27 Ekim 2012 Cumartesi

Loewe – Esencia Pour Homme (1988)



Loewe – Esencia Pour Homme (1988)  Markanın ikinci erkek parfümü.

19. yüzyılın ortalarında İspanya kraliyet ailesi iki önemli düğüne birden şahitlik ediyordu. 1846 yılında Majesteleri II. Isabel ve Prenses Maria Luisa Fernanda evleniyorlardı. İspanya aristokrasisi ve kraliyet ailesini heyecanlandıran bu evlilikler, İspanya tarihi için önemli bir yere sahip denilebilir. Fakat kraliyet ailesinin tatlı telaşı sırasında yüksek bürokrasi ile hiç ilgileri bulunmayan bir grup adam sessiz sedasız ortaklığa imza atıyorlardı.

1846 yılında bazı esnaflar/zanaatkarlar bir araya gelerek ticaretin merkezi sayılan Madrid’te deri ürünleri mağazası açmışlardı. Fakat kaderin cilvesi denilen şey 1872 yılında gerçekleşecekti. Tam da bu tarihte deri ürünleri uzmanı olan bir Alman, İspanya’ya seyahat amacıyla gelmişti. Ve bu deri mağazasını keşfetmesi uzun sürmedi. Yeni gelen Alman’ın bilgisinden ve uzmanlığından yararlanmak için güçlerini birleştirdiler. Enrique Loewe Roessberg böylece yeni bir markanın temellerini atmış oluyordu.


Loewe markasının ürünlerinin kalitesi o kadar yüksekti ki 1905 yılında İspanya kraliyet ailesinin resmi tedarikçisi haline gelmişti. Ve tabiki bu açılan kapı onların isminin daha da büyük kalabalıklarca duyulmasını sağlamıştı. Loewe markasının başarısı 1996 yılında bir dünya devi olan Louis Vuitton grubunun dikkatini çekti. Loewe’nin kuruluşunun 150. yılında LVMH grubu tarafından satın alındı. Bugün itibariyle halen LVMH grubunun kontrolünde Loewe.

Marka ilk parfümlerini 1972 yılında “L de Loewe” ismi ile çıkarmış. Hemen iki yıl sonra da ilk erkek parfümleri olan Loewe Pour Homme gelmiş. Şimdi burada dikkatimi çeken bir noktaya parmak basayım. Marka LVMH grubuna geçmeden önce sadece beş parfüme imza atmış. Fakat 1996 yılındaki satın alma ile bir sürü yeni parfüm piyasaya sürmüş. Burada LVMH grubunun saldırgan ve hırslı bir politika izlediğini görüyoruz. Örnek vermem gerekirse marka 2011 yılında La Coleccion serisine ait dört parfüm çıkarmış. Aynı yıl farklı isimlerle üç parfümü daha piyasaya sürmüş. Yani sadece 2011 yılında yedi tane parfüme imza atarak işi biraz abartma noktasına getirmiş diyebilirim. 2012 yılında da hiç boş durmamışlar zaten.


Bu kısa ve gerekli bilgilendirmeden sonra artık bugün inceleyeceğim parfüme geçebilirim. Esencia Pour Homme markanın ikinci erkek parfümü. Fragrantica’da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Kimileri onu şipre olarak da değerlendiriyor. Hatta şipre-fujer karması diyen bile var. Bence ağırlıklı olarak yeşil aromatik otlar ağırlıklı.

Esencia Pour Homme’un başlangıcı ilginç ve zengin. Bilip bilmediğiniz ne kadar ot varsa sanırım burada mevcut. Kekik, biberiye, artemisia (pelin otu), adaçayı, lavanta, bergamot ve daha kim bilir neler neler. Oldukça zengin, yeşil ve aromatik otsu bir hali var üst notaların. Çok kaliteli ama eski tarzda. Yani modern bir kokusu yok. Zaten 1980’lerin sonlarında piyasaya çıkmış. Doğal olarak da biraz 1970’lere biraz da 1980’lere atıf var. Başlangıcını beğendim.


Orta notalara geçildiğinde kokusu çok büyük değişim göstermiyor. Aynı lavanta destekli aromatik otlar hala etkisini sürdürüyor. Fakat bu andan itibaren çam ağacı/kozalağı etkisi hissediliyor. Orta notalarda biraz daha odunsu bir karaktere bürünüyor. Fakat o yeşil teması hiç değişmiyor. Bu parfümü bir çok kişinin Ralph Lauren – Polo’ya benzetmesinin nedeni muhtemelen bu çam ağacı etkisi. Bu bölümü başlangıcı kadar kendime yakın bulmasam da kaliteli ve erkeksi.

Son kısımda hala yeşil kokmaya devam ediyor. Alt notalarında odunsu his var. Ona biraz misk, meşe yosunu, deri ekleniyor.

Esencia Pour Homme böylesine anlatması zor ve yorucu bir parfüm. Çünkü eski tarz detaylı, yoğun, zengin, karmaşık bir eser. Günümüzün modern parfümleri ile uzaktan yakından ilgisi yok. Tamamen döneminin özelliklerini yansıtıyor. Erkeksi, başlangıcı keskin, maço, biraz tozlu, belli bir yaşın üzerindeki kişileri hedefleyen, resmi, beyefendi ve rafine.

Bir parfüm için yapılmış en ilginç ve uzun tanıtım videosuna sahip sanırım Esencia Pour Homme. İzleyin ve kararı siz verin :))

Parfümümüz 1970 ve 1980’lerin maço erkek parfümlerinin bir benzeri sanki. Ralph Lauren – Polo (Classic), Yves Saint Laurent – Jazz, Ralph Lauren – Safari, Guy Laroche – Drakkar Noir ve diğerleri. Sanki hepsine bir parça benziyor. Esencia Pour Homme’un farkı daha ferah, daha aromatik otsu ve oldukça yeşil kokması. Bir çok kişi Polo Classic’e benzetse de çok yakın bir ilişki yok aralarında. Polo çam ağacı teması üzerine kurgulanmış. Esencia Pour Homme ise aromatik otsu.

Buradan anlaşılacağı üzere herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil. Yani büyük kitlelerin arasında çok popüler olacak bir tarafı yok. Onun için denemeden alırsanız hayal kırıklığı yaşama ihtimaliniz yüksek. Eğer bu tür eski kokan parfümlerden hoşlanıyorsanız deneme listenize muhakkak almalısınız. Kalitesi ve zengin aroması keyif verici. Babanıza hediye etmek için iyi bir seçenek gibi duruyor.


Esencia Pour Homme’un biraz dramatik ve hüzünlü tarafının olduğunu düşünüyorum. Onun için de sonbahar aylarında kullanmak taraftarıyım. Otuz yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı çok başarılı.
+ Zengin ve rafine hali koklamaya değer.
+ Eğer eski kafa yeşil parfümleri seviyorsanız ciddi bir seçenek.

Eksileri:
- Bir çok kişi modası geçmiş bulacaktır. Muhtemelen haklılar.
- Güvenli bir kokusu yok. Denemeden almak riskli.

Koku Güzelliği:10/7.5

23 Ekim 2012 Salı

Bulgari – Bulgari Man (2010)



Bulgari – Bulgari Man (2010)  Markanın yeni parfümlerinden.

Bulgari Man. 2010 çıkışlı. Alberto Morillas imzalı. Odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Üst notalarında lotus çiçeği, bergamot ve menekşe yaprağı, orta notalarında sandal ağacı, odunsu notalar ve kabe samanı (vetiver), alt notalarında ise misk, amber, bal, benzoin ve kaşmir ağacı.

Yukarıda standart bir parfüm bilgilendirme formu şeklinde verilenler benim için çok bir anlam ifade etmiyor. Çünkü Parfüm Merakı sitesinde her türlü mekanik ve soğuk yazılardan kaçmaya çalışıyorum. Kendimce yeni bir pencere açmaya doğru gidiyor muyum bilemiyorum. Fakat yaptığım araştırmalara göre Türkiye’nin en çok okunan ve takip edilen parfüm bloguna imza atmış durumdayız. Dikkat edilirse birinci çoğul “Biz” zamirini kullanıyorum. Çünkü okuyucusu olmayan bir blog, site, medya unsuru, gazete, kitap vb. yok olmaya mahkum gibi görünüyor.

Yok merak etmeyin. Nihat Doğan’a ve profesyonel siyasetçilere özgü “Halk Popülizmi” yapmak gibi bir derdim yok. Zaten beceremem de. Bu işleri büyük insan, filozof ve düşünür Nihat abimize havale etme taraftarıyım. Çünkü o fantastik bir halk kahramanı. Onun duygu ve düşünce dünyasına çok az fani ulaşabilir. Türkiye’nin He-man’i ya da Örümcek Adam’ı o. Türkiye onunla gurur duyuyor genellikle.

İşin şakası bir yana sizlerin bloguma gösterdiği ilgi ile 800.000 tıklanmaya ulaşarak önemli bir rekora doğru gidiyoruz. Yurt dışında rastladığım bazı kişisel parfüm bloglarını bile geride bıraktığımızı mutlulukla görüyorum. Hedef 2023 yada 2071 gibi absürt siyasi kandırmacalar yerine daha aklı başında bir şey belirledim. Bir milyon tıklamaya ulaştığımızda sitede artık inek mi keseriz, deve mi getirtiriz Mısır’dan karar veremiyorum. Neyse o günler gelsin düşünürüz.

Bu anlamda sizlerin bana blogda ne gibi yenilikler yapabileceğim ile ilgili öneriler getirmeniz de çok önemli. Aklıma gelmeyen bazı özellikleri sizlerin hatırlatmasıyla devreye soktum. Yani etkileşimli bir blog olması her zaman tercihim.


Ve bu kadar takip edilen bir blogda 2010 yılının iddialı çıkışlarından olan Bulgari Man’ın incelemesinin olmaması düşünülemezdi. Zaten bir çok okuyanım bu parfümü yazmamı istiyorlardı. Neyse ki bu seferde Ahmet Can yardımıma yetişti ve bana 10 ml. şişede decant gönderdi. O zaman lafı daha da uzatmadan geçelim Bulgari Man’a. Neymiş ne değilmiş görelim.

Önce parfümün resmi tanıtım yazısıyla işe başlayalım. Bakalım neler söylemiş Bulgari kendi parfümü için:

“İlk açılış notasıyla Bvlgari Man çağdaş ruhunu sunuyor. Kalabriya bergamot, menekşe yaprağı ve beyaz armut ilk dokunuş. Taze ve meyvemsi. Bu ferah ilk nefes parfümün kalbine kadar devam ediyor, ki bu, sıradışı temel karakterini oluşturuyor. Bvlgari Man’ın özü harika ipuçlarıyla ile zenginleştirilmiş. Baştan çıkarıcı odunsu bir uyum. Vetiver ve cypriol birleşiminin güçlü ve kararlı aroması ile tatlı beyaz odunsuların sandal ağacı ve kaşmir ağacı ile birleşiminin sıcak dokunuşu. Bu noktada Bvlgari Man'in beklenmedikliği açığa çıkıyor: bitkisel amberin çekici uyumu (Alberto Morillas tarafından Bulgari için özel olarak yaratıldı) beyaz bal ve miskin büyüleyici nüansları ile asilbentin sıcak harmonisinin karışımı oryantal heyecan katıyor.”

                                   Hizmette sınır yok :)) Bulgari Man'ın resmi tanıtım galasının videosu.

Bu veya benzeri cümleleri kaç yüzüncü kez okuyorum kim bilir. Muhtemelen sizde. Tabiki bu yazılanlara çok itibar etmeden bana ne hissettirdiğine geçeyim Bulgari Man’ın. İlk sıktığımda pek anlayamadım ne olduğunu açıkçası. Fakat kullanım süresince daha bir çözdüm üst notalarını. İlk önce nedense keskin bir kara biber kokusu algıladım. Hatta biraz Marc Jacobs – Bang’e bile benzettim. Ama sonrasında kara biberden ziyade daha yeşil bir açılışı olduğunu keşfettim. Evet üst notalar karanlık sayılabilecek yeşil çiçekler ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Lotus çiçeği ve menekşe yaprağı görünüyor. Muhtemelen menekşe yaprağından geliyor bu koku. Sanki biraz da tozlu kabe samanı (vetiver). Pek alışılmadık bir kokusu var. Ama sevdiğimi söyleyemem.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada çiçeksilik ve o kara biber hissi geri çekiliyor. Ortaya metalik, yapay ve kremsi odunsu notalar çıkıyor. Muhtemelen ya sedir ya da Iso E Super. Ama oldukça yapay. Bazı kullanıcıların bu kısmı Hermes – Terre d’Hermes’e benzetmesi sanırım açıklığa kavuşmuş oluyor. Fakat bence büyük bir benzerlik yok. Hele ki Terre d’Hermes’in yüksek kalitesinin yanında Bulgari Man ancak nal toplar. Orta notaları vasat.


Gelelim sonlara. Alt notalarda bu yapay, metalik odunsu koku devam ediyor. Fakat burada amber ve misk ekleniyor. Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki parfümün en sevmediğim yanı burası. Yapaylık üst düzeyde. Zaten bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Ama markalar benimle aynı fikri paylaşmıyorlar sanırım.

Eveeet şimdi gelelim sadede. Bulgari, dünyanın mücevher ve diğer aksesuarlar alanında en saygı duyulan markalarından birisi. Böyle bir markanın parfümleri de doğal olarak belli standartların üzerinde olması gerekir diye düşünebiliriz. Ki bir çok dünya vatandaşı da bizim gibi düşünecektir. Her ne kadar daha önce denediğim Bulgari parfümleri beni çok tatmin etmese de Bulgari Man ile ilgili beklentim sanırım biraz yüksekti. Çünkü tasarımcısı da önemli burunlardan birisi Alberto Morillas. Bu üstadımız daha önce de Bulgari’nin bir çok parfümüne imza atmış. Ayrıca o kadar çok popüler olmuş parfüm tasarlamış ki burada tek tek saymaya kalksam epey zamanımı alır. Kısaca beklenti yüksek.


2010 yılında çıkarılmış yepyeni bir parfüm Bulgari Man. Ve tasarımcısı da bahsettiğim gibi çok önemli bir isim. Şimdi bu durum bana çok popüler olmaya yönelik bir parfüm olacağı hissi veriyordu. Yani Bulgari büyük kalabalıkların beğeneceği ve seveceği bir arkadaşa imza atacaktı ve muhtemelen diğer rakipleri gibi kaliteden ödün verecekti. İşte parfümü denemeden önce düşündüklerim böyleydi. Ve parfümü kullanma süresinin sonunda fikirlerim çok büyük değişim geçirmedi.

Öncelikle Bulgari Man’ın garip başlangıcını pek kendime yakın bulmadım. Bu tür yeşil-tozlu-kabe samanımsı kokulardan hoşlananların ilgisini çekecektir. Fakat pek bana göre değil. Açılışında yapaylık pek hissedilmiyor. Ama asıl sorun orta notalarda başlıyor. Bu andan itibaren ortaya çıkan yapay odunsu notaları kimileri çay temasına benzetmiş. Bence oldukça yapay, metalik ve kremsi odunsu notalar gerçekten çok başarısız. Acaba biraz abartıyorum mu diye düşünüyorum. Kendimi yokluyorum. Ama hayır. Gayet eminim. Bulgari Man orta kısmından itibaren bir başarısızlık ve vasatlık örneği. Hele ki sonları yok mu. Bahsetmeye bile gerek duymuyorum.

                Bu da Bulgari Man'ın tanıtım yüzü olan Clive Owen'ın rol aldığı kısa video ve çekim arkası. 

Alberto Morillas gibi bir üstadın bu kadar yapay, ucuz ve iç gıcıklayıcı bir parfüme nasıl imza attığını keşke kendisine sorabilsem. Acaba gerçekten de yaptığı parfümden memnun mu? İçi rahat mı? Yoksa işvereni olan Bulgari’nin isteklerine teklifsiz boyun mu eğmiş? Böyle vasat bir parfümü kariyerinde nasıl bir yere konumlandırmayı düşünüyor? Daha da önemlisi bu parfümden sonra sana nasıl güveneceğiz Mr. Morillas?

Hey gidi Rochas Men’i beğenmeyen parfüm severler. Alın size Bulgari Man. Evet tarzları hiç benzemese de bu iki popüler arkadaşı karşılaştırdığımda parfüm dünyasının nasıl bir gerilemeye maruz kaldığını rahatlıkla görebiliyorum. Ticari kaygılar ve bol satış yapabilecek parfüm tasarlamaya çalışmak, Bulgari gibi saygı duyulan bir markaya bile böylesine kötü bir parfüm yaptırtabiliyor. Batsın sizin kar elde etme amaçlarınız. İyi de arkadaş siz çok büyük karlar elde edeceksiniz diye insanları böyle içi boş parfümlere mi mahkum edeceksiniz.


Bulgari Man’in ne çiçeklerini, ne yapay odunsu notalarını ne amberini ne tatlılık için kullanılmış balı ne de miskini beğendim. Bu kadar baştan savma ve sıradan bir parfümle bizi kandırabileceğini mi sandın Bulgari ve Alberto Morillas? Evet güzel pazarlama etkinliklerine imza atmışsınız ama keşke o özeni biraz da parfümünüze gösterseymişsiniz.

Kimi yorumcular akuatik olduğundan bahsetmişler. Valla ben hiç akuatik tarafına rastlamadım. Nerede su, deniz, yosun yada tuz kokusu. Gerçekten şaşkınım. Hani iyi bir şeyler yazayım diye düşünüyorum. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Çünkü hoş bir tarafına rastlayamadım. Ayrıca hafiften de baş ağrısı yaptı zaman zaman. Bu da işin cabası.

Sanırım Bulgari Man son yılların en başarısız yeni parfümlerinden birisi. Nesini anlatayım ki. Deneyin ve görün.


Parfümün kalıcılığı ortalama. Fark edilirliği düşük. Bence dozu iyi ayarlanırsa dört mevsim kullanılabilir. Yine de ilkbahar-sonbahar-kış için daha uygun. Günlük veya ofis kullanımına uygun diyebilirim. Lütfen denemeden almayın. Sorumluluk kabul etmiyorum.

Artıları: 
+ Yok

Eksileri:
- Üst düzeydeki yapaylık sinir bozucu.
- Farkedililiği zayıf.
- Herhangi bir karakteri yok kokusunun.

Koku Güzelliği:10/5

20 Ekim 2012 Cumartesi

Joop – Nightflight (1992)



Joop – Nightflight (1992)  Markanın pek popüler olmayan erkek parfümü.

Hah bir de bu çıktı. Pişkin hırsızlar. Hani Türkçemizin güzel deyimlerinden birisi “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” der. Aynen öyle. Biraz alttan alıp efendilik edecek olsan hemen tepene çıkacaklar. Hatta seni hırsız ilan ediverecekler.

Bu pişkin insan formu uzun zamandır aramızda mıydı yoksa son yıllarda gizlendikleri deliklerinden mi çıktılar emin değilim. Utanmazlık ve onursuzluk başarı mı kabul ediliyor artık bu ülkede. Ne oluyor bu ülke insanına anlamıyorum.

Blogumu uzun zamandır takip edenler, benim ve daha başka blog yazarı arkadaşların yazılarını aynen kopyalayıp, bir de o sitelere reklam alıp para kazanmaya çalışanların farkındadır. Valla bravo. Bir biri ardına mantar gibi türeyen bu siteler yazılarımızı aynen kopyalayıp, kendi siteleri gibi rahat davranıyor bir de. Pişkinliğinde, utanmazlığında bir sınırı olması lazım. Sanırım bu ülkede her türlü manevi değer büyük bir erozyon geçiriyor. Ve ülke insanı da bu çürümüşlüğün kurbanı oluyor. Saygı imiş, değer vermekmiş. İzin almakmış. Pehh. Neredeyse bunları hatırlatanları enayi yerine koyacaklar.

Geçenlerde bu sitelerden birisini yakaladım. Hem de alışveriş sitesi. Blog diye bir sayfa açmış. Ve sürprizzz. Benim yazıların aynısı hatta resimlerde dahil bu alışveriş sitesinin sayfasında. Tabiki hemen iletişime geçtim ve blogu kapattırdım. Zaten bir daha öyle bir şey yapmaya kalkarsa buradan ve Facebook sayfamdan teşhir edeceğim bu siteyi. İşin komik tarafı bir de bana akıl öğretiyor. “E sende ters tıklayınca kopyalanamayan script’ler kullansaydın” demez mi! “Peki sen önce önüne gelen siteden yazı araklamasan nasıl olur” da dahil bir çok şey söyledim. Sanırım anlamıştır. Neyse artık beklemedeyim.

Evet içimde kalmasın diyerekten sizinle yaşadığım hadiseyi paylaşayım dedim. Tabiki bu fikir hırsızlığı olayının inceleyeceğim parfüm ile bir ilgisi yok. Alman moda endüstrisinin gururlarından olan Joop markası artık ikonik hale gelmiş ünlü parfümü Joop Homme ile zaten uzun yıllardır en çok satılan eserlerden birisine sahip. Bakalım denediğim üçüncü Joop parfümü bana neler hissettirecek. Çünkü diğer ikisini pek beğenmemiştim.

Nightflight markanın çok popüler bir parfümü değil. Jump ve Go gibi öne çıkmadı hiçbir zaman. Geri planda kaldı nedense. Marka ilk parfümünü 1987 yılında piyasaya sürmüş. İki yıl sonra da meşhur Joop Homme gelmiş. 1992 tarihinde ise Nightflight piyasaya sürülmüş. Yani üzerinden 20 yıl geçmiş bir parfüm var karşımızda.


Joop – Nightflight, kimilerine göre oryantal, kimilerine göre çiçeksi, kimilerine göre aromatik fujer. Madem öyle bende bir fikirde bulunayım. Akuatik-çiçeksi-odunsu diyorum. Hadi bakalım.

Elimdeki 10 ml.lik decant şişenin içinden, üzerime püsküren sıvı ilk anda biraz geri çekilmeme neden oluyor. “İyiki sadece tek fıs sıkmışım” diye düşünüyorum. Çünkü çok yoğun ve güçlü bir açılışa sahip. İki ana öğe var başlangıçta. Buruk ve biraz eski kokan turunçgiller (muhtemelen bergamot-limon) ve lavanta. Ortaya çok ferah bir koku çıkmış. Daha ilk sıktığımda bu kokuyu nereden hatırlıyorum diye düşünmeye başladım. Hani arabalarda kullanılan ve benzinliklerde satılan ucuz, renkli kolonyalar vardır. Bende de olduğu için biliyorum o kolonyalardan. İşte onları andırıyor. Pek sevdiğimi söyleyemem.

Orta notalara gelindiğinde ana eksen çok değişmiyor. Yeşil kokan ferah lavana-bergamot biraz geri plana geçiyor. Ortaya erkeksi meyveler (ananas-portakal olabilir) ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Hala başlangıçtaki gibi yeşil ve ferah kokuyor. Son kısımda ise kokusu daha da güzelleşiyor. Yumuşak odunsu notalar biraz amber ve sandal ağacı ekleniyor. Alt notaları hem daha sakin hem de daha etkileyici.


Nightflight’ın genel bir karakterini çizeyim önce. Bence başından sonuna yeşil, akuatik, ferah ve çiçeksi. Buradaki çiçekler gayet erkeksi. Muhtemelen lavanta ana oyuncu çiçek anlamında. Ama güçlü bir akuatik yönü de var. Tamam bir Kenzo Pour Homme değil. Ama ilginç şekilde deniz kenarında dolaşıyor hissini verebiliyor zaman zaman. Hatta ufaktan sabunsuluk bile mevcut. Yani görüleceği üzere on parmağında on marifet var. Hepsinden birer parça alıp harmanlayan bir yapıya sahip. Bu tür fazlaca yeşil kokularla aram olmasa da ilginç bir etkisi var. Genel olarak ortalama bir eski tarz akuatik koku olarak görüyorum Nightflight’ı.

Kullanan bir çok kişi Davidoff’un meşhur parfümü Cool Water’a benzetmiş. Evet bence de andırıyor. Fakat ondan daha çiçeksi. Daha yoğun, dolgun ve kalıcılığı yüksek. Zaten denediğim Joop parfümlerinin kalıcılık yönünden hiçbir sıkıntıları olmuyor. Ki söz konusu olan ferah bir yaz parfümü.

Peki harika mı? Ya da bir şişesini almaya değer mi? İşte biraz derine inelim o zaman. Çünkü Nightflight, 1990’ların başında piyasaya çıkarılmış. Yani yirmi yaşını kutluyor bu sene. Onun için de kokusu çok modern değil dersem yanlış olmaz. Biraz Cool Water tarzı eski ve olgun havası var. Yani çok genç arkadaşlar özellikle başlangıcını beğenmeyebilirler. Biraz yaş istiyor sanki. Unutmadan söyleyeyim. Oldukça erkeksi bir tarzı var. Sanki maço bir erkeğin yaz kolonyası olmaya aday. Belki de güçlü ve baskın kokusu böyle düşünmemi sağlıyor. Bu anlamda da günümüzün modern erkek parfümlerinden ayrılıyor.


Bu parfüm neye benziyor derken aklıma geliyor. Bleu de Chanel’e biraz benzettim genel halini. Fakat Chanel daha kalitesiz, tek düze ve kolonyamsı kokarken, Nightflight daha olgun, derin ve ilginç. Kalite anlamında da daha iyi. Zaten şişesinin mavi olması onun adeta ferah bir akuatik olduğunu müjdeliyor.   

 Nightflight bir baş yapıt değil. Ama döneminin özelliklerini bize sunan bir arkadaş. Eski kafa bir akuatik adeta. Başlangıcı biraz kabul etmesi zor geldi bana. Orta notalara doğru daha tahammül edilebilir. Sanki temizlik hissi veren bir tarafı da var. Belki de sabunsu yanı böyle bir imaj çizmesini sağlıyor. Bence denemeden almayın. Küçük bir not düşeyim. Nightflight’ın üretiminin sonlandırıldığına dair dolaşan söylentiler var. Muhtemelen doğru. Onun için ilerleyen zamanlarda bulması zorlaşabilir. Eğer bu parfümü sevenlerdenseniz elinizi çabuk tutmanızda fayda var.

Nightflight’ın erkeksi yanı bence ağır basıyor. Kimi yorumcular uniseks olarak değerlendirmişler. Pek katılamayacağım. Bir kadında bu kokuyu duymak isteyeceğimi sanmıyorum. 25 yaş ve üzerindeki erkekleri hedefliyor gibi bir hali var. İlkbahar-yaz ayları için daha uygun olur gibime geliyor.

Kalıcılığı bende gayet yüksek oldu. Farkedilirliği başlarda yüksek. Onun için çok fazla sıkmamak gerek.

Artıları:
+ Sonlarını başarılı buldum.
+ Artık orta ve üst yaştaki erkekler için parfüm tasarlamayı unutmuş durumdaki üreticilere bir hatırlatma olabilir. Bu dünyada sadece 15-25 yaş grubu insanlar yaşamıyor. Ve sadece onlar parfüm kullanmıyor.
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Başlangıcını çok başarılı bulmadım.
- Biraz nostaljik denilebilecek bir hali var.

Koku Güzelliği:10/6.5

16 Ekim 2012 Salı

Etat Libre d’Orange – Like This: Tilda Swinton (2010)



Etat Libre d’Orange – Like This: Tilda Swinton (2010)  Markanın ilginç parfümü.

“Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.” Bu sözler onun vasiyetiydi.

13. yüzyılın hemen başları İslam dünyasının en büyük alimlerinden birisinin doğumuna tanıklık etmiştir. Onun felsefesi sadece İslam dünyasını değil, dünyada yaşayan ve onun kitaplarından haberdar olan farklı inançlardaki insanları bile derinden etkilemeye devam ediyor.

Geçtiğimiz aylarda bir gazetede onun kitaplarının Amerika’da en çok okunan eserlerden olduğunu öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Hatta çok bile geç kalınmıştı onu dünyanın keşfetmesi. Neden sekiz yüz yıl beklediler ki?


“Bir mum, başka mumları da ateşinden faydalandırırsa ışığından bir şey kaybetmez” diyecek kadar ilmini paylaşmaktan çekinmeyen, “Hamdım, piştim, yandım” cümlesi ile hayatının özetini yapabilen, “Kim olursan ol gel” diyecek kadar sevgi ve tahammül dolu bir insan. “Öldüğüm gün sakın üzülmeyin arkamdan. Çünkü sevdiğime kavuşacağım” diyecek kadar Allah aşkı ile yanan bir sufi.

Yurtdışında kullanılan ismi ile Rumi, bizim bildiğimiz ismiyle ise Mevlana Celaleddin Rumi. Şimdi diyeceksiniz ki nereden aklına geldi Mevlana, Parfüm Merakı. Siz sormadan ben söyleyeyim. Çünkü bugün yazacağım parfümün ilginç bir özelliği var.

Daha çok uçuk pazarlama stratejileri ve sıra dışı parfümleri ile tanınıyor Fransız niche parfüm evi Etat Libre d’Orange. Ve onların Like This: Tilda Swinton isimli parfümlerinin orijinal numunesinin paketini açıyorum. Her zamanki gibi küçük bir naylonun içinde 1.5 ml. numune ve bir de kağıt var. Tabiki merakla önce turuncu renkli kağıdı açıyorum. Ve karşıma şu satırlar çıkıyor:

Her kim sorarsa sana
bütün cinsel isteklerimizin
kusursuz tatmininin
neye benzediğini, kaldır yüzünü
ve de ki,

Bunun gibi.


Eğer birisi dile getirirse gece gökyüzünün
zarifliğini, dama tırman
ve dans et ve de ki,

Bunun gibi.

Her kim bilmek isterse “ruh” nedir,
yahut “Tanrının Mis Kokusu” ne demektir,
başını ona doğru ey.
Yüzünü yakın tut orada

Bunun gibi.

Birisi tekrar ederse eski şiirsel imaji
bulutların ayın örtüsünü nasıl yavaşça kaldırdığına dair,
yavaşça gevşet kaftanının iplerini
düğüm düğüm

Bunun gibi.

Her kim merak ederse İsa’nın ölüyü nasıl dirilttiğini,
Mucizeyi açıklamaya çalışma.
Öp beni dudaklarımdan

Bunun gibi.

Sorarsa birisi “aşk için ölmek,”
ne demektir diye, burayı
işaret et.

Bunun gibi.

Boyumun ne kadar olduğunu sorarsa birisi, çat kaşlarını
ve parmaklarınla ölç boşluğu
alnının üstündeki kırışıklıkların arasındaki

Bu kadar uzun.

Bu ruh bazen canı bırakır, bazen de geri gelir.
Birisi buna inanmıyorsa,
evime geri yürü

Bunun gibi.


Aşıklar inlediği zaman
bizim masalımızı söylüyorlar

Bunun gibi.

Ben ruhların yaşadığı bir semayım.
Esinti bir sır söylerken,
bu derinleşen maviliğe bak

Bunun gibi.

Birisi sorduğu zaman ne yapmak gerektiğini,
onun elinde bir mum yak,

Bunun gibi.

Yusuf’un kokusu Yakub’a nasıl geldi? Huuuuuuu.
Yakub’un gözleri tekrar nasıl gördü? Huuuuuuu.
Biraz merak göz arındırır.

Bunun gibi.

Şems Tebriz’den geri gelince,
koyacak başını kapının kenarından hemen
bizi şaşırtmak için

Bunun gibi.

(Mevlâna Celâleddin-i Rûmi) 

Evet yanlış okumuyorsunuz. Ya da yanlış anlamıyorsunuz. Like This: Tilda Swinton parfümünün içinden Mevlana’nın “Bunun Gibi” şiirinin çıkması emin olun beni de sizin kadar şaşırttı. Son yıllarda Mevlana’ya büyük bir ilginin olduğunu biliyordum yurt dışında. Ama onun şiirinin isminin bir parfümde canlanacağını hiç düşünmezdim. Like This (Bunun Gibi) ismi bu şiirden geliyor. Çünkü Bunun Gibi şiiri başarılı oyuncu Tilda Swinton’un en sevdiği şiirmiş. Bu konuda bazı demeçleri de var zaten. Hatta Swinton’un Mevlana’nın bu şiirini kendi sesiyle okuduğu bir kayda bile rastladım.

                                                              Başarılı oyuncu Tilda Swinton. 

Fakat dikkatinizi çekmiştir. Parfümün ismi sadece Like This (Bunun Gibi) değil. Bir de Tilda Swinton var. İskoç asıllı bir ailenin kızı olarak 5 Kasım 1960 yılında Londra’da doğmuş Tilda. Cambirdge üniversitesinde sosyal ve politik bilimler eğitimi almış. Üniversiteden sonra tiyatro eğitimi de almış. Ve ilginç yüzü onun en büyük yardımcısı olmuş. Kısa zamanda ünlü yönetmenlerin dikkatini çekmeyi başarmış. Bir çok filmde oynamış. Keanu Reeves’in tuhaf filmi Constantin’de Cebrail rolüyle karşımıza çıkmış. Ayrıca Tom Cruise’ün ünlü filmi Vanilla Sky’da rol almış. Leonardo di Caprio’nun tropikal bir adada geçen “The Beach” filminde de rolü varmış. 2007 yılında ise “En iyi yardımcı kadın oyuncu“ alanında Oscar ödülü almış. Yani karşımızda başarılı da bir aktris var.

                                       Tilda Swinton'un kendi sesinden Like This (Bunun Gibi) şiiri.

Etat Libre d’Orange bugün inceleyeceğim parfümlerinin oluşturulmasında hem Mevlana ve onun şiirinden hem de güzel oyuncu Tilda Swinton’dan ilham almış. Unutmadan ekleyeyim. Like This markanın ikinci olarak ünlü bir isme adadığı parfüm. Daha önce de Rossy de Palma için bir parfüm üretmişlerdi. Artık biraz da kokusuna bakalım Like This’in.

Like This, kendi sitelerinde hiçbir kategoriye sokulmamış. Fragrantica’da ise çiçeksi denmiş. Bence pek çiçeksi değil. Sanki baharatlı-odunsu-deri kısmı daha öne çıkıyor. Sınıflandırması zor bir kokuya sahip zaten. Kullanım sürecinde kafam allak bullak oldu çoğu zaman. Yine de elimden geldiğince anlatmaya çalışayım.


Parfümün açılışı parlak bir turunçgil ile gerçekleşiyor. Portakal-mandalina ikilisi ışıltılı ve biraz yapay. Zaten bu kısım çok kısa sürüyor. Daha sonrasında işler biraz karışıyor. Orta notalara doğru çok garip bir koku burnuma geliyor. Tarif etmek zor. Bir çok yorumcu bu kokunun Amerika’ya özgü bir tür bal kabağı kokusuna çok benzediğini söylemiş. Açıklanan notalarında böyle bir bilgiye rastlamadım. Ama neden olmasın diyesim var. Sanki turunçgilimsi-meyvemsi-yapay bir hali var. Biraz Serge Lutens’in ekmek kokan parfümü Jeux de Peau’ya benzettim. Kimi yorumcularda zencefilli ekmeklere benzetmişler. Evet haklılar. Çünkü sonrasında güçlü baharatlar devreye giriyor. Zencefil baş rolde. Epey tatlılık mevcut bu arada. Orta notaları anlatmak gerçekten zor. “Tatlı zencefilli ekmek gibi” deyip işin içinden çıkıyorum. Son kısım ise yine bir garip. Tuhaf, plastiğimsi bir deri alttan alta hissediliyor. Birazda tozlu bir kabe samanı. Fakat ağırlık karanlık odunsu notalarda. Tütsü burada önemli bir rol oynamış. Hatta yanmış ve bitmiş tütsülere benzettim alt notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Like This tuhaf bir parfüm. Kokusunu bir şeylere benzetmek zor. Özellikle orta notalarından itibaren ortaya çıkan bal kabağımsı parlak koku ayrı bir karakter katmış. Yani çok güvenli ve herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil. Resmi tanıtımlarında Türkçeye ölmez otu olarak çevrilen immortelle’den bahsedilmiş. Daha önce hiç ölmez otunu koklamadığım için bir yorum yapamayacağım. Genel olarak oldukça tatlı bir yapısı var. Neredeyse şekerli bile diyebilirim. Ama öyle içinizi bayan ve rahatsız edecek kadar değil. Yine de tatlı kokuları sevmeyenlerin hoşuna gideceğini sanmıyorum. Bir yorumcunun dediği gibi “baharatlı, portakallı keklere” benziyor diyebiliriz. Böylece parfümümüz rahatlıkla gourmand sınıfına giriyor sonucuna varabiliriz.


Like This, deneysel bir kokuya sahip diyebilirim. Yani biraz uçlarda dolaşıyor. Bu tabiki bilinçli bir seçim marka için. Zaten Etat Libre d’Orange’ın bir çok parfümü kendine özgü. Yani yaratıcı bir yanı var Like This’in. Şöyle bir düşündüğümde hiç benzerine rastlamadığım bir eser. Ve bu da parfüm dünyası için yeni bir kapı demek. Bu anlamda başarılı buldum konsepti. Hatta 2011 yılında bir de ödül almış parfüm olarak.

Kokusu nasıl derseniz genele hakim öğe baharatlar (zencefil) diyebilirim. Zaten parfümün tanıtım afişlerinde zencefil yönü vurgulanmış. Buradaki zencefile vanilya veya çikolata gibi popüler öğeler destek vermiyor. Daha plastiğimsi ve odunsu bir zencefil kullanımı görüyorum. Like This ne tam turunçgilli, ne tam çiçeksi, ne tam miskli. Garip bir yerde duruyor.


Yukarıda parfümü detaylı olarak yazarken Serge Lutens’in ilginç parfümü Jeux de Peau’ya benzetmiştim. Yine bazı yorumcularda bana katılmışlar. Fakat arada şöyle bir fark var. Jeux de Peau daha tereyağlı ekmek gibi kokarken, Like This  portakallı ve zencefilli bir ekmeğe benziyor. Birde Like This’in son kısımlarındaki baskın tütsü de iki parfümün ayrılan noktalarından.

İyi de Parfüm Merakı kokusunu beğendin mi diyeceksiniz büyük ihtimalle. Valla ilk kullandığımda oldukça beğenip ilginç bulmuştum. Fakat geçen günlerin ardından biraz tek düze geldi. Yani uzun süreli kullanımda sıkıcı olacağa benziyor. Çok alışıldık bir kokusu yok. Onun içinde bir çok kişi burun kıvırabilir. Ki bunu da anlayışla karşılarım. Sonuç olarak çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ama böyle ilginç bir kokuyu deneyim olması bakımından bile koklamanızda fayda var.


Parfümümüzü Mathilde Bijaoui tasarlamış. Etat Libre d’Orange’ın iki yeni parfümü Sex Pistols ve Bijou Romantique’e de imza atmış. Ayrıca Penhaligon’s – Lily & Spice, Roberto Cavalli – Just Cavalli I Love Him, Jacomo For Men ve Lalique – Hommage a L’Homme parfümlerini de tasarlamış Mathilde Bijaoui. Fakat genel olarak çok ismi duyulmuş bir burun değil.

Like This, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bu durum kalcılığına olumlu yansımış. Kalıcılığı fena değil. Farkedilirliği başlangıçta yüksek. Sonrasında normale dönüyor.


Sanırım esinlendiği kişi bir kadın olduğu için kadın parfümü olarak değerlendiriliyor. Fakat bence hiç de kadınsı bir yanı yok. Hatta erkek kullanımına daha yakın gibi duruyor. 30 yaş üzerindeki ve belli bir parfüm tecrübesine sahip arkadaşların kullanması daha uygun olur diye düşünüyorum. Yoksa konsept pek anlaşılamaz. Benden söylemesi. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın biraz rahatsız edici olabilir.

Artıları:
+ İlginç ve uçlarda dolaşan konseptini beğendim.
+ Son kısmı bence parfümün en güzel tarafı.
+ Parfümün isminin Mevlana’nın bir şiirinden gelmesi mutluluk verici.

Eksileri:
- Orta notalarını bir türlü sevemedim. Ki zencefili çok severim.
- Oldukça riskli bir kokusu var. Denemeden almak sizi üzebilir.
- Biraz tek düze sanki. Çok büyük değişim geçirmiyor kokusu.

Koku Güzelliği:10/7

13 Ekim 2012 Cumartesi

Carolina Herrera – 212 Sexy Men (2006)



Carolina Herrera – 212 Sexy Men (2006)  Markanın popüler erkek parfümü.

Parfüm Merakı: Ah o moda dergileri yok mu? Bütün suç onların.
Parfüm Merakı okuyucusu: Niye ki Parfüm Merakı. Ne yapmışlar?
Parfüm Merakı: Her şeyin en,en, en bilmem bir şeylerini yayınlıyorlar ya oradan diyorum. En iyi buluşma mekanları, partnerini çıldırtmanın en iyi 10 yolu (bir insan neden partnerini çıldırtmak istesin onu da anlayamadım ya :)), en iyi espresso içilecek yerler. Köpeğinizi gezdireceğiniz en iyi parklar ve daha onlarcası.

İşin şakası bir tarafa, son yıllarda “trend” olayı almış başını gidiyor. Modadan sinemaya, eğlence mekanlarından müziğe kadar her şeyin en trend olanına meyil etme durumu sanırım günümüz insanının açmazlarından olsa gerek. Hele ki değerli kadınlarımız bu trendlere uyma işinin biraz suyunu çıkarmaya da meraklılar. Bir ayakkabı moda olmasın. Amanın. Her üç kadının iki buçuğunda o ayakkabı. Hatırlarsanız bir aralar Puma’nın siyah boksör ayakkabıları gibi bir modeli çıkmıştı. Herkes de ondan oluvermişti bir hafta içinde. Tabiki üç ay sonra modası geçince canım kardeşlerimiz olan “apaçilerin” ayaklarını süslemeye başladı bu sefer.

Yahu Parfüm Merakı şu “Ugg” modasını da ıskalama dediğinizi duyar gibiyim. Hani şu ayı patisine benzeyen bol tüylü botlar. Ve modası geçince aynı hızla yok olup gidiyorlar. En ilginci de o. E şimdi moda diye aldın ayakkabıyı. Üç kere giydin. Modası birden geçiverdi. Daha yepyeni. Ne yapıyorlar öyle durumlarda merak ediyorum. Hani şehirlerimizde geri dönüşüm kutuları var. Öyle bir şey yapılabilir bu tür modası geçmiş yepyeni kıyafetler ve diğer bilumum şeyler için. Modası geçen ayakkabı ya da ojeyi at “Moda Dönüşüm Kutusu”na. Sevgili okuyucular görüyorsunuz fikir var ama uygulama yok.

Madem trendler ve moda hayatımızın bu kadar içinde. O zaman bizde ilgi ve sevgi alanımız olan parfümlere bakalım kısaca. Özellikle 1990’lı yılların ortalarından itibaren sanırım parfüm trendleri de değişmeye başladı. Belki de dünyadaki “gurme turizminin” de artmasıyla parfümlerde yiyecekler gibi kokabilir fikri öne çıktı. Ama yiyecek derken hünkar beğendi ya da zeytinyağlı enginar değil tabiki. Ağırlık tatlı yiyeceklerden yana oldu. Çikolata, süt, kahve, karamel, kakao, gofret, kek, pasta vb. gibi besinlerin kokuları parfümlere uyarlanmaya başlandı. Bu akımın kuşkusuz ilk ve en önemli parfümleri Thierry Mugler’den geldi. Çok kısa arayla çıkan A Men (Angel Men) ve Angel parfümleri parfüm dünyasında küçük çaplı bir sarsıntı yarattı diyebiliriz. Çikolata ile silhatı (paçuli) birleştiren bu iki parfüm ilk çıktıkları andan itibaren büyük ses getirdi. Özellikle kadın versiyonu olan Angel şimdiden “kült parfümler” listesine adını yazdırmış gibi görünüyor.


Parfüm trendlerindeki bu radikal değişim, normal olarak diğer markaları da etkiledi. Ve bir çok parfüm üreticisi yönünü tatlı kokan (şekerli bile diyebiliriz), karamelize, çikolatamsı, vanilyalı aromalara çevirdi. Yani rekabet artık burada. Ve bu rekabet bir çok yeni ve birbirini andıran parfümün ortaya çıkmasıyla devam ediyor. Tabiki markalarda bu pazardan en büyük payı kapmanın peşindeler.

Bu konudan sanırım daha önce de bahsetmiştim. Çünkü önemli bir yanı var. Adeta parfüm endüstrisinin seyrini değiştiren bir durum diyebilirim. Fakat niche markalar nispeten popüler markalara göre daha özgür olduklarından farklı yorumlara yer veriyorlar. Ama gördüğüm kadarıyla önümüzdeki yıllarda bu tip gourmand denilen parfümler ağırlıklı olarak görülecek. Arada çıkacak farklı istisnalara da muhakkak şahit olacağız.
 

Yabancıların gourmand dedikleri parfümlerden birisi ile karşınızdayım. Başarılı modacı Carolina Herrera’nın büyük iş yapan parfümü 212 ülkemizde de çok kullanılıyordu. Hala da oldukça seveni olduğunu düşünüyorum. 2006 yılında ise sanırım 212 isminin gücünü kullanarak yeni bir parfüm çıkardılar. 212 Sexy Men, abisi 212 Men’e hiç benzemiyor dersem yanlış olmaz. Yani tamamen farklı tarzdalar. Kendi sitelerinde parfümlerini “ferah fujer” olarak sınıflandırmışlar. Ve şöyle bir pazarlama yazısına imza atmışlar:

“Seksi, gizemli, erkeksi... 212 Sexy Men, mandalina ve bergamotla belirginleştirilmiş enerjik bir tazeliğin kombinasyonu. Kakuleyle harmanlanmış biber ve çiçeklerin taç yapraklarına ait notalar zarif ve baharatlı bir çekicilik yaratıyor. Vanilya ve miskle harmanlanmış odunsu alt notalarla da erkeksilik dışa vuruluyor. Şişenin kapanışı ve açılışı, patlıcanın ve koyu pembe tonlarının duyusal karakterini tamamlayan güç, dayanıklılık ve kalite duygusu veriyor.”


Resmi tanıtım cümlelerini bir kenara bırakalım ve kokumuza geçelim. İlk sıktığımda kremsi ve biraz vanilyamsı turunçgil beni karşıladı. Açıklanan notalarında mandalina var. Evet muhtemelen hafif tatlı bir mandalina olmalı bu koku. Bana nedense Paco Rabanne – 1 Million’ı hatırlattı. Yani son zamanlarda bolca duymaya alıştığım bir koku. Üst notaları fena değil. Orta notalarına geçildiğinde doğal olarak turunçgiller geri plana düşüyor. Ve ortaya tatlımsı baharatlar, biraz vanilya ve amber geçiyor. Baharat derken tarçın, kakule ve biber olabilir. Bu kısım parfümün en sevmediğim yeri diyebilirim. Normalde sevmem gereken orta notalar oldukça yapay kokuyor. Hatta biraz baş ağrısı bile yaptı her seferinde. Alt notalarına gelindiğinde vanilya daha baskın hale geliyor. Kremsi vanilyaya bu sefer de yumuşak tatlımsı odunsu notalar ekleniyor. Alt notalar daha tahammül edilebilir. Ama hala çok sevdiğimi söyleyemem. Yani özetle, tatlı turuçgiller (ağırlık portakal-mandalina), tatlı baharatlar (tarçın, kakule ve biber), vanilya, amber ve odunsu notalar. İşte 212 Sexy Men.

Kısa bir düşünme sürecinden sonra 212 Sexy Men’i onlarca yeni, popüler parfüme benzetebilirim. Sanki hepsinden birer parça araklamış ve ortaya geniş kitlelerin sevebileceği, yüksek satış rakamlarına ulaşabilecek, kadınların hoşuna gidebilecek bir parfüm meydana getirilmeye çalışılmış. Fakat sanırım artık kantarın topuzu kaçmaya başlıyor. Çünkü her marka birbirinin aynısı tatlı, baharatlı, vanilyalı, gourmand tarzında parfümler piyasaya sürmeye başladı. Ne yazık ki kalite ise giderek düşüyor. Ve ben sıkılmaya başladım.



212 Sex Men’i uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yves Saint Laurent – Body Kouros ve La Nuit de L’Homme, Jean Paul Gaultier – Le Male, Rochas Men, Bond No.9 – New Haarlem, Lanvin – Arege Pour Homme, Gucci – Envy For Men, Paco Rabanne – 1 Million, Guerlain – L’Instant de Guerlain Pour Homme ve aklıma gelmeyen onlarca örnek daha. Emin olun 212 Sexy Men bu parfümlerden çok farklı değil. Genel olarak birbirinin aynı kokmaya başlayan tatlı, baharatlı vanilyalı parfümler kervanına katılmış bulunuyor.

212 Sexy Men, yaşı çok genç erkeklerin piyasa yapmak için kullanacakları bir parfümden daha fazlasını vaat etmiyor. Hiçbir yeni tarafı yok. Piyasada onlarca aynı kokan parfümün bir başka tekrarı olarak karşımıza çıkıyor. Hatta biraz ucuz kokan açık parfümlere de benzettim.


Sıcak, vanilyalı, baharatlı, yapay, vasat bir kokuya sahip. Kimi kullanıcılar Le Male’ye benzetmişler. Fakat ben aralarında çok büyük benzerlikler görmedim. Keşke Le Male’ye benzeseymiş. Bence La Nuit de L’Homme, Body Kouros ve Le Male’yi birleştirin. Alın size 212 Sexy Men. Daha ne diyeyim bilmiyorum ki. Hatta başka bir şeyler söylemeye gerek yok. Benim için kesin bir hayal kırıklığı. Denemeden almayın derim. Çünkü bu tarzın çok daha iyi seçenekleri mevcut.

Luca Turin 212 Sexy Men’i miskli oryantal olarak sınıflandırmış. Ve en düşük notu olan beş üzerinden bir vermiş. Sanırım yine Luca Turin ile hem fikiriz bu konuda. Haa yok ben onun kadar acımasız olmaz ve beş üzerinden en fazla iki yıldız verirdim. Daha fazlası ise mümkün değil.


Parfümün tasarımını ünlü burunlardan Alberto Morillas ile Rosendo Mateu yapmışlar. Morillas üstada yakışıyor mu böyle bir parfüm şimdi hıı?

15-25 yaş arası erkeklerin kullanımına daha uygun gibi görünüyor. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak gerek. Sıcak havalarda boğucu olabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil
+ Kızların hoşuna gidebilecek bir tarafı olabilir.

Eksileri:
- Orta notalarını sevmedim.
- Genel olarak yapaylık rahatsız ediyor.
- Vasat kelimesinin karşılığı adeta.

Koku Güzelliği:10/5

8 Ekim 2012 Pazartesi

Guerlain – Jicky (1889)



Guerlain – Jicky (1889) Markanın bir dönemin başlangıcı kabul edilen parfümü.

Dünya tarihini anlamaya ve öğrenmeye çalışanlar, kategorik olarak kolaylık olması bakımından tarihi belli bölümlere ayırmışlar. Mesela Hristiyan batı dünyası Hz. İsa’nın doğumunu miladi takvimin başı olarak yani 0 kabul etmişlerdir. Böylece günümüzde kullandığımız miladi takvim oluşmuştur. Kavimler göçü, İstanbul’un müslümanlar tarafından alınması, Fransız ihtilali gibi dönüm noktaları tarihin incelenmesi ve bölümlere ayrılmasında tarihçilerin işini oldukça kolaylaştırmaktadır.

Mesela kısaca sanat tarihine bakalım. Sanat tarihçileri geçmiş dönem araştırmalarını daha sağlıklı ve belli bir düzen içinde yapabilmek için sanatın tarihini çeşitli kısımlara ayırırlar. Benim çok ilgimi çeken Gotik döneme bakalım. O dönemin en güçlü kurumu olan kilisenin ve dinin sanat, sosyal, kültürel hayata büyük etkileri olmuş. Özellikle kilise mimarisinde insanı ezen büyüklükteki yapılar ve mimari öğeler adeta dinin insan üzerindeki mutlak hakimiyetini gösteriyordu.  Daha sonrasında Avrupa medeniyetinin uyanışı olarak kabul edilen Rönesans, müthiş bir sanatsal çeşitlilik ve coşku barındırır. Dinin ve kilisenin zayıflayan gücü sanatçının daha özgür olmasını sağlamıştır. Sonrasındaki Barok dönem ise ayrı güzeldir. Artık formlar daha oturmuş ve klasik bir hal almaya başlamıştır. Yani özetle sanatın belli başlı dönüm noktaları olmuştur.

Bir de sanayi devrimine bakalım o zaman. İlkel sayılabilecek üretim araçlarının (el emeği, eski tip tarım) yerini endüstriyel üretimin (makineleşme) alması yine dünyanın çok önemli gelişmelerinden birisi bence. Makineleşme ile birlikte kurulan dev fabrikalar müthiş bir üretim artışını simgeliyordu aynı zamanda. Yani bu durum daha eski ve geri kalmış üretim yapan ülkelerin büyük bir çöküşe doğru gitmesini sağlamıştı. En belirgin örnek ise dönemin ruhunu bir türlü anlayamayan ve kendisini yeni üretim sistemine adapte edemeyen Osmanlı Devleti’ydi. Böylece sanayi devrimi bir devrin bitişini, yeni bir devrin başlangıcını simgeliyordu.

Yahu Parfüm Merakı şimdi bunlarla ne ilgisi var parfümlerin derseniz o zaman neden böyle bir giriş yaptığımı anlatmaya başlayayım. Her alanda olduğu gibi parfüm dünyası da köklü değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığı bir sektör diyebiliriz. İlk kokulu sıvıların tam olarak ne zaman icat edildiğini bilmek pek mümkün görünmese de kimi rivayetler Eski Mısır’a kadar götürüyor bizi. O zamanlar şimdiki gibi aromakimya bilgisine ve teknolojisine sahip değillerdi muhtemelen. Fakat parfümlerin Avrupa kıtasında uzun yıllardır kullanıldığını biliyoruz. Bu duruma en güzel örneklerden birisi Creed parfüm evinin 250 yıldan fazla bir tarihe sahip olması.

İlk parfümler ya da kokuların şimdiki gibi birden fazla katmandan ve bileşenden oluşmadığı tahmin ediliyor. Eski dönem parfümleri için sıkça duyduğumuz tabir “tek notalı kokular”. Buradan şunu anlıyoruz. Eski parfümler tek katmanlı basit parfümlerden oluşuyordu. Mesela tek bir limon kokusu parfümün tamamını temsil ediyordu. Ya da tek bir gül esansına parfüm deniyordu. Yani şimdiki gibi “üst, orta ve alt notalar” gibi derinlik yoktu. Bu durum Avrupa kıtasında 1800’lü yılların sonlarına kadar sürdü. Ve 1889 yılında parfüm dünyasının seyrini değiştiren çok ilginç bir olay oldu. Hatta şöyle söyleyeyim. 1789 yılındaki Fransız devriminden 100 yıl sonra bu sefer parfüm dünyası yine Fransa’dan gelen bir devrim ile sarsıldı.


1864 yılında babası Pierre François Pascal Guerlain’in ölümü üzerine parfüm dükkanının başına iki oğlu geçiyorlar. Aime Guerlain koku üretim bölümünde çalışıyor. Ve bir parfümde ilk defa iki sentetik molekül olan coumarin ve vanilin’i doğal esanslarla birleştiriyor. Böylece ortaya “Jicky” isimli parfüm çıkmış oluyor. Sıkı durun çünkü en önemli kısma geldik. Bugün yazacağım Jicky “dünyanın ilk modern parfümü” olarak kabul ediliyor. Bu sonuca nereden ulaşmışlar derseniz cevabı basit. Jicky ilk defa çok katmanlı bir kokuya sahip olarak oluşturulmuş. Yani üst, orta ve alt notalara sahip diyebiliriz. Ondan önceki parfümler genellikle tek bir notaya/kokuya sahipken Jicky’nin kompleks ve karmaşık yapısı onu “dünyanın ilk modern parfümü” yapmış. Yani nasıl ki miladi takvim Hz. İsa’nın doğumuyla başlıyorsa, modern parfümlerin tarihi de Jicky ile başlıyor diyebilirim.

Tabiki böyle tarihe geçmiş bir parfümün peşinde az koşmadım. Ama sonunda ona ulaştım. Ve bir kez daha ne kadar şanslı olduğumu hissettirdi bana Jicky. Çünkü karşımda bir parfümden ziyade tarih var. Sanırım Türkiye’deki birkaç şanslı kişiden birisiyim Jicky’i denemiş olan. Bu eseri anlatmaya nereden başlayacağımı pek bilemiyorum. Çünkü ona saygısızlık etmek istemem kesinlikle. Ya da bir şeyleri yazmayı atlayıp, utanmak durumunda kalmak da var işin sonunda. Ben yine bildiğim yoldan anlatayım. Eğer eksiğim olursa affola.


Jicky odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Fragrantica’da. Kimi yazarlar onu fujer olarak değerlendiriyor. Parfümün başlangıcı çok ferah sayılamayacak bir limon ile gerçekleşiyor. Biraz kremsi bir limon. Arkadan da hafiften aromatik otlar eşlik ediyor. Biberiye olabilir. Jicky’nin açılışını gayet başarılı buldum. Şık, kaliteli ve doğal kokuyor. Biraz da olgun.

Orta notalardan itibaren kremsi limon gerilerde kalıyor. Onun yerine sıcak sayılabilecek bir lavanta geliyor. Çok keskin bir lavanta değil. Biraz da vanilya hissediyorum bu kısımda. Vanilya çok iyi dengelemiş lavantayı. Orta notalarında az da olsa deri var. Zaten bazı yorumcuların Bulgari – Black’e benzetmeleri bu yüzden sanırım. Fakat Bulgari – Black’den daha başarılı bence. Ayrıca hafiften de süsen (iris) alıyorum. İşte bu güzel bir sürpriz. Çok şık ve ağırbaşlı diyebilirim. Benim gibi lavanta ile arası iyi olmayan birisinin bile beğenisini almayı başarıyor. Kimi yorumcular ise gül de var diyorlar orta notalarında. Fakat ben net olarak bir gül kokusu alamadım.


Son kısımda ise vanilya daha fazla öne çıkıyor. Burada aromatik ve yumuşak baharatlar da var sanki. Hatta hayvansal bir yanı da var. Bazı kullanıcılar içeriğinde Yves Saint Laurent – Kouros’da da kullanılan civet olduğunu vurgulamışlar. Evet muhtemelen hayvansallık civet’ten geliyor. Fakat vanilya her daim baskın. Harika bir kapanış yapıyor Jicky.

Jicky bence efendi, ağırbaşlı, lüks, şık, aristokratik ve biraz resmi kokuyor. Geneline baktığımda vanilyanın önemli bir yer tuttuğunu görüyorum. Vanilyadan sonra lavanta ve hayvansallık da göze çarpıyor. Evet vanilya ve lavanta ikilisi aklıma hemen Caron Pour Homme’u getiriyor. Fakat bence çok benzemiyor Caron Pour Homme’a. Caron’daki lavanta kullanımı çok daha yoğun ve keskin. Burada ise tam tersi vanilya daha baskın. Bu kokuyu nereden hatırlıyorum derken aklıma geldi sonunda. Özellikle son kısmı bana Caron’un bir başka parfümü The Third Men’i hatırlattı. Evet bire bir benzemiyorlar. Sanki Caron, Jicky’den biraz esinlenmiş The Third Men’i oluştururken.


Şimdi vanilya baskın dedim. Buradaki kullanımı çok şık ve kaliteli. Sakın günümüzün modern parfümlerindeki zıpır ve insanın içini bayan bir vanilya olarak düşünmeyin. Çok daha dengeli. Şeker oranı yüksek değil. Fakat parfümün genelinde bir tatlılık hissediliyor. Muhtemelen tonka fasulyesi kullanılmış bu tatlılığı oluşturmak için. Bazı kişiler Jicky’i seksi hatta erotik bulduklarını söylüyorlar. Bence bunun en önemli sebebi içeriğindeki hayvansallık (civet yardımı ile) ve vanilyanın güzel birleşimi diyebilirim.

Jicky bence çok güzel bir parfüm. Herhangi bir rahatsız edici yanına rastlamadım. Tam bir usta işi harmana sahip. Ve hatırlatmak isterim ki bu parfüm tam 123 yaşında! Adeta bir parfüm değil tarih kokluyorum. Ve hala böylesine modern kokuyor ki. Sanki birkaç yıl önce piyasaya sürülmüş gibi. İnanılır gibi değil. Yani o 1980’lerin eski kokan şiprelerine hiç benzemiyor. Ve hiç de eski kokmuyor.


Başka bir konu ise bu kadar eski bir parfümün birden fazla reformülasyon geçirmiş olma ihtimali. Kaç defa reformülasyon geçirdiğine dair bir bilgiye rastlamadım. Ama şunu söyleyebilirim ki 1889 yılındaki ilk formülünden biraz değişmiş olacağını düşünmek hiç de mantıksız değil. Fakat günümüze kadar gelmiş olan bu hali bile çok güzel. Ben Jicky’i çok sevdim. Ve saygı duydum. Fakat şunu da önemle belirteyim. Jicky’nin tarihsel öneminin etkisinde kalıp gözlerim kamaşmış değil. Yani tamamen objektif olmaya çalışıyorum. Ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki kokusunu gerçekten de çok sevdim. Ki ikonik parfümler olarak kabul edilen Christian Dior – Fahrenheit ve Eau Sauvage, Yves Saint Laurent – Kouros ve Jazz gibi parfümleri hiç çekinmeden kıyasıya eleştirdiğim biliniyordur sanırım.

Bu parfümü kullanan ünlüler arasında kimler yok ki. Fransa imparatoriçesi Eugenie, Fransız asilzadeleri ve aristokratlar. Günümüzde ise Karl Lagerfeld, Sean Connary, Jane Birkin, Peter Sellers, Brigitte Bardot, Jacqueline Kennedy Onassis bu parfümü kullanan bazı ünlüler.


Jicky’nin önemli tartışma konularından birisi ise kadın mı yoksa erkek için mi üretildiği. Bir kaynakta aslında erkekler için üretildiği yazıyorken, diğerinde ise kadın parfümü olarak tasarlandığı var. Ağırlıklı olarak ilk kadınlar için tasarlandığı bilgisi biraz daha ağır basıyor. Fakat Jicky’nin çok fazla  erkek seveni ve kullananı olduğu biliniyor. Bence uniseks kullanıma uygun. Hem kadınlar hem de erkekler rahatlıkla kullanabilir. Öyle aşırı bir kadınsılık yok.

Diğer konu ise Jicky’nin üç farklı versiyonu var. Benim denediğim EDT olanıydı. Ayrıca Eau de Parfum (EDP) ve Parfum Extrait (Pure Parfum) versiyonları da mevcut. İnşallah diğerlerini de deneme fırsatını bulurum. Bir ayrıntı daha vereyim. Jicky öyle her yerde bulanabilecek parfümlerden değil. Dünyaya yayılmış Guerlain butiklerinde veya özel internet sitelerinden bulunabilir. Onun için çok yüksek fiyatlara satılması sizi şaşırtmasın.

Şimdi birde Jicky isminin nereden geldiğine bakalım. Parfümün tasarımcısı Aime Guerlain’in yeğeni olan Jacques Guerlain’in takma ismi Jicky’miş. Ve parfümün ismi buradan geliyormuş.


Jicky, on sekiz yaşındaki genç arkadaşların kullanabileceği gibi bir eser değil. Biraz yaş, karizma, olgunluk ve hayatın bazı yönlerini anlamış kişileri hedefliyor. Belli bir fikir dünyasına sahip olabilen, entelektüel yönünü geliştirebilmiş, biraz bohem, tarz sahibi insanlara daha çok uyar diye düşünüyorum.

Parfümümüz bence tam bir sonbahar-kış kokusu. 30 yaşın altındaki arkadaşlara tavsiye edemeyeceğim. Parfüm kritikçisi Luca Turin Jicky’e beş üzerinden beş yıldız vererek çok başarılı bulmuş. İşte Luca Turin üstatla tamamen anlaştığımız bir parfüm daha. Bence de beş yıldızı rahatlıkla hak ediyor. Ve en sevdiğim parfümler listesine tereddütsüz giriyor.


123 yaşına basmış ve modern parfümlerin dönüm noktası olan Jicky’i denediğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Muhtemelen Türkiye’de 2012 yılı itibariyle bu parfümü deneme şansına erişmiş sınırlı sayıda insandan birisiyim. Mutluyum. Çünkü o bir klasik. Çünkü o bir Guerlain soylusu. Çünkü o Jicky…

Koku Güzelliği: 10/9