29 Mart 2014 Cumartesi

Tom Ford – Noir (EDP) (2012)


Tom Ford – Noir (EDP) (2012)

Bu adamda ne var bilmiyorum. Bazı insanların “yaşam enerjileri” yüksek olur. Sanırım Tom Ford tam da böyle birisi. Proaktif, çalışma delisi, şeytan tüylü ve gözü kara. Hangi işe el atsa altından başarıyla kalkan Tom Ford, markasını her geçen gün yukarılara taşımaya devam ediyor. Onun etiketiyle piyasaya çıkardığı her ne varsa talep görüyor ve seviliyor. Anlaşılan insanların ne istediğini gayet iyi biliyor ve onlara arzu ettiklerini sunmak konusunda tereddütü yok.

Beauty biriminin altında faaliyet gösteren parfümlerin, Tom Ford markasının yükselişine büyük katkı sağladığı söylenebilir. Özellikle Black Orchid isimli kadın parfümleri, şimdiden kült kokular arasına girmiş durumda. Hatta Tom Ford markası ile ismi özdeşleşmiş durumda bu siyah orkidenin. İlerleyen yıllarda "Private Blend" olarak bir çok parfüme imza atan marka, iki farklı kulvarda ilerletiyor stratejisini. İlk grup parfümlerini "Signature" olarak isimlendiriyor. İkinci grup parfümleri de niş markalarla yarışan "Private Blend" olarak geçiyor.

Signature serisi, ana akım markalarla rekabet için tasarlanıyor. Fiyatlandırma olarak rakiplerinden bir parça yüksek olan Tom Ford parfümlerine 2012 yılında yeni üye eklendi. Noir isimli erkek parfümleri, şatafatlı reklam kampanyaları ile tanıtıldı ve her zamanki gibi ilgi çekmeyi başardı. Sadece yurt dışındaki parfüm severlerin değil ülkemizde de oldukça merak edilen ve kullanılan bir parfüm olduğunu düşünüyorum. Henüz iki yıl önce piyasaya sürülmesine rağmen, bir çok kişiden Noir hakkında övgü dolu sözler duydum. Ve sürekli bu parfümü yazmam isteniyordu. İşte o gün geldi de çattı.


Signature serisine ait  Noir'in orijinal formülasyonu EDP (Eau de Parfum) olarak tasarlandı. 2013 yılında da EDT versiyonu piyasaya sürüldü. Noir EDP, kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış. Noir EDP'yi üzerime ilk sıktığımda tozlu/eski turunçgiller ve menekşe ile karşılaşıyorum. Turunçgillerden kastım bergamot. Adeta bir patlama şeklinde etrafa yayılıyor bergamot ve menekşe. Üst notaları için ferah diyebilirim. Her ne kadar menekşeyle aram iyi olmasa da bergamot güzel kullanılmış. Orta bölüme geçeyim. Burada sardunya, iris (süsen), tatlı baharatlar ( karabiber, zencefil, küçük hindistan cevizi) ve civetten gelen hayvansallık mevcut. Hatta gerilerden deri bile hissediliyor. Noir'in orta bölümü için baharatlı iris ve biraz da hayvansallıktan bahsedilebilir. Orta notaları başlangıcından daha çok beğendim. Alt notalarda pudralı vanilya ve egzotik amber ile kapanışı yapıyor. Paçuliyi de unutmamak lazım. Buradaki paçuli kremsi değil daha kuru kullanılmış. Sonlarını sevdim Noir'in. Böylece tenden ayrılıyor.

Noir nasıl bir parfüm? Bence tatlı baharatlı, çiçeksi, azıcık hayvansal, pudralı, vanilyalı, amber/paçuli kokusu. Genel anlamda günümüzün modern parfümlerine benziyor. Gerek baharatların kullanımı gerek vanilya ve gerekse tatlılığın verilişi, onun yeni nesil parfümlerle rekabet etmesi için tasarlandığını düşündürtüyor. Simsiyah şişesine bakıp da çok karanlık ve koyu bir parfüm beklemeyin. Bence gayet açık ve net bir kokusu var. Kalite hissiyatı ana akım bir parfüme göre fena değil. Bariz ve rahatsız edici bir yapaylığa rastlamadım.

Noir, başlangıçta menekşenin marifetiyle fazlaca erkeksi çiçeklerin etkisinde. Sonrasındaki tatlı baharatların verilişi biraz alışıldık. Fakat yine de güzel. Parfümün vurgulanan ögelerinden olan hayvansallık yoğun değil bence. Yine de civet, arkalardan bir yerden sürekli kendisini hissettiriyor. Fakat baharatların arkasında kalıyor çoğu zaman. İris (süsen) çiçeği parfümün sevdiğim taraflarından birisi. Kimilerinin Noir'i, Dior Homme yada Dior Homme Intense'e benzetmeleri bu yüzden büyük ihtimalle. Pudralı vanilya ve amberli kısmın Shalimar'a benzetilmesiyse kısmen anlaşılabilir.


Noir, neye benziyor sorusuna cevap arayalım o zaman. Noir'in benzetildiği parfümler arasında Dior Homme, Dior Homme Intense, Shalimar, Obsession For Men ve Musc Ravageur bile var. Soğukkanlı bir bakış açısıyla Dior Homme ve Dior Homme Intense'e çok fazla benzediğini söyleyemem. Shalimar'a da çok benzemiyor. Fakat bir parça Obsession For Men'i andırdığı söylenebilir. Obsession benzerliğinde, Noir'in barındırdığı baharatların rolü var muhtemelen. Fakat ilginç olan benzetmeyse Frederic Malle'in fenomeni Musc Ravageur. Şimdi Noir, onun kadar hayvansal değil. Fakat ikisinin de orta kısımları ve sonları ufak benzerlikler taşıyor. Özellikle alt notalardaki pudralı vanilya ve amber, iki parfümü birbirine yaklaştırıyor. Başlangıçları ise hiç benzemiyor.

Kıyafet üzerinde kullandığım Noir, tendeki hali ile paralellik gösteriyordu. Fakat kumaşta daha tek düze kokuyordu. Montumun üzerinde karanlık çikolatamsı paçuli ve yeşil çiçeklerin hakimiyeti daha fazlaydı. Bu anlamda kıyafette biraz Spicebomb’un yarattığı auraya benzettim Noir’i. Ten üzerinde Obsession ve Musc Ravageur kombosunu hatırlatan Noir, kıyafet üzerinde daha tatlı ve piyasa işi yönünü gösterdi. Bu haliyle Noir’i kumaş üzerine uygulamak çok daha iyi fikir gibi görünüyor. Eğer ki amacınız karşı cinsten övgüler almak ise.  

Noir, günümüzün modern, tatlı baharatlı, pudralı/vanilyalı, hayvansal parfümleriyle rekabet etmek için piyasaya sürülmüş sanki. Tatlılık her daim var. Kokusu çok yaratıcı yada farklı değil. Onun devrimci olduğu söylenemez. Yeni bir şey vaat etmiyor bize. Kendi segmentinde ortalama bir deneme olmuş. Başlangıcı dışında parfümü beğenmemde bu tür kokuları sevmemin de payı var şüphesiz. Eğer bu tarz kokuları seviyorsanız denemeniz gereken arkadaşlardan olduğunu söylemek durumundayım.


Noir, muhteşem bir parfüm olmasa da yine de şans vermeye değer. EDP olmasına rağmen kalıcılığı çok iyi olmadı tenimde. Kimileri uniseks olarak kullanılabileceğini söylese de bence erkeksi yanı ağır basıyor. Tam bir soğuk kış mevsimi kokusu. Sıcak günlerde bıktırıcı olabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

25 Mart 2014 Salı

Montale – Roses Elixir (2010)


Montale – Roses Elixir (2010)

"Doksan dört!"

Hayır bilemediniz uğurlu sayım değil doksan dört. 1994 yılından da bahsetmiyorum. Normalde hiç birimiz için fazlasıyla önemi olmayan doksan dört sayısı, Fransız niş parfüm evi Montale'in şimdiye kadar çıkardığı kokuların toplamı.

2003 yılından itibaren parfüm ürettiği söyleyen Montale, 11 yılda 94 parfüme imza atabilir mi? Tabii ki yapabilir. Fakat yılda ortalama dokuz parfümü, ismi Pierre Montale olduğu rivayet edilen bir parfümör nasıl meydana getirebilir? Ana akım markalar bile bu hızda parfüm üretmezken, hakkında neredeyse hiç bir bilgi olmayan Pierre Montale bu kadar işi nasıl beceriyor?

Bu garip firma, genellikle gül-öd-tütsü kokuları üzerine çalışıyor. Zaten bir çok parfümünün ismini Aoud olarak koyuyor. Gerek parfümlerin isimlerinde gerekse kokularında fazla özenli davranmadığı görülen Montale'in bir gül parfümüne göz atalım bugün. Gül, son yıllarda yeniden revaçta ve bir çok marka bu yönde hamleler yapıyor. Genellikle niş markaların eserler verdikleri gül teması, Montale parfümlerinin vazgeçilmezlerinden birisi.


Madem bu kadar iddialılar gül kokularında, o zaman Roses Elixir isimli kadın parfümüne geçelim artık. 2010 yılında çıkarılan Roses Elixir hakkında her zamanki gibi kendi sitelerinde iki satır yazı dışında hiç bir şey yok. Fragrantica'da çiçeksi meyveli olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda keskin bir gül ve kırmızı meyveler algılıyorum. Gül tahmin edeceğiniz üzere çok daha baskın. Onu kırmızı meyveler (çilek) takip ediyor. Başlangıcı kadınsı ve ferah diyebilirim. Orta kısma geçildiğinde kokuda fazlaca değişiklik olmuyor. Sadece çiçeksiliğin oranı artıyor. Bu kısım çiçeksi meyveli gül şeklinde gerçekleşiyor. Eh işte. Geçeyim alt notalara. Kokusunda bir değişim bekliyorum fakat nafile bir çaba benimkisi. Aynı meyveli-çiçeksi gül devam ediyor. Farklı olarak yapay amber ve misk ekleniyor. İşte bu hiç de hoş olmamış. Çünkü parfümün en sevmediğim yeri sonları oluyor.

Roses Elixir, isminden de anlaşılacağı üzere gülü merkeze almış. Meyveli (çilekli) gül tanımı yanlış olmasa gerek. Oldukça kadınsı ve parlak gül, Noir de Noir'deki gibi karanlık ve depresif değil. Hepimizin bildiği gül sularını andırıyor. Kırmızı meyvelerin katkısıyla canlı ve pozitif yapıya sahip. Çok sıkılmamak şartıyla dört mevsimde kullanılabilir.

Gülden sonra ikinci aktör çiçekler. Kadın parfümlerinde sıklıkla rastladığımız türden diyebilirim. Muhtemelen yasemin, ylang ylang ve portakal çiçeği. Bu çiçeksiliği sevdiğimi söyleyemem. Fazlaca numarası olmayan bu çiçekler, bir çok vasat ana akım markanın parfümünde de karşımıza çıkabilir.


Üçüncü ana öge meyveler. Şimdi kırmızı meyveler dedim fakat ağırlık çilekte. Normalde çileğin kokusunu ve tadını çok severim. Fakat çilek esansı parfümlere girdiğinde nedense bir tuhaf oluyor. Bu durumun sebebi parfümörlerin baştan savma iş çıkarmaları mı bilemiyorum. Fakat bu kadar güzel kokan ve lezzetli bir meyvenin, parfümlerde neden bu kadar vasat durduğunu anlayabilmiş değilim. Burada da çilek çok rafine ve lezzetli değil.

Görüleceği üzere Roses Elixir, ortalama ve sıkıcı bir gül-çiçek-misk kokusu. Derinliksiz, tek düze, hiç bir yaratıcı yanı olmayan kokusu benim için fazlasıyla kadınsı ve yapay. Hatta son kısımdaki yapaylık, her seferinde baş ağrısına sebep oldu ne yazık ki. Onun içindir ki yıldızımız hiç barışmadı. Ve zihnimde hiç de iyi anılar bırakmadı. Pas geçiyorum kısacası bu arkadaşı.

Evet isim güzel, şişeler şekilli, konsept Arap-Orta Doğu mistisizmi, EDP (Eau de Parfum) konsantrasyonu, güçlü kuvvetli  falan ama bu nasıl bir kalite anlayışıdır? Şöyle zevkle ve severek kullanacağım bir Montale parfümüne rastlayamayacak mıyım?


Roses Elixir, yüzlerce örneğine rastlanabilecek bir kadın parfümü olarak tarihteki yerini aladursun, bizler yeni bir kokuya yelken açalım. Yoksa bir kutu Arveles bitireceğim bu parfüm yüzünden.

Koku Güzelliği:10/5

23 Mart 2014 Pazar

Cartier - Declaration (1998)


Cartier - Declaration (1998)

"Koku bir kelime, parfüm ise edebiyattır."

Bu sözü on yedi yaşındaki bir çocuğun söylemesi beklenemez doğal olarak. Yine de zihnimde on yedi yaşında bir genç hayal ediyorum. Fransa'nın Grasse şehrinde yaşayan. Babası parfümör olan ve okuldan sonra onun iş yerine gelip, yüzlerce çeşit esans şişelerinin arasında dolaşan bir çocuk. Ofisteki büyük masanın üzerinde boy boy şişelerin her birinin üzerinde farklı isimler yazılı şişeler. Bir tutkunun ve aşkın temelleri o zaman atılmıştı belki de aynı şimdiki gibi ılık ve güneşli ilkbahar mevsiminde.

1960'lı yılların ortasında yerel bir parfüm fabrikasında çırak olarak işe başladığında, önündeki kocaman hayatın nasıl olabileceğini tahmin etmiş miydi? Büyük ihtimalle hayır. Hangimiz elli yıl sonra nerede olacağımızı tahmin edebilir ki zaten. Parfümör çırağı olarak başladığı kariyerinde, çok uluslu şirketlerde uzun yıllar çalışarak kendisini geliştirmeyi bilmişti Jean Claude Ellena. Bugün Hermes'in baş parfümörü olan Ellena, öylesine ilgi görüyor ki günümüzün parfüm kullanıcıları tarafından, herkesin gözleri bu ustanın eski dönem işlerine çevrilmiş durumda. Çünkü sanatında nereden nereye geldiği merak konusu.

Jean Claude Ellena'nın, 2000 yılı öncesinde tasarımına imza attığı dört önemli parfüm öne çıkıyor. Bunlar Van Cleef & Arpels - First, L`Artisan Parfumeur - L'Eau du Navigateur, Bulgari - Eau Parfumee au The Vert ve Cartier - Declaration. Erken dönem Ellena işlerinden öne çıkan bu dört arkadaştan 1998 çıkışlı olanı ile günlerimi geçiriyorum bu aralar. Declaration, her anlamda önemli bir parfüm sektör için. Sadece parfüm endüstrisi için değil, Cartier açısından da önemli. Çünkü Cartier'in en çok satan kokularından birisi. Bu anlamda ticari olarak başarılı bir eser var karşımızda.

Declaration, ismini her zaman ki gibi Cartier'in mücevher koleksiyonundan almış. Ellena'nın bu parfümü, kendisi içinde dönüm noktalarından birisiydi. Çünkü parfümde yüksek oranda Iso E Super kullanılmıştı ve bugünkü Terre d'Hermes koleksiyonunun tohumları atılmıştı Declaration ile. Hatta Terre d'Hermes'in atası bile denebilir Declaration için. Parfüm Merakı'nın da böylesi bir kokuya kayıtsız kalması düşünülemezdi.


Ellena'nın ilk eserlerinden olan Bulgari için tasarladığı yeşil çay kokusu Eau Parfumee au The Vert'ten sonra, şanslıyım ki ustanın ikinci erken dönem eserine kavuştum. Uzun zamandır merak ettiğim Declaration, erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüş. Fragrantica'da odunsu çiçeksi miskli olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda tuzlu/buruk/ekşimsi/keskin baharatlarla karşılaşıyorum. Baharatlar derken kakule, zencefil ve biberden bahsedebiliriz. Güçlü baharatlar garip bir ferahlığa da sahip aynı zamanda. Başlangıcı alışılmadık ama güzel. Orta kısma geçildiğinde büyük değişim görünmüyor. Farklı olarak baharatlar biraz da yumuşuyor ve etkisi azalıyor. Onun yerine dumansı çay ve tuzlu portakal yerleşiyor. Narenciye bahçelerini hatırlatan turunçgillerin orta kısımda birden bire kendisini göstermesi gerçekten ilginç. Bu bölüm zaman zaman nane-limon çaylarını hatırlatıyor bana. Orta bölümde hatırı sayılır oranda tuzluluk da var. Geçeyim sonlara. Alt notalar oldukça odunsu. Iso E Super, kabe samanı ve sedir ağacıyla son buluyor. Ama asıl yeşil çay ve zencefil biraz daha etkin kapanışta.  

Eğer bilim adamı olsaydım ve size Declaration'un sihirli formülünü vermek isteseydim sanırım şöyle formülize ederdim kokusunu: Tuzlu ferah baharatlar, dumansı yeşil çay, tozlu portakal/bergamot, vetiverli Iso E Super. İşte size Declaration. Çok karmaşık olmamıştır umarım.

Declaration, tenimde yeşil çay ve tozlu baharatları öne çıkarırken, kıyafet üzerinde daha ferah ve tuzlu bir yol izledi. Kumaşta tuzlu turunçgiller ve ferah baharatlar şeklinde gelişen kokusu, Iso E Super'i de ortaya çıkardı. Fakat tenimde daha dumansı ve yeşil koktu. Bu anlamda kıyafet üzerinde çok daha ilginç, ferah ve sevilesiyken, tende tek düze ve sıkıcı oldu. Yaklaşık bir hafta boyuncu sürekli dışarıya çıkarken kullandığım Declaration'u, sanırım kıyafet üzerinde kullanmaya devam edeceğim. Tenimde beklediğim etkiyi veremedi ne yazık ki.


Evet Declaration önemli bir parfüm. Hem Cartier'in en çok satan parfümlerinden olması hem de Jean Claude Ellena sanatının kalfalık dönemine denk gelmesi açısından ilgi çekici bir deneyim yaşatıyor. Eğer Ellena'nın ustalık eseri Terre d'Hermes'i seviyorsanız, Declaration'u mutlaka deneyin yada kullanın. Aradaki benzerliğe şaşırabilirsiniz.

Madem herkes teorilerden bahsediyor. Benim neyim eksik diyerek ortaya bir iddia atayım. Bence Declaraiton, Terre d'Hermes ile benzer DNA'ya sahip. Haddimi aşmadan şöyle diyeyim, Declaration, Terre d'Hermes'in ilk prototipi olarak düşünülebilir. Ellena, kalfalık döneminde Declaration ile Iso E Super, vetiver ve tozlu portakal-baharat deneyine girmiş. Açtığı bu yolda Terre d'Hermes ile ustalık dönemi eserini inşaa etmiş gibi görünüyor benim penceremden.

Declaration ile Terre d'Hermes bire bir aynı mı? Tabii ki hayır. Hatta tecrübesiz burunlar arada benzerlik bile bulamayabilir. Dikkatli parfüm severler Terre d'Hermes'in o tozlu/topraklı portakal-vetiverinin biraz daha arkaik halini Declaration'da takip edebilirler. Fakat başka önemli bir tespit daha yapayım. Kendimi geri çekip bu parfüm neye benziyor diye düşündüğümde şaşırtıcı derecede Ellena'nın ilk ses getiren parfümü Bulgari - The Verte'e benzediğini fark ettim. Özellikle tenimde çok bariz şekilde ortaya çıkan yeşil çay, The Vert'teki ile neredeyse aynı. Görünen o ki, Declaration, Terre d'Hermes ile The Vert'in enteresan bir karışımı. En azından benim için öyle.


Baharatları merkeze alan Declaration, boğucu ve burun yorucu olmaktan ziyade, ekşi/buruk turunçgillerle harmanlanmış baharatları sunuyor bize. Bunun sonucunda sıcak yaz günlerinde bile kullanılabilir hale getirilmiş. Declaration, dört mevsimde de kullanılabilecek farklı bir parfüm. Fazlasıyla sıcak yaz günlerinde dozajı iyi ayarlamak gerekebilir. Çünkü oldukça fark edilir ve kalıcı bir arkadaş. Bu anlamda bir EDT'ye göre performansı çok iyi.

Ana akım bir markanın parfümüne göre kalite hissiyatı yeterli. Yapaylık hissedilmiyor. Tek eleştirilecek yanı fazlasıyla düz çizgide ilerlemesi ve fazla değişim göstermemesi. Günümüzün modern parfümlerindeki bolca tatlılık kullanımı burada fazla yok. Hatta bu özelliğinden dolayı zaman zaman Eau Sauvage tarzı şiprelere bile gönderme yapıyor. Biraz nostaljik tarafı var bence. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara önerebilirim.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Declaration ferah baharatlı olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört yıldız verilerek oldukça beğenilmiş.
         

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

20 Mart 2014 Perşembe

Parfum d’Empire – Ambre Russe (2003)


Parfum d’Empire – Ambre Russe (2003)

Sizi yine bir zaman kapsülüne binmeye ve tarihin derinliklerine yolculuk yapmaya davet ediyorum koku bağımlısı kader ortağı dostlarım. Henüz günümüz dünyasında zaman makinesi icat edilmemiş olsa da hayal gücümüzü hiç bir şey engelleyemez nasılsa. Yanılıyor muyum?

Makinemizin zaman sensörlerini 18. yüzyıla ayarlayalım. Gideceğimiz yer ise Rusya olsun. 1700'lü yılların ilk çeyreğindeyiz. Deli Petro lakaplı Rus Çarı I. Petro, yıllar önce taç giymiş ve ülkeyi yönetiyor. Rus tarihinin en önemli yöneticilerinden olan Deli Petro, ülkesinin kalkınması için çabalamakta ki diğer Avrupa devletlerini teknolojik anlamda yakalayabilsin. Hatta bunun için Avrupa'nın gelişmiş ve güçlü ülkelerindeki uygulamaları Rusya'ya taşımak ve ülkesinde köklü reformlar yapmak istiyor. Kimliğini gizleyerek çıktığı uzun Avrupa gezisinde, bilim ve zanaat ile ilgili yeni bilgiler edinir. Hollanda'da gemi yapım tezgahlarında marangozluk yapar. İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya'yı dolaşır ve ülkesine döner. Gördüğü yenilikleri kendi ülkesinde uygulamaya geçirmek için hazırdır artık.

Fakat Petro'nun başka bir özelliği daha vardır. Kültür ve sanat alanında da gelişmişliğin yaşanması gerektiğini düşünür. Avrupa'ya özgü geleneklerden olan balo düzenlemeyi Rusya'ya taşır. Artık dönemin üst düzey yöneticileri, burjuvazi, askerler ve soylu sınıf, balolarda bir araya gelmeye başlar. Gösterişli Rus saraylarında yapılan balolarda sadece eğlenilmez, işle ilgili konular da çözüme kavuşturulurdu. Misafirlerin dans ettiği, oyun oynadıkları, sohbet ettikleri balolarda Rus soyluları altın ve gümüş metal tel desenli ağır ipek kumaşlardan özel kıyafetler diktirmeye ve bunları pahalı danteller, değerli taşlar vesaire ile süslemeye başlamışlardı.


Konumuz olan parfümlere geleyim yavaş yavaş. Fransa merkezli başarılı niş parfüm evi Parfum d’Empire, yine beni hayal kırıklığına uğratmadı ve çok severek kullandığım bir esere imza attı. Eski dönemlerde Menuet, Polonez, Gavot isimli dansların sergilendiği baloları çağrıştırıyor bugün inceleyeceğim Ambre Russe parfümü. Sözlük anlamı olarak "Rus Amberi" karşıma çıkıyor. Kendi sitesinde şöyle tanıtılmış Ambre Russe: "Slav halkının ruhu gibi tutkulu, gösterişli bir iksir. Ambre Russe'deki lüks amber, Çarlık dönemi Rus İmparatorluğu'nun önlenemez ihtişamını simgeler."

Eskilerde kalmış Rus İmparatorluğunun gösterişli balolarına, orada içilen şampanyalara ve neredeyse Rusların milli içkisi haline gelen votkaya göndermeler olan bir parfüm Ambre Russe. Gerek isminde gerekse içeriğindeki notalarında hem içkiden hem de Rus kültüründen esinlenme olduğunu saklamıyorlar. Hatta Rus çayı ve efsanevi Rus işi derilere bile göndermeler var uzun sayılabilecek tanıtım yazısında. Yani Çarlık dönemi Rus İmparatorluğunun ihtişamından ve gücünden ilhamını almış parfümümüz.

Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Ambre Russe'nin açılışı keskin içki/alkol kokusu ile gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli votka/şampanya ikilisine lezzetli ve ekşi kırmızı meyveler (kiraz, vişne) destek veriyor. Biraz da tatlılık mevcut alkol aromasında. Fakat rahatsız edici değil. Bu tür içki kokularına pek alışık olmasam da başlangıcı çok güzel. Orta kısımda kokusu oldukça zenginleşiyor. İçki teması hala mevcut. Artık tatlımsı baharatlar, ıslak tütün ve dumansı siyah çay kontrolü ele alıyor. Tenimde tütün, diğer elementlerden daha baskın oldu. Çok yoğun deri yada tütsü algılayamadım. Orta bölümü tatlı baharatlı, çaylı, dumansı, kirazlı, ıslak pipo tütün olarak tasvir edilebilirim. Orta notaları nefis Ambre Russe'nin. Geçeyim sonlara. Alt notalarda yine köklü değişime uğruyor. Tatlı vanilyamsı egzotik ve gizemli amber kapanışı yapıyor. Buradaki amber, biraz Ambre Sultan'daki kullanımı hatırlatıyor. Başarılı bir kapanışı var. Fakat üst ve orta kısmı kadar etkileyici ve çarpıcı değil. Yine de bir çok niş parfüme fark atar.


Ambre Russe, ismindeki amber çağrışımını başarıyla burnunuza sunuyor. Orta bölümün ilerleyen saatlerinde karşınıza çıkan amber, tam sevdiğim gibi karanlık, derin, hafiften hayvansal ve tatlı-egzotik kullanılmış. Amberi kenara koyacak olursam benim için ikinci ana öğe ıslak tütün yapraklarını hatırlatan pipo kokusu. Tütün, burada tatlımsı ve meyveli kullanılmış. Ekşi ve lezzetli kırmızı meyveler (kiraz/vişne) en sevdiğim taraflarından birisi oldu parfümün. Doğru ayarda kullanılmış tatlılık memnun edici ve keyif verici. Üçüncü başat nokta baharatlar. Keskin/yoğun baharatlar zaman zaman burnunuzu zorlayacak gibi olsa da hiç sorun değil benim için. Çünkü gayet dengeli ve başarılı kullanılmış. Ve dumansı çayı da unutmamak lazım. Genellikle çay kokusunu parfümlerde bir türlü sevemiyorum. Burada öylesine güzel kullanılmış ki benim gibi ön yargılı olanları bile şaşırtabilecek derecede.

Ambre Russe, benim için yüksek kaliteli ve nefis bir parfüm. Yapaylığa rastlanmayan parfüm, hem yeterli derece de iyi harmana sahip hem de çok katmanlı ve değişken. Buradan ustalıkla oluşturulmuş bir kompozisyona sahip olduğu sonucu çıkabilir. Eğer bu tür içki-ıslak tütün yaprağı-tatlı baharatlar-amber kokularını seviyorsanız harika bir seçeneğe sahip olduğunuzu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kullanım sürecinde çok sevdim Ambre Russe'yi. Sonlardaki amber kullanımı yer yer Ambre Sultan'ı hatırlatsa da ondan daha kompleks ve ilginç. Markanın diğer parfümü Fougere Bengale'e de benzettim biraz. Hatta Jeke'yi de andırıyor tatlı tütün kullanımı. Fakat Jeke'de tütün biraz kaba kullanılmışken, Ambre Russe müthiş bir kaliteye ve harmana sahip. Fakat asıl başka bir parfüme benziyor derken sonunda ampul yanıyor zihnimde! Özellikle başlangıcı ve orta kısımdaki kirazlı pipo tütünü hissiyatı By Kilian’ın sevilen parfümü Back to Black’e oldukça benziyor. Back to Black pudralı kirazlı tütün gibiyken Ambre Russe baharatlı içkili kirazlı pipo tütünü gibi. Bu anlamda Back to Black ile benzeştiklerini düşünüyorum. Şu haliyle favori amber parfümlerim listesine en üst sıralardan girmiş durumda Ambre Russe. Kirazlı pipo tütünü, gizemli amber, tatlı baharatlar ve yüksek kaliteli içki teması daha güzel nasıl verilebilir ki... Bravo Parfum d’Empire.


Kokusunda baştan sona tatlılık mevcut. Fakat baygınlık verici şekerliliğe dönüşmüyor neyse ki. Yine de tatlımsı kokuları sevmeyenler için doğru tercih olmayabilir. Buradaki tatlılık bal veya tonka fasulyesinden kaynaklanıyor muhtemelen. Amberin bu şekilde kullanılması da tatlılığın fazlaymış gibi algılanmasına sebep oluyor.

Ambre Russe, derin, ilginç, aristokratik, entelektüel, olgun, egzotik, dumansı, doğu ile batının başarılı bir sentezi gibi. Amber yer yer doğu etkileri veriyor. Fakat modern tatlımsı baharatlar ve içki teması onu batı dünyasına yaklaştırıyor. Bu parfüm sanki Winston Churchill, Napoleon Bonaparte yada Rus Çarı Deli Petro için tasarlanmış. Çok farklı bir aurası var. Bu anlamda günlük kullanım veya çarşı pazar gezmelerinde tavsiye edemeyeceğim. Eğer Koç yada Sabancı ailesinin boğazdaki yalılarında akşam verdikleri yemeğe davetliyseniz Ambre Russe'yi kullanmak için doğru mekanı bulmuşsunuz demektir.

Ambre Russe, yeni nesil zenginlerin yada belediyelerden ihale alarak sağa sola rüşvet dağıtan utanmaz müteahhitlerin parfümü olamaz. Yada iktidar gücü kimdeyse hemen onun tarafına geçen ve bu yaptığından hiç gocunmayıp, bir de "ne var bunda" diyen pişkin gazetecilere yada medya yöneticilerine de uymaz. Bu parfüm, 3-4 nesildir burjuvaziye mensup, para-pul ile işi olmayan, çok yüksek gelir sahibi, kazancının bir kısmını sanata ve koleksiyonerliğe harcayan, dünya edebiyatını bilen ve sürekli okuyan, devasa kütüphanesinde Gogol, Engels, Schopenhauer ve Adam Smith'in kitaplarını bulunduran, pipo kullanan, akşam yemeğinden sonra Brandy içen, doğu kültürlerine meraklı ve Arap etkili antikalara sahip, felsefe ve mimariyi seven, diplomat arkadaşlarıyla dünya siyasetini tartışan erkekler için uygun olabilir.

Parfümün tasarımcısı aynı zamanda markanın kurucusu Marc-Antoine Corticchiato. Yine üst düzey bir işe imza atmış bay Corticchiato. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Erkek kullanımı için daha uygun gibi görünüyor. Otuz yaşın üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Anlaşılacağı üzere 20'lik delikanlı parfümü değil Ambre Russe.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Ambre Russe, kocaman amber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan vererek oldukça beğendiğini belirtmiş. Eğer Turin'in not sisteminde puan verecek olsaydım beş üzerinden beş puanı rahatlıkla verirdim.

Koku Güzelliği:10/9

17 Mart 2014 Pazartesi

Chanel – Coromandel (2007)


Chanel – Coromandel (2007)

Çin kültürü muhtemelen insanlığın en eski, zengin ve ilginç kültürlerinden birisi. Binlerce yıllık bu kadim uygarlık, eski gücüne ulaşmaya çalışıyor yavaş yavaş. Ekonomi kanallarında çalışan iyi eğitimli yakışıklı/güzel iktisatçıların ağız birliği etmişcesine söylediği söz doğru sanki: "Uyuyan dev Çin."

Çin ne zaman uyanır ve eski hakim günlerine döner bilemiyorum ama Çin kültürünün Batı dünyasında hala tam olarak keşfedilemediği çok açık. Gerek konut mimarileri, gerek ilginç dinleri ve tapınakları, gerek hepsi birbirine benzeyen insanlarıyla Çin, yüzyıllardır ortalama Batılının gözünde hep bilinmez ve mistiktir.

Bizim şu an Çin’e karşı hissettiğimiz duyguları muhtemelen yaklaşık yüzyıl önce Fransız bir kadın da yaşıyordu. Chanel markasının kurucusu Gabriel Chanel, bir gün Çin'de üretilmiş ve genellikle arkasında kıyafetlerin değiştirildiği, üzerinde rengarenk figürlerin olduğu paravanlardan görmüştü. Ve görmesiyle hayran kalması bir olmuştu.

Genellikle Çin ve Japon evlerinde kullanılan ve mekanları ayrıma işlevini yerine getiren lake cilalı paravanlar, bütün dünyaya Çin'den giderdi. Ev mobilyası olarak da düşünebileceğimiz bu işlemeli taşınabilir paravanların katlanabilen modelleri de mevcuttu. İşte Coco Chanel, bu paravanları çok sevmişti. Hatta bu paravanlardan koleksiyon yapacak kadar bağlanmıştı onlara. "İyi de bunları bize niye anlatıyorsun Parfüm Merakı" diyorsanız kısmen de olsa haklısınız. Fakat bugünkü inceleyeceğim parfüm adını bu Çin paravanlarından alıyor.


Aslında Coromandel, Hint yarımadasının güneydoğu kıyılarına uzanan denizlerine verilen isim. Çin paravanlarının Avrupa’ya getirilmesi, Hindistan’ın Coromandel sahillerinden yapıldığı için Avrupalılar ona Coromandel paravanları adını vermiş.

17. yüzyılda Avrupa'da popüler olmaya başlayan Coromandel tekniğine sahip Çin paravanları, ilk olarak 12 bölümden oluşurken, daha sonraları 4-6-8 ve 10 bölümlü olarak üretilmeye başlanmış. Konumuz olan Coromandel parfümü de Gabriel Chanel'in bu büyük tutkusundan ismini almış.

Coromodel, Chanel'in sadece butiklerinde satılan "Les Exclusifs" serisine ait. Çok yüksek fiyatlara satılan bu özel seri parfümleri her yerde bulmanız mümkün değil. Niş parfümlerle kıyaslanan Les Exclusifs serisinde son yıllarda önemli artış oldu ve toplamda 15'i geçmiş durumda. Coromandel, serinin en sevilen ve en çok konuşulan parfümlerinden. Uzun zamandır merak ettiğim arkadaşla sonunda tanışmış bulunmaktayım. Onu, size takdim etmekten mutluluk duyarım.


Kendi sitelerinde odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Coromandel. Parfümü üzerime ilk sıktığımda tozlu/eski kokan çikolatamsı baharatlı paçuli ve ona kuru turunçgiller/aromatik otlar eşlik ediyor. Üst notalarda tatlımsı karanlık paçuli daha baskın. Başlangıcı çok güzel Coromandel'in. Orta kısma geçildiğinde biraz sorun hissediyorum. Burada gariplik var sanki. Plastiğimsi tütsü ve benzoin mi bu koku? Emin değilim. Özellikle tende çok daha net hissediliyor orta kısımdaki garip uyumsuzluk. Alt notalara geçeyim. Sonlarda parfüm yine kendisine geliyor. Tatlılık biraz artıyor. Ortaya kremsi ve vanilyalı paçuli çıkıyor. Beyaz çikolata bile hissediyorum. Karanlık alt notalar hafiften Angel'a benziyor. Kapanışına bayıldım Coromandel'in. Koklamaya doyamıyorum sonlarını. Müthiş.

Coromandel, görüleceği üzere paçuliyi merkeze almış. Başlarda kuru/eski/tozlu paçuli, sonlarda yerini tatlımsı, kremsi, çikolatamsı paçuliye bırakıyor. Orta bölüm ise sanki tütsü/amber/sandal ağacı etkisinde. Başlangıcı harika, orta kısmı hayal kırıklığı, sonları şahane. Ne garip ama değil mi?

Acaba neden böyle. Şimdi Coromandel'i sadece tenime değil, kıyafetimde de kullandım. Ten üzerinde etkisi daha zayıf oldu. Özellikle orta kısımdaki uyumsuzluk dikkatimi çekti. Ve tenimde alt notalarına bayıldım. Kıyafet üzerindeyse orta bölümdeki sorunu yaşamadım. Kumaşta daha tek düze kalıyor. Tende kremsi, yumuşak ve konfor kokusuyken, kıyafette karanlık, etkileyici ve tozlu koktuğunu fark ettim. İkisi arasında seçim yapacak olursam kıyafet üzerindeki halini çok daha fazla sevdim Coromandel'in. Bilmem katılır mısınız?


Coromandel, başlangıcıyla küçük bir yumruk atıyor burnunuza. İlk denediğimde üst notalarda kuru paçuli hissederken, başka denememde hayvansal misk algılıyorum. Acaba zihnim benimle oyun mu oynuyor? Neden olmasın?

Coromandel, özetle tatlı kremsi paçuli, vanilya, tütsü, çikolata ve baharatlardan oluşuyor. Hazır ismi geçmişken çikolatadan da bahsetmem gerek. Sonları şaşırtıcı derecede Angel'a benzeyen Coromandel, ciddi oranda sütlü çikolata efektine sahip. Lezzetli çikolata ile paçulinin birlikteliği harika olmuş. Zaman zaman karanlık, derin, nostaljik, dumansı ve baharatlı kokan Coromandel zaman zaman lezzetli kahve/kakao/çikolata/vanilya tarafını öne çıkarıyor. Bu anlamda karşımızda çok yönlü, kompleks ve şaşırtıcı bir parfüm var. Hatta bazen tozlu gül bile geliyor arkalardan bir yerlerden. Yoksa Noir de Noir izleri mi?

Tabii ki Coromandel çok güzel bir parfüm. Ten üzerinde orta bölümdeki kısmı saymazsam göz kamaştırıcı ve etkileyici. Niş parfümlere yaklaşan kalitesiyle saygıyı hak ediyor. Eğer Angel ve Bornoe 1834'ü seviyorsanız büyük ihtimalle Coromandel'i de seversiniz. Fakat çok yüksek fiyat etiketine istinaden denemeden almanızı tavsiye etmem. Hatta Angel, üçte bir fiyatına size benzer duyguları yaşatabilir.

EDT olarak satılan Coromandel'in kalıcılığı çok iyi. Kıyafet üzerinde günlerce kalıyor. Fark edilirliği de hiç yabana atılacak gibi değil. Bu anlamda başarılı. Kadın parfümü olarak piyasaya sürüldüyse de erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir soğuk kış günü kokusu. Ilık havalarda denemenizi tavsiye etmem. Havanın soğuk olduğu 2-3 günlük dönemde kullandığım Coromandel'in, kıyafetim üzerinden, sokakta yürürken burnuma gelen kokusunu ve aldığım hazzı tarif etmem zor. Size de böyle yapmanızı tavsiye ederim. Çok soğuk bir günde dışarı çıkıp biraz hava almak istediğinizde montunuza 1-2 defa uygulayın ve ondan sonrasını Coromandel'e bırakın.


Parfümün tasarımını Jacques Polge ve Christopher Sheldrake birlikte yapmışlar. Luca Turin, kitabında Coromandel'i pudralı paçuli olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört vererek "harika" olduğunu yazmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran ww.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

13 Mart 2014 Perşembe

Christian Dior – Addict (2002)


Christian Dior – Addict (2002)

"Tanrı, Havva'yı Hz. Adem'in sol kaburga kemiğinden yarattı. O sırada Hz. Adem'i hafif bir uyku tuttu. Bir müddet sonra uyandığında Hz. Havva'yı gördü karşısında. İlk anda şaşırdı, sonra çok sevindi. Kalbi hemen ona ısındı ve aralarında bir yakınlık ve mutluluk meydana geldi."

Bu ilginç anlatım, farklı versiyonları ile farklı İslami kaynaklarda karşınıza çıkabilir. Tabii ki böyle bir yaratım sürecinin olduğuna dair elimizde somut kanıt yok. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların yaratılış sürecini Hıristiyani kaynaklardan da benzer şekilde takip edebiliyoruz. Hıristiyan mitolojisinde kadının, ilk insan olan Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair bir çok söylence ve ünlü ressamların eserleriyle karşılaşabilirsiniz. Bunların belki de en bilineni Michaelangelo'nun Sistine Şapeli'ndeki "Havva'nın Yaratılışı" freski.

Yaratılış ve varoluşun bizim ilgi alanımız parfümlerle pek alakalı olmadığının farkındayım. Fakat bir çok dünya markası, parfümlerinin tanıtımlarında erkeğin ve kadının klişeleşmiş yönlerini bize sunuyorlar ve bunların üzerinden reklam çalışmalarını yürütüyorlar.


Bu devasa pazarlama çarkında kadınlara biçilen rol seksi, cazibeli, vamp, güzel ve çekici olmak. Her ne kadar feministler bu duruma fena halde kızsalarda sanırım kadını cinsel obje olarak kullanmaya devam edecek moda sektörü. Örnek mi? İşte size Christian Dior'un ünlü parfümü Addict.

Reklam metinlerinde "Ve Tanrı Kadını Yarattı" imgesine ve algısına vurgu yapmaları hiç şaşırtıcı değil Addict için. Hatta parfümün tanıtım filmindeki "Dior, Kadını Yarattı" iddiası büyük ihtimalle, Tanrı'nın kadını yaratmış olmasına ukalaca bir gönderme. Dior parfüm biriminin önemli hamlelerinden birisi diyebiliriz Addict'e. Markanın 1985 yılında Poison ile başlattığı kadınsı ve modern parfümler serisine 2002 yılında Addict'te katılmıştı. İlk çıktığından itibaren çok satanlar listesinde kendine yer bulmayı başardı Addict. Dior kadınları, aynı Poison serisi gibi Addict'i de bağrına basmıştı.

2002'deki ilk Addict'ten sonra 2014 yılı Mart ayı itibariyle bu isimle 16 farklı flanker çıkarmaları, Addict'e verilen önemi de gösteriyor bir bakıma. 2012 yılında ise Addict yeniden formüle edilerek aynı şişe formu ve isimle piyasaya sürüldü. Benim kullandığım Addict, 2012 yılı Francois Demachy versiyonu. İlk Addict ise Thierry Wasser'e aitti.


Kendi sitelerinde parfümün dört sac ayağına oturduğu vurgulanmış: "Meyveli, ferah, çiçeksi ve oryantal." Ayrıca modern, şehvetli ve enerjik olduğu belirtilmiş. Addict'i üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlımsı portakal çiçeği ve mandalina çıkıyor. Canlı ve yoğun üst notaların ferah olduğunu söyleyemem. Cazibeli ve güçlü başlıyor. Çok rafine olmasa da gayet güzel diyebilirim. Orta kısımda portakal çiçeği etkisi devam ediyor. Bu andan itibaren pudramsılık ve çiçekler ekleniyor. Çiçek derken muhtemelen yasemin. Orta bölümün sabunsu çiçeksiliğin hakimiyetinde geçtiği söylenebilir. Son kısımda çiçeksilik geri çekiliyor. Onun yerine pudralı vanilya geliyor. Vanilya seven birisi olarak beğendiğimi söyleyemem buradaki kullanımı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Addict, şüphesiz ki egzotik ve cazibeli bir kadın parfümü. Pudralı çiçeksilik ve vanilyanın baş rolde olduğu söylenebilir. Bir de tabii ki portakal çiçeği-mandalina ikilisi. Onun dışında çok derin yada zengin değil. Bu öğeler neredeyse bütün kokuya hakim.

Oldukça tatlı, kremsi ve vanilik bir koku formuna sahip. Özellikle orta kısımdaki yoğun çiçeksilik genellikle sabunsuluk ekseninde ilerliyor. Hatta biraz Hypnotic Poison'daki bademsiliği bile hissettiriyor. Orta bölümü pek sevdiğimi söyleyemem. Başlangıcı çok güzel, sonlarıysa biraz hayal kırıklığı. Addict, yüksek kalite ve müthiş bir koku hissiyatını uyandırmıyor tenimde. Oysaki çok umutluydum.


Şimdi bahsetmem gereken bir konu da Addict'in iki ayrı versiyonu olması. İlk formülasyonu bir çok kişi daha başarılı bulmuş. Benim kullandığım ikinci formülasyonun basitleştirilmiş olduğu yönünde eleştiriler var. İlk versiyonu denemediğim için karşılaştırma yapamayacağım fakat 2012 versiyonu dedikleri gibi ortalama ve basit bir koku olarak hafızamdaki yerini alıyor.

Kabul etmek gerekir ki Dior'un kadın parfümlerinin kışkırtıcı yanı Addict'e yansımış. Özellikle başlangıcındaki vurucu portakal çiçeği ve sonrasındaki hipnotik çiçeklere bakarak, Dior'un bu parfümüyle de amacına ulaştığını düşünüyorum. Mülayim, iddiasız ve sakin kadınlar için uygun değil bence. Hırslı, süslü, üst düzey kadın yönetici parfümü adeta. Koridorda yürürken arkasında iz bırakmayı seven kadınların kokusu olabilir. Yada bir mekana girdiğinde bütün ilginin onda toplanmasından haz alan kadınların parfümü olabilir.

Addict, günlük kullanımdan ziyade, davetlerde yada gece çıkmalarında kullanılsa fena olmaz. Oldukça baskın ve yoğun kokusu, onu gündüz dolaşmalarında yada ofis kullanımlarında sınırlıyor bence. Ha kullanılmaz mı tabii ki kullanılır. Ama biraz abartılı ve fazlasıyla frapan kaçacaktır günlük kullanımda. O daha özel ve ambiyans parfümü bana göre. Etrafına güçlü kadınsılık mesajları veren Addict'i, sevgiliniz ile baş başa geçireceğiniz anlara saklamanızda fayda var hanımlar.


Dior haklı olabilir. Parfümün bütün reklam kampanyası onun ikonik bir arkadaş olduğuna dem vurmuş. Muhtemelen de öyle. Fakat yine de Addict'i çok sevdiğimi ve kendime yakın bulabildiğimi söyleyemeyeceğim. Fakat onu taşıyabilecek bir kadında harika duracağını tahmin edebiliyorum.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Addict, çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden iki yıldız verilen Addict, başarılı bulunmamış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun görünüyor. Yaş olarak yukarıları (30 ve üzeri) hedeflediğini düşünüyorum. Genç kız parfümü olmadığı çok açık.

Koku Güzelliği:10/6

10 Mart 2014 Pazartesi

By Kilian – A Taste of Heaven (2007)


By Kilian – A Taste of Heaven (2007)

Bu öyle bir içkinin hikayesi ki tarihte eşine az rastlanmıştır. İsmi, Fransızca'da La Fee Verte, İngilizce'de Absinth, Türkçe'de de Absent (Yeşil Peri) olarak geçiyor. Dünyanın alkol anlamında en yoğun içkilerinden. Kimi versiyonlarında %80 oranında saf alkolün  kullanıldığı rivayet ediliyor. Sadece bir kadehi ile insanı gerçek dünyadan koparıyor, ikinci kadehte halüsinasyonlar gördürüyor, üçüncü kadehte ise ölüm riski barındırıyor. Ve bakın nasıl anlatılmış bu akıl almaz içki:

"Absent (Absinthe) ilk kez Henri Louis Pernod tarafından 1805'de ticari olarak piyasaya sürülen aromatik bir likördür. Artemisia absinthium ve diğer bazı Avrupa’ya has mutfak ve tıpta kullanılan bitkilerin damıtılması ile yapılır. %45 ile 75 arası alkol ihtiva eder. Avrupa’da üretime girdiğinden beri geçen 200 yıl boyunca Absinthe, tüm dünyada yaratıcılığı arttıran ve afrodizyak bir içki olarak nam saldı.

On dokuzuncu yüzyıl Fransa’sında günlük yaşamın her alanına girmişti absent. Paris’in geniş bulvarlarında yer alan kafeler, akşam üstü saat beşte şık giyimli beyler ve hanımların, zümrüt yeşili içkilerini yudumlayarak hayatın akışını izlemelerine sahne oluyordu. Rengi nedeniyle Le Fee Verte ya da Yeşil Peri diye bilinen bu içecek o denli popülerdi ki, akşam üstü kokteylinin saati yeşil saatler olarak da anılıyordu. Ünlü Fransız İzlenimci ressamlar: Toulouse Lautrec, Degas, Manet, Van Gogh, Belle Epoque döneminin Paris’i, Montmartre cafeleri, Verlaine ve Rimbaud’dan Joyce ve Hemingway’e kadar birçok yazarın esin kaynağı olmuş absent. Hatta bir çok ünlü sanatçının Absent içtikten sonra en önemli eserlerini verdikleri de söyleniyor.


Elbette madalyonun bir de karanlık yüzü var. Başka hiçbir içki bu kadar içtenlikle lanetlenmemiş, başka hiçbir içki böylesine doğrudan hedef alınarak yasaklanmamış. İngiltere’de cinnet geçiren bir babanın ailesini katletmesi, adamın absinth bağımlısı olmasına dayandırılarak, önce İngiltere’de sonra ise tum Avrupa’da yasaklandı. Günümüzde ise; absinthe Amerika ve İngiltere’de halen yasak olmakla beraber, başta Fransa, İspanya, Çekoslovakya olmak üzere, pek çok ülke tarafından üretilip, tüketilmektedir." (Gnoxis.com)

Bu alıntıyı neden yaptığım sanırım anlaşılmıştır. Ülkemizde de yasal olarak satışı bulunmayan Absent'in özellikle cemiyet hayatında fazlaca seveni olduğu söyleniyor. Ve Fransa merkezli By Kilian, Fransa ile özdeşleşmiş bir içkiden ilhamını almış A Taste of Heaven isimli parfümünde. Kilian Hennessey'in 2007 yılında ilk altı parfümünü piyasaya sürmesiyle "Black Masterpiece" serisi de ortaya çıkmış oldu.

Bugün inceleyeceğim A Taste of Heaven, markanın "Siyah Başyapıt" serisine ait. Kendi sitelerinde tüm zamanların en tartışmalı içkisi olan Absent'ten ilhamını aldığı söyleniyor A Taste of Heaven'ın. Zaten parfümün sıvısının da yeşil renkli olması, konsept ile birebir örtüşüyor. Diğer ismi "Absinthe Verte" olan A Taste of Heaven için Fragrantica, oryantal fujer tanımını layık görmüş. Bakalım bize cennetin lezzetini tattırabilecek mi?


Parfümü üzerime ilk sıktığımda tanıdık bir aromayla karşılaşıyorum. Keskin ve tatlımsı lavanta bütün ağırlığıyla burnuma hücum ediyor. Geri planda sanki biraz aromatik otlar ve erkeksi çiçekler var. Fakat lavantanın yanında çok zayıflar. Eski tarz oldukça erkeksi lavanta, Caron Pour Homme'daki ile neredeyse aynı. Başlangıcı fena değil. İlerleyen saatlerde büyük değişim göstermiyor kokusu. Erkeksi ve tatlımsı lavantaya pudralı vanilya ekleniyor. Zaman zaman hayvansallık hissettiren vanilya gayet rafine. Alt notalarda parlak amber kullanımı da var. Ama yapaylık sınırında. Son kısımda meşe yosunu hoş bir sürpriz yapıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümümüz yüksek kaliteli erkeksi fujerleri çağrıştıran lavanta ve pudralı hayvansal vanilya ana ekseninde geziniyor. Yani kısaca naneli, yeşil, lavantalı vanilya. Bu iki nota dışında biraz odunsuluktan, biraz da baharatlardan söz edilebilir. Eminim sardunya da oralarda bir yerler var. Fakat epey gerilerde.

A Taste of Heaven eski erkeksi fujerlere öykünmüş bir modern klasik denilebilir. Lavanta parfümün ana öğesi. Ona eşlik eden vanilya biraz geri planda kalmayı kabullenmiş. Genel olarak düz çizgide ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor. Lavanta kokularını seviyorsanız müthiş bir deneyim olacaktır. Fakat lavantaya mesafeliyseniz, hayatınızın parfümü olmayacağı çok açık.

A Taste of Heaven'ın kokusu, bana naneli likörleri hatırlattı. Hani orta şekerli Türk Kahvesinin yanında servis edilen ve yemyeşil görüntüsü ile aslında tadını da ele veren naneli likörler. Zaten parfüm, ismini ve ilhamını bir içkiden alıyor. Likör gibi kokması normal. Burada alkol/içki kokusu şüphesiz ki var. Hayatımda hiç Absent içmediğim için tadını yada kokusunu bilemiyorum. Fakat Absent eğer böyle kokuyorsa pek seveceğimi sanmıyorum.


Evet sıvısının rengi yeşil. Parfümün ilham kaynağı da yeşil bir içki olunca kokusunun da yeşili çağrıştırması beklenebilir. Bu basit önerme genel hatlarıyla doğru. A Taste of Heaven'ı bir renge benzetin deseniz, onu denemiş çoğu kişi yeşile benzetecektir.

Kokusunda hatırı sayılır oranda tatlılık mevcut. Bence ayarı fazla kaçmamış. Yine de tatlı kokan parfümlerle arası iyi olmayanların canını sıkabilir. Buradaki tatlılığı muhtemelen tonka fasulyesi veriyor.

Eski klasikler. "Ne varsa onlarda var" diyenler haklı belki de. 2007 yılında piyasa sürülmüş A Taste of Heaven, parfüm klasiklerinden Caron Pour Homme'a fazlasıyla benziyor. Hatta dilim varmıyor ama adeta kopyalanmış gibi. Eğer Caron Pour Homme'un biraz da kaliteli haline dört katı ödemek istiyorsanız sizi hiç tutmayayım. Hemen By Kilian satış standına gitmenizi öneririm. Fakat şu haliyle Caron Pour Homme, bu işlevi ondan çok daha uygun fiyata yerine getirecektir.

Markanın kurucusu Kilian Hennessy, bir söyleşisinde kısaca şunu söylemiş parfümü için: “Koleksiyonumun içindeki parfümler arasında en fazla A Taste of Heaven’ı kullanırım. O tam bir züppe kokusu. Lavanta ve son kısımlarında da vanilya…”

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında A Taste of Heaven lavanta vanilya olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan vererek oldukça beğendiğini belirtmiş ve yorumun sonunda şöyle demiş: "Eğer Caron Pour Homme'u seviyorsanız fakat ondan daha zengin ve kompleksini istiyorsanız, A Taste of Heaven tam size göre."


Soğuk kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir. Tam bir erkek parfümü. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kokusunun tasarımına markaya bir çok iş yapmış Calice Becker imza atmış. Otuz yaş ve üzerindeki erkekler için uygun olacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

6 Mart 2014 Perşembe

Tom Ford – Santal Blush (2011)


Tom Ford – Santal Blush (2011)

Tarihi 4.000 yıl öncesine kadar uzandığı sanılan bir bitki sandal ağacı. Latince adı "arbutus andrachne" olan sandal ağacının İngilizcesi santal, santalwood yada Santalum Album olarak karşımıza çıkabilir. Hindistan, Mısır, Yunan ve Roma kaynaklarında karşımıza çıkan sandal ağacı, ortalama boyu 3-7 metre arasında olan bu ağacın yaprakları kalın, koyu yeşil ve eliptik biçimli oluyor genellikle. Salkımlar halinde olan meyveleri bulunan sandal ağacının, gövdesi kullanılarak, özellikle Hindistan'da bir çok tapınağın inşa edildiği biliniyor. Eski Mısır'da ise ölülerini mumyalamak için sandal ağacı yağının kullanıldığı düşünülüyor.

Bu enteresan bitkinin Hint kültürüne o kadar derin etkileri var ki, antik dönem Hint mitolojisinde bile karşımıza çıkıyor. Dünya sandal ağacı yağı üretiminin % 90'nının Hindistan'da gerçekleştirildiği düşünülürse hiç de şaşırtıcı değil bu kadar önemli olması. Yaşam gücünü arttırdığına inanılan sandal ağacı, eski çağlardan itibaren Hindistan'ın dini ve manevi geleneklerinin parçası olmuş. Ayrıca tıp alanında da etkili bir ilaç olarak kullanılırmış.

Konumuza gelecek olursak, sandal ağacının bir çok parfümde kullanıldığını görürüz. Genellikle alt notalarda sabitleyici olarak karşımıza çıkan sandal ağacı, parfümlere zengin, sıcak, baharatlı, balsamik, tatlı odunsu hava vermesiyle biliniyor. Kokusu tam olarak ağaç gibi de değil sandal ağacının. Sanki meyvemsi, baharatlı, tatlı bir ağaç gibi denilebilir. Tabii ki parfüm üreticilerinin bu kadar önemli bir notaya yer vermemeleri düşünülemez.


Aynı vetiver gibi bir çok sandal ağacını temel alan parfüme rastlıyoruz artık. Hatta üreticiler, hiç saklamaya gerek duymadan parfümlerinin isimlerinde sandal ağacını kullanıyorlar. Adeta "parfümün karakteri bu, merak ediyorsanız alın" der gibiler. Sandal ağacı merkezli parfümlere bir katkı da ünlü tasarımcı Tom Ford'dan geldi. 2011 yılında "Signature Collection" adı altında Private Blend serisine ait olarak piyasaya sürüldü Santal Blush.

Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Santal Blush. Parfümü üzerime ilk sıktığımda tatlımsı ve kremsi sandal ağacı karşıma çıktı. Biraz çiçeksi ve hafiften makyaj malzemesi hissi algılıyorum. İlerleyen saatlerde büyük değişim göstermiyor kokusu. Sadece yumuşak baharatlar ekleniyor. Muhtemelen tarçın. Buradaki tarçın da sandal ağacı gibi kremsi ve tatlı. Gerilerden öd kokusu da geliyor sanki. Son kısımda da odunsu notalar mevcut. Biraz da misk hissediyorum. Böylece de tenden ayrılıyor.

Santal Blush, isminin hakkını verir oranda sandal ağacı temasına sahip. Parfümün neredeyse her anında sandal ağacı baskın. Sonraki ikinci aktör yumuşak baharatlar. Kremsi baharatlar keskin yada köşeli değil. Sandal ağacıyla güzel uyum sağlanmış. Üçüncü olarak kremsi çiçeksilikten bahsedilebilir. Ylang ylang, yasemin ve gül olabilir. Bu kısım oldukça kadınsı yapıyor kokusunu.


Santal Blush, yapaylık barındırmayan fakat yüksek kaliteli bir parfüm hissi vermeyen ortalama sandal ağacı kokusuna sahip. Modern, Fransız ve süslü. Hatta biraz kokoş. Fakat tek düze ilerleyen, kremsi ve hafif tatlımsı yapısıyla fazla ilgi çekici gelmedi bana.

Parfümle ilgili iki farklı durumla karşılaştım. Ten üzerine sıktığımda çok sıradan ve vasat bir sandal ağacı kokusu karşıma çıktı. Hiç bir özelliği olmayan bu koku, büyük hayal kırıklığı yarattı. Fakat kıyafet üzerine sıktığımda oldukça kadınsı neredeyse ruj/makyaj çantası efektine sahip. Açıkçası bu halini çok daha fazla sevdim. Bence kıyafet üzerinde çok daha ilginç ve cazibeli.

Yine de bu kadar basit ve ortalama bir parfümün nasıl Private Blend serisinden çıktığını anlamış değil. Astronomik sayılabilecek fiyatlara satılan Tom Ford'un özel serisine mensup Santal Blush, böylesine sıradan bir sandal ağacı kokusunu şişeleyip karşımıza çıkartıyorsa ayıp etmiş oluyor. Çok yüksek fiyatını hak etmeyen bir parfüm olarak zihnimdeki yerini alıyor. Daha fazla bahsedeyim diyorum ama çok da fazla söylecek söz yok Santal Blush ile ilgili. Sandal ağacı, sandal ağacı ve sandal ağacı...


Uniseks olarak piyasa sürüldüyse de kadın kullanımına biraz daha yakın sanki. Eau de Parfum (EDP) formunda. Parfümün tasarımını kariyerinde fazlaca parlak işlere imza atamamış Yann Vasnier yapmış. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun görünüyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

3 Mart 2014 Pazartesi

Serge Lutens – Daim Blond (2004)


Serge Lutens – Daim Blond (2004)

Süet ayakkabılar... Ne zordur onları temiz ve yeni tutabilmek. Yıllar önce aldığım açık renkli süet ayakkabıyı neredeyse her gün özel fırçaları ile temizler, sonrasındaysa yine özel boyasıyla eski ve ilk gün alınan haline getirmeye çalışırdım. Hatta neredeyse ayakkabı boyacılığı mesleğinin inceliklerini bile öğrenmiştim. Ve bunları bana sadece bir süet ayakkabı yaptırmıştı.

O gün bu gündür, ayakkabı mağazalarının vitrinlerinde gördüğüm parlak, yepyeni açık renkli ve cazibeli süet ayakkabılara hafif tebessümle bakarım. Sanırım bilinçaltıma işlemiş ki hemen alarm zilleri çalar böyle bir görüntü karşısında. Ve aklıma gelir o kendime düstur edindiğim klişe: "Sakın açık renkli süet ayakkabı alma."

Ayakkabı konusunda kararım değişmeyecek olsa da soruyu biraz değiştirerek sorayım ve konumuza geleyim: "Süet kokan bir parfüme ne dersiniz?" Bir çok kişi için iyi fikir olmayabilir süet kokan parfüm. Zaten süet denilen şeyde bir tür işlenmiş deri. Yani süet ve deri arasında yakın bir akrabalık var anladığım kadarıyla. O zaman süet kokan bir parfüm, direkt olarak deri gibi mi kokar? Bu tür parfümleri deri kategorisine alabilir miyiz?

Fransız niş parfüm evi Serge Lutens, bu sorulara cevap aramak niyetinde mi bilemiyorum. Fakat 2004 yılında piyasa sürdükleri Daim Blond, genel anlamıyla süet-deri ikilisinin baş rolündeki bir parfüm olarak kokular tarihindeki yerini almış durumda. Lutens parfümlerinin değişmez sanatçısı Christopher Sheldrake'in imzasını taşıyan Daim Blond, markanın diğer popüler eserleri gibi büyük ses getirmedi. Biraz geri planda kaldığı söylenebilir.


"La Peau de Bois" serisine ait Daim Blond, Fragrantica'da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda tatlımsı meyveler ve biraz da ilaç/duman kokusu karşıma çıkıyor. Tatlımsı meyveler derken muhtemelen kayısı. Hatta şeftali bile olabilir. Kayısıya biraz da mandalina eşlik ediyor alttan alta. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda meyvelerin hakimiyeti devam ediyor. Ona hissedilir oranda süet ekleniyor. Azıcık da baharatlar ve iris (süsen) mevcut. İris biraz da öndeyken, baharatlar geri planda. Orta bölüm tatlımsı meyveli süet/deri kokuyor denebilir. Son kısımda büyük değişiklik olmuyor. Sadece misk ekleniyor kompozisyona. Böylece de tenden ayrılıyor.

Daim Blond, genel olarak tatlımsı meyveli-deri-iris-misk kokusu olarak nitelendirilebilir. Bu da onu çiçeksi-meyveli deri sınıfına sokabilir. Uyumlu, sakin, barışçı ve konforlu yapısı var. Yumuşak/uysal meyvemsilik (kayısı) ve süet/deri her daim ön planda. Parfüm bu iki elementin üzerine kurgulanmış. Geri plandaki iris, baharatlar ve misk, parfümü farklı kılmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Peki başarılı olabiliyorlar mı? Ne yazık ki hayır.

Daim Blond, oldukça tatlımsı meyveler (neredeyse meyve suyu gibi) ve süeti birleştirerek farklı bir yol çizmeye çalışmış kendisine. Evet fikir olarak harika fakat uygulamada çok başarılı olduğunu düşünmüyorum. Neden mi?


Daim Blond, başlangıcında tuhaf bir yara bandı efekti ile sizi karşılıyor. Meyveler çok rafine ve lezzetli değil. Biraz yapaylık sınırında. Tamam çok pürüzsüz kullanılmış ama yine de Robert Piquet - Visa'daki o gibi müthiş meyveleri beklemeyin. Bu anlamda biraz şaşırttı beni. Zaman zaman meyvelerin tatlılığının artması, kimi parfüm severlerin hoşuna gitmeyebilir. Sonrasında ortaya çıkan süeti de kendime yakın bulamadım. Tamam deri parfümlerini severim ama burada pek ilgimi çekmedi o süet kokusu. Bilemiyorum belki de tenime uymadı bir türlü. Yani yıldızımız barışmadı.

Daim Blond, reformülasyon geçirmiş olabilir. Meyveler biraz sulandırılmış hissi uyandırdı bende. Belki Serge Lutens'den beklentim çok yüksek olduğu için biraz hayal kırıklığı yaşadım. Lutens parfümlerinin o egzotik, gizemli ve sizi alıp götüren karakterine burada rastlayamadım. Ortalama bir meyveli deri parfümü olmuş Daim Blond. Saklısı gizlisi yok. Her nota ortada.

Bilemiyorum bana deli der misiniz ama kokusunu az da olsa Aventus'a benzettim. Aventus'un o dumansı meyvemsiliğini andırıyor buradaki dumansı kayısı kokusu. Aventus daha ferah, canlı ve dinamikken, Daim Blond sönük ve hüzünlü. Hatta Mitsouko ile çok uzaktan akraba bile olabilir Daim Blond. Fragrantica’da şipre olarak sınıflandırılmasını şimdi daha iyi anlıyorum. Gerçektende Mitsouko’daki meyvemsi şipre karakterini hatırlatıyor Daim Blond.

Derinliği olmayan, basit, düz bir kokusu var. Başından sonuna kadar değişmiyor. Aynı çizgide ilerleyen yapısı uzun kullanımlarda sıkıcı olabilir. Fakat enteresan şekilde Diam Blond'u koklayan hanımlar genellikle çok beğendiler. Yani bu parfüm ilginç şekilde kadınların övgüsünü alıyor. Belki meyve aroması böyle tepki vermelerini sağlıyor. Sonuçta kadınları hangi erkek anlayabilmiş ki :)


Farklı kaynaklarda uniseks olarak görünüyor. Bence az da olsa kadın kullanımına yakın. Çok erkeksi çağrışımlar yapmıyor kokusu. Fakat meyveli parfümleri seven erkeklerde denemeliler. Belki onların tenine daha iyi uyum sağlar.

Eau de Parfum (EDP) formunda Daim Blond. Bence doğru kullanımla dört mevsime de uyabilir. Fakat yine de ılık/serin ilkbahar/sonbahar günlerine yakışacağını düşünüyorum. Kalıcılığı idare eder. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonra tene yakın hale geliyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5