Annick Goutal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Annick Goutal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2016 Salı

Annick Goutal – Eau de Monsieur (1980)

Kendi sitelerinde “erkeksi şıklığa övgü” olarak formüle edilmiş Annick Goutal’ın Eau de Monsieur’ı, deneme/kullanma listemin üstlerinde değildi. Belki de yeni nesil parfümlerden beklediğim tadı alamamam sebebiyle eski klasiklerde ve tarihi önemdeki kokularda arıyorum teselliyi. Gerek ana akım, gerek Chanel, Guerlain, Hermes üçlüsünün klasikleri ve gerekse tarihi nişlerle flörtüm devam edecek anlaşılan.

“Tarihi niş parfümler” demişken, otuz altı yaşında bir eser var karşımda. Bileklerimi, kollarımı, tişörtlerimi ve boynumu süslüyor bir süredir. Annick Goutal’ın ilk piyasaya sürdüğü parfüm olarak bilinen Eau de Monsiuer, ismi ile size başka klasikleri çağrıştırmıyor mu: Chanel Pour Monsieur, Mouchoir de Monsieur ve Monsieur de Givenchy.

İsmindeki erkek vurgusuna rağmen, kimi platformlarda uniseks olarak gösterilmesi çelişki gibi görünüyor. Parfümün başlangıcı eski-tozlu turunçgillerle gerçekleşiyor. Bergamot, limon ve tuzlu turunçgiller başlangıcı domine ediyor. Orta bölümde tuzlu turunçgillerin etkisi mevcut. Sürpriz meşe yosunundan geliyor. Orta kısımda meşe yosunuyla turunçgillere amber de ekleniyor. Hala ferah orta notalar. Kapanışta turunçgil yine orada. Yumuşak odunsular da kendisini gösteriyor. E daha ne olsun.

Eau de Monsieur, ferah limonsu şipre gibi davranıyor. Limon ve turunçgillerin hakimiyeti baştan sona devam ediyor ki tam bana göre. Nostaljik turunçgillere aromatik otların eşlik etmesiyle, şölen başlıyor. Meşe yosunu partiyi canlandırıyor, odunsular da duruma ayak uydurmasını biliyor.

eau de monsieur yakin yen

Harika bir klasik ferahlıkla karşı karşıyayız. Zaman zaman nanemsi fesleğen hissiyatı, kimi zaman da eski-tozlu limon kolonyası kıvamındaki yapı, şahane. Daha önce Blenheim Bouquet’te karşımıza çıkan bu durum, Eau de Monsieur için de geçerli. Evet, azıcık da olsa iki parfümün benzer tarafları var. Meşe yosunu, vetiver ve kompozisyonu tamamlayan ağaçsılık, gayet uyumlu, doğal ve rafine.

Parfümdeki tuzluluk, günümüzün yapay akuatik çöplerine ders verir gibi. Yeni parfümörlerin klasiklerden birazcık ilham alması gerekmez mi? “Parfümde tuzluluk hissiyatı nasıl verilir” gibisinden bir sorunun, Eau de Monsieur’da ne kadar güzel çözüldüğünü görmemek için kör olmak gerekiyor.

Sözü uzatmanın anlamı yok. Yine Annick Goutal ve yine harika bir ferah turunçgil parfümü. Markanın diğer turunçgil temalı kokularını hatırlatıyor Eau de Monsieur. Biraz Eau du Sud, biraz Eau d’Hadrien ve azıcık Sables esintileri var. Eau de Monsieur’un, eski tarz bir koku olduğunu söylemem gerekiyor. Üst yaş guruplarının değerini anlayabileceği (mümkünse kırk yaş ve üzeri) şık ve yarı resmi bir karizma kokusu. Takım elbiseye de uyar, polo yaka tişörte de. Yirmi yaşındaki delikanlıların bu parfümden bir şey anlamayacağını söyleyebilirim. Aman boşverin, zaten yirmilik delikanlılar neden anlar ki 🙂

Sonuç olarak, tam sevdiğim gibi eski tarz ferah turunçgilli şipre olan Eau de Monsieur’u denemenizi tavsiye ederim. Ha şunu da bilin ki performans canavarı değil. Kalıcılığı idare eder ama fark edilirliği düşük. Bu anlamda klasik Eau de Cologne’ler gibi davranıyor ne yazık ki. EDT formunda ama etrafa yayılımı az.

Ve geleyim can alıcı mevzuya. Benim kullandığım Eau de Monsieur, eski formülasyondu. Kötü haber şu ki, bir süre üretimi durdurulan Eau de Monsieur, 2013 yılında Annick Goutal markası tarafından yeniden reformüle edilip piyasaya sürüldü. Yeni versiyonun parfümörü Isabelle Doyen. Şişesinin üzerindeki etiketi ve kutusu değişen yeni Eau de Monsiueur’un, eski versiyonuna göre pek başarılı bulunmadığı söyleniyor. Görüşüne göre yine eskisini aratan yenileşme çabası. Gerçi yeni halini denemedim ama eski versiyonundan aldığım tadı, yenisinden alamayacağımı biliyorum. Onun için varsın Eau de Monsieur’u bu eski haliyle koku hafızamda saklayayım.

eau-de-monsieur karanlik

Luca Turin’in kitabında yosunsu turunçgil olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş.

İlkbahar-yaz kokusu. Erkek kullanımına yakın duruyor. Kendinizi 1970’li yılların İtalyasında, Akdeniz kıyısındaki ıssız bir plajda, limon ağaçlarının altında uzanmış şekilde hissettirebilecek, o asidik turunçgil kokusunu size en gerçekçi şekilde verebilecek eserlerden olduğunu belirterek noktayı koyayım.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/9

12 Mart 2016 Cumartesi

Annick Goutal – Sables (1985)

Dalından koparıldığında bile solmayan ender çiçeklerden birisi ölmez otu. Latince adının, Helichrysum olduğu söylenen ölmez otunun, muhteşem altın rengi yapraklarını çağrıştıran, “altın güneş” anlamını taşıdığını, L’Occitane’in internet sitesinden öğreniyoruz. Korsikalılara göre bu çiçeğin, esir edici kokuya sahip makilerin (Korsika’nın kokulu çalılıkları) sembolü olduğu da yine aynı markanın, kendi parfümlerini tanıttığı sitesinde yazılı.

Yaygın olarak Akdeniz coğrafyasında yetiştiğini öğrendiğimiz ölmez otunun, bir hektarın 4 ton çiçek elde etmeye yetecek alanı sağladığı ve bundan da 8 kilo esansiyel yağ elde edildiği kısmı muhtemelen bizi en çok ilgilendiren tarafı. Ölmez otunun Korsika için ayrı anlamı olduğu biliniyor çünkü Akdeniz ikliminin, bu bitkinin yetişmesi için uygun şartları sağladığı sır değil.

İsterseniz Korsika üzerinden devam edelim. Fransa’ya bağlı bu küçük ve turistik adanın, 1980’lı yıllarda iki sevgiliye ev sahipliği yaptığını düşünebiliriz. Annick Goutal ve bugün ünlü bir viyolonsel sanatçısı olan eşi Alain Meunier’ın, Korsika adasını ziyaret ettikleri ve burada deniz kenarına kadar inen makilerin içlerinde bulunan ölmez otu bitkisinin kokusuna hayran kaldıkları bir sahne canlandırın zihninizde. İki aşık, Korsika’nın şahane plajlarında dolaşırken, kara tarafından esen hafif bir rüzgarın, onların burunlarına aromatik Akdeniz otlarıyla birlikte ölmez otu rayihasını da taşıdığı bir film sahnesinin içindeyiz adeta. Bu sahnenin devamı, Annick Goutal’ın genç sayılabilecek yaşta ölmesiyle kesintiye uğradı ne yazık ki.

Bilemeyiz belki de niş parfümevi sahibesi ve parfümör Annick Goutal’ın içine doğmuştu erken yaşta bu dünyaya veda edeceği. Ve kadınlık içgüdüsüyle sevgilisi ve kocası için bir parfüm tasarlamak istemişti 1985 yılında. Bu parfüm belki de onların aşkını sonsuzluğa taşıyacak bir mesajdı ya da şişenin içine konulup kapağı sıkıca kapatılmış el yazısı nottu. Dünyaya, insanlığa ve evrene iletilmek üzere…

olmez sables yen

Genellikle ürettiği parfümlerinde hayatından izler barındıran bir kadındı Annick Goutal. Sables’de onun erkeğine adadığı parfümüydü. İlhamını Korsika adasındaki ölmez otundan ve Alain Meunier’dan alan Sables, oryantal olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı oldukça farklı ve tanımlaması zor. Çok kuru, tozlu, buruk, acımsı ve neredeyse ilacımsı. Zengin aromatik otlar var başlangıçta. Tuhaf erkeksi çiçekler ve belki de toz! Üst notaları bir UFO kadar anlaşılamaz benim için. Orta bölümde parfüme ilhamını veren ölmez otu kendisini gösteriyor. Bu andan itibaren biraz tatlılık da geliyor. Tatlılık çok değil, olması gerektiği kadar. Orta notalarda kuru baharatlar da yerini alıyor. Karanfil ve biberden şüpheleniyorum. Ve beni mutlu eden dumansı tütün. Orta bölüm hala tozlu, azıcık köhne ve nostaljik. Son kısımda tütsü olabilir mi? Ya vanilya? Belki amber? Sandal ağacı?

İnsanoğlu, karşısına çıkan çoğu şeyi kategorize etmeye çalışır. Bilemiyorum bu içgüdü, belki de bizim varoluşsal sırlarımızdan birisidir. Önümüze çıkan engelleri aşmak için, onları anlamlandırma çabası da olabilir. Ruhumuzda bulunan her şeye egemen olma hırsının sonucudur belki de. Ben niye parfümleri belli kalıplara sokup, anlatmaya çalışıyorum. Bir parfüme gereğinden fazla ya da az anlam yükleyerek, sorunu daha da büyütmüyor muyum? Neden parfümleri “sadece parfüm” olarak göremiyorum? Benim derdim ne?

Sables, özetle kuru, tozlu ve eski kokan, ölmez otu, baharat ve tütünden oluşuyor bana göre. Tabii ki erkeksi, şüphesiz ki olgun, anlaşılacağı üzere sevmesi zor, deneyimle sabit ki örneğine az rastlanır. Sables, sıcak ve tozlu baharatlar, erkeksi çiçeklerin karışımına katılmış bir pinçik tütün aromasıyla dünyaya gelmiş aşk çocuğu. Mantık evliliği mi yoksa aşk evliliği mi sorunsalının dışında o. Hey durun, “ya sev ya da nefret et” buyurganlığının hangi tarafında olmalı Sables? Ben sevenler kulübünün üyesiyim sanırım.

Fakat sakın ha, onu denemeden almayın. Yoksa koca bir şişe Sables’i, daha ilk kullanımda verecek yer arayabilirsiniz, benden söylemesi. Onunla bol bol övgü alacağınızı düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Hatta başıma geldiği üzere “offf ne kadar kötü kokuyor” olumsuzlamasına karşı dik durabilecek ve gözlerinizin dolmasına ve hayata küsmenize yol açmayacak iradeye sahipseniz, Sables sizi bekliyor. Aman fazla bekletmeyin, zaten otuz yaşını devirmiş bir parfüm!

resmi sables yen

Muhakkak birileri söylemiştir ama ben de tekrar edeyim. Sables’e en çok benzeyen parfüm hiç şüphesiz Francis Kurkdjian’ın Dior özel serisi için tasarladığı Eau Noire. Sables, çok daha kuru, baharatlı, az tatlı ve dumansıyken, Eau Noire, daha baskın, dolgun, gösterişli, tatlı, yeşil kokuyordu. Eğer siz de benim gibi Eau Noire sevenler derneğinin üyesiyseniz, Sables’i ne yapıp edin deneyin. Tabii yaşınız otuz beşin üzerindeyse!

EDT formunda. Kalıcılığı gayet iyi ama fark edilirliği düşük. Tam bir sonbahar-kış parfümü olduğunu düşündürtüyor bana. Dumanlı ve gizemli havası, onu farklı ambiyanslar için uygun hale getirebilir. Luca Turin, Sables’i ölmez otu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört puan vermiş.

Son söz: Bay Alain Meunier. Lütfen verdiğiniz konserlerden önce ya da sonra, bir dönem hayat arkadaşınız olan Annick Goutal’ı ve onun eserlerini de anınız. Çünkü o muhtemelen güzel bir yerde ve güzel insanlarla beraber. Sizin viyolonselinizden akıp giden notalar, evrenin bir yerlerinde Annick Goutal’ın parfümlerinden atmosfere yayılan koku molekülleriyle birleşecektir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği: 10/7

20 Haziran 2015 Cumartesi

Annick Goutal – Eau du Sud (1997)


Annick Goutal – Eau du Sud (1997)

Şarabın ve şarapçılığın hayat tarzı haline geldiği Fransa'nın Provans bölgesinin tertemiz ve dar sokakları, sevimli ve bakımlı iki katlı evleri, rengarenk çiçeklerle süslü bahçeleriyle, Van Gogh'un hayatının bir döneminde burada yaşamayı tercih etmesi gayet anlaşılabilir. Ünlü fotoğrafçıların objektiflerine bol bol konu olan Provans bölgesindeki mor lavanta tarlaları, dünya parfümcülüğünün hala gıpta ettiği coğrafyalardan birisidir muhtemelen. Ya İtalya'nın Toskana'sı. Ay çiçeği tarlaları, ünlü yöresel pizzaları, cittaslow'lara özgü sakin ve huzurlu köyleri, limon ağaçları, yüksek kaliteli şarapları ve Dolce Vita.

İtalya'nın ve Fransa'nın dünyaca ünlü Provans ve Toskana bölgeleri, her yıl milyonlarca turisti kendilerine çekerken, Annick isimli bir kadın da o bölgelere yaptığı seyahatlerden etkilenmişti. Henüz çok genç sayılabilecek yaşta (53) kanserle mücadelesini 1999 yılında kaybetmişti Annick Goutal. Arkasında yirmili yaşlarının başlarındaki kızını ve kendi elleriyle yarattığı niş parfüm evini bırakmıştı. Annick Goutal'ın ölümünden sadece iki yıl önce piyasa sürülmüştü Eau du Sud. Neyse ki bu parfümü görmeye ve onu koklamaya ömrü yetmişti. Bayan Goutal'ın Provans ve Toskana bölgelerine yaptığı seyahatlerden ilhamını almıştı Eau du Sud.

Evet hayat çoğu zaman trajik. Kader, insanları kimi zaman İstanbul'un ortasında ve on beş yaşında gaz fişeği kapsülüyle başından vurularak aramızdan alıyor. Kimi zaman Eskişehir'in ortasında sopalarla dövülerek öldürülen gencecik çocuklarımız için döküyoruz göz yaşlarımızı. Bazen de tam en verimli çağında elli üç yaşında kanserden aramızdan ayrılıyorlar, Annick Goutal gibi. Belki de onlar şu anda bizden çok daha mutlular veya huzurlular. Ya da yaşadığımız şu hayata bakıp, üzülerek izliyorlar bizleri yukarıdan bir yerlerden.

"Güney'in Suyu" anlamına gelen Eau du Sud'un isminin Avrupa kıtasının güneyini kast ettiğini düşünebiliriz. Avrupa'nın güneyi nasıl kokar? Eau du Sud, bize bu sorunun cevabını verir mi bilinmez ama kullanım döneminde çok sevdiğimi söyleyebilirim onu ve tarzını. Kendi sitelerinde turunçgil koku ailesine üye olduğu belirtilmiş Eau du Sud'un. Roma kemerlerinin gölgesi, serin sular ve güneşli günler imgelerinden bahsetmişler onu tanıtırken.


Eau du Sud'un açılışı buruk-eski limon-bergamot ve aromatik otlarla gerçekleşiyor. 1980'li yılların aromatik şiprelerinin başlangıçlarına çok benziyor üst notalar. Ferah, olgun, erkeksi, nostaljik ve rafine. Başlangıcı harika tek kelimeyle. Orta kısma geçildiğinde aromatik otlar ve limon hala oralarda bir yerde. Farklı olarak fesleğen oyuna giriyor. Gayet güzel verilmiş fesleğene nefis meşe yosunu ve neroli eşlik etmeye başlıyor. Orta bölüm bana buruk ve asidik portakal kabuğu kokusunu anımsattı. Başlangıcı gibi hala rafine, eski, ferah ve sofistike. Orta notalar da rahatlıkla sınıfı geçiyor. Son kısımda ilginç bir gelişme yaşanıyor. Paçuli son kısmı domine ediyor. Buradaki kullanımı topraksı değil, aromatik otlar ve turunçgillerle uyumlu ve neredeyse ferah. Paçuliye vetiver de destek veriyor sonlarda. Kapanışı gayet güzel.

Eau du Sud, limon, bergamot, neroli, aromatik otlar, fesleğen, meşe yosunu, vetiver ve paçulinin şişelenmiş en güzel hali, şimdiye kadar denediğim parfümler arasında. Müthiş bir kalite ve doğallık, harika bir canlılık, inanılmaz bir nostalji ve hüzün, anlatılmaz bir burukluk bahşediyor kalbime. İyi de parfümleri burnumuzla mı koklarız yoksa kalbimizle mi? İşte size zor bir soru.

Eau du Sud, başlangıçtaki tozlu-tuzlu limon ve aromatik otlarla size günümüzün ıvır zıvır akuatiklerinin asla veremeyeceği duygu dünyasını sunuyor. Başlangıçtaki tuzluluk, deniz yosunu gibi değil de aromatik otların üzerini örten ince pike gibi. Normalde fesleğen kokusunu çok severim fakat parfümlerde bir türlü hoşuma giden örneğini bulamamıştım. Buradaki fesleğen benim bile sevebileceğim gibi verilmiş. Eski kafa şiprelere öykünme olur da meşe yosunu olmaz mı? Fesleğenle uyumları görülmeye değer meşe yosununun. Sonlarda genellikle ağır ve ağdalı parfümlerin kapanışlarını desteklemek için kullanılan paçuli, ferahlık sınırındaki kullanımı ile takdire şayan.


Acaba Camille Goutal haklı mı? Bir söyleşisinde "parfümlerimizde olabilecek en iyi doğal içerikleri kullanıyoruz" ifşaatı doğru olabilir mi? Çünkü Eau du Sud'un kokusu başından sonuna kadar gayet doğal ve gerçekçi. Yapaylığın rastlanmadığı bu eser, koku formlarının gerçek doğada aynen böyle bulunduğu hissiyatını veriyor çoğu zaman. Yani bir natürmort tabloya bakmıyorum adeta kolumun üzerime sıkılmış gerçek bir limon kokluyorum. E bir parfümden daha ne beklenir ki?

Ne mi beklenir? İnsanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu söyleyen en temel iktisat teorisine göre, hep bir şeyler daha fazla olsun istemez mi insan oğlu? Koku güzelliği, rafinelik ve temsil ettiği tarzın en iyi örneklerinden birisi olması dışında tek eksi yanı performansı. Kullanım sırasında fazla fazla uygulamama rağmen fark edilirliği sınırlı oldu. Kalıcılığı da muhteşem değil ne yazık ki. Tabii onun EDT olduğunu düşünürsek mucize beklemek haksızlık olabilir. Yine de "bir parfüm sıkayım üç metre etraftaki herkesin burnunu felç edeyim" kafasıyla parfüm kullanıyorsanız, Eau du Sud size uygun olmayacaktır. Zaten bu kadar şık, aristokrat ve aklı başında bir parfüme böylesi yakışmazdı.

Kimi yerlerde erkek kullanımına uygun bulunurken, bazı kaynaklar uniseks olarak sınıflandırmış. Bence erkek kullanımına daha yakın. Eğer otuz beş yaşını geçip yolun yarısını devirdiyseniz, Eau Sauvage tarzı parfümleri seviyorsanız ama Dior'un parfümü nasıl kuşa çevirdiğine üzülüyorsanız, işte size muhteşem bir alternatif.

Bu arada Eau du Sud, ünlülerin arasında da epey popülermiş. Ann Margaret, Goldie Hawn, Loni Anderson, Nicole Kidman, Niki Taylor, Prince (Prince ve Eau du Sud!), Steven Spielberg, Tina Turner gibi ünlülerin de kullandığı parfümmüş.


Luca Turin'in kitabında fesleğen kolonyası olarak nitelenmiş ve beş üzerinden üç puan verilmiş. İncelemeyi Tania hanım yapmış, Muhtemelen bay Turin'in puanı daha yüksek olurdu.

Tam bir ilkbahar-yaz parfümü. Soğuk kış mevsimine uyacağını sanmıyorum. Sıcak günlerde ve güneşin teninize değdiği anlarda daha bir güzel ve tuzlu kokuyor. Serin saatlerde ise tuzlu tarafı geri çekilip, neroli-vetiver tarafını gösteriyor. Onun için tavsiyem sıcak günlerde kullanmanız. Yaz için şık bir takım elbise kokusu olarak da kullanılabilir, hafta sonu gidilen golf kulübü için de.  Belli bir olgunluk, yaş, kariyer ve birikim isteyen parfümlerden birisi diyeceğim sonra elitist olacağım, varsın olayım. Yeni nesil ferah parfümlere hiç benzemiyor. Söylemedi demeyiniz ve almadan önce muhakkak deneyiniz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8.5

8 Ocak 2015 Perşembe

Annick Goutal – Ambre Fetiche (2007)


Annick Goutal – Ambre Fetiche (2007)

20. yüzyılda, hakkında en çok konuşulan veya tartışılan kavramlardan birisidir oryantalizm. Sadece 20. yüzyılın değil, 19. yüzyılın bile ilgi çeken ögelerindendir "Doğu" ve Doğu Kültürüne" öykünme. Ünlü ressamlar İngres'ten Henri Matisse'e kadar çoğu sanatçı, hayallerindeki Doğu imgesini yansıtmıştır resimlerine. Yazılı ve görsel sanatların genellikle, bir hamamda toplanmış onlarca çıplak cariye imgelemi üzerine inşa ettikleri oryantalizme getirilen bu bakış açısı, doğu kültürü için kabul edilemeyecek derecede mahremiyet barındırır. Çünkü fazlaca hayalci, abartılı, hazcı ve fantezik unsurlar içerir.

Bu ifadeyi ara ara kullanıyorum fakat dünyanın batısında yaşayan ortalama dünya vatandaşlarının "Doğu" algısı çoğu zaman nargile, fes, deve, başörtüsü, hamam ve haremden öteye gidemiyor. Evet 19 ve 20 .yüzyılda şimdiki gibi müthiş bir iletişim teknolojisi yoktu, kültürler çoğu zaman birbirinden habersizdi. Peki 21. yüzyılda hala bu algının devam etmesi absürt değil mi?

Fransa parfümcülüğünün tanınan niş parfümevi Annick Goutal'ın, 2007 yılında çıkardığı Ambre Fetiche'in tanıtımında doğu kültürlerine özgü olduğu düşünülen "harem, cariye, nargile dumanı ve egzotik fanteziler" konu edilmiş. Hey Annick Goutal, bir doğu coğrafyası vatandaşı olarak söylüyorum ki, burada ne hareme rastlanıyor iki yüzyıldır, ne cariye hayatı yaşayan padişahlar var ne de sokaklar nargile dumanı altında boğuluyor. Küreselleşen ve sıradanlaşan dünya vatandaşlarına dönüşüyor artık Doğu coğrafyasının sakinleri de.


Annick Goutal'ın "Les Orientalistes" serisine ait Ambre Fetiche, uzun zamandır merak ettiğim parfümlerden birisiydi. Parfümün gerek ismindeki çekicilik ve kışkırtıcılık gerekse tanıtımındaki Doğu göndermeleri ilgimi çekiyordu. Ve yine şanslı bir koku severim ki Ambre Fetiche'e kavuştum. Onu tenimde denedim. İçime uzun uzun çektim. Bu karlı ve soğuk günlerde üzerimdeki tepkilerine dikkat kesildim. Artık biraz detaylara inelim. Çünkü malumunuz "şeytan ayrıntıda gizlidir." 

Markanın oryantal olarak sınıflandırdığı Ambre Fetiche'i üzerime sıktığımda yoğun ve koyu bir koku ile karşılaşıyorum. Tozlu ve dumansı amber, ilk saniyelerde bütün heybetiyle karşıma çıkıyor. Karanlık, koyu ve baskın amberi sevdim. Üst notaları gayet güzel. Orta notalara geçildiğinde büyük değişim yaşanmıyor. Bir tek plastiğimsi deri ve karanlık baharatlar ekleniyor kompozisyona. Baharatlar oldukça gerideyken, deri ikincil öge olarak bulunuyor orta kısımda. Hala amberli hala karanlık ve koyu. Son kısımda deri ortadan kaybolurken, ambere bu sefer neredeyse bitter çikolatamsı vanilya eşlik ediyor. Zaman zaman tütsünün baskın olduğu alt notaları çok sevdim. Başlangıç ve orta bölümün gizemli yapısı sonlarda da devam ediyor.

Ambre Fetiche isminin hakkını verircesine amberi ön planda sunuyor size. Sonrasında dumansı tütsü ikinci karakter olarak karşımıza çıkıyor. Üçüncü olarak deri, ciddi anlamda kendisini hissettiriyor. Sonlardaki vanilya ise parfümün tamamlayıcısı gibi. İşte bana göre Ambre Fetiche'in özeti böyle.


Parfüm genel olarak dumansı-ağdalı-reçinemsi ağır bir amberin etkisi altında. Gerek amber gerekse dumansı tütsü, kokuyu oldukça farklı yere taşıyor. Adeta bu dünyadan alıp, başka bir evrene götürüyor. Çok karanlık yapısı var. Neredeyse bütün ögeler karanlık kullanılmış. Amber, tütsü, deri, baharatlar ve hatta vanilya. Hepsi belli bir master planın uyumlu parçaları gibi. Gizli-saklı, sırrını kimseye vermek istemeyen, karakterini açık etmeyi sevmeyen tarzı var sanki. Fakat bir taraftan da o kendine özgü ilginç koku sizi merak ettiriyor, içeriye çağırıyor, sarıp sarmalıyor.

Ambre Fetiche'teki deri kullanımı Cuir Ottoman ve Cuir Mauresque'e yakın. Amber kullanımı ise Ambre 114, Ambre Sultan düzleminde. Tauer'in L'Air du Desert Marocain'e oldukça benzettim genel aurasını Ambre Fetiche'in. Birbirini andıran koyu-karanlık kasvetli amber, genel olarak Doğu-Arabik koku formunu hatırlatıyor. Bir de onlara nargile dumanı, yanan pipo, tütsü benzeri koku eklenince ortaya müthiş bir karışım çıkıyor. Zaten Ambre Fetiche'in tanıtımındaki Doğu kültürüne ait ögelerden bahsedilmesi, konseptin bir bütün olarak doğru verildiğini gösteriyor bize.

Bilemiyorum bu yaştan sonra amber kokusu sevenler kulübüne mi katıldım? Ambre Sultan, Ambre 114 çok sevdiğim parfümler bu kategoride. Annick Goutal'ın Ambre Fetiche'ini de çok beğendim. Bu tür egzotik amberi çarpıcı ve etkileyici buluyorum. Evet zaman zaman deri montlara benzeyen deri-süet benzeri notalar ortaya çıkıp, algıları zorlasa da, Ambre Fetiche güzel bir deneme. Çok yaratıcı mı? Değil. Benzersiz mi? Tabii ki hayır. O, ismi gibi fetiş nesnesi olabilir mi? Sanmıyorum. Kullandığınız zaman bol bol övgü alır mısınız? Pek mümkün görünmüyor. Fakat bu tarzın sevenleri için denenmesi gereken eserlerden olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen pişman olmayacaksınız.
 

Ambre Fetiche, New Age metropol öğretilerinin değil, köklerini egzotizmden alan söylencelerin, kara büyünün, veba hastalığının kırıp geçirdiği Orta Çağ Avrupa'sının, kandiller ile aydınlatılan 17. yüzyıl caddelerinin, saray entrikalarının, Gotik şatoların, karamsar-dahi bilim adamlarının, ruh hastası cellatların, ezoterizmin, simyanın, ay ışığı altında Fas çöllerinde yapılan korkutucu gezintilerden hoşlananların parfümü bence.

Provokatif ve iddialı isme sahip Ambre Fetiche, tam bir mod parfümü. Her ortama uymayacak, günlük kullanımda sırıtacak, özel yerlerin, sıradışı underground partilerin, garip mistiklerin parfümü olmalı. Kanonik İncil'lere iman etmiş bir keşişin parfümü olabilir mi? Ya da kuş uçmaz kervan geçmez dağın üzerine kurulmuş, etrafı kayalıklarla ve uçurumlarla çevrili, sislerin içinde bulunan kiliseden gelen koku olabilir mi Ambre Fetiche? Pek sanmıyorum.

Ambre Fetiche'i, geceleri mezarlıklarda dolaşmayı seven, Death Metal dinleyen, odasında mum ve tütsü kullanan, simsiyah makyajlı kızlar sevebilir. Eğer Özlem Tekin bir parfüm kullanacak olsa muhtemelen bu, Ambre Fetiche olurdu.

Kaybettim kendimi karanlıklarda
Unuttum derdimi boş sokaklarda
Dolaştım yollarda avare avare
Dolaştım başı boş bir çocuk gibi saatlerce...


Luca Turin'in kitabında Ambre Fetiche, yeşil limon amber olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden iki puan verilerek pek beğenilmemiş. Bu puanı Luca Turin değil Tania Sanchez vermiş. Kıyafet üzerinde plastiğimsi, üzerine ham petrol dökülmüş deri gibi garip ve itici hal alan kokusu, ten üzerinde nefis hale geliyor. Tende gerçek yüzünü ve derin karakterini gösteriyor. Onun içindir ki tam bir ten parfümü olduğunu düşünüyorum.

Parfümün tasarımcısı olarak Isabelle Doyen görünüyor. Bayan Doyen, Annick Goutal'ın birçok parfümüne de imza atmış kişi. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip Ambre Fetiche’in, kalıcılığı gayet yeterli. Farkedilirliği de başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde normale dönüyor. Çoğu yerde uniseks olarak sınıflandırılsa da bence erkek kullanımı için daha uygun. Soğuk kış günlerinde hele ki bu aralar olduğu gibi karlı günlerde kullanmak, onu sevmenizi sağlayabilir. Yaş olarak ise genç arkadaşların denemesini tavsiye etmem. Çünkü herkesin sevebileceği piyasa parfümlerinden değil. Kullanması ve alışması zor bir parfüm.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8   

3 Aralık 2013 Salı

Annick Goutal – Duel (2003)


Annick Goutal – Duel (2003)

Ortalama insan ömrünün sürekli artması, şüphesiz ki tıp alanındaki gelişmelerin sonucu. Bundan 1.000 sene önce elli yaşına gelen insanların çok uzun yaşadığı düşünülürken, günümüzde seksen yaşındaki insanları gördüğümüzde normal karşılar olduk. Değişen hayat tarzı ve beslenme alışkanlıkları bilinçlenmemizi sağlasa da biliyoruz ki hiç bir tıbbi gelişme, ölüm gerçeğini bizden uzak tutamayacak. Aynı Goutal ailesinin karşılaştığı gibi, hepimizin karşısına çıkacak.

1999 yılında henüz elli üç yaşında kanserle olan savaşı kaybeden cesur bir kadındı Annick Goutal. Kendi ismiyle kurduğu niş parfüm evi, ölümünden sonra da devam etti güzel kokular üretmeye. Bu sefer Annnick hanımın kızı Camille, markanın başına geçmişti.

"Kokuların sanatçısı" lakabıyla tanınan Annick Goutal'ın kızı Camille ve parfümör Isabelle Doyen, 2003 yılında bir parfüme imza atmaya karar verdiler. Ve ortaya Duel çıktı. Parfümün tanıtımı şöyle yapılmış:


"Güçlü ve nazik, aynı zamanda akıllı ve cesur. Isabelle ve Camille, harika yeşil Paraguay çayını merkeze alan bir parfüm oluşturmak için işe koyuldular. Sonuç, modern kokuların nezakete önem veren, ikinci ten kokusu gibiydi. Yenilikçi, şehvetli, cesur, yumuşak bir deri kokusu."

Duel, kendi sitelerinde deri kategorisinde gösterilmiş. Üzerime ilk sıktığımda doğal ve modern limon karşılıyor beni. Oldukça ferah kokan limonu beğendim. İlerleyen dakikalarda ferah limona çay kokusu ekleniyor. Hissedilir oranda da portakal mevcut. Açıklanan notalarında turunç yaprağı yağı notası var. Muhtemelen bu turunçgil kokusu ondan geliyor. Fena değil orta kısım. Alt notalarda kokusu değişiyor. Çok hoşuma gitmeyen plastiğimsi deri, yapay odunsular ve misk algılıyorum. Son kısmı bence parfümün en başarısız yeri.

Duel, orta notaları da dahil oldukça ferah bir limon-turunçgil-yeşil çay kombosu gibi. Doğal sayılabilecek bu üçlü, biraz buruk-ekşimsi koksa da beğendiğimi söyleyebilirim. Fakat harikalar yarattığını da söylemek abartılı olur. Son kısmıysa rahatsız eden deri yapaylığına doğru evriliyor ne yazık ki. Alt notalar için hiç de iyi şeyler düşünemiyorum.


Duel'in başlangıcı canlı ve parlak olsa da ilerleyen saatlerde etkisi oldukça düşüyor. Bu soğuk sayılabilecek günlerde kullandığım Duel, sanki daha sıcak günlerin özlemini çeker gibiydi. Serin havalarda performansının başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Belki de sıcak havalarda çok daha ilginç olacaktır.

Duel, niş bir parfümün kalitesini size sunuyor mu? Eh işte. Onu diğerlerinden ayıran bir özelliği var mı? Yok. Bir şişesini almaya değer mi? Sanmıyorum. Yine de ferah bir limon-turunçgil-çay-deri kombinasyonu arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Kimi yorumcular, orta kısımdan itibaren devreye giren plastiğimsi deriyi Bulgari – Black’e benzetmişler. Aslına bakılırsa iki parfümünde çay ve deri temasına sahip olduğunu düşünüp, kokularının benzediği sonucunu çıkarabiliriz. Fakat aralarında fazla bir benzerlik olduğunu söyleyemem. Duel’de, Black’deki vanilya kullanımının olmadığı çok açık. Yani bu anlamda Duel’deki deriyle Black’deki deriyi yan yana koyamıyorum bir türlü.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Duel'i “matte mate” olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek oldukça beğendiğini belirtmiş. Puanlama konusunda bu sefer Turin beyle hemfikir olmadığımı küçük bir not olarak vereyim.


Duel, erkek parfümü olarak sunulmuş. Resmi tanıtımlarında da erkek vurgusu yapılmış. Bence de erkeksi bir parfüm. EDT olarak satılıyor. Kokusunu Camille Goutal ve Isabelle Doyen birlikte tasarlamış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5  

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Annick Goutal – Les Nuits d’Hadrien (2003)



Annick Goutal – Les Nuits d’Hadrien (2003)  Markanın unisex oarak piyasaya sürülmüş parfümü.

Fransa merkezli niche parfüm evi Annick Goutal’ın 1981 yılında çıkardığı ve oldukça saygı duyulan Eau d’Hadrien’den geçtiğimiz aylarda bahsetmiştim. 22 yıl sonra aynı ismi kullanan bir başka Annick Goutal parfümü karşımıza çıktı.

Les Nuits d’Hadrien’de, ilk versiyonundan farklı olarak “gece” vurgusu yapılmış isminde. Böyle çok satan veya popüler parfümlerin değişik isimlerle devamları yapılıyor. Annick Goutal’da böyle bir yola başvurmuş anlaşılan.

Parfümümüz kendi sitelerinde turunçgil-amber ağırlıklı olarak lanse edilmiş. Başlangıcı abisi Eau d’Hadrien gibi limon ağırlıklı. Fakat buradaki fark limona biraz turunçgil-portakal ve aromatik otlar eklenmiş. Abisi gibi çok güzel bir başlangıcı var Les Nuits’in. Ferah, yüksek kaliteli ve çok doğal. Miss gibi. Yaklaşık 4-5 dakika sonrasında parfümün ikinci kısmı başlıyor. Burada limon ve turunçgiller epey azalıyor. Ortaya tatlı fesleğen ve yumuşak baharatlar çıkıyor. Sonrasında ise çok değişmeden tenden ayrılıyor.


Les Nuits d’Hadrien’i iki kısma ayırabiliriz. İlk kısım limon ve yardımcı oyuncular, ikinci kısım ise tatlı fesleğen-baharatlar ve yardımcı oyuncular. Bence bu parfüm bahsettiğim iki temel üzerine inşa edilmiş.

Nasıl anlatılır bilmiyorum ama Les Nuits d’Hadrien bana geçmişi hatırlattı. Her ne kadar reenkarnasyona inanmasam da daha önceki hayatlarımda yaşadığım yerlere gidiyorum. Belki İtalya’nın Toskana’sındaki güneş altında kendi portakal tarlasında çalışan bir çiftçiyim. Arada terimi silmek ve biraz soluklanmak için duruyorum. Önümde uzanan uçsuz bucaksız denize bakıyorum. İnsan böyle bir manzara karşısında ne düşünebilir ki.


Ya da Fransa’nın soylu ailelerinden birisine mensubum. Tatil için Fransa kıyılarındaki yazlık evimize gidiyorum. Oradaki portakal ve limon bahçelerinde çalışan işçilerimizi seyrediyorum rahat koltuklarda. Beş çayı vakti gelmiş. Hizmetçimiz değişik baharatlar eklenmiş kekler ve çay getiriyor. “Amma da işe yaramaz adamlar” diyorum o sıcakta çalışan işçilere bakarak. Vicdanını kaybetmiş bir zenginim adeta.

Bu kokuyu duyduğumda bir parfüme o kadar çok benzettim ki. Bir türlü hatırlayamıyorum. Yoksa bir parfüm değil de çocukluğuma ait kokular mı canlandı zihnimde. Bir türlü karar veremiyorum. Les Nuits bana tuhaf duygular yaşatıyor. Belki de uzun zamandır ruhumun derinliklerinde kalmış şeyler. Hafızamın çok gerilerine attığım. Ve çıkarmak istemediğim.


Les Nuits d’Hadrien kesinlikle genç işi bir parfüm değil. Deneme sürecinde bana hissettirdi bu durumu. Sanki 30 hatta 35 yaş üstü kişilerin kullanacağı gibi. Genel itibariyle basit sayılabilecek bir yapıda. Aynı abisi Eau d’Hadrien gibi yine çok güzel bir limon kullanımı var. Anladığım kadarıyla Annick Goutal parfümlerde limon kullanımını iyi beceriyor.

Yine beni kararsız bırakan parfümlerden birisi. Acaba güzel mi değil mi? Aslında parfümleri böyle kesin yargılarla ayrıştırmak çok doğu değil belki de. Fakat artık biliyorum ki beni böyle kararsız bırakan parfümler için pek bana göre değiller yargısını yapıştırıveriyorum. Fakat kokusunun ilginç olduğunu söylemeliyim. Benim pek alışık olduğum gibi değil. Denemeden almak çok iyi bir fikir gibi görünmüyor.


Bir de ismindeki “Gece” vurgusu hakkında iki laf edeyim. 1981 yılı çıkışlı abisi Eau d’Hadrien çok ferah bir limon kolonyası tadındayken, Les Nuits versiyonu daha gece kullanımına yakın denilmek istenmiş. Bunun içinde hafif aromatik baharatlar eklenmiş. Ve modern parfümlerin vazgeçilmezlerinden olan “tatlılık”. Evet belki serin yaz akşamları için daha ideal bir hali var. Fakat tam bir kış parfümü demek de pek doğru olmaz.

Parfümü Camille Goutal ve Isabelle Doyen tasarlamışlar. Unisex olarak sunulsa da sanki erkek kullanımına daha yakın. Benim denediğim dikdörtgen olan EDT versiyonu. Bir de Eau de Parfum (EDP) versiyonu var yuvarlak şişede. Onu henüz denemedim. Parfüm yorumcusu Luca Turin, Les Nuits d’Hadrien’e beş üzerinden üç yıldız vermiş ve portakallı rezeneye benzetmiş. Bence soğuk kış mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı çok güzel.
+ Kalıcılığı bende gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan kokuyu pek sevemedim.

Koku Güzelliği:10/6.5

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)


Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)  Markanın uinsex olarak piyasaya sürülmüş parfümü.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarının öneminin ne kadar farkındayız diye sorsam sanırım gelecek cevapları hepimiz az çok tahmin edebiliriz. Hayır bize öğretilen “Asya ile Avrupa kıtasının birleştiği yer” gibi klişelerden uzaklaşmak istiyorum. Çünkü ömrümüz bu tür laflarla ve övünmelerle geçiyor.

Dünyanın en eski yaşam olan coğrafyalarından birinde ikamet ediyoruz. Bu toprakların tarihi binlerce yıl öncesine kadar giderken, kaçımız bu muazzam tarihi biliyoruz. Yada ilgileniyoruz. Mesela M.S. 325 yılında yapılan İznik konsülü ile Hristiyanlığın en önemli dönüşümlerinden birisini yaşadığını kaçımız biliyoruz.

Romalılar, Antik Yunan, Selçuklular, Osmanlılar bu coğrafyada yaşamış bazı uygarlıklar. Romalılardan öncesini ise saymıyorum bile. Ülkemizin neresini 2-3 metre kazsanız tarih fışkırırken, sanata ve mimariye verdiğimiz önem ne alemde acaba?

Ekonomik gelişmeyi TOKİ’nin yamuk yumuk çirkin ve kalitesiz apartmanlar yapması olduğunu sanan yöneticiler, acaba hiç Aya Sofya’yı, Efes ve Olimpos harabelerini, Anadolu’daki mimari harikası antik tiyatroları, Mimar Sinan’ın şaheserlerini görmüyorlar mı? Üstelik bu eserlerin bir çoğu burunlarının dibi olan İstanbul’dayken.

Binlerce yıllık inanılmaz bir tarihin, mimarinin ve medeniyetin üzerinde otururken, biz “muhafazakar sanat olur” mu gibi saçmalıkları tartışıyoruz. Yada Kars’daki heykeli “gölge yapıyor” diye dümdüz edip yıkıyoruz. Çok merak ediyorum artık ne zaman kafamızı çalıştırmaya başlayacağız. Körleşmiş gözlerimiz ne zaman görmeye başlayacak? Neden ileriye doğru gitmek varken geriye doğru gitmeyi tercih ediyoruz? Yoksa ülkece başımıza gelen bütün sıkıntıları hakediyor muyuz?

Yahu parfüm merakı bu tarih eleştirisi de nereden çıktı? Biz kör topal yaşıyoruz bu memlekette. Daha iyi bir hayat bizim neyimize. Niye rahatımızı bozmaya çalışıyorsun diyenlerdenseniz zaten söyleyecek sözüm yok.


Bugünkü parfümün konusu aklıma ister istemez Anadolu’nun tarihini getirdi. Annick Goutal’ın inceleyeceğim parfümü en bilinen Roma imparatorlarından olan Hadrian’dan (Hadrianus) esinlenmiş. Daha doğrusu Marguerite Yourcenar’ın "Memoirs of Hadrien” isimli romanından ilham almış. Hayatının büyük bölümü Anadolu yollarında savaşlara giderek geçmiş olan İmparator Hadrian’ın ismi bir niche parfüm evinin kokusu olarak karşımızda. Yani yine “hikayesi olan parfümlerden” birisi Eau d’Hadrien.

Anlaşılacağı üzere Annick Goutal parfüm evi, Roma dönemine gönderme yapmış bu parfüm ile. Bir parfümde 2000 yıl önce yaşamış imparatora atıf yapılması, hatta parfüme onun ismi konulması bir anlamda kendi tarihine sahip çıkmak olarak düşünülebilir. Bizim bir türlü beceremediğimiz şeyi yani.


Detaylara geçmeden önce benim denediğim EDT versiyonu olduğunu söyleyeyim. Bir de EDP olanı varmış. Onu henüz denemedim. “Hadrien’in Suyu” anlamına geldiğini anladığım Eau d’Hadrien kendi sitelerinde turunçgilli olarak sınıflandırılmış. Açılışı tam bir limon egemenliğinde gerçekleşiyor. Parlak, canlı, taze, doğal ve çok gerçekçi bir limon. Nefis bir başlangıcı var. Eğer limon kokularını seviyorsanız daha iyisini bulabilirmisiniz şüpheliyim. Üst notaları biraz Penhaligon’s – Blenheim Bouquet’i anımsattı bana.

Orta notalara doğru limon biraz geride kalırken ortaya turunçgiller çıkıyor. Greyfurt mu desem, portakal mı, mandalina mı karar veremedim. Bu kısım başlangıcı kadar başarılı olmasa da fena değil. Alt notaları ise parfümün en vasat yeri diyebilirim. Limon-turunçgile odunsu notalar ekleniyor. Fakat çok doğal ve yüksek kaliteli bir his yok. Ortalama bir ferah odunsu kapanış yapıyor Eau d’Hadrien.


Parfümümüz aslında çok basit bir kokuya sahip. Bolca limon, turunçgiller ve odunsu notalar. Anlaşılacağı üzere yaz mevsimine uygun, yumuşak, ferah, kullanımı kolay bir parfüm. Bence deneyen bir çok kişinin sevebileceği gibi. Ama harika mı? Tabiki değil. Yani bu kadar basit bir kokuya böylesi yüksek bir fiyat verilir mi derseniz de haklısınız. Bir niche markadan çok daha ilginç bir parfüm beklemek sanırım hakkımız.

Eau d’Hadrien, sanki limon ağaçlarının içinde geziniyormuşsunuz gibi hissettiriyor sizi. İmparator Hadrian’ın sarayının özel bahçesindeki çeşit çeşit meyveler aklıma geliyor bu parfümü giydiğimde. İmparator yine uzun bir yolculuktan gelmiş ve dinlenmek için odasına gitmek istiyor. Fakat daha önce en sevdiği şeylerden olan gizli, küçük bahçesine uğruyor. Son gördüğünden beri kendi elleriyle diktiği limonlar büyümüş. Bir tanesini koparıyor ve kokluyor. İçinin mutlulukla dolduğunu hissediyor. İşte Eau d’Hadrien bana böyle bir tablo çağrıştırıyor.


Şimdi şöyle bir durum var. Açıkçası parfümü denemeden önce onun 1981 yılı çıkışlı olduğunu gördüğümde acaba yine Christian Dior – Eau Sauvage gibi “eski” kokan bir şipre-turunçgil ile karşılaşır mıyım diye düşündüm. Fakat parfümü deneme sürecinde işin hiç de öyle olmadığını gördüm. Eau d’Hadrien düşündüğüm gibi “eski veya demode” bir kokuya sahip değil. Sanki 2-3 sene önce tasarlanmış gibi. Bu da gösteriyor ki aradan geçen on yıllar hiç de eskitmemiş kokusunu. Yani Eau d’Hadrien için “zamansız” bir parfüm diyebilirim. En azından kendi adıma durum böyle. 

2008 yılında bağımsız parfüm organizasyonu FIFI tarafından “Onur Ödülüne” layık görülmüş Eau d’Hadrien. 2009 yılında ise reformüle edildiğine dair bir bilgiye rastladım. Parfümün tasarımını ise bizzat Annick Goutal yapmış. Luca Turin kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş ve “odunsu limon” olarak sınıflandırmış.


Eau d’Hadrien, ferah, hafif bir limon-turunçgil kokusu olarak ilkbahar-yaz ayları için ideal. Yüksek sayılabilecek fiyatı yüzünden denemeden almamak daha iyi bir fikir. Unisex olarak satışa sunulmuş. Bence de doğru bir karar. Hem erkeklerin hem de kadınların rahatlıkla kullanabileceği yapıda.

Artıları:
+ Başlangıcındaki limon kokusu çok başarılı.
+ Sıcak yaz günleri için iyi bir alternatif.

Eksileri:
- Sonlara doğru kokusu biraz sıradanlaşıyor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5