4 Şubat 2012 Cumartesi

Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009)


Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009) Markanın yeni sayılabilecek erkek parfümlerinden.

Sizi küçük bir zaman yolculuğuna çıkarmama ne dersiniz? Evet elimizde bir zaman makinesi yok. Fakat bu bizim 1980’lere gitmemize engel değil tabiki.

1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin yaşandığı, duvarların yıkıldığı ve 2000’leri hazırlayan yıllar olarak kabul edilebilir. Müzikten modaya, sinemadan sosyolojiye, ekonomiden ülke yönetimlerine kadar bir çok alan yeniden şekillendi 1980’lerde.

İki kutuplu dünya ve soğuk savaş, hemen dibimizde yaşanan Çernobil kazası, eşcinsel haklarının batı ülkelerinde hızla kabul görmesi, bilgisayar teknolojisinin gelişmesi, MTV isimli dünyanın bugün bile en popüler müzik kanalının yayınına başlaması, Converse ayakkabılar, Madonna ve Michael Jackson’un adlarını dünyaya duyurması ve daha bir sürü gelişme.

Fakat 1980’lerin sonuna doğru dünyayı sarsan olay kuşkusuz Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesiydi. Bu demek oluyordu ki soğuk savaşı ABD öncülüğündeki kapitalist batı dünyasının kazanmasıydı. Bence bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan karışıklıkların hepsinin kökeninde bu olay var.

1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı’ndan bir sene önce ise yine küçük bir devrim yaşandı diyebiliriz. Christian Dior markası Fahrenheit isimli bir parfüm piyasaya sundu. İlk önce kırmızı şişesi ve tuhaf, benzersiz kokusuyla pek birşeye benzetilemeyen bu parfüm kısa süre içinde dünyanın en bilinen ve en çok satan parfümlerinden oldu. Yaklaşık 24 yıl geçmesine rağmen hala en bilinen erkek parfümlerinden birisi olduğu açık. 2011 yılı itibariyle yazlık, limitli sürümlerini de sayarsak 7 ayrı versiyonu çıkarılmış. Bugün inceleyeceğim 2009 yılında piyasaya sürülen Absolute modeli.

Geçtiğimiz aylarda orjinal Fahenheit’i incelemiş ve koku karekteri olarak kendime hiç yakın bulmamıştım. Ya çok sevilen yada nefret edilen parfümlerden birisi bence. Ben nefret edenler tarafında yerimi almıştım. Bakalım bu yeni versiyonu Absolute nasıl.

Parfümümüz odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Çok fazla misk hissedilmese de odunsu ve çiçeksi kısmına katılıyorum. İlk sıkıldığında orjinal Fahrenheit kokusu karşıma çıkıyor. O tuhaf çiçeksi ve motor yağı karışımı kokusunu unutmak ne mümkün. Evet Absolute’un başlangıcı Fahrenheit’a çok benziyor. Zaten isminindeki Fahrenheit kısmına mutlaka bir gönderme yapılacaktır. Fakat içimde yine de bir ürperme var. İnşallah eski versiyonuna çok benzemez diyerekten.

Neyseki orta notalarında Absolute, o garip motor yağı kokusundan kurtularak odunsu notaların hakimiyetine giriyor. Bu kısım da oldukça tatlılaşıyor. Bu durum biraz şaşırttı beni. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü ve öd ağacı görüyorum. Demek ki bu tatlı odunsu kompozisyonu bu iki nota sağlıyor. Öd ağacı ana akım markalarda çok kullanılan bir nota değil. Daha çok niche parfümlerde karşılaşıyoruz. Burada kullanılması gerçekten ilginç. Orta notalar en sevdiğim kısım. Modern ve tatlı odunsu kokusu gayet başarılı.

Alt notalarına gelindiğinde odunsuların yerini biraz karanlık bir deri alıyor. Daha da ilginci orta notalarındaki tatlılık alt notalarında çok hissedilmiyor. Daha çok yapay, plastiğimsi bir deri diyebilirim. Hemen aklıma Bulgari – Black’deki araba lastiği benzeri deri geldi. Evet biraz benzeselerde Bulgari – Black’deki kadar ilginç ve güzel değil deri kullanımı. Düz bir deri kokusuyla tenden ayrılıyor Fahrenheit Absolute.

Absolute’un geneline baktığımda harika bir parfüm olmadığına karar verdim. Başlangıcını sevmedim, orta notalarını çok sevdim, alt notalarını ise biraz yapay buldum. Yani sırf orta notaları güzel diye alacağımı hiç sanmıyorum.    

Olumlu bulduğum yanı ise büyük abisi Fahrenheit’ın daha modernize edilmiş hali sanki. Absolute kararında eklenmiş tatlılık ile bana orjinal Fahrenheit’tan daha giyilebilir bir izlenim verdi. Absolute versiyonu biraz daha karanlık ve sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Yani ikisi arasında silah zoruyla bir seçim yapacak olsam tercihim kesinlikle Absolute olurdu. Fakat şunu önemle belirteyim ki eğer orjinal Fahrenheit’i seviyorsanız büyük ihtimalle Absolute’u da seveceksiniz. Buradan Fahrenheit severlere duyurmuş olayım. Kokusunu ise Dior’un bir çok parfümünü tasarlamış olan Francois Demachy yaratmış.

Kalıcılığı tenimde gayet iyi. Ertesi güne kadar kolunuzda hissedebiliyorsunuz kokusunu. Farkedilirliği çok yüksek olmadı bende. Normal seviyelerde diyebilirim. 25 yaş ve üzeri arkadaşların kullanımına daha yakın gibi. Sonbahar-kış mevsimi için uygun bir hali var.    

Artıları:
+ Orta notalarındaki tatlı odunsu kısmı gayet güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.
+ Fahrenheit severlerin denemesinde fayda var.

Eksileri:
- Başlangıcındaki o klasik Fahrenheit kokusunu yine sevemedim.
- Alt notalarındaki deri oldukça yapay kokuyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


1 Şubat 2012 Çarşamba

Creed – Bois du Portugal (1987)


Creed – Bois du Portugal (1987)  Markanın erkek parfümlerinden.

Tarih 1 Şubat 2012. Neredeyse üç gündür durmadan yağan kar, hatırladığım kadarıyla son yılların en şiddetlisi. Şikayetçi miyim? Tabiki hayır. Fakat artık karın daha gençlere yönelik bir mutluluk olduğunu düşünüyorum. 15-16 yaşlarımda kar yağdığındaki sevincimin yerini günlük koşuşturmalar almış durumda. En hoşlanmadığım terim ise televizyoncuların bu aralar çok severek kullandıkları “Beyaz Esaret” olmaya başladı.

Böylesi nefis bir doğa olayını bile felaket veya eziyet gibi gören “modern” şehir yaşamı aslında yanılıyor mu? Artık müthiş bir büyüklüğe ulaşan otomotiv sektörünün kölesi mi oluyoruz? Yani önemli olan trafik sıkışıklığı yada yollarda kalan arabalar mı? Ne kadar da esiri olmuşuz araba denilen metal yığınlarının. Her şeye kızıp şikayet etmekten etrafımızdaki güzellikleri görmeyi unutuyoruz belki de. Çünkü şehirliyiz ya. Her şeyi çok biliyoruz. Her şeyin çözümü bizde. O kadar becerikliyiz ki sadece bir karış kar yağdığında  herşey durma noktasına geliyor. Oysaki çoğu kişi arabalarını kullanmamayı düşünmüyorlar bile. Arabanı kullanırsan yolda kalacağın belli. Neyse artık dönelim asıl konumuza.

Şu ana kadar sadece iki parfümünü denememe rağmen Creed benim saygı duyduğum bir marka. Çünkü bugün karşımızda 1760 yılında kurulmuş bir marka var. Evet inanması zor görünen bu durumun daha da ilginci Creed’in yedi kuşaktır yaşayan bir aile şirketi olması. Ve de şirketin yönetimi hala Creed ailesinde. Yani tam 252 yaşında bir parfüm evi. James Henry Creed tarafından İngiltere’de kurulmuş. Creed’in parfümlerini kullananlar arasında Avrupa ülkelerinin kralları, kraliçeleri ve üst düzey bürokratları varmış. Marka 1854 yılında Fransa’ya taşınmış. Yani dünyanın en eski 100 aile şirketinden birisi durumunda şu anda. Birebir olarak çok benzemeselerde Amouage ortadoğu coğrafyasının elitleri için parfümler tasarlarken, Creed batı dünyasının elitleri için parfümler tasarlıyor. İki markanın da kendilerini konumlandırdıkları yere bakarak bu çıkarımı yapıyorum.  

Kendilerini çok üst düzey kalitede parfümler üreten bir marka olarak ilan ediyorlar. Hatta parfüm sektörüne “doğal elementler” kullanmaları yönünde telkinlerde bile bulunuyorlarmış. Muhtemelen Creed parfümlerinin bu kadar yüksek fiyatlara satılmasının sebebi de iddia ettikleri gibi doğal elementler kullanmaları. Resmi internet sitelerinde birçok Hollywood yıldızının, politikacıların, iş dünyasının patronlarının, spor, müzik ve sanat dünyasının önemli isimlerinin Creed’in parfümlerini kullandıklarından bahsetmişler. Bugün inceleyeceğim Bois du Portugal’da Frank Sinatra’nın en sevdiği kokuymuş. Ayrıca Paul Newman, Kevin Costner ve James Gandolfini gibi ünlü isimlerinde bu parfümü kullandıkları yazılmış.

Portekiz’in Ağacı/Odunu anlamına gelen Bois du Portugal kendi sitelerinde odunsu-oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında eskileri hatırlatan bir bergamot ile size merhaba diyor. Çok kuru, tozlu ve erkeksi bir başlangıç. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi tatlı yada canlı bir turunçgil değil. Daha mesafeli ve olgun. Zaten parfümün 1980’lere ait olduğunu daha başlangıcında anlıyorsunuz. Bir süre sonra bergamota biraz da lavanta ekleniyor. Erkeksilik ve ciddiyet hala devam ediyor. Orta notalara doğru ise parfüm hissedilir derecede tatlılaşıyor. Burada muhtemelen bal kullanılmış. Bu kısımda baharatlar ekleniyor. Sanki biraz da otlar. Orta notalar çok daha derin, etkileyici ve ilginç. Gayet güzel. Son olarak da odunsu notalara amber ekleniyor. Alttan alta da tatlı baharatlar hep hissediliyor. Yani özetle: Kuru ve erkeksi bir bergamot, tatlı baharatlar (muhtemelen karanfil) ve amber.

Bois du Portugal’ı kullandığım daha ilk seferde zihminde bir ışık yandı. Yeni incelediğim iki parfüme çok benzediğini anladım. Caron – The Third Men ve Calvin Klein – Obsession For Men. Zaten bu üç parfümün piyasaya çıkış tarihleri birbirlerine çok yakın. Muhtemelen birbirlerinden az da olsa etkilenmişler. Bois du Portugal, Obsession For Men’in daha az tatlı haline benziyor. Ayrıca ondan daha kaliteli sanki.

Bois du Portugal, 1980’lerin zengin, şık ve erkeksi parfümlerinden. Başlangıcı çok aristokratik ve ciddi. Devamı ise daha egzotik ve zengin. Bu parfüm bana nedense İngiliz asillerini hatırlatıyor. O zaman yine dalalım hayaller dünyasına:

1890’lı yıllardayız. Yer Londra. Bir grup erkek briç kulübünde toplanmış. Sadece belirli sosyal statüdeki kişilerin girebildiği bir yer burası. Ellerinde viskileri ile Victorian tarzı koltuklarda oturuyorlar. Ve İngiliz emperyalizminin başarılarını konuşuyorlar. Dünyanın geleceğine dair tahminlerde bulunuyorlar. Kraliçe’nin şerefine kadeh kaldırıyorlar. İşte Bois du Portugal tam da böyle bir ortamda kullanılabilecek gibi.


Aynı tarihlerde şimdide Osmanlı İmparatorluğundayız. Çöküş dönemi yaşanıyor. Geçmişin göz kamaştıran cihan devleti bugün borç içinde yüzüyor. İmparatorluğun her kurumu derin bir bunalım içinde. Anadolu’da sürekli isyanlar çıkıyor. Balkanlar alev alev. Fransa hükümetinin görevlisi Osmanlı devletine verilen borçların tahsili için görevlendirilmiş. İstanbul’da limana yanaşıyor gemisi. Kamarasından çıkmadan önce en sevdiği parfüm olan Bois du Portugal’ı sıkıyor. Geminin güvertesinden etrafa bakıyor. Derin bir bıkkınlık ve fakirlik görüyor. İçindeki çirkin mutluluğu yüzüne yansıtmamaya çalışıyor. İstanbul’un sert poyrazı iliklerine işliyor. “Burası hep böyle soğuk mu olur” diye soruyor yardımcısına…

Zengin, lüks, şık, aristokratik ve tam bir erkek parfümü var karşımızda. Aman günümüzün tatlı, baharatlı, vanilyalı parfümlerinden birisi sanmayın. Çünkü Bois du Portugal daha “resmi” bir parfüm. 30 hatta 35 yaş üzeri erkekleri hedefleyen olgun bir yapıda. Genç arkadaşların uzak durması gereken kokulardan yani.

Creed’in parfümleri çok yüksek fiyatlara satılması ile biliniyor. Kullanılan malzemeler muhtemelen bu fiyatın artmasına sebep oluyor. Yani yüksek standartlarda bir marka olduğunu açıkça ifade ediyor. Fakat bence Obsession For Men ve Caron – The Third Men gibi daha uygun alternatifleri varken bu parfüme böylesi bir fiyatı vermek pek ekonomik değil. Ama benim para sorunum yok, olgun ve çok kaliteli bir erkeksi parfüm arıyorum diyorsanız tavsiye edebileceğim bir seçenek. Parfümün tasarımcısı ise Creed’in 6. kuşak temsilcisi olan Olivier Creed’miş.

Creed’in ilginç bir yönüde kullandıkarı “Millesime” ifadesi. Bu marka bütün dünyanın standart olarak kullandığı EDT yada EDP gibi birimleri kabul etmiyor. Onların yerine parfümlerini “Millesime” olarak sınıflandırıyor. Yani EDT ile EDP konsantrasyonu arasında bir yerlerde Creed’in parfümleri. Artık bu durumu “İngiliz ukalalığı” olarak mı değerlendirirsiniz bilemem.

Kalıcılığı fena değil. Neredeyse ortalama bir EDP kadar kalıcı. Farkedilirliği başlarda yüksek ve keskin. Sonradan normale dönüyor. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Yüksek fiyatı sebebiyle denemeden almak riskli.

Artıları:
+ Başından sonuna kadar elegant ve aristokrat tavırlı yapısı.
+ Orta notaları çok zengin ve güzel.
+ Gerçek bir centilmen kokusu arıyorsanız doğru adrestesiniz.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kuru ve eski kokan bergamot herkesin hoşuna gitmeyebilir.
- Genel olarak pek “modern” bir kokusu yok.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

29 Ocak 2012 Pazar

Tom Ford – Black Orchid (2006)


Tom Ford – Black Orchid (2006) Markanın ilk parfümü.

Tom Ford ismini duyunca aklınıza ne geliyor? Benim aklıma özellikle son yıllarda artık bir çok kadının kullandığı o kocaman ve suratın yarısını kaplayan güneş gözlükleri geliyor. Peki kim bu adam?

Karşımızda Amerikan moda endüstrisinin en önemli isimlerinden birisi var. 1961 yılında Amerika'nın Teksas eyaletinde doğan Tom Ford, kariyeri başarılarla dolu birisi dersem yanlış olmaz sanırım. Önce Perry Ellis markasında çalışmış. Ardından da Gucci ve Yves Saint Laurent gibi dünyanın en büyük markalarında yöneticilik yapmış. Burada sayamacağım onlarca ödül almış. Başarıları arasında neredeyse batacak hale gelen Gucci'yi ayağa kaldırıp eski günlerine taşımak, kendi markasını kurup çok kısa zamanda kara geçirmek, güneş gözlüğü koleksiyonu ile dünya sosyetesinin oldukça ilgisini çekmek de sayılabilir. 2005 yılında ise kendi ismiyle markasını kurar. Başarılarını artık kendi ismiyle dünyaya sunmaya başlar. İyiki de böyle bir karar vermiş.

Böylesine başarılı bir modacının parfüm piyasasına el atmaması beklenemezdi. Bugün inceleyeceğim Black Orchid markanın ilk parfümü. Ayrıca en çok satan ve üzerinde en çok konuşulan kokusu da diyebilirim. 2007 yılından itibaren "Private Blend" isimli bir seri çıkardı Tom Ford. Black Orchid bu seriye mensup değil. Tamamen bağımsız bir parfüm.


Siyah Orkide. Bir parfümün ismi bu kadar ilginç ise kokusu kimbilir nasıldır diye düşünmeden edemiyorum. Orkideler narin, cazip güzellikte, egzotik görünüşlü çiçekler. Dünyanın en kıymetli çiçeklerinin başında yer alıyormuş. Hele ki 20.000'den fazla çeşidinin olduğunu öğrendiğimde ise ne düşüneceğimi bilemedim. Acaba Black Orchid bu 20.000 çeşidin hangisine tam anlamıyla benziyor. Kim bilir...

Black Orchid, oryantal-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında biraz turunçgil ile birlikte meyveler sizi karşılıyor. Fakat çok tatlı meyvelerden bahsediyorum. Neredeyse şekerli denebilecek kadar bir tatlılık var başlangıçta. Orta notalardan itibaren bu tatlılık neyseki biraz azalıyor. Bu kısımda meyvelere çiçekler ekleniyor. Bu kısım daha sevilesi. Son olarak da silhat, meyveler ve amber ile tenden ayrılıyor. Yani özetle bolca meyveler ve çiçeklerden oluşuyor diyebilirim genel yapısı.


Tom Ford'un kendi sitesinde parfümleri Black Orchid'i şöyle tanımlamışlar: " Tom Ford hiçbirşeyin "ulaşılamaz" kadar cezbedici olamayacağına inanır. Black Orchid, Tom Ford'u, zor bulunurluğunun kazancı, keşfi ve şık melezliği ile yeni bir parfüm yaratmasına ilham olmuştur. Bu lüks ve şehvetli parfüm, tenin doğal kokusunu arttıran, geçmiş zamanların ikonik kokularını çağırır. Zengin koyu notaları ile ve siyah orkidenin iksiri ve ihtiraslı ağaçların cazibesi ile, Tom Ford - Black Orchid, modern ve zamansız bir parfümdür."

Şimdi öncelikle şunu belirteyim ki gerek ismindeki gerekse şişesindeki “siyah” vurgusunu pek anlayamadım. Çünkü genellikle parfümlerdeki bu “siyah” vurgusu karanlık, derin, koyu veya gizemli parfümler için yapılıyor. Fakat Black Orchid bence gayet açık, basit ve anlaşılabilir bir parfüm. Hatta zaman zaman yumuşak ve ferah sayılabilecek kadar. Bende ilk önyargımı burada yaşadım. Daha koyu ve derin bir koku beklerken çiçeksi-meyveli bir yapı ile karşılaştım. Meyve derken sanki şeftalimsi, böğürtlenimsi, tropikal meyvelerden bahsediyorum. Hatta bence Black Orchid ismindeki çiçeksi çağrışımdan ziyade “meyveli” bir kokuya sahip. Yani ana gövdeyi meyveler oluşturuyor. Çiçekler ise geri planda diyebilirim.


İlk çıktığından beri her yerde ismi geçen ve çok satan bir parfüm Black Orchid. Bunun sebebi nedir diye düşünüyorum. Bir kere kokusu günümüzün modern parfüm trendlerine çok yakın. Tercih sebeplerinden en önemlisi bu olmalı. İkinci olarak yine modern parfümlerdeki “tatlılık kullanımı” burada da mevcut. Hatta açılışı biraz fazla şekerli. Böylesi kokuları sevmeyenlerin pek hoşlanacağı tarzda değil. Üçüncü olarak da kabul etmeliyim ki cazibeli ve seksi bir kokusu var.

Bence bu parfüm günlük hayatta yada ofis kullanımına uygun değil. Arkadaşlarla hafta sonunda mağazaları gezerken kullanmak pek iyi bir fikir olmayabilir. Daha özel anlar için saklanmalı. Belki şık bir restorantta sevgili ile gidilen akşam yemeği için. Yada lüks bir gece kulübünde diğer kadınları kıskandırmak için. Çünkü şuna emin olabilirsiniz ki Black Orchid geçtiği yerde iz bırakan parfümlerden. Bu anlamda bana Christian Dior yada Gucci'nin kadın parfümlerini anımsatıyor. Hatta onlara rakip olması için tasarlandığını düşünüyorum. Bu parfüm ile bir mekana girdiğinizde muhtemelen suratlar ister istemez "bu gelen koku da ne" diyerekten size dönecektir. Adeta "ben burdayım ve rekabete hazırım" mesajı veriyor Black Orchid. Yoğun ve kendinden emin tarzıyla sizin en büyük yardımcınız olabilir.


İyide bu parfümün beğenmediğin yönleri yok mu diyebilirsiniz. Olmaz mı. Birincisi başlangıcını pek sevmedim. Ayarı biraz kaçmış şekerli meyveler rahatsız etti beni. Ki tatlı parfümleri sevmeme rağmen. İkinci olarak başından sonuna kadar hiç değişmeyen kokusu hayal kırıklığı yaratıyor. Hiçbir sürpriz yok. İlginçlik yok. Çok düz çizgide ilerliyor. Böylesine iddialı ve yüksek fiyatlara satılan bir parfümün biraz daha detaylı olması gerekmez mi? Bu durumu Tom Ford’un Estee Lauder ile yaptığı ortaklığa bağlıyorum. Böylesi büyük şirketlerin eline geçen parfüm sektörü artık birbirinin aynı kokular üretmeye devam edecek gibi görünüyor.

Son olarak diyebilirim ki Black Orchid beni çok etkileyemedi. Kendimden geçiremedi. O yüksek kalite beklentimi karşılayamadı. Biraz fazla abartılmış olduğunu düşünüyorum. Yine de karar sizin.

Diğer bir konuda kadın parfümü olarak çıkarılması. Okuduğum kadarıyla bu parfümün çok fazla erkek seveni ve kullananı varmış. Hatta Tom Ford’un bu parfümü unisex olarak satacağına dair dedikodular var. Aslına bakılırsa bana kadın kullanımına daha yakın geldi. Ama bir erkek kullanabilrmi derseniz tabiki kullanabilir. Eğer kokusunu beğenseydim bende kullanabilirdim. O anlamda benim kafamda bir soru işareti yok.


Black Orchid Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sunulmuş. Kalıcılığı fena değil. Ama harika da değil. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Sonradan normale dönüyor. Dozunu iyi ayarlamak suretiyle sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Hatta serin yaz akşamları için bile uygun olacaktır.

Artıları:
+ Günümüzün modern meyveli-çiçeksi kombinasyonlarına bir örnek.
+ Eğer parfümde meyve kullanımını seviyorsanız mutlaka deneyin.
+ Farkedilirliği fena değil.     

Eksileri:
- Başlangıcı fazla şekerli. Biraz rahatsız edici.
- Neredeyse hiç değişmeyen düz kokusu garibime gitti.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

26 Ocak 2012 Perşembe

Amouage – Gold Man (1983)


Amouage – Gold Man (1983) Markanın ilk erkek parfümü.

Geçtiğimiz haftalarda Amouage markasının yıldızlarından olan Jubilation XXV’i detaylı bir şekilde incelemiştim. Bu sefer sırayı Gold Man’e vermek istedim. Çünkü yine ilginç bir hikayesi varmış bu parfümün. Bende anlatanların yalancısıyım.

Kısaca hatırlatmam gerekirse Amouage, Umman merkezli ultra lüks diyebileceğimiz bir parfüm evi. Bizzat Umman sultanının talimatıyla kurulmuş ve “resmi devlet parfüm markası” dersem sanırım yanlış olmaz.

1983 yılında Umman sultanı Arap parfüm dünyasında bir devrim yapmak ister. Bunun içinde görevlendirdiği yardımcısını yanına çağırır. Kendisine Umman’daki bitki özlerini kullanarak eşi benzeri olmayan bir parfüm hazırlatmasını ister. Bunun içinde Fransa’dan ünlü burun Guy Robert çağırılır. Robert, Umman Dağları’nda erişmesi hayli zahmetli olan yerlerde yetişen gül, mür gibi çiçeklerle, Dhofar bölgesinin ender bulunan tütsüleri, yasemin, zambak, inci çiçeği, sedir ağacı, misk, silhat gibi tam 200 çeşit özü kullanarak dünyanın en pahalı parfümlerinden birini tasarlar. Robert’i de taçlandıran bu krallara layık tasarımın adını “Amouage Gold” koyarlar.

Umman sultanı, kokladığında güzelliği başını döndüren “Amouage Gold”u hiç tereddüt etmeden “Umman’ın devlet parfümü” olarak ilan eder. Bu parfüm eski Mısır’ın altın işleme sanatı kullanılarak yapılan enfes kutuların içerisine yerleştirilir ve Sultan, “Amouage Gold”u dış gezilerinde siyasi liderlere armağan olarak sunar.


Örneğin, İngiltere Prensi Charles, Umman Sultanı’nın armağanını kullanmaya kıyamamış ve şişesi 6 bin euro olan Heritage Collection'ların bulunduğu Buckingham Müzesi’ne “Kralların kokusu” adı altında sergilenmesi için bağışlamıştı. Amouage’un sadık müşterileri arasında çok sayıda kraliyet üyesi, aristokrat ve ünlü olduğu biliniyor. Peki bu kadar övgüler alan parfümün kokusu nasıl. Evet geçelim detaylara.

Gold Man, odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Pek odunsu nüanslar olmasa da çiçeksi ve misk kısmı bence de yerinde bir tanımlama olmuş. İlk sıkıldığında aslında biraz da tahmin ettiğim bir koku beni karşılıyor. Ülkemizde bu parfümü kime denetirseniz eminim açılışı için “bu hacı yağlarına benziyor” tepkisini verecektir. Başlangıç kesinlikle çok ağır, yoğun ve güçlü bir hacı yağı efektine sahip çiçekler ile gerçekleşiyor. Bildiğimiz kadın parfümlerindeki keskin pudralı çiçekler gibi. Acaba yanlışlıkla kadın versiyonunu mu deniyorum diye bir daha orjinal numunesinin üzerine bakıyorum. Hayır yanılmıyorum. Açılışı neredeyse sabunsu bir pudra halesi şeklinde yüzünüze çarpıyor. Oldukça kadınsı, modası geçmiş yaşlı kadın parfümleri gibi adeta. Zaten bu parfümle ilgili yorumlarda başlangıcı Chanel’in meşhur kadın parfümü No.5’e benzetilmiş.

Yaklaşık 2-3 saat sonra parfümün asıl karekteri ortaya çıkmaya başlıyor. O yoğun pudralı çiçeklerden eser kalmıyor. Bu sefer biraz sandal ağacı, hayvansal bir misk (muhtemelen kullanılan civet bu hissi veriyor), amber ve tütsü başrole geçiyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Gold Man’i iki bölüme ayırıyorum. İlk kısmı ağır bir pudralı-çiçeksi, kadınsı his. İkinci kısmı ise daha erkeksi amber, misk ve sandal ağacı. Bu tabiki benim yaptığım bir değerlendirme.

Gold Man’i ilk denediğinizde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşayabilirsiniz. Çünkü öylesine kadınsı, çiçeksi tarafı var ki. Bir erkek parfümü için bana bile fazla geldi. 40'lı yaşlarındaki bir kadın için uygun olabilir ama benim gibi 30'lu yaşların başındaki bir erkek için hiç de uygun değil. İkinci bölüm ise çok daha güzel, derin ve ilginç. Eğer başlangıcındaki 2-3 saatlik kısma tahammül edebilirseniz sizi güzel bir süpriz bekliyor. Parfümün en sevdiğim yeri burası. Fakat yine de hayatımın kokusu olacak kadar değil.

Tamam kabul ediyorum Gold Men lüks ve gösterişli kokuyor. Etrafa yaydığı aura sıradan bir parfümünkine hiç benzemiyor. Fakat yine de günlük kullanıma uyabilecek bir tarzı yok. Herkesin sevebileceği gibi değil. Biraz uç bir örnek. Bu parfüm bence tam da Ortadoğu’ya özgü. Oraların coğrafyaları gibi. Sanki Dubai’den fırlayıp gelmiş bir Arap gibi. Yada Suudi Arabistan kraliyet ailesinin mensubu kullansa daha uygun olabilir. Zaten şişesi 300 dolardan yüksek fiyatlara satılıyor. Bu abartılı fiyatıyla ancak çok yüksek gelir grubuna ait kişileri hedeflediği açık. Ben bu parfüme böylesi bir fiyatı hiç bir zaman vermem. Küçük bir dedikodu da vereyim. Vladimir Putin'in de Gold Man kullandığı söyleniyor. Ne kadar doğrudur bilemem.

Gold Man bir EDP olmasının hakkını fazlasıyla veriyor. Kalıcılığı çok iyi. Fakat günlerce teninizden çıkmayacak gibi de değil. Asıl bomba farkedilirlikte. Denemelerimden birinde 4 fıs kadar sıkınca adeta boğuluyordum. Çok güçlü ve yoğun bir yapısı var. Kullanırken aman dikkat edin. En fazla 3 fıs yeterli olacaktır. Mümkünse 2 fıs. Bu anlamda diğer denediğim Amouage olan Jubilation XXV'e benziyor. Fakat Gold Men'de adeta "pudra şokuna" maruz kalıyorsunuz. Sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha uygun gibi. Yazın çok boğucu olabilir. 30 yaşın altındaki arkadaşlar lütfen siz denemeyin. Çünkü size uymayacağına emin olabilirsiniz.

Artıları:
+İkinci kısımdaki kokusu çok başarılı.
+ Lüks ve gösterişli kokusu.
+ Farkedilirliği yüksek.

Eksileri:
- O nasıl bir başlangıç öyle.
- Genel beğeniye uyacak gibi değil. Denemeden almak büyük risk.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/9



23 Ocak 2012 Pazartesi

Juicy Couture – Dirty English For Men (2008)


Juicy Couture – Dirty English For Men (2008)  2012 itibariyle markanın ilk ve tek erkek parfümü.

Moda tutkunu iki arkadaşın California’da kurdukları bir marka düşünelim. 1997 yılında ortaya çıkan bu fikir, günlük kullanıma uygun kıyafet tasarımları ile gelişsin. Asıl öne çıkmaları ise Madonna’nın onların kıyafetlerini giydiğini söylemesi ile doruk noktasına çıksın. Amerika’nın önemli markalarından Liz Claiborne onları bünyesine katsın. Büyük pazarlama ağı ile bugün sadece Kuzey Amerika’da 100’den fazla noktada ürünleri satılsın. Ve bütün bunlar 15 yılda olsun.

Artık dev bir pazarlama makinesi haline gelen Amerikan sisteminden çıkan yeni sayılabilecek bir marka Juicy Couture. Farklı ve yaratıcı tasarımları ile bir çok kişinin ilgisini çekmeyi başarıyorlar. Ayrıca mücevher, el çantaları, ayakkabı, aksesuvar ve güneş gözlükleri dahil bir çok alanda ürünler vermekteler. Tabiki bizi ilgilendiren kısmı çıkardıkları parfümler.

Gördüğüm kadarıyla markanın sadece bir tane erkek parfümü var. O da bugünkü konuğum. Dirty English hem ilginç ismi hem de havalı şişesi ile dikkat çekiyor. Bakalım içindeki sıvı nasıl.

Tarz olarak odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Pek yanlış sayılmaz bu tanımlama. Parfümün başlangıcı keskin sayılabilecek bir turunçgil ile gerçekleşiyor. Çok basit hatta ucuz kokan bir tarzda diyebilirim rahatlıkla. Açık parfümcülerde rastlanacak cinsten sanki. Açılışını sevmedim. Bir süre sonra orta notalara geliniyor. Ucuz kokan turunçgillere çok yapay baharatlar ekleniyor. Fakat yapaylık rahatsız edici seviyede. Son olarak da yine o metalik turunçgil benzeri koku eşliğinde yapay odunsu notalar. Muhtemelen sedir. Böylece de tende ayrılıyor. Yani özetle: Yapay turunçgil, yapay sıcak baharatlar ve yapay odunsu notalar.

Dirty English son zamanlarda denediğim en başarısız parfümlerden birisi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Başlangıcındaki o metalik ve yapay turunçgil hiç hoş değil. Hele ki o yapay sedir notasına tahammül edemedim bir türlü. Sanırım bu parfümde yoğun bir ISO E Super sentetik elementi kullanılmış. Kokusu çok andırıyor. Gördüğüm kadarıyla gençlerin kullanımına yönelik aromatik odunsu bir parfüm tasarlamak istemişler. Fakat bence hiç de iç açıcı bir sonuç çıkmamış. Bazı yorumlarda Gucci Pour Homme’a benzetmişler. Evet sedir notası biraz andırıyor. Ama Gucci Pour Homme’un yanında Dirty English çocuk oyuncağı gibi kalır. Ne kalite ne de koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’un yanına yaklaşamaz. Bu çok açık. Ancak kötü bir “benzeri” olabilir. Parfümün tasarımını ise Claude Dir isimli pek parlak işlere imza atamamış bir arkadaş yapmış. Pek tavsiye etmem. Denemeden almayın derim.

Kalıcılığı fena değil. Hatta parfümün tek olumlu yanı diyebilirim. Farkedilirliği başlarda iyi gibiyken daha sonraları tene yakın kalıyor. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye edebilirim. Sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha yakın.

Artıları:
+ Alt notaları idare eder.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Başından sonuna hissedilen vasat kalitesi ve yapaylık bir süre sonra baş ağrısı yapmaya başlıyor.
- Kötü bir Gucci Pour Homme denemesi.
   
Koku Güzelliği:10/4   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5