10 Şubat 2012 Cuma

Dolce & Gabbana – The One For Men (2008)


Dolce & Gabbana – The One For Men (2008)  Markanın popüler erkek parfümü.

Bir süredir blogumu yenileme çalışmaları yapıyorum. “Tebdil-i blogda ferahlık vardır” diyerek işe giriştim. Hem daha derli toplu olması bakımından hem de daha kolay okunur olabilmesi anlamında. Ayrıca sizlerden gelen önerileri de değerlendirmeyi düşünüyorum. Mesela ilerleyen günlerde “En sevdiğim ve sevmediğim 10 parfüm” listesi hazırlamaya karar verdim. Gerçi yazdıklarımdan az çok belli oluyordur neyi sevip neyi sevmediğim. Fakat biraz çalışmam gerek o iş için.

Blogumu sürekli takip edenler bazı eski yazılarımın yerinde olmadıklarını farkedip bana mesaj atıyorlar. Evet oldukça eski tarihli olan bu yazıların bir çoğunu yeterli bulmadığım için kaldırdım. Biraz fazla yüzeysel olduklarını farkettim. Ayrıca yine eskiden incelediğim parfümler hakkında yeniden yazıp, onları güncelleyeceğim fırsat oldukça. Zaten bugün de böyle bir güncelleme yazısı var. Daha doğrusu yeniden yazım.

Uzun zaman önce bir kaç kere deneyip hakkında çiziktirdiğim Dolce & Gabbana’nın popüler parfümü The One For Men’in incelemesini yeniden yazmak istedim. Yani bu inceleme bir güncelleme değil tamamen yeni şartlarda yazılmıştır. Aradan geçen onca zamana ve tecrübe ettiğim onlarca kokudan sonra bakalım The One For Men ile ilgili düşüncelerimde nasıl değişiklikler olmuş.

Parfümümüz, markanın iki kurucusundan biri olan Stefano Gabbana’nın öncülüğünde ortaya çıkarılmış. Muhtemelen 2006 yılında çıkan The One’ın kadın versiyonunun başarısı üzerine iki yıl sonra da erkek versiyonu karşımıza çıkmış diye düşünüyorum. Stefano Gabbana ise şunları söylemiş: “Baharatlı-oryantal kokuları seviyorum. Bizim marka olarak bu tarzda bir parfümümüz yoktu. The One For Men, diğer parfümlerimizden daha sıcak bir yapıda”. Yani parfümlerini “Klasik ama bayağı değil. Kadınların çok seveceği gibi bir kokusu olmalı” şeklinde tanımlıyorlar.

Artık parfüme geçmek istiyorum. Çünkü bizi asıl ilgilendiren pazarlamaya yönelik bu sözler değil, şişesinin içindeki sıvının kokusu. The One For Men odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Çok doğru bir tanımlama olmuş diyebilirim. İlk sıkıldığında sizi hafiften tatlı bir turunçgil karşılıyor. Çok modern, canlı ve güzel. Biraz metalik ama rahatsız edici değil. Nedenini bilmiyorum ama bana Paco Rabbane – 1 Million’un başlangıcını hatırlattı. Ondan daha sakin ve başarılı diyebilirim. Bir süre sonra bu metalik turunçgil geri çekilirken devreye tatlı meyveler ve baharatlar giriyor. Açıklanan orta notalarına baktığımda kakule ve zencefil gördüm. Sanırım baharatlı his bu iki notadan geliyor. Zaten üst notalarında da greyfurt varmış. Başlangıçtaki turunçgil de böylece açığa çıkmış oldu. Tatlı, meyveli-baharatlı kombinasyona o metalik turunçgil de alttan alta destek veriyor. Yani orta notalar parfümün en zengin ve detaylı yeri anlayacağınız. Alt notalarına gelindiğinde ise baharatlar aradan çekilirken odunsu notalar kendisini gösteriyor. Muhtemelen sedir. Ve ona eşlik eden turunçgil. Fakat bu kısımda o kadar zayıflıyor ki kokusunu pek hissedemiyorsunuz. Yani özetle: Metalik bir turunçgil, tatlı meyveler, tatlı baharatlar ve odunsu notalar.


Bu parfümü anlatmak için şunları söyleyebilirim: Başlangıcı gayet güzel ve sevilesi, orta notaları fena değil, alt notaları sıkıcı ve basit. Yani ilk sıkıldığından sonuna doğru azalan bir performansı var diyebilirim. Bu durumu kokuyu ilk başlarda çok hızlı koşan ve daha sonra yorulup geride kalan atletlere benzetiyorum. Sonları biraz daha ilginç ve kaliteli olsaymış çok daha memnun olacaktım. Fakat yine de kötü bir kokusu olduğunu söylemek de insafsızlık olur. Ben kokusunu sevdim. Ama aşık olunacak kadar da bulmadım. Yani büyük boy şişesini alacağımı sanmıyorum. Alacak olanlara da saygı duyarım.   

The One For Men, bugün parfüm endüstrisinin en çok satan aktörlerinden birisi. Bunu sanırım bilmeyen yoktur. Yani karşımızda çok popüler, sevilen ve bolca kullanılan bir arkadaş var. Böylesine iyi satış rakamları yakalayan bir parfüm için gerçekten başarılı diyebilir miyiz? Yoksa işin içine başka etkenlerde giriyor mu? Yani parfüm dünyasının klasik metaforu olan “Çok satan parfüm, iyi parfüm müdür” sözü doğru mu?

Öncelikle bu parfümün neden bu kadar popüler olduğunu düşündüm. Sanırım cevabını da buldum. İlk olarak, The One günümüzün modern parfüm trendlerinin en bariz temsilcilerinden birisi. Hem başlangıcındaki turunçgil kullanımı hem de devamındaki tatlı meyveli-baharatlı kokusuyla bir çok kişinin ilgisini çekiyor muhtemelen. Özellikle son yıllarda bu tür parfümlerde bariz bir artış var. Üreticilerde pastadan pay kapmak için bu yönde kokular yaratıyorlar. Yani bu anlamda bence The One, Yves Saint Laurent – La Nuit de L’Homme ve Paco Rabanne – 1 Million’un en büyük rakibi gibi görünüyor. Bu üç örnek de popüler, modern, canlı, günlük kullanıma uyan, herkesin sevebileceği gibi tasarlanmış piyasa parfümleri. Bu üç parfümü deneyen bir çok kişi rahatlıkla kokularını sevecektir. Yani giymesi kolay tarzdalar. Tabi bu durum da onların şansını arttırıyor. Çok yaratıcı değiller, devrim yapmak gibi bir dertleri yok, benzersiz özelliklere sahip değiller, sanat eseri olduklarını iddia etmiyorlar. Bence onların tek derdi iyi satış rakamları yakalayan, herkesin sevebileceği güvenli parfümler olmak.

İkinci olarak da The One For Men’in çok başarılı bir pazarlama ile piyasaya sunulduğunu unutmayalım. Çünkü günümüzde artık medyatik olmak, sansasyon yaratmak, dikkat çekmek, yada televizyonlarda görünmek önemli. Yani çoğu zaman pazarlama faaliyetleri kokunun önüne bile geçebiliyor. Başarısız kokan bir parfüm allanıp pullanıp karşımıza çıkartılabiliyor. Onun için her zaman denemeden parfüm almama taraftarıyım.

                 Markanın pazarlama yüzü Matthew McConaughey'in yaka bağır neden dağılmış bilemiyorum :))

The One For Men’in genel kullanıcı kitlesi olarak 18-30 yaş grubu genç erkekler olduğunu düşünüyorum. Yaşı ilerlemiş erkekler için çok da iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. Daha genç ve enerjik bir tarzı var. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Unutmadan söyleyeyim, bu parfümü kadınlar seviyorlar. Onları cezbeden bir yanı olduğunu düşünüyorum.

Kalıcılığı bir EDT için gayet yeterli. Benim tenimde 12 saatten fazla kalarak iyi bir performans gösterdi. Gelelim bu parfümün en sıkıntılı yanlarından birine. Farkedilirliği tenimde zayıf oldu. İlk sıkıldığında biraz hissedilirken 2-3 saat sonra kokusunu alamaz oldum. Keşke bu durum üzerinde biraz çalışsalarmış. Kıyafete biraz fazla sıkmak belki çözüm olabilir. Ama tendeki performansı düşük ne yazık ki.

Artıları:
+ Başlangıcındaki modern turunçgil kullanımını beğendim.
+ Orta notaları gayet güzel.
+ Herkesin sevebileceği bir yapısı var bence. Arkadaşınıza hediye olarak rahatlıkla alabilirsiniz. Beğenmeme ihtimali az olacaktır.

Eksileri:
- Alt notaları çok sıradan.
- Farkedilirliği tende zayıf kalıyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

7 Şubat 2012 Salı

Etat Libre d’Orange – Fat Electrician (2009)


Etat Libre d’Orange – Fat Electrician (2009) Markanın unisex olarak piyasa sürülen parfümü.

Bugün çok ilginç ve farklı bir parfüm evinden bahsetmek istiyorum sizlere. Etat Libre d'Orange Fransa merkezli bir niche parfüm evi. Genel olarak sıradışı parfümler yaratmaya çalışan bir tarzları var. Ayrıca espirili ve zıpır pazarlama taktikleri de kullanıyorlar. Her parfümün kendisine ait bir amblemi var. Ve mottolarını şöyle belirlemişler:" Parfüm öldü, çok yaşa parfüm!".

Şimdi bu cümle bir çok kişiye anlamsız gelebilir. Fakat bu mottonun sanat tarihine espirili bir gönderme olduğunu şaşırarak farkettim. Bir sanat tarihçisi olarak bu konunun biraz daha derinine inmek zorunda hissediyorum kendimi. Ancak o zaman Etat Libre d'Orange parfüm evinin ne demek istediğini net olarak anlayabiliriz.

1914 yılında başlayan ve hepimizin 1. Dünya Savaşı olarak bildiği olay, aslında basit bir tarihi olgu değil. Zamanla zenginleşen ve yeni pazarlar arayan çoğunluğu Avrupa devletleri kaçınılmaz olarak bu paylaşım savaşına bütün güçleriyle girdiler. Sadece Avrupa ülkelerini değil, bu ülkelerin sömürgelerindeki savaşları da düşünürsek, dünyanın gördüğü en kapsamlı savaşlardan birisi olduğuna şüphe yok. 1914'den 1918'e kadar süren bu küresel savaş, gerek Avrupa gerekse dünya halklarının vicdanlarında çok derin yaralar açmış olması sanırım gayet doğal. Resmi rakamlara göre 8.5 milyon civarı ölü, 21 milyon civarı yaralı ve 7 milyon civarı esir bu korkunç savaşın kurbanları olarak öne çıktı. Neredeyse yerle bir olmuş Avrupa kıtasını ise sanırım söylememe gerek yok.

1916 yılında, savaşın en yoğun zamanlarında bir grup sanatçı ve entellektüel tam da yapmaları gerekeni yaptılar. Sanat tarihine "Dada" hareketi olarak geçen bu fikirsel isyan Zürih kentinde ortaya çıktı. Macar asıllı şair Tristan Tzara öncülüğündeki aydınlar, I. Dünya Savaşı'nın katliamlarına ve acılarına duyulan nefretten doğan "Dada" hareketini başlattılar. 1918 yılında ise ünlü "Dadaizmin Manifestosunu" yayınladılar. Şok etkisi yaratan taktiklerle ve alay ederek, teknolojik ilerlemeye körü körüne bağlanmanın yüzeyselliğini, Avrupa toplumunun yozlaşmasını, savaş, toplum, gelenek, din ve sanat gibi tüm yerleşik değerleri protesto etmekteydi. Madem Dada hareketinden bahsediyoruz o zaman bu etkileyici manifestodan kısa bir bölümü yayınlamak istiyorum:

"Sarkıtlar: onları her yerde aramalı, acının büyüttüğü kreşlerde, meleklerin tavşanları kadar beyaz gözlerde. Böyle doğdu DADA, bir bağımsızlık, topluluğa güvensizlik gereksiniminden. Bize bağlı olanlar özgürlüklerini korur. Hiçbir kuram tanımayız biz. Kübist ve fütürist akademilerden, o biçimsel düşünce laboratuarlarından bıktık. Para kazanmak ve kibar burjuvalara dalkavukluk etmek için mi yapılır sanat? Kafiyelerde para şıngırtısı duyuluyor, tonlamalar göbek kavisi boyunca kayıyor aşağı. Bütün sanatçı grupları, başka başka kuyrukluyıldızlara binerek sonunda bu bankaya vardı. Yastıklara gömülme, yeme içme olasılıklarına kapı açık.

Burada verimli topraklara demir atıyoruz. Burada haykırmaya hakkımız var çünkü biz ürpermeleri ve uyanışı yaşadık.

Enerjiden sarhoş olmuş hayaletleriz, umursamaz tene saplıyoruz üçdişli yabayı. Başdöndürücü yeşilliklerin tropik bolluğunda lanet selleriyiz biz, zamk ve yağmur bizim terimiz, kanıyoruz ve susuzluğu yakıyoruz, bizim kanımız güç demek."

                                                             Dadaist manifestonun afişi.

Yani Dada o ortamın çaresizliği içindeki aydınların bir çığlığıydı. Onu diğer akımlardan ayıran temel özelliği “yıkıcı” olmasıydı. Sanata, daha doğrusu alışıla gelmiş kural ve disiplinlere karşı tepki olan Dadaizm, Birinci Dünya savaşının yarattığı moral ve sosyal çöküntülerin bir sonucu olarak düşünülebilir. Sanat ve estetik duygusu olmayan Dadaistlerin mantıksız konu seçtikleri; kâğıt, tahta ve benzeri malzemelerden garip tekniklerle resim yaptıkları görülür. Çocuksu heyecanlarla, her türlü akılcılığa, Avrupa uygarlığına ve savaşa karşı bir protesto hareketidir.

                                  Dadaist akımın en ünlü ismi olan Marcel Duchamp'ın pisuvar heykeli.

Dadaizm akımının yaratıcılarının bu ismi koymakta sözlükten yararlanmaları ise ayrı bir ilginçlik. Önlerindeki ansiklopediden rastgele bir sayfa açan ve fransızcada "tahta at" anlamına gelen "Dada" kelimesiyle karşılaşan sanatçılar bu akıma Dadaizm, Dadacılık adını vermişler. Dadaizm ise kendisine "Sanat öldü, çok yaşa sanat!" diye bir motto belirlemişti.

Bu cümlenin yukarıdaki Etat Libre d'Orange'ın mottosuna ne kadar benzediği tabiki gözünüzden kaçmamıştır. ELDO markasının "Parfüm öldü, çok yaşa parfüm" diyerek, Dadacıların ünlü sözüne gönderme yaptıkları çok açık. Yani bu marka parfüm dünyasında putları yıkan, yerleşik düzene meydan okuyan hatta birazda anarşist sayılabilecek bir söylemi kabul etmiş diyebiliriz. ELDO’nun ilgimi çekmesinin nedeni işte tam bu düşünce şekli. Fakat parfümlere bu amaçla mı yaklaşıyorlar yoksa bir pazarlama taktiği mi bunun kararını parfüm severler vereceklerdir diye düşünüyorum.

Bu uzun girişten sonra artık geçelim parfümümüze. Fat Electrician odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tam bir vanilya kokusu karşılıyor sizi. Biraz Le Male tarzında. Pudramsı ve çok güzel. Başlangıcını oldukça beğendim. Bir süre sonra vanilya geri çekilirken ortaya metalik, yapay bir tütsü benzeri koku ortaya çıkıyor. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü görünmüyor. Sanırım bu hissi myrrh isimli reçinemsi element veriyor. Hatta ilk denediğimde biraz Gucci Pour Homme’daki o tütsü kokusuna bile benzettim. Burada daha kabe samanına yakın bir odunsu koku diyebilirim.













                    







    Soldaki Fat Electrician'ın espirili karikatürü sanırım sağdaki arkadaştan esinlenmiş :))


Hınzır ve eğlenceli bir konsepte sahip Fat Electrician. Fakat ne yazık ki çok basit yapıda bir kokusu var. Üst
notalarında vanilya ile süslenmiş reçinemsi, parlak, sentetik bir tütsü-kabe samanı kombinasyonu. Hatta bu tütsümsü koku yer yer turunçgil esintileri bile hissettiriyor. Ama ferah bir şekilde değil. Muhtemelen kullanılan ISO E Super sentetiği bu hissi veriyor. İsmindeki "elektrikçi" göndermesini anlamaya çalıştım bir süre. Eğer "elektrik nasıl kokar" diye kafa yormak gerekirse, bu parfümde yaratılan o metalik ve sentetik his belki sorumuzun cevabı olabilir. Eğer elektrik bir kokuya sahip olsaydı, Fat Electrician gibi kokardı demek istemiş olabilirler.  

Bu parfüm çok hoşuma gitti diyemem. Bir kere orta notalarından itibaren çok statik ve sıkıcı hale geliyor. Ayrıca hissedilir derecedeki yapaylık beni rahatsız etti. Evet ELDO markası genel olarak ultra-modern parfümler tasarlıyor. Yada öyle olmaya çalışıyorlar. Ama bunu yaparlarken çok daha ilginç ve yaratıcı parfümler bekliyorum onlardan. Fat Electrician ise bu beklentilerimi karşılamaktan uzak. Büyük boy şişesini denemeden almamak lazım. Pişman olabilirsiniz. Parfümün yaratıcısı Antoine Maisondieu eserini “Benzersiz ve sürpriz yapan bir kabe samanı (vetiver) kokusu” olarak tarif etmiş. Kendi sitelerinde ise “Yarı-modern bir kabe samanı kokusu” olarak değerlendirilmiş. Buradan "Şişman Elektrikçi" arkadaşlara da seslenmek istiyorum. Bu parfüm pek size göre olmayabilir :))

Fat Electrician EDP olmasının avantajını kalıcılık konusunda gösteriyor. 11-12 saat teninizde rahatlıkla hissediliyor kokusu. Farkedilirliği de fena değil diyebilirim. Unisex olarak piyasaya sunulmasına rağmen bence erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimine daha çok uyacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki vanilya kullanımı çok güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan kokuyu pek sevmedim.
- Oldukça yapaylık barındıran kokusu hoşuma gitmedi. Sanki biraz zorlama olmuş.
- Fiyatı yüksek ve heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7  Farkedilirlik:10/6

4 Şubat 2012 Cumartesi

Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009)


Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009) Markanın yeni sayılabilecek erkek parfümlerinden.

Sizi küçük bir zaman yolculuğuna çıkarmama ne dersiniz? Evet elimizde bir zaman makinesi yok. Fakat bu bizim 1980’lere gitmemize engel değil tabiki.

1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin yaşandığı, duvarların yıkıldığı ve 2000’leri hazırlayan yıllar olarak kabul edilebilir. Müzikten modaya, sinemadan sosyolojiye, ekonomiden ülke yönetimlerine kadar bir çok alan yeniden şekillendi 1980’lerde.

İki kutuplu dünya ve soğuk savaş, hemen dibimizde yaşanan Çernobil kazası, eşcinsel haklarının batı ülkelerinde hızla kabul görmesi, bilgisayar teknolojisinin gelişmesi, MTV isimli dünyanın bugün bile en popüler müzik kanalının yayınına başlaması, Converse ayakkabılar, Madonna ve Michael Jackson’un adlarını dünyaya duyurması ve daha bir sürü gelişme.

Fakat 1980’lerin sonuna doğru dünyayı sarsan olay kuşkusuz Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesiydi. Bu demek oluyordu ki soğuk savaşı ABD öncülüğündeki kapitalist batı dünyasının kazanmasıydı. Bence bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan karışıklıkların hepsinin kökeninde bu olay var.

1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı’ndan bir sene önce ise yine küçük bir devrim yaşandı diyebiliriz. Christian Dior markası Fahrenheit isimli bir parfüm piyasaya sundu. İlk önce kırmızı şişesi ve tuhaf, benzersiz kokusuyla pek birşeye benzetilemeyen bu parfüm kısa süre içinde dünyanın en bilinen ve en çok satan parfümlerinden oldu. Yaklaşık 24 yıl geçmesine rağmen hala en bilinen erkek parfümlerinden birisi olduğu açık. 2011 yılı itibariyle yazlık, limitli sürümlerini de sayarsak 7 ayrı versiyonu çıkarılmış. Bugün inceleyeceğim 2009 yılında piyasaya sürülen Absolute modeli.

Geçtiğimiz aylarda orjinal Fahenheit’i incelemiş ve koku karekteri olarak kendime hiç yakın bulmamıştım. Ya çok sevilen yada nefret edilen parfümlerden birisi bence. Ben nefret edenler tarafında yerimi almıştım. Bakalım bu yeni versiyonu Absolute nasıl.

Parfümümüz odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Çok fazla misk hissedilmese de odunsu ve çiçeksi kısmına katılıyorum. İlk sıkıldığında orjinal Fahrenheit kokusu karşıma çıkıyor. O tuhaf çiçeksi ve motor yağı karışımı kokusunu unutmak ne mümkün. Evet Absolute’un başlangıcı Fahrenheit’a çok benziyor. Zaten isminindeki Fahrenheit kısmına mutlaka bir gönderme yapılacaktır. Fakat içimde yine de bir ürperme var. İnşallah eski versiyonuna çok benzemez diyerekten.

Neyseki orta notalarında Absolute, o garip motor yağı kokusundan kurtularak odunsu notaların hakimiyetine giriyor. Bu kısım da oldukça tatlılaşıyor. Bu durum biraz şaşırttı beni. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü ve öd ağacı görüyorum. Demek ki bu tatlı odunsu kompozisyonu bu iki nota sağlıyor. Öd ağacı ana akım markalarda çok kullanılan bir nota değil. Daha çok niche parfümlerde karşılaşıyoruz. Burada kullanılması gerçekten ilginç. Orta notalar en sevdiğim kısım. Modern ve tatlı odunsu kokusu gayet başarılı.

Alt notalarına gelindiğinde odunsuların yerini biraz karanlık bir deri alıyor. Daha da ilginci orta notalarındaki tatlılık alt notalarında çok hissedilmiyor. Daha çok yapay, plastiğimsi bir deri diyebilirim. Hemen aklıma Bulgari – Black’deki araba lastiği benzeri deri geldi. Evet biraz benzeselerde Bulgari – Black’deki kadar ilginç ve güzel değil deri kullanımı. Düz bir deri kokusuyla tenden ayrılıyor Fahrenheit Absolute.

Absolute’un geneline baktığımda harika bir parfüm olmadığına karar verdim. Başlangıcını sevmedim, orta notalarını çok sevdim, alt notalarını ise biraz yapay buldum. Yani sırf orta notaları güzel diye alacağımı hiç sanmıyorum.    

Olumlu bulduğum yanı ise büyük abisi Fahrenheit’ın daha modernize edilmiş hali sanki. Absolute kararında eklenmiş tatlılık ile bana orjinal Fahrenheit’tan daha giyilebilir bir izlenim verdi. Absolute versiyonu biraz daha karanlık ve sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Yani ikisi arasında silah zoruyla bir seçim yapacak olsam tercihim kesinlikle Absolute olurdu. Fakat şunu önemle belirteyim ki eğer orjinal Fahrenheit’i seviyorsanız büyük ihtimalle Absolute’u da seveceksiniz. Buradan Fahrenheit severlere duyurmuş olayım. Kokusunu ise Dior’un bir çok parfümünü tasarlamış olan Francois Demachy yaratmış.

Kalıcılığı tenimde gayet iyi. Ertesi güne kadar kolunuzda hissedebiliyorsunuz kokusunu. Farkedilirliği çok yüksek olmadı bende. Normal seviyelerde diyebilirim. 25 yaş ve üzeri arkadaşların kullanımına daha yakın gibi. Sonbahar-kış mevsimi için uygun bir hali var.    

Artıları:
+ Orta notalarındaki tatlı odunsu kısmı gayet güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.
+ Fahrenheit severlerin denemesinde fayda var.

Eksileri:
- Başlangıcındaki o klasik Fahrenheit kokusunu yine sevemedim.
- Alt notalarındaki deri oldukça yapay kokuyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


29 Ocak 2012 Pazar

Tom Ford – Black Orchid (2006)


Tom Ford – Black Orchid (2006) Markanın ilk parfümü.

Tom Ford ismini duyunca aklınıza ne geliyor? Benim aklıma özellikle son yıllarda artık bir çok kadının kullandığı o kocaman ve suratın yarısını kaplayan güneş gözlükleri geliyor. Peki kim bu adam?

Karşımızda Amerikan moda endüstrisinin en önemli isimlerinden birisi var. 1961 yılında Amerika'nın Teksas eyaletinde doğan Tom Ford, kariyeri başarılarla dolu birisi dersem yanlış olmaz sanırım. Önce Perry Ellis markasında çalışmış. Ardından da Gucci ve Yves Saint Laurent gibi dünyanın en büyük markalarında yöneticilik yapmış. Burada sayamacağım onlarca ödül almış. Başarıları arasında neredeyse batacak hale gelen Gucci'yi ayağa kaldırıp eski günlerine taşımak, kendi markasını kurup çok kısa zamanda kara geçirmek, güneş gözlüğü koleksiyonu ile dünya sosyetesinin oldukça ilgisini çekmek de sayılabilir. 2005 yılında ise kendi ismiyle markasını kurar. Başarılarını artık kendi ismiyle dünyaya sunmaya başlar. İyiki de böyle bir karar vermiş.

Böylesine başarılı bir modacının parfüm piyasasına el atmaması beklenemezdi. Bugün inceleyeceğim Black Orchid markanın ilk parfümü. Ayrıca en çok satan ve üzerinde en çok konuşulan kokusu da diyebilirim. 2007 yılından itibaren "Private Blend" isimli bir seri çıkardı Tom Ford. Black Orchid bu seriye mensup değil. Tamamen bağımsız bir parfüm.


Siyah Orkide. Bir parfümün ismi bu kadar ilginç ise kokusu kimbilir nasıldır diye düşünmeden edemiyorum. Orkideler narin, cazip güzellikte, egzotik görünüşlü çiçekler. Dünyanın en kıymetli çiçeklerinin başında yer alıyormuş. Hele ki 20.000'den fazla çeşidinin olduğunu öğrendiğimde ise ne düşüneceğimi bilemedim. Acaba Black Orchid bu 20.000 çeşidin hangisine tam anlamıyla benziyor. Kim bilir...

Black Orchid, oryantal-çiçeksi olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında biraz turunçgil ile birlikte meyveler sizi karşılıyor. Fakat çok tatlı meyvelerden bahsediyorum. Neredeyse şekerli denebilecek kadar bir tatlılık var başlangıçta. Orta notalardan itibaren bu tatlılık neyseki biraz azalıyor. Bu kısımda meyvelere çiçekler ekleniyor. Bu kısım daha sevilesi. Son olarak da silhat, meyveler ve amber ile tenden ayrılıyor. Yani özetle bolca meyveler ve çiçeklerden oluşuyor diyebilirim genel yapısı.


Tom Ford'un kendi sitesinde parfümleri Black Orchid'i şöyle tanımlamışlar: " Tom Ford hiçbirşeyin "ulaşılamaz" kadar cezbedici olamayacağına inanır. Black Orchid, Tom Ford'u, zor bulunurluğunun kazancı, keşfi ve şık melezliği ile yeni bir parfüm yaratmasına ilham olmuştur. Bu lüks ve şehvetli parfüm, tenin doğal kokusunu arttıran, geçmiş zamanların ikonik kokularını çağırır. Zengin koyu notaları ile ve siyah orkidenin iksiri ve ihtiraslı ağaçların cazibesi ile, Tom Ford - Black Orchid, modern ve zamansız bir parfümdür."

Şimdi öncelikle şunu belirteyim ki gerek ismindeki gerekse şişesindeki “siyah” vurgusunu pek anlayamadım. Çünkü genellikle parfümlerdeki bu “siyah” vurgusu karanlık, derin, koyu veya gizemli parfümler için yapılıyor. Fakat Black Orchid bence gayet açık, basit ve anlaşılabilir bir parfüm. Hatta zaman zaman yumuşak ve ferah sayılabilecek kadar. Bende ilk önyargımı burada yaşadım. Daha koyu ve derin bir koku beklerken çiçeksi-meyveli bir yapı ile karşılaştım. Meyve derken sanki şeftalimsi, böğürtlenimsi, tropikal meyvelerden bahsediyorum. Hatta bence Black Orchid ismindeki çiçeksi çağrışımdan ziyade “meyveli” bir kokuya sahip. Yani ana gövdeyi meyveler oluşturuyor. Çiçekler ise geri planda diyebilirim.


İlk çıktığından beri her yerde ismi geçen ve çok satan bir parfüm Black Orchid. Bunun sebebi nedir diye düşünüyorum. Bir kere kokusu günümüzün modern parfüm trendlerine çok yakın. Tercih sebeplerinden en önemlisi bu olmalı. İkinci olarak yine modern parfümlerdeki “tatlılık kullanımı” burada da mevcut. Hatta açılışı biraz fazla şekerli. Böylesi kokuları sevmeyenlerin pek hoşlanacağı tarzda değil. Üçüncü olarak da kabul etmeliyim ki cazibeli ve seksi bir kokusu var.

Bence bu parfüm günlük hayatta yada ofis kullanımına uygun değil. Arkadaşlarla hafta sonunda mağazaları gezerken kullanmak pek iyi bir fikir olmayabilir. Daha özel anlar için saklanmalı. Belki şık bir restorantta sevgili ile gidilen akşam yemeği için. Yada lüks bir gece kulübünde diğer kadınları kıskandırmak için. Çünkü şuna emin olabilirsiniz ki Black Orchid geçtiği yerde iz bırakan parfümlerden. Bu anlamda bana Christian Dior yada Gucci'nin kadın parfümlerini anımsatıyor. Hatta onlara rakip olması için tasarlandığını düşünüyorum. Bu parfüm ile bir mekana girdiğinizde muhtemelen suratlar ister istemez "bu gelen koku da ne" diyerekten size dönecektir. Adeta "ben burdayım ve rekabete hazırım" mesajı veriyor Black Orchid. Yoğun ve kendinden emin tarzıyla sizin en büyük yardımcınız olabilir.


İyide bu parfümün beğenmediğin yönleri yok mu diyebilirsiniz. Olmaz mı. Birincisi başlangıcını pek sevmedim. Ayarı biraz kaçmış şekerli meyveler rahatsız etti beni. Ki tatlı parfümleri sevmeme rağmen. İkinci olarak başından sonuna kadar hiç değişmeyen kokusu hayal kırıklığı yaratıyor. Hiçbir sürpriz yok. İlginçlik yok. Çok düz çizgide ilerliyor. Böylesine iddialı ve yüksek fiyatlara satılan bir parfümün biraz daha detaylı olması gerekmez mi? Bu durumu Tom Ford’un Estee Lauder ile yaptığı ortaklığa bağlıyorum. Böylesi büyük şirketlerin eline geçen parfüm sektörü artık birbirinin aynı kokular üretmeye devam edecek gibi görünüyor.

Son olarak diyebilirim ki Black Orchid beni çok etkileyemedi. Kendimden geçiremedi. O yüksek kalite beklentimi karşılayamadı. Biraz fazla abartılmış olduğunu düşünüyorum. Yine de karar sizin.

Diğer bir konuda kadın parfümü olarak çıkarılması. Okuduğum kadarıyla bu parfümün çok fazla erkek seveni ve kullananı varmış. Hatta Tom Ford’un bu parfümü unisex olarak satacağına dair dedikodular var. Aslına bakılırsa bana kadın kullanımına daha yakın geldi. Ama bir erkek kullanabilrmi derseniz tabiki kullanabilir. Eğer kokusunu beğenseydim bende kullanabilirdim. O anlamda benim kafamda bir soru işareti yok.


Black Orchid Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sunulmuş. Kalıcılığı fena değil. Ama harika da değil. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Sonradan normale dönüyor. Dozunu iyi ayarlamak suretiyle sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Hatta serin yaz akşamları için bile uygun olacaktır.

Artıları:
+ Günümüzün modern meyveli-çiçeksi kombinasyonlarına bir örnek.
+ Eğer parfümde meyve kullanımını seviyorsanız mutlaka deneyin.
+ Farkedilirliği fena değil.     

Eksileri:
- Başlangıcı fazla şekerli. Biraz rahatsız edici.
- Neredeyse hiç değişmeyen düz kokusu garibime gitti.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7