2 Mart 2012 Cuma

Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)


Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)  Markanın unisex olarak sunulan parfümü.

İsviçre’de kimyagerlik yapan bir adam düşünün. Uzmanlık alanına yakın olan parfümlere ilgi duysun. Ve bu alanda kendisini yetiştirsin. Kimyagerlik kariyerini Donkişotvari bir kararla bırakıp, kendisini parfüm işine adasın. 2005 yılında kendi ismini kullanarak markasını ortaya çıkarsın. Henüz yedi senelik bir marka olmasına rağmen artık bir sürü oyuncunun olduğu “niche” parfüm sektöründe ismini duyursun. Hatta kurulduğu ilk yıl çıkardığı iki çok başarılı parfümle gözlerin bir anda ona çevrilmesini sağlasın. “Bir parfüm sana rüyalarındaki vahayı verebilir” diyen Andy Tauer’in kısaca hikayesi böyle olsa gerek.

                                                             Markanın yaratıcısı Andy Tauer. 

Diyeceksiniz ki İsviçre’den de parfüm markası mı çıkarmış. Kocaman şöhrete sahip Fransız, İtalyan, İngiliz ve Amerikan parfüm evleri varken, küçük bir dağ ülkesi olan İsviçre’den nasıl böyle bir niche parfüm evi kendisini göstermiş. İşte oluyor efendim. Olmaz demeyin. Yeterki işinizi doğru düzgün ve ciddiyetle yapın. Yani bizim ülkemizde eksik olan şeyi.

Tauer’in ilk parfümü olan Le Maroc Pour Elle kadınlara yönelik olarak piyasaya sürülmüş. Daha ilk parfümünde oldukça ilgi görmüş marka. İkinci parfümü ise bugün inceleyeceğim L’Air du Desert Marocain. Bu ise unisex olarak lanse edilmiş. Fakat bence erkeklerin kullanımına daha yakın. Tauer parfümlerini 1,2,3.. diye sıralayarak piyasaya sunuyor. Yani şişelerinin üzerlerinde de parfümün kaç numara olduğu ismiyle beraber yazıyor. Bunu neden yaptığını pek anlayamadım. Belkide çok düzenli ve tertipli bir arkadaştır.


L’Air du Desert Marocain, Fransızca bilmesek de az çok İngilizce’den tahmin edebileceğimiz gibi “Fas Çölünün Havası”na yakın bir anlama geliyor muhtemelen. Yani parfümün Fas’ın çöllerinden esinlendiğini sanırım söylememe gerek yok. İyi de İsviçre’nin soğuk Alpleri nerede, Fas’ın sıcak çölleri nerede. Acaba neden böyle bir isim koymuş Tauer diye düşünürken sanırım cevabı buldum. Serge Lutens’in Fas’ta yaşadığını ve parfümlerinde doğu etkilerini sıkça kullandığını hatırlatayım. Tauer belki de rakibine böyle bir meydan okuma yapmış olabilir.

Efendim bu batılıların doğu merakı nedir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. (Belki de sormuyorsunuz) Niye parfümlerinde bile doğuya göndermelerde bulunuyorlar. Bütün suç “Oryantalizm” akımının diyebilirim. O zaman madem ismi sıkça geçmeye başladı. Nedir şu oryantalizm kısaca bir bakalım. Çünkü artık bolca duymaya başladığımız “oryantal tarzda parfüm” sözünün de ne anlama geldiği daha kolay anlaşılabilir.

                           Batılıların zihinlerindeki Doğulu imgesi bu resimden çok farklı olmasa gerek.

Oryantalizm kelimesinin Latince tabanlı dillerde karşılığı Orientalism. Kökeni güneşin doğuşunu ifade eden Latince Oriens sözcüğüne dayanıyormuş. Coğrafi anlamda “Doğu”’yu simgeliyormuş.

                                                   Edward Said'in ünlü kitabı "Orientalism". 

Oryantalizm Türkçeye “Doğuculuk, Şarkiyatçılık” olarak çevrilebilir. Tam anlamı, Yakın ve Uzakdoğu toplumlarının kültür, dil, halklarının incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad diyebiliriz. Oryantalizm bilimden edebiyata, tiyatrodan müziğe kadar uzanan çok geniş bir olgudur. Bu alanda en kapsamlı çalışmaları Amerikan vatandaşı da olan Hristiyan bir Filistinli Profesör Edward Said yapmış. 1978 yılında yayınladığı Orientalism kitabında tezlerini detaylı olarak anlatmış. Yani özetle Oryantalizm, Batı medeniyetinin Doğu kültürlerine bakışını anlatan bir fikir akımı.

Peki bunun konumuz olan parfümlerle ne ilgisi var? Zaman zaman incelediğim parfümlerde “oryantal” kelimesini bende kullanıyorum. Oryantal terimi parfümleri sınıflandırmak için sıkça kullanılıyor. Bu tip parfümler yoğun, kuvvetli ve egzotik kokulardan oluşur diyebiliriz. Misk, vanilya, baharatlar, tropikal çiçekler, ıtırlı bitkiler, tütün, hayvansal notalar ve değerli ağaçların balsam (benjamin ve tolu balsam gibi)  kombinasyonlarından oluşurlar. Fakat gözden kaçmaması gereken bir şey daha var. Oryantal kokular denen parfümlerde Doğu Asya, Afrika, Ortadoğu gibi bölgelerin etkileri de hissedilir zaman zaman. Tabiki bu durum hep olacak diye bir kural yok. Yani olaya bu açıdan da bakıyorum ben.
    

İşte bugün tam da Arap coğrafyasının koku karakterine yakın bir parfüm karşımızda. Zaten yukarıda bahsettiğim ismi bize az çok bir fikir verebilir parfümle ilgili. L’Air du Desert Marocain baharatlı-oryantal olarak sınıflandırılmış. Aslına bakılırsa uzun uzun anlatmak gerek bu eseri. Çünkü çok kompleks ve detaylı bir yapıda. Öncelikle başlangıcı çok tuhaf. Oldukça karanlık aromatik otlar hissettim. Bu otlara biraz da yine karanlık ve algıları zorlayan bir deri ve ağaç reçinesi benzeri koku eşlik ediyor. Anlaması zor. Çok sevdiğimi söyleyemem ilk kısmı. Belki de bu karmaşa böyle düşünmemi sağladı. Bir süre sonra Serge Lutensvari tatlı baharatlar hakimiyeti ele alıyor. Kokunun karanlık yapısı devam ediyor. Hatta burada “dumansılık” başlıyor denilebilir. Neyseki burası daha sevilebilir. Efendim devam ediyoruz. İlerleyen dakikalarda bu sefer dumansı baharatlar geri çekilirken ortaya karanlık bir deri çıkıyor. Haydaa. Bu nasıl bir parfüm diye düşünüyorum. Çünkü adeta geçit töreni gibi bütün notalar burnunuzun önünden geçiyor sırayla. Deri kullanımı biraz yapay ve plastiğimsi. Bu parfümü deneyen bazı kişilerin onu Bulgari – Black’e benzetmeleri bu sebepten büyük ihtimalle. Fakat bu deri Black kadar başarılı değil. Geçelim bir sonraki adıma. İlerleyen saatlerde bu sefer plastiğimsi deri gerilerde kalırken, bariz bir kabe samanı ortaya çıkıyor. Pek sevmediğim bir kokusu olsa da fena değil kabe samanı kullanımı. Sonunda bitti derken… Müthiş bir gol atıyor parfüm size. Bu defa da kabe samanı ortadan kaybolurken egzotik ve çok güzel bir amber imzayı atıyor. Böylece de tenden uzun süre sonra ayrılıyor. Ben anlatmaktan yoruldum. Umarım siz okumaktan yorulmamışsınızdır.

Andy Tauer kimyager olan amatör bir parfümörmüş. Fakat daha ilk çıkardığı parfümlerden birisinde nasıl böylesine kompleks, zengin, karmaşık, gizemli ve “çok katmanlı” bir kokuya imza atmış gerçekten şaşkınım. Bu parfüm adeta beş katlı bir apartman gibi. Her katı ayrı bir yapıda. Parfümün tende bir notadan diğerini geçişini büyük bir zevkle izliyorsunuz. Şimdiye kadar böylesine çok katmanlı bir parfüme rastlamadığımı belirtmeliyim. Bu parfümün neden bu kadar üzerinde durulduğunu ve ilgi gördüğünü şimdi daha iyi anlıyorum.


L’Air du Desert Marocain, günlük kullanıma uyabilecek konforlu bir seçenek değil. Bence daha çok sanat eseri seviyesinde bir iş. Biraz Serge Lutens – Chergui’yi anımsattı bana. Son kısımdaki amber ise Serge Lutens – Ambre Sultan’a oldukça benziyor. Bence en can alıcı kısmı sonları. Başındaki o tuhaf ayakkabı boyasına benzer kokuyu sevmedim. Bir de plastiğimsi deri bölümünü. Onun dışında çok derin bir parfüm.

L’Air du Desert Marocain, Tauer’in en çok tartışılan, en çok ilgi gören, hakkında en çok şey yazılan parfümü. Yani bir anlamda markanın gözbebeği. Bu kadar tanınmasının ise parfüm severlerin en önemli kaynaklarından sayılan “Luca Turin ve Tania Sanchez”in “Perfumes: The A-Z Guide” kitabı sayesinde olduğu söyleniyor. Bu ünlü parfüm kitabında L’Air du Desert Marocain beş üzerinden beş yıldız alarak hakkında çok olumlu şeylerin yazılmış olması dikkat çekici. Tabiki tek etkenin bu olduğu söylenemez. Ama gerek markanın gerekse parfümün tanınmasında itici bir gücü olduğu söylenebilir.


Hoşlanmadığım taraflarını bir yana koyarsam gizemli ve karanlık yanı olduğunu düşünüyorum. Eşine çok rastlanacak bir yapıda değil. Dikkatimi çeken bir başka konuda başından sonuna “karanlık” bir his vermesi insana. Bunu da muhtemelen deri ve amber sağlıyor. İsminden ötürü havadar ve ferahmış gibi algılansa da fazla kendisini açık etmeyen bir karakteri var. Neredeyse bulmaca gibi. Tam da bu noktada yine hayal dünyama dalmak istiyorum:

Her ne kadar bu aralar bütün Ortadoğu “Arap Baharı” marifetiyle çok karışık durumda olsa da Fas’a gittiğimizi düşünelim. Gündüzleri hava çok sıcak olduğundan ancak güneş battıktan sonra şehri gezebilme imkanımız var. Otelinize giriş yapıyorsunuz. Uçak yolculuğunun hafif de olsa yorgunluğu var üzerinizde. Yatağınıza uzanıp tadını çıkarıyorsunuz bu iki günlük küçük tatilin. Küçük, salaş ama temiz bir odanız var. Daha sonra pencereyi açıyorsunuz. Doğu toplumlarına özgü karmaşa, koşuşturma ve gürültülü çalışan motorsikletler. Dışarıdan hafif ve serin bir esinti giriyor içeri. Daha önce hiç duymadığınız kokularda o esintiyle beraber burnunuzu okşuyor adeta. Otelinizin bulunduğu sokağın baharatçılar çarşısının hemen dibinde olduğunu hatırlıyorsunuz. Çeşit çeşit kokular. Acaba bu rüzgar çölden mi geliyor diye düşünmeden edemiyorsunuz. İşte Desert Marocain tam da böyle hisler uyandırıyor bende.


Andy Tauer’in ilginç bir özelliğinden de bahsedeyim. Resmi internet sitesinde sürekli güncellediği blogu var. Burada parfümler ve kokular hakkında ilginç ip uçları veriyor. Ayrıca parfümlerini kendi evinde imal ettiğine dair bir bilgi var. Ama o kadar parfümü kendi evinde tek tek nasıl hazırlar şüpheliyim.

L’Air du Desert Marocain’in kalıcılığı çok iyi. Şimdi burada da ilginç bir durum var. Tauer parfümlerini “Eau de Toilette Intense” olarak sınıflandırıyor. Yani standart EDT’lerden daha yoğun anlamında kullanıyor bu ibareyi. Ama EDP’de demiyor. Yani ikisinin arasında bir yerde muhtemelen Tauer’in parfümleri. Bu durum bana Creed’in Millesime ifadesini hatırlattı. Yani “standartları ben belirlerim” mi demek istiyor acaba? Yada literatüre yeni bir terim mi sokmayı amaçlıyor? Karar sizin.

Farkedilirliği başlarda çok iyi. Daha sonra doğal olarak azalıyor. Yine de fena değil diyebilirim. Unisex olarak sunulsa da erkek kullanımına uyacak bir tarzda. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak mantıklı olacaktır. Denemeden almak riskine girmeyin derim. Çünkü çok pahalı fiyatlara satılıyor.

Artıları:
+ Reçinemsi baharatlar ve amber kullanımını çok sevdim.
+ Çok derin, detaylı, zengin, gizemli bir yapısı var. Adeta şaşkına çeviriyor sizi.
+ Kalıcılığı çok iyi

Eksileri:
- Yahu o nasıl bir açılış öyle. Neye benzeteceğimi şaşırdım.
- Plastiğimsi deri kullanımı biraz sırıtıyor. Daha özenli olabilirmiş o konuda.
- Fiyatı çok yüksek. Heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7

28 Şubat 2012 Salı

Aramis – Tuscany Per Uomo (1984)


Aramis – Tuscany Per Uomo (1984) Markanın klasikler arasında yerini almış parfümü.

İsmini sıkça duyduğum, parfümlerini merak ettiğim ama bir türlü tanışma fırsatımızın olmadığı bir marka Aramis. Özellikle 1966 yılında çıkardıkları Aramis For Men isimli parfümleriyle önemli bir başarı yakalamışlar. Tabiki geçen yıllar ve çeşitlenen parfüm sektörü yeni heyecanlara yelken açarken, klasikleşmiş parfümler gözden düşüyorlar. Çünkü yeni trendler çok farklı. Parfüm sektörünü biraz teknoloji alanına benzetiyorum bu anlamda. Hepimizin yaşadığı bir şey vardır. Bir bilgisayar alırız. Fakat ilerleyen teknoloji karşısında iki sene sonra eskidiğini yada yavaş kaldığını hissederiz. Sanki bir şeylerin gerisinde kalmıştır henüz iki sene önce aldığımız bilgisayar.

Parfüm dünyasındaki değişimlerin teknoloji kadar hızlı olmadığını tabiki kabul ediyorum. Ama parfümlerinde bir değişim ve evrim süreçlerinin olduğuna inanıyorum. Mesela 1800’lü yılların sonlarında üretilmiş Guerlain’in ünlü parfümü Jicky bugün çoğu kimsenin burun kıvıracağı bir kokuya sahip olabilir. Çünkü artık insanlar biraz da trendlerin dayatması ile daha popüler olana merak salıyorlar.

Bu durumu sinema sektörüne de uyarlayabiliriz. Eskinin klasik filmlerini bugünkü genç nesile izlettirin. Kaç tanesi sıkılmadan filmin sonunu getirebilir. Oysa bol aksiyonlu yeni bir macera filmi vasat olsa da o klasik filmden daha çok ilgi görecektir. Parfümlere de böyle bakabiliriz. 1990 ve daha öncesinin parfümlerini bir çok kişi kullanmıyor. Yada kullanmak istemiyor. Belki de ilgilerini çekmiyor. Sonuçta her sene yeni bir sürü parfüm piyasaya sürülüyor. Çoğu vasatı aşamasa da iyi bir pazarlama kampanyası ile satışlarını artırmayı başarıyorlar. Ama bir çok klasikleşmiş parfümün kalitesine yaklaşamıyorlar bile. İşte bugün de yine böyle “eski kafa” diye tabir edilen arkadaşı ağırlayacağım.

                                                             Markanın yaratıcısı Estee Lauder.

Aramis, dünyanın en büyük güzellik ve kozmetik şirketlerinden olan Amerika merkezli Estee Lauder’in bir markası. 1946 yılında “Her kadın güzel olabilir” mottosu ile kurulmuş. Markanın yaratıcısı Estee Lauder Macar asıllı annesi ve Çek asıllı babası tarafından büyütülmüş. Estee ismi ailesinin kendisine verdiği takma ad olan Esty’nin bir varyasyonuymuş. Güzellik konusuna duyduğu ilgiyi ilk önce kimyacı amcası keşfetmiş. Onun yardımı ile otellere ve güzellik salonlarına cilt bakım ürünleri satmaya başlamış. Ve başarı merdivenlerini hızlıca tırmanmış. 2009 yılı itibariyle yıllık cirosu 7 milyar dolara ulaşmış. Dünya çapında ise 31.000’den fazla çalışana sahipler. Bünyesinde 27 ayrı marka barındırıyorlar. Bunların en bilinenleri olarak Aramis, Aveda, Bobbi Brown, Clinique, Donna Karan, Jo Malone, Michael Kors, Sean John Parfümleri, Tommy Hilfiger ve Tom Ford Beauty birimi gösterilebilir. 1964 yılında ise Aramis isimli parfüm ve güzellik markasını yaratmışlar.

Aramis ismi edebiyata biraz meraklı olanlar için oldukça tanıdık gelecektir. Bir çoğumuzun çocukken okuduğunu tahmin ettiğim Alexandre Dumas’ın ünlü romanı “Üç Silahşörler”’den esinlenmiş. Bu romanda Athos, Portos ve Aramis isimli üç gözüpek şövalyenin maceraları anlatılıyor. Gerçi sonradan bu üç isme genç, ateşli ve romantik şövalye D’Artagnan’ın da katılmasıyla dört silahşör olmuşlar. Hatta “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” sözü bu romanın belki de en bilinen cümlesi. Aramis karakteri ise bu üç şövalyenin son sırasındadır. En önemli özellikleri ise ağırbaşlı ve kibar olmasıymış. Bu ünlü romanın defalarca film, çizgi film vb. alanlarda uyarlamaları yapılmış. Alexandre Dumas'ın eserlerini, özellikle de "Üç Silahşörler"'i yazarken tarihi oldukça saptırdığı, olaylara fazlasıyla hayal gücünü kattığı söylenir. Bu söylentiler kulağına kadar gelince Dumas, "Tarihe tecavüz ettiğimi söylediler ama çok güzel çocuklar doğdu" diyerek espirili bir yaklaşımda bulunmuş.

1964 yılında ortaya çıkan Aramis markası 1966 yılında ilk parfümü Aramis’i piyasaya sürmüş. İlk çıktığı andan itibaren büyük ilgi gören parfüm, Aramis’in de lokomotifi olmuş diyebiliriz rahatlıkla. Hatta hatırladığım kadarıyla ben çok küçükkken babamda Aramis’in parfümünü yada traş losyonlarını kullanırdı. Bu ünlü parfüm geçenlerde diğer blogumda verdiğim “2010 yılının Amerika’da en çok satan parfümleri” listesine 20. sıradan girmeyi başarmıştı. Yani üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Aramis ilgi gören parfümlerden birisi.


Bugün bahsedeceğim ise markanın Tuscany isimli parfümü. Bu parfüm Aramis’in Amerika dışında yaratılan ilk kokusuymuş. Tuscany İtalya’da tasarlanmış ve 1985 yılında da İngiltere’de satışa sunulmuş. Tuscany bazı ülkelerde “Etruscan” ismiyle de satılıyormuş. Yani ikisi de aynı parfüm. Sanırım İtalya’da üretildiği için İtalya’ya gönderme yapan bir isim seçmişler.

Tuscany aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Bu parfümü iki bölüme ayırıyorum. İlk kısımda geçmişte kalmış hissi veren bergamot sizi karşılıyor. Bergamota aromatik otlar ve aromatik baharatlar eşlik ediyor. Nasıl desem eski kokan, erkeksi, 1980’lere uygun bir yapıda. Sanki hafiften Christian Dior - Eau Sauvage etkisi var. Gayet şık ve olgun. İlk bölümü sevdim diyebilirim. İkinci kısımda ise o aromatik otlar, turunçgil ve baharatlar tamamen ortadan kayboluyor. Bu andan itibaren karanlık ve kuru silhat (paçuli) ile deri başrole geçiyor. Yine eskilerden kalmış bir tarzda. Sanki biraz Azzaro Pour Homme ve Polo Crest esintileri var. Buradaki silhat kullanımı yüzünden çok beğendimi söyleyemem bu bölümü. Yani özetle: Aromatik otlar, baharatlar, deri ve silhattan oluşuyor diyebilirim Tuscany.


Blogumu takip edenler 1980 ve öncesinin erkeksi aromatik fujerları ve şiprelerine çok ilgimin olmadığını anlayacaklardır. Ne Chanel – Antaeus, ne Azzaro Pour Homme ne de Polo Crest. Hatta nispeten yeni bir parfüm olmasına rağmen YSL – Rive Gauche Pour Homme’u bile bünyem kabul edemedi. Onun içindir ki Tuscany benim hiç bir zaman alıp, severek kullanacağım bir koku değil. Ama eğer eski kafa erkeksi parfümleri seviyorsanız sizin için çok iyi bir seçim olabilir. Fakat benim için değil.

Tuscany genel olarak herkesin sevemeyeceği yapıda. Günümüzün modern parfümlerine ise hiç benzemiyor. Bence modası geçmiş bir klasik. Denemeden alınmaması gereken bir tarzı var.


Kalıcılığı tenimde gayet iyi sonuçlar verdi. Neredeyse bir güne yakın hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği başlarda fena değil. Daha sonra normale dönüyor. 30 hatta 35 yaş üzeri erkeklerin kullanımına daha uygun. Genç arkadaşlar rahatlıkla burun kıvıracaklardır. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir.

Artıları:
+ Genel olarak kalitesi tatmin edici.
+ Başlangıcı gayet iyi diyebilirim.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Çok eski ve modası geçmiş kokusuyla bir çok kişinin hoşuna gitmeyebilir.
- Alt notalarındaki o kuru ve karanlık silhat kullanımını sevemedim.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

25 Şubat 2012 Cumartesi

Etat Libre d’Orange – Tom of Finland (2008)


Etat Libre d’Orange – Tom of Finland (2008) Markanın erkek parfümü.

Geçtiğimiz haftalarda Etat Libre d’Orange’ın Fat Electrician parfümünü incelemiştim. Markanın misyonunun ve amacının ne olduğuna değinmiştim. Bu ilginç ve aykırı niche parfüm evi son zamanlarda daha çok ilgimi çekmeye başladı. Bende markanın parfümlerine daha fazla şans vermeyi düşünüyorum. Bu amaçla yine oldukça farklı bir konsepte sahip olan Tom of Finland’a göz atacağım. Önce Tom of Finland nedir ondan bahsetmeliyim. Yoksa parfümün amacını ıskalamış oluruz.

Tom of Finland aslında bir proje. Finlandiyalı çizer Touko Laaksonen (1920 – 1991), 1950’li yıllarda çok ilginç şeyler resmetmeye başladı. Dünyanın görmeye pek alışık olmadığı şeyler hem de.

                                                   Tom of Finland'ın yaratıcısı Touko Laaksonen. 

Tom of Finland, Touko Laaksonen tarafından resmedilen erotik erkek eşcinsel çizgi dizisi denilebilir. Dizinin tamamı Tom of Finland olarak ifade ediliyor. Karakterler eşcinsel fetiş tiplemelerinden olan denizciler, zenci, polis, işçi, kovboy, motorsikletçi gibi çok farklı sınıflardan seçiliyor. Çizdiği karakterlerin hemen hemen hepsi son derece erkeksi, üçgen vücutlu, bol kaslı, yakışıklı tipler. Büyük çoğunluğu body salonundan fırlayıp gelmiş gibi.


İlk yayınladığı dönemde erkek eşcinsel tiplemesine uymadığı için popüler olmayacağı düşünülen Tom of Finland çizimleri, çok yüksek satış rakamlarına ulaşarak 1950'lerden sonra önemli erkek eşcinsel ikonlardan biri haline gelmiş.


Yani bir anlamda Tom of Finland, hayatını cinselliklerini özgürce yaşayan erkekleri resmetmeye adamış biri. Çizdikleri eşcinsel çevrelerde bile tepkiyle karşılanmış önceleri. Bazıları onun çizdiği gibi erkeklerin varlığını reddedmişler. Fakat Touko Laaksonen, hiç geri atmamış bu anlamda. Hatta bir röportajında şunları söylemiş: “Pornografi üzerine çalıştığımı kabul ediyorum. Pornografi insanların seksüel duygularını uyarmak demektir ve ben hayatım boyunca bununla ilgilendim. Kullandığım motif, sanatımdan daha alçak bir yerde duruyor.”


Çizimlerindeki karakterler genellikle deri-fetiş nesneleri kullanan, üniformalı yada çıplak olarak resmedilmiş. Tom of Finland'daki deri kıyafetli, kaslı gay bedenleri, bilinen erkeksilik mitine bağlılığın bir ifadesi olarak düşünülebilir. Diğer yandan, toplumdaki genel kanının gayleri kadınsı görmekte ısrar etmeleri karşısında bir meydan okuma olarak değerlendiriyorum ben. Tom of Finland çizimlerindeki seksüel parçalar, halen gey mirasının en önemli bileşenlerini oluşturmaktadır. Hatta Amerika’da Tom of Finland Vakfı bile kurulmuş. Zaten Etat Libre d’Orange markası da bu vakıf ile işbirliğine giderek parfümü piyasaya sunmuş diyerek geçelim bizi ilgilendiren kısıma.

Tom of Finland aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında hafiften pudralı, kremsi bir turunçgil hissettim. Oldukça modern ve sevilesi. Bir süre sonra bu aromaya hafif tatlı baharatlar ekleniyor. Parfümün ilk beş dakikasında tatlı metalik bir turunçgil ve baharatlı his var diyebilirim. Başlangıcını sevdim. Genel olarak herkesin hoşuna gidebileceği gibi.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor kaçınılmaz olarak. Şenlik burada başlıyor zaten. Bu kısım parfümün asıl karakterini gösterdiği yer. Orta notalarda çok yapay bir deri kokusu hakimiyeti ele alıyor. Zaten parfüm tenden uçana kadar da bu deri hep baskın. İşte şimdi Tom of Finland’ın konseptine uygun hale geliyor kokusu. Aklıma hemen çizimlerdeki deri pantolon giymiş erkekler geliyor. Evet bu kısım erkeksi, plastiğimsi bir deri diyebilirim. Alt notalarında “Süet” kokusu gözüme çarpıyor. Biraz deri ceketleri veya deri ayakkabıları andırıyor kokusu. Zaten parfümün en tartışılan yanı burası. Deri kullanımı çok kompleks yada ilginç değil. Bilinçli olarak böylesi algıları zorlayan bir deri kokusu tercih edildiği gayet açık. Yani anlayacağınız hiç de öyle konforlu yada beyefendi bir deri parfümü beklemeyin. Tom of Finland biraz serseri, özgür ruhlu, kimseyi takmayan bir parfüm bence. Tamamen kendine özgü. Aslına bakılırsa oldukça riskli bir kokusu var. Denemeden almak hayal kırıklığına uğratabilir sizi. Benden söylemesi.

21. yüzyılın parfüm dünyasının nerelere geldiğine dair ilginç bir örnek daha karşımızda. Ultra modern, süper sentetik, sıradışı bir konsept. Uç bir parfüm demek yanlış olmayacaktır. Hatta deneysel bir eser bile diyebilirim. Kokuları benzemese de konsept olarak Comme des Garçons - Odeur 71'e benzetilebilir. İkisinde de yapay plastiğimsi notalar özellikle vurgulanmış sanki. Kokusunu prezervatife benzeten bile var. Anlaşılacağı üzere bu parfüm "Dindar bir nesil yetiştirmek isteyenlerin" sevebileceği tarzda değil :))


Bu parfümü kimler mi kullanır? İlk aklıma gelen bizim gençliğimizin asi rock starları. Mesela Gun's and Roses grubunun karizmatik gitaristi Slash. Yada Skid Row'un yakışıklı solisti Sebastian Bach. Belki de Alice Cooper.  Hatta benim çok sevdiğim bir grup olan Queen'in genç yaşta hayata gözlerini yuman efsanevi solisti Freddie Mercury. Eğer yaşasaydı muhtemelen Mercury bu parfümü kullanırdı.

Sadece rock starları mı? Bence Amerikan filmlerinde gördüğümüz "Harley Davidson" motorları olan çete üyelerine de uyacaktır kokusu. Paris'in arka sokaklarında uyuşturucu satan torbacılar için uygun değil mi? Neden olmasın. İşte yine hayal dünyasına dalmak istiyorum tam da bu noktada:

2012 yılı Şubat ayı itibariyle dünyanın en büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücü olan Amerika'nın kalbi Newyork'tayız. Özellikle son yıllarda Newyork'daki erkeklerin eşcinsel eğilimlerinde büyük bir artış olduğunu çeşitli yerlerden okuyorum. Bu durumun sosyolojik açıklamasını yapacak kadar uzman değilim. Bu kente günahlar şehri mi yoksa fırsatlar şehri mi demeliyiz kararsızım. Newyork'un en büyük eşcinsel kulübündeyiz. Saat 02.00 civarı. Birden yüksek volümlü müzik susuyor. Buranın gediklileri çok özel bir dans şovunun başlayacağını biliyorlar. Birazdan sahneye deri kıyafetleri ile yakışıklı ve yapılı vücutlu üç erkek dansçı çıkıyor. "Asıl şov şimdi başlıyor" diyor yanındaki erkeğe bir başkası. Alkol sınırı çoktan aşılmış. Gerginlikler uçup gitmiş. İçkinin insan zihnine verdiği rahatlama hissi herkesi günaha davet ediyor adeta. İşte Tom of Finland tam da böyle bir ortamda kullanılacak bir parfüm.

Etat Libre d’Orange’ın yöneticisi Etienne de Swardt şunları söylemiş bu eser hakkında:

“Los Angeles'daki Tom of Finland vakfında, oldukça erotik bir dünya keşfettim. Fakat oradaki erotizm sanatsaldı. Tom'un çizimleri gayet iyi, şık bir güzellikte ve asla kaba değil. Çizimlerine mutlu bir şehvet taşımayı başarmış. Onlar kaygısız, neşeli ve uçarı. Karakterler gayet eğlenceli. Tom of Finland parfümünü yaratırken düşüncem, klişeliğe karşı ilginç bir antitez oluşturmaktı. Onun için güvenilir bir parfüm uzmanı olan Antoine Lie'yi görevlendirdim. O da bu zıtlığı başarılı bir şeklide parfüme yansıttı.”

                                Espirili bir Tom of Finland enstalasyonu. Yaratıcılık dedikleri bu olsa gerek :))

Bakalım parfümün yaratıcısı Antoine Lie neler söylemiş Tom of Finland için:

" Her ne kadar heteroseksüel olsamda, eşcinsel tanıdıklarım var. Onların çoğu iyi kalpli insanlar. Gaylerin yetenekleri ve kültürleri beni büyülüyor. Sanki bu parfüm onlara olan borcum. Eşcinsel sosyal yaşamının bir çok düzgün, dürüst yanlarını gördüm ve öğrendim. Sınırsız bir seksüellikle birlikte tamamen şehvetli duyguların saf bir karışımı oldu Tom of Finland parfümü.”

Kalıcılık olarak bir EDP’den daha iyisini beklerdim. Çok iyi bir performans sergileyemedi tenimde. Farkedilirliği ise en önemli eksiklerinden birisi. Evet belki buram buram etrafa yayılan bir parfüm olmayabilirdi ama bu kadar da çekingen olmasını yadırgadığımı söylemeliyim. Başlangıcındaki yarım saat dışında fark edilirliği çok zayıf. Sanki bir Eau de Parfum değilde Eau de Cologne. Neden böyle bir şey yapılmış çok anlayamadım. Belki de konsept olarak böyle düşünülmüştür. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak mantıklı olacaktır.


Tom of Finland dikkatinizi çektiyse diğer Etat Libre d’Orange parfümlerinin şişelerine benzemiyor. Daha farklı bir tasarımda. Markanın parfümleri genellikle unisex olarak pazarlanırken, Tom of Finland erkek parfümü olarak sunulmuş. İyiki de öyle yapılmış. Çünkü bir kadında bu parfümü düşünemiyorum.

Artıları:
+ Başlangıcı ilginç ve güzel sayılır.
+ Bu garip konsepti almasanız bile denemeniz gerek.

Eksileri:
- Orta notalarındaki o tuhaf fetişistik deri kullanımı pek hoşuma gitti denemez.
- Günlük kullanıma uymayacak alışılmışın dışında kokusuyla denemeden alınmaması gereken parfümlerden.
- Farkedilirliği çok zayıf.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/4

22 Şubat 2012 Çarşamba

Romeo Gigli Per Uomo (1991)


Romeo Gigli Per Uomo (1991) Markanın klasikler arasında yerini almış parfümü.

Ahh İtalya ahh. Her ne kadar gidip görmesek de bu merak etmediğimiz anlamına gelmez. Tarih boyunca Etrüks ve Latin uygarlıklarının yeşerdiği yer olan İtalya’yı Türkiye’ye çok benzetiyorum. İki ülkenin de aslında büyük birer yarım ada olması, Akdeniz’e kıyıları bulunması ve geçmişlerindeki büyük imparatorlukların temsilcisi olmaları şu an aklıma gelenler.

Benim gözümde İtalya’nın dünya kültür mirasına en büyük katkısı Rönesans hareketleridir. 15. yüzyıldan itibaren Avrupa kıtası, üzerindeki büyük durgunluktan kurtulmaya başlamıştı. Coğrafi keşifler ile elde edilen sömürge ülkelerin zenginlikleri Avrupa’ya akıyordu adeta. Dinin (özellikle kilisenin) gücünün sınırlandırılması, zenginleşme ile beraberinde yeni bir burjuva sınıfının doğmasına sebep olmuştu. Bu sınıf artık harcayamayacağı kadar çoğalan servetlerini sanat, bilim, felsefe ve mimari alanlarına yatırıyorlardı. Bugün de Türkiye’nin en zengin ailelerinin sanata büyük yatırımlar yapmaları sanırım daha iyi anlaşılabilir.

                        Rönesansın önemli ressamlarından Gentile Bellini'nin Fatih Sultan Mehmet Portresi. 

Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı değişti. Mimaride insanı ezen Gotik tarzı terk edilerek, Barok ve Rokoko üslubu geliştirildi. Araştırmacı Burkhard’a göre: ”Rönesans insanın keşfedilmesidir.” Yani bir anlamda dinin her alanda etkin olmasının önüne geçilerek insana önem verilmesi, saygı duyulmasıdır Rönesans. Bilimin, pozitivizmin ve eleştirel düşüncenin her şeyin önüne geçmesi adeta. Dünya kültür tarihini değiştiren bu gelişmelerin, dünyamızın bugün geldiği noktaya önemli etkileri olmuştur.

Günümüzde ise İtalya, kısmen temizlenmiş mafya teşkilatı (Unutulmaz “The Godfather” filmleri), büyük futbol endüstrisi ve müthiş spor otomobil üreticileri ile geçmişteki parlak günlerinden uzak görünmekte. Böylesi önemli bir tarihe sahip ülkenin, günümüzdeki moda sektörüne katkıları nedir diye soracak olursanız size cevabım şu olabilir: Giorgio Armani, Versace, Dolce & Gabbana, Prada, Gucci, Gianfranco Ferre, Roberto Cavalli, Valentino, Fendi, Rocca Baracco vb.

Her ne kadar moda endüstrisinde bariz bir Fransız etkisi varsa da, İtalya’da dünya çapındaki başarılı markaları ile bu savaşta yerini almış durumda. Bugün parfümünden bahsedeceğim Romeo Gigli ise yukarıda saydığım büyük markalar kadar bilinmese de saygı duyulan bir isim.


Modacı Romeo Gigli, İtalya Faenza'da 1949 yılında doğmuş. Oldukça varlıklı bir aristokrat ailenin çocuğuymuş. Babası antikacılık ile ilgilenen Romeo Gigli, hiç bir zaman aile mesleğine sıcak bakmadı. İki yıl mimarlık okuduktan sonra düzenli olarak Paris ve Londra'ya gidip geldi. Oralardaki moda dünyası adeta gözlerini kamaştırmıştı. Bu iki şehirde gördüğü avantgard sokak modası akımından oldukça etkilendi. Ve artık kararını vermişti. Modacı olacaktı. Daha sonra kendi markasını yaratması işlerinin büyümesine yol açtı. Bugün birçok farklı alanda ürünler veren marka, 1989 yılında ilk parfümünü piyasaya sürdü. İki yıl sonra da bugün inceleyeceğim “Romeo Gigli Per Uomo” tasarlanmış.

Parfümümüz baharatlı-oryantal olarak sınıflandırılmış. Uomo’nun başlangıcında eski ve buruk bir turunçgil ile yeşil aromatik otlar hissediliyor. Şişesinin içindeki sıvısına ne kadar da benziyor açılışı. Sanki ağırlık bergamotta. Fakat günümüzün parfümlerine pek benzemiyor. Onun için biraz garip gelebilir. Bence de alışması biraz zor. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Bu kısımda aromatik otlar yine alttan alta hissediliyor. Neyseki benim en sevdiğim notalardan birisi olan tütün ağırlığını hissettiriyor. Evet orta notalarda neredeyse bir tütün parfümü haline geliyor Uomo. Biraz da hayvansal elementler. Bu hayvansallık bana Calvin Klein – Obsession For Men’i hatırlattı. Obsession’a aromatik bir tütün eklenmiş gibi. Bu kısmı oldukça sevdim. Fakat tütün temasını sevmiyorsanız pek hoşunuza gitmeyebilir.

Alt notalara geçiş ise parfümün en şaşırtıcı yanı. Orta notalardaki aromatik yeşil otlar ve tütün tamamen ortadan kayboluyor. Onların yerine tozlu ve karanlık bir silhat (paçuli), misk ve odunsu notalar geçiyor. Böylece de devam ediyor. Parfümün genelinde bir tatlılık hissediliyor. Bu tatlılık büyük ihtimalle bal ile sağlanmış. Zaten alt notalara doğru ballı his rahatlıkla anlaşılıyor. Bunu da küçük bir not olarak belirteyim.


Romeo Gigli Per Uomo, 1990’ların başlarında çıkmış bir eser. Yani bu anlamda 1980’lerin erkeksi parfümlerinden esinlenmiş gibi görünüyor. Bana orta notalarında Obsession For Men’i hatırlattı. Tabiki tütün temasını çıkarırsak. Alt notaları ise Givenchy – Gentleman’a benziyor. Bu anlamda Uomo herkesin sevebileceği bir parfüm değil. Eğer 1980’lerin erkeksi klasiklerine meraklıysanız oldukça beğeneceğinizi tahmin ediyorum.

Genel olarak yapaylık barındırmayan, erkeksi, olgun, rafine bir erkek parfümü. 30 hatta 35 yaş üzerindeki erkeklerin kullanması daha uygun olacaktır. Genel itibariyle günümüzün modern parfümlerine pek benzemiyor. Onun için almadan önce denemek gerekli. Fakat kötü bir haber vereyim. Okuduğum kaynaklar Uomo’nun üretiminin sonlandırılmış olduğunu söylüyorlar. Zaten her yerde bulmak da gittikçe zorlaşıyor. Yani bu parfüm ilginizi çektiyse elinizi çabuk tutmanızı öneririrm.

Kalıcılığı bir EDT’ye göre fena değil. Farkedilirliği başlarda oldukça yüksek. Alt notalarına geldiğinde ise oldukça düşüyor. Tam bir ten kokusuna dönüyor. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun.

Artıları:
+ Orta ve alt notaları gayet başarılı.
+ Eğer parfümlerde tütün temasını seviyorsanız bir göz atın derim.
+ Kompleks ve derin bir yapısı var.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Biraz “eski” bir tarzı var. Kör alış yaparsanız pişman olabilirsiniz.
- Üretimi bitirildiği için her yerde bulmak zor. Biraz aramanız gerekecek.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/6