tütsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tütsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2019 Cuma

Etat Libre d’Orange – Rien Intense Incense (2014)

Aldehit, amber, hayvansılık, deri, tütsü, paçuli, gül, iris, kimyon, meşe yosunu, styrax…

Bir parfümün içeriğinde yukarıdaki notaların tamamının olması, başımıza geleceklerin önceden habercisidir çoğu zaman. Sıradışı niş parfümevi Etat Libre d’Orange’nin 2006 çıkışlı parfümü Rien’den sonra berbat isimli devam parfümü piyasaya sürüldü: Rien Intense Incense. 2006 çıkışlı Rien, şeffaf ve klasik ELDO şişesinde satılırken 2014 çıkışlı asi kardeşi Rien Intense Incense, simsiyah şişesiyle raflarda yerini aldı. Normal parfümler için normal yazılar kaleme almaya çalışan bendeniz, söz konusu anormal parfümler olunca yazılarımın da anormal çizgide olmasına engel olamıyorum. Ve işte bu aldehitli, sabunsu, derili, tütsülü, hayvansı, koyu, karanlık şiprenin bende hissettirdikleri…

Rien Intense Incense’yi anlamak için Caravaggio’nun tablolarının karanlığını, Munch’un “Çığlık”ını, yeraltı edebiyatının karamsar doğasını, satanizmin doruklarını, Marquis de Sade’nin canavarlıklarını, korkutucu Ortaçağ Avrupa’sının dehlizlerini, Bukowski’nin en sevdiği şeylerden olan at yarışlarını, çölde ölmüş hayvan leşlerini, dünyayı yönettiği söylenen gizemli tarikatların insan öldürme ayinlerini, sadist bir seks partisini, mazoşist sevgilileri, dünyanın en berbat kokan yerlerinden olan tabakhaneleri, yanan lastik fabrikasını, cadıları, fantastik canavarları, pasif-agresif psikopatları aklınıza getirmelisiniz muhtemelen.

Ve evet, bu bir parfüm mü yoksa anti-parfüm mü? Bu kokan şey üzerinize sürülebilir mi yoksa uçuk bir haute-couture mü? Bu parfüm bir markanın sıradışı olma çabasının iflası mı yoksa parfümler tarihinin müstesna bir bileşeni mi? Bu arkadaş bir anarşist mi, popülist bir çöp mü? Bu parfüm ne iş yaptığı belli olmayan ama ünlü denerek magazin sayfalarında şişirilen boş beleş tiplerin kullanacağı tiki kokusu mu yoksa parfümden gerçekten anlayan ve ne istediğini bilen bilinçli parfümseverlerin tercih edeceği son duraklardan mı? Kısacası hayal kırıklığı mı, şaheser mi?

Bu soruların hiçbirisine cevap vermeyeceğim. Rien Intense Incense, karanlıklar, zorlamalar, abartılar, gizemler, sektörel endişeler, insan doğasının korkuları, duygu dünyalarının çatışması, acıklı bir ölümü ve cenaze evinin umutsuzluğunu çağrıştırıyor zihnimde.

Bu parfüm algılarınıza saldıran zorba rolünü de oynayabilir, uyuşturucunun vereceği zevk ve uyuşukluğa da sebep olabilir. Onu nasıl kullanacağınız ve ondan neler sağlayacağınız önemli yoksa o sizi önüne katar ve götürür. Bu sert, ödünsüz, acımasız orta yaşlı adam veya cadaloz kadın size hayatınızın kokusal deneyimini yaşatabilir de “bu muymuş böylesine abartılan Rien Intense Incense” diye düşünmenize sebep olabilir.

ELDO’nun, bu parfümü “dramatik” olarak tanımlaması anlamlı sayılabilir. Her ne kadar genel olarak dramatikliği farklı düşünsek de içinde gerilim, çatışma gibi durumlar bulunan olay anlamıyla değerlendirirsek, Rien Intense Incense dramatik sayılabilir. Onun, insanların coşkulu şekilde duygularını kamçılamaktan hoşlandığını bile düşünebiliriz. Peki, yine kendi internet sitelerindeki duygusallık! vurgusuna ne demeliyiz.

Rien Intense Incense için duygusal tanımı en son söylenecek şeylerden birisi. Duygusal yerine duyusal desek eminim daha doğru olur fakat ELDO şu konuda haklı ki bu parfüm “unutulmaz şekilde garip ve harika potansiyele sahip”. Onun içerisinde bulunan yoğun tütsü gerçekten de “duyulara meydan okuma”.

Hala mı aklınızda birşeyler canlanmadı? O zaman Bandit, Aromatics Elixir, Cuir Mauresque, Comme des Garçons Black/Avignon, L’Air du Desert Marocain, Fetish Pour Homme, Cuir Ottoman, Tauer – Incense Extreme, Salvador Dali Pour Homme nasıl kokuyorsa Rien Intense Incense de öyle davranıyor.

Sonuç olarak her deneyimin bir sınırı vardır ve parfüm deneyiminin sınırı Rien Intense Incense’dir ELDO’ya göre.

EDP formundaki bu arkadaşın performans gibi bir derdi yok çünkü delirmiş gibi üzerinizden çıkmıyor. Etrafa yayılımı da fazla, onun içindir ki markanın uyarısını dinleyin: “Onu kullanırken dikkatli olun”. Bu parfümü ya kimsenin olmadığı Kuzey Kutup dairesinin oralarda ya da mümkünse sadece uzay seyahatlerinizde kullanın çünkü muhtemelen çok az kişi kokusunu beğenecektir.

Hadi ama kadınlar, araba lastiği altında kalmış hayvan leşi gibi kokmak ister misiniz? Eğer parfümün içindeki aldehitler hayatımızı kurtarır derseniz siz bilirsiniz. Erkekler için uygun olsa da sanat sanat içindir, sanat halk için değildir. Evinizin arka bahçesinde, öldürüp gömdüğünüz en az beş kişi varsa bu parfüm tam size göre. İyi şanslar…

Koku Güzelliği:10/6

25 Aralık 2018 Salı

Slumberhouse – Norne (2012)

Kanada’ya yakın bir eyalet olan Oregon’da yaşayan parfümör Josh Lobb, ilginç parfümleriyle dünya parfümseverlerinin dikkatini çekmeye devam ediyor. Kendisine ait bağımsız niş parfümevi Slumberhouse, sürekli kokularının üretimlerini bitirip, yeni eserler piyasaya sürmesiyle tanınıyor. Norne, muhtemelen markanın en sevilen ve hakkında en çok konuşulan parfümü. Josh Lobb, bir söyleşisinde Norne’yi İskandinav tarzı bir black metal müzik türünden ilham alarak tasarladığından bahsetmiş. Ayrıca tamamen saf orman özütleri üzerine inşa etmiş kokusunu. Ne tek bir uçucu yağ kullanmış ne de sentetiklere başvurmuş yaratım aşamasında. Benim de bir süredir merak ettiğim Norne’yle nihayet tanıştık.

Norne’nin başlangıcı kuru talaş kokusuyla gerçekleşiyor. Yeni kesilmiş ağaç ya da atölyede biçilmiş odun kokusu olabilecek en gerçekçi ve başarılı şekilde verilmiş ki söyleyecek söz bulamıyorum. Müthiş açılıştan sonra dumansı-odunsu yapı etkisini sürdürüyor. Orta kısımda kuru baharatlar devreye giriyor ki ağırlığın karanfilde olduğunu söyleyebilirim. Orta bölümde tütsü ve dumansı tütün de geri planda kendisini göstermeye başlıyor ki kalite anlamında yine harika. Son bölümde tütsü ve paçuli var sanki. Ağaçsılık parfümün kapanışında da devam ediyor.

Norne, şimdiye kadar kullandığım en gerçekçi odunsu kokulardan birisine sahip. Dumansı tütün, mistik tütsü, kuru çam dalları, reçineler, berbat edilmemiş harika karanfil ve diğerleri. Norne’nin bu içeriklerden oluştuğunu söyleyebilirim kısaca ama bu parfümden öyle üstün körü bahsederek geçmek olmaz.

Sisle kaplı sık ağaçlardan oluşan ormanda yürürken etraftan hissettiğimiz ya sonsuz sessizlik ya edebi huzur ya da doğanın kokusudur. Karla kaplı uçsuz bucaksız orman bize çam, köknar ve sedir ağaçlarını sunar çoğu zaman. Etraftaki likenler, eğrelti otları, reçine, yosun, baldıran otu ve daha onlarca tür bitki, ormanın koku senfonisini bize koklatır. Dünyada insan eliyle yapılmış hiç bir yapı veya eser bu huzuru ve kokular armonisini bize veremez. İşte ormanlar bunun için güzeldir ve değerlidir. Norne, onu koklayana böyle bir hissiyat vaat ediyor sanki.

İskandinavya’nın, Sibirya’nın veya Kanada’nın kuzeyindeki sürekli kar altındaki çam ve yeşilliği asla kaybolmayan iğne yapraklı ormanların Norne gibi kokacağına emin olabilirsiniz. Çam ağaçlarından akan reçinelerin, yerlere düşmüş kozalakların, bir ressamın paletinden gelen terebentinin, kereste fabrikasının ve hatta Bhutan’daki Budist tapınağının, testereyle yeni ağaç kesmiş ormancının Norne gibi kokacağına eminim.

Norne bana, karlarla kaplı bir ormandaki dağ kulübesini çağrıştırıyor. Kulübenin küçük pencerelerinden dışarıya sızan ışık, içeride yanan büyük bir odun sobası, bir köşeye dizilmiş sobaya sığacak şekilde kesilmiş odunlar, o odunları taşırken yerlere az da olsa dökülen talaşlar yine Norne’nin bende hissettirdikleri. Sadece karlı kuzey ormanlarını değil, içerisindeki tütsü ve gizemli dumansılık aynı zamanda Uzak Doğu Asya’yı, Çin’i, Hindistan’ın ücra kasabalarını ve Nepal gibi inanç merkezlerini de hatırlatıyor.

Sonuç olarak Norne, olabilecek en kaliteli kuru sayılabilecek odunsu parfümlerden birisi ve kullanım döneminde onu çok sevdim. Böylesine başyapıtlar kolay kolay karşımıza çıkmıyor ve bu anlamda Josh Lobb’a ne kadar teşekkür etsek az. Bay Lobb, Norne’yi tasarlarken Edgar Allen Poe tarzı, hastalıklı, geceye ait, loş hissettiren şiirsel ve karanlık bir koku formu yaratmak istemiş ki gayet de başarılı olmuş.

Ama her şey ne yazık ki yine tozpembe değil. Norne 2012 çıkışlı ve görebildiğim kadarıyla üretimi bitmiş. Dünya üzerinde bile parfümü bulmak çok zor. Ve ne yazık ki böyle bir güzellikten parfüm dünyası artık mahrum kalacak. Neden bütün harika parfümlerin ya üretimi bitirilir ya da formülleri değiştirilip berbat edilir?

Norne, Extrait formunda ve iyi bir performansa sahip. Kalıcılığı fena değil, etrafa yayılımı ilk patlama dışında normal. Çok yoğun bir vizkositeye sahip olduğu için kıyafetlerinizde leke bırakacaktır aman dikkatli olun. Kullanım döneminde tenimde bile her seferinde koyu yeşil bir katman oluşmasını sağladı. Ten üzerinde harikalar yaratan Norne, kıyafet üzerinde biraz sıradan durdu. Onun içindir ki tende denemenizi öneririm. Uniseks olarak düşünülse de erkek kullanımına yakın duruyor. Kış parfümü Norne. Serin ilkbahar-sonbahar bile ona uymaz. Hele ki eksi derecelerdeki havada onu koklamaya doyamayacağınızı düşünüyorum.

Kimi kullanıcıların Serge Lutens’in harika parfümü Fille en Aiguilles’e benzetmesi normaldir. İki parfümün de odunsu ve reçineli tarafı gerçekten de birbirini andırıyor. Ve son olarak Norne neredeyse mükemmel bir parfüm.

Koku Güzelliği:10/9

17 Aralık 2018 Pazartesi

Zadig & Voltaire – This is Him (2016)

1997 yılında Thierry Gillier, isminin ilhamını filozof ve yazar Voltaire’den alan hazır giyim markasını kurdu. Voltaire’nin ünlü kitabı Zadig’in de ismiyle beraber Zadig & Voltaire haline gelen moda markası, ilk parfümünü 2009 yılında piyasaya sürdü. 2018 yılının sonları itibariyle on beş parfümlük koleksiyona ulaşan Zadig & Voltaire’nin en popüler erkek parfümü This is Him denebilir.

This is Him, Zadig & Voltaire’nin internet sitesinde “Siyah, güçlü. Sert-deri ruhlu beyefendi rocker. Sınırsız, modern kahraman, kararlı bir şekilde erkeksi” olarak tanıtılmış. Parfümün açılışı koyu ve karanlık vanilya-çikolata-tütsü üçlüsüyle gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli ve harika üst notaları yeni nesil parfümlerde algıladığım en başarılı başlangıç diyebilirim. Orta kısımda çikolatamsı kısım geride kalırken şekerli vanilya, deri ve baharatlarla yola devam ediliyor. Başlangıcı kadar çarpıcı olmasa da fena değil orta notalar. Son kısımda şekerli vanilya hala etkili. Vanilyaya yapay sedir ağacı ve vetiver ekleniyor ki parfümün en vasat kısmı kapanışı oluyor.

This is Him, bolca tatlı modern bir baharat-vanilya-sedir ağacı parfümü gibi görünüyor. Parfümün en ilginç notası tütsü bildiğimiz anlamda kuru ve dumansı değil, odunsu ve şekerli verilmiş. Parfümün geneli karanlık sayılabilecek vanilya temasına sahip denebilir. Orta kısımdan itibaren parfümden koyu bir deri kokusu geliyor ki kimi yorumcular bu duruma değinmiş. Bence de orta notalarda deri var ve kendisini sınırlı ölçüde gösteriyor.

Başlangıcında gayet iyi iş çıkaran vanilya sonlara doğru oldukça vasat hale geliyor ki şaşırtıcı değil bu durum. Yeni nesil parfümlerdeki ‘harika üst notalar-kötü alt notalar’ çıkmazı bu parfümde de geçerli ne yazık ki. Çok güzel başlayan ve sıkıcı biten bir arkadaş This is Him. Kapanışı biraz daha özenli olsaymış, son zamanların en başarılı yeni parfümlerinden birisi denebilirdi. Yeni nesil bolca tatlı, modern, çoğu erkeğin ve kadının beğenebileceği This is Him, hediye olarak alınırsa hiç fena seçenek olmaz. Hem uygun fiyatı hem de kalıcılığıyla This is Him genç erkek arkadaşları rahatlıkla tavlayacaktır.

Kalıcılık dedim de aklıma geldi. Performans anlamında ortalama bir yerde duruyor This is Him. Her ne kadar etrafa yayılımı sınırlı olsa da kalıcılığı gayet iyi. Bu durum kalıcılık sevdalılarının ilgisini çekecektir. Tam bir kış parfümü. Kapalı, soğuk havalarda harika olacaktır onu kullanmak. Çok erkeksi olduğunu söyleyemem. Otuz beş yaşın altındaki erkeklere önerebilirim.

EDT formundaki This is Him’in kokusunun tasarımını sektörün tanınmış iki burnu Nathalie Lorson ve Aurelien Guichard yapmış.

Koku Güzelliği:10/7

17 Eylül 2018 Pazartesi

Amouage – Jubilation XXV Man (2008)

Bugün sizleri küçük bir Ortadoğu ülkesine götüreceğim. Arap yarımadasının en ucunda bulunan Umman, topraklarının büyük bölümü çöl olan bir ülke. Nüfusuysa İstanbul’dan az. Tahmin ettiğiniz gibi büyük miktardaki petrol ve doğal gaz kaynakları bu küçük ülkenin kaderini diğer Arap ülkeleri gibi değiştirmiş. Batı pazarlarına akan petrolü sayesinde zenginleşen bu şanslı ülkenin sultanı, 1983 yılında ilginç bir karar veriyor.

Umman sultanı Kabus bin Said, 1983 yılında ülkesinin itibarını arttırmak için yardımcılarına parfüm markası oluşturmaları emrini verir. Üretilecek parfümler için hiçbir masraftan kaçınılmamasını ister. Ayrıca ortaya çıkacak kokuların Umman’da yetişen, gül, tütsü, mür ve amber ağırlıklı olmasını özellikle belirtir. Hatta bu bitkilerin çoğunun Umman dağlarından toplanmasını emreder.

Böylece 1983 yılında Amouage markasının temelleri atılır. Böylesine üst düzey parfümler ortaya çıkarılabilmesi için dünyanın en önemli parfüm tasarımcıları araştırılır. Sonuç olarak Hermes, Dior, Rochas gibi markalar için parfümler tasarlayan Guy Robert’e ulaşılır. Böylece Amouage – Gold 1983 yılında üretilir. Daha sonra da başka ünlü parfümörlere kokular tasarlattırılır. Tarihler 2008 yılını gösterdiğinde Jubilation XXV ortaya çıkar. Markanın kuruluşunun 25. yılı anısına bu isimle piyasaya sunulur. Adeta bir zafer kutlamasıdır Jubilation XXV.

Parfüme geçmeden önce kısa bir Amouage bilgilendirmesi yapmalıyım. Bu marka ultra-lüks diyebileceğimiz kategoride. Gerek parfümlerinin içerikleri, gerek kullandıkları malzeme kalitesi, gerekse fiyatları ile dünya parfüm endüstrisinin en uç birkaç örneğinden birisi. Daha anlaşılır olması açısından şöyle örneklendireyim.

Bir Calvin Klein parfümü 30-50 dolarlık fiyatıyla ortalama bir yerlerde durur diyelim. Serge Lutens ise 90-150 dolar fiyat seviyesi ile lüks bir marka olarak sınıflanır. Amouage ise 200-300 dolarlık fiyatı ile en üst düzey birkaç markadan birisidir. Zaten kendi internet sitelerinde Amouage parfümlerini devlet başkanlarının, kralların, ünlü sanatçıların kullandıklarına vurgu yapılıyor. O meşhur logolarının altındaki “The Gift Of Kings” ibaresi sanırım bir çok şeyi anlatıyor. Unutmadan bir not daha. Amouage, Umman devletinin resmi parfüm markası olarak da geçiyor. Hatta Umman kralının birçok yurtdışı gezisinde devlet başkanlarına hediye olarak Amouage parfümleri hediye ettiği söyleniyor.
Geçelim parfümümüze. Markanın en sevilen, en çok ilgi gören, en çok konuşulan parfümü olarak dikkati çekiyor Jubilation XXV Man. Tarz olarak oryantal-fujer olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda burnuma gelen kokuyu anlamaya çalışıyorum. Oldukça tatlı portakal mı? Leziz ve ekşi kırmızı meyveler mi? Tütün? Bizim ev ahalisine göre gelen koku tütün kolonyaları ve mentollü Vicks Vaporub karışımı gibi. Başlangıç biraz hacı yağlarını andırıyor. Derin ve anlatması zor bir başlangıç. Daha ilk kısımda yüksek kaliteli bir kokuyla karşılaşacağımı anlıyorum. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Bu koku muhtemelen tatlı kırmızı meyveler, tütsü ve odunsulardan geliyor. Bir süre sonra neyse ki sakinleşiyor kokusu. Orta notalarda tatlı meyveler biraz daha öne çıkıyor. Ona tatlı baharatlar ve tütsü eşlik ediyor ama geri planda baharatlar hep var. Asıl sürpriz reçinemsi kokudan geliyor. Meyveli baharatların üzerinde sürekli reçinemsi odunsular hayalet gibi dolaşıyor, ara ara kendisini gösteriyor, sonra kayboluyor. Orta notalarda gül de hissediyorum derinlerden. Bu kısım zaten tam bir şölen. Resmi geçit töreni gibi. Son bölüm de gayet kompleks. Bu sefer başrole tatlı tütsü, odunsular ve amber geçiyor ve böylece tenden ayrılıyor.

Günümüzün gizemli, dumansı, hafiften Arabik, tatlı, baharatlı, odunsu oryantallerinin güzel örneklerinden birisi diyebilirim. Derin, katmanlı, gizemli ve lüks. Parfüm kritikçisi Luca Turin bu parfüm için “Gucci Pour Homme ile Gucci – Envy For Men arasında bir yerlerde” demiş. Aslına bakılırsa son bölümleri bana da Gucci Pour Homme’u anımsattı. Muhtemelen her iki parfümdeki tütsü ve odunsuların kullanılış şekli böyle bir izlenim yaratıyor fakat Jubilation XXV Man gerek kalite gerekse koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’dan 1-2 gömlek üstün.

Jubilation XXV Man, bana kraliyet ailesinin ihtişamını hatırlatıyor. Karşımda çok gösterişli ve derin (sanırım bu parfüm için anahtar kelime gösteriş) bir parfüm var. Kendimi Umman kralının davetlisi olarak hayal ediyorum ister istemez. Sarayın şatafatlı bir odasında kalıyorum. Petro-dolarlar ile gelen zenginlik ve abartılı mimari sarayda kendisini hissettiriyor. Odadaki birçok eşya altından yapılma. Bir taraftan odadaki birçok eşyanın altın olmasının ne anlamı var diye düşünürken buluyorum kendimi. Yoksa bu gösteriş aslında yüzyıllardan beri süregelen ezilmişliğin dışavurumu mu? Yok bu kadar haksızlık etmemeliyim sanırım. Pencereyi açıyorum. Batmakta olan güneşe bakıyorum. Kıpkırmızı bir ufuk. Çölde batan güneşi seyretmek ne büyük bir zevk.
Şimdi de gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi olan Hindistan’dayım. Bir tarafta devasa gökdelenler, pahalı takım elbiseli işadamları Cartier mağazasından metresleri için hediye beğeniyorlar. Bir elbise 2000 dolar civarında satılıyor. Diğer tarafta ayda 100 dolarla geçinmeye çalışan milyonlar var. Aklına geçtiğimiz yıllarda Oscar ödüllerini silip süpüren “Slamdog Millionere” filmi geliyor Cartier mağazasının kapı görevlisinin. O küçük yaştaki çocukların çaresizliği daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki. Bunları düşünürken daldığı hayallerden müdürünün sesiyle irkiliyor. En zengin müşterilerden birisi geliyor karşı kaldırımdan. İnşallah bu sefer iyi bahşiş verir diye düşünüyor. Gülümseyerek kapıyı açıyor. Adam kendinden emin bir şekilde içeri giriyor. Girmesiyle de o müthiş parfüm kokusu başını döndürüyor kapı görevlisinin. O zaman bir parfümün insanları nasıl bu kadar etkileyebileceğini anlıyor.

Jubilation XXV Man’ı kimler mi kullanır? Son on yılda zenginleşen Rus milyarderler, belki de Chelsea kulübünün sahibi Roman Abramovich ya da Suudi Arabistan kralı onu kullanır. Dünyanın en zengin kişilerinden Hintli demir-çelik kralı Lakshmi Mittal’ı da unutmamak lazım. Kimbilir belki de HSBC bankasının CEO’su Jubilation XXV Man’ı tercih eder.

EDP formundaki Jubilation XXV Man’ın performansı gayet iyi. Tenimde 1-1.5 gün kadar kalarak bu konuda iddialı olduğunu gösteriyor. Etrafa yayılımı başlarda çok yüksek. Fazla kullanmamak lazım yoksa boğucu olabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü.
Parfümün tasarımcısı dünyaca ünlü üstat Bertrand Duchaufour. Herkesin sevemeyeceği bir parfüm olduğunu belirtip, denemeden almanın risk olduğunu özellikle vurgulamam gerekiyor, hele ki oldukça yüksek fiyat etiketini düşünürsek…

Koku Güzelliği:10/9

2 Eylül 2018 Pazar

The Merchant Of Venice - Craquele (2015)

İtalya merkezli niş parfümevi The Merchant of Venice’yle devam edelim koku yolculuğumuza. Markanın Murano Exclusive serisinin Craquele’si 2015 yılında piyasaya sürülmüş. The Merchant of Venice’nin internet sitesinde Craquele’in genel konseptinin Ortadoğu teması olduğu vurgulanmış. Özellikle niş markaların son yıllarda Ortadoğu pazarını hedefleyen parfümlere yönelmesiyle The Merchant of Venice’nin de bu yola girdiğini görüyoruz. Bakalım markanın Ortadoğu coğrafyasını kucaklayacağını iddia ettiği Craquele nasıl kokuyor?

Parfümün açılışı gayet yumuşak ve gösterişsiz şekilde gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında menekşe yaprağı ve safran var. Daha çok kekiğimsi gerçekleşen başlangıcı kaliteli ve hoş. Orta kısımda parfüm sıcak yönünü ortaya çıkarıyor. Menekşe ve safranın desteklediği yumuşak deri, artık başrole geçiyor hem de ne geçme. Çok kaliteli ama saldırgan olmayan deri, kapanışa kadar teninize eşlik ediyor. Alt notalarda biraz tütsü ve miskle daha da güzelleşiyor Craquele.

Büyük resme baktığımda deri parfümüyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Yüksek kaliteli, yumuşak ve hafiften çiçeksi sayılabilecek deri, rahatlıkla uniseks olarak kullanılabilir. Deriden sonra ikinci önemli nota safran. Bu durumda Craquele için safran eklenmiş deri parfümü de denebilir. Üçüncü ana öğeyse menekşe. Deri ve safran gibi o da yumuşak ve mütevazı verilmiş kompozisyon içinde. Dördüncü olarak orta kısımdan itibaren kendisini hafiften gösteren çiçeksilik. Burada kadınsı çiçeksilikten bahsedemeyiz. Daha çok parfüme katman eklemek için düşünülmüş olabilir. Ve son olarak kaliteli misk, parfüme noktayı kokuyor.

Craquele baştan sona büyük değişim göstermeden ilerleyen, her şeyiyle dengeli ve sakin bir parfüm. Tatlılık oranı normal, kalite hissiyatı yüksek, gayet şık ve hoş bir arkadaş. Onun çarpıcı, canlı, enerjik, vurucu ya da devrimci olduğunu söyleyemeyiz ama bir deri parfümünden beklenenleri rahatlıkla verebildiğini belirtebilirim. Bu haliyle safran ve deri severlerin denemesini öneririm.

Craquele’yi ilk kullandığım andan itibaren bir parfüme benzetiyordum ve sonunda aklıma geldi. Hafiften Tom Ford’un meşhur Tuscan Leather’ını anımsatıyor. Tuscan Leather’ın başındaki böğürtleni kaldırıp, biraz safran eklesek muhtemelen koku karakteri Craquele’ye yakın olacak. İki parfümün o rafine acımsı deri temasını başarıyla kullandığını ekleyeyim.

Craquele’yi satın alacak kadar beğendim mi? Öncelikle 1 Eylül 2018 tarihi itibariyle Beymen’in internet sitesindeki fiyatının 1.750 TL olduğunu belirteyim. Ülkemizdeki parfüm fiyatlarının abukluğu konusunda zaten çok şey söylüyoruz. Anlamsız yüksek vergiler ve yükselen döviz kurunun etkisiyle uçuk fiyatlar karşımıza çıkıyor ne yazık ki. Eğer safranlı ve menekşeli bir deri parfümü hayranıysam ve cebimde fazladan 1.750 TL olsa hiç beklemeden alırım ama benim gibi safran-menekşe ikilisine soğuk bakan birisi için 1.750 TL’lik fiyat etiketi oldukça fazla.

EDP formundaki Craquele’nin performansı idare eder. Çok iyi kalıcılığa sahip. Oldukça inatçı tarzına rağmen etrafa yayılımı ortalama seviyelerde. Sonbahar-kış kullanımına yakın. Kimileri kadın kullanımına yakın bulurken bence erkekler de rahatlıkla giyebilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran Dinçer beye teşekkür ederiz.

Koku Güzelliği:10/7

23 Ağustos 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Odeur 71 (2000)

Buzdolabı ya da fotokopi makinesi nasıl kokar? Floresan lambasının kokusu neye benzer? Son sorum şu olsun: Tost makinesi gibi kokmak ister misiniz?

Comme des Garçons, gerek konsept gerekse pazarlama anlamında tabuları yıkmaya kararlı gibi görünüyor. Sadece ilginç şişe tasarımlarıyla değil, parfümlerinin içerikleriyle de rakiplerinden farklı yerde durmaya çalışıyor. Bugünkü konuğum markanın iki parfümden oluşan “Odeur” serisinin ikinci üyesi. İyi de nedir bu Odeur isimli parfümler?

Comme des Garçons’un “anti-parfüm” konseptiyle piyasaya sürdüğü Odeur serisinin ilki 1998 yılında çıkan Odeur 53’tü. İkincisi de 2000 yılında piyasaya sürülen Odeur 71. Peki anti-parfüm ne demek? Comme des Garçons burada biraz muhalif tavır sergileyerek parfüm karşıtı parfümler piyasaya sürüyor. Yani bir tarafıyla kendisiyle çelişirken, bir taraftan da parfüm dünyasına mesaj gönderiyor büyük ihtimalle: “Parfümlere karşı olan bir parfüm üreticisi.”

Anladığım kadarıyla anti-parfüm mottosu, günümüzün modern parfüm endüstrisine bir gönderme. Zaten Odeur 71’i test süresince kafa karışıklığı yaşamadım dersem yalan olur. Hatta parfümün açıklanan resmi notalarını gördüğümde nasıl bir şeyle karşılaşacağımı az çok anlamıştım.

Genellikle parfüm notaları şöyledir: Turunçgiller, limon, bergamot, çiçekler, baharatlar, gourmand elementler, amber, misk vb. Bir de Odeur 71’in marka tarafından açıklanan notalarına bakalım: Elektrik, metal, ofis, mineral, ampulün üzerindeki toz, fotokopi kartuşu, yeni kaynak yapılmış alüminyum, tost makinesi, dolma kalem mürekkebi, yeni açılmış kurşun kalem, bambu, salata sosu, sümbül, yosun, tütsü, odunsu notalar…

Şaka yapmıyorum. Odeur 71’in resmi olarak açıklanan notaları böyle. Zaten Odeur serisi için “Laboratuvar ortamında, mikro teknoloji ile çoğaltılarak oluşturulan inorganik elementler ile doğal elementlerin karışımı” diyebiliriz. Bu uzun sayılabilecek girişten sonra geçelim parfümümüze.

Odeur 71’in açılışında garip çiçekler sizi karşılıyor. Hafiften tatlı, biraz plastiğimsi. Tamamen yapay başlangıca sahip. Anlatması zor. Pek sevilesi değil üst notaları. Bir süre sonra tuhaf çiçeksiler devam ediyor ve yine alışılması zor bir koku ortaya çıkıyor. Hastaneye girdiğinizde muhtemelen antiseptiklerden gelen bir koku vardır. İşte orta notalar o kokuya çok benziyor. Hatta dişçi koltuğuna oturduğunuzda etraftan gelen ilaç kokuları olur. Onu da andırıyor. Ne hastaneleri ne de dişçi koltuğunu sevmediğim için hoşuma gitti diyemem. Neyse ki alt notalarından itibaren biraz güzelleşiyor. Bu kısımda tanıdık bir şeyler algılanabiliyor. Biraz tütsü, odunsu notalar ve misk. Üst ve orta kısımdaki plastiğimsi his burada da var. Daha fazla anlatmak gerçekten zor.

Şu bir gerçek ki Odeur 71 tam bir konsept. Yani parfümden öte bir şey. Bir deneme. Belki de parfümlerle dalga geçme. İşte niş markaları biraz da bunun için seviyorum. O anlı şanlı isimleri olan moda markalarının ürettiği parfümler mutlaka belli bir kitleye hitap etmesi gerekir. Parfümleri sanat eseri değil de ticari meta olarak görürler. Oysa butik markalar yaratım sürecinde daha özgürler. Genellikle büyük kitlelere ulaşmak gibi dertleri yoktur. Parfümlerini herkese beğendirmek gibi de çabalara girmiyorlar. Daha önce denediğim hiçbir parfüme benzemiyor. Plastiğimsi, hastane gibi kokan bir parfüm ne kadar sevilebilir ki. Tarzı hiç bana göre olmasa da onun benzersiz, sıradışı ve şaşırtıcı kokusu, bazı garip modern sanat heykellerinin veya enstalasyonlarının yarattığı hissiyatı andırıyor kullanan kişide. Genel olarak herkesin hoşuna gitmeyecek, rahatsız edici, yapay kokusu olmasına rağmen, geleceğin parfümlerinin belki de ilk prototiplerinden olan Odeur 71’i yine de denemenizi tavsiye ederim fakat büyük boy şişesini alır mısınız bilemem.

Odeur 71’i kimler mi kullanır? Hastane çalışanları, diş hekimleri, Nasa’nın astronotları ya da ünlü bilim-kurgu dizisi Battlestar Galactica’nın karakterlerine rahatlıkla uyum sağlayacaktır. Belki de çılgın bilim adamları onu sever. Albert Einstein, Odeur 71’i severek kullanır mıydı emin değilim.

Bu fotoğraf parfumo sitesinden alınmıştır.

Kalıcılığı çok yüksek değil. Parfümün etrafa yayılımı zayıf. Genel olarak hafif ve tene yakın kalıyor. Belki de böyle olması daha iyi. Kadın-erkek herkes kullanabilir. Dört mevsime uyabilecek garip bir yapısı var. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

EDT formundaki Odeur 71’in kokusunu Anne-Sophie Chapuis ve Martine Pallix birlikte tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/6

20 Temmuz 2018 Cuma

Bois 1920 – Vento di Fiori (2008)

“Vento di Fiori, kendine güvenen ve sofistike klasik bir şipredir. Zamansız gecelerin şıklığı ve parlak gündüzün canlılığıyla harmanlanmış kişisel ve az bulunan bir parfümdür.”

İtalya merkezli niş parfümevi Bois 1920’nin fazlaca popüler olamamış kokusu Vento di Fiori’nin 2008 yılında piyasaya sürüldüğünü söyleyebiliriz. Yukarıdaki kısa tanıtım tahmin edeceğiniz üzere Vento di Fiori için hazırlanmış. Ayrıca onun Akdeniz turunçgillerinin parlak karakterinin yansıması olduğu vurgulanmış. Sadece turunçgil değil, keskin yeşil galbanumdan da bahsedilmiş. Ayrıca karanlık paçuliye yer verilmiş ki bu parfümü merak etmeme sebep oluyor resmi tanıtımındaki paçuli.

Vento di Fiori’nin açılışı buruk limon ve aromatik acımsı otlarla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında tarhun otu var ki limona eşlik eden muhtemelen bu arkadaş. Canlı, parlak ve kaliteli üst notaları Terre d’Hermes’e şaşırtıcı derecede benziyor. Orta kısımda turunçgilli, otsu yapıya aromatik baharatlar eşlik ediyor. Pembe biber ve kakule olduğunu düşündüğüm baharatlar keskin ve rahatsız edici değil. Orta bölüm hala Terre d’Hermes’e fazlasıyla benziyor. Son bölümde turunçgiller etkisini bir parça kaybediyor. Son kısımda steril deri ve daha çok tütsü algılıyorum fakat kapanışı o kadar zayıf ki dikkatli koklamadıktan sonra deri ve tütsüyü ayırt etmek zor.

Vento di Fiori, aromatik turunçgilli bir esere benziyor. Buradaki turunçgiller yaz parfümlerindeki gibi süper ferah değiller daha çok olgun ve buruklar. Eski tarz şipreleri andıran başlangıçtaki turunçgiller bir parça ekşimsi. Gerçi bu fazlasıyla sıcak günlerde beni rahatsız etmedi. Ortalardaki baharatlarsa ana oyuncu olmuyorlar hiçbir zaman. Kapanışıysa parfümün geneli gibi gayet kaliteli fakat zayıf.

Vento di Fiori, günlük kullanıma uyabilecek, belli bir yaşı hedefleyen, hafiften olgun ve azıcık aristokratik deneme gibi görünüyor. Parfümün üst-orta kısmı hemen hemen aynıyken kapanışta bir parça değişiyor fakat genel yapıdaki turunçgiller her daim etkili. Yüksek kaliteli ama uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağa benziyor.

Parfümün belki de en önemli özelliği Terre d’Hermes’e çok benzemesi. 2006 çıkışlı Terre d’Hermes’ten iki yıl sonra piyasaya sürüldüğünü düşünürsek, Vento di Fiori rakibini kopyalamış gibi görünüyor. EDT formundaki yeni Terre d’Hermes’e benzeyen üst ve orta notalarından sonra neyse ki kapanış bölümünde ondan ayrılıyor. Biliyoruz ki birçok marka popüler olan ve piyasadaki farklı yere sahip eserlere fazlasıyla benzeyen parfümler piyasaya sürer fakat bir niş markanın neden böyle bir yola girdiğini bilemiyorum.

Elinizde Terre d’Hermes varsa Vento di Fiori’yi almak çok anlamlı görünmüyor. Eğer Terre d’Hermes’in niş versiyonuna sahip olayım diye düşünüyorsanız (bir insan neden böyle bir şey düşünsün ki) Vento di Fiori iyi seçeneklerden birisi fakat Terre d’Hermes kopyalarından Montale’nin Red Vetiver’ini her zaman için tercih ederim.

EDT formundaki Vento di Fiori’nin performansı harika değil. Kalıcılığı normal seviyelerde olsa da etrafa yayılımı ilk dakikalar dışında zayıf. Kimi kaynaklarda kadın parfümü olarak görünse de bence erkek kullanımına daha yakın. Soğuk sonbahar-kış mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran Dinçer beye teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

31 Mayıs 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Avignon (2002)

Günümüz Fransa’sında Marsilya ile Montpellier arasında yer alan Avignon bölgesinin önemli bir tarihi olduğunu biliyoruz. Özellikle 14. yüzyılda Katolikliğin dünyadaki merkezlerinden olan Avignon bölgesinin, yedi ayrı Papa’ya ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Gotik katedralleri ve surlarla çevrili büyük sarayı ile klasik Ortaçağ şehri havasını hala yaşatan Avignon’u tabii ki böylesine başarıyla koruyan Fransızların, tarihine sahip çıkma bilincine de teşekkür etmek gerekiyor.

Avignon sadece tarihi değil, ruhsal anlamda da önemli bölgelerden birisi. Hristiyanlığın muhafazakar kanadını temsil eden Katolikliğin, Avignon bölgesiyle sıkı bağları mevcut. Bu durum ünlü moda markası Comme des Garçons’un gözünden kaçmamış ve Avignon isimli parfüme ilham vermiş. Comme des Garçons’un 2002 çıkışlı Incense serisinin en popüler üyesi olarak hafızamızdaki yerini almıştı Avignon parfümü. Markanın Incense serisinde tütsüyü merkeze aldığı, her parfümde tütsüyü ve farklı dini inançları birbiriyle harmanladığını gördük. Mesela Incense serisindeki Kyoto Budizmi temsil ederken, Ouarzazate İslam’la bağdaştırılmış. Avignon parfümü, önemli bir Katolik bölgesi Avignon şehriyle betimlenmiş. Bakalım sadece Incense serisinin değil Comme des Garçons’un en popüler eserlerinden Avignon nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı koyu ve karanlık tütsüyle gerçekleşiyor. İlk dakikalarda sağlam, yoğun ve kuru tütsüye bir süre sonra odunsular eşlik etmeye başlıyor. Parfümün karanlık kısmı orta bölümde de devam ediyor. Tatlılığın neredeyse olmadığı orta notalarda Avignon bildiğimiz çıra gibi kokuyor. Yüksek kaliteli ağaçların eşlik ettiği tütsü bir parça geride kalırken, arka plana ilginç konuk yerleşiyor: Papatya. Evet, baskın olmasa da kesinlikle papatya kokusu var orta kısımda fakat ağır tütsü-ağaçların arasında kendisini gösteremiyor. Son bölümde kuru odunsular iyice etkisini arttırıyor. Bir parça yumuşayan koku formu, hala kuru ve yüksek kaliteli. Kapanışı hiç fena değil ama alt notalarda kokusu o kadar zayıflıyor ki algılamak zorlaşıyor.

Avignon, bana göre dumansı ağaç-tütsü-reçine-orman kokuyor. Çok yoğun çam ormanında, sonbahar mevsiminde küçük bir ateş yakarsınız ve etraftaki çam kozalaklarının, kuru çıraların, ağaçlardan akan yapış yapış reçinelerin dumansı kokusu etrafa yayılır işte bu tema aynen Avignon’a aktarılmış. Tabii parfümün açılışı tütsü hatta yabancıların frankincense dedikleri ve Türkçeye buhur olarak çevrilen kokuyla gerçekleşiyor. Olabilecek en karanlık tütsü-buhur ikilisinin ilk dakikalardaki burnu zorlayan acımsı dansı parfümün ilerleyen saatleri için bir parça karamsarlık yaratsa da kalitesi ve orta bölümde ağaçsılığın sazı ele almasıyla biraz rahatlıyorsunuz. Sonlarda kimi yorumcular vanilyadan bahsetmiş ama tenimde dikkat etmeme rağmen vanilya kokusu algılayamadım.

Avignon kesinlikle harika bir tütsü-ağaç kokusu. Belki beklediğim kadar detaylı ve zengin kokmuyor ama derinliği, kalitesi ve gerçekçiliği takdire şayan. Genel olarak tekdüze ilerliyor ve büyük değişimler yaşanmıyor. Tatlılık neredeyse yok ve günümüzün modern parfümlerinde bıktığımız şekerli yapıdan oldukça uzak. Anlaşılacağı üzere koku trendleri onun umurunda değil.

Farklı bir konuya değineyim. Avignon’un yurtdışında büyük bir seven kitlesi var. Onun hakkında parfüm platformlarında onlarca yorum bulabilirsiniz. Bu yazılanlara bakıldığında genellikle Avrupa merkezli parfümseverlerin Avignon’u, kiliselerde pazar ayinleri sırasında yakılan tütsü ve buhurlara benzettiklerini anlıyoruz. Onun içindir ki Hristiyan bilinçaltında Avignon direkt kilise kokusu olarak yerleşiyor muhtemelen. Tabii bizler Müslüman bir coğrafyada yetiştiğimiz için ve çoğumuz hayatında hiç kiliseye gitmediği için onlarla empati kurmakta zorlanabiliriz. Bu anlamda Avignon’un Hristiyani ruhsallık çağrışımları yaptığını düşünüyorum. Zaten Comme des Garçons’un parfüm için seçtiği isim (Avignon şehrinin Katolikler için önemi) ve kokuda kullandığı içerikler gayet bilinçli tercihlere benziyor.

Oldukça tematik kokan Avignon, günlük kullanım için, spor kıyafetlere ya da AVM gezmelerine uyar mı emin değilim. Konforlu olmayan sıradışı kokusu çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir. Onu sanki akşam gidilen klasik müzik konserlerinde ya da yoga-meditasyon seanslarında kullanmak iyi fikir. Garip şekilde ciddi, soğuk, karamsar, mesafeli ve entelektüel bir parfüm Avignon. Belli bir yaş, parfüm deneyimi ve doğru zamanı arayan tarzını beğenir misiniz bilemiyorum.

Kokusunu beğendim ama hayat her zaman toz pembe değil. Avignon’un eksi yönlerinden birisi performansının zayıflığı. EDT formundaki Avignon’un hem kalıcılığı hem de etrafa yayılımı ne yazık ki başarısız. Bu durumu sık sık yeniden kullanarak bir parça giderebilirsiniz fakat etrafa saldıran bir performans bombası değil. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak pazarlansa da erkek kullanımına yakın duruyor. Kokusuna ünlü burunlardan Bertrand Duchaufour imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7.5

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Lalique – Encre Noire (2006)

Işığın heykeltraşı olarak adlandırılan Lalique markasının yaratıcısı Rene Lalique, modern mücevherciliğin en önemli isimlerinden kabul ediliyor. 1860-1945 yılları arasında yaşamış olan Fransız cam ve mücevher tasarımcısı (ayrıca dekoratör) Rene Lalique, mücevher tasarımının sanat olarak kabulünde ve Art Nouveau stilinin oluşumunda önemli rol oynamış. Daha sonra Art Deco tarzında yapıtlar oluşturmuş. Zamanın önemli parfüm markaları için (Coty, Guerlain) şişe tasarımı ve imalatı yapmış. Son olarak kendi markasıyla parfümler üretmeye başladı Lalique.

Markanın muhtemelen en popüler ve ilgi çeken parfümü, erkekler için yarattıkları Encre Noire denebilir. Encre Noire sözlük anlamı itibariyle “Siyah Mürekkep” manasına geliyormuş. Zaten Encre Noire’nin şişesi eskiden kullanılan mürekkep hokkalarına benziyor. Parfümün kokusunun aromatik, yumuşak-odunsu tarzda olduğu belirtiliyor ki pek haksız sayılmazlar.

Encre Noire’nin açılışı tatlımsı turunçgil ve karanlık sayılabilecek vetiverle gerçekleşiyor. İlginç, derin, gizemli ve farklı diyebiliriz ilk dakikalar için. Orta bölüme geçildiğinde benzer karanlık mürekkebimsi vetiver devam ediyor. Vetivere, buruk ve ıslak odunsular eşlik ediyor ki kokunun ana aksındaki bütünlük aynen devam ediyor. Orta notalarda rutubetli odunsularla, kuru baharatların dansını bir süre zevkle izliyorsunuz. Bu ikiliye kuru tütsü zevkle katılıyor. Son bölümde durum pek iyi değil çünkü plastiğimsi ve yapay deriyle sedir ağacının burnunuza saldırısını, vasat misk tabii ki engelleyemiyor. Alt notalarda tatlılığın artan dozu ve odunsuların yapaylığı şaşkınlığa neden oluyor çünkü üst ve orta notalar müthişken ne oluyor da son kısım vasatlaşıyor anlayamıyorsunuz.

Encre Noire karanlık ve mürekkebimsi kokan vetiver teması üzerine kurgulanmış. Bu yapıya eşlik eden yapay odunsular ve plastiğimsi deri sadece yan rollerdeler fakat kokunun hem kalitesini hem de sevilebilirliğini azaltıyorlar. Başlangıçtaki aromatik hatta yeşil sayılabilecek enfes notalar orta bölümde daha ağır başlı ve egzotik olmayı başarıyor. Son kısmıysa hayal kırıklığı olmaktan öteye gidemiyor. İşin kötü tarafı, vasat alt notalar o kadar kalıcı ki günlerce kıyafetlerinizden çıkmıyor.

Herşeyiyle harika konsepte sahip Encre Noire, buna şüphe yok. Gerek Lalique markasının avangart ve resmi duruşu gerek Encre Noire isminin güzelliği gerek simsiyah karizmatik şişesinin elitliği ve isim-parfüm-koku uyumuna söylenecek söz yok. Bu anlamda Lalique müthiş bir işe imza atmış Encre Noire ile. Hele ki tarzının günümüzün modern koku trendlerinden uzak olması ve markanın popüler, uyduruk koku formuna teslim olmayışı takdire şayan.

Harika üst-orta kısımdan sonraki yapaylığın, itici bayağılığın, zorlama, steril misk-deri-sedir ağacı kombinasyonunun bu parfüme neden uygun görüldüğünü anlayamıyorum. Bu kadar sıradışı, şık ve çarpıcı koku formunun alt notalarda heba edilmesi üzücü. Oysaki parfümün tasarımcısı sektörün tanınmış isimlerinden Nathalie Lorson.

Sonuç olarak temiz, elit, sakin, koyu, karanlık, dumansı ve derin kokuyor Encre Noire. Genellikle diğer rakiplerine göre uygun fiyat etiketi onu bir adım öne taşıyor ana akım karmaşa içinde. Eğer ıslak-odunsu mürekkep gibi kokan vetiver merkezli maskülen arıyorsanız, size farklı pencere sunacaktır Encre Noire.

EDT formundaki Encre Noire’nin kalıcılığı iyi. Özellikle kıyafet üzerinde günlerce kalabiliyor. Etrafa yayılımı başlarda yüksek, ilerleyen saatlerde normale dönüyor neyseki. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın duruyor.

Koku Güzelliği:10/7

11 Mayıs 2018 Cuma

Profumum Roma – Ambra Aurea (1998)

Lüks İtalyan parfümcülüğünün bilinen markalarından Profumum’un kokularını fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum. Profumum’un isminin sonunda bir de Roma olduğunu bazen atlayabiliyorum. Profumum Roma olarak da bilinen bu niş markanın, her ne kadar isminde İtalya’nın başkenti Roma’yı barındırıyorsa da asıl kökleri Sant’Elena Sannita beldesine kadar uzanıyor. İtalya’nın güneyindeki bu küçük belde Profumum parfümevinin de doğduğu yer denebilir.

Tabii artık Profumum, bu küçük yerleşim yerinden Roma’ya taşınsa da Sant’Elena Sannita’da parfüm müzesi açacak kadar köklerine sadıklar. Gerçi markayı artık ailenin yeni nesil üyeleri temsil ediyor olsa da İtalya’nın başarılı niş parfümevlerinden olarak kabul ediliyor Profumum.

Bugünkü konuğumuz Ambra Aurea, isminden de anlaşılacağı üzere markanın amber temalı parfümü. 1998 çıkışlı Ambra Aurea, kendi sitelerinde “antik cazibenin, keyif ve sıcaklığın kokusu” olarak tanıtılmış. Yine kendi sitelerinde ambiyans olarak sınıflandırılmış. İçeriğindeki şu üç nota vurgulanmış: Gri amber, tütsü ve mür reçinesi.

Fotoğraf fragrantica sitesinden alınmıştır.

Ambra Aurea’nın açılışı koyu, karanlık ve acımsı amberle gerçekleşiyor. Gayet kuru, hafiften otsu, baharatlı ve oldukça ağır gerçekleşen üst notalarda egzotik ve sert amberle karşılaşıyoruz. Orta kısma gelinirken parfüme ismini veren amber hala etkili. Ambere eşlik etmeye başlayan yine kuru tütsüye rastlamak güzel sürpriz. Buradaki tütsü de parfümün başlangıcı gibi karanlık. Son bölümde yine amber var. Bu sefer ambere bir parça reçinemsilik ve hafiften vanilyamsı yapı ekleniyor. İşte size Ambra Aurea’nın ana hatları.

Açıkçası böyle bir parfümle karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Çünkü niş markalarda özellikle son on yıldır bu tarz koyu, sert ve egzotik amber kullanımının fazlaca görüldüğüne şahitlik ediyoruz. Tabii bu bir trend mi yoksa niş markalar devam edecekler mi amber merkezli parfümlere göreceğiz. Buradaki amber oldukça tematik, gayet ciddi, ödünsüz, kuru, kimi zaman acımasız tarza yakın duruyor.

Evet, onun şakası yok. Herkesin sevemeyeceği, hatta sadece bu tür amber hayranlarının peşine düşeceği, tütsülü, sıcak, baharatlı, dumansı, gizemli, reçineli ve sonlarda kısmen de olsa vanilya amber parfümü Ambra Aurea. Kokunun geneli o kadar karanlık ve içe kapanık ki, nota değişimlerini bile fark etmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Çok zengin nota çeşitliliği olmasa da derin bir amber denemesi diyebiliriz. Yapaylığın rastlanmadığı Ambra Aurea belirli bir kaliteyi yakalıyor ve niş rakiplerine meydan okumaya devam ediyor.

Bu aralar şansıma hep amber merkezli niş parfümlerle karşılaşıyorum. Son zamanlarda denediğim Ambre Dore ve Versilia Vintage Ambra Mediterranea benzer tarzda soğuk, karanlık amber merkezli parfümlerdi. Şimdi onların yanına Ambra Aurea’yı da ekleyebiliriz. Tabii listeye Ambre Precieux ve Ambre Sultan gibi iki ünlü amberi de eklemek gerek. Hatta Annick Goutal’ın müthiş eseri Ambre Fetiche’yi bile onun rakibi olarak düşünebiliriz. Görüleceği üzere çok sağlam ve zorlu rakipleri var Ambra Aurea’nın.

Sonuç olarak asla denemeden alınmaması gereken bir arkadaş. Kullanması zor ve her ortama uyum sağlayamayacak kadar tematik ve karakterli. Başlangıç seviyesindeki parfüm meraklılarından ziyade daha deneyimli parfümistaları hedefliyor muhtemelen. Benden söylemesi.

Bu tür amber parfümlerini her zaman erkek kullanımına yakın bulurum. Burada da fikrim değişmiyor. Tam bir kış parfümü. EDP formundaki Ambra Aurea’nın kalıcılığı yeterli, fark edilirliği başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde neyse ki normale dönüyor. Onun içindir ki çok fazla sıkmanızı önermem. İlk dakikalarda oldukça boğucu olabilir.

Koku Güzelliği:10/7

11 Nisan 2018 Çarşamba

Profumi del Forte - Versilia Vintage Ambra Mediterranea (2009)

Eşsiz Akdeniz manzaraları, yöresel etkiler ve kokusal anlamda servet sayılabilecek birikim… İtalya’nın Akdeniz’e açılan kapılarından Versilia bölgesi sadece İtalyan jet-set’ini cezp etmiyor, Avrupa’nın Riviera’larından birisi olarak her daim ilgi görüyor. Coğrafi olarak Toskana’nın parçası olan Versilia, Fransa sınırına kısmen yakın sayılabilecek tam bir deniz-kum-güneş cenneti.

Versilia’nın Forte dei Marmi bölgesinde, 2007 yılında yeni bir niş parfüm markasının doğuşuna tanık oldu koku sektörü. Enzo Torre isimli bir adam, Toskana’nın antik dönemlerden gelen sanat geleneğine atıfta bulunarak Profumi del Forte niş parfümevini kurdu. Markanın amacının sadece en iyi ham maddeleri kullanarak ve onları elle karıştırarak, kullanıcılarına en üst düzeyde koku deneyimi sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Bay Torre’nin Versilia sahil beldesinin zamansız tarzından ilham alarak kurduğu atölyesinden çıkan parfümler dünyadaki butik mağazaların raflarını süslüyor.

Profumi del Forte’nin Versilia serisinin üyesi olan Versilia Vintage Ambra Mediterranea’yı bir süredir kullanıyorum. İlk Profumi del Forte deneyimim olarak ismindeki Akdeniz vurgusunun ilgimi fazlasıyla çektiğini söyleyebilirim. Zaten parfümün tanıtımında da Akdeniz’e gönderme yapılmış. Bakalım Versilia Vintage Ambra Mediterranea nasıl bir arkadaş.

Parfümün açılışı ağır ve koyu amberle gerçekleşiyor. Oldukça yoğun açılışta bir parça deri ve sıcak reçinelerin olduğunu düşünüyorum. Eski, tozlu ve egzotik üst notalarını herkes sevemeyebilir. Orta bölümde neyse ki biraz sakinleşiyor kokusu. Parfüme ismini veren amber hala güçlü şekilde temsil ediliyor orta kısımda. Burada ambere dumansı kuru baharatlar eşlik ediyor. Sadece baharatlar değil karanlık tütsü de partideki yerini alıyor. Son kısımda amber hala etkili. Egzotik ambere bir parça vanilya ve sedir ağacı ekleniyor ki parfümün en kolay sevilebilen tarafı oluyor alt notalar.

Versilia Vintage Ambra Mediterranea, karanlık, dumansı, koyu ve dolgun bir amber parfümü. Eski-tozlu hissiyat veren amber baştan sona kadar etkili. İsminin hakkını verircesine egzotik ambere bulanmış bu aromada Akdeniz temasının nerede olduğunu düşündüm durdum ama bulamadım. Parfümlerin isimlerindeki Akdeniz teması ferah, deniz etkisi izlenimi uyandırır çoğu zaman ama kokusuna hiç yansımamış bu arkadaşın.

Versilia Vintage Ambra Mediterranea, gotik, kullanması ve sevmesi zor tematik bir parfüm. Onu kullandığınızda bırakın övgü almayı muhtemelen fazlasıyla zor bulunacaktır kokusu. Yine de bu tarzın başarılı örneklerinden birisi olarak düşünülebilir. Yapaylığın hissedilmediği derin ve retro hissiyat, niş parfüm kullandığınızı ve onun genel-geçer piyasaya kokularıyla alakası olmadığını size anlatıyor.

Versilia Vintage Ambra Mediterranea’yı kimler kullanabilir? Rodos şövalyeleri, mistik münzeviler, satanistler, okültizmle ilgilenen garip tipler, cadı avcıları, cellatlar ve sadece siyah kıyafetler giyen Death Metalciler. Evet, biraz abartıyorum ama şunu söyleyebilirim ki, herkese ve günlük kullanıma uymayacak bir parfüm. Onun içindir ki denemeden almayın dememe sanırım gerek yok.

Versilia Vintage Ambra Mediterranea’nın rakipleri kimler? Kendisi gibi niş rakipleri şunlar olabilir: Ambre 114, Ambre Sultan, Ambre Fetiche, L`Air du Desert Marocain, Ambre Dore ve Ambre Precieux. Bu tarz parfümlere ilginiz varsa deneme listenize almanızı öneririm.

Kokusunun tasarımını Arturetto Landi yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek, sonrasında normal seyir izliyor. Erkek kullanımına yakın diyebilirim. Tam bir kış parfümü. Sıcak günlerde kullanmanızı önermem.

Koku Güzelliği:10/7

22 Mart 2018 Perşembe

Estee Lauder – Youth-Dew (1953)

“Youth-Dew, kendi burnunun da çok az koku aldığı bilinen Bayan Lauder’in vücuda sürülmesi için piyasaya sürdüğü bir banyo sonrası vücut yağı aslında. Yağ halindeyken içindeki konsantre oranının yüzde 70’ler civarında olduğu rivayet olunuyor. Bu banyo sonrası yağının çok rağbet görmesi üzerine, Youth-Dew alkollü ortama aktarılıp bildiğimiz eau de toilette’e dönüşüyor ve yüzde 70 olmasa bile, yüzde 20’ler civarında bir konsantre içeriyor.”

Değerli hocamız Vedat Ozan’ın Kokular Kitabı II – Parfümler adlı eserinden alıntıladığım yukarıdaki bölüm dışında, bugün sizlere tanıtacağım Youth-Dew isimli parfümle ilgili ilginç bilgiler de var kitabın satır aralarında. Mesela bayan Lauder’in yeni çıkan parfümünün pazarlama faaliyetleriyle bizzat ilgilendiği, Youth-Dew’in satıldığı mağazalara hatta merdivenlere bu parfümün sıkıldığı, zaman zaman tezgahın arkasına geçerek parfümün satışıyla ilgilendiği gibi enteresan bilgiler bulunuyor. Estee Lauder’in çok önem verdiği Youth-Dew’in ilk çıktığı yıllarda fiyatının uygun tutularak kolay ulaşılabilir hale getirilmesi sonucunda bir ara markanın satışlarının yüzde 80’inini Youth-Dew parfümü oluşturuyormuş. Anlaşılacağı üzere, Amerikan markası olan Estee Lauder’in, güçlü Fransız rakiplerine 1950’li yıllarda meydan okumasıydı Youth-Dew.

Günümüze kadar reformülasyon geçirmesi kaçınılmaz olan Youth-Dew, bugün için kendi sitelerinde baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı gayet eski kokan çiçeklerle gerçekleşiyor. Beyaz çiçeklerden yasemin ilk dikkatimi çeken. Oldukça sabunsu başlangıcında olgun meyveler de var sanki. Biraz şeftaliden bahsedebiliriz sanırım. Üst notaları neredeyse hacı yağı kıvamında Youth-Dew’in. Orta bölümde şov başlıyor. Sabunsu nostaljik çiçeklere kuru baharatlar ekleniyor. Karanfil ve tarçın olduğunu düşündüğüm baharatlar oldukça öne çıkıyor orta kısımda. Sadece baharatlar mı? Müthiş bir tütsü, azıcık meşe yosunu ve karanlık sayılabilecek gül, orta notaları şahesere dönüştürüyor. Geleyim kapanışa. Son kısımda tozlu amber harika verilmiş. Ambere geri planda paçuli destek veriyor. Vanilya ise çok gerilerde duruyor. Orta bölüm kadar detaylı ve zengin olmasa da kapanışı başarılı Youth-Dew’in.

Uzun zamandır merak ettiğim klasiklerden birisiydi Youth-Dew. Bu efsanevi parfümün beni şaşkına çevireceğini tahmin ediyordum. Şaşkınlığa bir parça hayranlığı da ekleyebilirim artık. Youth-Dew gerçekten de anlatması zor bir parfüm. Onu denemek ve bu deneyimi yaşamak gerekiyor.

Youth-Dew’in ilk saniyelerindeki hayvansı sert çiçekleri yumuşatan şeftali Mitsouko’ya mı benziyor? Sabunsu hatta pudralı aldehitler ve beyaz çiçekler Bandit’i mi çağrıştırıyor? Kapanıştaki amber Calvin Klein – Obsession (kadın versiyonu) tarafına mı yakın? Ve hepsinden önemlisi Youth-Dew gerçekten bir kadın parfümü mü?

Öyle bir eser ki Youth-Dew kendi pazarlama afişlerinde “şimdiye kadar yaratılmış en seksi parfüm” olarak lanse edilse de onun “şimdiye kadar yaratılmış en erkeksi kokan kadın parfümü” olma durumu var mı acaba? Youth-Dew, 1950’li yılların tipik karanlık, yoğun, acımasız, dolgun, boşluk bırakmayan, zengin, katmanlı, pudralı harika bir örneği denebilir. Parfüm garip şekilde erkeksi hissiyat veriyor orta bölümden itibaren. Oysaki başlarda bulunan aldehitler ve beyaz çiçekler amma da kadınsıydı. Ne diyorum ben?

Zihnimi karman çorman hale çeviren Youth-Dew, kendi sitelerindeki tanıma harfiyen uyuyor: Oryantal baharatlı. Resmin bütününde ağır ve koyu baharat-tütsü-sabunsu çiçek-tütün merkezli bir eser bence. Başlangıçtaki civetten geldiğini düşündüğüm hayvansılık o dönemin parfümleri için hiç yabancı değil. Bandit’e benzettiğim karanlık aldehitleri tabii ki kendime yakın bulamadım. Orta kısımdaki baharat-tütsü işbirliğine bayıldım. Sonları çok tanıdık geldi ama bir türlü hangi parfüme benzediğini çıkaramadım. Yoksa Shalimar’a mı benziyor kapanışı?

Youth-Dew, enfes bir klasik. Kullanması ve sevmesi çok zor. 1950’li hatta 1940’lı yılların koku trendini bize sunması anlamında önemli bir eser. Çok katmanlı, zengin, karmaşık ve dominant bir arkadaş. Kullanım döneminde eski/tozlu/nostaljik koktuğunu ve ‘babaanne parfümü’ eleştirilerini kısmen haklı bulsam da günümüzde böyle bir eserin örneğine rastlamak pek mümkün değil. Onun içindir ki kadın-erkek her parfümsever Youth-Dew’i almasa bile denemeli bence.

Benim kullandığım eski EDP versiyonuydu. Kalıcılığı çok iyi, fark edilirliği başlarda oldukça yüksek. Onun içindir ki fazla sıkmanızı önermem yoksa boğucu olabilir. Tam bir kış parfümü. 40 hatta 50 yaş üzeri kadınlara hitap ettiğini belirtmem gerekiyor.

Son olarak parfümün tasarımcısından bahsedeyim kısaca. Josephine Catapano, kaynaklarda sadece dört parfüm tasarlamış olarak görülüyor. Bu dört parfüm de kült haline gelmiş (Fidji, Youth-Dew, Norell) eserler. Yine Vedat Ozan’ın kitabından öğrendiğimize göre İtalyan göçmeni olarak Amerika’ya yerleşen Catapano, 2012 yılında hayata gözlerini yummuş. Bayan Catapano, günümüzün en önemli parfümörlerinden Sophia Grojsman’ın da hocası denebilir. Grojsman’ı parfümörlük mesleğine başlatan kişi olan Catapano için bayan Sophia şunları söylemiş: “O benim için bir modeldi. İtalyan göçmeni bir ailede doğmuş ve sadece liseye kadar okumuş, tamamen içgüdüleriyle hareket ederek parfüm tasarlayan ve bu yönleriyle beni çok etkileyen biriydi.”

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

19 Şubat 2018 Pazartesi

Issey Miyake – Nuit d’Issey (2014)

Başarılı Japon modacı Issey Miyake’nin 1994 yılında piyasaya sürdüğü müthiş erkek parfümü L’Eau d’Issey Pour Homme’nin altından çok sular aktı. 25. yaşına doğru ilerleyen L’Eau d’Issey Pour Homme’nin harika kokusu, kendisinden sonra gelecek Issey Miyake parfümlerine ilham vermeye devam ediyor. Hemen hemen aynı şişe tasarımı ve benzer isimle 2014 yılında yeni üye katıldı aileye.

Nuit kelimesine yapılan vurguyla beraber, Nuit d’Issey’in pazarlanma aşamasında derili, odunsu ve ferah tarafı öne çıkarılmış. Parfümün gece/akşam/karanlık gibi öğelerle birlikte anılması, onun çok da ferah kokmayacağının habercisi gibi adeta. Zaten koyu renkli şişesinden bir yaz kokusu çıkmayacağını tahmin ediyordum. Bakalım Issey Miyake’nin yeni sayılabilecek erkek parfümü Nuit d’Issey nasıl kokuyor?

Parfümün açılışı ferah sayılabilecek turunçgillerle gerçekleşiyor. Limon ve greyfurdun önderliğindeki turunçgiller canlı, dinamik ve çarpıcı. Açılışı gayet güzel. Orta kısma doğru ilerlediğimizde turunçgillerin yerini aromatik otların ve şekerli baharatların aldığını görüyoruz. Orta notalarda tatlı portakal da algılıyorum. Orta kısmın sonlarına doğruysa ilginç iki sürprizle karşılaşıyoruz: Deri ve tütsü. Karanlık, koyu ve dumansı verilmemiş tütsü sanki bir adım önde. Kapanışta yine değişim var. Yumuşak ve tatlı odunsu notalar alt notalara hakim olurken, koku epey zayıflıyor son kısımda. Ortalama bir kapanışa sahip denebilir.

Nuit d’Issey, ilk sıkıldığı andan itibaren sürekli bir parfüme benzediği hissiyatı veriyor. Çok tekrar edilen modern, aromatik, odunsu baharatlı tarza yakın diyebilirim. Zaten parfümün iki ünlü tasarımcısı Dominique Ropion ve Loc Dong parfümün, odunsu ve baharatlı notaların üzerini saran deri kullanımından bahsetmişler ki haklılar. “Geceye ışık eklemek” olarak tanımladıkları Nuit d’Issey bence pek de koyu-karanlık bir arkadaş değil. Hatta tersine gayet aromatik (asla ferah değil), yumuşak, tatlı ve pozitif bir esere benziyor.

Nuit d’Issey, çarpıcı, sıra dışı ve yaratıcı bir parfüm olmasa da herkesin benimseyebileceği, makul oranda erkeksi, günümüzün koku trendlerine tamamen uyumlu görüntüde. Üst-orta-alt nota değişimleri algılanabiliyor ki bu da parfümün yeterince zengin ve katmanlı olduğunu gösteriyor ama her zengin parfüm güzel kokar mı?

Nuit d’Issey, içeriğinde her şeyden biraz barındıran piyasaya işi ortalama bir parfüm. Pek riskli olmayan genel yapısı eş-dost-akrabalardan güzel geri dönüşler sağlayacaktır size. Yine hanımefendilerin bu parfümü oldukça beğeneceğini düşünüyorum. Fakat geneline baktığımda kalite anlamında harikalar yaratmayan, pek öyle kendine özgü karakteri olmayan, temiz, hoş kokan tatlı bir parfüm. Uzun süreli kullanımda ondan sıkılacağımı söyleyebilirim.

Benim kullandığım ilk formülasyon olan EDT versiyonuydu. 2015 yılında EDP formundaki Parfum sürümü raflardaki yerini aldı. Kalıcılığı idare eder, etrafa yayılımı ilk patlama dışında ortalamanın biraz altında. Ilık ilkbahar aylarına uyacağını düşünüyorum Nuit d’Issey’in. Her yaş grubundan erkeğe rahatlıkla önerebilirim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

21 Aralık 2017 Perşembe

Mona di Orio – Cuir (2010)

Kakule, absent, deri, yabani ardıç, reçine, opoponax ve kunduz yağı.

Yukarıdaki notalar, Mona di Orio’nun Cuir parfümünün resmi olarak açıklanan içerikleri. Mona di Orio’nun Les Nombres D’Or serisinin üyesi Cuir, ismindeki deri vurgusunu, ilan edilen notalarında da belirtmiş. Daha önce yine Les Nombres D’Or serisinin popüler iki üyesi Vanille ve Vetyver’i kullanmıştım. Şimdi sıra Cuir’e geldi anlaşılacağı üzere.

Cuir’in açılışı karanlık ve tozlu gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında bulunmasa da vetiver algılıyorum başlangıçta. Buradaki karanlık ve kuru vetiver oldukça alışılmamış denebilir. Orta bölümde parfümün depresif hali devam ediyor. Aynı karanlık ve tozlu yapı devam ediyor. Orta kısımda parfüme ismini veren deri ortaya çıkıyor. Buradaki deri oldukça soyut davranıyor ve deri ceketler gibi kokmuyor. Hafiften plastiğimsi mi desem ayakkabı boyası tarzında mı desem öyle bir deri var. Deriye bir parça tütsünün de eşlik ettiğini sanıyorum. Ve kapanışa geleyim. Oldukça zayıflayan alt notalarda büyük değişim yok. Yumuşak derinin yanında bir parça odunsular bulunuyor. Üst ve orta kısma nazaran daha sevilesi kapanışa sahip.

Cuir için karanlık mı demeliyim yoksa dumansı mı demeliyim karar veremedim. Sanırım ikisi de var. Buradaki dumansılık pipo tütünü gibi değil de deriden gelen dumansılığı çağrıştırıyor. Hatta hafiften kirli bile kokuyor deri ve doğallık hissiyatı vermiyor. Yapaylığın sınırlarında gezinen ve köksü vetiver-tütsüyle dans eden bir deriye sahip Cuir.

Muhtemelen Cuir’in kokusunun doğada pek karşılığı yok. Yani onu zihninizde neye benzeteceğinizi ve nasıl kelimeye dökeceğinizi bilemiyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim resmi olarak açıklanan notalarına bakıyorum. Deri dışında diğer notaları algıladığımı söyleyemem. Acaba Mona di Orio bizi ters köşeye mi yatırmak istiyor bu notaları açıklayarak. Çünkü kunduz yağının bulunduğu parfümlerin genellikle hayvansı yönü ağır basar ama Cuir hayvansı değil daha çok plastiğimsi. Ayrıca kakule veya başka bir baharat da dikkatimi çekmedi kompozisyonda. Sanki Cuir daha odunsu-vetiversi-tütsümsü deri vaat ediyor bize. Tabii her daim karanlık ve dumansı.

Cuir, içine kapanık, depresif bir parfüm. Bir şekilde derin ve gizemli olmayı başarıyor, diğer taraftan da doğal kokamıyor. Kullanması ve sevmesi zor bir esere benziyor. Peki Cuir’i sevdim mi sevmedim mi? Tabii papatya falı bakacak değilim bu sorunun cevabı için. Genel tarzının bana yakın olmadığını söyleyebilirim. Kokusu biraz, araba tamirhanelerine gittiğinizde oradan gelen motor parçalarının ve yağlarının kokusuna benzerken diğer yandan dumansı ve karanlık yanıyla farklı olduğunu haykırıyor. Herkese uymayacak, konforlu olmayan, tam anlamıyla deri parfümüne benzemeyen, oldukça tematik ve garip bir çalışma olmuş Cuir. Rahatsız edici derecede itici değil ama kullanmaktan da zevk alamıyorsunuz.

Çok uzatmayayım. Sonuç olarak Cuir, sıradışı, dumansı, koyu deri parfümü olarak sınıflandırılabilir. Tatlılık az. Bu anlamda günümüz koku trendlerine uzak ama çok da eski ve babanne kokusu gibi de değil. Günlük kullanıma uymayacak, belli bir yaş (30 üzeri) ve parfüm deneyimi isteyen, erkek kullanımına yakın (uniseks olarak piyasaya sürülmüş), olgun ve soğuk bir eser. Denemeden almanın riskli olacağını sanırım söylememe gerek yok.

Kokusunun tasarımını Mona di Orio yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği ortalama seviyede. Tam bir kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini daha iyi göstereceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2017 Çarşamba

Andree Putman – Tan d’Epices (2015)

“Andree Putman 1925 yılında Paris’te doğmuş, kendi tanımıyla “ilginç bir ailenin kızı”. Annesi piyanist, babası yedi dil bilen, mesleği olmayan bir entelektüel olarak Fransa’nın neredeyse soylu sayılabilecek, yüksek burjuva sınıfının geleneği içinde bir sülalenin “kara koyun”u olarak kabul ediliyor. Kendisinin ise bu ailenin içinde daha da ileri düzeyde bir kara koyun olduğunu söylüyor. Henüz 10 yaşındayken annesini evdeki yaldızlı mobilyaları ve şaşaalı resimleri atarak yerine, aile çevresinin hayret dolu tepkilerine neden olan, Art Deco mobilyalar ve soyut sanat eserleri almaya ikna eder.

1972 yılında Didier Grumbach ile birlikte “Créateur et Industriels” adlı mekânı kurarlar (Grumbach şimdi Haute Couture Federasyonu Başkanı). Bu grupta Issey Miyake, Jean Charles Castelbajac, Thierry Mugler gibi genç moda tasarımcıları tanıtılmaktadır. Böylelikle Putman, modern sanat, moda ve seri üretim arasında kurmayı arzu ettiği ilişkiyi de sağlayabilecektir.”

Açık Radyo’nun internet sitesindeki detaylı Andree Putman yazısı okunmaya değer. Yukarıda bu yazının bir bölümünü alıntıladım. O yazı anladığım kadarıyla Almanca bir yayından tercüme edilse de Andree Putman gibi önemli izler bırakarak bu dünyadan yakın zamanda ayrılmış bir başarı abidesi olarak saygıyı hakediyor. Özellikle iç mimari alanında ismini dünyaya duyurmuş bir tasarımcı olan Andree Putman, 2001 yılında ilk ve tek parfümü olan Preparation Parfumee’nin müthiş etki yaratmasına rağmen koku koleksiyonunu genişletmedi. 2013 yılında ölen Andree Putman’ın ardından kızı Olivia annesinin kişisel anılarını hatırlatacak bir parfüm serisi için Intertrade Group’un sahibi Celso Fidelli ile işbirliğine gitti. Andree Putman’ın ilk parfümünden on dört yıl sonra altı parfümlük yeni seri piyasaya sürüldü. Tan d’Epices, 2015 çıkışlı yeni serinin ilgi çeken parfümlerinden oldu. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında bilgi bulunmayan Tan d’Epices’in isminden dolayı baharat merkezli olacağını tahmin edebiliriz.

Tan d’Epices’in açılışı keskin ve tatlı baharatlarla gerçekleşiyor. Tarçın ve zencefilin baskın olduğu başlangıcı gayet modern, leziz, meyvemsi ve yüksek kaliteli. Üst notaları gayet güzel. Orta bölümde büyük değişim görünmüyor. Tatlı baharatlara orta kısımda sıcak reçineler ekleniyor. Orta bölümde güzel bir sürpriz olarak dumansı sayılabilecek tütsü mevcut. Tütsünün yanında sıcak reçineler epey etkili orta kısımda. Kapanışta odunsular dikkatimi çekiyor. Keskin baharatların geri çekildiği alt notalarda biraz vanilya ya da balsamik benzoin bulunuyor.

Tan d’Epices, ismindeki baharat temasının hakkını sonuna kadar veriyor. Oldukça sağlam ve dolgun baharatlar gayet net ve başarılı şekilde verilmiş. Güzel tarafı baharatların çok yerinde tatlılıkla ve meyvemsilikle verilmiş olması. Böylece hem burnu zorlamıyor baharatlar hem de leziz ve modern hissiyat veriyor. Sevdiğim tarzda kokusu var Tan d’Epices’in. Sanırım onunla tanıştığım için şanslıyım.

Tabii parfümün önemli ayaklarından birisi sıcak baharatlara eşlik eden sıcak reçineler. Zaman zaman ağaçsı hissiyat veren bu reçinemsilik gayet dengeli verilmiş. Kimi niş parfümlerde abartılı verilen reçineler genellikle baş ağrısı yapıyor. Buradaki reçineleri beğendim. Geri plandaki odunsuluk ve vanilyamsılık fena değil.

Bence parfümün en ilginç tarafı dumansı tütsü-tütün benzeri yapı. Kimi zaman meyveli pipo tütünlerine kimi zaman dumansı sandal ağacı tütsülerine benzeyen orta notalar hem yüksek kaliteli hem de koklaması keyifli. Bu anlamda iyi iş çıkarılmış.

Tan d’Epices’taki Serge Lutensvari meyvemsilik ve baharat kullanımını beğendim. Bir parça Fille en Aiguilles tarzını anımsatıyor. Tabii Lutens’in eseri daha üst düzey denebilir. Kullandıkça bir parfüme daha çok benzettim Tan d’Epices’i. Ve sonunda aklıma geldi. Geçtiğimiz haftalarda kullandığım Rundholz’un 03. Apr. 1968 isimli parfümüne benzettim. İkisinde de meyvemsi baharatlar, reçineler ve tütsü var. Umarım yanılmıyorumdur.

Tan d’Epices bu haliyle çok soğuk günlerde kullanılabilecek sıcacık baharatlı reçineli bir eser. Dumansı tütsünün apayrı hava kattığı Tan d’Epices’i sevdim. Her ne kadar tekdüze koksa da ve büyük değişim göstermeden devam etse de bu tarzı seviyorsanız deneme listenize almanızı öneririm.

EDP formundaki Tan d’Epices’in performansı yeterli. Farkedilirliği yüksek olmasa da kalıcılığı iyi. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş ama erkek kullanımına daha yakın sanki.

Koku Güzelliği:10/7

15 Kasım 2017 Çarşamba

Comme des Garçons – Kyoto (2002)

Başkentlerin başkenti denilen Japonya’nın en ilginç şehri Kyoto’dan bahsedelim bugün. Japonya’nın başkenti Tokyo’dan bile daha popüler olan Kyoto’nun nüfusunun yaklaşık 1,5 milyon olduğu biliniyor. Japon imparatorluğunun bin yıl kadar başkenti olan Kyoto, tapınaklar şehri olarak da adlandırılıyor. İki binden fazla Budist ve Şinto tapınağı bulunuyor Kyoto’da. Bu özelliği onun ruhani tarafını da öne çıkarıyor.

Bunun içindir ki sanat dünyasının ilgisini çeken bir şehir Kyoto. Sadece Kyoto’yu merkeze alan sinema filmleri değil, 2002 yılında piyasaya sürülen bir parfüm de hafızalardan silinmiyor. Az buz değil on beş yıl önce Comme des Garçons’un piyasaya sürdüğü Kyoto parfümü, kokuseverlerin kalbindeki özel yerini hala koruyor bana göre. Comme des Garçons’un efsane parfüm serisi Incense’nin en popüler iki eserinden birisiydi Kyoto. Diğeri tabii ki Avignon’du.

Beş parfümden oluşan Incense serisinin her biri, farklı dinlerden esinlenerek meydana getirilmiş. Kyoto parfümü Budizm ve Şintoizm’den ilhamını almış. Açıklanan notalarında tütsü, ardıç yağı, kahve, tik ağacı, ölmez otu gibi oldukça farklı kokular bir arada verilmiş. Bakalım ortaya nasıl bir parfüm çıkmış.

Kyoto’nun açılışı yeşil ağaçsı yapıyla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarındaki ardıç yağı belki de ilk saniyelerdeki kokunun kaynağı. Hafiften çamsı-reçinemsi hissiyat veren başlangıcı sakin ve yüksek kaliteli. Orta bölümde ağaçsı hissiyat devam ediyor. Burada abartılı olmayan dumansılıkla birlikte tütsü devreye giriyor. Orta bölümün ve son kısmın ana oyuncusu tütsü. Buradaki tütsü fazlaca dumansı olmaktan ziyade yeşil, temiz ve ağaçsı. Kapanışta hala yeşil tütsü etkili. Alt notalarda ilaveten sedir ya da tik ağacını andıran odunsuluk hissediliyor. İşte size Kyoto.

Oldukça kuru, karanlık denemeyecek, tatlılığın pek hissedilmediği, dingin, fazlaca basit, katmanlı sayılamayacak ama koklamaya doyulamayacak kadar da derin yapısı var. Yeşil çam ormanının içinde yakılmış ve sönmüş tütsü çubuklarını anımsatan Kyoto, üst ve orta bölümde ferah reçinemsi yanını göstermekten çekinmiyor. Bu haliyle Nepal’in bir dağ köyündeki çam ağaçları arasındaki Budist tapınağını anımsatıyor size. Oradaki yaşlı ve bilge rahibin her sabah ayin başlamadan önce etrafın güzel kokması için yaktığı tütsü muhtemelen Kyoto gibi kokacaktır.

Bu parfümün neden ilgi gördüğünü anlamak zor değil. İlk olarak çok kaliteli, tertemiz, kullanımı kolay ve uyumsuzluk yok. İkinci olarak böylesine ruhani bir tütsü kullanımına dünyanın kuzey ve batısında yaşayan halklar alışık olmayabilir. Bu deneyim onların koku hafızalarıyla bağdaşmayabilir. Doğu ile batı arasındaki bir ülkede doğup büyümüş bendeniz bile etkilendi Kyoto’dan. Etrafa yaydığı dünya-dışı havanın yanında, karakteri olan farklı bir çalışma. Barışçıl ve bilge kokusu tam da dünyanın şu an için ihtiyacı olan sağduyuyu işaret ediyor belki de.

Kyoto, bol bol sıkınayım, kızlar kokuma bayılsın ya da erkekler beni fena çekici bulsun tarzı bir eser değil. Koku trendlerinden uzak ayrı bir gezegende yaşayan yalnız bir keşiş Kyoto. AVM tikilerinin, emocanların, kıroyum ama para bende’cilerin, ağzını yaya yaya garip bir Türkçeyle konuşan beyaz Türklerin ya da aklı-fikri para-rant-ihale üçlüsünde olan siyasal islamcıların parfümü değil Kyoto. Onun spritüel derinliğine ve meditatif yönüne saygı duymayanlarla buluşmaması daha iyi. Onun içindir ki günlük kullanıma uymayacak, yoga yaparken sizi sarıp sarmalayacak, hayatın anlamsızlığındaki anlamı ararken size eşlik edebilecek, sessiz, sakin, derin, biraz utangaç, münzevi, antik bir tapınak kokusu Kyoto.

Açıklanan notalarında kahve var. Bazı yorumcular da kahveden bahsetmiş. Kullanım döneminde yoğun kahveye rastlamadım. Özellikle defalarca kontrol ettim tenimi ama pek kahve yok gibi içeriğinde. Zaten Kyoto’nun asıl amacı kahve gibi kokmak değil, yeşil ağaçsı kokmak anladığım kadarıyla.

Ha bu arada nerede okuduğumu unuttum ama New York civarında yaşayan sanatçıların bir zamanlar en sevdikleri ve bol bol kullandıkları parfümmüş Kyoto. Eğer öyleye hiç şaşırmam çünkü tam bir bohem ressam ya da performans sanatçısı kokusu Kyoto.

Bu harika eser tabii ki müthiş bir ustaya ait. Parfüm sektöründe tasarımları en çok ilgi çeken parfümörlerden Bertrand Duchaufour’un imzası var Kyoto’da. EDT formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği yüksek değil. Biraz çekingen kaldığı söylenebilir. Ten üzerinde çok daha derin kokarken kıyafette daha basit davranıyor. Ten üzerine uygulamanızı öneririm. Uniseks olarak piyasaya sürülse de erkek kullanımına yakın. Otuz yaş üzeri arkadaşlara tavsiye ederim. Sonbahar-kış döneminde kullanmak iyi fikir.

Koku Güzelliği:10/8

7 Kasım 2017 Salı

Rundholz – 03. Apr. 1968 (2012)

Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren-Vestfalya’da 1993 yılında temeli atılmış bir modaevi Rundholz. İsmini, kurucusu Lenka Rundholz’dan alan modaevi, Almanların pek etkili olamadığı moda sektörü için alternatif bir kanal denebilir. Lenka Rundholz’un avangart moda dilinin meraklıları bu markayı bileceklerdir. Studio Rundholz’un faaliyet alanı kadın hazır giyimi, kadın ayakkabıları ve çeşitli aksesuarlar olduğu biliniyor ta ki 2012 yılına kadar.

Bu endüstriyel modaevi 2012 yılında parfüm işine de girdi. Şimdiye kadar sadece üç parfüm piyasaya sürdüler. Gerisi gelir mi bilemiyorum ama parfümlerinin ilginç isimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Bir süredir kullandığım 03. Apr. 1968, tahmin edeceğiniz gibi markanın kurucusu Lenka Rundholz’un doğum tarihi. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında hiç bilgi olmayan Rundholz’un 03. Apr. 1968’i merkeze tütsüyü almış gibi görünüyor. Parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’nin bu parfüm için “kimliği ve karakteri olan etkileyici bir parfüm. 03. Apr. 1968, sıradışı insanlar içindir.” dediği rivayet ediliyor. Bakalım benim gözümden nasıl bir kokuyla karşılaşacağız.

3. Apr. 1968’in açılışı hafiften meyvemsilik ve dumansılıkla gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında liçi isimli tropikal meyve var. Evet, başlangıcı hafiften lezzetli ve meyvemsi ama bu etki sınırlı. Daha ilk saniyelerde karşımıza çıkan dumansılık orta bölümde daha da artıyor. Buradaki dumansılık yüksek kaliteli, gizemli ve gayet ilginç. Orta bölüm o kadar dumansı ki, burada tütünün olduğundan şüpheleniyorum. Tabii ki parfümün omurgasını oluşturan tütsü de orta kısımdan itibaren ortaya çıkıyor. Dikkatli kokladığımda bir parça kuru karabiber de var sanki. Orta bölüm harika. Kapanışta büyük değişim olmuyor. Orta kısımla hemen hemen aynı gerçekleşen alt notalarda başlangıçtaki meyvemsilikten ziyade dumansı tütsü hakim. Kalite hissiyatı son bölümde de gayet iyi.

3. Apr. 1968 için rahatlıkla diyebilirim ki şimdiye kadar kullandığım en dumansı-reçinemsi ve bu etkiyi en uzun süre devam ettiren parfüm. Orta bölümden itibaren öyle bir dumansılık yayıyor ki etrafa sanki birisi tütsü yakmış ya da yoğun sigara kullanımı olan bir mekandasınız. Bu dumansılık tabii ki tütsüden gelse de bence parfümde kuru tütün mevcut. Baharatları orta bölümde algılıyorum. Kimi yorumcuların bahsettiği vanilyayı ise algılayamıyorum.

3. Apr. 1968’in resmi olarak açıklanan üç notası var: Liçi, heliotrope ve tütsü. Bu durum Rundholz markasının minimalizmine bağlanmış. Tabii üç nota açıklanması parfümde sadece bu içerikler olduğu anlamına gelmiyor fakat 03. Apr. 1968’in mininal bir parfüm olduğuna katılıyorum. Çok fazla nota ve kakafoni yok. Genel olarak düz çizgide ilerliyor ve büyük değişimler vaat etmiyor.

Olabildiğince sade, kuru, tatlılığın az olduğu, günümüz koku trendlerini umursamayan, doğru ortamda insanı alıp başka yerlere götürebilecek başarılı bir eser. Yer yer sıcak reçineleri andıran yapısı, kar yağarken sizi münzevi bir kütük eve çağırıyor ve orada gaz yağıyla aydınlanırken verandaya çıktığınızda ciğerlerinize çektiğiniz çam ormanını ayağınıza getiriveriyor. Yanmış tütsü ya da köz haline gelen çam kozalakları veya yüksek kaliteli bir puronun kokusu 03. Apr. 1968’in amaçlarından birisiydi muhtemelen.

Bu koku formunu tabii ki herkes sevemez. Invictus ya da Eros kullanan arkadaşları da hedeflemediği açık 03. Apr. 1968’in. Kokunun tasarımcısı Arturetto Landi’nin dediği gibi sıradışı bir parfüm. Biraz Cape Heartache’ye benziyor ama ondan çok daha kaliteli ve baş ağrısı yapmıyor. Bu parfüm bana Serge Lutens’in bazı parfümlerindeki dumansılığı hatırlatıyor. Azıcık da olsa Arabie ve Fille en Aiguilles esintisi var sanki.

Kinski’den sonra bir başka Alman için tasarlanmış enfes parfümle daha tanıştım. Almanlar parfüm işine biraz daha eğilseler muhtemelen Fransızların epey uykusunu kaçıracaklar anlaşılan. Ha bu arada parfümün tasarımcısı Arturetto Landi’ye de dikkatinizi çekerim. 03. Apr. 1968’i yaratan bu üstad, son yıllarda niş markalar için oldukça sayıda parfüm tasarlıyor. Özellikle biehl parfumkunstwerke’nin sevilen eserleri al01, al01 ve al03 ona ait.

EDP formundaki 03. Apr. 1968’in kalıcılığı iyi, fark edilirliği tatmin edici. Erkek kullanımına yakın duruyor. Tam bir kış parfümü. Tek olumsuz yanı oldukça zor bulunabilmesi.

Koku Güzelliği:10/7

10 Ekim 2017 Salı

Profumum Roma – Arso (2010)

“Dışarıda kış ayının ilk karı yağıyordu ve rüzgar çam ağaçlarının yapraklarını okşuyordu. Bir dağ evinde, güzel caz müziğinin notalarıyla kaynaşan kaliteli kırmızı şarap. Sen ve ben eski bir kanepede, çıtır çıtır sesler çıkararak yanan şöminenin yanında, değerli bir tütsünün beyaz dumanı ve çamın sıcak kokusu eşliğinde birbirimize sarılıyoruz.”

Havaların serinlemeye başladığı ekim ayının ortalarında, yukarıdaki tasvir bize doğru yaklaşıyor. Soğuk kış mevsiminin en popüler hayallerinden birisidir dağ başındaki bir evde, şöminenin karşısında yağan karı seyretmek. Bu hayali gerçekleştirmek isteyen kimi parfüm markaları da çıkmıyor değil.

İtalya merkezli niş parfümevi Profumum Roma, kış aylarının bu harika temasını parfümüne yansıtmak istemiş. Arso isimli 2010 çıkışlı parfümlerinin açıklanan notalarında deri, tütsü, çam reçinesi ve sedir yaprakları var. Arso sevilen Profumum Roma parfümlerinden birisi olarak dikkat çekiyor. Bakalım Arso, bahsedildiği kadar başarılı mı?

Fotoğraf basenotes.net’ten alınmıştır.

Arso’nun açılışı yeşil ağaçlarla gerçekleşiyor. Kuru sayılabilecek üst notalarda çam ağacı önemli yer tutuyor. Zaman zaman reçinemsi hissiyat veren çam ağacı kokusu gayet doğal ve kaliteli. Orta kısımda yeşil çam ağacı reçinesi devam ederken bir parça tütsü ekleniyor. Tütsü bu andan itibaren dumansı ve karanlık sayılabilecek hava katıyor. Orta notaları da beğendim. Kapanışta büyük değişim yok. Dumansı reçineler ve tütsüye bir parça ağaçsılar ekleniyor sadece. Muhtemelen sedir ağacından gelen bu odunsuluk, kötü değil ama çarpıcı da değil.

Arso, yeşil çamsı-tütsü parfümü gibi duruyor. Tabii hissedilir orandaki dumansılık ve ağaçların etkisi büyük genel kompozisyonda. Başlangıcı ve orta kısmı yanmış çam odunu dumanı gibi kokarken son bölümde ıslak-rutubetli ağaç gibi davranıyor. Bence parfümün en sıradan yeri sonları. Başlangıcı ve orta kısmı çok daha başarılı.

Şimdi, çam ağacı kokusunu severim. Dağ başındaki bir çam ormanı inanılmaz kokar. Parfümlerde de ilgimi çeker çam kokusu. Buradaki verilişi beğendim diyebilirim ama aşık olmadım. Arso düz çizgide ilerleyen, fazla şaşırtmayan, belli bir kalitenin üzerinde iyi bir parfüm. Fakat şu var ki günlük kullanım için uygun mu şüpheliyim.

Kim bir AVM’ye giderken dumansı çam ağacı gibi kokmak ister? Ya da bir toplantıya tütsülenmiş Serdar Kılıç gibi katılabilir? Makul olmak gerekirse oldukça tematik ve koleksiyonerlere göre bir parfüm Arso. Ha İsviçre Alplerinde ya da Bolu’nun dağlarındaki bir kulubede yaşıyorsanız evet Arso iyi bir seçim olabilir. Peki ya Adana’nın o feci rutubetli sıcağında ya da Alaçatı’nın o tiki sokaklarında Arso’ya yer var mı? Pek sanmıyorum.

Arso’nun kokusu hangi parfümlere benziyor? Aklıma gelen en yakın koku Black Tourmaline’nin ki. Bence oldukça benziyorlar ama tabii ki ikisi arasında Arso’yu tercih ederim. Fille en Aiguilles’in meyvesiz halini andırıyor Arso. Bir parça Avignon esintileri, hafiften Interlude, azıcık Comme des Garçons 2 ve üretimi bitirilen efsane Gucci Pour Homme, Arso’nun en yakın arkadaşları diyebilirim.

Tam bir kış bombası Arso. İlkbahar ve sonbahar bile kesmez onu. Kar yağarken ya da hava 0 dereceye yakınken kullanılsa asıl marifetlerini o zaman göstereceğine eminim. Kalıcılığı iyi. Çoğu kişi çok güçlü olduğunu söylemiş ama bende fark edilirliği normalin biraz altında gerçekleşti. Erkek kullanımına fazlasıyla yakın. Kadın arkadaşlar deneme listelerine almasalar iyi ederler. Otuz yaş üzeri ve parfüm deneyimi olan kokusever arkadaşlara göz kırpıyor Arso. Ve tabii ki sihirli uyarımızı yine yapıyoruz: “Denemeden almayın, pişman olmayın.”

Koku Güzelliği:10/7

20 Eylül 2017 Çarşamba

L’Artisan Parfumeur – Dzongkha (2006)

Puig grubuna satılmasıyla çoğu parfümseveri hayal kırıklığına boğan sevilen niş parfümevi L’Artisan Parfumeur’de, gördüğümüz kadarıyla eski şişeler de terk edilmiş. Markanın yenilenme içinde olduğunu düşünebiliriz çünkü bu tür şişe değişimleri genellikle parfümün içeriğinin değişmesiyle sonuçlanan reformülasyonu işaret ediyor olabilir.

Uzun zaman önce kullandığım Dzongkha’yı yeniden kullanmak istedim. Dzongkha, ilhamını Himalaya dağlarındaki Bhutan’dan almış. Tabii L’Artisan’ın Afrika’dan öykünmüş parfümlerinin en popüleri Timbuktu’ydu. Muhtemelen Timbuktu’nun başarısından sonra yine benzer temada ve iki yıl sonra piyasaya sürülen Dzongkha, tütsü, süsen çiçeği (iris) ve deriyi merkeze almış.

Parfümün başlangıcı olabilecek en kötü deriyle gerçekleşiyor. Sinek ilaçlarına benzettiğim üst notaları berbat Dzongkha’nın. Orta kısımda neyseki etkisi azalan garip derinin ardından şekerli iris çiçeği karşımıza çıkıyor. İrise kuru baharatlar eşlik ediyor ki, başlangıcına göre daha tahammül edilebilir bu bölüm. Kapanışta yine değişim var. Dumansı ve gizemli tütsü merkeze geçiyor ve parfümün en güzel yerini oluşturuyor.
Parfümün genelinde koyu bir tabaka gibi duran dumansılık mevcut. Kendi sitelerindeki “Bhutan’daki taş tapınaklarda yakılan tütsüler ve demlenen baharatlı çaylar” tanımı pek yerine oturmuyor. İlla ki bir yerini baharatlı çaya benzeteceksek orta kısım olabilir ama orada da hatırı sayılır oranda iris çiçeği var. Yine kendi sitelerinde bahsettikleri şakayık çiçeği ve tropik bir meyve olan litçi’yi algılayamadım.

Dzongkha, oldukça tuhaf, zor, karanlık ve tematik kokuyor. Kesinlikle herkesin sevebileceği ya da kullanabileceği gibi değil. Garip bir iticiliği var. Sanki Timbuktu’dan sonra biraz zorlama bir işe imza atılmış. Oysa ki Dzongkha’yı usta isim Bertrand Duchaufour tasarlamış. Yine de hiç bana göre değil genel yapısı.

Sadece benim değil diğer yorumcuların da kafası karışık sanki Dzongkha konusunda. Kimisi onun kokusunu eski bir ormana, başkası bebek pudrasına, bir başkası Hindistan baharatları satan dükkanlara hatta epey kişi kerevize benzetmiş ki haksız değiller. Bu kokuyu hangi kalıba sokmak gerektiğini kestirmek de zor. Çiçeksi desen değil, meyveli desen hiç değil, turunçgil zaten yok, belki dumansı ağaçsı-deri kokusu diyebilirim. Yine bir uçtan diğer uca savrulmaca var. Çok kötü başlangıcından sonra idare eden orta bölüm ve harika alt notalar. Gel de not ver şimdi bu parfüme.

Sonuç olarak farklı olmak adına garip bir parfüme yer verilmiş L’Artisan’ın koleksiyonunda. Güzel geri dönüşler alma ihtimali düşük, oldukça tematik ve her ortama uymayacak kokusuyla Dzongkha, normal bir kullanıcı için değil, uç örneklere meraklı koleksiyoner kokuseverleri hedefliyor sanki.

Uniseks olarak sınıflandırılsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Birçok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği biraz düşük. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5