29 Haziran 2015 Pazartesi

Montale – Royal Aoud


Montale – Royal Aoud

Derviş: Hasan, seni bekliyordum.
Hasan: Beni mi bekliyordun?
Derviş: Evet, ölümüme şahit olman için.
Hasan: Neden ben? Ölümden öyle çok korkarım ki.
Derviş: Biliyorum. "Anne rahminin karanlığındaki bebeğe dışarıda aydınlık dünya var deseler... Yüce dağları, çağlayan ırmakları, muntazam denizleri, engebeli düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, yıldızlarla dolu semayı ve parlayan güneşiyle tüm bu güzellikleri bildiğin halde karanlıkta kapalı kalmaya devam etmek ister misin? desen. Dünyanın tüm bu muhteşemliğine rağmen, sen burada karanlıklar arasındasın… ” desen. Doğmamış çocuk, bu ihtişam hakkında hiçbir şey bilmez, duysa da hiçbirine inanmazdı. Tıpkı bizim yaşarken, ölümü anlayamayacağımız gibi. İşte bu yüzden ölümden korkarız. Gitmeyi istemeyiz, ne olacağını bilmeyiz. Ama günü gelince hepimiz gideceğiz.
Hasan: Ama ölüm aydınlık olamaz. Çünkü o her şeyin sonu.
Derviş: Ölüm nasıl olur da başlangıcı olmayan bir şeyin sonu olabilir. Hasan, güzel oğlum. Düğün gecemde kederli olma.
Hasan: Düğün gecen mi?
Derviş: Evet, nihayet ebediyetle evleniyorum. Şimdi beni yalnız bırak. Dönünce üstümü kumla örtersin.

Saatin gece yarısına yaklaştığı dakikalarda, arkamdaki azıcık ışık veren gece lambasının eşliğinde izliyordum Bab'Aziz filmini. Yukarıdaki replikler, filmin son sahnesine aitti. Uçsuz bucaksız çölde, nerede olacağı bilinmeyen dervişlerin toplantısına gitmeye çalışan kör bir derviş ve onun küçük torunuyla yaptığı yolculuğu anlatıyor film. Aslında hepimizin hayatının doksan altı dakikalık bir özeti Bab'Aziz filmi. Bir yerlere gitmiyor muyuz ömür yolculuğumuzda? Gittiğimiz yollar farklı olsa da ulaşacağımız yer aynı olmayacak mı?


Tunuslu ünlü yönetmen Nacer Khemir'in sinema tarihine adını yazdırdığı bu film, aslında bir üçlemenin sonuncusu. Patavatsızlık yaparak bu üçlemenin son filminden başlıyorum izlemeye. Tabii filmin asıl önemli tarafı tasavvuf düşüncesinin işlenmesiydi. Son yıllarda ismi şiddetle anılan ve aslında barış dini olan İslam'ın mistik ve derin tarafını sunuyordu Bab'Aziz bize.

Bu ilginç filmi seyrederken, üzerimden filmin uhreviliğe benzer bir koku yayılıyordu. Karanlık, koyu, zıtlıkların buluşması gibi bir koku. İsminde kraliyet vurgusu olan bir parfüm. Ayrıca Arapların kadim öd ağacına vurgu yapan bir deneme. Montale'in Royal Aoud'undan bahsediyorum dostlar.

Filmler ile parfümler arasında nasıl bir ilişki kurulabilir emin değilim. Sinema dünyasının, parfüm evreniyle azıcık da olsa ilgisini bulmak, şüphesiz kuramcıların işi. Fakat Bab'Aziz filmini izlerken, üzerimdeki Royal Aoud'den yayılan gizemli ve soyut koku, kendimi o filmin setinde gibi hissetmemi sağladı. Zaten Montale'in amacı bu değil mi? Arap ve Orta Doğu merkezli kokuları tecrübe etmemizi, ruhumuzun derinliklerinde hissetmemizi sağlamak olamaz mı?


Royal Aoud, markanın "Around the Aoud" serisinin üyesi olarak sunulmuş. Kamkat (Kumqat), greyfurt, ferah Andira ağacı, Hindistan baharatları ve öd notalarından oluştuğu vurgulanmış. Royal Aoud'un başlangıcı şimdiye kadar karşılaştığım en garip turunçgil kullanımına sahip. Tozlu, topraksı neredeyse paçuli tadında turunçgillere muhtemelen kamkat meyvesi eşlik ediyor. İlk kullandığım zaman zihnimi allak bulak eden bu turunçgilleri oralete benzetmiştim. Artık geri planda tozlu meyveleri algılıyorum. Çok ferah turunçgillerden bahsettiğimi sanmayın. Ferah değil ama serin hatta soğuk turunçgil-egzotik meyve kullanıma sahip. İlk seferler alışamadığım üst notaları ilerleyen günlerde sevdim. Orta kısma geçildiğinde değişim büyük. Orta bölümde geriden adeta kara delik gibi gelen koyu, kasvetli ve hayvansallık sınırında dolaşan deri, algıları epey zorluyor. Sert ve vahşi deri, açıklanan notalarında görünmese de eminim var. Karşılaşabileceğiniz en kuru, acımasız deri kullanımlarından birisine sahip. Kimi zaman ayakkabı boyalarını bile hatırlatıyor. Deriye tozlu sayılabilecek öd destek veriyor ama başrolde değil çoğu zaman. Sevmesi zor orta bölüm gizemli ve uçlarda. Sonlar kısımda biraz yumuşuyor kokusu. Misk destekli odunsu notalar var sanki. Ama alt notalarda koku silikleşiyor ve neredeyse hissedilemiyor. Orta kısma göre çok daha kabul edilebilir kapanışa sahip. Karanlık taraf devam ediyor. Anlatması zor, kuru, neredeyse sabunsu yapı nostaljik klasikleri andırıyor.

Royal Aoud, fazlasıyla sıra dışı kompozisyona sahip. Diyeceksiniz ki hangi Montale parfümü sıradan? Evet haklısınız ama Montale parfümlerinde alıştığımız o ilaç/hastane gibi verilen öd-gül, burada pek kendisini göstermiyor. Onun yerini çok acayip turunçgiller, tozlu tropik meyveler ve zorlayıcı deri almış. Parfümün isminde öd var ama genel resimde büyük yer tutmuyor. Royal Aoud'un etrafa yaydığı koku daha çok buruk, soğuk oralet ve karanlık uhrevi derinin anlamsız birleşimi şeklinde gerçekleşiyor.

Parfümün çok katmalı olduğunu düşünüyorum. Üst-orta-alt nota ayrımları bariz. Bu anlamda diğer tekdüze ilerleyen Montale’lerden farklı. Ayrıca genel olarak gül-öd teması üzerinden giden Montale, Royal Aoud’da, arabik esintilere pek yer vermemiş. Daha çok eski tarz tatlılık olmayan deri parfümlerini düşündürtüyor. Kokuları çok benzemese de Bandit veya Aromatics Elixir’in tarzını andırıyor. 1980’li yıllardan önceki “Avrupalı” deri parfümlerinden esinlemiş sanki. Neredeyse deri-şipre sınıfına sokacağım. İç bayıcı gül-öd kullanımı yok neyse ki Royal Aoud’da.


Sanırım ana hatlarıyla gayet uyumsuz forma sahip olduğu söylenebilir. Üst notalardan orta kısma geçiş gayet çarpıcı ve irkiltici. Son kısımsa sürpriz şekilde kendi halinde. Royal Aoud, sadece Montale'ler içinde değil diğer kullandığım parfümler arasındaki en farklı eserlerden. Kullanması zor ve anlaşılması güç karakteriyle nasıl bir mesaj verilmek istendiğini pek anlayamadım. Belki de Pierre Montale'in hiç böyle amacı yok.

Denemeden almak için çok riskli kokuya sahip. İlk kullandığınızda muhtemelen beğenmeyeceksiniz. Tanımak için zaman gerektiren parfümlerden birisi. Zaten ya seversiniz ya da nefret edersiniz. Ben arafta kalmış gibiyim. Orta kısımdaki sert yapı benim için fazla. Fakat başlangıcı hiç fena değil. Günlük kullanıma uymayacak, fazlasıyla tematik tarzı, Royal Aoud'u diğer Montale'lere yaklaştırıyor ama ortalama parfüm kullanıcısından uzaklaştırıyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Başlangıcı güçlüyken, ilerleyen saatlerde sakinleşiyor. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama. Kaynaklarda uniseks olarak görülse de erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun. Sıcak günlerde rahatsız edici olabilir.


Her Montale parfümünde olduğu gibi kokusunun tasarımına Pierre Montale imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

28 Haziran 2015 Pazar


Bu dünyadaki insanlar mum alevinin önündeki üç kelebek gibidirler.
İlk kelebek aleve yaklaşır ve şöyle der: Ben aşkı biliyorum.
İkincisi aleve iyice yaklaşır, kanadı aleve değer ve der ki: Ben aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.
Üçüncü kelebek kendini hiç tereddüt etmeden ateşin içine atar ve ateş onu eritir. İşte gerçek aşkı sadece o kelebek bilir.

26 Haziran 2015 Cuma

Dsquared² - He Wood (2007)


Dsquared² - He Wood (2007)

Çok klişe olacak ama söylemek zorundayım: Yıllar ne kadar çabuk geçiyor. 18-19 yaşlarında insan bir an önce çalışmaya başlayıp hayatın içine girmek istiyor. Fakat otuzlu yaşlarına gelince o hevesle istenen hayatın, aslında çok matah bir şey olmadığını anlıyor. İnsanları tanıyor, hayatı anlıyor ve yaşamın aslında Musa Eroğlu’nun türküsünde söylediği gibi "Yalan Dünya" olduğunu görüveriyor. Bu "görmek" eylemi çoğu kişide derin hayal kırıklıklarına sebep oluyor. “Ee hayat bu mu?” noktasına geliniyor çoğu zaman. Evet dostlar hayat sadece bu, daha da fazla bir şey değil.

Çabucak geçiveren altı yıl öncesine götüreyim sizi. 2009 yılında, serin sonbahar mevsiminde, kapalı ve kasvetli havanın esir aldığı Ankara'nın sokaklarında dolaşırken belki de ta o zamanlardan gelen parfüm merakı, beni Sevil mağazasının Tunalı Hilmi şubesine çekivermişti. İçeriye amaçsızca girdiğimde aklımda bir parfümü denemek vardı: Kouros.

Hakkında okuduğum övgü dolu sözler ve yurt dışı merkezli parfüm platformlarında göklere çıkarılan Kouros'u muhtemelen ilk orada denemiştim. Sanırım ilk orada nefret ettim Kouros'tan. Kouros'un neredeyse hiç bir yerde bulunamayan flanker'ı Fraicheur'ı  mucizevi şekilde görmüş ve büyük hevesle denemiş fakat klasik Kouros'un biraz daha hafifletilmiş hali olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğramıştım.

O mağazaya girerken hatırladığım en net görüntü ise girişin sağına yerleştirilmiş kocaman Dsquared standıydı. Rakiplerini düşünecek olursak henüz yeni sayılabilecek hazır giyim markası olan Dsquared'in, 2007 yılında parfüm işine girdiğini biliyoruz. Mağazadaki kocaman standın üzerinde duran He Wood'un ahşabı andıran şişesini görünce açıkçası hiç sempatik gelmemişti. Biraz zorlama ve abuk bir fikir olarak aklımda kalmış ahşap temalı parfüm şişesi. Tabii bu anlamda Dsquared'in gayet tutarlı davrandığını görüyoruz. İsmi Wood olan bir parfümün şişesinin de ahşap görünümlü olması gayet mantıklı. Hele bir de parfümün odunsu nüanslar taşıması konseptsel anlamda bütünlük sağlandığının habercisi olarak düşünülebilir.


Kendi sitelerinde parfümleriyle ilgili hiç bir bilgi olmamasını nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Sanırım parfümlerine fazla önem vermiyorlar ki 1-2 cümle yazıyı bile esirgemişler. Neyse ki parfümün EDT forumunda olduğunu belirtmişler. Dsquared'in ilk parfümü olan He Wood'un ilhamını, hava-su-ağaç kombinasyonundan aldığı söyleniyor. Doğanın dört temel elementinden ikisini bünyesinde barındırmayı düşünen He Wood'un detaylarına geçeyim artık.

He Wood'un açılışı yeşil çiçekler ve tuhaf salatalığımsı kokuyla gerçekleşiyor. Başlangıçtaki yeşil aromatik otlar, lavanta ve salatalık benzeri yapı tabii ki aklıma ünlü Fahrenheit'ı getirdi. Üst notalarını sevdiğimi söyleyemem. Orta kısma geçildiğinde yeşil erkeksi çiçeklerin hakimiyeti devam ediyor. Bu sefer sahneye menekşe çıkıyor. Ne yazık ki menekşeyi parfümlerde bir türlü sevemiyorum. Ve bu durum He Wood için de geçerli oldu. Orta notalar bana göre değil. Geleyim son kısma. Alt notalardan pek umudum yoktu ve beni şaşırtmadı. Sonlarda parfüme ismini veren odunsu notalar ortaya çıktı nihayet. Yapay ve plastiğimsi sedir ağacı en sevmediğim şekilde verilmiş. Misk ve yapay vetiver, kapanışta var ama keşke olmasalarmış. Ne sıradan ve ne sıkıcı bir son.

Sanırım ciddi bir şanssızlık var bu durumda. Çünkü parfümde en sevmediğim ne kadar nota varsa hepsi He Wood'un içine yerleştirilmiş. Başlangıçtaki itici ve sucul olmaya çalışan salatalık benzeri yapı Wall Street'i anımsattı. Bond No.9'daki kullanımı da sevmemiştim He Wood'daki kullanımı da sevemedim. Her ne kadar benim için parfümün en kabul edilebilir tarafı olsa da başlangıcı için “eh işte” diyebilirim. Orta bölümde bütün gücüyle karşımıza çıkan menekşe, erkeksi bir meydan okumayla etrafa satır sallayan "palalı" gibi. Narciso Rodriguez For Him'dekine benzer verilmiş menekşe, yeşil ve erkeksi ama bana hitap etmiyor. Orta bölüme kadar devam eden nispi doğal koku, alt notaların sahne almasıyla büyük hayal kırıklığına dönüşüyor. Sonlardaki yapay sedir ağacı ve vetiver, güya ıslak ve rutubetli kokmaya çalışıyor ama ne mümkün. Eğer o kadar yapaylığa tahammül ederseniz, sizi alt notaların sonlarında hiç bir şey beklemiyor. Gönlünüz rahat olabilir.


Değerli dostlar belki de patavatsızlık edip, sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeceğim. He Wood'u kullanmasanız veya denemeseniz hiç bir şey kaybetmiş sayılmazsınız. Vasat bir Fahrenheit-Wall Street-Narciso Rodriguez For Him kırması diyesim var He Wood için. Evet bu parfümle kesin bir kan uyuşmazlığı sorunum var. Yıldızımızın barışacağını ise hiç sanmıyorum.

Ya da lafı fazla uzatmayayım ve bitireyim. He Wood, asla çok ferah sayılamayacak yeşil salatalık-menekşe-sedir ağacı-vetiver koalisyonu olarak kafamda yerini alıyor. Orta notaların sonlarından itibaren yapaylığın bariz hissedildiği, farklı olmayan karakteri, yenilik barındırmayan yapısı, itici tarzı ile bu tür parfümleri sevenleri avlayabilecek bir arkadaşa benziyor. Kokusunun gayet erkeksi olduğu konusunda şüphe yok. Sonları dışında tatlılık kullanımı kontrollü.

Potion’dan sonra kullandığım ikinci Dsquared parfümü ve sonuç yine hüsran. Hiçbir markaya ön yargıyla yaklaşmak doğru değil. Umarım başka Dsquared parfümlerini beğenirim.

Parfümün tasarımını Daphne Bugey yapmış. Bugey, popüler ana akım markalar ve Le Labo, Eau d'Italie gibi niş marklar için de çalışmış. Parfüm kritikçisi Luca Turin, He Wood'u meyveli fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç puan vermiş. Başka bir yazar Chandler Burr'da beş üzerinden üç puan vermiş He Wood'a.


Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama. Kimi zaman 8-9 fıs sıkmama rağmen fark edilirliği vasatı aşamadı. Sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Çok genç arkadaşları hedeflediğini düşünmüyorum He Wood'un. Her ne kadar böyle yaş vermek doğru olmasa da yirmili yaşların ortalarından itibaren kullanılırsa fena olmaz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

23 Haziran 2015 Salı

Versace – Crystal Noir (2004)


Versace – Crystal Noir (2004)

Versace'in erkek parfümlerine fazlasıyla kaptırmışım kendimi. Şimdiye kadar kullandığım altı Versace parfümünün tamamının erkeklere ait olması şüphesiz benim ihmalim. Oysa ki Versace'ın çok güçlü ve sevilen kadın parfümleri mevcut. Mesela 1981 çıkışlı klasikleri Gianni Versace For Women, 2010 çıkışlı Versace Woman, yeni nesil parfümlerinden Versace Pour Femme ve muhtemelen bu aralar markanın en çok konuşulan kokusu Vanitas.

Yukarıdaki parfümler, Versace'in eski ve yeni nesil parfümlerini bir arada görmemizi sağlıyor. Evet parfüm alanında çok ses getiren koku çıkarabilmiş değiller. Gerçi bir Versace yöneticisinin "Dünyada faaliyet gösterdiğimiz her ülkede, en çok satılan on markanın içindeyiz." sözü muhtemelen doğru. Versace markasının isim gücü, parfümlerinin önemli satış rakamlarına ulaşmalarını sağlıyor. Ki bu da çok anlaşılmayacak şey değil.

Versace'ın sevilen kadın parfümlerini saydım ama bir tanesinin eksik olduğunun farkına varmışsınızdır. 2000 yılından sonra yavaş yavaş değişen koku trendlerine uyum sağlayan Versace, 2004 yılında Crystal Noir isimli kadın parfümüne imza attı. Şişesinin rengi ve elması andıran kapağı ile kışkırtıcı şekilde duruyor raflarda Crystal Noir. Zaten şişesinin rengi, karşımıza nasıl bir koku çıkacağının ipuçlarını veriyor.


Kendi sitelerinde Crystal Noir'in "büyülü bir koku" olduğundan bahsedilmiş ve ultra-kadınsı oryantal/çiçeksi karakterinden bahsedilmiş. Ayrıca "koku piramidinin kasten minimal tutulduğu, bu şekilde parfümde kullanılan zarif notaların vurgulanmak istendiği" belirtilmiş.

Crystal Noir'i üzerime sıktığımda beni tatlı meyvemsi aroma karşılıyor. Tatlı lezzetli meyveler erik ve incirden oluşuyorsa hiç şaşırmam. Güzel ve herkesin sevebileceği açılışı canlı, neşeli ve hoş. Orta kısma geçildiğinde meyvelerin yerini yumuşak baharatlar alıyor. Baştaki tatlılık orta kısımda da mevcut. Zencefil, kakule ve biberden oluşan orta kısma kremsi beyaz çiçekler de destek veriyor. Bu andan itibaren cazibesi artıyor ama yapaylık hafiften kendisini göstermeye başlıyor. Geleyim sonlara. Orta kısımla benzer kokuyor alt notalar. Yumuşak baharatların yerini misk alıyor. Amber ve odunsu notalar kapanışta varlar ama çarpıcı ya da ilginç değiller.

Crystal Noir, meyveli-çiçeksi-baharatlı bir parfüm olarak kayıtlara geçebilir. Kremsi beyaz çiçekler abartılı şekilde kadınsı değiller. Baharatlarla güzel denge kurulmuş. Tatlı meyvelerin etkisi sonlara doğru azalıyor. Baharatlar ve meyveler tenimde en yoğun hissettiğim koku oldu. Kimi kullanıcılar hindistan cevizi baskın diyor kimisi kremsi beyaz çiçeklerin yoğunluğundan dem vuruyor. Bende de meyve-baharat kombinasyonu şeklinde tepki verdi Crystal Noir. Her tende farklı yönünü ortaya çıkaran yapısı olabilir.


Parfüm genel olarak karanlık sayılabilecek bir kış kokusu. Ya da akşam veya özel günlerde giyilebilecek bir arkadaş. Günlük kullanıma fazlaca "iddialı" kaçacaktır. Koyu meyvelerle karanlık baharatlar oldukça tatlı verilmiş. Bu anlamda yeni nesil parfümlerin tipik örneği. Eğer tatlı kokulardan hoşlanmıyorsanız Crystal Noir size göre olmayabilir. Ortalama kalitedeki ortalama bir parfüm. Büyük satış hedeflerine ulaşması düşünülmüş ve kendisinden istenileni de kısmen başarmış durumda.

Peki parfümü beğendim mi? Sanırım hayır. Aslına bakılırsa çok radikal ve farklı kokmuyor. Piyasada bir sürü örneğine rastlanabilecek meyveli-baharatlı-çiçeksi yapısı uzun süreli kullanımda sizi tatmin etmeyebilir. Bu anlamda Versace popüler olan bir alana yatırım yapmış Crystal Noir ile.

Ange ou Demon'da hissettiklerim aklıma geldi Crystal Noir'i koklarken. Yapaylık bir süre sonra burnunuza batmaya başlıyor. İki parfümde de kadınların makyaj malzemelerinden gelen o yağlımsı hissiyat mevcut. Belki geri planda iris çiçeği olabilir. Zaten bu tür parfümleri teninize uygulayıp kokladığınızda genellikle sıradan ve kalitesiz kokuyorlar. Fakat etrafa yaydıkları hava çok farklı oluyor. İşte Crystal Noir, etrafa yayıldığında farklı bir aura oluşturan parfümlerden. Bu durumu Ange ou Demon, Joop Homme veya La Nuit de L’Homme’da da fark edebilirsiniz. Ten üzerinde kokladığınızda hoşunuza gitmeyen aromaları, kıyafet üzerinden etrafa yayıldığında etkileyici ve çok farklı karaktere bürünebiliyor.


Evet Crystal Noir çok ilginç ya da kendine özgü değil. Ama bir şekilde size kendisini sevdiriyor. Hani bazı parfümlerde şeytan tüyü vardır, muhtemelen Crystal Noir'de de var o tüyden. Cazibeli hatta seksi kokusu, çok şık bir gece kıyafetiyle, erkeklerden övgü alacaktır.

Crystal Noir'in neden bu kadar sevildiğini ve birçok kadının imza parfümü olduğunu anlıyorum. Kadınlar arasındaki bitmeyen rekabet için uygun bir silah Crystal Noir. Gerçek bir koridor kokusu. Modern, hırslı ve iddialı tarzı, kadınların vazgeçemeyeceği parfüme dönüştürüyor onu. Kokuları çok benzemese de bu anlamda Hypnotic Poison, Addict, The One Women, Alien, Euphoria ve Jasmin Noir'e sağlam bir meydan okuma denebilir Crystal Noir.

Luca Turin'in kitabında beyaz çiçek olarak sınıflandırılmış Crystal Noir. Beş üzerinden bir puan alarak en kötü parfümler listesine girmiş. Kokusunun tasarımına ünlü burun Antoine Lie imza atmış.


Tatlı meyveli ve baharatlı yapısı onu genç kız kullanımına uygun hale getiriyor bence. Otuz beş yaşın üstündeki kadınlara çok uyacağını sanmıyorum. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonrasında normal seviyelerde. Sonbahar hatta soğuk kış günlerinin parfümü bana göre. Kimi internet sitelerinde de uygun sayılabilecek fiyatlara alınabilmesi onun hanesine artı olarak yazılıyor.

Koku Güzelliği:10/6

20 Haziran 2015 Cumartesi

Annick Goutal – Eau du Sud (1997)


Annick Goutal – Eau du Sud (1997)

Şarabın ve şarapçılığın hayat tarzı haline geldiği Fransa'nın Provans bölgesinin tertemiz ve dar sokakları, sevimli ve bakımlı iki katlı evleri, rengarenk çiçeklerle süslü bahçeleriyle, Van Gogh'un hayatının bir döneminde burada yaşamayı tercih etmesi gayet anlaşılabilir. Ünlü fotoğrafçıların objektiflerine bol bol konu olan Provans bölgesindeki mor lavanta tarlaları, dünya parfümcülüğünün hala gıpta ettiği coğrafyalardan birisidir muhtemelen. Ya İtalya'nın Toskana'sı. Ay çiçeği tarlaları, ünlü yöresel pizzaları, cittaslow'lara özgü sakin ve huzurlu köyleri, limon ağaçları, yüksek kaliteli şarapları ve Dolce Vita.

İtalya'nın ve Fransa'nın dünyaca ünlü Provans ve Toskana bölgeleri, her yıl milyonlarca turisti kendilerine çekerken, Annick isimli bir kadın da o bölgelere yaptığı seyahatlerden etkilenmişti. Henüz çok genç sayılabilecek yaşta (53) kanserle mücadelesini 1999 yılında kaybetmişti Annick Goutal. Arkasında yirmili yaşlarının başlarındaki kızını ve kendi elleriyle yarattığı niş parfüm evini bırakmıştı. Annick Goutal'ın ölümünden sadece iki yıl önce piyasa sürülmüştü Eau du Sud. Neyse ki bu parfümü görmeye ve onu koklamaya ömrü yetmişti. Bayan Goutal'ın Provans ve Toskana bölgelerine yaptığı seyahatlerden ilhamını almıştı Eau du Sud.

Evet hayat çoğu zaman trajik. Kader, insanları kimi zaman İstanbul'un ortasında ve on beş yaşında gaz fişeği kapsülüyle başından vurularak aramızdan alıyor. Kimi zaman Eskişehir'in ortasında sopalarla dövülerek öldürülen gencecik çocuklarımız için döküyoruz göz yaşlarımızı. Bazen de tam en verimli çağında elli üç yaşında kanserden aramızdan ayrılıyorlar, Annick Goutal gibi. Belki de onlar şu anda bizden çok daha mutlular veya huzurlular. Ya da yaşadığımız şu hayata bakıp, üzülerek izliyorlar bizleri yukarıdan bir yerlerden.

"Güney'in Suyu" anlamına gelen Eau du Sud'un isminin Avrupa kıtasının güneyini kast ettiğini düşünebiliriz. Avrupa'nın güneyi nasıl kokar? Eau du Sud, bize bu sorunun cevabını verir mi bilinmez ama kullanım döneminde çok sevdiğimi söyleyebilirim onu ve tarzını. Kendi sitelerinde turunçgil koku ailesine üye olduğu belirtilmiş Eau du Sud'un. Roma kemerlerinin gölgesi, serin sular ve güneşli günler imgelerinden bahsetmişler onu tanıtırken.


Eau du Sud'un açılışı buruk-eski limon-bergamot ve aromatik otlarla gerçekleşiyor. 1980'li yılların aromatik şiprelerinin başlangıçlarına çok benziyor üst notalar. Ferah, olgun, erkeksi, nostaljik ve rafine. Başlangıcı harika tek kelimeyle. Orta kısma geçildiğinde aromatik otlar ve limon hala oralarda bir yerde. Farklı olarak fesleğen oyuna giriyor. Gayet güzel verilmiş fesleğene nefis meşe yosunu ve neroli eşlik etmeye başlıyor. Orta bölüm bana buruk ve asidik portakal kabuğu kokusunu anımsattı. Başlangıcı gibi hala rafine, eski, ferah ve sofistike. Orta notalar da rahatlıkla sınıfı geçiyor. Son kısımda ilginç bir gelişme yaşanıyor. Paçuli son kısmı domine ediyor. Buradaki kullanımı topraksı değil, aromatik otlar ve turunçgillerle uyumlu ve neredeyse ferah. Paçuliye vetiver de destek veriyor sonlarda. Kapanışı gayet güzel.

Eau du Sud, limon, bergamot, neroli, aromatik otlar, fesleğen, meşe yosunu, vetiver ve paçulinin şişelenmiş en güzel hali, şimdiye kadar denediğim parfümler arasında. Müthiş bir kalite ve doğallık, harika bir canlılık, inanılmaz bir nostalji ve hüzün, anlatılmaz bir burukluk bahşediyor kalbime. İyi de parfümleri burnumuzla mı koklarız yoksa kalbimizle mi? İşte size zor bir soru.

Eau du Sud, başlangıçtaki tozlu-tuzlu limon ve aromatik otlarla size günümüzün ıvır zıvır akuatiklerinin asla veremeyeceği duygu dünyasını sunuyor. Başlangıçtaki tuzluluk, deniz yosunu gibi değil de aromatik otların üzerini örten ince pike gibi. Normalde fesleğen kokusunu çok severim fakat parfümlerde bir türlü hoşuma giden örneğini bulamamıştım. Buradaki fesleğen benim bile sevebileceğim gibi verilmiş. Eski kafa şiprelere öykünme olur da meşe yosunu olmaz mı? Fesleğenle uyumları görülmeye değer meşe yosununun. Sonlarda genellikle ağır ve ağdalı parfümlerin kapanışlarını desteklemek için kullanılan paçuli, ferahlık sınırındaki kullanımı ile takdire şayan.


Acaba Camille Goutal haklı mı? Bir söyleşisinde "parfümlerimizde olabilecek en iyi doğal içerikleri kullanıyoruz" ifşaatı doğru olabilir mi? Çünkü Eau du Sud'un kokusu başından sonuna kadar gayet doğal ve gerçekçi. Yapaylığın rastlanmadığı bu eser, koku formlarının gerçek doğada aynen böyle bulunduğu hissiyatını veriyor çoğu zaman. Yani bir natürmort tabloya bakmıyorum adeta kolumun üzerime sıkılmış gerçek bir limon kokluyorum. E bir parfümden daha ne beklenir ki?

Ne mi beklenir? İnsanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu söyleyen en temel iktisat teorisine göre, hep bir şeyler daha fazla olsun istemez mi insan oğlu? Koku güzelliği, rafinelik ve temsil ettiği tarzın en iyi örneklerinden birisi olması dışında tek eksi yanı performansı. Kullanım sırasında fazla fazla uygulamama rağmen fark edilirliği sınırlı oldu. Kalıcılığı da muhteşem değil ne yazık ki. Tabii onun EDT olduğunu düşünürsek mucize beklemek haksızlık olabilir. Yine de "bir parfüm sıkayım üç metre etraftaki herkesin burnunu felç edeyim" kafasıyla parfüm kullanıyorsanız, Eau du Sud size uygun olmayacaktır. Zaten bu kadar şık, aristokrat ve aklı başında bir parfüme böylesi yakışmazdı.

Kimi yerlerde erkek kullanımına uygun bulunurken, bazı kaynaklar uniseks olarak sınıflandırmış. Bence erkek kullanımına daha yakın. Eğer otuz beş yaşını geçip yolun yarısını devirdiyseniz, Eau Sauvage tarzı parfümleri seviyorsanız ama Dior'un parfümü nasıl kuşa çevirdiğine üzülüyorsanız, işte size muhteşem bir alternatif.

Bu arada Eau du Sud, ünlülerin arasında da epey popülermiş. Ann Margaret, Goldie Hawn, Loni Anderson, Nicole Kidman, Niki Taylor, Prince (Prince ve Eau du Sud!), Steven Spielberg, Tina Turner gibi ünlülerin de kullandığı parfümmüş.


Luca Turin'in kitabında fesleğen kolonyası olarak nitelenmiş ve beş üzerinden üç puan verilmiş. İncelemeyi Tania hanım yapmış, Muhtemelen bay Turin'in puanı daha yüksek olurdu.

Tam bir ilkbahar-yaz parfümü. Soğuk kış mevsimine uyacağını sanmıyorum. Sıcak günlerde ve güneşin teninize değdiği anlarda daha bir güzel ve tuzlu kokuyor. Serin saatlerde ise tuzlu tarafı geri çekilip, neroli-vetiver tarafını gösteriyor. Onun için tavsiyem sıcak günlerde kullanmanız. Yaz için şık bir takım elbise kokusu olarak da kullanılabilir, hafta sonu gidilen golf kulübü için de.  Belli bir olgunluk, yaş, kariyer ve birikim isteyen parfümlerden birisi diyeceğim sonra elitist olacağım, varsın olayım. Yeni nesil ferah parfümlere hiç benzemiyor. Söylemedi demeyiniz ve almadan önce muhakkak deneyiniz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8.5