13 Haziran 2017 Salı

Tom Ford – Rive d’Ambre (2013)

Tom Ford’un özel parfüm serisi Private Blend, giderek daha da genişliyor. Artık takip etmekte zorlandığımız Tom Ford parfümlerinden birçoğu da üretimden kalkıyor. Özel seriden ayrı olarak bir de Atelier d’Orient etiketli parfümler 2013 yılında piyasaya sürüldü. Atelier d’Orient serisi 2013 yılında dört parfümle ortaya çıktı fakat devamı gelmedi gibi görünüyor. Shanghai Lily, Fleur de Chine, Plum Japonais ve Rive d’Ambre’den oluşan bu seriden daha önce Plum Japonais’i kullanmış ve beğenmiştim. Şimdi sıra ikinci Atelier d’Orient parfümünde.

Rive d’Ambre için kendi sitelerinde Asya’da insanlara iyi şans ve servet getirdiğine inanılan tılsımdan esinlenildiğinden bahsedilmiş. Şatafatlı, ilgi uyandıran ve sıcak olarak tanıtılmış Rive d’Ambre. Parfümün açılışı ferah ve canlı turunçgillerle gerçekleşiyor. İlk saniyelerde buruk limon ve parlak portakalın işbirliği yaptığı üst notalar harika. Orta bölümde portakalın ağırlığı devam ediyor. Orta kısımda kompozisyona ferah baharatlar ekleniyor. Zencefile benzettiğim baharatlarla turunçgillerin uyumu gayet başarılı. Son kısımda yumuşacık misk ve turunçgilli odunsularla kapanış yapıyor. Son bölüm parfümün en sıradan yeri.

Rive d’Ambre, herşeyden önce ferah bir turunçgil parfümü. Ana yapıda turunçgil büyük rol oynuyor. İkinci ana öğe ferah baharatlar. Zencefil ve kakuleden bahsedebiliriz orta bölümde. Başlangıçtaki dinamik ve yüksek kalitedeki envai çeşit turunçgile destek veren baharatlar asla keskin ve rahatsız edici değil. Nefis açılışı kadar etkileyici olmasa da fena değil orta bölüm. Zencefil, bu tür turunçgil parfümlerine yakışıyor. Alt notalardan pek bahsetmeye gerek yok.

İsmindeki ambere bakıp da ağır ağdalı ya da ferah amber kokusu beklemeyin çünkü değil. Hatta ambere neredeyse rastlamak mümkün değil. Parfümün genelinde baharatlı turunçgiller ve meyvemsi hissiyat mevcut. Biraz ekşimsi kırmızı eriğe de benzetiyorum Rive d’Ambre’yi. Kimi kullanıcılar gülden bahsetmişler ki olabilir. Buruk turunçgiller portakal-mandalina ikilisine daha yakın. Burnu tırmalamayan baharatlar işini iyi yapıyor. Fakat şunu da söylemem gerekir ki özel seri olmasına rağmen derinliği ve zenginliği olmayan bir parfüm Rive d’Ambre. Zaten bir turunçgil parfümünden harikalar beklemek doğru olmayabilir. Yine de fena seçenek değil.

Ama… Asıl soru şu ki, bu parfüm fiyatını hak ediyor mu? Böylesine basit bir kokunun değeri bu kadar yüksek olmalı mı? Zaten bazı kullanıcılar bu soruyu soruyor ve genel kanı şu ki, fiyatını hak etmiyor. Evet, kötü parfüm değil. Belli bir kalitenin üzerinde. Yine de bu rakam oldukça yüksek. Bu anlamda parfümseverlerin taşıdığı genel kanıya katılıyorum. Oldukça yüksek fiyatına istinaden denemeden almanızı önermem.

EDP formunda ama performansı kötü. Kalıcılığı idare eder ama fark edilirliği zayıf. İlk sıkıldıktan on beş dakika sonra ortadan kayboluyor. Tom Ford’un kimi güçlü ve sağlam parfümlerini aklıma getirdiğimde, Rive d’Ambre rahatlıkla performans anlamında sınıfta kalıyor.

Fotoğraf parfumo.net sitesinden alınmıştır.

Kokusunun tasarımını Olivier Gillotin yapmış. İlkbahar-yaz için uygun. Hem erkekler hem kadınlar, kullanması ve sevmesi kolay bu arkadaşı deneme listelerine alabilirler. Her yaş gurubuna uyabilecek, günlük kıyafetlerle gayet uyumlu olacak Rive d’Ambre, sizleri dört gözle bekliyor.

Koku Güzelliği:10/6

9 Haziran 2017 Cuma

Kinski – Kinski (2011)

“Aguirre, Tanrının Gazabı” filmi sayesinde tanıştım onunla. Sarı uzun saçları, delici bakan renkli gözleri, hırslı ve arzulu kişilere özgü oyunculuk kabiliyetiyle, filmde ondan nefret etmiş hem de izlemeyi bırakamamıştım. Alman sinemasının en önemli yönetmenlerinden Werner Herzog’un bu kült filmi, açgözlü İspanyol kaşiflerin, yeni keşfettikleri Güney Amerika ülkelerini işgal etmelerini tarihi gerçeklerle birlikte anlatıyor.

Her ne kadar önemli bir yönetmene sahip olsa da, filmin yıldızı ve başrol oyuncusu ünlü aktör Klaus Kinski’ydi. Zaten Klaus Kinski’nin, bu filmden sonra şöhrete ulaşıp, dünyaca tanındığı söylenir. Kaprisleri ve öfkesi yüzünden setlerde çoğu zaman problemler çıkaran Klaus Kinski, bazen fazlasıyla abartıp yönetmenle bile kavgaya tutuşurmuş. Yönetmen Herzog ile aktör Kinski’nin Aguirre, Tanrının Gazabı filminin setinde yine bir kavga sonrasında, gitmeye kalkışan Kinski’ye, Herzog’un silah çektiği bile söylenir.

Klaus Kinski’nin sinema tarihinde iz bırakarak 1991 yılında hayatını kaybetmesinin ardından, 2011 yılında hayat sahnesine bu sefer Geza Schoen isimli genç ve başarılı parfümör girer. Klaus Kinski’nin ölümünün yirminci yılı anısına Kinski isimli parfümü piyasaya sürerek ünlü aktörün anısını yaşatmak ister. Niş parfüm dünyasında epey ilgi çeken bu parfümün, sadece geri planındaki hikayesi değil, kokusu da oldukça farklıdır çünkü açıklanan notalarından birisi esrardır.

Kinski’nin açılışı yeşil kuru yapraklar ve tuzlu hayvansılık ile gerçekleşiyor. Tatlı olmayan canlı ve ferah bergamotun destek verdiği ilk dakikalarda ardıç meyvesinin de etkisi hissediliyor. Açılışı enfes. Orta kısımda kompozisyona eklenen parlak ve metalik baharatlar keskin ve tatlı değil. Tuzlu hayvansallık hala algılanabiliyor orta bölümde ki bu katman da müthiş. Son kısım, üst-orta notalar kadar çarpıcı değil. Vetiver, misk ve yumuşak odunsuların kapanışta rol aldığı Kinski’de tütsü ve meşe yosunundan da bahsetmem gerekiyor çünkü bu iki nota gayet başarılı verilmiş.

Standart, sıradan ve risksiz parfümler, standart, sıradan ve risksiz insanlar içindir. Parfümün tasarımını yapan Geza Schoen’in, yaratım aşamasında bu mottuyu dikkate alıp almadığını bilemiyorum fakat gördüğüm kadarıyla sıradışı bir çalışma bizi bekliyor. Genellikle ferah parfümlerde kullanılan tuzlu deniz notalarıyla, ağır ve zor kokulara sahip hayvansı elementleri birleştirmiş. Bunu yaparken dumansılığı, aldehitleri, vetiveri, tütsüyü, kimyon benzeri metalik baharatları ve meşe yosunu araya ekleyivermiş. Asıl bombayı sona saklamış: Esrar.

Bu durumla övünmeli miyim bilemiyorum fakat hayatımda hiç esrar kullanmadım ve kullanılan ortamda bulunmadım. Onun içindir ki Kinski’nin esrar gibi kokup kokmadığı konusunda fikrim yok. Parfümü kullanan oldukça fazla kişi Kinski’yi esrarın dumanlı kokusuna benzetmiş. Zaten Geza Schoen’in de esrar notasını kendi internet sitesine koyması, muhtemelen zihinlerdeki algıyı güçlendirmek için. Sebebi ne olursa olsun Kinski’yi, dumansı baharatlar, ağır olmayan hayvansılık ve başlangıcındaki yeşil tema üzerinden hatırlayacağım.

Meşe yosunu, vetiver ve tütsü… Bu üç öğenin Kinski’nin içinde olduğunu düşünüyorum. Belki yanılıyorumdur veya sadece birisi vardır. Sonuç olarak harika bir eser Kinski. Dumansı parfümlere ilgi duyan birisi olarak Kinski’yi severek kullandım ve saygı duydum. Hem derinliği hem zenginliği hem de kalitesi takdire şayan. Kafama takılan tek konu performansı. Kullanan kişiler fark edilirliğinin yüksek olduğunu belirtmiş. Tenimde ilk on beş dakika dışında vasata yakındı fark edilirliği. Kalıcılığı bir EDT için yeterli.

Kinski, sıcak günlerde tenimde tuzlu, yeşil, ferah yönünü öne çıkarırken, kapalı ve yağmurlu havalarda dumansı, tütsülü vetivere dönüşüverdi. Bu anlamda her mevsimde size farklı yüzünü gösterebilir.

Kinski, birçok niş parfümün aksine EDT formunda. Kimi platformlarda uniseks olarak geçse de erkek kullanımına yakın. İlkbahar-sonbahar için ideal gibi görünüyor. Kasvetli, gizemli tarafının yanında hippilere ve marjinal kişilere uyacak bir parfüm. Otuzlu yaşlarındaki ateş dansçısına, capoeira sanatçısına, underground bar sahibine, Hindu keşişlere, Müslüman mistiklere bile erinmeden uyum sağlayabilir.

Kimilerinin Encre Noire’ye, bazısının Antaeus’a, az sayıda kişinin Terre d’Hermes’e benzettiği Kinski, bence hiçbirisine tam anlamıyla benzemiyor ve şimdiden “modern parfüm klasiklerinden” olmaya aday. Sadece kısım kısım o parfümleri andırıyor olabilir. Muhtemelen Kinski’nin dumansılığı Encre Noire’ye, tuzlu hayvansılığı Antaeus’a ve dinamik turunçgilleri Terre d’Hermes’e benzetiliyor fakat Kinski kendi başına buyruk bir aktör… Tıpkı ilhamını aldığı Klaus Kinski gibi…

Koku Güzelliği:10/8.5

5 Haziran 2017 Pazartesi

Gucci – Made to Measure (2013)

Sipariş üzerine elbise tasarımı, genellikle üst gelir gurubuna mensup kişilerin kullandığı bir seçenek olarak bilinir. Kişiye özel olarak üretilen ve dikilen tekstil, sanayileşmenin bu kadar gelişmediği eski yüzyıllarda çok daha fazla alıcı bulurdu. Şimdiki gibi yüzlerce mağazada binlerce kıyafet seçeneğinin olmadığı dönemlerde aristokrasiye mensup erkekler ve tabii ki kadınlar, özel terzilerine sipariş verir, kendi bedenlerine uygun kıyafetler diktirirlerdi.

Bu köklü gelenek, 21. yüzyılda oldukça azalmış olsa da hala statü sahibi kişilerin tercih ettiği bir yöntem. Büyük markalar, bu durumdan yararlanmak istiyorlar çünkü ortalama bir erkek takım elbisesi mağazada 300 dolara satılırken, özel sipariş takım elbiseye 3.000 dolar ödeyecek müşteriler mevcut. Gucci, diğer büyük rakipleri gibi kişiye özel kıyafet alanına girmiş durumda. Tabii bu tür özel dikilmiş Gucci takım elbisesinin fiyatının ne kadar yüksek olacağını sanırım tahmin edebilirsiniz.

Gucci’nin tekstil alanındaki bu hamlesinin ardından, parfüm işine de el atması şaşırtıcı değil. Gucci’nin 2013 çıkışlı erkek parfümü Made to Measure, markanın özel sipariş erkek giyiminden ilhamını almış. Gucci’nin Made to Measure parfümünü tanıtırken “Gucci’nin sipariş üzerine üretilen giysilerinin kusursuz işçiliği, Made to Measure parfümünde de uygulanmıştır. El yapımı işçilik ve detaylardaki özen, hem Made to Measure parfümünde hem de Gucci’nin kıyafetlerinde aynı felsefe mevcuttur.” mealindeki sözleri zaten yeterince açıklayıcı.

Made to Measure’nin açılışı güçlü turunçgillerle gerçekleşiyor. Ferahlık sınırındaki bergamota ilerleyen saniyelerde lavanta eşlik etmeye başlıyor. Açılışı farklı ve benzersiz olmasa da genele hitap ediyor ve bence fena değil. Orta kısımda lavantalı turunçgillere modern sayılabilecek baharatlar eşlik ediyor. Buradaki baharatlar sıcak ve saldırgan değil. Turunçgillerle uyumlu hale getirilmiş baharatları, bir parça erkeksi meyveler yumuşatıyor. Açıklanan notalarında ardıç ve küçük hindistan cevizi var ki orta kısım bu düzlemde ilerliyor. Kapanışta ortalama odunsu alt notalar etkileyici değil. Biraz misk ve sedir ağacı, sıradan bir sona imza atıyor.

Made to Measure, aromatik otların, turunçgillerin, ferah baharatların bir araya gelmesiyle oluşmuş bence. Ferah dediğime bakmayın, yaz parfümü değil o. Daha baharlık ve ılık havaların kokusu Made to Measure. Gucci’nin yeni nesil erkek parfümlerine oldukça benziyor Made to Measure. Kullanım sürecinde Guilty Pour Homme’ye hatta 2008 çıkışlı Gucci by Gucci Pour Homme’ye yakın buldum. Anladığım kadarıyla Gucci, yeni piyasaya sürdüğü erkek parfümlerinde benzer yoldan ilerliyor. Bu yolu şöyle tanımlayabiliriz: Herkesin sevebileceği aromatik turunçgilli ferah baharatlı yumuşak odunsu parfümler. Tabii burada tribünlere oynamak büyük önem taşıyor ve Gucci de böyle yapıyor.

Diyeceğim şu ki, Gucci’nin şimdilerde üretimi sonlandırılmış harika erkek parfümlerini ve o kaliteyi unutun. Gucci, yepyeni bir konseptle karşımızda. Yukarıda bahsettiğim üç yeni erkek parfümünü çoğu kişi marketlerde satılan ucuz parfümlere ya da traş sonrası kolonyalara benzetiyor ki haklı sayılırlar. Kalite anlamında vasat, yaratıcılığı olmayan, çok satmaya yönelik kokular görüyoruz Gucci koleksiyonunda. Küresel bir marka olarak belki de böyle davranmak zorundalar ama yine de Gucci’nin Envy For Men’ini ve 2003 çıkışlı nefis Gucci Pour Homme’yi ancak hayalimizde canlandırabiliriz. Öylesine kompleks ve derin parfümler gelmeyecek anlaşılan Gucci’den artık.

Sonuç olarak garip şekilde parfüme kötü diyemiyorum. Bir yönüyle size kendisini kabul ettiriyor. Biliyorsunuz ki Made to Measure, vasat bir parfüm ama yeni başlayanlar için önerebileceğim bir arkadaş. Karşı cinsten övgüler alacağınız, genel olarak çoğu kişinin kokunuzu seveceği, risksiz, orta kalitede bir eser.

EDT formundaki Made to Measure’nin kalıcılığı tende az, kumaşta iyi. Fark edilirliği ilk yarım saat gayet iyi. Sonrasında normal seyir izliyor. İlkbahar-sonbahar kullanımı için uygun. Hem takım elbiseyle hem de günlük kıyafetlerle uyumlu olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

1 Haziran 2017 Perşembe

Maitre Parfumeur et Gantier – Eau des Iles (1988)

İsmi “Adaların Suyu” olan bir parfüm sizce nasıl kokmalı? Ada kelimesi bizde nasıl çağrışım yapmalı? Ada’dan anlayacağımız, denizin ortasında tek başına duran ve hiç kimsenin yaşamadığı kara parçası mı olmalı yoksa pırıl pırıl gökyüzüyle, bembeyaz kumlara sahip plajlarıyla, palmiye ağaçlarıyla bezeli tropikal cennet mi olmalı?

Parfüm üreticileri, adayı merkeze aldıkları parfümlerde genellikle son söylediğim örneği hayata geçiriyor. Havanın hiç soğumadığı, okyanustaki egzotik tatil adaları konsepti parfüm markaları için gayet kullanışlı bir öğe. Tabii ada deyince ilk akla gelen deniz ve ona bağlantılı olarak su teması. Kısacası, ada ve deniz merkezli parfümler, genellikle ferah, sucul, taze, serinlik veren kokulardan oluşuyor. Peki bu duruma aykırı örnekler var mı? Neden olmasın?

Jean Laporte’nin ünlü niş parfümevi Maitre Parfumeur et Gantier, parfümseverlerin gözünde her zaman için farklı bir yere sahiptir. 1980’li yılların sonlarında başladıkları parfüm yolculuğu, 2017 itibariyle devam ediyor. İlginç ve egzotik parfümleriyle şöhreti artan marka, 1988 yılında ilk eserlerini vermeye başlamıştı. Maitre Parfumeur et Gantier’in ilk göz ağrılarından olan Eau des Iles, sevilen bir Jean Laporte parfümü. İsmindeki ada ve su göndermelerine rağmen, sıradışı bir eserle karşılaşacağınızı söyleyebilirim.

Eau des Iles’in açılışı garip aromatik otlarla gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında tarhun otu ve mersin var. Bir parça lavantanın eşlik ettiği ferah olmayan eski aromatik otlar enteresan. Orta bölümde hüzünlü ve buruk koku devam ediyor. Orta kısımda aromatik otlar varlığını az da olsa sürdürüyor. Bu bölümde erkeksi çiçekler (artemisya olabilir), tütün benzeri dumansılık ve gerilerde kuru tütsü var. Zengin ve gösterişli orta bölüm hala kafa karıştırıcı. Kapanışta alışıldık olmayan tarzda bir paçuli var. Köksü kokmayan paçuli, tonka fasulyesinden gelen tatlılıkla birleşiyor. Gerçekten de farklı bir karışım Eau des İles.

Parfümü kullanmaya ilk başladığım gün yine o his içime çöktü: “Bu parfümü ya da sadece kokuyu nereden hatırlıyorum.” Düşündüm taşındım ama bulamadım. 1980’li yılların sonlarında üretildiğini düşünürsek, eski-tozlu-nostaljik kokması normal. Acaba 1980’li yılların erkeksi şiprelerine mi benziyor? Neden olmasın. Fakat burada kuru ve turunçgilli bir yapı yok, daha fujervari tatlılık var. Anlatması oldukça zor bir parfüm.

Eau des Iles’te hissettiğim kokular şunlar: Lavanta, aromatik otlar, erkeksi çiçekler, dumansı tütün, kuru tütsü ve hayvansal olmayan deri. Parfüm hiç bir zaman koyu ve karanlık değil. Ferah ve taze de değil. Akdenizli bir hüzün var. İçinizi burkuyor kokusu ama bir taraftan da kalitesi ve zenginliği hayran bırakıyor kendisine. Tabii, piyasaya işi parfümleri ciddiye almayan, eski ve nostaljik baba kokularını seven, derinlemesine parfümlere gönül verenlerin değerini anlayabileceği tematik ve egzotik bir çalışma. Herkesin sevemeyeceği, güvenli sayılamayacak bir eser.

Ada ve su temalarını unutun çünkü Eau des Iles, ferah ve tropikal değil, farklı ve egzotik kokuyor. Çoğu kullanıcı kahve notasından bahsediyor Eau des Iles’te. Açıklanan notalarında da kahve var. Buradaki kahve kullanımı hiç de sandığınız gibi değil. Çikolatamsı ve tatlı olmayan kahve aroması modern parfümlerdeki kullanımlara uzak.

Kendimi zorluyorum ama bir parfüme çok benzetemiyorum. Sanki hafiften Dior’un özel seri üyesi Eau Noire’e benziyor. Paçuli kullanımı da yine Dior’un özel serisinden Patchouli Imperial’i anımsatıyor.

Eau des Iles, erkek parfümü olarak geçiyor kaynaklarda. EDT formunda. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği normal seviyelerde. Sonbahar-kış kullanımına uygun diyebilirim. Otuz hatta otuz beş yaş üzeri erkeklere yakışacağını tahmin ediyorum. Kokusunun tasarımına Jean Laporte imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7