemeliyiz.

İlk sıktığımda üzerime keskin, dolgun turunçgiller ve tatlı pudra kokusu hücum ediyor. Fakat pudra daha ağırlıklı. Biraz kadın deodorantlarına benzetiyorum böyle çiçeksi-pudra kullanımını. Son zamanlarda bu tür kokulara niche parfümlerde ne kadar çok rastladığımı anlıyorum. Başlangıcını pek sevdiğimi söyleyemem. Oldukça kadınsı ve iç bayıcı. Neyseki orta notalarında bu tatlı pudralı kısım geri çekiliyor. Bu andan itibaren çiçeksilik öne çıkıyor. Sanki portakal çiçeği. Evet bence orta notalarda hakimiyet portakal çiçeği ve diğer çiçeklerde. Açıklanan notalarında lavanta, süsen (iris), menekşe ve kekik var. Menekşe ve lavantadan ziyade sanki süsen biraz daha ağırlıkta. Yani portakal çiçeğine destek veriyor. Orta kısmını başlangıcından daha başarılı buldum. Alttan alta pudralı his hala var. Bu bölüm için çiçeksi-pudralı diyebilirim. Tatlılık bariz şekilde azalıyor. Son kısımda çok büyük değişiklikler yaşanmıyor. Yine pudramsı çiçekler hissediliyor. Onlara ise amber katkı sağlıyor. Alt notaları da fena değil. Yani özetle: Tatlı-pudralı turunçgiller, çiçekler ve amber diyebilirim kabaca.


Türkçemizde bir deyim vardır “Ben bu filmi daha önce görmüştüm” diye. İşte Absolue Pour Le Matin bu sözü aklıma getirdi. Çünkü daha önce de bu tür çiçeksi-akuatik-turunçgil parfümlerini bolca denedim. Daha doğrusu onlar karşıma çıktı. Bazı yorumcuların dediği gibi bu parfüm “bebek pudralarına, el kremlerine, kolonyalı mendillere veya pahalı sabunlara” benziyor. Hele ki başlangıcı. Sanki bebek pudrası ile yağlı kokan el kremi karıştırılıp kokuya dönüştürülmüş. Sonrasında biraz daha parfüm havasına giriyor. Fakat akuatik bir his yok Absolue Pour Le Matin’de. Ve ne yazık ki içeriğindeki pudra kullanımı zaman zaman sabunsu bir hale dönüştürüyor kokusunu.

Şimdi dikkatimi çeken son yıllarda bu tür pudralı-çiçeksi-turunçgilli kokularda artış var. Niche markaların yönelimi bu yönde anladığım kadarıyla. Gerek By Kilian, gerekse Ineke böyle parfümlere imza atıyorlar. Fakat Francis Kurkdjian özellikle mi bu tarz parfümlere yöneliyor anlamış değilim. Ve de artık neredeyse Kurkdjian’ın bir çok parfümünü birbirine benzetiyorum. İşte bunun için yukarıda bahsettiğim filmin kahramanı gibi hissediyorum kendimi. Aynı kokan parfümleri dener gibi. Kurkdjian üstadımız böyle pudralı-çiçeksi-turunçgilli-akuatik kokan yeni nesil parfümlere kafayı takmış durumda anlaşılan. Çünkü denediğim beş parfümünden dördü bu tarza yakın. Ve neredeyse hepsi birbirine benziyor.

Kompozisyon basit aslında. Başlangıçta bas pudrayı. İnsanları şaşırt. Kadınların gönlünü al. Sonrasında portakal çiçeği ile uniseks kullanıma yakınlık sağla. Fakat her ne kadar iki cinsiyete uygun olduğu söylense de bence kadın kullanımına daha yakın. Hele ki erkeksi parfüm arayanların pek yaklaşmamaları gereken bir kokusu var.


Absolue Pour Le Matin yüksek kaliteli bir parfüm. Başlangıcını saymazsak fena bir parfüm değil. Ama beni heyecanlandırdı mı? Tabiki hayır. Çünkü böyle bir iddiası yok. Daha çok konforlu ve romantik bir tarzı var. Romantizm karşıtı birisi değilim. Ama bu tür parfümlerden çok sıkılıyorum bir süre sonra. Zaten başından sonuna kadar çok radikal değişiklikler göstermiyor. Aynı çizgide ilerliyor kokusu. Size sürpriz yapmıyor, şaşırtmıyor.

Evet kaliteli, konforlu ve lüks bir parfüm Absolue Pour Le Matin. Ama 70 ml.lik şişesine 180 dolar verilecek kadar başarılı mı derseniz emin değilim. Eğer bu tür parfümleri seviyorsanız deneyebilirsiniz. Ama bir şişesini almak çok iyi bir fikir değil benim için. Ben henüz denemedim ama kokusunu Prada – Infusion d’Homme’a benzetenler çoğunlukta. Ayrıca Pour Le Matin ikilisinin diğer parfümü Cologne Pour Le Matin’e de hatırı sayılır derecede benziyor. Cologne’nin daha konsantrasyonu arttırılmış versiyonu sanki.

Absolue Pour Le Matin, Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Başlangıcı biraz keskin. Sonrasında da fark edilirliği fena değil. Kalıcılığı ise kıyafet üzerinde gayet iyi. Tende ortalama. Parfümün tasarımını markanın kurucusu ve sahibi Francis Kurkdjian yapmış. Her yaştan kişinin kullanacağı gibi diyebilirim. İlkbahar-yaz mevsiminde kullanmak için daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Orta notalarından itibaren kokusu fena değil.
+ Yüksek kaliteli ve lüks bir parfüm olduğunu hissettiriyor.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kadın deodorantı efektini sevmedim.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olacağını düşünüyorum. En azından benim için.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6.5

13 Eylül 2012 Perşembe

Yves Saint Laurent – Jazz (1988)



Yves Saint Laurent – Jazz (1988)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

1989 yılının, eylül ayının ikinci haftası yaşanıyordu. Güneşli, pırıl pırıl bir gündü. Amma da yorgun kalkmıştı bu sabah. Oysaki gece erken yatmıştı. Önce anlayamadı bu yorgunluğun sebebini. 40’lı yaşlarının ortalarına gelmek üzereydi. “Artık 20 yaşında değilim” diye düşünerek kendisini kandırmaya çalıştı. Sonrasında biraz daha uykunun mahmurluğundan kurtuldukça aklına geliyordu dün gece. Yine içkiyi fazla kaçırmıştı.

Fransa meclisinin kendi halinde, etliye sütlüye fazla karışmayan bir milletvekili, Paris belediye başkan yardımcısı ve Amerikalı bir yatırım şirketinin yöneticileri ile akşam yemeğindeydi. Kendisini ise Fransa yabancı yatırımcılar dairesinin başkanı olması sebebiyle davet etmişlerdi. Aslında pek gitmek istememiş hatta bir bahane bulup kaytarmaya karar vermişti. Ama konunun önemli olduğunu ısrarla vurgulamıştı bağlı bulunduğu bakanlık. Üst kademe bir bürokrat olarak yemeğe katılmaktan başka şansı kalmamıştı.

Yataktan kalkmadan saatine uzandı. ”11 olmuş haa” diyerek ne kadar çok uyuduğuna hayret etti. Neyseki bugün cumartesiydi. İşe gitmeyecekti. Yavaş yavaş yataktan kalkarak odasının kapısını açıp, ev ve temizlik işlerinde yardımcı olarak çalışan Anette’e seslendi. Oturduğu iki katlı lüks sayılabilecek ev, bir çok devlet memuru için hayal gibiydi adeta.

“Hay aksi nerede bu kadın. Saat onda gelmesi gerekirdi” diye düşünürken alt katta zayıf ve uzaktan bir ses “buradayım” diyerek cevap verdi. “Kahvaltınız hazır. Gelebilirsiniz.”

Adam acele etmeden traşını oldu. On dakika sonra aşağıya indi ve pek de mutlu olmayan bir yüz ifadesi ile masaya oturdu. Anette bir buçuk yıldır yanında çalıştığı bu yüksek kademedeki ve yüksek maaşlı bürokratın artık yüz ifadesinden nasıl olduğunu anlayacak hale gelmişti. Anlaşılan pek keyfi yoktu bu sabah.


Anette bu sabah küçük bir sürpriz yaparak hemen arka sokaktaki çiçekçiden bir buket yaptırmıştı. Masada güzel kristal bir vazoda duran çiçekler yeni kesilmiş olmalıydılar. Mis gibi kokuyorlardı. Adam gazeteleri karıştırmaya başlayacakken dikkatini içeriye yayılan kokulara verdi. Ne kadar tanıdık diye düşündü. Vazoda lavanta baskın karakteri ile kendisini hissettiriyordu. Arada sanki biraz fesleğen ya da artemisia. Fakat karar veremedi. Kokularla arası zaten hiçbir zaman iyi olmamıştı. Jazz’ın başlangıcı da erkesi ve eski denilebilecek bergamot, lavanta ve baharatlarla gerçekleşiyor. Baharat derken öyle günümüzdeki gibi bol tatlı, şekerli baharatlar gibi değil. Derinlerden de hayvansal bir koku geliyor adeta. Civet olabilir. Erkeksi, olgun, kolonyamsı, biraz eski ve neredeyse tozlu. Tam 1980 ve 1990’larda piyasaya sürülen fujerlara benziyor. Jazz’ın ilk kısmını gayet başarılı buldum. Ki bu tür eski kokan parfümlere her zaman tereddütle yaklaşan birisi olarak. Çok doğal, kaliteli, ilginç ve erkeksi. Baharat kullanımı ise çok iyi. Fazla laubali değil. Biraz resmi. Hatta “benimle fazla muhatap olmanızı istemiyorum” diyen bir aristokrat gibi.

Kahvaltısını yaptıktan sonra geniş oturma odasına geçip bugün ne yapacağını yazdığı not defterine bir göz attı. Artık her şeyi yazıyordu. Yoksa hemen unutuyordu. Notları arasında en hoşuna giden ise on beş günde bir şehir kulübünde düzenledikleri briç turnuvalarıydı. Bugün de vardı işte. Aynı kendisi gibi Paris’in üst düzey bürokratları ile saatlerce briç oynayıp, siyasetçilerin dedikodularını yapacaklardı. Daha ne istesin ki.


Dışarı çıkmak için acelesi yoktu. Acaba hangi kıyafeti giyeyim diye düşünürken, oldukça vakit geçirmişti. Yine karar veremiyordu. İmdada bir kadın gözüyle Anette yetişecekti. Dışarı çıkacakken artık son bir iş kalmıştı. Parfümü. Etrafındaki herkes o yılların modası olan Aramis Classic ya da Chanel Pour Monsieur kullanıyordu. O ise farklı olmayı seviyordu. Parfümünü bolca sıkıp dışarı çıktı.

Araba kullanmayı pek sevmezdi. Zaten gideceği şehir kulübü evine çok yakındı. Paris’in kalbur üstü semtlerinden birindeki kulübün girişinde kapı görevlisi yaşlı Albert yine iş başındaydı. Albert’in kısaca hatırını sorup içeriye girdiğinde karşısına sinir olduğu insanlardan olan İçişleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı çıkmıştı. Sahte ve abartılı bir selamlaşma ile ana hole geçti.

Büyük salona açılan holde duraksamadan hızlı adımlarla içeriye girdi. Ne de olsa iyi bir masa bulmak gerekiyordu briç için. Bazen çok güçlü rakiplerle karşılaşıyor, ilk turda eleniyordu. Tabiki sonrasında diğer arkadaşlarının inceden dalga geçmeleriyle devam eden bir gün yaşıyordu. Neyseki iki tane acemi olduğunu düşündüğü rakibinin masasına oturdu. Yanında ise daha önce hiç görmediği genç sayılabilecek birisi vardı. “Sanırım yeni atanmış bir bürokrat” diye düşündü. Bu masadan birinci çıkacağı garanti gibiydi.


İlk el dağıtılmıştı. Bugün ikinci kez aklı yine kokulara gitmişti. Çünkü yanındaki adamın parfümü ister istemez onun burnuna kadar geliyordu. Baharat mı dese, çiçekler mi dese karar veremedi. Jazz’ın orta kısmından sonlarına kadar kokusu çok büyük değişim göstermeden devam ediyor. Ana hatlarıyla, aromatik, yeşil erkeksi çiçekler (fesleğen, eğrelti otu, sardunya, azcık gül), reçinemsi tuhaf bir deri ve gücü zayıflamış baharatlar. Odunsu notalar, misk, amber ve sandal ağacını da unutmayalım. Deri biraz daha ön planda diyebilirim.

Jazz bana Ralph Lauren’in ünlü klasiklerinden Safari’yi hatırlattı. Biraz da Guy Laroche – Drakkar Noir. Özellikle orta notalardan itibaren ortaya çıkan o reçinemsi aromatik tuhaf deri kısmı ile. Jazz’ın benzeri arkadaşları olarak Van Cleef & Arpels – Tsar, Lacoste Original, Zino Davidoff, Azzaro Pour Homme, Paco Rabanne Pour Homme, Cartier – Pasha sayılabilir.


Jazz tam bir eski kokan, tozlu, maço, erkeksi, zengin harmana sahip aromatik fujer diyebilirim. Birazda iyi ayarlanmış tatlılık mevcut. Bu tatlılık günümüz parfümlerindeki bol şekerli gibi değil. Muhtemelen tatlılık tonka fasulyesi ile sağlanmış. Günümüzün parfüm trendlerine çok uzak. Benim bu tür parfümlere olan yaklaşımım belli. Onun için övgüler yağdırmayacağım tabiki. Fakat bu tür parfümleri sevenler için güzel bir seçenek olacaktır. Yine de şuna eminim ki 1980’li yılları yaşadık ve gitti. Bir daha yaşamak istediğimi sanmıyorum!

El sona erdiğinde tanımadığı genç adam tarafından elenmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Oysa karşısındaki Fransa’nın önemli briç oyuncularından birisiydi aynı zamanda. Hem içinden kızarak hem de somurtarak bara geçti ve bir içki söyledi. Fırsatı kaçırmak istemeyen bir arkadaşı ise inceden gülümseyerek dalgasını geçiyordu ilk turda elenen arkadaşı için. Zaten bugün pek havasında değildi. İkinci içkisini içtikten sonra ise Paris’in tanınmış caz kulüplerinden birisine gitmek üzere kapıdan çıktı. Hava eylül ayının serinliğindeydi. Adımlarını sıklaştırdı ve ikinci sokağın köşesini dönüp gözden kayboldu.


Jazz aynı Safari ya da Zino Davidoff gibi bir klasik. Bu konuda şüphe yok. Döneminin başarılı ve önemli parfümlerinden birisiydi. Fakat artık ne kadar geçerlidir kokusu şüpheliyim. Almadan önce mutlaka denenmesi gerekiyor. Uyarmadı demeyin.

Bu parfüm bence sadece belli bir yaşın ve statünün üzerindeki erkeklerin girebildiği kulüplere mensup kişilerin kullanabileceği gibi. Mesela bir golf ya da atçılık kulübüne üye erkeler olabilir. Ya da entelektüel bir bilgi paylaşım kuruluşunun yöneticileri. Yani günlük kullanımda sıkıp da etrafta dolaşayım derseniz pek uygun olacağını sanmıyorum. Daha özel bir kullanım alanı olmalı.

Jazz, markanın Pour Homme ve Kouros gibi eski dönem klasiklerinden birisi. Yani özellikle son yıllarda öne çıkardıkları M7, L’Homme, La Nuit de L’Homme, Body Kouros gibi modern kokuya sahip parfümlerinden değil Jazz. Bu anlamda eski kanadı temsil ediyor diyebilirim.


Parfümün tasarımını, pek ismi duyulmamış ve başarılı işlere imza atamamış Jean-Francois Latty yapmış. Bu sıcak günlerde bile bende bir sıkıntı yaratmadı. Oysaki bolca baharatlar mevcut içinde. Buradan yola çıkarak dört mevsim kullanılabilecek bir kokusu olduğunu düşünüyorum. Ama yine de aşırı kullanımda çok sıcak yaz günlerine uymayabilir. Benim gibi az sıkarak bu küçük problemi aşabilirsiniz.

Luca Turin kitabında Jazz’a beş üzerinden dört yıldız vermiş. “Ferah Fujer” olarak sınıflandırmış. Anlaşılan epey beğenmiş. Luca Turin ile yine bir parfümde anlaşamıyoruz demek ki.


Jazz kesinlikle genç arkadaşlara göre değil. Yaşı otuz beş hatta kırkın üzerindeki erkeklerin kolonyası olabilir. Biraz olgunluk, görmüş geçirmişlik istiyor. Yine bir ayrıntı vereyim. Jazz artık bir çok parfümün başına geldiği gibi geçtiğimiz yıllarda reformülasyona uğramış. Benim denediğim muhtemelen yeni formülasyonu. Ve her zamanki gibi eski formülü daha çok beğeniliyor. Sanırım siyah-beyaz plastik şişedeki versiyonu eski formülü. Eğer bulabilirseniz onu almanız daha mantıklı gibi görünüyor. Şeffaf şişeler yeni formül olmalı.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Parfüm dünyasının klasiklerinden. Ayrıca yurtdışındaki sitelerde çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.
+ Artık pek kalmayan orta yaşlı erkeklere uygun parfümlerden birisi.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ilgi çekici bir yanı yok.
- Eski ve modası geçmiş gibi duran kokusu.
- Riskli sayılabilecek bir arkadaş. Birisine hediye vermek için güvenli bir seçenek değil.

Koku Güzelliği:10/5.5

10 Eylül 2012 Pazartesi

Tom Ford – Azure Lime (2010)



Tom Ford – Azure Lime (2010)  Markanın “Private Blend” serisine mensup uniseks kullanıma uygun parfümü.

Hey gidi kocaaa yaz mevsimi. Yavaş yavaş yerini sonbahara bırakacak anlaşılan. Oysa ne güzel kemiklerimiz daha yeni ısınmıştı. Sıcacık havaların o değişmez şort-terlik ikilisi, en özleyeceğim şeyler olacak sanırım. Hiç kış mevsimi yaşanmayan, sürekli yaz mevsiminin yaşandığı bir yerde hayatımı sürdürsem keşke. Sanırım ben yaz mevsimi insanıyım.

Eylülün ikinci haftasına girdiğimiz şu günlerde neyseki havalar hala sıcak. Onun için de elimde kalan az sayıdaki yaz mevsimine uygun parfümleri yazıyorum ki, sonbahara hazırlık yapalım değil mi? Kadınlar nasıl sonbahar temizliği yaparlar yaz biterken. Bende öyle bir şey yapıyorum diyebilirim.

Zaten yaz mevsimine uygun parfümlerin yapısı genel olarak belli. Çok fazla seçenek olmuyor. Turunçgiller her zaman başrolde. Mesela portakal, greyfurt, bergamot, limon yada yabancıların lime dedikleri misket limonu/yeşil limon.


Misket limonu ise gerek ülkemizde gerekse Avrupa kıtasında çok kullanılmıyor bildiğim kadarıyla. Bu coğrafyada limon daha sık karşımıza çıkıyor. Bunun sebebi ise misket limonunun ağırlıklı olarak Güney Amerika kıtasında yetişmesi olabilir. Belki de oralarda da bizim limonu çok bilmiyorlar veya kullanmıyorlar. Sonuçta her coğrafyanın kendi gerçekleri var. Nasıl ki Güney Doğu Asya’da yetişen tropikal meyveleri pek bilmiyorsak ve onların yerine bu ülkede yetişen meyveleri yiyorsak aynı durum onlar için de geçerli olacaktır.

Konuyu dağıtmadan gideyim. Misket limonu ülkemizde çok sık kullanılan bir meyve değil. İçki kokteyllerinin kenarlarını süslediğini görüyorum daha çok. Dış kabuğu yeşil renkli bir meyve. Olmamış mandalinaya benziyor. Zaten hepsi aynı aileden geliyor. Kokusu limona pek benzemiyor. Daha buruk ve sanki limon kabuğu gibi kokuyor. Limondaki o yoğun ekşimsi-asidimsi koku pek yok. Her ne kadar isminde limon geçse de bence misket limonu kokusu bergamota daha yakın duruyor.

Parfüm sektöründe çok sık kullanılmıyor anladığım kadarıyla misket limonu. Fakat onun fazla kullanılmaması, kokusunun güzel olmadığı anlamını doğurmamalı. Belki de parfüm üreticileri henüz misket limonunu tam olarak keşfedememiş olabilir. Oysaki artık hep aynı kokular üzerinde bir kısır döngü yaşayan yaz mevsimine uygun parfümler için farklı çıkış yolları bulunabilir. Misket limonu, normal limon, hindistan cevizi, kırmızı meyveler yaz parfümlerinde keşke daha çok kullanılsa. Bakalım bu dileklerimiz ilerleyen yıllarda gerçekleşecek mi?


Tom Ford abimizin artık parfüm sayısını takip etmekte zorlandığımız “Private Blend” serisi ise misket limonuna el atmış anlaşılan. Azure Lime, Tom Ford’un Black Orchid ya da Tom Ford For Men gibi normal mağaza parfümlerinden değil. Daha önce de değindiğim gibi Private Blend, markanın sadece kendi butiklerinde, çok lüks büyük mağazalarda ve özel internet sitelerinde satılan parfümlerinin genel ismi. Şişelerinin hepsi antik Roma sütunu gibi tasarlanmış. Çoğunluğu da simsiyah renkteler. Oysaki eski uygarlıkların mimari öğelerinde hiç siyah renkli sütuna rastlamadım. Her neyse.

Tom Ford’un çok yüksek fiyatlara satılan özel serisini niche parfümlere rakip olarak da görebiliriz. Zaten gerek fiyatları gerekse satış şekli bize bir niche parfüm serisi olduğunu düşündürüyor. Bildiğim kadarıyla hepsi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Azure Lime’da bu geleneği bozmuyor. Fragrantica’da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Aslında doğru bir tanım. Bu üç öğede bulunuyor içeriğinde.


Azure Lime’ın açılışı ferah, doğal, canlı ve insanı mutlu eden bir limon-turunçgil ikilisi ile gerçekleşiyor. Limon derken misket limonu da diyebilirim. Üst notaları gayet güzel. İşte keyfim yerine geliyor. İyi bir parfüm olacak diye düşünürken yine orta notalar beni şaşırtıyor. O pozitif ve güzel limon-turunçgil oldukça geri çekiliyor Yerine erkeksi sayılabilecek menekşe-fesleğen geliyor. Evet orta notalar için rahatlıkla yeşil kokan çiçeksilik hakim diyebilirim. Fakat öyle kadınsı ve baygın çiçekler değil. Menekşenin etkisiyle erkesi sayılabilecek buruk çiçekler. Bu kısmı pek kendime yakın bulamadım. Son bölümde ise yine büyük bir değişim geçiriyor. Erkeksi çiçekler ortadan kayboluyor. Bu sefer karşıma yumuşak, hafif tatlı, kremsi baharatlar, misk ve odunsu notalar çıkıyor. Baharatlar ve misk ön planda. Baharat derken keskin ve rahatsız edici değil. Çok yumuşak, tatlımsı hatta ferah bile diyebilirim. Sanki kremsi turunçgiller ile özellikle harmanlanmış. Bana tuhaf bir şekilde Calvin Klein – Obsession For Men’i hatırlattı alt notaları. Bu bölümü çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Parfümün en güzel kısmı bile diyeceğim.

Azure Lime gerek ismi gerekse konsepti ile yaz mevsimine uygun, ferah, kullanımı kolay, herkesin sevebileceği tarzda, doğal kokan bir niche parfüm olmak gibi bir yol izlemiş gördüğüm kadarıyla. Bence sınırlı da olsa başarmış. Neden sınırlı. Çünkü çok ilginç ya da yaratıcı bir tarafı yok. Parfüm sektörüne yeni bir şey katmıyor. Eskilerin modern, kaliteli ve rafine bir tekrarı adeta. Bu sözlerim hem eleştiri gibi hem de övgü gibi anlaşılmalı. Yani bir taraftan orta kısmını saymazsak çok güzel bir ferah yaz parfümü. Diğer taraftan ise sizi heyecanlandıran, “işte budur” diyerek en sevdiğiniz parfümlerden birisi olacak gibi de değil. Ahh o orta notalardaki yeşil kokan çiçekler. O bölümün yerine başka bir koku konulsaydı muhtemelen favori yaz parfümlerimden birisi olacaktı.


2010 yılında piyasaya çıktığını düşünürsek kokusu gayet modern. Genç arkadaşlara da uyacaktır. Orta yaşlılara da. Bu anlamda başarılı. Uniseks olarak piyasaya sunulsada bana erkek kullanımına daha yakın geldi. Özellikle alt notaları. Bazı kullanıcılar kokusunu Giorgio Armani – Acqua di Gio’ya benzetmişler. Başlangıcı ve orta kısımdaki ferah ekşilik insanlarda bu hissi yaratmış olabilir. Ama çok büyük benzerlikler yok aralarında.

Şimdi parfümün eleştiri konusu olan iki yönüne bakalım. Birincisi çok yüksek fiyat etiketini hak ediyor mu sorusu. Evet Private Blend serisinin fiyatları absürd denebilecek seviyede. 50 ml.’lik şişeleri yurtdışında 200 dolar civarında, ülkemizde ise sanırım 450-550 TL seviyelerinde. 50 ml.’lik parfüm için anormal sayılabilecek bir durum. Bunu Eau de Parfum olması ile dahi açıklayamaz Tom Ford. Fakat her malın bir alıcısının bulunduğunu da unutmayalım. Kimi gelir seviyesindeki bir insan için 550 TL çerez parası olabilir. Yani olaya bu açıdan bakarsak fiyatını hak ediyor mu? Kendi kıstasları içinde evet.


İkinci eleştiri konusu ise kalıcılığının az olması. Bir çok kişi madem bu kadar para veriyoruz bari kalıcılığı yüksek olsun diye düşünebilir. Fakat hiçbir marka size bunu garanti etmiyor ki. Bir markanın bazı parfümleri çok kalıcı olabiliyorken, kimileri de zayıf kalabiliyor tende. Bunu da çok yadırgamamak gerek. Benim test sürecinde Azure Lime’ın kalıcılığı çok yüksek olmadı. Ama söylendiği gibi iki saat kadar da değil. Başlangıcı biraz keskin. Sonlarında ise epey zayıflıyor kokusu. Yani o güzelim alt notalarını çok fazla hissedemiyorsunuz. Bu da en yadırgadığım yanı oldu.

Azure Lime sonuçta doğal kokan, yapaylık barındırmayan, belli bir kalitenin üzerindeki harmanı, sonlarındaki güzel sürprizi ile başarılı bir kokuya sahip. Kötü bir kokusu olduğunu söylemek en hafif tabirle ayıp olur. Fakat orta notalarındaki çiçekleri bir türlü sevemedim. Bu parfümün notunu kırmamın sebebi de ne yazık ki orta kısmı. Yazın günlük kullanımda, şort-parmak arası terlik ikilisi ile, plajda, tatil kasabalarında veya ofiste kullanmak için çok uygun.

Artıları:
+ Başlangıcı başarılı.
+ Son kısmı nefis.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmındaki menekşe-fesleğen benzeri çiçekleri sevemedim.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

7 Eylül 2012 Cuma

Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)



Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Türkiye, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Fas, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan…

Akdeniz’e kıyısı olan ve şu anda aklıma gelen ülkelerden bahsediyorum. Bu birbirinden farklı ülkeler dünyanın en ilgi çeken coğrafyalarından birisinde bulunuyor diyebiliriz. Nasıl olmasın ki.

Mısır’ın kutsal kitaplarda bile bahsedilen binlerce yıllık müthiş tarihi ve hala gizemi tam olarak çözülememiş geçmişi kimin ilgisini çekmez? Libya’nın simgesi haline gelmiş uçsuz bucaksız çölleri ve oralarda yüzyıllardır yaşayan bedeviler hangimizin aklını başından almaz ki? Fas’ın egzotik, dar sokaklarında saatlerce dolaşıp kaybolmayı istemeyenimiz olabilir mi? Ya da İspanya’nın hem Avrupa hem de Endülüs döneminden beslenip harmanlanmış kültürünü ve mimarisini görmezden gelebilir miyiz? Peki Fransa’nın dünya jet sosyetesinin gözdesi olan Mallorca ve Monaco gibi sayfiye yerlerinin başka örneği var mı? Komşumuz Yunanistan’ın şehir devletlerine kadar uzanan tarihi ve bugün bile fikirlerinden faydalanılan antik dönemde yaşamış filozoflarını nereye koyabiliriz?

İnsanlık tarihinin en önemli ve kalbi sayılabilecek coğrafyası olan Orta Doğu bölgesinin hem çok yakınında aynı zamanda da uzağındaki Akdeniz’in parfümlere ilham kaynağı olmaması tabiki düşünülemez.

Hermes’in “Jardin” (bahçe) serisinin ilk parfümü olan Un Jardin en Mediterranee tam da iki Akdeniz kökenli insanı bir araya getirmesi açısından da ilginç. Birisi dünyaca ünlü parfümör ve Hermes’in baş parfüm tasarımcısı Jean Claude Ellena. Diğeri ise Hermes’in yine dünyaca ünlü vitrin tasarım yöneticisi Leile Menchari. Bu isim de kim diyebilirsiniz. Haklısınız. Onu dünya çapındaki Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımını yapan beyin olarak tanıtabilirim size.


Aslen Tunuslu. Hermes’de 30 yıldan fazla zamandır çalışıyor. 2012 yılı itibariyle 80 yaşını aşmış olsa da hala görevinin başında. Belki hatırlayanlar olacaktır. 2009 yılında İznik çinilerini dünyaya tanıtmak amacıyla, Fransa’nın en önemli markalarının bulunduğu ünlü caddesi Faubourg Saint-Honore’da bulunan Hermes’in merkez mağazasının vitrinlerinde çiniler sergilenmişti. Böylesine önemli ve binlerce insanın, turistin ilgi odağı olduğu Hermes’in merkez mağazasındaki sunumu Leila Menchari hazırlamıştı. Yani Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımları ondan soruluyor. Ve onun Tunus’un Hammamet’teki bahçesinden esinlenmiş bir parfüm Un Jardin en Mediterranee. Zaten parfümün ismini Türkçeye “Bir Akdeniz Bahçesi” olarak çevirebiliriz.


Fragrantica’da çiçeksi-akuatik olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle çok doğru bir tanımlama. Başlangıcında sizi gerçekten bir bahçeye götürüyor kokusu. Biraz pudramsı-yağlı diyebileceğim yapraklar ile açılışı yapıyor. Azcık da turunçgiller var geri planda. Ama belli belirsiz. Üst notalarının oldukça “yeşil ve yaprağımsı” koktuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda bana Diptyque’in Philosykos’unu hatırlattı yaprağımsılık. Fakat buradaki kullanımı biraz daha pudramsı ve kadınsı. Ve bence daha güzel. Orta kısma geçelim bakalım. Burada o yeşil yaprağımsı koku geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya portakal çiçeği ve biraz da soğuk-serin bir etki veren nane geliyor. Yani orta notalar daha çiçeksi. Fakat kadınsılık daha az. Bu andan itibaren uniseks kullanıma yakın diyebilirim. Nane diyorum ama muhtemelen yapay bir kimyasal olan “Calone” kullanılmış. Çünkü başka akuatik parfümlerde de aynen bu hissi almışlığım olmuştu. Son kısımda ise bir akuatik parfümde çoğunlukla rastladığımız misk ve odunsu notalar var. Büyük ihtimalle sedir ağacı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Un Jardin en Mediterranee aynı ismi gibi bir parfüm. Yani bu anlamda sunulan konsepte aykırı durmuyor. Yeşil ağaç yaprakları, portakal çiçeğinden gelen turunçgilimsi his size bir bahçede dolaştığınızı hatırlatıyor adeta. Diğer taraftan da Akdeniz temasına uygun olarak akuatik yönü de var. Onu da nanemsi ve soğuk bir kullanım ile “Calone” sağlamış gibi görünüyor. ‘Su” teması ise çok bariz kullanılmamış. Ağırlık çiçeklerde. Yani tam bir “Akdeniz kenarındaki çiçek bahçesi” imajı çiziyor kokusu.

Efendim tam da bu noktada parfümün yaratıcısı ünlü burun Ellena’nın bir söyleşisinde kendi eseri hakkında neler söylemiş bakalım:

“ Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır. Problem kelimelerin seçimidir, onları bir araya getirip bir düzene sokmak ve çoklukla yazmak istediğiniz ifadeye varmak. Fikir mevcuttur fakat onu tamamlamak zaman alabilir. Veya bazen sadece kısacık bir sürede üç günde de olabilir. İşte, bu tam da Leile Menchari'nin Tunus Hammamet'teki bahçesinde gerçekleşmiş olandır. "Un Jardin en Mediterranee" adlı bir parfümü yaratmak durumundaydım. Kurtulmak zorunda olduğum klişeler vardı - yasemin ve portakal çiçeği- ve kendimi uykusuz gecelerde ve tereddütler içinde, boş beyaz sayfalara bakarken buldum. Bir tek Giono'nun yazısı vardı, aşina olduğum bir arkadaş, huzursuzluğa karşı bir tılsım ve yaptığım herşeyde kullandığım bir örneklem, o yardımsever bir baba gibiydi. O süreç çok rahatsız edicidir ancak birşeyler bulmak için de gerekli, bir anlam ifade eden kokuya özgü işaret, Akdeniz'i akla getiren birşey. O gün, genç bir kız bir bardak şampanyanın içinde, gülümseyerek incir yaprağı ezer ve aniden işte işaret oradadır. Bu koku güçlü sembolik bir işarettir ve bir anlamı vardır. İncir ağaçları bütün Akdeniz’de bulunur ve onun kokusu tüm erkekleri bir araya getirir. Gidecek bir yön bulunca, sadece anlatacak bir hikayeye ihtiyacım kalmıştı. Bir kompozitör veya bir ressam ile mukayese edildiğinde kendimi bir nevi parfüm yazarı gibi hissettim ve bu bana daha doğru gibi geldi. Koku sözlüğünde on bin molekül vardır; müzik sadece yedi nota ister, ressam üç ana üç ara renge gerek duyar.”

                                                                     Jean Claude Ellena.

Bu etkileyici sözler ve düşünce şekli Ellena’nın sadece kokuları bir araya getirip parfüm yapan bir kimya teknikeri değil, aynı zamanda önemli bir entelektüel olduğunun kanıtı gibi. Hele ki söyleşinin başındaki o çok anlamlı sözü: “Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır.”

Böylece bir parfümörün yaratım sürecinin kısa bir kesitine bakmış olduk. Tabiki kendisine verilen işi bir sanat gibi yapmanın peşinde koşan tutkulu insanların dünyası bu. Verdiği eserler ile binlerce belki de onbinlerce insanın kokladığı ve mutlu olduğu parfümleri yapmanın hazzını hangimiz anlayabiliriz ki? Bir sürü kimyasal molekülü birbiri ile karıştırmak mı parfüm tasarımcılığı? Hiç sanmıyorum. Yüzden fazla farklı molekülü bir araya getirip ona bir ruh vermek de görevlerinden birisi değil mi parfüm üstadının? Televizyonlarda yayınlanan bir otomobil reklamında dediği gibi “ruhumuz olmadan aslında bizler birer makine değil miyiz?” Aynı güzel sözü parfümlere de uyarlayabilir miyiz? Ya da aklıma gelen şu hale çevirebilir miyiz: “Ruhu olmayan bir parfüm sadece kimyasal elementlerden oluşan kokulu su değil de nedir?”


Şimdi özellikle son 4-5 yıldır bu tür çiçeksi-akutik diyebileceğimiz parfümlerde bir artış görüyorum. Ana akım denilen markalarda değil de niche segmentinde var bu rekabet. Belkide bu çiçeksi-akutik kavramının oluşmasında önemli bir yere sahip oldu bu parfüm. İlgimi çeken ise Ineke – Derring-Do, Maison Francis Kurkdjian – Acqua Universalis ve Cologne Pour Le Matin, By Kilian – Water Calligraphy bu tarza yakın parfümler. Yani ana hatlarıyla uniseks çiçekler, portakal çiçeği, biraz sabunsu-pudramsılık, temiz, pürüzsüz, sakin, berrak, steril ve mis gibi doğal kokmayan parfümler. Ha tabi bir de bu kompozisyona eklenmiş “su” teması.

Özellike niche markaların yeni parfümleri bu konsepte uygun çıkarması aklıma yeni rekabet alanının burası olacağını getiriyor. Tam da bu noktada önemli bir sorun var. O da tasarladığınız parfümün kokusunun bir çok yorumcunun dediği gibi “banyo temizleyicisi jellere, çamaşır deterjanlarına, araba kokularına veya kolonyalı mendillere benzeme olasılığı.


İyi de bu nasıl olur derseniz gayet basit. Günümüzdeki parfüm üreticileri artık çoğunlukla yapay kokular kullanıyorlar. Yani saf olarak damıtılmış bir gram gülün fiyatının ne kadar yüksek olacağını sizde tahmin edebilirsiniz. Eğer o doğal esanslar kullanılsa parfümlerin fiyatlarının 1.000-2.000 liralar seviyesinde olması gerekir. Bu da çok mantıklı olmadığından büyük kimya şirketlerinde üretilen yapay elementler parfümlerde kullanılıyor. Onların yanında doğada var olmayan ve tamamen sonradan üretilmiş “Calone, Iso E Super” gibi sentetik kokular parfümlerde maliyetleri düşürmek için sıkça kullanılıyor. Fakat işin komik tarafı “Calone” kokusu aynı zamanda kimya sanayisinde de sıkça kullanılıyor. Mesela kolonyalı mendillere güzel koku vermek için, çamaşır deterjanları kıyafetlere güzel kokular versin diyerekten kullanılıyor. Traş köpükleri, kozmetik ürünleri, saç spreyleri ve daha onlarca şeyin içinde.

Buradaki risk (sağlık anlamında değil tabiki), oluşturulan parfümün kokusunun marketlerde 2 liraya satılan kolonyalı mendillere benzeme olasılığı. Eğer dünyanın parasını verip aldığınız niche markaya ait bir çiçeksi-akuatik parfümün kokusunu, size 2 liralık bir kolonyalı mendil verebilecekse bundan daha büyük bir anlamsızlık olamaz. Haa burada demiyorum ki her çiçeksi-akuatik parfüm kolonyalı mendillere ya da çamaşır deterjanlarına benziyor. Ama Un Jardin en Mediterranee’de dikkatimi çeken orta notalarındaki o yapaylık sınırında dolaşan nane benzeri koku. Açıklanan notalarında nane görünmüyor. Muhtemelen bu hissi veren “Calone”. Nereden mi anlıyorum. Daha önceki deneyimlerimden. Mesela buradaki gibi soğuk bir his veren nanemsi ferah kullanıma Versace Pour Homme, Givenchy Pour Homme, Salvatore Ferragamo Pour Homme’u örnek verebilirim. Anlaşılan ilerleyen yıllarda daha çok karşımıza çıkacak bu tür yapay kokular.
 

Konumuza dönelim hemen. Un Jardin en Mediterranee’de orta notalardan itibaren hafif bir yapaylık hissediyorum. Başlangıcı ise ilginç. Hatta parfümün en güzel yeri. Çok yeşil kokuyor açılışı. Ki böyle bol yeşil kokan parfümler ilgimi çekmese de oldukça hoşuma gitti. Ama herkesin sevebileceği gibi de değil. Genel olarak uniseks kullanıma uygun çiçeksilik hakim. Kimi yorumcular erkek kullanımına daha yakın bulmuşlar. Ben pek katılamayacağım. Hem erkek hem de kadın kullanımı için uygun diyebilirim. Başlangıcından itibaren hafif bir tatlılığa sahip. Zaman zaman ayarı kaçmış gibi hissettim. Fakat parfümün hafif yapısından dolayı rahatsız edici değil.

Ferah, başlangıcı keskin, sonrasında tene yakın kalan, sonlara doğru biraz sabunsu, sakin, yumuşak, barışçı bir kokusu var. Fakat “yeşil” kokan parfümleri sevmiyorsanız pek tercih etmeyin diyebilirim. Yani denemeden almak pek iyi bir fikir değil. Bir baş yapıt olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.


Şimdi Hermes’in Jardin serisinin ilk üç parfümünü (yeni çıkan Un Jardin Sur Le Toit’i henüz denemedim.) test etmiş birisi olarak en iyi listesini şöyle yapabilirim:

1) Un Jardin Sur Le Nil (Şiddetle tavsiye ederim)
2) Un Jardin en Mediterranee (Eh işte. Yeşil-çiçeksi kokan parfümleri sevenlere tavsiye ederim)
3) Un Jardin Apres La Mousson (Başlangıcı dışında pek bir özelliği yok. Tavsiye etmem.)

O zaman birde ünlü parfüm kritikçilerine bakalım neler söylemişler bu parfüm ile ilgili. Önce Chandler Burr: “ Kristal gibi parlak, temiz, şeffaf ve son derece güzel. Denizin kokusu, bir Akdeniz bahçesindeki incir ve palmiye ağaçlarının kokusuna karışmışçasına. İnsanı kendinden geçiriyor.” demiş. Ayrıca okyanus-deniz hissi veren en iyi parfümlerden birisi olarak herkese tavsiye etmiş. Luca Turin ise kokusunu “domates sapına” benzetmiş ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Anlaşılacağı üzere ilkbahar-yaz kullanımına daha uygun. Belki ılık sonbahar günleri için de olabilir. Ama kış mevsiminde pek iyi sonuç vermeyebilir.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet ilginç.
+ Eğer yeşil, yaprağımsı, çiçeksi kokuları seviyorsanız, niche parfümlere o kadar para vermenize gerek kalmadı.

Eksileri:
- Orta notalarını pek kendime yakın bulamadım.
- Bir şişesi alınacak kadar özel olduğunu düşünmüyorum.
- Rakibi ana akım markaların parfümlerine göre biraz yüksek fiyatı var.

Koku Güzelliği:10/7