30 Ocak 2015 Cuma

Christian Dior – Eau Sauvage Parfum (2012)


Christian Dior – Eau Sauvage Parfum (2012)

Efsane parfümör Edmond Roudnitska'nın 1966 yılında parfüm endüstrisine armağan ettiği kült klasik Eau Sauvage, uzun yıllar dünyanın en çok tercih edilen erkek parfümü olarak raflardaki yerini aldı. Bu başarı simgesi parfüm, kokular dünyasının dönüm noktalarından birisiydi. Daha önce benzerine rastlanmamış bu hüzünlü Akdeniz kolonyası, Christian Dior'un yüzakı olarak tarihteki yerini aldı. Her ne kadar eski şaşalı günlerinden uzak olsa da hala en çok saygı duyulan eski kafa parfümlerin başında geliyor Eau Sauvage.

Dior'un bu zamansız klasiğinin yıllar içinde sadece iki versiyonu çıkarılmıştı 2012 yılına kadar. İlki 1984 çıkışlı Eau Sauvage Extreme'di. İkincisi ise 2007 çıkışlı Eau Sauvage Fraicheur Cuir'di. Bu iki parfüm hiçbir zaman abileri kadar başarılı olamadılar. Zaten olmaları da çok zordu. Tarih 2012 yılını gösterdiğindeyse Eau Sauvage Parfum piyasaya sürüldü. Tabii Eau Sauvage hayranları oldukça heyecanlandılar bu hamleyle.

"Parfum" isimli versiyonlar çıkarmak son yıllarda Christian Dior'un sıkça yaptığı işlerden birisi. Sanırım bunu belli stratejiler doğrultusunda yapıyorlar. Yöntemleri ise şöyle. Çok tutulan, çok satılan ve çok sevilen parfümlerinin "Parfum" isimli yeni varyasyonlarını piyasaya sürüyorlar. Bu işe önce 2012 yılında Eau Sauvage ile başladılar. Aynı yıl ünlü kadın parfüm klasikleri Miss Dior'un "Le Parfum" versiyonu çıktı. 2014 yılındaysa ünlü Fahrenheit'in Le Parfum'u raflardaki yerini aldı. Dior’un son yıllarda büyük başarı kazanan erkek kokusu Dior Homme isimli eserinin "Parfum" versiyonu kendisini nihayet gösterdi. Christian Dior, bu tür "Parfum" hamlelerini devam ettireceğe benziyor. Umarız sonuçları iyi olur ve bizler çok güzel parfümlere kavuşuruz.


Bugün, Dior'un Parfum versiyon modasının ilgi çeken üyesi Eau Sauvage Parfum ile birlikteyiz. İsminin önemli bir klasiğe dayanması kuşkusuz beklentileri de arttırıyor. Bir süredir merak ettiğim arkadaşlardandı Eau Sauvage Parfum. Kendi sitelerinde efsanevi Eau Sauvage'in hikayesinde yeni bir sayfa olarak değerlendiriliyor. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip olduğu vurgulanıyor.

Parfümü üzerime sıktığımda beni buruk ve neredeyse ferah bergamot karşılıyor. Asidik ve hafif tuzlu başlangıç, eski tarz şiprelerdeki turunçgil kullanımını hatırlatıyor hemen. Başlangıcı aromatik otların da desteğinde gelişiyor. Aslında fena değil üst notaları ama bu tür buruk bergamotu bir türlü kendime yakın bulamıyorum. Açılışı yine de iyi. Orta kısma gelindiğinde sürpriz gelişmeler oluyor. O tozlu, otsu bergamot geriye çekilirken oldukça tatlımsı hatta kremsi yapı ortaya çıkıyor. Yumuşak baharatlar, pudramsılık, reçineli sabunsuluk orta kısmı domine etmeye başlıyor. Açıklanan notalarında Türkçeye mür, mürrüsafi olarak geçen myrrh var. Sanırım bu reçinemsi koku mürden geliyor. Orta bölüm başlangıcına göre daha günümüze yakın ve modern kokuyor. Vanilyamsı kremsilik, modernlik hissini veriyor olabilir. Orta notalarını sevemedim Eau Sauvage Parfum'un. Geleyim son kısma. Alt notalarda yine çarpıcı bir değişim var. Orta bölümdeki tatlı sabunsu reçineli yapı artık hissedilmiyor ve yine şaşırtıyor beni. Mis gibi eski limon kolonyalarını hatırlatan canlı ve ferah limon birdenbire karşıma çıkıyor. Tuzlu sayılabilecek limona nefis bir vetiver eşlik ediyor. Derinlerden meşe yosunu da mı geliyor? Sanırım evet. Kapanışı çok doğal, ferah, rahatlatıcı ve keyifli. Parfümün en sevdiğim yeri oluyor alt notaları. Buna eminim.

Eau Sauvage Parfum, genel olarak eski tarz turunçgillerin (bergamot-neroli), tatlı vanilyalı-pudramsı mür reçinesinin, vetiver-limon ikilisinin ekseninde ilerliyor. Parfümün başlangıcı büyük abisi Eau Sauvage'den esintiler taşıyor. İlk saniyelerde burnunuzu yalayıp geçen eski kafa şipremsi turunçgiller hoş bir sürpriz yapıyor. Saniyeler sonra ise oldukça tatlı yapı ortaya çıkıyor. Neredeyse şekerli ve garip mür ilgimi çekmiyor ve itici hale getiriyor orta kısmı. Bu tür kremsiliği hiç sevemiyorum ve ne yazık ki karşıma çıkıyor burada. Şanssızlığım şu ki orta notalar, parfümün en baskın olduğu yer. Alt notalara kadar tahammül ettiğim Eau Sauvage Parfum'un kapanışı nefis. Burada orta bölümdeki tatlılık gidiyor. Eski tarz ferah limonsu şiprelere gönderme yapan kapanışında vetiver önemli rol oynuyor. Ve fazlasıyla kafamı karıştıran olay gerçekleşiyor alt notalarda.


Son kısımda pırıl pırıl limonlu tozlu-tuzlu vetiver, günümüzün meşhur bir parfümünü çağrıştırıyor bana az da olsa: Terre d'Hermes. Bana mı öyle geliyor anlayamadım ama son kısımda Terre d'Hermes'in o vetiverli, Iso E Super destekli canlı turunçgillerini andırıyor. Tabii Eau Sauvage Parfum'de aromatik otlar ve limon daha fazla yer tutuyor.  Ayrıca sonlarını hafiften Parfums de Nicolai – New York’un alt notalarında karşımıza çıkan meşe yosununa benzettim. Son kısım oldukça ilgimi çekti diyebilirim.

Eau Sauvage Parfum, 1966 yılındaki büyük abisinin ismini aldığı halde kokusu büyük benzerlik taşımıyor. Evet klasik Eau Sauvage'daki o buruk-hüzünlü bergamot hayalet gibi dolaşıyor 2012 sürümünün üzerinde. Ama kokunun tamamında baskın değil. Parfum versiyonu daha modern, çok daha tatlı, kremsi ve daha kompleks. Üst-orta ve alt notaların ayrımı net olarak izlenebiliyor. Bu anlamda çok katmanlı yapıda olduğu söylenebilir Parfum'un. Sadece bu kriteri düşünürsek iyi çıkarmış Dior.

Peki parfümü sevdim mi? Ya da daha önemli soru, klasik Eau Sauvage'i sevenler Parfum versiyonunu almalı mı? Tabii bir parfümün alım kararını kişinin kendisinin vermesi en doğrusu. Ben sadece fikrimi belirtebilirim. Klasik Eau Sauvage'e birebir benzemese de andırdığı aşikar. İlk Eau Sauvage çok olgun, çok erkeksi, çok kuru ve tozlu kokarken, Parfum versiyonu oldukça tatlı, modernize edilmiş, yumuşatılmış ve kremsilik eklenmiş hali de denebilir. Tabii yine Dior'un kalitesi mevcut. Can sıkıcı yapaylığa rastlanmıyor. Fakat yine de kokusunu çok sevdiğimi söyleyemem. Beni iten bir şey var Eau Sauvage Parfum'de. Zaten klasik Eau Sauvage'i da çok sevmemiştim. Sanırım bu tür buruk bergamot kokularına alışamıyorum. Onun içindir ki tercih edeceğim bir arkadaş değil Eau Sauvage Parfum.


Parfümün tasarımını ünlü burun Francois Demachy yapmış. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusunun kalıcılığı ve farkedilirliği normal seviyede oldu tenimde. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde kullanmak iyi sonuçlar verebilir. Yaş olarak 25 ve üzerindeki arkadaşlara ancak uyum sağlayacaktır. Genç işi olmadığını düşünüyorum. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

27 Ocak 2015 Salı

Frederic Malle – Portrait of a Lady (2010)


Frederic Malle – Portrait of a Lady (2010)

1800'lü yılların sonlarında, edebiyat eleştirileri ve kısa hikayeleri ile Amerikan ve İngiliz edebiyat çevrelerinde çokça övgüler alan yazar Henry James, ilk uzun romanı "Bir Hanımefendinin Portresi" kitabıyla, önemli başarı yakalamıştı. 1881 yılında yayınlanan roman, onun edebiyat dünyasında hızla tanınmasını sağladı. Eserlerinde genellikle insan bilincini, kadınları ve kadınların iç dünyalarını işleyen Henry James'in o zaman ki popüler romanı Bir Hanımefendinin Portresi'nde Isabel Archer'ın başından geçenler anlatılıyordu.

Romanı ne yazık ki okumadım fakat göz gezdirdiğim yorumlara göre Henry James'in erken dönem başyapıtı olarak gösteriliyor Bir Hanımefendinin Portresi. Bu ünlü romanın 1996 yılında sinemaya taşındığını da belirtmek gerek. Başrolünü Nichole Kidman ve John Malkovich'in oynadığı aynı isimli film, çok büyük başarı sağlayamadı bir türlü. Romanın gerisinde kalmış sinema uyarlaması olarak düşünebiliriz beyaz perde çabasını.

Henry James'in 1881 yılında yazdığı romanı Bir Hanımefendinin Portresi, aynı isimle 2010 yılında niş parfümevi Frederic Malle'in koleksiyonundaki bir parfüme de isim babalığı yaptı. Editör Frederic Malle, ünlü burun Dominique Ropion ile işbirliği yaparak Portrait of a Lady'i meydana getirdi. İlginç ismi ve kadınlara yaptığı gönderme ile bir anda niş parfüm sektöründe gözlerin bu parfüme çevrildiğini anlamak zor değil. Gerçi parfüm piyasa çıkalı beş yıl oldu. Artık ilk çıktığı zamanki süksesi olmasa da bir süredir merak ettiğim Malle parfümüydü. Ve işte kavuştuk birbirimize.


Kendi sitelerinde parfümün "barok, görkemli ve senfonik" taraflarından, "en güçlü dozajda gül esansına sahip olduğundan", "modern klasik karakterinden, mıknatıs gibi insanları çeken duyumsal güzelliği çağrıştırdığından" bahsedilmiş. Portrait of a Lady'i üzerime sıktığımda beni tatlımsı, derin, karmaşık, yüksek kaliteli bir koku karşılıyor. Gül başat aktör denebilir. Güle, tatlımsı canlı meyveler (çilek veya böğürtlen) eşlik ediyor. Bu tür meyvemsi gül kokularını her zaman için seviyorum. Başlangıcı nefis diyebilirim. Orta bölümde meyvemsi kırmızı gül teması devam ediyor. Farklı olarak tatlı sıcak baharatlar ekleniyor kompozisyona. Muhtemelen biber, orta kısımda kokuya farklı pencere açıyor. Tabii gül hala çok baskın. Baharatlar yan rollerde. Başlangıcı kadar olmasa da sevdim orta bölümü. Son kısımda topraksı olmayan paçuli ortaya çıkıyor. Güle bu sefer ferah sayılabilecek paçuli ve biraz da tütsü eşlik ediyor. Son kısım hafiften yapaylık barındırıyor ve yüksek kalite hissiyatı vermiyor. Kapanışını beğenmedim ne yazık ki.

Portrait of a Lady, kırmızı, mis gibi gerçekçi güllerin etkisi altında son saniyelere kadar varlığını size hatırlatıyor. Başlangıçta enerjik ve mutlu gül, orta kısımda yerini sıcak-romantik güle bırakıyor. Sonlardaysa gül ufak bir evrim geçirip, paçulinin yörüngesine giriyor. Görüleceği üzere baştan sona gül merkezinde ilerliyor. Diğer notalar adeta kokuya zenginlik ve hareket katmak için kullanılmış. Parfümün tasarımcısı Dominique Ropion da gülün varlığını reddetmiyor hatta bu parfümde kullandığı gülün "Türk Gülü" olduğunu söylüyor. Yani uzaktan da olsa parfümünde Türk etkisi varmış.

Özet olarak meyveli, güllü, yumuşak baharatlı, tütsülü, paçulili, miskli bir parfüm arıyorsanız sizin için fena bir seçenek olmayacaktır. Tatlılık baştan sona mevcut, neyse ki fazla değil. Gayet modern, yeni nesil temiz kokan gül parfümlerinden birisi. Tarz olarak Dior'un Oud İspahan'ınına, Francis Kurkdjian'ın Lumiere Noire'ine ve Montale'in Black Aoud'una benziyor. Gül suyu efektini fazlasıyla veren parfüm, bizim gibi bolca ucuz gül esansına maruz kalan medeniyetler için ilgi çekici olmayabilir. Ha bu tarz güllü lokum benzeri kokuların başka coğrafyalarda hayranı var mıdır bilemiyorum fakat benim için fazlasıyla özelliksiz, başlangıcı dışında derinlikten yoksun, ortalama bir gül kokusu olması dışında çok da ilgimi çektiğini söyleyemem.


Son zamanlarda çok fazla gül ve öd temalı parfüm kullandığımdan artık pek çekici gelmiyor gül parfümleri. Yoksa kırk yılın başında gül parfümü kullanan ve deneyimleyen kişilerin Portrait of a Lady'i epey seveceğini düşünüyorum. Sanırım buradaki gül kullanımı fazlaca esansvari ve düz olduğu için aklımı başından alamadı. Belki de ben tozlu-karanlık gül parfümlerinin adamıyım.

Güçlü gül-öd merkezli rakiplerine meydan okuyabilecek kapasitedeki bu Malle eseri, ilginç ismi, farklı esin kaynağı ve markanın gücü ile iş yapar ama müthiş bir arkadaş beklemeyin bence. Yine bir Malle parfümü ve bu da gol değil benim için. Sanırım bay Malle ile bir türlü koku kimyamız tutmayacak.

İsmindeki "hanımefendi" vurgusu ve çağrışımı, onu direkt olarak kadın parfümleri alanına sokuyor gibi görünüyor. Bu isimdeki bir parfüm erkek kullanımı için uygun olabilir mi? Olur olur... Her ne kadar kokusunu kadınsı bulsam da yine de gül seven erkeklerin denemesi gerekebilir. Kimi yerlerde kadın parfümü olarak tanıtıldığını gördüm. Gerçi kendi sitelerinde bu tür bir yönlendirme olmasa da cool ismi, size parfümünüzün ismini soran mahcup kişileri fazlasıyla şaşırtabilir.


Parfümün tasarımcısı Dominique Ropion. Bay Ropion, Malle için başka eserlere de imza atmıştı. Belki de devamı gelir ilerleyen yıllarda bu işbirliğinin. EDP formundaki parfümün kalıcılığı müthiş. Günlerce ne tenden ne de kıyafetten çıkıyor Portrait of a Lady. Farkedilirliği başlarda oldukça yüksek. İlerleyen saatlerde normale dönüyor neyse ki. Bence sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Kullanım yaşı için ise fazlaca genç arkadaşların hoşuna gidebileceğini sanmıyorum.

Koku Güzelliği:10/6.5

24 Ocak 2015 Cumartesi

Chanel – Cuir de Russie (1927)


Chanel – Cuir de Russie (1927)

Bu hikayeye nereden başlayayım bilemiyorum. Anlatacak çok fazla şey var fakat yazının uzun olmasını istemediğim için özet geçeceğim. Yine de şunu söylemeliyim ki Cuir de Russie parfümünün öyküsü, ismini aldığı Rusya'nın tarihi kadar karmaşık, tutkulu, romantik ve ilginç.

1900'lü yılların başında 1. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle ekonomik ve siyasi olarak büyük çalkantılar yaşıyordu Rusya. 1. Dünya Savaşı’na bütün gücüyle katılan Rusya İmparatorluğu, savaşın sonlarına doğru halk ihtilali yaşadı kendi içinde. Savaşın büyük zararlarından bıkan halk ve Bolşevikler, Çarlık Rusya'sını yıkarak, yerine halk cumhuriyetini kurdular. Rusya'yı uzun süre yöneten Çar ve ailesi, ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Devrimden sonra ülkeden kaçamayan Çar ailesinin fertleri, devrimi yapan Bolşeviklerce yakalanıp, öldürüldüler. Kaçabilenler ise genellikle Avrupa ülkelerine sığındılar. İhtilal zamanlarında, artık orada yaşamasının çok riskli olduğunu anlayan Çar II. Nikolay'un akrabası Grand Duke Dimitri Pavlovich, soluğu Fransa'da aldı. Çarlık Rusyası’nda Dük olan ve soylu-yönetici sınıfına mensup Dimitri Pavlovich, canını kurtarmıştı ama koca Fransa'da yapayalnızdı. İşi ve geliri yoktu. Bir süre, Rusya'dan kaçarken yanında getirdiği altın ve mücevherleri satarak yaşadı. Sonrasında elindekiler tükenmeye başlayınca zor günler onu bekleyecekti. Bu arada belki de hayatının en büyük şansını yakaladı ve bir kadınla tanıştı. Bu kadın, onun hayatına giren en önemli kişi olacaktı.

Gabriel Coco Chanel, 1. Dünya Savaşı öncesinde ilk butiğini açmış ve Paris'te moda alanında ismini duyurmaya başlamıştı. Bayan Chanel'in hareketli ve lüks hayatı, baş döndürücüydü. Fransa ve Avrupa sosyetesinin o zamanki buluşma adresi olan Paris şehri bir yıldız gibi parlıyordu. Coco Chanel, şehrin en güzel restoranlarında dostlarıyla yemekler yiyor, eğlencelere katılıyor ve herkese kendisinden söz ettirmeyi başarıyordu. Ve günlerden birgün, Coco Chanel, ülkesinden kaçıp, Paris'e yerleşmiş Rus soylusu Dimitri Pavlovich ile tanıştı. Kısa süre sonra ilişkileri tutkulu bir aşka dönüştü. İlişkilerini herkesten saklamaya çalıştılar. Fakat Paris'in gece hayatında çabucak kulaktan kulağa yayıldı bu aşk.


Derler ki Coco'nun sevgilileri arasında en çok bağlandığı kişilerdendi Dimitri Pavlovich. Aslında ikisi de birbirine muhtaçtı tam o sıralarda. Dimitri Pavlovich, eski şaşalı ve zengin hayatının özlemini çekerken Coco ile yakınlaşmıştı. Bayan Chanel ise aradığı aşkı bu Rus asilzadesinde bulmayı umuyordu. Hatta Coco Chanel'in ünlü parfümü No.5'i, sevgilisi Dimitri Pavlovich'in kendisini beğenmesi için yaptırttığı ve onunla buluşmalarında bol bol No.5 kullandığı rivayet ediliyor.

Tarih, 1927'yi gösterdiğinde, Coco Chanel, büyük aşkına karşılık bir parfüm sipariş edecekti efsane parfümör Ernest Beaux'a. Tabii tahmin edebileceğiniz gibi bayan Chanel'in Cuir de Russie isimli parfümünün ilham kaynağı Dimitri Pavlovich'ti. Parfümün ismindeki Rus vurgusu, açıkça Dimitri Pavlovich'in Rus kökenli olmasına yönelikti. Belki de Coco Chanel, bu büyük aşkını, Cuir de Russie isimli parfümüyle ölümsüzleştirmek istemişti. Tam da bir kadının yapacağı gibi. O, her ne kadar moda endüstrisinin en önemli yıldızı olsa da hayatının sonuna kadar aşkı aramıştı ve aşkı arzulamıştı.

İşte sevgili dostlar, bugünkü inceleme konum olan Cuir de Russie, köklerini tarihten alan önemli bir parfüm. Aynı Jicky gibi, No.5 gibi L'Heure Bleue gibi Shalimar gibi çok farklı bir yere sahip kokuların dünyasında. Cuir de Russie, 1927 yılında Ernest Beaux tarafından yaratıldıktan sonra, formülünde ufak değişiklikler yapılarak 1980'li yıllara kadar geldi. 1983 yılında, Cuir de Russie'in Jacques Polge tarafından kapsamlı şekilde yeniden formüle edildiği bilgileri mevcut. Sonrasında, 2007 yılında Chanel'in özel parfüm serisi olan "Les Exclusifs" üyesi olarak koleksiyona eklendi.


Kendi sitelerinde sıcak oryantal olarak sınıflandırılmış Cuir de Russie. Parfümü üzerime sıktığımda oldukça tanıdık bir kokuyla karşılaşıyorum. Bu aldehitler, yoksa... Evet kendisinden altı yıl önce piyasaya sürülen No.5'ın başlangıcına oldukça benziyor Cuir de Russie. Neredeyse aynı aldehitler, pudralı beyaz çiçekler ve sabunsuluk. Çiçek olarak sümbül, yasemin ve ylang ylang olabilir. Başlangıcı, kimilerinin yaşlı teyze kokusu diyebileceği eski tarz pudralı çiçekler ile gerçekleşiyor. Çok rafine, pürüzsüz ve dişi. Bu tarz kokuları kendime yakın bulmasam da saygı duyulası açılışı var Cuir de Russie'in. Orta kısımda pudramsı his azalıyor. Kadınsı-sabunsu beyaz çiçeklerin yerini bu sefer müthiş uniseks çiçekler alıyor. İris (süsen) orta notaların yıldızı. Hiç Dior Homme'a aklınız gitmesin çünkü buradaki iris, portakal çiçeği ile harmanlanmış. Ve ortaya nefis, lezzetli çiçeksilik çıkmış. Orta bölümde biraz hayvansallık hissediliyor fakat neyse ki abartılı değil. Sanırım hayvansallık, beyaz misk ile verilmiş. Orta bölümü hafiften kadınsı bulsam da açılışına göre çok daha fazla sevdim. Son kısım belki de en iyi yeri. Lezzetli misk alt notalarda yine önemli rol oynuyor. Biraz yumuşak tütün, odunsu notalar ve hafiften de vanilyanın dokunuşu ile harika bir kapanış yapıyor Cuir de Russie.

Şimdi diyeceksiniz ki "Parfüm Merakı, parfümün adı Cuir (deri), sen bir kere deri demedin." Çok haklısınız. Parfümle ilgili yorumları okuduğunuzda çoğu kişinin deriden bahsettiğini görürsünüz. Deriden bahsetmedim çünkü bence Cuir de Russie, deri üzerine değil, çiçekler üzerine kurgulanmış. Tabii parfümün 88 yaşında olduğunu düşünürsek, belki ilk formülasyonu deri bakımından daha güçlüydü. Fakat benim denediğim son formülasyon Cuir de Russie, aldehit destekli beyaz çiçeklerin etkisinde. Deri ise çiçeklerle ustaca harmanlanmış olarak sunuluyor bizlere. Yani Cuir de Russie'i deneyip, safkan bir deri ceket kokusu beklemeyin. Daha ziyade kadın tarafına kayan beyaz çiçeklerin egemenliğinde olduğunu söyleyebilirim.

Cuir de Russie, zaman zaman kontrollü hayvansı yanını gösteren zaman zaman miskli-odunsu gibi davranan zaman zaman ferah sayılabilecek portakal çiçeği-iris-yasemin-sümbülteber ekseninde dolaşan, çiçeksi deri parfümü. Çoğu yerde kadın parfümü olarak geçmesi gayet normal. O, hissedilir oranda kadınsı kokuyor. Erkek kullanımı için biraz zorlamak gerekebilir. Cuir de Russie için yorum yazmış bir parfümseverin onu "No.5'in erkeksi haline" benzetmesi gayet yerinde. Bende de iki parfümün ciddi anlamda birbirini andırdığı izlenimi oluştu. Acaba No.5'i seven fakat fazla kadınsı bulan erkekler, Cuir de Russie'i kullanabilirler mi? Neden olmasın.


Şahane kullanılmış portakal çiçeği olabileceğin en iyisi. Hem ferah hem rafine hem de müthiş gerçekçi. Orta kısımdaki iris ile portakal çiçeğinin işbirliği anlatılmaz, yaşanır. Başlangıçtaki sabunsu beyaz çiçek cümbüşünden kurtulan orta notalar, parfümün tamamı gibi yüksek kaliteli. Yapaylığın hissedilmediği parfüm, eski Chanel klasiklerinden bir esinti olarak burnunuzu okşuyor. Evet benim kullanabileceğim yapıda değil fakat bu tarz kokuları seviyorsanız, hayatınızın aşkıyla tanışabilirsiniz.

Benim kullandığım güncel EDT versiyonuydu. Şu an hala Les Exclusifs serisine ait. Onun içindir çok az yerde bulunabilen, niş parfümlerle fiyat ve kalite anlamında başa çıkabilecek, Carnal Flower ve Fracas'a meydan okuyabilecek, Apom'a yaklaşabilecek az sayıdaki parfümden birisi Cuir de Russie. Sevgili kadınlar, ona dikkat edin.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin'in kitabında lüks deri olarak sınıflandırılan Cuir de Russie, beş üzerinden beş puan alarak, en iyi parfümler listesine girmiş.


EDT olmasına rağmen kalıcılığı çok iyi. Ertesi gün bile hem kıyafette hem de tende hissediliyor. Farkedilirliği çok yüksek değil. Yaş olarak ise en az otuz ve üzerindeki kadınları hedeflediği sır değil. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

21 Ocak 2015 Çarşamba

Mona di Orio – Vanille (2011)


Mona di Orio – Vanille (2011)

"Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece hora teptim;
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen sular;
Ne şarap lekesi kaldı,ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar."

Arthur Rimbaud'un edebiyat tarihine geçmiş ünlü şiiri Sarhoş Gemi'den alıntıladım üstteki dizeleri. Uçsuz bucaksız okyanusta ilerleyen ahşap bir gemi düşünelim. 1800'lü yılların sonlarında, Portekizli denizcilerin yönetimindeki bu gemide, ıslak, nemli ve her dakika etraftan gıcırtılar gelen bir sahne hayal edelim. Mürettebatının akşam olunca ve yapacak işleri bitince bol bol içip, sarhoş oldukları bir ticaret gemisi. Yoksa aylarca devam eden seyahatlere dayanmak kolay mı sanıyorsunuz?

Geminin rotası, tüccarların isteği üzerine Afrika kıtasının Güneydoğusunu gösteriyor. Süveyş kanalından geçerek Afrika kıtasının doğu kıyılarına ulaşan bu gemi, Somali açıklarından güneye doğu süzülerek, Tanzanya sahillerine ulaşıyor. Bu ticaret gemisi, son durak olarak kendisine Madagaskar Adalarını seçiyor. Oradan da güzel tropikal adalar olan Comoros Adaları'na uğramamak olmaz.


Bu geminin depolarında yeni gittiği yerlerde ticarette kullanmak için değerli ürünler de var tabii ki: "Rom fıçıları, portakallar, vanilya, ylang ylang bitkisi, karanfiller ve sandalağacı." İşte Mona di Orio'nun Vanille isimli parfümü için benim aklımda oluşturduğum senaryo böyle. Zaten kendi sitelerinde de bu minvalde tanıtmışlar parfümlerini. "Gurme, dumansı, içkimsi, aromatik portakal notasının bulunduğu, vanilyanın ise sürpriz yapmayarak yıldızlaştığı bir parfüm" olarak düşünülebilir Vanille.

Fransa-Hollanda merkezli niş parfümevi Mona di Orio'nun, Les Nombres d'Or serisinin sevilen üyesi Vanille, bugünkü konuğum. Kendi sitelerinde parfümlerini gurme, içki ve vanilya teması üzerine inşa ettiklerini saklamıyorlar. Bu tanımlar aklımın bir köşesinde dururken parfümü kullanmaya başlıyorum. Vanille'in açılışı oldukça tuhaf gerçekleşiyor. Tozlu-isli turunçgiller mi desem, soyut baharatlar mı desem, içki teması mı desem karar veremedim. Karmaşık ama fena değil başlangıcı. Orta kısımda kokudaki değişim bariz şekilde hissediliyor. Vanille'in orta notalarında baharatlar öne çıkıyor. Dumansı-tozlu baharatlarda algıladığım ana aktör karanfil. Hafiften tatlılık barındıran nefis karanfil, mutluluk hormonu salgılamam için yeterli oluyor. Hissedilir oranda amber de katılıyor partiye. Sıcacık, nefis karanfil-amberden oluşan orta kısım çok güzel. Sonlara gelindiğinde bu sefer yumuşak bir vanilya ortaya çıkıyor. Parfüme ismini veren vanilyanın alt notalara kadar beklemesi gerçekten ilginç. Kapanışta vanilyaya biraz da tütsü ve odunsu notalar eşlik ediyor sanki. Sonlarını da gayet başarılı buldum.

Vanille, genel olarak baharatların ağırlığında denebilir. Çok güzel bir karanfil ve karabiber, parfümü rahatlıkla domine ediyor. Baharatlar biraz tatlı ve tozlu olarak verilmiş. Bu da bana eski tarz baharat kullanımını hatırlattı. Hafiften Obsession For Men'deki baharatları andırıyor. Oradaki amberli sıcak baharatlara benzettim Vanille'in orta kısmını. Zaten genel olarak biraz erkeksi ve olgun havası var kokunun. Çok genç işi olduğunu düşünmüyorum.


Vanille, bence oldukça konforlu bir baharat kokusu. Buz gibi havalarda içinizi ısıtacak baharatlar, abartılmamış tatlılık ile harmanlanmış. Parfüme ismini veren vanilya, son kısımda artık iyice kendisini gösteriyor. Oysa ki ismine binaen, vanilyanın baştan sona egemen olmasını bekliyordum. Bu anlamda oldukça şaşırdım parfümün nota dizilimine. Safkan bir vanilya kokusu bekliyorsanız sizi ters köşeye yatırabilir.

Ana öğenin baharatlar ve vanilya olduğunu söyledik. Başka? Başlangıcındaki tuhaf karmaşa hem derin ve zengin hem de alışması zor olsa da bence fena bir deneyim değil. Başlangıcı için kimi yorumcular portakala benzediğini söylüyor. Kendi sitelerinde de portakal vurgusu var açılış için. Fakat öyle mis gibi portakal kokusu beklemeyin. Oldukça tozlu ve farklı bir turunçgil. Hatta turunçgil olduğuna bile emin değilim. Bir diğer eleman ise misk olabilir. Özellikle orta kısımda baharatlara eşlik ettiğini düşündüğüm misk, sonlarda da vanilyaya destek oluyor. Parfümün geneline hakim dengeli tatlılığı ise tonka fasulyesi sağlıyor olabilir. Bu parfümde az da olsa tütsü kullanıldığını düşünüyorum. Tozluluk ise vetiver tarafından sağlanıyor olabilir.

Vanille, çok derin yapıda olmamasına rağmen, üst-orta-alt nota geçişlerini başarıyla yapıyor ve sürekli size sürprizler sunuyor. Parfümün çok katmanlı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu anlamda ustaca bir harmana sahip olduğu söylenebilir. Yapaylığa rastlanmayan kokusunda, kalite hissiyatı yüksek. Benim açımdan gayet başarılı bir parfüm olduğunu söyleyebilirim. Fakat genel beğeni anlamında o kadar da ilgi çekeceğini sanmıyorum. Çünkü amberli-baharatlı kokusu çoğu kişi için fazla ağdalı olabilir. Vanille, bence genele pek hitap etmeyen sanatsal bir çalışma gibi. Onu bu anlamda değerlendirmek istiyorum.


Parfümün tasarımcısı olarak markaya ismini veren Mona di Orio görülüyor. Uniseks olarak sınıflandırılmasına rağmen, erkek kullanımına daha yakın. Eau de Parfum (EDP) formundaki Vanille'in kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ise bol bol uygulamama rağmen düşük oldu. Sonbahar-kış kullanımı için uygun. Oldukça yüksek fiyatını göz önüne alarak “denemeden almayın” uyarısını yapmak durumundayım.

Koku Güzelliği:10/8