27 Temmuz 2011 Çarşamba

Chanel – Allure Homme Sport (2004)


Chanel – Allure Homme Sport (2004)

Chanel markasını sanırım anlatmaya gerek yoktur. Dünyanın en prestijli lüks markalarından. Özellikle ikon haline gelmiş kadın parfümleri ve aksesuvarları ile büyük bir alıcı kitleye hitap ediyorlar. Marka uzun zamandır da erkek parfümleri piyasaya sürüyor. Fakat genel olarak gördüğüm kadarıyla kadın parfümleri erkek parfümlerinden çok daha gözde ve popüler. Bu durum şüphesiz Chanel’in pazarlama stratejileri ile ilgili. Bugün inceleyeceğim parfüm ise 1999 yılında çıkardıkları Allure Homme’un Sport versiyonu.

Özellikle son yıllarda bir “sport” modası var. Bir çok parfüm markası çok tutan modellerinin sonuna “sport” kelimesini ekleyip yeni parfümler piyasaya sürüyor. Burada ana modelin popülerliğinden de yararlanmak var muhtemelen. Mesela, Dior Homme Sport, Azzaro Chorome Sport vb. Bu tip sonu sport ile biten parfümler genellikle bol turunçgilli, yazlık, ferah, aqutic tarzda oluyorlar. Fakat Chanel bu yola başvurmamış. Burada daha baharatlı ve vanilyamsı bir “Sport” parfümüyle karşı karşıyayız. Uzatmadan geçelim parfümümüze.

İlk sıkıldığında kremsi bir turunçgil size merhaba diyor. Oldukça yapay ve basit bir açılışı var. Hatta bence parümün en başarısız yanı. Ucuz kokuyor dersem abartmış olmam. Birçok parfümde görülebilecek cinsten. Açıkçası hayal kırıklığı. Bir süre sonra neyseki yapay turunçgil geri çekilirken orta notalardan itibaren meyvemsi bir tatlı baharat kokuya hakim oluyor. Açıklanan orta notalarında kara biber var. Muhtemelen bu hissi veriyor biber. Bu noktada modern tatlımsı oryantallere dönüşüyor. Her yerde rastlayabileceğimiz gibi. Son olarak da hafif tatlı bir vanilya ve meyvemsi baharatlar ile son buluyor. Yani özetle: Kremsi yapay turunçgil, tatlı baharatlar, biraz meyve ve vanilya.

Yukarıda yazılanlara bakıp da Allure Homme Sport’un kışlık bir baharatlı vanilya kombinasyonu olduğunu düşünmeyin. Genellikle kış mevsimine uygun parfümlerde kullanılan bu elementler hafif ve yumuşak kullanıldığı için rahatsız edici değil. Bu parfümle ilgili yazılan yorumlarda yaz için kullanılması öneriliyor. Bence tatlımsı baharatlı vanilyalı tarzıyla yaz sıcaklarında kullanılacak gibi değil. Belki serin yaz akşamları.

Açıkçası kafamdaki Chanel markasının imajı ile bu parfümün başarısı doğru orantılı değil. Ben markadan çok daha derin, kompleks, çarpıcı ve yaratıcı bir koku beklerdim. Ama gördüğüm kadarıyla Chanel bile günümüzün modern, birbirine benzeyen parfümlerine bir rakip çıkartmaya çalışmış. Muhtemelen bu pazardan pay almak istiyor. Fakat beklediğim Chanel kalitesinin pek yanından geçmiyor Allure Homme Sport. Birçok benzerine rastlanabilecek kokusu, başlardaki başarısız notaları ve sıfır yaratıcılıkla tamamen popüler kültüre yönelik bir deneme sanki. Bence “güvenli” bir kokusu var. Yani kullanan bir çok kişinin beğeneceği bir yapısı var. Ama Chanel’den çok daha iyisini beklemek hakkımız diye düşünüyorum. Marka, bu parfümden muhtemelen çok iyi para kazanacak ama parfüm dünyasında çok büyük bir önemi olmayan kokulardan olacağına inanıyorum. Kötü bir parfüm değil. Hatta kendi tarzında başarılı bile sayılabilir. Ama aşık olunacak kadar da değil. Biraz fazla abartılmış anlaşılan. Parfümün tasarımcısının ünlü burun Jacques Polge olduğunu belirtmeliyim.

Kalıcılığı tenimde ortalama oldu. Farkedilirliği başlarda iyi. Daha sonra kendisini çok göstermiyor. Fakat ara ara kendisini hissettirip şöyle bir havasını atıyor. Etraftan da güzel tepkiler alıyorsunuz. Kadınlar bu parfümü seveceklerdir. Eğer parfüm kullanma amacınız buysa tavsiye ederim. Sıcak yaz günleri dışında her mevsime uyacaktır. Yaş olarak 30 ve altına daha uygun sanki.

Artıları:
+ Genel olarak herkesin sevebileceği tarzı.
+ Arkadaşınıza iyi bir hediye olacaktır.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevmedim.
- Tekdüze yapısı bir süre sonra sıkılmanıza yol açıyor.
- Rakiplerine göre yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Christian Dior – Eau Sauvage (1966)


Christian Dior – Eau Sauvage (1966) Dior’un klasikler arasındaki yerini almış olan parfümü.

Bazı olgular vardır kendinden sonra gelecek olanlara bir anlamda öncülük eder. Bazı şeyler ise zamanın ötesindedir. Bazı şeyler vardır mihenk taşı görevi üstlenmiştir. O bir referanstır diğerleri için. Yeni şeyler bile onunla kıyaslanır, ona göndermeler yapılır. Bu anlattıklarım günlük hayatın bazı rutinleri olsa da aynı durumları bence parfümlere de uyarlayabiliriz. Çünkü nasıl koktuğumuz ve ne kokmak istediğimiz hayatımızın bir parçasıdır. Yani bir anlamda parfümler bizim gayri resmi kimliğimiz gibidir. “O” kokuyla kendimizi anlatırız zaman zaman. Yada “O” kokuyu kullanmayarak bir mesaj veririz aslında. Parfümler aynen hayatımız gibi gerçeklerdir ve çoğu zaman bizimledirler.

Neden böyle bir giriş yaptığımı kısaca açıklayayım. Bugün bahsedeceğim Eau Sauvage, dünya parfüm endüstrisinin henüz yüksek kar hedefleri ve vahşi bir rekabetin olmadığı 1960’lı yıllardan günümüze uzanan bir gelenek. Evet Eau Sauvage sadece bir parfüm değil. O günlerin bir izdüşümü sanki. Bir yaşam şekli yada bir statü sembolü. Karşımızda klasikler arasındaki yeri tartışmasız bir eser var. Lafı uzatmadan geçelim incelemeye:

Parfümümüz bence turunçgil-şipre tarzında. İlk sıkıldığında günümüzdeki parfümlerde görmeye alışık olmadığımız bir turunçgil-limon sizi karşılıyor. Daha çok eskilerden kalma bir hatıra gibi. Büyük halamın evindeki o buruk, tozlu, eski kokan kolonyalara benzettim. Bir süre sonra buruk turunçgile otsu (herbal denilen) bir nota daha ekleniyor. Böylece tam bir 1970-80’ler parfümü kimliği kazanıyor dersek yanlış olmaz. Son olarak da odunsu notalar ve misk ile tenden uçuyor. Fakat o eski, buruk, otsu turunçgil her zaman kendisini hissetiriyor. Yani özetle: Geçmişten gelen bir turunçgil, aromatik ve yumuşak otsu notalar ve misk.

Eau Sauvage’yi koklayıp gözlerimi kapattığımda işte zihnimde canlanan bazı kareler:

Yıl 1960’lar. Bir sonbahar günü. İkinci dünya savaşının etkilerini en az hisseden ülkelerden olan Amerika’dayız. Bir baba her zamanki saatinde kalkıyor işe gitmek için. Eşi ona kahvaltısını hazırlarken o da traşını oluyor. Masaya geçiliyor. Günlük gazetelere  kızarmış ekmek ve kahve eşliğinde acele bir bakış atıyor. Tam kapıdan çıkmadan aklına parfümünü sıkmak geliyor. Daha sonra kapıdan çıkıyor. Bahçeli evin önündeki ağaçlardan yapraklar dökülmeye başlamış bile. Sonbahar çoktan gelmiş. İşte o sokaktaki yaprakların kokusuna karışıyor Eau Sauvage. Adam biraz buruk ama mutlu. Arabasına doğru yürüyor…

Yıl yine 1960’ların sonu. Bu sefer ikinci dünya savaşında en büyük yıkımı yaşamış Almanya’dayız. Hava her zamanki gibi gri ve bulutlu. Savaşın derin ve bezdirici travmasını atlatmaya çalışan 40’lı yaşlardaki mühendis her zamanki gibi saat 08.00’de işinin başında. Ne de olsa Alman disiplini. Günlük işlerini tamamlıyor. Birazdan fabrikanın üretim bölümüne geçip çalışmaları kontrol edecek. O gün nedense içi biraz sıkılıyor. Kendisini hüzünlü hissediyor. Biraz da yanlız. Çekmecesindeki Eau Sauvage’yi sıkıyor alt kata inmeden önce. Hmmm. Kokular gerçekten de insanların duygu dünyalarında fark yaratabiliyor mu acaba diye düşünmeden edemiyor. Artık kendisini biraz daha iyi hissediyor. Kapıdan çıkarken birden geri dönüp odaya dolan kokuyu bir kez daha hissediyor. Bu parfümü seviyorum diyor içinden…

Eau Sauvage kuşkusuz kendi döneminin en önemli eserlerinden birisi. Bir referans noktası. Erkeksi çiçekler ve benzersiz turunçgil kullanımı ile öne çıkıyor. Yapaylık barındırmayan, beyefendi, ağır başlı ve olgun. Bu parfümü 35-40 yaş altındaki arkadaşların denemesini tavsiye etmem. Muhtemelen hiç beğenmeyecekler ve burun kıvıracaklardır. Çünkü her yaştan insanın kaldırabileceği bir yapısı yok.Biraz görmüş geçirmiş, bazı şeyleri aşmış insanlara sanki daha çok uyacaktır. Tatlı bir kokusu yok. Ana öğe şipremsi bir otsu turunçgil. Biraz hüzünlü, biraz romantik ve oldukça erkeksi. Dior markasından bir başka başarılı eser daha... Unutmadan söyleyeyim ilk kokusu çok değiştirilmeden yeniden formüle edilmiş.

Kalıcılık olarak ortalama. Farkedilirliği başta fena değilken daha sonra oldukça tene yakın kalıyor. Bence sonbahar mevsimi için çok iyi bir seçim olacaktır. 35 yaş altına pek olmayacaktır. Denemeden almamak gerek.

Artıları:
+ Zamanın çok ötesindeki kokusu
+ Doğal, baymayan, rahatsız etmeyen kokusu.
+ Şık, dengeli ve erkeksi tarzı.

Eksileri:
- Günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan kokusu.
- Farkedilirliği iyi değil.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

29 Haziran 2011 Çarşamba

Jean Paul Gaultier – Fleur du Male (2007)



Jean Paul Gaultier – Fleur du Male (2007)

Bugün bir başka Jean Paul Gaultier parfümü Fleur du Male’ye bir göz atacağım. 1952 yılında Fransa’da dünyaya gelen Gaultier, başarı ve şöhret basamaklarını yaptığı ilginç kreasyonlarıyla yavaş yavaş tırmanmış dersek yanlış olmaz. İş hayatına Pierre Cardin’in asistanı olarak başlıyor. Dünyaca ünlü başka markalarda çalıştıktıktan sonra kendi tasarımları ile adını bütün dünyaya duyurmayı başarmış bir modacı portresi var karşımızda. 1993 yılında ilk parfümü Classique’i çıkarıyor. 1995’de ise Le Male ile asıl bombayı patlatıyor. Bugün ise yeni parfümlerinden Fleur du Male’ye bir göz atacağım. İsminin çevirisi “Erkeğin çiçeği” imiş. Buradan da anlaşıldığı üzere çiçeksi bir parfüm karşımızda.

İlk sıkıldığında parlak bir turunçgil size merhaba diyor. Öyle bildiğimiz gibi değil ne yazık ki. Biraz kremsi ve oldukça yapay. Evet açılışını pek sevmedim. Bir süre sonra turunçgil epey geri çekiliyor. Onun boşluğunu ise erkeksi çiçekler alıyor. Tam da isminin anlattığı gibi. Yapaylık burada da üst düzeyde. Son olarak Le Male’yi andıran kremsi vanilya ve odunsu notalarla tenden ayrılıyor. Yani özetle: Kremsi yapay turunçgil, yapay erkeksi çiçekler ve vanilya.

Bir Le Male sever olarak Fleur du Male’yi oldukça merak ediyordum. Fakat ilk başından sonuna kadar hayal kırıklığı yaşadım. Özellikle başlangıcındaki o yapay, zorlama ve rahatsız edici koku neden var anlayabilmiş değilim. Plastiğimsi çiçekler ise hiç hoş olmamış. Neyseki sonlara doğru güzel bir vanilya var. Fakat o bile parfümü kurtaramamış. Evet anlaşılacağı üzere genel olarak burnu zorlayan derecede yapaylık var. En büyük hata burada bence. Bu kokuyu bir yerden hatırlıyorum diye düşünürken… Evet Joop Homme’daki o plastiğimsi kokuya benzettim. Genel olarak farklı yapıda olsalarda o anlatması zor yapaylık anlamında biraz andırıyorlar birbirlerini. Tabiki sadece küçük bir benzerlik bu. Yada bana öyle geldi.  

İlginç olan bir durumda parfümün tasarımını Francis Kurdjian’ın yapmış olması. Bir çok başarılı parfüme imza atan, son yıllarda ise kendi lüks (niche) markasını yaratarak bu alanda faaliyet gösteren Kurdjian, neden böyle bir parfüme imza atmış pek anlayamadım. Belki de marka ondan böyle bir talepte bulundu. Kim bilir…

Kalıcılık ve farkedilirliği ortalama. Başlardaki keskinlik bir süre sonra kremsi, yumuşak vanilyanın devreye girmesiyle sakinleşiyor. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Denemeden almak riskli. Benden söylemesi.

Artıları:
+ Sonlara doğru ortaya çıkan Le Male tarzı vanilya fena değil.

Eksileri:
- Özellikle başlangıcındaki ve devamındaki yapaylık rahatsız edici.

Koku Güzelliği:10/5   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/6

23 Haziran 2011 Perşembe

Christian Dior - Fahrenheit (1988)


Christian Dior - Fahrenheit (1988)  Parfüm dünyasının önemli eserlerinden.

Bazı şeyler vardır “zamanın ruhuna” uygundur. Bazı şeyler vardır o günün şartları için olabileceğin en iyisidir. Bazı şeyler vardır sessizce ortaya çıkar ve insanları peşinden sürükler. Bunun adına tutku mu denir, doğru zamanda doğru şey mi denir çok emin değilim. Fakat bildiğim bir şey var ki bugünkü konuğum parfümlere pek ilgisi olmayan birisinin bile iyi kötü bileceği bir parfüm. O kışkırtıcı ve haylaz kırmızı şişenin içinde bakalım nasıl bir koku yatıyor. Unutmadan söyleyeyim, bu yeniden yazılmış, detaylandırılmış ve güncellenmiş incelemedir.

Parfüme geçmeden önce bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Çünkü karşımızda sıradan bir parfüm yok. 1988 yılında dünya parfüm piyasasında küçük çaplı bir deprem yaşanmış anladığım kadarıyla. Kokusu daha önce hiçbir şeye benzemeyen bu parfüm çıktığında ilk üç ay içinde sadece Avrupa’da 1.4 milyon şişe satarak kırılması zor bir rekora imza atmış. Geçen senelerin ardından bir çok yeni parfüm çıkmasına rağmen hala Dior’un en çok satan modeli. Peki çok satması ve popüler olması onun güzel koktuğunu yada başarılı olduğunu gösterir mi? Güzel koktuğunu değil ama çok başarılı olduğunu rahatça anlayabiliriz. Diğer bir soru da çok satan parfümler güzel koktukları için mi bu kadar popüler. Muhtemelen hayır. Bu derin, kısmen felsefik konuları başka bir yazıda detaylandırmak üzere kenara bırakalım ve geçelim kokumuza.

İlk sıkıldığında yapay çiçekler ve biraz da benzine benzeyen bir koku ile açılışı yapıyor. İlk izlenim nasıl mı? Küçük bir şok! Evet daha önce hiç karşılaşmadığım bir yapı. Sanki uzaydan gelmiş gibi. Resmi olarak açıklanan üst notalarında hanımeli var. Muhtemelen bu tuhaf koku hanimeli, menekşe ve o tuhaf benzin kokusunun birleşimi sonucu oluşmuş. Neyse ki bir süre sonra kokusu oturmaya başlıyor. Çiçeklerin etkisi oldukça azalırken silhata (patchouli) çok benzer karanlık bir benzin kokusu gelmeye devam ediyor. Biraz da salatalık benzeri. Anlatması zor. Başlangıcına göre daha tahammül edilir. Fakat benim için hala çok zor. Alt notaları ise en sevilebilen yanı kuşkusuz. Sakin, yumuşak bir deri. Böylece devam ediyor. Özetle: Yapay çiçekler, benzin, biraz salatalık benzeri koku ve deri. Benim algıladıklarım ve hissettiklerim bu şekilde.


Bana göre Fahrenheit’ta tam bir çiçek-deri teması hakim. Harmanı zengin ve detaylı. Benzersiz ve erkeksi. Algıları zorlayan, sevmesi zor, saldırgan ve maço. Bir kadın ne kadar sever bu kokuyu şüpheliyim.

Tam da bu noktada, parfümün Jean Louise Sieuzac ile birlikte yaratıcısı Maurice Roger bir söyleşisinde bakın neler demiş:

“Biz onu çiçeksi bir konsept üzerine inşa ettik. Ama geleneksel olarak kadın parfümlerinde kullanılan yasemin çiçeği gibi feminen değil. Piyasadaki bir çok parfümün içeriğine bakın. Çoğu birbirlerine çok benzerler.”

Roger burada muhtemelen diğer çiçeksi parfümlerden çok farklı ve erkeksi bir konsept yarattık demek istemiş. Gerçekten de bu konuda tamamen haklı. Fahrenheit mahallenin yaramaz çocuğu gibi adeta. Yada ailenin bir baltaya sap olamamış serseri oğlu gibi.


Fahrenheit, şimdiye kadar denediğim en garip ve sevmesi zor parfümlerden. Bu kokunun fanatikleri hiç alınmayın. Ama artık eskilerde kalmış Polo Classic yada Azzaro Pour Homme’u anımsatan erkeksi tarzıyla günümüzün çok uzağında. Hele o açılışı yok mu. Dayanması ve tahammül etmesi zor. Zaten bir çok kişi bu parfümü “ya aşık olursun yada nefret edersin” diyerek anlatıyor. Bende bu tanıma katılıyorum. Ortası kesinlikle yok. Ne yazık ki ben nefret edenler kısmındayım. Biliyorum o bir klasik. O bir efsane kabul ediyorum. Fakat böyle bir kokuyu hiçbir zaman ne sevebilirim ne de kullanabilirim. Denemeden alınmaması gereken saatli bombalardan birisi. Aman dikkat.

Kalıcılığı bende yüksek olmadı. Bu durum da benim tenimde genellikle hiç bir parfümün kalıcı olmamasına bağlayabiliriz. Onun için buradaki kalıcılık değerlendirmelerim size aynen uyacak diye düşünmeyin. Bu durumu da göz önünde bulundurun bence. Farkedilirlik ilk bir saat gayet iyi. Daha sonra azalıyor. Ben daha güçlü bir yapısının olacağını düşünüyordum. Sanırım benim tenimde pek olmadı. Kullanım dönemi olarak dört mevsime de uyacaktır. Fakat siz yine de yaz sıcaklarında çok fazla sıkmayın. Ne olur ne olmaz. Olgun ve maço tarzını dikkate alırsak sanki 25 yaş ve üzerine daha çok yakışacaktır.

Artıları:
+ Harmanı zengin ve dolgun.
+ Alt notalarındaki deri kullanımı gayet başarılı.

Eksileri:
- Açılışı tahammül edilir gibi değil.
- Eskilerde kalmış kokusu.
- Salatalık ve benzin gibi kokmak istemeyeceğimi gayet iyi biliyoum.

Koku Güzelliği:10/4