17 Mart 2016 Perşembe

Yves Saint Laurent - Kouros (1981)

İlhamını antik Mısır heykel sanatından alan genç erkek formlu heykellerin, tam olarak neyi simgelediği kuşkulu. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Yunan heykel sanatında da karşımıza çıkan ayakta duran genç erkek formu, frontal duruşu merkeze alıyor. Bu çıplak erkek heykellerinin, bir ayağı hafifçe önde, kolları yanda ve düz olarak ileriye bakan duruşu, sanat tarihçilerinin sık sık karşısına çıkar.

Ağırlıklı olarak antik Yunan sanatında karşımıza çıkan bu erkek heykellerinin isminin Kouros olduğunu açıklayayım. Eski Yunancada Kouros kelimesinin genç ve sakalsız erkek anlamına geldiği söyleniyor. Kouros heykellerinin, arkaik Yunanistan aristokrat kültürü ideallerini somutlaştırması söz konusu olabilir fakat biz böylesine derin konulara girmeyelim.

Ünlü modacı Yves Saint Laurent’in bir Yunanistan seyahatinde, ihtişamlı Kouros heykellerini gördüğü ve onlardan çok etkilendiği söylenir. Bunun üzerine Yves Saint Laurent’in piyasaya süreceği parfümün ismi belirlenmiş olur: Kouros.

Dünya parfüm sektörünün en önemli eserlerinden olan Kouros’un, neden böylesine büyük efsaneye dönüştüğünü başlarda anlayamamıştım. Bundan 3-4 yıl önce kullandığım ve hiç sevemediğim Kouros’un, kült parfümler kategorisinde bulunmasını biraz da hayretle izliyordum. Bu sert, hayvansal erkeksi koca oğlan, aklıma takılıp duruyordu uzun zamandır. Ve ona tekrardan şans vermem gerektiğini biliyordum.

kouros heykeli

Kendi sitelerinde “dinamik ve baharatlı karakteri, güçlü-sıcak-tensel yapısı vurgulanmış. Üzerime ilk sıktığımda keskin hayvansallık burnumu yokluyor. Civet ve miskten oluşan bu hayvansallık daha ilk saniyelerde nasıl bir arkadaşla karşılaşacağımızın sinyallerini veriyor. Başlangıcı benim için zor. Orta kısımda hayvansallık azalarak varlığını devam ettiriyor. Orta bölümde en dikkatimi çeken şey tuzlu tere benzeyen yapı. Kouros’un orta kısmı gerçekten de terlemiş beden efektini başarıyla veriyor. Orta notalarda parfümün sıcaklık derecesi artıyor. Kuru ve tozlu baharatlarda tatlılık pek yok. Son kısımda burnuma inanamıyorum. Bu kadar karmaşanın arkasından dingin meşe yosunu, fırtınanın ardından gelen sessizlik gibi ortaya çıkıveriyor. Ne garip!

Kouros’u nasıl tanımlayabiliriz? Civet, misk, baharat, meşe yosunu, artemisya, bergamot ve daha neler neler. Hayvansallık her daim ve derece derece kendisini gösteriyor. Benim çok sevemediğim tarzdaki civet, zorlayıcı ve sert. Onu konforlu olmaktan men ediyor civet. Evet, o günlük hayatın bir parçası olmaktan uzak. Barındırdığı yüksek hayvansallık, sizin için eğlenceli olacaksa da, etrafınızdaki kişilerin, üzerinize kedinin işediğini düşünmeleri ve halinize acımaları gayet mümkün.

Şaka mı yoksa gerçek mi? Çoğu kişi Kouros’u, idrara benzetiyor, kimisi keçi ağılına gönderme yapıyor, bazıları da “ne hayvansallığı, abartmayın canım” diyor. Bu anlamda Kouros’un çok yüzlü ve bol karakterli olduğunu düşünmek olası. Havanın biraz ılık olduğu günlerde hayvansal tarafını öne çıkarıp, bıktırıyor. Oldukça soğuk günlerde hayvansallık geri çekiliyor ve terli-tuzlu kokuyor ki, bu halini sevdim. Bazı zamanlarda da artemisya-bergamot yüzünü gösteriyor ve yine şaşırtıyor. Bu adamı anlamak zor, sevmek zor, kullanmak zor, bağlanmak zor. Fakat bir sevdiniz mi de bağımlılık yapıyor anladığım kadarıyla. Uzun yıllardır Kouros’un hala en çok satan parfümler listelerine girmesinin sırrını sanırım modern bilim bile çözemez. Bu kadar uç, zorlayıcı ve tuhaf bir parfümün, bu kadar sevilmesi ve efsaneye dönüşmesi çok görülen şey değil. Ama sonuçta o Kouros ve onun için sınırların çok anlamı yok.

İnsanlığın en temel ve ilkel içgüdülerinden olan üreme ve neslini devam ettirmeyi karşılayan bir parfüm ismi söyleyin deseniz, cevabım rahatlıkla Kouros olacaktır. Kimilerinin inanılmaz seksi bulduğu Kouros, benim için geçen yılların ve epey koku deneyiminin ardından hala kullanması zor bir arkadaş. Sanırım hiç bir zaman Kouros erkeği olamayacağım fakat ona saygı duymayı sürdüreceğim. Aman ha onu denemeden almayın ve beyaz masum şişesine bakıp, akıllı, uslu, efendi çocuk parfümü sanmayın. O beyaz şişenin içinde, çok sağlam bir karakter, erkeksi bir manifesto, maço bir çığlık ama aynı zamanda babacan bir tavır var. Eğer Kouros’u kullanacak yaşa gelmediyseniz, bence fazla şansınızı zorlamayın.

afis kouros yen

İyi de Kouros’un doğru yaşı nedir? Ben nereden bileyim. Onu size Kouros’un bizzat kendisi söyleyecektir. Yani sizi o seçecektir. Sizin Kouros’u seçmeniz pek mümkün görünmüyor. Bırakın bu işi o yapsın. Kouros’un ikonik mi yoksa iconoclast mı olduğuna ise karar veremiyorum. Seçimi siz yapın.

Parfümün tasarımını günümüzün en önemli burunlarından Pierre Bourdon yapmış. Muhtemelen bay Bourdon’u dünyaya tanıtan en önemli eseri Kouros’tu 1980’li yılların başında. Şişesinin tasarımını Alain de Mourgues’in yaptığına dair rivayetler mevcut.

EDT formunda. Kalıcılığı kıyafette iyi, tende normal. Çoğu kişinin dediğinin aksine bence Kouros çok saldırgan değil. Ara ara kendisini gösteriyor ve yine saklanıyor. Bu anlamda çok ilginç bir parfüm. Soğuk havaların parfümü o.

sis kouros yen

Luca Turin’in kitabında miskli fujer olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek, en iyi parfümler listesine alınmış. Bay Turin, Kouros için şunları yazmış:

“Piyasaya sürülüşünden yirmi yedi sene sonra bile, Kouros’un yapısı o kadar kendine özgün ve o kadar fark edilir ki, hiçbir parfümerin onu taklit etmeye yanaşmaması bize garip gelmiyor. Bronz teniyle duştan yeni çıkmış bir erkek, elinde eski bir gemi zinciri tutar ve İngiliz dandy’lerini hatırlatan miskli, çiçekli ve limonlu bir parfüm sürerse, tüm bu manzaranın kokusu Kouros’a eşitlenir. Beyaz çarşafların asla toplanmayacağının, dağınık ve seksi bir yatağın sözünü verir Kouros. İtici mi yoksa çekici mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen banyo kokusudur, ancak banyonun temiz olduğuna dair bir garanti alamazsınız. Temiz bir kokunun, bu kadar seksi ve pis olabilmesi ise elbette ki tesadüf değildir, yaratıcısının (Pierre Bourdon) dehasını gösterir.”

Koku Güzelliği:10/6

12 Mart 2016 Cumartesi

Annick Goutal – Sables (1985)

Dalından koparıldığında bile solmayan ender çiçeklerden birisi ölmez otu. Latince adının, Helichrysum olduğu söylenen ölmez otunun, muhteşem altın rengi yapraklarını çağrıştıran, “altın güneş” anlamını taşıdığını, L’Occitane’in internet sitesinden öğreniyoruz. Korsikalılara göre bu çiçeğin, esir edici kokuya sahip makilerin (Korsika’nın kokulu çalılıkları) sembolü olduğu da yine aynı markanın, kendi parfümlerini tanıttığı sitesinde yazılı.

Yaygın olarak Akdeniz coğrafyasında yetiştiğini öğrendiğimiz ölmez otunun, bir hektarın 4 ton çiçek elde etmeye yetecek alanı sağladığı ve bundan da 8 kilo esansiyel yağ elde edildiği kısmı muhtemelen bizi en çok ilgilendiren tarafı. Ölmez otunun Korsika için ayrı anlamı olduğu biliniyor çünkü Akdeniz ikliminin, bu bitkinin yetişmesi için uygun şartları sağladığı sır değil.

İsterseniz Korsika üzerinden devam edelim. Fransa’ya bağlı bu küçük ve turistik adanın, 1980’lı yıllarda iki sevgiliye ev sahipliği yaptığını düşünebiliriz. Annick Goutal ve bugün ünlü bir viyolonsel sanatçısı olan eşi Alain Meunier’ın, Korsika adasını ziyaret ettikleri ve burada deniz kenarına kadar inen makilerin içlerinde bulunan ölmez otu bitkisinin kokusuna hayran kaldıkları bir sahne canlandırın zihninizde. İki aşık, Korsika’nın şahane plajlarında dolaşırken, kara tarafından esen hafif bir rüzgarın, onların burunlarına aromatik Akdeniz otlarıyla birlikte ölmez otu rayihasını da taşıdığı bir film sahnesinin içindeyiz adeta. Bu sahnenin devamı, Annick Goutal’ın genç sayılabilecek yaşta ölmesiyle kesintiye uğradı ne yazık ki.

Bilemeyiz belki de niş parfümevi sahibesi ve parfümör Annick Goutal’ın içine doğmuştu erken yaşta bu dünyaya veda edeceği. Ve kadınlık içgüdüsüyle sevgilisi ve kocası için bir parfüm tasarlamak istemişti 1985 yılında. Bu parfüm belki de onların aşkını sonsuzluğa taşıyacak bir mesajdı ya da şişenin içine konulup kapağı sıkıca kapatılmış el yazısı nottu. Dünyaya, insanlığa ve evrene iletilmek üzere…

olmez sables yen

Genellikle ürettiği parfümlerinde hayatından izler barındıran bir kadındı Annick Goutal. Sables’de onun erkeğine adadığı parfümüydü. İlhamını Korsika adasındaki ölmez otundan ve Alain Meunier’dan alan Sables, oryantal olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı oldukça farklı ve tanımlaması zor. Çok kuru, tozlu, buruk, acımsı ve neredeyse ilacımsı. Zengin aromatik otlar var başlangıçta. Tuhaf erkeksi çiçekler ve belki de toz! Üst notaları bir UFO kadar anlaşılamaz benim için. Orta bölümde parfüme ilhamını veren ölmez otu kendisini gösteriyor. Bu andan itibaren biraz tatlılık da geliyor. Tatlılık çok değil, olması gerektiği kadar. Orta notalarda kuru baharatlar da yerini alıyor. Karanfil ve biberden şüpheleniyorum. Ve beni mutlu eden dumansı tütün. Orta bölüm hala tozlu, azıcık köhne ve nostaljik. Son kısımda tütsü olabilir mi? Ya vanilya? Belki amber? Sandal ağacı?

İnsanoğlu, karşısına çıkan çoğu şeyi kategorize etmeye çalışır. Bilemiyorum bu içgüdü, belki de bizim varoluşsal sırlarımızdan birisidir. Önümüze çıkan engelleri aşmak için, onları anlamlandırma çabası da olabilir. Ruhumuzda bulunan her şeye egemen olma hırsının sonucudur belki de. Ben niye parfümleri belli kalıplara sokup, anlatmaya çalışıyorum. Bir parfüme gereğinden fazla ya da az anlam yükleyerek, sorunu daha da büyütmüyor muyum? Neden parfümleri “sadece parfüm” olarak göremiyorum? Benim derdim ne?

Sables, özetle kuru, tozlu ve eski kokan, ölmez otu, baharat ve tütünden oluşuyor bana göre. Tabii ki erkeksi, şüphesiz ki olgun, anlaşılacağı üzere sevmesi zor, deneyimle sabit ki örneğine az rastlanır. Sables, sıcak ve tozlu baharatlar, erkeksi çiçeklerin karışımına katılmış bir pinçik tütün aromasıyla dünyaya gelmiş aşk çocuğu. Mantık evliliği mi yoksa aşk evliliği mi sorunsalının dışında o. Hey durun, “ya sev ya da nefret et” buyurganlığının hangi tarafında olmalı Sables? Ben sevenler kulübünün üyesiyim sanırım.

Fakat sakın ha, onu denemeden almayın. Yoksa koca bir şişe Sables’i, daha ilk kullanımda verecek yer arayabilirsiniz, benden söylemesi. Onunla bol bol övgü alacağınızı düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Hatta başıma geldiği üzere “offf ne kadar kötü kokuyor” olumsuzlamasına karşı dik durabilecek ve gözlerinizin dolmasına ve hayata küsmenize yol açmayacak iradeye sahipseniz, Sables sizi bekliyor. Aman fazla bekletmeyin, zaten otuz yaşını devirmiş bir parfüm!

resmi sables yen

Muhakkak birileri söylemiştir ama ben de tekrar edeyim. Sables’e en çok benzeyen parfüm hiç şüphesiz Francis Kurkdjian’ın Dior özel serisi için tasarladığı Eau Noire. Sables, çok daha kuru, baharatlı, az tatlı ve dumansıyken, Eau Noire, daha baskın, dolgun, gösterişli, tatlı, yeşil kokuyordu. Eğer siz de benim gibi Eau Noire sevenler derneğinin üyesiyseniz, Sables’i ne yapıp edin deneyin. Tabii yaşınız otuz beşin üzerindeyse!

EDT formunda. Kalıcılığı gayet iyi ama fark edilirliği düşük. Tam bir sonbahar-kış parfümü olduğunu düşündürtüyor bana. Dumanlı ve gizemli havası, onu farklı ambiyanslar için uygun hale getirebilir. Luca Turin, Sables’i ölmez otu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört puan vermiş.

Son söz: Bay Alain Meunier. Lütfen verdiğiniz konserlerden önce ya da sonra, bir dönem hayat arkadaşınız olan Annick Goutal’ı ve onun eserlerini de anınız. Çünkü o muhtemelen güzel bir yerde ve güzel insanlarla beraber. Sizin viyolonselinizden akıp giden notalar, evrenin bir yerlerinde Annick Goutal’ın parfümlerinden atmosfere yayılan koku molekülleriyle birleşecektir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği: 10/7

8 Mart 2016 Salı

Hermes – Equipage (1970)

Her parfüm için uzun uzun giriş yazısı yazmalı mıyım diye düşünüyorum. Kimi zaman canım pek bir şey karalamak istemezken, bazen de bir bakıyorum paragraflar birbirini kovalıyor. Kimi parfümler uzun yazıları hak ederken, bazılarını kısa kesmek gerekiyor.

Söz konusu klasikler olunca, canım uzun uzun yazmak istiyor. Guerlain’in Chanel’in ve tabii ki Hermes’in eski klasikleri muhakkak önemliler. Parfümler dünyasının bir dönemini anlamak için çok tipik örnekler bu klasikler. 1970’li yılların koku karakteriyle, 1980’lerinki farklı olabiliyor. Ara ara tipik olmayan örnekler de çıkabiliyor doğal olarak. Fakat parfümler genellikle o yılların koku karakterini yansıtıyorlar.

Hermes’in bence erkek parfümü olması gereken uniseks klasiği Eau d’Hermes’ten sonraki en önemli klasiklerinden Equipage, uzun zamandır merak ettiklerim listesinin başlarındaydı. Daha önce hiç kullanmadığım Equipage’ı seveceğimi tahmin ediyordum. Açıkçası çok yanılmadım ama bazı eksik tarafları da burnuma çarpmadı değil.

Ünlü parfümör Guy Robert tarafından 1970’li yılların hemen başında tasarlanan Equipage, aromatik, baharatlı ve odunsu olarak tanıtılmış. Ayrıca kendi sitelerinde Hermes’in ilk erkek parfümü olarak vurgulanması önemli. Equipage’ın başlangıcı aromatik turunçgillerle gerçekleşiyor. Limon, tozlu turunçgiller, biraz bergamot ve aromatik otlarla üst notalar size merhaba diyor. Açılışı 70-80’ler tadında. Eski ve tozlu. Üst notaları güzel. Orta bölümde nostaljik turunçgillere tatlı olmayan dumansı baharatlar ve tütün ekleniyor. Aynı baharatlar gibi tütün de kuru ve dumansı. Kimilerinin pipo tütününe benzettikleri orta bölümde bir parça da paçuli olabilir. Orta kısmı da sevdim. Son bölümde yine radikal değişim var. Kapanışta eskilerden bir dost bizi karşılıyor: meşe yosunu. Azıcık da vetiver var. Odunsuluğun hafif esintileri de burnunuza geliyor.

hermes equipage yen

Çoğu kişi bana katılmasa da Equipage’ın başlangıcında tozlu limon olduğunu düşünüyorum. Üst notalar kesinlikle iki öğenin üstüne kurulmuş: turunçgiller ve aromatik Akdeniz otları. Otlardan adaçayı, fesleğen ve diğerleri aklınıza gelebilir. Acaba hafiften nane de var mı? Aromatik şiprelere benzeyen üst notalar yeterince rafine ama biraz sönük. Orta kısımda baharatlar olaya dahil oluyor. Tabii karanfil epey domine ediyor orta bölümü. Küçük hindistan cevizi de yüksek ihtimalle orta bölümde var. Bence buradaki sürpriz tütün. Fazlaca tatlı verilmeyen dumansı tütünle baharatların uyumu başarılı ve epey tanıdık. Sonlardaki meşe yosunu hoş bir sürpriz yapıyor ama çok rafine değil. Bilemiyorum daha iyi verilebilirdi sanki.

Equipage, kendi sitelerindeki tanımı tam anlamıyla karşılıyor: Aromatik, baharatlı ve odunsu. Başlangıcı aromatik, orta kısmı baharatlı ve sonları odunsu. Katmanlı, erkeksi, şık, nostaljik ve beyefendi tarzı var. Üst yaş guruplarını hedefleyen, eski dünyanın centilmen erkeklerine hitap eden, yarı resmi tarza sahip, hafifçe de züppe yapısı, onu günlük kullanım için bir parça zorlaştırıyor. Evet, o kesinlikle züppe parfümü olmalı. Aileden zengin burjuvazinin orta yaş ve üzeri erkeklerine yakışabilecek, Mercedes değil de Aston Martin kullanan ve popüler mekanlar yerine akşamlarını golf kulübünde geçirenlerin parfümü olarak yer ediyor zihnimde.

Sonuç olarak tarzını ve vermek istediği mesajı anlıyorum Equipage’ın. Bu tür parfümleri seven birisi olarak bazı ufak pürüzler fark ettim. Bir kere başlangıçtaki turunçgilleri harika bulamadım. Sonları da pek başarılı gelmedi bana. Ayrıca performansı oldukça düşük. Kalıcılığı epey sınırlı. Fark edilirliği zayıf. Muhtemelen geçirdiği reformülasyonların etkisiyle bazı değişimler yaşamış. Beklediğim tadı alamasam da, bu önemli klasiği denemenizi tavsiye ederim.

resmi equipage yen

EDT formunda Equipage. Serin ilkbahar-sonbahar dönemi bence kullanım için en uygun zaman dilimi. Luca Turin’in kitabında dumansı odunsu olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş.

Koku Güzelliği:10/7

7 Mart 2016 Pazartesi

Barış

Ben barış için mücadele etmek istiyorum. İnsan savaş hizmetini reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. İnsanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden acı çekmesinden daha iyi değil mi? Ders kitaplarımız savaşı yüceleştirmekte, dehşetlerini ise anlatmamaktadır. Bu yöntemlerle çocuklara nefret aşılanıyor. Ben onlara barışı öğretmek istiyorum, nefreti değil; sevgiyi öğretmek istiyorum, savaşı değil.

 

Albert Einstein

3 Mart 2016 Perşembe

Frederic Malle – Lipstick Rose (2000)

Hani bayramlarda ya da düğün merasimlerinde, akrabalarınız veya tanıdıklarınızla tek tek sarılıp, hasret gidermeniz gerekir. Çocukken sizin tanımadığınız ama sizi tanıyan orta yaş üstü teyzeler yanağınızı mıncıklar “beni tanıdın mı?” diye sorar. Sonra da yanağınızdan öpüverir sıcak bir anaçlıkla. İşte o zaman yanağınızda ruj izi kalır ve belli belirsiz kokusu burnunuza gelir. O teyzelerin üzerinden de genellikle pudralı bir parfüm yayılır etrafa. İşte o konseptin bir parfüme konu olabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Yukarıdaki sahne nereden mi aklıma geldi? İlk olarak Frederic Malle’in internet sitesindeki Lipstick Rose parfümünün tanıtımından. İkinci olarak kendi çocukluğumda çokça yaşadığım bu sahneden. Lipstick Rose’un resmi tanıtımında da karşıma çıkan “annenin ruj kokan dudaklarıyla oğlunu öpmesi” konsepti, parfümün ana karakterini oluşturuyor hiç şüphesiz. Gerçi parfümün yaratıcısı Ralf Schwieger bir söyleşisinde “Lipstick Rose’un tasarım aşamasında Malle’in karısından yardım aldığını düşündüğünü” söylemesi de şaşırtıcı değil. E bir parfüm gül ve ruj kokacaksa, ona tabii ki kadın eli değmeliydi.

Lipstick Rose’un açılışı kremsi pudra ve gül ile gerçekleşiyor. Biraz da kırmızı meyveler var sanki. Başlangıcı çok çarpıcı ve farklı olmasa da nostaljik ve tozlu. Orta kısımda büyük değişiklik olmuyor. Orta bölümde süsen ve menekşe de ekleniyor kompozisyona. Hala tozlu, pudralı, eski kokuyor. Son kısımda misk biraz kendisini gösteriyor. Bir gül parfümünde kapanışta miskin olması şaşırtıcı değil. Azıcık da vanilya bulunuyor ki, tatlılığı sağlamak için verilmiş olabilir.

Lipstick Rose, ilgi çekici isminin hakkını tam anlamıyla verebiliyor mu şüpheliyim. Evet ruj ve gül, gayet net şekilde her daim hissediliyor. Tozlu pudra da, onu kadın kullanımına yaklaştırıyor. Fakat yine de fazlasıyla düz çizgide ilerleyen, hiç sürpriz yapmayan, ortalama bir pudra kokusunu andırıyor. Sıradan bir marka böylesi işe imza atsa çok fazla eleştirmezdik ama söz konusu Frederic Malle gibi niş marka olunca tepkimiz farklı oluyor. Sonuç olarak o konsepti doğru vermişler ama sıradan sayılabilecek bir koku ile!

Lipstick_Rose rose yen

Birçok kadının kullandığı o standart deodorantları anımsattı bana zaman zaman. Yapaylık hissedilmese de, benim için farklı tarafı olmayan, fazlasıyla durağan ve aynı kokan bir çalışma Lipstick Rose. Eğer kırk yaşın üzerindeki bir kadınsanız önerebilirim ama günlük kullanımda bile sırıtabilecek ve sıkıcı olabilecek yapısı, benim için çok da çekici değil.

Sonuç olarak tozlu sahnelere çıkacak bir assolist değilseniz ya da kendinizi elli yaşlarında hiç evlenmemiş huysuz bir kadın gibi hissetmiyorsanız, Lipstick Rose sizin için doğru tercih olmayacaktır. Belki de olabilir, karar sizin. Onu şu üç kelimeyle hatırlayacağım muhtemelen: Pudra, pudra ve pudra…

Luca Turin’in kitabında menekşeli gül olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. EDP formunda. Kalıcılığı kıyafet üzerinde müthiş. Tende daha sınırlı kalıcılığa sahip. İlk bir saatte fark edilirliği yüksek. Özellikle kapalı yerlerde biraz fazla kullanırsanız rahatsız edici olabilir. Tam bir kadın parfümü. Kırklı hatta ellili yaşlarındaki kadınların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Soğuk havaların parfümü Lipstick Rose.

tek rose yen

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6