10 Şubat 2012 Cuma

Dolce & Gabbana – The One For Men (2008)


Dolce & Gabbana – The One For Men (2008)  Markanın popüler erkek parfümü.

Bir süredir blogumu yenileme çalışmaları yapıyorum. “Tebdil-i blogda ferahlık vardır” diyerek işe giriştim. Hem daha derli toplu olması bakımından hem de daha kolay okunur olabilmesi anlamında. Ayrıca sizlerden gelen önerileri de değerlendirmeyi düşünüyorum. Mesela ilerleyen günlerde “En sevdiğim ve sevmediğim 10 parfüm” listesi hazırlamaya karar verdim. Gerçi yazdıklarımdan az çok belli oluyordur neyi sevip neyi sevmediğim. Fakat biraz çalışmam gerek o iş için.

Blogumu sürekli takip edenler bazı eski yazılarımın yerinde olmadıklarını farkedip bana mesaj atıyorlar. Evet oldukça eski tarihli olan bu yazıların bir çoğunu yeterli bulmadığım için kaldırdım. Biraz fazla yüzeysel olduklarını farkettim. Ayrıca yine eskiden incelediğim parfümler hakkında yeniden yazıp, onları güncelleyeceğim fırsat oldukça. Zaten bugün de böyle bir güncelleme yazısı var. Daha doğrusu yeniden yazım.

Uzun zaman önce bir kaç kere deneyip hakkında çiziktirdiğim Dolce & Gabbana’nın popüler parfümü The One For Men’in incelemesini yeniden yazmak istedim. Yani bu inceleme bir güncelleme değil tamamen yeni şartlarda yazılmıştır. Aradan geçen onca zamana ve tecrübe ettiğim onlarca kokudan sonra bakalım The One For Men ile ilgili düşüncelerimde nasıl değişiklikler olmuş.

Parfümümüz, markanın iki kurucusundan biri olan Stefano Gabbana’nın öncülüğünde ortaya çıkarılmış. Muhtemelen 2006 yılında çıkan The One’ın kadın versiyonunun başarısı üzerine iki yıl sonra da erkek versiyonu karşımıza çıkmış diye düşünüyorum. Stefano Gabbana ise şunları söylemiş: “Baharatlı-oryantal kokuları seviyorum. Bizim marka olarak bu tarzda bir parfümümüz yoktu. The One For Men, diğer parfümlerimizden daha sıcak bir yapıda”. Yani parfümlerini “Klasik ama bayağı değil. Kadınların çok seveceği gibi bir kokusu olmalı” şeklinde tanımlıyorlar.

Artık parfüme geçmek istiyorum. Çünkü bizi asıl ilgilendiren pazarlamaya yönelik bu sözler değil, şişesinin içindeki sıvının kokusu. The One For Men odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Çok doğru bir tanımlama olmuş diyebilirim. İlk sıkıldığında sizi hafiften tatlı bir turunçgil karşılıyor. Çok modern, canlı ve güzel. Biraz metalik ama rahatsız edici değil. Nedenini bilmiyorum ama bana Paco Rabbane – 1 Million’un başlangıcını hatırlattı. Ondan daha sakin ve başarılı diyebilirim. Bir süre sonra bu metalik turunçgil geri çekilirken devreye tatlı meyveler ve baharatlar giriyor. Açıklanan orta notalarına baktığımda kakule ve zencefil gördüm. Sanırım baharatlı his bu iki notadan geliyor. Zaten üst notalarında da greyfurt varmış. Başlangıçtaki turunçgil de böylece açığa çıkmış oldu. Tatlı, meyveli-baharatlı kombinasyona o metalik turunçgil de alttan alta destek veriyor. Yani orta notalar parfümün en zengin ve detaylı yeri anlayacağınız. Alt notalarına gelindiğinde ise baharatlar aradan çekilirken odunsu notalar kendisini gösteriyor. Muhtemelen sedir. Ve ona eşlik eden turunçgil. Fakat bu kısımda o kadar zayıflıyor ki kokusunu pek hissedemiyorsunuz. Yani özetle: Metalik bir turunçgil, tatlı meyveler, tatlı baharatlar ve odunsu notalar.


Bu parfümü anlatmak için şunları söyleyebilirim: Başlangıcı gayet güzel ve sevilesi, orta notaları fena değil, alt notaları sıkıcı ve basit. Yani ilk sıkıldığından sonuna doğru azalan bir performansı var diyebilirim. Bu durumu kokuyu ilk başlarda çok hızlı koşan ve daha sonra yorulup geride kalan atletlere benzetiyorum. Sonları biraz daha ilginç ve kaliteli olsaymış çok daha memnun olacaktım. Fakat yine de kötü bir kokusu olduğunu söylemek de insafsızlık olur. Ben kokusunu sevdim. Ama aşık olunacak kadar da bulmadım. Yani büyük boy şişesini alacağımı sanmıyorum. Alacak olanlara da saygı duyarım.   

The One For Men, bugün parfüm endüstrisinin en çok satan aktörlerinden birisi. Bunu sanırım bilmeyen yoktur. Yani karşımızda çok popüler, sevilen ve bolca kullanılan bir arkadaş var. Böylesine iyi satış rakamları yakalayan bir parfüm için gerçekten başarılı diyebilir miyiz? Yoksa işin içine başka etkenlerde giriyor mu? Yani parfüm dünyasının klasik metaforu olan “Çok satan parfüm, iyi parfüm müdür” sözü doğru mu?

Öncelikle bu parfümün neden bu kadar popüler olduğunu düşündüm. Sanırım cevabını da buldum. İlk olarak, The One günümüzün modern parfüm trendlerinin en bariz temsilcilerinden birisi. Hem başlangıcındaki turunçgil kullanımı hem de devamındaki tatlı meyveli-baharatlı kokusuyla bir çok kişinin ilgisini çekiyor muhtemelen. Özellikle son yıllarda bu tür parfümlerde bariz bir artış var. Üreticilerde pastadan pay kapmak için bu yönde kokular yaratıyorlar. Yani bu anlamda bence The One, Yves Saint Laurent – La Nuit de L’Homme ve Paco Rabanne – 1 Million’un en büyük rakibi gibi görünüyor. Bu üç örnek de popüler, modern, canlı, günlük kullanıma uyan, herkesin sevebileceği gibi tasarlanmış piyasa parfümleri. Bu üç parfümü deneyen bir çok kişi rahatlıkla kokularını sevecektir. Yani giymesi kolay tarzdalar. Tabi bu durum da onların şansını arttırıyor. Çok yaratıcı değiller, devrim yapmak gibi bir dertleri yok, benzersiz özelliklere sahip değiller, sanat eseri olduklarını iddia etmiyorlar. Bence onların tek derdi iyi satış rakamları yakalayan, herkesin sevebileceği güvenli parfümler olmak.

İkinci olarak da The One For Men’in çok başarılı bir pazarlama ile piyasaya sunulduğunu unutmayalım. Çünkü günümüzde artık medyatik olmak, sansasyon yaratmak, dikkat çekmek, yada televizyonlarda görünmek önemli. Yani çoğu zaman pazarlama faaliyetleri kokunun önüne bile geçebiliyor. Başarısız kokan bir parfüm allanıp pullanıp karşımıza çıkartılabiliyor. Onun için her zaman denemeden parfüm almama taraftarıyım.

                 Markanın pazarlama yüzü Matthew McConaughey'in yaka bağır neden dağılmış bilemiyorum :))

The One For Men’in genel kullanıcı kitlesi olarak 18-30 yaş grubu genç erkekler olduğunu düşünüyorum. Yaşı ilerlemiş erkekler için çok da iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. Daha genç ve enerjik bir tarzı var. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Unutmadan söyleyeyim, bu parfümü kadınlar seviyorlar. Onları cezbeden bir yanı olduğunu düşünüyorum.

Kalıcılığı bir EDT için gayet yeterli. Benim tenimde 12 saatten fazla kalarak iyi bir performans gösterdi. Gelelim bu parfümün en sıkıntılı yanlarından birine. Farkedilirliği tenimde zayıf oldu. İlk sıkıldığında biraz hissedilirken 2-3 saat sonra kokusunu alamaz oldum. Keşke bu durum üzerinde biraz çalışsalarmış. Kıyafete biraz fazla sıkmak belki çözüm olabilir. Ama tendeki performansı düşük ne yazık ki.

Artıları:
+ Başlangıcındaki modern turunçgil kullanımını beğendim.
+ Orta notaları gayet güzel.
+ Herkesin sevebileceği bir yapısı var bence. Arkadaşınıza hediye olarak rahatlıkla alabilirsiniz. Beğenmeme ihtimali az olacaktır.

Eksileri:
- Alt notaları çok sıradan.
- Farkedilirliği tende zayıf kalıyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

7 Şubat 2012 Salı

Etat Libre d’Orange – Fat Electrician (2009)


Etat Libre d’Orange – Fat Electrician (2009) Markanın unisex olarak piyasa sürülen parfümü.

Bugün çok ilginç ve farklı bir parfüm evinden bahsetmek istiyorum sizlere. Etat Libre d'Orange Fransa merkezli bir niche parfüm evi. Genel olarak sıradışı parfümler yaratmaya çalışan bir tarzları var. Ayrıca espirili ve zıpır pazarlama taktikleri de kullanıyorlar. Her parfümün kendisine ait bir amblemi var. Ve mottolarını şöyle belirlemişler:" Parfüm öldü, çok yaşa parfüm!".

Şimdi bu cümle bir çok kişiye anlamsız gelebilir. Fakat bu mottonun sanat tarihine espirili bir gönderme olduğunu şaşırarak farkettim. Bir sanat tarihçisi olarak bu konunun biraz daha derinine inmek zorunda hissediyorum kendimi. Ancak o zaman Etat Libre d'Orange parfüm evinin ne demek istediğini net olarak anlayabiliriz.

1914 yılında başlayan ve hepimizin 1. Dünya Savaşı olarak bildiği olay, aslında basit bir tarihi olgu değil. Zamanla zenginleşen ve yeni pazarlar arayan çoğunluğu Avrupa devletleri kaçınılmaz olarak bu paylaşım savaşına bütün güçleriyle girdiler. Sadece Avrupa ülkelerini değil, bu ülkelerin sömürgelerindeki savaşları da düşünürsek, dünyanın gördüğü en kapsamlı savaşlardan birisi olduğuna şüphe yok. 1914'den 1918'e kadar süren bu küresel savaş, gerek Avrupa gerekse dünya halklarının vicdanlarında çok derin yaralar açmış olması sanırım gayet doğal. Resmi rakamlara göre 8.5 milyon civarı ölü, 21 milyon civarı yaralı ve 7 milyon civarı esir bu korkunç savaşın kurbanları olarak öne çıktı. Neredeyse yerle bir olmuş Avrupa kıtasını ise sanırım söylememe gerek yok.

1916 yılında, savaşın en yoğun zamanlarında bir grup sanatçı ve entellektüel tam da yapmaları gerekeni yaptılar. Sanat tarihine "Dada" hareketi olarak geçen bu fikirsel isyan Zürih kentinde ortaya çıktı. Macar asıllı şair Tristan Tzara öncülüğündeki aydınlar, I. Dünya Savaşı'nın katliamlarına ve acılarına duyulan nefretten doğan "Dada" hareketini başlattılar. 1918 yılında ise ünlü "Dadaizmin Manifestosunu" yayınladılar. Şok etkisi yaratan taktiklerle ve alay ederek, teknolojik ilerlemeye körü körüne bağlanmanın yüzeyselliğini, Avrupa toplumunun yozlaşmasını, savaş, toplum, gelenek, din ve sanat gibi tüm yerleşik değerleri protesto etmekteydi. Madem Dada hareketinden bahsediyoruz o zaman bu etkileyici manifestodan kısa bir bölümü yayınlamak istiyorum:

"Sarkıtlar: onları her yerde aramalı, acının büyüttüğü kreşlerde, meleklerin tavşanları kadar beyaz gözlerde. Böyle doğdu DADA, bir bağımsızlık, topluluğa güvensizlik gereksiniminden. Bize bağlı olanlar özgürlüklerini korur. Hiçbir kuram tanımayız biz. Kübist ve fütürist akademilerden, o biçimsel düşünce laboratuarlarından bıktık. Para kazanmak ve kibar burjuvalara dalkavukluk etmek için mi yapılır sanat? Kafiyelerde para şıngırtısı duyuluyor, tonlamalar göbek kavisi boyunca kayıyor aşağı. Bütün sanatçı grupları, başka başka kuyrukluyıldızlara binerek sonunda bu bankaya vardı. Yastıklara gömülme, yeme içme olasılıklarına kapı açık.

Burada verimli topraklara demir atıyoruz. Burada haykırmaya hakkımız var çünkü biz ürpermeleri ve uyanışı yaşadık.

Enerjiden sarhoş olmuş hayaletleriz, umursamaz tene saplıyoruz üçdişli yabayı. Başdöndürücü yeşilliklerin tropik bolluğunda lanet selleriyiz biz, zamk ve yağmur bizim terimiz, kanıyoruz ve susuzluğu yakıyoruz, bizim kanımız güç demek."

                                                             Dadaist manifestonun afişi.

Yani Dada o ortamın çaresizliği içindeki aydınların bir çığlığıydı. Onu diğer akımlardan ayıran temel özelliği “yıkıcı” olmasıydı. Sanata, daha doğrusu alışıla gelmiş kural ve disiplinlere karşı tepki olan Dadaizm, Birinci Dünya savaşının yarattığı moral ve sosyal çöküntülerin bir sonucu olarak düşünülebilir. Sanat ve estetik duygusu olmayan Dadaistlerin mantıksız konu seçtikleri; kâğıt, tahta ve benzeri malzemelerden garip tekniklerle resim yaptıkları görülür. Çocuksu heyecanlarla, her türlü akılcılığa, Avrupa uygarlığına ve savaşa karşı bir protesto hareketidir.

                                  Dadaist akımın en ünlü ismi olan Marcel Duchamp'ın pisuvar heykeli.

Dadaizm akımının yaratıcılarının bu ismi koymakta sözlükten yararlanmaları ise ayrı bir ilginçlik. Önlerindeki ansiklopediden rastgele bir sayfa açan ve fransızcada "tahta at" anlamına gelen "Dada" kelimesiyle karşılaşan sanatçılar bu akıma Dadaizm, Dadacılık adını vermişler. Dadaizm ise kendisine "Sanat öldü, çok yaşa sanat!" diye bir motto belirlemişti.

Bu cümlenin yukarıdaki Etat Libre d'Orange'ın mottosuna ne kadar benzediği tabiki gözünüzden kaçmamıştır. ELDO markasının "Parfüm öldü, çok yaşa parfüm" diyerek, Dadacıların ünlü sözüne gönderme yaptıkları çok açık. Yani bu marka parfüm dünyasında putları yıkan, yerleşik düzene meydan okuyan hatta birazda anarşist sayılabilecek bir söylemi kabul etmiş diyebiliriz. ELDO’nun ilgimi çekmesinin nedeni işte tam bu düşünce şekli. Fakat parfümlere bu amaçla mı yaklaşıyorlar yoksa bir pazarlama taktiği mi bunun kararını parfüm severler vereceklerdir diye düşünüyorum.

Bu uzun girişten sonra artık geçelim parfümümüze. Fat Electrician odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tam bir vanilya kokusu karşılıyor sizi. Biraz Le Male tarzında. Pudramsı ve çok güzel. Başlangıcını oldukça beğendim. Bir süre sonra vanilya geri çekilirken ortaya metalik, yapay bir tütsü benzeri koku ortaya çıkıyor. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü görünmüyor. Sanırım bu hissi myrrh isimli reçinemsi element veriyor. Hatta ilk denediğimde biraz Gucci Pour Homme’daki o tütsü kokusuna bile benzettim. Burada daha kabe samanına yakın bir odunsu koku diyebilirim.













                    







    Soldaki Fat Electrician'ın espirili karikatürü sanırım sağdaki arkadaştan esinlenmiş :))


Hınzır ve eğlenceli bir konsepte sahip Fat Electrician. Fakat ne yazık ki çok basit yapıda bir kokusu var. Üst
notalarında vanilya ile süslenmiş reçinemsi, parlak, sentetik bir tütsü-kabe samanı kombinasyonu. Hatta bu tütsümsü koku yer yer turunçgil esintileri bile hissettiriyor. Ama ferah bir şekilde değil. Muhtemelen kullanılan ISO E Super sentetiği bu hissi veriyor. İsmindeki "elektrikçi" göndermesini anlamaya çalıştım bir süre. Eğer "elektrik nasıl kokar" diye kafa yormak gerekirse, bu parfümde yaratılan o metalik ve sentetik his belki sorumuzun cevabı olabilir. Eğer elektrik bir kokuya sahip olsaydı, Fat Electrician gibi kokardı demek istemiş olabilirler.  

Bu parfüm çok hoşuma gitti diyemem. Bir kere orta notalarından itibaren çok statik ve sıkıcı hale geliyor. Ayrıca hissedilir derecedeki yapaylık beni rahatsız etti. Evet ELDO markası genel olarak ultra-modern parfümler tasarlıyor. Yada öyle olmaya çalışıyorlar. Ama bunu yaparlarken çok daha ilginç ve yaratıcı parfümler bekliyorum onlardan. Fat Electrician ise bu beklentilerimi karşılamaktan uzak. Büyük boy şişesini denemeden almamak lazım. Pişman olabilirsiniz. Parfümün yaratıcısı Antoine Maisondieu eserini “Benzersiz ve sürpriz yapan bir kabe samanı (vetiver) kokusu” olarak tarif etmiş. Kendi sitelerinde ise “Yarı-modern bir kabe samanı kokusu” olarak değerlendirilmiş. Buradan "Şişman Elektrikçi" arkadaşlara da seslenmek istiyorum. Bu parfüm pek size göre olmayabilir :))

Fat Electrician EDP olmasının avantajını kalıcılık konusunda gösteriyor. 11-12 saat teninizde rahatlıkla hissediliyor kokusu. Farkedilirliği de fena değil diyebilirim. Unisex olarak piyasaya sunulmasına rağmen bence erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimine daha çok uyacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki vanilya kullanımı çok güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan kokuyu pek sevmedim.
- Oldukça yapaylık barındıran kokusu hoşuma gitmedi. Sanki biraz zorlama olmuş.
- Fiyatı yüksek ve heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7  Farkedilirlik:10/6

4 Şubat 2012 Cumartesi

Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009)


Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009) Markanın yeni sayılabilecek erkek parfümlerinden.

Sizi küçük bir zaman yolculuğuna çıkarmama ne dersiniz? Evet elimizde bir zaman makinesi yok. Fakat bu bizim 1980’lere gitmemize engel değil tabiki.

1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin yaşandığı, duvarların yıkıldığı ve 2000’leri hazırlayan yıllar olarak kabul edilebilir. Müzikten modaya, sinemadan sosyolojiye, ekonomiden ülke yönetimlerine kadar bir çok alan yeniden şekillendi 1980’lerde.

İki kutuplu dünya ve soğuk savaş, hemen dibimizde yaşanan Çernobil kazası, eşcinsel haklarının batı ülkelerinde hızla kabul görmesi, bilgisayar teknolojisinin gelişmesi, MTV isimli dünyanın bugün bile en popüler müzik kanalının yayınına başlaması, Converse ayakkabılar, Madonna ve Michael Jackson’un adlarını dünyaya duyurması ve daha bir sürü gelişme.

Fakat 1980’lerin sonuna doğru dünyayı sarsan olay kuşkusuz Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesiydi. Bu demek oluyordu ki soğuk savaşı ABD öncülüğündeki kapitalist batı dünyasının kazanmasıydı. Bence bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan karışıklıkların hepsinin kökeninde bu olay var.

1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı’ndan bir sene önce ise yine küçük bir devrim yaşandı diyebiliriz. Christian Dior markası Fahrenheit isimli bir parfüm piyasaya sundu. İlk önce kırmızı şişesi ve tuhaf, benzersiz kokusuyla pek birşeye benzetilemeyen bu parfüm kısa süre içinde dünyanın en bilinen ve en çok satan parfümlerinden oldu. Yaklaşık 24 yıl geçmesine rağmen hala en bilinen erkek parfümlerinden birisi olduğu açık. 2011 yılı itibariyle yazlık, limitli sürümlerini de sayarsak 7 ayrı versiyonu çıkarılmış. Bugün inceleyeceğim 2009 yılında piyasaya sürülen Absolute modeli.

Geçtiğimiz aylarda orjinal Fahenheit’i incelemiş ve koku karekteri olarak kendime hiç yakın bulmamıştım. Ya çok sevilen yada nefret edilen parfümlerden birisi bence. Ben nefret edenler tarafında yerimi almıştım. Bakalım bu yeni versiyonu Absolute nasıl.

Parfümümüz odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Çok fazla misk hissedilmese de odunsu ve çiçeksi kısmına katılıyorum. İlk sıkıldığında orjinal Fahrenheit kokusu karşıma çıkıyor. O tuhaf çiçeksi ve motor yağı karışımı kokusunu unutmak ne mümkün. Evet Absolute’un başlangıcı Fahrenheit’a çok benziyor. Zaten isminindeki Fahrenheit kısmına mutlaka bir gönderme yapılacaktır. Fakat içimde yine de bir ürperme var. İnşallah eski versiyonuna çok benzemez diyerekten.

Neyseki orta notalarında Absolute, o garip motor yağı kokusundan kurtularak odunsu notaların hakimiyetine giriyor. Bu kısım da oldukça tatlılaşıyor. Bu durum biraz şaşırttı beni. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü ve öd ağacı görüyorum. Demek ki bu tatlı odunsu kompozisyonu bu iki nota sağlıyor. Öd ağacı ana akım markalarda çok kullanılan bir nota değil. Daha çok niche parfümlerde karşılaşıyoruz. Burada kullanılması gerçekten ilginç. Orta notalar en sevdiğim kısım. Modern ve tatlı odunsu kokusu gayet başarılı.

Alt notalarına gelindiğinde odunsuların yerini biraz karanlık bir deri alıyor. Daha da ilginci orta notalarındaki tatlılık alt notalarında çok hissedilmiyor. Daha çok yapay, plastiğimsi bir deri diyebilirim. Hemen aklıma Bulgari – Black’deki araba lastiği benzeri deri geldi. Evet biraz benzeselerde Bulgari – Black’deki kadar ilginç ve güzel değil deri kullanımı. Düz bir deri kokusuyla tenden ayrılıyor Fahrenheit Absolute.

Absolute’un geneline baktığımda harika bir parfüm olmadığına karar verdim. Başlangıcını sevmedim, orta notalarını çok sevdim, alt notalarını ise biraz yapay buldum. Yani sırf orta notaları güzel diye alacağımı hiç sanmıyorum.    

Olumlu bulduğum yanı ise büyük abisi Fahrenheit’ın daha modernize edilmiş hali sanki. Absolute kararında eklenmiş tatlılık ile bana orjinal Fahrenheit’tan daha giyilebilir bir izlenim verdi. Absolute versiyonu biraz daha karanlık ve sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Yani ikisi arasında silah zoruyla bir seçim yapacak olsam tercihim kesinlikle Absolute olurdu. Fakat şunu önemle belirteyim ki eğer orjinal Fahrenheit’i seviyorsanız büyük ihtimalle Absolute’u da seveceksiniz. Buradan Fahrenheit severlere duyurmuş olayım. Kokusunu ise Dior’un bir çok parfümünü tasarlamış olan Francois Demachy yaratmış.

Kalıcılığı tenimde gayet iyi. Ertesi güne kadar kolunuzda hissedebiliyorsunuz kokusunu. Farkedilirliği çok yüksek olmadı bende. Normal seviyelerde diyebilirim. 25 yaş ve üzeri arkadaşların kullanımına daha yakın gibi. Sonbahar-kış mevsimi için uygun bir hali var.    

Artıları:
+ Orta notalarındaki tatlı odunsu kısmı gayet güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.
+ Fahrenheit severlerin denemesinde fayda var.

Eksileri:
- Başlangıcındaki o klasik Fahrenheit kokusunu yine sevemedim.
- Alt notalarındaki deri oldukça yapay kokuyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


1 Şubat 2012 Çarşamba

Creed – Bois du Portugal (1987)


Creed – Bois du Portugal (1987)  Markanın erkek parfümlerinden.

Tarih 1 Şubat 2012. Neredeyse üç gündür durmadan yağan kar, hatırladığım kadarıyla son yılların en şiddetlisi. Şikayetçi miyim? Tabiki hayır. Fakat artık karın daha gençlere yönelik bir mutluluk olduğunu düşünüyorum. 15-16 yaşlarımda kar yağdığındaki sevincimin yerini günlük koşuşturmalar almış durumda. En hoşlanmadığım terim ise televizyoncuların bu aralar çok severek kullandıkları “Beyaz Esaret” olmaya başladı.

Böylesi nefis bir doğa olayını bile felaket veya eziyet gibi gören “modern” şehir yaşamı aslında yanılıyor mu? Artık müthiş bir büyüklüğe ulaşan otomotiv sektörünün kölesi mi oluyoruz? Yani önemli olan trafik sıkışıklığı yada yollarda kalan arabalar mı? Ne kadar da esiri olmuşuz araba denilen metal yığınlarının. Her şeye kızıp şikayet etmekten etrafımızdaki güzellikleri görmeyi unutuyoruz belki de. Çünkü şehirliyiz ya. Her şeyi çok biliyoruz. Her şeyin çözümü bizde. O kadar becerikliyiz ki sadece bir karış kar yağdığında  herşey durma noktasına geliyor. Oysaki çoğu kişi arabalarını kullanmamayı düşünmüyorlar bile. Arabanı kullanırsan yolda kalacağın belli. Neyse artık dönelim asıl konumuza.

Şu ana kadar sadece iki parfümünü denememe rağmen Creed benim saygı duyduğum bir marka. Çünkü bugün karşımızda 1760 yılında kurulmuş bir marka var. Evet inanması zor görünen bu durumun daha da ilginci Creed’in yedi kuşaktır yaşayan bir aile şirketi olması. Ve de şirketin yönetimi hala Creed ailesinde. Yani tam 252 yaşında bir parfüm evi. James Henry Creed tarafından İngiltere’de kurulmuş. Creed’in parfümlerini kullananlar arasında Avrupa ülkelerinin kralları, kraliçeleri ve üst düzey bürokratları varmış. Marka 1854 yılında Fransa’ya taşınmış. Yani dünyanın en eski 100 aile şirketinden birisi durumunda şu anda. Birebir olarak çok benzemeselerde Amouage ortadoğu coğrafyasının elitleri için parfümler tasarlarken, Creed batı dünyasının elitleri için parfümler tasarlıyor. İki markanın da kendilerini konumlandırdıkları yere bakarak bu çıkarımı yapıyorum.  

Kendilerini çok üst düzey kalitede parfümler üreten bir marka olarak ilan ediyorlar. Hatta parfüm sektörüne “doğal elementler” kullanmaları yönünde telkinlerde bile bulunuyorlarmış. Muhtemelen Creed parfümlerinin bu kadar yüksek fiyatlara satılmasının sebebi de iddia ettikleri gibi doğal elementler kullanmaları. Resmi internet sitelerinde birçok Hollywood yıldızının, politikacıların, iş dünyasının patronlarının, spor, müzik ve sanat dünyasının önemli isimlerinin Creed’in parfümlerini kullandıklarından bahsetmişler. Bugün inceleyeceğim Bois du Portugal’da Frank Sinatra’nın en sevdiği kokuymuş. Ayrıca Paul Newman, Kevin Costner ve James Gandolfini gibi ünlü isimlerinde bu parfümü kullandıkları yazılmış.

Portekiz’in Ağacı/Odunu anlamına gelen Bois du Portugal kendi sitelerinde odunsu-oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında eskileri hatırlatan bir bergamot ile size merhaba diyor. Çok kuru, tozlu ve erkeksi bir başlangıç. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi tatlı yada canlı bir turunçgil değil. Daha mesafeli ve olgun. Zaten parfümün 1980’lere ait olduğunu daha başlangıcında anlıyorsunuz. Bir süre sonra bergamota biraz da lavanta ekleniyor. Erkeksilik ve ciddiyet hala devam ediyor. Orta notalara doğru ise parfüm hissedilir derecede tatlılaşıyor. Burada muhtemelen bal kullanılmış. Bu kısımda baharatlar ekleniyor. Sanki biraz da otlar. Orta notalar çok daha derin, etkileyici ve ilginç. Gayet güzel. Son olarak da odunsu notalara amber ekleniyor. Alttan alta da tatlı baharatlar hep hissediliyor. Yani özetle: Kuru ve erkeksi bir bergamot, tatlı baharatlar (muhtemelen karanfil) ve amber.

Bois du Portugal’ı kullandığım daha ilk seferde zihminde bir ışık yandı. Yeni incelediğim iki parfüme çok benzediğini anladım. Caron – The Third Men ve Calvin Klein – Obsession For Men. Zaten bu üç parfümün piyasaya çıkış tarihleri birbirlerine çok yakın. Muhtemelen birbirlerinden az da olsa etkilenmişler. Bois du Portugal, Obsession For Men’in daha az tatlı haline benziyor. Ayrıca ondan daha kaliteli sanki.

Bois du Portugal, 1980’lerin zengin, şık ve erkeksi parfümlerinden. Başlangıcı çok aristokratik ve ciddi. Devamı ise daha egzotik ve zengin. Bu parfüm bana nedense İngiliz asillerini hatırlatıyor. O zaman yine dalalım hayaller dünyasına:

1890’lı yıllardayız. Yer Londra. Bir grup erkek briç kulübünde toplanmış. Sadece belirli sosyal statüdeki kişilerin girebildiği bir yer burası. Ellerinde viskileri ile Victorian tarzı koltuklarda oturuyorlar. Ve İngiliz emperyalizminin başarılarını konuşuyorlar. Dünyanın geleceğine dair tahminlerde bulunuyorlar. Kraliçe’nin şerefine kadeh kaldırıyorlar. İşte Bois du Portugal tam da böyle bir ortamda kullanılabilecek gibi.


Aynı tarihlerde şimdide Osmanlı İmparatorluğundayız. Çöküş dönemi yaşanıyor. Geçmişin göz kamaştıran cihan devleti bugün borç içinde yüzüyor. İmparatorluğun her kurumu derin bir bunalım içinde. Anadolu’da sürekli isyanlar çıkıyor. Balkanlar alev alev. Fransa hükümetinin görevlisi Osmanlı devletine verilen borçların tahsili için görevlendirilmiş. İstanbul’da limana yanaşıyor gemisi. Kamarasından çıkmadan önce en sevdiği parfüm olan Bois du Portugal’ı sıkıyor. Geminin güvertesinden etrafa bakıyor. Derin bir bıkkınlık ve fakirlik görüyor. İçindeki çirkin mutluluğu yüzüne yansıtmamaya çalışıyor. İstanbul’un sert poyrazı iliklerine işliyor. “Burası hep böyle soğuk mu olur” diye soruyor yardımcısına…

Zengin, lüks, şık, aristokratik ve tam bir erkek parfümü var karşımızda. Aman günümüzün tatlı, baharatlı, vanilyalı parfümlerinden birisi sanmayın. Çünkü Bois du Portugal daha “resmi” bir parfüm. 30 hatta 35 yaş üzeri erkekleri hedefleyen olgun bir yapıda. Genç arkadaşların uzak durması gereken kokulardan yani.

Creed’in parfümleri çok yüksek fiyatlara satılması ile biliniyor. Kullanılan malzemeler muhtemelen bu fiyatın artmasına sebep oluyor. Yani yüksek standartlarda bir marka olduğunu açıkça ifade ediyor. Fakat bence Obsession For Men ve Caron – The Third Men gibi daha uygun alternatifleri varken bu parfüme böylesi bir fiyatı vermek pek ekonomik değil. Ama benim para sorunum yok, olgun ve çok kaliteli bir erkeksi parfüm arıyorum diyorsanız tavsiye edebileceğim bir seçenek. Parfümün tasarımcısı ise Creed’in 6. kuşak temsilcisi olan Olivier Creed’miş.

Creed’in ilginç bir yönüde kullandıkarı “Millesime” ifadesi. Bu marka bütün dünyanın standart olarak kullandığı EDT yada EDP gibi birimleri kabul etmiyor. Onların yerine parfümlerini “Millesime” olarak sınıflandırıyor. Yani EDT ile EDP konsantrasyonu arasında bir yerlerde Creed’in parfümleri. Artık bu durumu “İngiliz ukalalığı” olarak mı değerlendirirsiniz bilemem.

Kalıcılığı fena değil. Neredeyse ortalama bir EDP kadar kalıcı. Farkedilirliği başlarda yüksek ve keskin. Sonradan normale dönüyor. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Yüksek fiyatı sebebiyle denemeden almak riskli.

Artıları:
+ Başından sonuna kadar elegant ve aristokrat tavırlı yapısı.
+ Orta notaları çok zengin ve güzel.
+ Gerçek bir centilmen kokusu arıyorsanız doğru adrestesiniz.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kuru ve eski kokan bergamot herkesin hoşuna gitmeyebilir.
- Genel olarak pek “modern” bir kokusu yok.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6