30 Aralık 2011 Cuma

Escada – Magnetism For Men (2004)


Escada – Magnetism For Men (2004) Markanın erkek parfümü.

Nedenini bilmiyorum ama Escada’yı hep İngiliz markası olarak kafamda canlandırırdım. Oysaki havanın sürekli kapalı ve gri olduğu İngiltere’ye böylesine canlı ve renkli bir marka zaten pek uymazdı. Fakat Almanya kökenli olduğunu öğrendiğimde daha da şaşırdım. Açıkçası Almanya’nın da iklim özellikleri bakımından İngiltere’den çok da farklı olmadığı aşikar.

1978 yılında Almanya’nın Münih şehrinde Margaretha ve Wolfgang Ley tarafından kurulmuş Escada. Birçok moda markası gibi değişik alanlarda ürünler tasarlıyorlar. 1990 yılında ise Escada Beaute ortaya çıkıyor. İlk parfümlerini ise markanın kurucusu Margaretha Ley ismiyle 1990 yılında çıkarıyolar. Bugün Escada’nın parfümleri Procter & Gamble tarafından üretiliyor.

Magnetism For Men ise markanın sevilen parfümlerinden birisi. Zaten neden popüler olduğunu daha ilk anlarda anlıyorsunuz. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tatlı, karanlık meyveler sizi karşılıyor. Nedense açılışını şişesinin rengi olan mora benzetiyorum. Başlangıç için “eh işte” diyeceğim. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yine tatlı meyvelere tatlı deri ve tatlı baharatlar ekleniyor. Fakat deri daha baskın. Hatta meyveli deri diyebilirim bu kısım için. Orta notalar gayet modern ve güzel. Alt notalarında ise yine bir değişim oluyor. Tatlı deri ve meyveler kombinasyonu yerine sentetik amber ve vanilya geliyor. Son kısmı ise hiç beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Çok zorlama olmuş gibi duruyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, tatlı deri ve baharatlar, amber ve vanilya.

Bana göre günümüzün yeni trendi olan modern, tatlı, baharatlı-deri kombinasyonlarından birisi. Ve yine günümüzdeki birçok markanın parfümü gibi hissedilir derece de yapaylık barındırıyor kokusu. Özellikle sonlara doğru bu yapaylık rahatsız edici oluyor. Fakat bir parfümden çok fazla birşey beklemeyenlerdenseniz bu durum sizi çok rahatsız etmeyecektir.

Magnetism For Men’in rakipleri bence belli. John Varvatos veya Paco Rabanne – One Million gibi deri ana temalı parfümler karşısında pek şansı olur mu bilemem. Fakat geneline baktığımda birçok kişinin rahatlıkla sevebileceği, günlük kullanıma uygun, kadınların gayet beğeneceği bir seçenek olarak duruyor. Ben bir şişesini alırmıyım? John Varvatos gibi başarılı bir örnek varken tabiki almam.

Eğer sizde 30 yaşın altındaysanız, kışın soğuk günleri için günlük kullanıma uyacak tatlı meyveli bir deri parfümü arıyorsanız sizin için bir alternatif. Fakat gerek kalitesi gerekse koku güzelliği anlamında beni çok mutlu ettiğini söyleyemem. Belki de bu tür “genç işi” parfümler artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor.

Magnetism For Men’in tenimde kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde oldu. Parfümün en sıkıntılı kısmı ise farkedilirliği. Tene yakın kalan bir hali var. Çok kendisini gösteremedi test süresince. Belki de kıyafet üzerine bolca sıkmak daha iyi sonuç verecektir. Erkek parfümü olmasına rağmen hafif de bir kadınsı yönü yok değil. Bence unisex kullanıma rahatlıkla uyacaktır. Oldukça tatlı bir kokusu olduğunu söylemem gerek. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Daha çok genç arkadaşların “piyasa yapma” parfümlerinden birisi gibi duruyor.

Artıları:
+ Orta notalarındaki meyveli deri ve baharat kullanımını sevdim.
+ Eğlenceli bir kokusu var.
+ Kadınlar bu parfümü büyük ihtimalle seveceklerdir.

Eksileri:
- Sonlara doğu ortaya çıkan yapaylık beni parfümden soğuttu dersem abartmış olmam.
- Farkedilirliği zayıf kaldı tenimde.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

27 Aralık 2011 Salı

Montale – Black Aoud (2006)


Montale – Black Aoud (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

Suudi Arabistan kraliyet ailesi için parfümler tasarlayan bir kişi düşünün. Krala, kraliçeye, prens ve prenseslere kokular hazırlayan birisi. Parfümlerinin çoğunda Arap kültürünün etkileri görülsün. En sık kullandığı element ise öd ağacı (Aoud, oud, agarwood) olsun. Birçok değişik kokuyu öd ağacı temasıyla birleştirsin. Parfümlerinin isimlerini de bunlara göre koysun.

Şimdiye kadar karşılaştığım en garip parfüm evlerinden birisi Montale. Sebebi ise bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok parfüm çıkarmasına rağmen ne marka ne de kurucusu ile ilgili tatmin edici bir bilgi bulunmaması. Markanın yaratıcısı Pierre Montale’nin 2001 yılına kadar Suudi kraliyet ailesi için parfümler tasarladığı ve 2003 yılında Fransa’ya dönerek burada kendi butiğini açtığı söyleniyor. Ayrıca Comptoir Sud Pacifique markasının parfüm tasarımlarını da yaptığı birkaç yerde gözüme çarptı.

Görüldüğü üzere Montale henüz yeni sayılabilecek bir niche parfüm evi. Parfümleri çok yüksek fiyatlara satılıyor. Yani herkesin ulaşması pek mümkün değil. Genellikle çok yoğun, kalıcı ve farkedilirliği yüksek kokular üretiyor. Bugünkü konuğum Black Aoud markanın en bilinen, hakkında en fazla konuşulan ve ilgi gören parfümü dersem sanırım yanlış olmaz.

Black Aoud, tarz olarak odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Genelini düşündüğümde gayet doğru bir tanımlama. İlk sıkıldığında burnunuza gelen kokuyu anlatmak çok kolay. Hepimizin bildiği gül aromalı hacı yağı. Evet emin olun başlangıcı aynen böyle. Çok güçlü ve yoğun bir açılış. Bir süre sonra neyseki bu güllü hacı yağı etkisi biraz azalıyor. Bu seferde seyreltilmiş gül kolonyası ile biraz turunçgil orta notalara yerleşiyor. Ve tabi biraz da odunsu notalar (muhtemelen öd ağacı). Bu kısım daha az saldırgan. Son olarak da bu gül kokusuna misk ekleniyor. Böylece de sona eriyor. Yani özetle: Gül, gül, gül…

Black Aoud tam bir gül parfümü. Fakat modern ve ilginç bir gül değil. Aynı hacı yağlarına yada gül kolonyalarına benzer bir tarzda. Ben daha derin ve farklı bir parfüm beklerken karşıma gül kolonyası çıkması açıkçası çok hoşuma giden bir durum olmadı. Özellikle yurtdışındaki birçok parfüm platformunda öve öve bitirilemeyen, çok seksi bulunan bu parfüm benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bu kadar düz çizgide ilerleyen, neredeyse hiç değişmeyen bir gül kokusuna da bu kadar yüksek bir fiyat verilir mi diye sormak sanırım hakkımız.

Montale’nin konsepti, yüksek kaliteli Arap kokularına bir "Fransız dokunuşu" olarak da düşünülebilir. Kabul ediyorum Arap kullanıcılar için çok etkileyici olabilir Black Aoud. Arabistanda çok da popüler olabilir kokusu. Fakat benim için camilerin önünde satılan gül aromalı hacı yağlarından çok farkı yok. Günlük kullanıma uyacak bir yapıda değil. Uç bir gül parfüm örneği olarak düşünülebilir. Koku olarak Czech & Speake’in Rose ve Dark Rose parfümlerine benziyor.

Bu parfümü kimler mi kullanır? Arap veya Ortadoğulu insanlar. Ülkemizden örnek vermem gerekirse, artık torun torba sahibi olmuş cami eşrafından amcalar. Belki de Cübbeli Ahmet Hoca :))

Kalıcılığı gayet iyi. Tabiki burada EDP olmasının avantajını kullanmış. Farkedilirliği başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde normal hale geliyor. En fazla 2-3 fıs sıkmak yeterli olacaktır. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacağını düşünüyorum. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Eğer Arap tarzında bir gül parfümü arıyorsanız oldukça hoşunuza gidecektir.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi.

Eksileri:
- Eğer hacı yağı gibi bir gül kokusunun şişesine 170 dolar vermek isterseniz sizi kesinlikle tutmam!
- Böylesi gül parfümlerine alışık olmayan batılıların çok sevmesine aldanıp kör alış yapmanız isabetli bir karar olmayacaktır.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8  Farkedilirlik:10/8

24 Aralık 2011 Cumartesi

Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)


Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)  Markanın erkek parfümü.

Blogumu okuyan arkadaşların yaş ortalamalarını öğrenmek isterdim açıkçası. Kimler ve neden takip ediyorlar yazdıklarımı. Acaba kendilerinden birşeyler bulabiliyorlar mı? Mesela 1980 ve öncesini hatırlayan kaç kişi var. O zamanın dünyasını, hayatını, insanlarını… Zaman herşeyi mengenesine alıp öğüten bir makine gibi. 20’li yaşlarda bunun farkına varamazken, 30’lu yaşlardan itibaren artık bazı şeylerin farkına varabiliyor insan zihni. Belki de olgunlaşıyor. Yada kendisini daha iyi tanıyor. İsmini koymayı tam beceremesem de birşeylerin değiştiğini hissediyorsunuz hayatınızda.

1980’lerden bahsetmişken o zamanların parfümlerini hatırlayan var mı? Yada o parfümleri severek kullanan kaç kişi vardır? Sanırım bu sorunun yanıtı az çok belli. Günümüzün tatlı, baharatlı, gourmand kokuları pek revaçtayken kim bir 1980’ler fujerini yada şipresini kullanmak ister ki. İster ama muhtemelen yaşı biraz daha ilerlemiş insanlar. Yani dünyada sürekli herşey değişirken koku beğenileri de değişiyor. Çağın gereklerine uygun hale geliyor belki de.

Yukarıda bahsettiğim fujer ve şipre daha çok 1980 ve daha öncesinde çok popüler olan parfüm sınıflandırmaları diyebiliriz. Aynı günümüzdeki gourmand veya oryantal gibi. Tabi koku karakterleri çok farklı.

Fujer (fougere) koku grubu, lavanta, eğrelti otu, yosun, meşe ağacı, tonka fasulyesi gibi elementlerin ağırlıklı olduğu bir sistem. Günümüzde artık bu tür parfümlere rastlanmıyor. Çünkü hem alıcısı az hem de yeni koku grupları daha ilgi çekiyor. Fakat eski erkek parfümlerinin bir çoğunun fujer karakterine yakın olduğunu belirtmem de fayda var. Ayrıca bilinen ilk fujer parfümün 1882 yılında çıkan Houbigant – Fougere Royale olduğu bilgisini de paylaşmak isterim sizlerle.

Bugünkü inceleyeceğim Rive Gauche Pour Homme’da tam bir fujer koku karakterine sahip. Zaten ilk sıktığınız anda anlayacaksınız ne demek istediğimi. Artık geçeyim detaylara.

İlk sıkıldığında kuru ve burun büken cinste bir bergamot ve anason sizi karşılıyor. Yahu bu koku ne kadar tanıdık diye düşünüyorsunuz. Hepimizin iyi bildiği “Brut” parfümüne çok benziyor açılış. Yani biraz nostaljik bir başlangıç ile size merhaba diyor. Bir süre sonra orta notalarına geçiliyor. Burada yine kuru, erkeksi bir lavanta ile baharatlar (ağırlık karanfilde) başrole geçiyor. Başlangıçtaki “eski ve nostaljik his” aynen devam ediyor. Alt notalarında ise devreye silhat (paçuli) ve odunsular giriyor. Böylece de son buluyor.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Rive Gauche Pour Homme, günümüzün modern tatlı, baharatlı, vanilyalı parfümlerine hiç benzemiyor. Sanki başka bir zaman diliminden gelmiş gibi. Kendinizi eski Amerikan kovboy filimlerindeki karakterler gibi hissediyorsunuz. Çok erkeksi, algıları zorlayan, sert ve yoğun. Henüz 2003 yılı gibi yakın bir tarihte üretilmesine rağmen böylesi “eski” kokan bir parfüm oldukça şaşırtıcı. Sanki Yves Saint Laurent bu parfümle eskinin fujer ve aromatik fujerlarına selam durmuş. Onları anmış. Eğer Azzaro Pour Homme, Chanel – Antaeus, Yves Saint Laurent – Kouros, Christian Dior – Fahrenheit gibi önemli klasikleri seviyorsanız, Rive Gauche Pour Homme onların biraz daha modernleştirilmiş bir hali adeta.

Peki neye benziyor kokusu. Bu anlatması zor bir soru. Denemek lazım. Birçok yerde kokusu traş köpüklerine, berber dükkanlarına, lavantalı sabunlara benzetilmiş. Ben de Brut ve Old Spice parfümlerine benzettim. Ana eleman olarak baharatlı, karanlık, ultra erkeksi ve kuru bir lavanta-silhat diyebilirim. Gerisi artık size kalmış. Benim bu tür kokularla aram pek iyi olmadığı için sevemedim. Onun için tavsiye edemeyeceğim. Denemeden alırsanız pişman olma ihtimaliniz var. Parfümün tasarımcısının ünlü burun Jacques Cavallier olduğunu hatırlatmak isterim.

Kalıcılığı çok iyi. Tende bir günden fazla duruyor. Farkedilirliği başlarda yüksek. Bir süre sonra normale dönüyor. 30 yaş üstü arkadaşlara tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yağmurlu gri bir günde kullanmak fena olmaz gibime geliyor.

Artıları:
+ 1980 ve öncesinin fujerlerini aratmayacak kadar iyi bir örnek.
+ Eğer eski, tozlu ve erkeksi bir lavanta-baharat-silhat kombinasyonu arıyorsanız tam yerine geldiniz.
+ Günümüzün bol tatlı parfümlerinden bıkanlar için bir kaçış limanı olabilir.

Eksileri:
- Kim Chuck Norris yada Clint Eastwood gibi kokmak ister!
- Koku karekteri olarak çoğu kimsenin hoşuna gitmeyeceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7

21 Aralık 2011 Çarşamba

Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999)


Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999) Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Bugün sadece ülkemizde değil dünya çapında da çok bilinmeyen ve popüler olmayan bir marka karşımızda. İtalya’nın niche parfüm markalarından olan Lorenzo Villoresi, kendi ismiyle başarıyı yakalamış isimlerden birisi.

1956 yılında İtalya’da doğan Villoresi, gençliğinde Ortadoğu’ya yaptığı seyahatlerin oldukça etkisinde kalıyor. Buradaki baharatlar, amber, tütsü, reçineler ve diğer aromatik otların kokuları, onun ilerideki hayatını şekillendireceğini belki de hissetmişti. Tam da bu noktada ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumu anlıyorum. Nasıl mı?

Batı medeniyetinin maddiyata önem veren ve bireyselliğine düşkün kültürü ile yetişmiş insanları, bir sebeple de olsa doğu kültürlerinin egzotik ve aile bağlarına düşkün kültürüne ilgi göstermeleri sık yaşanan bir durum olmaya başladı gibime geliyor. Akılcı ve faydacı batı insanı, kaderci doğu insanlarını merak ediyor muhtemelen. Özellikle Avrupa’daki sermaye birikimi ile gelen zenginleşme sonucu bol bol turist doğu ülkelerini ziyeret ediyor. Bu anlamda Lorenzo Villorensi’nin hikayesi Yves Saint Laurent ve Serge Lutens ile benzerlik taşıyor diyebilirim. Özellikle Yves Saint Laurent’in birçok doğu ülkesini gezdikten sonra orada duyduğu kokuları parfümlerinde aynen kullandığı söyleniyor. Yani doğu kültürlerinden etkilenen batılı parfüm yaratıcılarının sayısı gittikçe artacak büyük ihtimalle. Evet lafı uzatmadan geçelim parfümümüze.

Piper Nigrum markanın en sevilen parfümlerinden birisi. İsmi “kara biber” anlamına geliyormuş. Zaten bu ismin neden verildiğini daha ilk saniyelerde anlıyorsunuz. İlk sıkıldığında oldukça keskin ve yoğun bir kara biber adeta burnunuzu kesiyor. Algıları zorlayan bir açılış diyebilirim. Sanki elimize bir avuç kara biber almışızda onu kokluyoruz. Gayet güzel ve doğal bir başlangıcı var. Hatta parfümün en sevdiğim yeri burası bence. Bir süre sonra orta notalar devreye giriyor. O keskin ve kuru kara biber geri çekilirken, hafif tatlı baharatlar devreye giriyor. Bu andan itibaren karanfil öne çıkıyor. Karanfile biber de eşlik ediyor. Görüldüğü üzere Piper Nigrum tatlı bir baharatlı kokuya dönüşüyor. Bu kısım da gayet güzel. Başlangıçtaki o keskinlik kalmıyor. Son olarak da hafif tatlı bir amber, aromatik yumuşak odunsular ve misk ile son buluyor.

Piper Nigrum genel olarak bakıldığında tatlı bir baharat parfümü. Öne çıkanlar kara biber ve karanfil. Fakat başlangıcı dışında öyle burnu zorlayan bir yapıda değil. Yumuşak, aromatik ve nazik. Çok abartılmamış bir tatlılık her zaman hissediliyor. Şöyle bir bütüne baktığımda çok güzel ayarlanmış bir harmana sahip. Kompleks bir kokusu var. Tek düze ilerleyen bir tarzı yok. İşte böyle parfümleri seviyorum. Üzerinde çalışılmış, aceleye getirilmemiş, popüler olacağım diye uğraşmayan. Gerek üst notalardan orta notalarına geçişi, gerekse orta notalardan alt notalara geçişi rahatlıkla takip edebiliyorsunuz. Adeta kurallarına uygun yazılmış bir kompozisyon gibi. Giriş, gelişme ve sonuç. Bu anlamda çok iyi bir iş çıkarılmış. Kalite hissi gayet iyi. Eğer hafif tatlı, modern, kibar bir baharat parfümü arıyorsanız Piper Nigrum çok güzel bir seçenek. Rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Hep iyi şeyler söylüyorum. Peki hiç mi can sıkıcı tarafları yok? Çok büyük bir sorun olmasa da alt notaları biraz sıradan geldi. Klasik bir aromatik odunsular ve tatlı misk daha ilginç hale getirilebilirmiş. Ayrıca tamam güzel ama hayatınızın parfümü olabilir mi biraz şüpheliyim. Muhteşem olmasa da denenmesi gereken güzel bir parfüm olmuş.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Bir niche parfüm markasından da bu beklenir kanımca. Farkedilirliği başlarda yüksek. Daha sonra biraz tene yakın kalıyor. 25 yaş üzeri herkese tavsiye edebilirim. Unisex olarak piyasaya çıksa da erkek kullanımına biraz daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir.  

Artıları:
+ Çok güzel bir baharat temalı parfüm.
+ Özellikle tende tam bir konfor kokusuna dönüşüyor.

Eksileri:
- Sonlara doğru gelen koku daha ilginç olabilirmiş.
- Fiyatı yüksek. Ayrıca heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


                                                  Markanın yaratıcısı Lorenzo Villoresi

19 Aralık 2011 Pazartesi

Caron - Caron Pour Un Homme (1934)


Caron - Caron Pour Un Homme (1934) Markanın ilk erkek parfümü.

Türkçemizde “Asırlık Çınar” diye çok güzel bir deyim var. Yabancı dillerde tam karşılığı var mı bilmiyorum. Bir olguyu böylesine kısa yoldan anlatan bu söze uygun bir marka Caron. 1904 yılında kurulmuş dünyanın en eski parfüm üreticilerinden birisi. Ülkemizde çok bilinmese de yurtdışındaki parfüm platformlarında ismi sıkça geçiyor. Aslında bir anlamda tarihlerine ve kökenlerine de sahip çıkıyor batılılar bu yolla. Değerlerini karalamıyorlar. Alay etmiyorlar. Saygı duyuyorlar.

Biz ise bütün tarihimizi ve kişileri tartışıyoruz. Bunu da ne yazık ki doğru dürüst değil de kırarak, zarar vererek yapıyoruz. Oysaki Amerikalılar ülkenin kurucularından olan George Washington’u tartışayım demiyor. Yada Fransa Napolyon Bonapard’ı tartışmaya açalım diye düşünmüyor. Ülkemizde ise Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından tutun da Osmanlı padişahlarına kadar herşey didiklenmeye çalışılıyor. Hakaretler ediliyor. Kaba bir şekilde itham ediliyor. Değerlerimiz aşınıyor. İtibarları azaltılıyor bilmeden de olsa. Yoksa birileri bizi bu yapay gündemlerle fena halde kandırıyor mu?

Bence ulus olarak en büyük eksiklerimizden birisi ne yazık ki tarihi hemen unutmak. Hatta 3-5 yıl öncesini bile çabucak unutuyoruz. Oysa ilgimi çeken bir şey Guerlain, Creed, Caron gibi kozmetik ve parfüm şirketlerini bile batılılar el üstünde tutuyorlar. Böylece bu köklü markalar yüzyıllara meydan okuyor. Oysa Türkiye’nin bırakın bir dünya çapında parfüm markasını, kaç tane başka alanda ismi duyulan ve kabul görmüş markası var. Çünkü unutuyoruz. Herşeyi unutuyoruz. Okumak yerine ise artık konusuzluktan lastik gibi uzatılan dizi filmleri seyredip, kim star olacak türü insanların zihinlerini uyuşturan yarışmalar izliyoruz. Belki de bu ülkede hayat yeterince zor olduğundan reyting rekorları kırıyorlar. İnsanlar günlük hayatın acımasızlığından kaçacak yer arıyorlar iki saatliğine de olsa. Kim bilir.

Konumuza dönelim hemen. İşte 1934 yılından beri üretilen bir parfüm Caron Pour Un Homme karşımızda. Artık onun için erkek parfüm klasiklerinden diyebiliriz. Adeta zamana meydan okuyor. Peki kokusu nasıl. Geçelim eserimize.

Caron Pour Un Homme genel olarak basit bir yapıda. Başından sonuna kadar çok büyük değişim göstermiyor. Düz bir çizgide ilerliyor. İlk sıkıldığında biraz “kirli” bir lavanta size karşılıyor. Daha sonra tatlı bir lavanta direksiyona geçiyor. Bir süre sonra da hafif pudralı bir vanilya ekleniyor. Alt notalarda da biraz tatlı misk. Evet bu parfüm için kısaca “lavanta ve vanilya” kombinasyonu diyebiliriz. Genel olarak tatlı bir kokusu var.  

Birçok kere parfümlerde lavanta kokusunu pek sevmediğimi söylemişimdir. Burada doğal ve başarılı bir lavanta kullanımı var. Ayrıca benim sevdiğim bir element olan vanilya ile birlikteliği de fena değil. Fakat benim için yine de fazla lavantalı. Eğer tatlı bir lavanta kokusu seviyorsanız Caron Pour Un Homme vazgeçemeyeceğiniz arkadaşlarınızdan olacaktır. Eğer sevmiyorsanız da pek yaklaşmayın derim.

Birde işin diğer bir yönüne bakalım. 1934 yılında çıkarılmış bir parfümün “eski” kokma gibi bir durumu olabilir. Peki bir parfüm nasıl “eski” kokar? Bu soruya benim cevabım günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan bir parfüm “eski” kokar olacaktır. Çünkü o zamanın koku beğenileri muhtemelen çok farklıydı. Ben böyle yaftaları her zaman reddetsem de birçok kişi bu parfümü “modası geçmiş” bulabilir. Evet kokusu pek günümüzdeki parfümler gibi değil ama “eski” koktuğunu ise kesinlikle söyleyemeyiz. Bence tatlı lavanta ve vanilyalı tarzıyla hala birçok kişinin sevebileceği bir yerde duruyor. Özellikle de yaşı 35’in üzerindeki erkeklerin imdadına yetişecektir. Bu anlamda “eski” değil de “olgun” diyebilirim kokusu için. Anlaşılacağı üzere genç arkadaşların pek hoşlarına gitmeyeceğini düşündüğüm parfümlerden.

Kalıcılığı kıyafet üzerinde gayet yeterli. Bir gün civarı montumdan kokusu hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği ise tam olması gerektiği gibi. Ne çok baskın ve saldırgan, ne de çekingen. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 yaş altı arkadaşlara tavsiye etmem.

Artıları:
+ Dünya parfüm endüstrisinin klasikler arasındaki eserlerinden birisi.
+ Alınmasa bile denenmesi gerek diye düşünüyorum.
+ Tatlı lavanta ve vanilya seven erkekler için iyi bir seçenek.

Eksileri:
- Bütün lavanta baskın parfümler gibi denemeden alınmaması gerek. Herkese uyabilecek bir kokusu yok.
- Başlangıcı biraz lavantalı traş köpüklerini hatırlattı bana.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

17 Aralık 2011 Cumartesi

Chanel – Bleu de Chanel (2010)


Chanel – Bleu de Chanel (2010) Markanın yeni erkek parfümü.

Uzun zamandır bana en çok sorulan parfüm hangisi derseniz cevabım net bir şekilde Bleu de Chanel olacaktır. Gerek blog üzerinden, gerekse mailimden gelen ve ne zaman Bleu ile ilgili yazacaksın mesajlarından anladığım kadarıyla almayı düşünen çok bu parfümü. Artık benim klasikleşen “denemeden kesinlikle parfüm almayın” uyarımı yapmayı bile gerek görmüyorum. Çünkü Bleu, oldukça merak edilen bir parfüme dönüşmüş durumda.

Peki bu durumun sebebi nedir? Tarihinde önemli parfümlere imza atmış bir marka olmanın getirdiği cazibe mi? Başarılı pazarlama kampanyaları mı? Yoksa kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi marifeti mi? Sebebi her ne olursa olsun benim de merakımı cezbetmiş durumda Bleu. Madem bu kadar ilgi çekiyor o zaman bu parfümün bende neler hissettirdiklerine geçeyim.

Öncelikle isminden başlamak istiyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi ismi ve şişesi “mavi” olan parfümlerin büyük çoğunluğu (tabiki birçok istisnası olacaktır) “Aquatic” denilen su yada deniz gibi kokan parfümler oluyor. Örnek olarak Polo Blue, Nautica – Blue, Dolce & Gabbana – Light Blue, Antonio Banderas - Blue Sediction, Avon – Blue Rush vb. Burada anladığım kadarıyla deniz tabanlı kokulara bir “mavi” teması yakıştırılıyor. Yani bir anlamda deniz yada okyanus gibi kokan denilmek isteniyor. Deniz mavi ile özdeşleştiriliyor bir anlamda. Bleu de Chanel’de ünlü markanın akuatik diyebileceğim temaya sahip kokusu.


Özellikle 1990’lardan itibaren parfüm üreticileri yaz mevsimine uygun parfümler için sık sık akuatik limanına sığınıyorlar. Bu durum geçiçi bir akım mı yoksa geleceğin yazlık parfümleri akuatik kokular üzerine mi inşa edilecek hepimiz göreceğiz. Anladığım kadarıyla Chanel gibi bir dünya parfüm devi bile bu akımın dışında kalamamış. Girişten anlaşılacağı üzere Bleu de Chanel aromatik odunsu ve akuatik yapı üzerine kurulmuş bir kokuya sahip. Geçelim detaylara.

Bir süredir kullanıyorum Bleu’yu. Açılışı çok basit bir turunçgil ve limon ikilisi ile gerçekleşiyor. Fakat turunçgil daha ağır basıyor. Açıkçası büyük bir hayalkırıklığı oldu başlangıcı benim için. Marketlerde satılan Adidas parfümleri gibi basit ve ucuz bir koku. Gerçekten şaşkınım. Oysaki Chanel’in bir parfümü değilmiydi Bleu. Neyseki bir süre o ucuz ve sıradan turunçgil biraz geri çekilirken aromatik baharatlar devreye giriyor. Fakat öyle keskin ve sert değil. Oldukça yumuşatılmış. Burada biber biraz öne çıkıyor. Hatta hafiften de kendisini hissettiriyor. Bu bölüm için “eh işte” diyebilirim. Son kısım en beğendim yeri. Aromatik odunsu notalar ile tenden ayrılıyor. Yani özetle, akuatik, meyvemsi baharatlar, yumuşak odunsular.


Bleu de Chanel, beni oldukça ikilemde bırakan parfümlerden birisi oldu. Bir tarafım vasat bir akuatik temalı koku derken diğer tarafımda aromatik baharatlar ve odunsular o kadar da kötü değil diyor. Kararımı ise veriyorum. Bu parfümü pek sevemedim. Özellikle başlangıcındaki o ucuz ve traş kolonyası benzeri açılışa nasıl izin verdiler anlamak zor. Hiçbir yaratıcılığı olmayan, yeni bir şey söylemeyen, piyasada bir sürü benzerine rastlayabileceğimiz tarzı, vasat kalitesi bu fikrimin oluşmasındaki nedenler olarak sayabilirim. Genel olarak biraz Versace Pour Homme’u hatırlattı kokusu bana. Hatta azda olsa Dolce & Gabbana – Light Blue Pour Homme’a yakın diyebilirim.


Bleu’yu sevenler biraz acımasız olduğumu düşünebilirler. Ama burada sıradan bir markadan bahsetmiyoruz. Yüzyıllık bir tarihi devirmiş, No.5, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Pour Monsieur, Egoiste, Allure, Antaeus gibi önemli parfümlere imza atmış bir çınar Chanel. Peki böylesi bir markadan çok daha ilginç, yaratıcı, rafine ve üzerinde çalışılmış bir parfüm beklemek hata mı? Bence hiç de değil. Zaten yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda epey eleştiriliyor Bleu de Chanel. Muhtemelen birçok kişide bu durumun hayal kırıklığını yaşamış. Bu kervana bende tereddütsüz katılıyorum. Neredeyse ucuz kokan market parfümlerinden çok büyük farkı olmayan kokusu ile bu kadar yüksek bir fiyatı hakediyor mu şüpheliyim. Gerçekten şaşkınım. Parfümün yaratacısı ise Chanel’in birçok eserine katkıda bulunan Jacques Polge.

Kalıcılığı ferah sayılabilecek bir akuatik parfüme göre gayet iyi. Bleu’nun öne çıkan taraflarından birisi de bu. Farkedilirliği başlarda iyi. Hatta biraz burnu zorlayan cinsten diyebilirim. Daha sonra normale dönüyor. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye ederim.



Artıları:
+  Son kısımdaki aromatik odunsu kısım en sevebildiğim yeri.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Yapaylık sınırında dolaşan vasat kokusuyla tercih edeceğim bir seçenek değil.
- Diğer rakiplerinden hiçbir farklı yanı olmayan kokusu.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2011 Salı

Amouage – Jubilation XXV (2008)


Amouage – Jubilation XXV (2008) Markanın erkek parfümü.

Bugün sizlere küçük bir Ortadoğu ülkesinden bahsedeceğim. Arap yarımadasının en ucunda bulunan Umman, topraklarının büyük çoğunluğu çöl olan bir ülke. Nüfusu ise İstanbul’dan az. Bir ülke için Allah tarafından verilebilecek en güzel hediye topraklarının altında bulunuyor. Tahmin ettiğiniz gibi büyük miktardaki petrol ve doğalgaz bu küçük ülkenin kaderini diğer Arap ülkeleri gibi değiştirmiş. Bize halen tuhaf gelen bir şekilde krallıkla yönetiliyor Umman. Batı pazarlarına akan petrolü sayesinde zenginleşen bu şanslı ülkenin sultanı, 1983 yılında ilginç bir karar alıyor.

Umman sultanı Kabus bin Seyit el Ebu Seyd, 1983 yılında hem kendi iktidarını hem de ülkesinin itibarını arttırmak için yardımcılarına bir parfüm markası oluşturmaları emrini verir. Üretilecek parfümler için hiçbir masraftan kaçınılmamasını ister. Ayrıca ortaya çıkacak kokuların Umman’da yetişen, gül, tütsü, mür ve amber ağırlıklı olmasını özellikle belirtir. Hatta bu bitkilerin çoğunun Umman’ın dağlarından toplanmasını emreder.

Böylece 1983 yılında Amouage markasının temelleri atılır. Tabiki böyle üst düzey parfümler yapabilmek için dünyanın en önemli parfüm tasarımcıları araştırılır. Sonuç olarak Hermes, Dior, Rochas gibi markalar için parfümler tasarlayan Guy Robert’e ulaşılır. Böylece Amouage – Gold 1983 yılında üretilir. Daha sonra da başka parfümler tabiki. Tarihler 2008 yılını gösterdiğinde Jubilation XXV ortaya çıkar. Markanın kuruluşunun 25. yılı kapsamında bu isimle piyasaya sunulur. Adeta bir zafer kutlamasıdır Jubilation 25.

Parfüme geçmeden önce kısa bir Amouage bilgilendirmesi yapmalıyım. Çünkü bu kullandığım ve incelediğim ilk Amouage. Bu marka ultra-lüks diyebileceğimiz bir kategoride. Peki bu ne demek? Özellikle fiyat ve kalite anlamında dünyanın sayılı markalarından birisi. Gerek parfümlerinin içerikleri, gerek kullandıkları malzeme kalitesi, gerekse fiyatları ile dünya parfüm endüstrisinin en uç birkaç örneğinden birisi. Daha anlaşılır olması açısından şöyle örneklendireyim.

Bir Calvin Klein parfümü 30-50 dolarlık fiyatıyla ortalama bir yerlerde durur diyelim. Serge Lutens ise 90-150 dolar fiyat seviyesi ile lüks bir marka olarak sınıflanır. Amouage ise 200-300 dolarlık fiyatı ile en üst düzey birkaç markadan birisi. Zaten kendi internet sitelerinde Amouage parfümlerini devlet başkanlarının, kralların, ünlü sanatçılar gibi gelir düzeyi çok yüksek olan kişilerin kullandıklarına vurgu yapılıyor. O meşhur logolarının altındaki “The Gift Of Kings” ibaresi sanırım bir çok şeyi anlatıyor. Unutmadan bir not daha. Amouage, Umman devletinin resmi parfümü olarak da geçiyor. Hatta Umman kralı birçok yurtdışı gezisinde devlet başkanlarına hediye olarak Amouage parfümlerini hediye ettiği söyleniyor.

Geçelim parfümümüze. Markanın en sevilen, en çok ilgi gören, en çok konuşulan modeli olarak dikkati çekiyor Jubilation XXV. Tarz olarak oryantal-fujer olarak sınıflandırılmış. Koluma ilk sıktığımda burnuma gelen kokuyu anlamaya çalışıyorum. Oldukça tatlı bir portakal mı? Tatlı kırmızı meyveler? Tütün? Bizim ev ahalisine göre gelen koku tütün kolonyaları ve mentollü Vicks Vaporub karışımı gibi. Evet başlangıç biraz hacıyağlarını andırıyor. Ortadoğu merkezli bir parfüm evinin kokusunun biraz böyle etkiler taşıması kuşkusuz normal. Derin ve anlatması zor bir başlangıç. Daha ilk kısımda çok yüksek kaliteli bir kokuyla karşılacağımı anlıyorum. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Bu koku muhtemelen tatlı kırmızı meyveler, tütsü ve odunsulardan geliyor. Çok güçlü bir açılışı var. Zaten genel olarak agresif diyebileceğim bir yapıda.

Bir süre sonra neyseki biraz sakinleşiyor kokusu. Orta notalarda tatlı meyveler biraz daha öne çıkıyor. Ona tatlı baharatlar ve tütsü eşlik ediyor. Ama geri planda baharatlar. Asıl süpriz reçinemsi kokudan geliyor. Meyveli baharatların üzerinde sürekli reçinemsi odunsular bir hayalet gibi kokunun üzerinde dolaşıyor. Ara ara kendisini gösteriyor. Sonra kayboluyor. Orta notalarda gül de hissediyorum derinlerden. Bu kısım zaten tam bir şölen. Resmi geçit töreni gibi. Çok detaylı. Son bölümde gayet kompleks. Bu sefer başrole tatlımsı tütsü, odunsular ve amber geçiyor ve böylece tenden ayrılıyor. Genel olarak başından sonuna kadar abartılmamış bir tatlılık hakim.  

Günümüzün modern, tatlı, baharatlı, odunsu oryantallerinin güzel örneklerinden birisi. Derin, çok katmanlı, gizemli ve çok lüks. Chergui ile birlikte bu tarzın en önemli temsilcilerinden birisi şüphesiz. Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin bu parfüm için “Gucci Pour Homme ile Gucci – Envy For Men arasında bir yerlerde” demiş. Aslına bakılırsa son bölümleri bana da Gucci Pour Homme’u anımsattı. Muhtemelen her iki parfümdeki tütsü ve odunsuların kullanılış şekli böyle bir izlenim yaratıyor. Fakat Jubilation XXV gerek kalite gerekse koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’dan 1-2 gömlek üstün.

Jubilation XXV, bana kraliyet ailesinin ihtişamını hatırlatıyor. Karşımda çok gösterişli (sanırım bu parfüm için anahtar kelime gösteriş), detaylı, derin ve lüks bir parfüm var. Kendimi Umman kralının davetlisi olarak hayal ediyorum ister istemez. Sarayın şatafatlı bir odasında kalıyorum. Petro-dolarlar ile gelen zenginlik ve abartılı bir mimari. Odadaki birçok eşya altından yapılma. Bir taraftan odadaki birçok eşyanın altın olmasının ne anlamı var diye düşünürken buluyorum kendimi. Yoksa bu gösteriş aslında yüzyıllardan gelen ezilmişliğin dışavurumu mu? Yok bu kadar haksızlık etmemeliyim sanırım. Pencereyi açıyorum. Batmakta olan güneşe bakıyorum. Kıpkırmızı bir ufuk. Çölde batan güneşi seyretmek ne büyük bir zevk.

Şimdi de Hindistan’dayım. Gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Bu durum kapitalizmin doğal sonucu muhtemelen. Bir tarafta devasa gökdelenler. Pahalı takım elbiseli işadamları Cartier mağazasından metresleri için hediye beğeniyorlar. Bir elbise 2000 dolar. Diğer tarafta ayda 100 dolar ile geçinmeye çalışan milyonlar. Aklına geçtimiz yıllarda Oscar ödüllerini silip süpüren “Slamdog Millionaire” filmi geliyor. O küçük yaştaki çocukların çaresizliği. Bunları düşünürken daldığı hayallerden müdürünün sesiyle uyanıyor Cartier mağazasının kapı görevlisi. En paralı müşterilerinden birisi geliyor karşı kaldırımdan. İnşallah bu sefer iyi bahşiş verir diye düşünüyor. Gülümseyerek kapıyı açıyor. Adam kendinden emin bir şekilde içeri giriyor. Girmesiyle de o müthiş parfüm kokusu başını döndürüyor kapı görevlisinin. O zaman bir parfümün insanları nasıl bu kadar etkileyebileceğini anlıyor.       

Jubilation XXV’i kimler mi kullanır? Son on yılda zenginleşen Rus milyarderler. Belki de Chelsea kulübünün sahibi Roman Abramovich. Yada Suudi Arabistan kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud. Dünyanın en zengin kişilerinden Hintli demir-çelik kralı Lakshmi Mittal’ı da unutmamak lazım. Kimbilir belki de HSBC bankasının CEO’su.

Özellikle son yıllarda doğu kültürlerini merak eden batılılar, Amouage ve Montale gibi Ortadoğu kökenli parfüm markalarına büyük ilgi gösteriyorlar. Hemde çok yüksek fiyatlarına rağmen. Bizim gibi doğu ile güçlü bağları olan ülkelerin insanları bu parfümleri “hacıyağlarına” benzetebilirler. Şu da unutulmamalı ki batı ülkelerinde bizdeki gibi “hacıyağı” diye birşey yok. Onun içindir ki bu tür kokuları çok gizemli ve ilginç buluyorlar. Benim düşüncem bu yönde. Bunun için bizim ülkemizde çok sevilebilecek bir marka olduğunu sanmıyorum Amouage’ın. Parfümün tasarımcısı ise L’Artisan, Acqua di Parma, Comme des Garçons, Eau D’Italie, Penhaligon’s gibi niche markalar için bir sürü parfüm tasarlamış olan Bertrand Duchaufour olduğunu belirtmeliyim.  

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığını arttıran bir unsur. Tenimde 1-1.5 gün kadar kalarak bu konuda da iddialı olduğunu gösteriyor. Farkedilirliği ise başlarda çok yüksek. Fazla kullanmamak lazım. Yoksa boğucu olabilir. Oldukça güçlü ve yoğun bir yapısı olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Erkek parfümü olmasına rağmen unisex kullanıma da uyacaktır. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın kullanmak ağır kaçacaktır. 3-4 fıstan fazla kullanmanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Kendinizi kraliyet ailesinin bir üyesi gibi hissetmenin en ekonomik ve kestirme yolu bu parfümü kullanmak.
+ Çok kaliteli, çok lüks ve çok gösterişli. Parlayan bir yıldız adeta.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi. Bu konuda sizi üzmeyecektir.
+ Derin ve gizemli kokusu sizi kendinizden geçirebilir.

Eksileri:
- Orta notalardan itibaren ortaya çıkan reçine kokusu olmasa çok daha iyi olabilirmiş.
- Astronomik fiyatı.

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/8

                                                 Bir Amouage satış mağazası

5 Aralık 2011 Pazartesi

Bulgari – Black (1998)


Bulgari – Black (1998)  Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Yuvarlak kara mayınlarına benzeyen bir şişe. Üzeri siyah bir lastikle kaplı. Biraz araba lastiklerine benzemiyor da değil şişesi. Bugün Bulgari’nin en ilginç parfümü Black karşımızda. Farklı şişesi ve tuhaf kokusuyla ana akım parfüm markalarının en benzersiz örneklerinden birisi hiç kuşkusuz Black. Parfümün yaratıcısı ise Azzaro (Visit Men), Boucheron (Jaipur Homme), Christian Dior (Hypnotic Poison), Giorgio Armani (Attitute, City Glam), Givenchy (Xeryus Rouge), Guerlain (Bois d’Armenie), Hugo Boss (Boss Bottled), Jil Sander (Jil Sander Men), Lacoste (Red), Lolita Lempicka, YSL (Body Kouros) gibi popüler işlere imza atmış olan Annick Monerdo. Geçelim detaylara.

Black oryantal-odunsu olarak sınıflandırılmış. Öncelikle belirtmeliyim ki başından sonuna çok büyük değişimler göstermiyor. Başlangıcında oldukça çekimser bir pudralı vanilya sizi karışılıyor. Yani adeta sizinle saklambaç oynayan bir çocuk gibi. Sanki yaramazlık yapmış da bahçedeki kocaman meşe ağacının arkasına saklanmış. Bir süre sonra vanilyaya plastiğimsi bir deri ekleniyor. Bu andan itibaren eşsiz bir yapıya bürünüyor. Bu kısım Black’in en tartışılan ve en beğenilen tarafı muhtemelen. Son olarak da tatlı vanilya ve biraz da misk ile son buluyor. Yani özetle plastiğimsi bir deri ve pudralı tatlı vanilya kombinasyonu.

Black muhtemelen Bulgari’nin en eğlenceli kokusu. Yenilikçi, yaratıcı, benzerine pek rastlanmayacak cinsten. Evet biliyorum lastik ve vanilyanın karışımından güzel bir koku çıkar mı diyebilirsiniz. Kulağa hoş gelmiyor da olabilir. Fakat Black şaşırtıcı derecede güzel bir koku. Cazibeli, baştan çıkarıcı, sıcacık, yaramaz ve etkileyici. Belki de vanilyayı çok sevdiğim için bana bu kadar güzel geliyordur. Bir süredir kullandığım Black’e bayıldım dersem abartmış olmam. Gayet iyi dengelenmiş, yapaylık hissedilmeyen, hiçbir rahatsız edici yanı olmayan bir tarzda. Genel olarak kullanan birçok kişinin seveceği bir yapısı var. Eşine zor rastlanabilecek kokusuyla Black herkesin en azından denemesini tavsiye ettiğim bir eser. Bütününe baktığımda ise insanı rahatsız etmeyen bir tatlılık hakim.

Black unisex olarak piyasaya sürülmüş. Şimdi neden böyle bir karar verildiğini anlamış durumdayım. Plastiğimsi deri erkeksilik katarken, çok güzel kullanılmış vanilya da kadınsılık katıyor. İkisinin dengesi çok iyi kurulmuş. Ama yine de bence bir erkeğe daha yakın kokusu. Karar sizin.

Black’in iki önemli eksiğinden bahsedeyim. Birincisi çok düz çizgide ilerleyen kokusu. Fazla değişim göstermiyor. Çok stabil. Yani derin, kompleks bir yapısı yok. İkinci olarak çok çekingen ve zayıf. Neredeyse kokusu hissedilmiyor. Tene yakın kalıyor. Kendisini gösteremiyor. Bu anlamda daha çok ofis veya ev kullanımında iyi sonuç verecektir. Sokaklarda günlük kullanımdan ziyade konfor kokusu olarak düşünülebilir. Bana biraz Emporio Armani – He’yi anımsattı genel olarak.

Kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde. Bence başarılı. Fakat farkedilirliğe geldiğimiz zaman işin rengi değişiyor. Zayıf yapısından dolayı farkedilirliği düşük. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Kadın-erkek herkese uyacaktır. Ama erkek kullanımı biraz daha ağır basıyor.

Artıları:
+ Vanilya kullanımına bayıldım.
+ Seksi, cezbeden kokusuna çoğu kişi karşı koyamayacaktır.
+ Çok benzeri olmayan ilginç kokusuyla almasanız bile denemenizi tavsiye ederim.

Eksileri:
- Düz çizgide ilerleyen, fazla değişmeyen kokusu biraz hayal kırıklığı yarattı bende.
- Farkedilirliği düşük. Eğer buram buram etraftan kokum duyulsun istiyorsanız Black pek size göre değil.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/5