Chanel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Chanel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2015 Cumartesi

Chanel – Cuir de Russie (1927)


Chanel – Cuir de Russie (1927)

Bu hikayeye nereden başlayayım bilemiyorum. Anlatacak çok fazla şey var fakat yazının uzun olmasını istemediğim için özet geçeceğim. Yine de şunu söylemeliyim ki Cuir de Russie parfümünün öyküsü, ismini aldığı Rusya'nın tarihi kadar karmaşık, tutkulu, romantik ve ilginç.

1900'lü yılların başında 1. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle ekonomik ve siyasi olarak büyük çalkantılar yaşıyordu Rusya. 1. Dünya Savaşı’na bütün gücüyle katılan Rusya İmparatorluğu, savaşın sonlarına doğru halk ihtilali yaşadı kendi içinde. Savaşın büyük zararlarından bıkan halk ve Bolşevikler, Çarlık Rusya'sını yıkarak, yerine halk cumhuriyetini kurdular. Rusya'yı uzun süre yöneten Çar ve ailesi, ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Devrimden sonra ülkeden kaçamayan Çar ailesinin fertleri, devrimi yapan Bolşeviklerce yakalanıp, öldürüldüler. Kaçabilenler ise genellikle Avrupa ülkelerine sığındılar. İhtilal zamanlarında, artık orada yaşamasının çok riskli olduğunu anlayan Çar II. Nikolay'un akrabası Grand Duke Dimitri Pavlovich, soluğu Fransa'da aldı. Çarlık Rusyası’nda Dük olan ve soylu-yönetici sınıfına mensup Dimitri Pavlovich, canını kurtarmıştı ama koca Fransa'da yapayalnızdı. İşi ve geliri yoktu. Bir süre, Rusya'dan kaçarken yanında getirdiği altın ve mücevherleri satarak yaşadı. Sonrasında elindekiler tükenmeye başlayınca zor günler onu bekleyecekti. Bu arada belki de hayatının en büyük şansını yakaladı ve bir kadınla tanıştı. Bu kadın, onun hayatına giren en önemli kişi olacaktı.

Gabriel Coco Chanel, 1. Dünya Savaşı öncesinde ilk butiğini açmış ve Paris'te moda alanında ismini duyurmaya başlamıştı. Bayan Chanel'in hareketli ve lüks hayatı, baş döndürücüydü. Fransa ve Avrupa sosyetesinin o zamanki buluşma adresi olan Paris şehri bir yıldız gibi parlıyordu. Coco Chanel, şehrin en güzel restoranlarında dostlarıyla yemekler yiyor, eğlencelere katılıyor ve herkese kendisinden söz ettirmeyi başarıyordu. Ve günlerden birgün, Coco Chanel, ülkesinden kaçıp, Paris'e yerleşmiş Rus soylusu Dimitri Pavlovich ile tanıştı. Kısa süre sonra ilişkileri tutkulu bir aşka dönüştü. İlişkilerini herkesten saklamaya çalıştılar. Fakat Paris'in gece hayatında çabucak kulaktan kulağa yayıldı bu aşk.


Derler ki Coco'nun sevgilileri arasında en çok bağlandığı kişilerdendi Dimitri Pavlovich. Aslında ikisi de birbirine muhtaçtı tam o sıralarda. Dimitri Pavlovich, eski şaşalı ve zengin hayatının özlemini çekerken Coco ile yakınlaşmıştı. Bayan Chanel ise aradığı aşkı bu Rus asilzadesinde bulmayı umuyordu. Hatta Coco Chanel'in ünlü parfümü No.5'i, sevgilisi Dimitri Pavlovich'in kendisini beğenmesi için yaptırttığı ve onunla buluşmalarında bol bol No.5 kullandığı rivayet ediliyor.

Tarih, 1927'yi gösterdiğinde, Coco Chanel, büyük aşkına karşılık bir parfüm sipariş edecekti efsane parfümör Ernest Beaux'a. Tabii tahmin edebileceğiniz gibi bayan Chanel'in Cuir de Russie isimli parfümünün ilham kaynağı Dimitri Pavlovich'ti. Parfümün ismindeki Rus vurgusu, açıkça Dimitri Pavlovich'in Rus kökenli olmasına yönelikti. Belki de Coco Chanel, bu büyük aşkını, Cuir de Russie isimli parfümüyle ölümsüzleştirmek istemişti. Tam da bir kadının yapacağı gibi. O, her ne kadar moda endüstrisinin en önemli yıldızı olsa da hayatının sonuna kadar aşkı aramıştı ve aşkı arzulamıştı.

İşte sevgili dostlar, bugünkü inceleme konum olan Cuir de Russie, köklerini tarihten alan önemli bir parfüm. Aynı Jicky gibi, No.5 gibi L'Heure Bleue gibi Shalimar gibi çok farklı bir yere sahip kokuların dünyasında. Cuir de Russie, 1927 yılında Ernest Beaux tarafından yaratıldıktan sonra, formülünde ufak değişiklikler yapılarak 1980'li yıllara kadar geldi. 1983 yılında, Cuir de Russie'in Jacques Polge tarafından kapsamlı şekilde yeniden formüle edildiği bilgileri mevcut. Sonrasında, 2007 yılında Chanel'in özel parfüm serisi olan "Les Exclusifs" üyesi olarak koleksiyona eklendi.


Kendi sitelerinde sıcak oryantal olarak sınıflandırılmış Cuir de Russie. Parfümü üzerime sıktığımda oldukça tanıdık bir kokuyla karşılaşıyorum. Bu aldehitler, yoksa... Evet kendisinden altı yıl önce piyasaya sürülen No.5'ın başlangıcına oldukça benziyor Cuir de Russie. Neredeyse aynı aldehitler, pudralı beyaz çiçekler ve sabunsuluk. Çiçek olarak sümbül, yasemin ve ylang ylang olabilir. Başlangıcı, kimilerinin yaşlı teyze kokusu diyebileceği eski tarz pudralı çiçekler ile gerçekleşiyor. Çok rafine, pürüzsüz ve dişi. Bu tarz kokuları kendime yakın bulmasam da saygı duyulası açılışı var Cuir de Russie'in. Orta kısımda pudramsı his azalıyor. Kadınsı-sabunsu beyaz çiçeklerin yerini bu sefer müthiş uniseks çiçekler alıyor. İris (süsen) orta notaların yıldızı. Hiç Dior Homme'a aklınız gitmesin çünkü buradaki iris, portakal çiçeği ile harmanlanmış. Ve ortaya nefis, lezzetli çiçeksilik çıkmış. Orta bölümde biraz hayvansallık hissediliyor fakat neyse ki abartılı değil. Sanırım hayvansallık, beyaz misk ile verilmiş. Orta bölümü hafiften kadınsı bulsam da açılışına göre çok daha fazla sevdim. Son kısım belki de en iyi yeri. Lezzetli misk alt notalarda yine önemli rol oynuyor. Biraz yumuşak tütün, odunsu notalar ve hafiften de vanilyanın dokunuşu ile harika bir kapanış yapıyor Cuir de Russie.

Şimdi diyeceksiniz ki "Parfüm Merakı, parfümün adı Cuir (deri), sen bir kere deri demedin." Çok haklısınız. Parfümle ilgili yorumları okuduğunuzda çoğu kişinin deriden bahsettiğini görürsünüz. Deriden bahsetmedim çünkü bence Cuir de Russie, deri üzerine değil, çiçekler üzerine kurgulanmış. Tabii parfümün 88 yaşında olduğunu düşünürsek, belki ilk formülasyonu deri bakımından daha güçlüydü. Fakat benim denediğim son formülasyon Cuir de Russie, aldehit destekli beyaz çiçeklerin etkisinde. Deri ise çiçeklerle ustaca harmanlanmış olarak sunuluyor bizlere. Yani Cuir de Russie'i deneyip, safkan bir deri ceket kokusu beklemeyin. Daha ziyade kadın tarafına kayan beyaz çiçeklerin egemenliğinde olduğunu söyleyebilirim.

Cuir de Russie, zaman zaman kontrollü hayvansı yanını gösteren zaman zaman miskli-odunsu gibi davranan zaman zaman ferah sayılabilecek portakal çiçeği-iris-yasemin-sümbülteber ekseninde dolaşan, çiçeksi deri parfümü. Çoğu yerde kadın parfümü olarak geçmesi gayet normal. O, hissedilir oranda kadınsı kokuyor. Erkek kullanımı için biraz zorlamak gerekebilir. Cuir de Russie için yorum yazmış bir parfümseverin onu "No.5'in erkeksi haline" benzetmesi gayet yerinde. Bende de iki parfümün ciddi anlamda birbirini andırdığı izlenimi oluştu. Acaba No.5'i seven fakat fazla kadınsı bulan erkekler, Cuir de Russie'i kullanabilirler mi? Neden olmasın.


Şahane kullanılmış portakal çiçeği olabileceğin en iyisi. Hem ferah hem rafine hem de müthiş gerçekçi. Orta kısımdaki iris ile portakal çiçeğinin işbirliği anlatılmaz, yaşanır. Başlangıçtaki sabunsu beyaz çiçek cümbüşünden kurtulan orta notalar, parfümün tamamı gibi yüksek kaliteli. Yapaylığın hissedilmediği parfüm, eski Chanel klasiklerinden bir esinti olarak burnunuzu okşuyor. Evet benim kullanabileceğim yapıda değil fakat bu tarz kokuları seviyorsanız, hayatınızın aşkıyla tanışabilirsiniz.

Benim kullandığım güncel EDT versiyonuydu. Şu an hala Les Exclusifs serisine ait. Onun içindir çok az yerde bulunabilen, niş parfümlerle fiyat ve kalite anlamında başa çıkabilecek, Carnal Flower ve Fracas'a meydan okuyabilecek, Apom'a yaklaşabilecek az sayıdaki parfümden birisi Cuir de Russie. Sevgili kadınlar, ona dikkat edin.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin'in kitabında lüks deri olarak sınıflandırılan Cuir de Russie, beş üzerinden beş puan alarak, en iyi parfümler listesine girmiş.


EDT olmasına rağmen kalıcılığı çok iyi. Ertesi gün bile hem kıyafette hem de tende hissediliyor. Farkedilirliği çok yüksek değil. Yaş olarak ise en az otuz ve üzerindeki kadınları hedeflediği sır değil. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

17 Mart 2014 Pazartesi

Chanel – Coromandel (2007)


Chanel – Coromandel (2007)

Çin kültürü muhtemelen insanlığın en eski, zengin ve ilginç kültürlerinden birisi. Binlerce yıllık bu kadim uygarlık, eski gücüne ulaşmaya çalışıyor yavaş yavaş. Ekonomi kanallarında çalışan iyi eğitimli yakışıklı/güzel iktisatçıların ağız birliği etmişcesine söylediği söz doğru sanki: "Uyuyan dev Çin."

Çin ne zaman uyanır ve eski hakim günlerine döner bilemiyorum ama Çin kültürünün Batı dünyasında hala tam olarak keşfedilemediği çok açık. Gerek konut mimarileri, gerek ilginç dinleri ve tapınakları, gerek hepsi birbirine benzeyen insanlarıyla Çin, yüzyıllardır ortalama Batılının gözünde hep bilinmez ve mistiktir.

Bizim şu an Çin’e karşı hissettiğimiz duyguları muhtemelen yaklaşık yüzyıl önce Fransız bir kadın da yaşıyordu. Chanel markasının kurucusu Gabriel Chanel, bir gün Çin'de üretilmiş ve genellikle arkasında kıyafetlerin değiştirildiği, üzerinde rengarenk figürlerin olduğu paravanlardan görmüştü. Ve görmesiyle hayran kalması bir olmuştu.

Genellikle Çin ve Japon evlerinde kullanılan ve mekanları ayrıma işlevini yerine getiren lake cilalı paravanlar, bütün dünyaya Çin'den giderdi. Ev mobilyası olarak da düşünebileceğimiz bu işlemeli taşınabilir paravanların katlanabilen modelleri de mevcuttu. İşte Coco Chanel, bu paravanları çok sevmişti. Hatta bu paravanlardan koleksiyon yapacak kadar bağlanmıştı onlara. "İyi de bunları bize niye anlatıyorsun Parfüm Merakı" diyorsanız kısmen de olsa haklısınız. Fakat bugünkü inceleyeceğim parfüm adını bu Çin paravanlarından alıyor.


Aslında Coromandel, Hint yarımadasının güneydoğu kıyılarına uzanan denizlerine verilen isim. Çin paravanlarının Avrupa’ya getirilmesi, Hindistan’ın Coromandel sahillerinden yapıldığı için Avrupalılar ona Coromandel paravanları adını vermiş.

17. yüzyılda Avrupa'da popüler olmaya başlayan Coromandel tekniğine sahip Çin paravanları, ilk olarak 12 bölümden oluşurken, daha sonraları 4-6-8 ve 10 bölümlü olarak üretilmeye başlanmış. Konumuz olan Coromandel parfümü de Gabriel Chanel'in bu büyük tutkusundan ismini almış.

Coromodel, Chanel'in sadece butiklerinde satılan "Les Exclusifs" serisine ait. Çok yüksek fiyatlara satılan bu özel seri parfümleri her yerde bulmanız mümkün değil. Niş parfümlerle kıyaslanan Les Exclusifs serisinde son yıllarda önemli artış oldu ve toplamda 15'i geçmiş durumda. Coromandel, serinin en sevilen ve en çok konuşulan parfümlerinden. Uzun zamandır merak ettiğim arkadaşla sonunda tanışmış bulunmaktayım. Onu, size takdim etmekten mutluluk duyarım.


Kendi sitelerinde odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Coromandel. Parfümü üzerime ilk sıktığımda tozlu/eski kokan çikolatamsı baharatlı paçuli ve ona kuru turunçgiller/aromatik otlar eşlik ediyor. Üst notalarda tatlımsı karanlık paçuli daha baskın. Başlangıcı çok güzel Coromandel'in. Orta kısma geçildiğinde biraz sorun hissediyorum. Burada gariplik var sanki. Plastiğimsi tütsü ve benzoin mi bu koku? Emin değilim. Özellikle tende çok daha net hissediliyor orta kısımdaki garip uyumsuzluk. Alt notalara geçeyim. Sonlarda parfüm yine kendisine geliyor. Tatlılık biraz artıyor. Ortaya kremsi ve vanilyalı paçuli çıkıyor. Beyaz çikolata bile hissediyorum. Karanlık alt notalar hafiften Angel'a benziyor. Kapanışına bayıldım Coromandel'in. Koklamaya doyamıyorum sonlarını. Müthiş.

Coromandel, görüleceği üzere paçuliyi merkeze almış. Başlarda kuru/eski/tozlu paçuli, sonlarda yerini tatlımsı, kremsi, çikolatamsı paçuliye bırakıyor. Orta bölüm ise sanki tütsü/amber/sandal ağacı etkisinde. Başlangıcı harika, orta kısmı hayal kırıklığı, sonları şahane. Ne garip ama değil mi?

Acaba neden böyle. Şimdi Coromandel'i sadece tenime değil, kıyafetimde de kullandım. Ten üzerinde etkisi daha zayıf oldu. Özellikle orta kısımdaki uyumsuzluk dikkatimi çekti. Ve tenimde alt notalarına bayıldım. Kıyafet üzerindeyse orta bölümdeki sorunu yaşamadım. Kumaşta daha tek düze kalıyor. Tende kremsi, yumuşak ve konfor kokusuyken, kıyafette karanlık, etkileyici ve tozlu koktuğunu fark ettim. İkisi arasında seçim yapacak olursam kıyafet üzerindeki halini çok daha fazla sevdim Coromandel'in. Bilmem katılır mısınız?


Coromandel, başlangıcıyla küçük bir yumruk atıyor burnunuza. İlk denediğimde üst notalarda kuru paçuli hissederken, başka denememde hayvansal misk algılıyorum. Acaba zihnim benimle oyun mu oynuyor? Neden olmasın?

Coromandel, özetle tatlı kremsi paçuli, vanilya, tütsü, çikolata ve baharatlardan oluşuyor. Hazır ismi geçmişken çikolatadan da bahsetmem gerek. Sonları şaşırtıcı derecede Angel'a benzeyen Coromandel, ciddi oranda sütlü çikolata efektine sahip. Lezzetli çikolata ile paçulinin birlikteliği harika olmuş. Zaman zaman karanlık, derin, nostaljik, dumansı ve baharatlı kokan Coromandel zaman zaman lezzetli kahve/kakao/çikolata/vanilya tarafını öne çıkarıyor. Bu anlamda karşımızda çok yönlü, kompleks ve şaşırtıcı bir parfüm var. Hatta bazen tozlu gül bile geliyor arkalardan bir yerlerden. Yoksa Noir de Noir izleri mi?

Tabii ki Coromandel çok güzel bir parfüm. Ten üzerinde orta bölümdeki kısmı saymazsam göz kamaştırıcı ve etkileyici. Niş parfümlere yaklaşan kalitesiyle saygıyı hak ediyor. Eğer Angel ve Bornoe 1834'ü seviyorsanız büyük ihtimalle Coromandel'i de seversiniz. Fakat çok yüksek fiyat etiketine istinaden denemeden almanızı tavsiye etmem. Hatta Angel, üçte bir fiyatına size benzer duyguları yaşatabilir.

EDT olarak satılan Coromandel'in kalıcılığı çok iyi. Kıyafet üzerinde günlerce kalıyor. Fark edilirliği de hiç yabana atılacak gibi değil. Bu anlamda başarılı. Kadın parfümü olarak piyasaya sürüldüyse de erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir soğuk kış günü kokusu. Ilık havalarda denemenizi tavsiye etmem. Havanın soğuk olduğu 2-3 günlük dönemde kullandığım Coromandel'in, kıyafetim üzerinden, sokakta yürürken burnuma gelen kokusunu ve aldığım hazzı tarif etmem zor. Size de böyle yapmanızı tavsiye ederim. Çok soğuk bir günde dışarı çıkıp biraz hava almak istediğinizde montunuza 1-2 defa uygulayın ve ondan sonrasını Coromandel'e bırakın.


Parfümün tasarımını Jacques Polge ve Christopher Sheldrake birlikte yapmışlar. Luca Turin, kitabında Coromandel'i pudralı paçuli olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört vererek "harika" olduğunu yazmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran ww.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

21 Ocak 2014 Salı

Chanel – No.5 (1921)


Chanel – No.5 (1921)

Bu öylesine bir hikaye ki, sayfalarca da yazılsa muhakkak eksik yanları kalacaktır. Hatta biraz mutluluğun resmini çizmek gibi. Bitmeyen bir aşkın, bağlılığın, tutkunun, muhafazakarlığın, dişiliğin, estetiğin, sanat eserinin, zamanın ötesini tasarlamanın hikayesi aslında. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan bir köprü olarak düşünülebilir No.5. Onu nasıl anlatmaya başlasam ki…

Her şey, zeki bir Fransız iş kadınının, Parisli elit sosyal tabakaya mensup kadınlar için devrimci bir koku tasarlamaya karar vermesiyle başladı. Gabriel Chanel isimli bu genç kadın, henüz yirmili yaşlarının başında Fransız moda çevrelerinin fenomeni olmuştu. Matmazel Chanel, 1909 yılında tekstil milyoneri Etienne Balsan'ın metresi olmuş ve bunun sonucunda Balsan'ın apartmanının altında butiğinin ilk adımlarını atmıştı.

1920'li yılların başında, Paris'te iki başarılı butiğe sahipti. İşleri yolunda gidiyordu. Tasarımları adeta kapışılıyordu sosyete tarafından. Fransa'nın güneyinde bir villa satın almış ve dönemin zenginlik sembolü mavi Rolls Royce’u ile gezintilere çıkıyordu. Moda dünyası adeta onun etrafında pervaneydi. Herkesin imrenerek hatta kıskanarak izlediği hayatında bir eksiklik olduğunu düşünüyordu. Galiba ne istediğini sonunda anlamıştı. Matmazel Chanel, 1920'li yılların modern kadınını özetleyecek ve onu tarif edebilecek bir koku yaratmak istiyordu.


Böylece efsane parfümör Ernest Beaux ile irtibata geçti. Beaux, Rusya Kraliyet Ailesi’nin özel parfümcüsüydü. Matmazel Chanel için hemen çalışmalarına başlayan Beaux, bir kaç ay sonra on farklı koku numunesini Chanel’in beğenesine sundu. Bu örneklerin isimleri şöyleydi: 1,2,3,4,5,20,21,22,23,24. Chanel bu on numune arasından beş numaralı olanı seçti. Bu seçim, parfüm dünyasında yeni bir çağın başlamasını sağlayacaktı.

Kaderin bir oyunu mu bilinmez ama çok ilginç bir şey olmuştu. 5 numaralı numunenin aslında hata sonucu oluştuğu kulaktan kulağa yayıldı. Parfümör Beaux'un asistanı, parfümün yapımı aşamasında labaratuvarda çalışırken, 5 numaralı numunede yanlışlıkla fazla miktarda aldehit kullanmıştı. Doğada bulunmayan ve sentetik olarak üretilen aldehit isimli kimyasalın bir parfümün içine ilk defa bu kadar çok oranda konulmasına şahit olunuyordu.  Zaten No.5’ı bu kadar eşsiz ve devrimci yapanda içeriğindeki yüksek orandaki aldehit sentetiğiydi. Bayan Chanel, küçük bir kaza sonucu son halini alan bu kokuya mest olmuştu.

Yasemin, gül, sandal ağacı ve vanilyanın başrolündeki bu parfüm, ilk çıktığı zaman, Matmazel Chanel'in ustaca pazarlama taktikleriyle büyük başarı yakaladı. Bu önemli başarıyı kutlamak için, Chanel, Ernest Beaux ve arkadaşlarını popüler bir restorana davet etti. Yemekten sonra masadaki kadınlara yeni parfümünü koklattı.

No.5 isimli parfümü deneyen her kadın adeta kendinden geçmişti ve bu kokunun ne olduğunu sordu. Matmazel Chanel, yeni parfümünün onayını almıştı adeta. Üstelik hemcinslerinden. Ve parfümü için şöyle söyleyecekti:


"Kalabalık bir ortamda No.5'ın kokusunu alan birisinin ilk yaptığı şey yürüdüğü yolda durmak olur. O anda, karşı taraf, daha önce hiç rastlamadığı bir kokuyla karşılaşmıştır. Bu durum, parfüm tarihinde bir devrimdir." Bu kokunun Gabriel Chanel'in manastırda geçen çocukluk anıları ve şöhret kazandıktan sonraki lüks hayatı arasında denge oluşturduğu söylenebilirdi.

2014 yılına gelindiğindeyse, aradan geçen 93 yılın ardından No.5, hala dünyanın en çok satan, en başarılı ve en ikonik parfümü olarak karşımızda sapasağlam duruyor. Bizimse yapmamız gereken tek şey saygı duymak ve onun kadınlarla arasında kurduğu özel bağı anlamaya çalışmak. Bir erkek ne kadar başarabilirse...

Daha anlatacak çok şey olsa da artık parfüme geçmem gerekiyor. Çünkü bu parfümü bir çok koku sever yazmamı istiyordu. Kısmet bu güneymiş diyeyim ve detaylara inelim. Kendi sitelerinde çiçeksi-aldehit olarak sınıflandırılmış.

Üzerime ilk sıktığımda keskin ve yoğun pudra bulutu karşıma çıkıyor. Üst notalardaki bu sabunsu çiçekler, aldehitlerin marifeti. Çok kadınsı, çok eski ve çok tanıdık. Başlangıcını kendime yakın bulduğumu söyleyemem. Orta kısımda pudra oranı hissedilir oranda düşüyor. Onun yerini çiçek demeti alıyor. Çiçeklerden yasemin, ylan ylang, sümbülteber ve gül algılıyorum. Bildiğimiz baskın kadın parfümü formu devam ediyor. Geçeyim son kısma. Neyseki burada kadınsı bulut dağılıyor. Ortaya eski zamanların erkek parfümlerindeki hayvansal vanilya, meşe yosunu ve amber çıkıyor. Alt notaları harika diyebilirim No.5'ın. Böylece de tenden ayrılıyor.


Dünyanın en meşhur parfümünü uzun uzun anlatmaya pek niyetim yoktu ama sözcükler zihnimi fazlasıyla doldurmuş durumda. Ana hatlarıyla bahsetmeye çalışacağım. No.5'ın safkan kadın kokusu olduğu çok açık. Benim gibi bu tür ayrımları sevmeyen birisi için bile fazlasıyla dişil yapısı var. Onu erkeklerin üzerinde pek hayal edemiyorum. Kullanan erkek varsa da her zaman ki gibi saygı duymaktan başka seçeneğimiz yok.

No.5, başından sonuna kadar çiçeklerin hakimiyetinde. Pudralı/makyaj malzemesi kıvamındaki aldehitler, üst notaları adeta domine ediyor. Başka hiç bir şeye izin vermiyor. Daha ilk saniyelerde "Ben kadın parfümüyüm ve tarzım da bu. İşine gelirse" der gibi. Kartlarını tamamen açık oynuyor. Burnumuzun derinliklerine kadar kokusu işliyor. Onu unutmak pek mümkün değil anlaşılacağı üzere.

Orta kısımda sakinleşen ve dengeye oturan aldehitler, pudramsı efekti de azaltıyor ve diğer çiçeklerin önünü açıyor. Buradaki kokuyu biraz Carnal Flower ve Fracas'a benzettim. Oradaki sabunsu pürüzsüz çiçeksilik aynen burada da mevcut. Ayrıca ciddi anlamda da temizlik hissi veriyor genel olarak. Son kısımsa en şaşırdığım yeri oldu. Müthiş bir hayvansal vanilya amber ve meşe yosunu, dejavu yaşamama sebep oldu. Derby ve New York'taki hissi veren alt notalar rahatlıkla erkekler tarafından kullanılabilir.
     

No.5'ın nasıl bir parfüm olduğunu düşünürken çoğu zaman neden ve hangi dönemde tasarlandığı göz ardı ediliyor. Karşımızda 1921 yılında oluşturulmuş bir kompozisyon var. Yani yaşayan, ulaşılabilir, dokunulabilir ve koklanabilir bir tarih. Sadece bize bir mağaza uzaklığında. Ne büyük şans!

Bu parfüm beni 1920'li yılların Paris'ine götürüyor. Birinci Dünya Savaşı gibi büyük bir travmayı atlatmış Avrupa kıtasının, ilk büyük endüstriyel ürün/markalarından birisi olduğu söylenebilir No.5'ın. Gabriel Chanel'in dönemin ruhunu yansıtan kabarık elbesesi ile bir gece kulübünde olduğunu hayal ediyorum. Elinden hiç düşürmediği sigarası, şuh kahkahası, erkekleri etkileyici bakışlarıyla baştan çıkaran ve bu yaptığından gizlice zevk alan bir kadın. Paris'in en önemli tasarımcılarından birisi olmanın özgüveniyle oturduğu masasında arkadaşlarıyla eğlenirken, gözü şarkıcı kadının elbisesine takılıyor. "Ne kadar da zevksiz bir kıyafet" diye içinden geçiriyor. Şehrin en kalabalık kulübünde etrafta bir çok güzel kadın, salına salına dolaşıyorlar. Her birinin üzerinden ve saçlarından yayılan pudra kokusu baş döndürücü. İşte No.5 böyle bir ortam için ve böyle bir kulüp de kullanmak için özellikle tasarlanmış gibi.

Onun kokusunu çoğu kişinin "yaşlı ve süslü kadınlara" benzetmesi çok anlaşılabilir ve kabul edilebilir. Evet o, nostaljik ve tarihi kokuyor. Günümüzün parfüm trendlerine çok uzak. Fakat 1921 yılında tasarlanmış bir kokunun, 2014 yılının beğenisini yansıtmasını beklemenin anlamsız olduğu aşikar. No.5'i kendi dönemi içinde değerlendirmek ve o zamanın şartlarını düşünmek gerekiyor. Fakat bu durum onun neden hala dünyanın en çok satılan parfümü olduğunu açıklamaya yetmiyor. Dünya üzerinde her otuz saniyede bir No.5'ın satıldığı gibi ufak bilgi vereyim sizlere. Siz bu yazıyı okurken dünyanın farklı yerlerinde bir çok No.5 satıldı yada satılıyor.


Bu parfümü kullanan ünlüler kimler diye baktığımızda kuşkusuz Marilyn Monroe karşımıza ilk çıkan isim olur. Hatta onun meşhur sözünü bir kere daha tekrarlayalım. Monreo’un bir konuşma kaydında "Gece yatarken üzerinizde ne olur" gibi manalı bir soruya "Tabiki No.5. Doğru söylüyorum. O gerçek" cevabını verdiği rivayet edilir ki muhtemelen doğrudur. Gerçi bu söze şaşırmamak lazım çünkü No.5'in pazarlama kampanyalarında da rol almıştır Marilyn Monroe. Kadınların çok sevdiği aktör Brad Pitt bile No.5'ın reklam afişlerini süsledi. Kadın parfümünün tanıtım afişinde erkeğin ne işi var sorusunu duyar gibiyim. Burada Chanel markası, artık No.5'ın kadın-erkek gibi kavramların bile üzerinde bir kategoriye yükseldiğini vurgulamak istiyor büyük ihtimalle.

No.5'ı kullanan diğer ünlüler şöyleymiş: Catherine Deneuve, Eva Mendes, Jessica Alba, Kate Moss, Nicole Kidman ve Victoria Beckham. Parfümün benim tespit ettiğim dört farklı formülasyonu var. Parfum, EDP, EDT ve EDC. Benim denediğim EDP idi. Dünya parfüm tarihini değiştiren bu klasik benim için kullanması ve sevmesi zor bir yapıda. Onun içindir ki mutlaka deneyin ve bu tarihi koklayın. Fakat almadan önce defalarca test edin ki pişman olmayın.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında, No.5 pudralı çiçek olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş yıldız verilerek en iyi parfümler listesine alınmış. Doğru dozajlama ile dört mevsimde de kullanılabilir. Yaşı kırk ve üzerindeki kadınlara tavsiye edebilirim.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

19 Kasım 2013 Salı

Chanel – Sycomore (2008)


Chanel – Sycomore (2008)

"Aynı şişeler, saf formlar, lüks sadelik ve Chanel'in dahiliğinin yansımaları."

Yukarıdaki tanım Chanel'in kendi sitesinde karşımıza çıkıyor. Bu anlatımın Chanel marka bir döpiyes için olmadığı aşikar. Yada kapitone çantayı işaret etmediğini söyleyebiliriz. E malumunuz, parfüm sitesi olmamız vesilesiyle, bahsedilen "dahiliğin" kokular evrenine ait olduğunu varsayıyoruz. Fakat biraz iddialı değil mi bu kelamlar.

Lakin devir sert rekabet ve neo-liberalizm devri azizim. İddialı olmak ve görünmek zorundasın. Zayıfsan ezilirsin, yavaşlarsan düşersin, arkana bakarsan takılırsın. Ve tabiki büyük balık küçük balığı yutar. Ne kadar hoş ve naif hayatsal-ekonomik-sosyal mesajlar değil mi? İş arkadaşını terfi edebilmek için satmak, müdürünün arkasından işler çevirmek, patrona hoş görünmek için farklı tarzda artistik taklalar atmak. Gözünü sevdiğimin serbest piyasası. Sen nelere kadirsin.

Bana kalsa konuyu dağıtmaya dünden razıyım. Neyseki yeni bir paragrafa başlıyorum ve her paragraf yeni bir başlangıçtır gibi popüler yazar cümleleri kurmak istemiyorum. Sakın ha pazarlama gurusu/yazar Elif Şafak'a gönderme yaptığım düşünülmesin. İçine Selehattin Duman kaçmış rolü yapmıyorum ama malum parfüm incelemesi yazmak çok önemli ve ciddi bir iş. Karizmayı çizdirmemek, herkesle fazla muhatap olmamak, Olimpos dağında oturan Zeus gibi olanı biteni izleyip, arada bir kükremek en iyisi belki de. Umarım ironiyi anlayan nesle denk gelmişimdir. O zaman, Beşiktaş Kaymakamlığına dilekçe verir gibi her zamanki ciddiyetimle özüme döneyim.

Sycomore, 1930 yılında Chanel'in piyasaya çıkardığı bir parfüm aslen. Gabriel Chanel'in, dönemin ünlü parfümörü Ernest Beaux'a tasarlattığı Sycomore'un üretimi kısa süre sonra bitirildi. No.5 gibi kült bir klasiğe imza atan Ernest Beaux'un, Sycomore için aynı başarıyı yakalaması şüphesiz mümkün değildi. Chanel'in unutulmaya yüz tutmuş eserlerinden olan Sycomore'un kaderi 2008 yılında değişecekti. Çünkü marka aldığı stratejik bir kararla Sycomore'u yeniden piyasaya sunmaya karar vermişti.


Bu duruma ister renovasyon deyin ister reformülasyon deyin ister reform deyin ister yeni bir sayfa açılmış deyin. Chanel'in baş parfümörü Jacques Polge, Sycomore'u günümüzün moda ve parfüm dünyasının içine çekip çıkartmış. Tabiki günümüzün şartlarına göre yeniden yorumlayarak. 1930 yılındaki ilk versiyondan epey farklı olduğunu söyleyenlere inanmamak için bir sebebim yok.

Sycomore, Chanel'in özel serisine ait parfümlerinden (Les Exclusifs) birisi. Yani markanın niş parfümlerle rekabet eden, çok yüksek fiyat etiketine sahip olan ve her yerde satılmayan kokularının toplandığı seri. Şimdiye kadar 16 adet Les Exclusifs parfümü piyasaya sürdü Chanel. İlerleyen yıllarda bu rakamın artacağını öngörmek zor değil. Sycomore, Coromandel ile birlikte Les Exclusifs'lerin en popüler olanı. İsmi sık sık parfüm platformalarında karşıma çıkıyor. Parfüm Merakı'nında böylesi bir arkadaşa kayıtsız kalması düşünülemezdi. O zaman buyrunuz geçelim detaylara.

Fragrantica'da odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Derin, köklü bir parfüm. 1930 yılında Bayan Chanel, odunsu bir parfümün hayalini kuruyordu. Sonuç Sycomore'du: Kuru, asil ve güçlü. Jacques Polge tarafından oluşturulan bu kompozisyon, Gabriel Chanel'in mükemmel çiziminin, ustaca şıklığa dokunmasıydı: Bu lüks vetiver, baharatlarla zekice çarpıp, büyüleyici aristokratik sadeliğiyle, ardında uzun, sıcak bir esinti bırakır."

Parfümü üzerime ilk sıktığımda keskin bir vetiver ile karşılaşıyorum. Doğal, ferah vetivere biraz da limon eşlik ediyor. Çok şık, gerçekçi ve yüksek kaliteli. Başlangıcı nefis Sycomore'un. İlerleyen dakikalarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Ferah vetivere yeşil notalar ekleniyor. Biraz çimensilik hissediyorum. Evet orta kısımdaki en büyük değişiklik sadece yeşilliklerin eklenmesi. Bu kısma hayran kaldığımı söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Neredeyse başlangıçtaki koku değişmiyor. Hala ferah ve yeşil vetiver baş rolde. Alt notalarda farklı olarak odunsuluk artıyor. Muhtemelen tütsü ve servi ağacının payı var bu değişimde. İlgimi çeken şeyse kokusunun dumanlı/sisli/puslu hale gelmesi. Evet müthiş bir dumansılık gerçektende.  Zaman zaman yanmış tütsüleri yada ormanda gezindiğimi düşündürdütüyor. Çok güzel olmuş sonları. Böylece de tenden ayrılıyor.


Sycomore'u, rafine bir vetiver parfümü olarak görüyorum. Kokusundaki tek değişmeyen vetiver. Diğer kokular bazen geri plana çekiliyor. Hatta tamamen kayboluyor. Fakat ıslak/nemli hissi veren ferah vetiver hep orada ve emrinize amade. Yazılarımı okuyanlar bilirler ki vetiverle aram hiç bir zaman iyi olmadı. Bir türlü ısınamadık birbirimize. Fakat buraki vetiver kullanımına şapka çıkartmaktan başka seçeneğim yok. Hatta Jacques Polge'dan beklemeyeceğim kadar rafine ve şık bir kokuyla karşı karşıyayım.

Neden Sycomore'u sevdiğimi kendime soruyorum. Tabiki fazla derinlere değil. Biraz daha yüzeye. İlk sevme sebebimin pürüzsüz ve yapaylık barındırmayan yapısı olduğunu söyleyebilirim. Bir su damlası kadar duru, masum ve berrak. Aynı zamanda güçlü, karakterli ve resmi. Yani bu parfümü çok şık bir takım elbiseyle kullanabilirsiniz. Hatta hafta sonu çıkılan piknikte de tuhaf kaçmayacaktır. İşi abartarak kriket oynayan bir Hintli de kullansa yadırgamam, Tiger Woods onsuz vuruş yapmasa da şaşırmam.

Sycomore hem şık ve resmi hem de ferah ve günlük kullanıma uygun. Başlangıçtaki limon ve orta kısımdaki çimensi yeşillik onu sıcak yaz günleri için uygun hale getirirken, son kısımdaki belirgin odunsuluk, tütsümsü dumansılık da onu soğuk kış günleri için kullanmaya elverişli hale getiriyor. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi bolca tatlılık barındırmıyor kokusunda. İyi ki böyle yapılmış. Dikkat çekici şekilde erkeksi koktuğunu söylememde fayda var.

Orta kısmındaki çimensi yeşillik dışında diyebilirim ki denediğim en iyi vetiver parfümü. Eğer çok yüksek fiyatını göze alabiliyorsanız ve vetiver kokusunun en iyi örneklerinden birisini arıyorsanız sizi kapıdan içeriye alalım. Lütfen, buyrun, girin, çekinmeyin...


Aklımdaki bazı konulardan bahsedeyim lafı uzatmadan. İlk olarak Sycomore, Lalique'in sevilen parfümü Encre Noire'e benzetiliyor. Neredeyse ikiz kardeş bile deniyor. Bence de iki parfüm benziyor ama birebir denebilecek kadar değil. Encre Noir'daki o tuhaf mürekkebimsi-küflü odunsu kokuyu rahatsız edici bulmuştum. Sycomore'da o anlamda bir rahatsızlık hissetmedim. Encre Noir daha karanlık bir kokuya sahipken, Sycomore, çok daha ferah, canlı ve parlak. Encre Noir biraz depresif kokarken, Sycomore daha mutlu ve pozitif kokmayı başarıyor.

İkinci durumsa kokusunun dumansı tarafı. Şimdiye kadar karşıma çıkan en başarılı dumansılık Sycomore'da var. L'Anarchiste'deki dumansılık biraz rahatsız ediciydi. Comme des Garcons 2 Man'deki dumansılık bu kadar rafine değildi. Ama burada oldukça başarıyla vurgulanmış.

Evet herkes Encre Noire benzetmiş onu. Fakat bence biraz Terre d'Hermes ve üretimi bitirilen Gucci Pour Homme'u da andırıyor. Azıcık da Comme des Garcons 2 Man. Sanki hepsinin ferah bir kombinasyonu gibi Sycomore.

Geleyim eleştiri kısmına. Genel olarak çok güzel bir parfüm. Dikkatimi çeken yanı tekdüzeliği oldu. Başlangıcından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Düz çizgide ilerliyor. Bu durum, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı hale getirebilir kokusunu. Benden söylemesi. Bu kadar yüksek fiyatlara satılan bir parfümün de daha kompleks ve sürprizlere gebe olması gerekmez mi diye sorabilirsiniz. O zaman size bu sorunun cevabının Jacques Polge'da olduğunu söyler ve aradan çekilirim.

Sycomore'un en şaşırdığım yanı ise kadın parfümü olarak sunulması. Bazı kaynaklarda unisek olarak geçse de sanırım kadın parfümü olarak çıkarıldı. Fakat gördüğüm kadarıyla oldukça erkeksi bir kokuya sahip. Bu parfümün kadınlara uyacağını pek sanmıyorum.


EDT konsantrasyonuna sahip Sycomore'un kalıcılığı ten üzerinde gayet iyi. Başlangıcı oldukça keskin. Sonrasında normal seyrine dönüyor. Dört mevsimde de kullanmak sorun olmayacaktır. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere uyacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Sonları çok güzel.
+ Yüksek kaliteli ve şık kokusu memnun edici.
+ Vetiver kokusu sevenlerin mutlaka denemesi gereken eserlerden birisi.

Eksileri:
- Fazlasıyla düz çizgide ilerliyor kokusu.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8

9 Ekim 2013 Çarşamba

Chanel – Platinum Egoiste (1994)


Chanel – Platinum Egoiste (1994)

Parfüm dünyasının önemli klasiklerinden olan Egoiste'i, Chanel, erkeklerin beğenisine sunmuştu 1990 yılında. Aslında doğru isim Jacques Polge'du. Chanel'in baş parfümörü olarak 30 yıldan fazla görevinin başında Polge. İlk önemli erkek parfümü olan Antaeus, bugün hala en çok saygı duyulan klasiklerden birisi olarak yanıbaşımızda. Antaeus’tan dokuz yıl sonra Chanel yine iddialı bir parfüme imza attı. Egoiste, enteresan ismiyle, büyük pazarlama kampanyalarıyla piyasaya sürülmüştü. Fakat özellikle Amerika pazarında beklenen başarıyı yakalayamamıştı. Egoiste'ten dört yıl sonra Platinum Egoiste geldi. Neyseki Platinum, oldukça başarılı satış rakamları yakalamıştı. Baş parfümör Polge bu durumu şöyle anlatıyor bir söyleşisinde:

"Büyük pazarlama faaliyetlerine rağmen Egoiste, Amerika'da başarılı satış rakamlarına ulaşamadı. Biz ondan daha büyük başarılar bekliyorduk. Bu yüzden 1994 yılında Platinum Egoiste'i piyasaya sürdük. Ve o, büyük bir hit oldu. Fakat klasik Egoiste'i meydana getirdiğimiz için hala çok mutluyum."

Söyleşinin bu kısmından anladığım kadarıyla, Egoiste'in bazı pazarlarda beklenen ilgiyi görmemesi üzerine Platinum versiyonu çıkarılmış. Yine Polge tarafından oluşturulmuş Platinum Egoiste. Kendi sitelerinde ferah-yeşil-odunsu olarak sınıflandırılmış. Kısaca şöyle tanıtılmış: "Egzotik ağaçların sıcaklığıyla ışıltılı ve erkeksi, enerjik, parlak bir kompozisyon."


Parfümü üzerime ilk sıktığımda karşıma sıradan turunçgiller çıktı. Ona ciddi anlamda aromatik ferah lavanta eşlik ediyor. Zaten kimi yorumcuların açılışını Cool Water'a benzetmesinin sebebi bu sanırım. Neredeyse akutik-ferah bir açılışı var. Çok sevdiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda parfümün ana karakteri ortaya çıkmaya başlıyor. Bir çok aromatik fujerda karşımıza çıkan o tuhaf buruk meyveler burada da etkili. Ona biraz eğrelti otu, yumuşak baharatlar ve ciddi oranda sardunya ekleniyor. Biraz Calvin Klein - Eternity For Men havası var sanki. Son kısma geçeyim. Alt notalarda keskin ve yapay odunsu notalar sizi karşılıyor. Oldukça yapay odunsu notalar muhtemelen sedir ağacından oluşmakta. Fakat parlak, yapay ve Iso E Super bombası şeklinde. Sardunya ve o buruk meyvelerde hala hissediliyor geri planda. Böylece tenden ayrılıyor.

Platinum Egoiste, tam bir aromatik fujer diyebilirim. O buruk tuhaf meyveler ve sardunya ana ekseni oluşturuyor bence. Zaman zaman yeşillikler (aromatik otlar) zaman zaman da yapay-parlak odunsular kendisini hissetiriyor. Tuhaf ve kendi içinde tutarlı bir dengede ilerliyor kokusu. Kendi türünün tipik bir örneği.

Platinum Egoiste, ne yazık ki en sevmediğim tarza mensup. Burberry For Men'deki o nefretlik buruk fujer meyvelerini andıran kokusuyla hiç bir zaman ilgimi çekemeyeceği konusunda herkesle iddiaya girmeye hazırım. Evet bu parfüm ünlü abisinin ismini kullanan ukala kardeşini hatırlatsa da bana, onu özellikle kadınların oldukça seveceğini düşünüyorum. Tabiki heteroseksüel olduğum için memnunum ama kadınların da artık böyle burnu havada fujerlara değil de kırmızı meyveli tütün kokularına hayran oldukları bir dünyanın hayalini kuruyorum. Evet Martin Luther King değilim. Onun gibi bir "dava" adamı olmak için çok fırın ekmek yemem lazım ama yine de söylemeden edemeyeceğim: "I Have A Dream..."


Kimisi onu Cool Water'a benzetmiş (başlangıcı sebebiyle olabilir), kimisi Eternity For Men ve Paco Rabanne XS'e benzetmiş (tuhaf meyveler ve sardunya bu işin sorumlusu), kimisi de abisi Egoiste'e (Bunu nasıl becermişler anlayamadım). Neye benzetilirse benzetilsin, hiç bir yaratıcı tarafı olmayan, "ticari bir deneyden" öteye gidemeyen, karakteri olan (ama benim sinirimi bozan!), muhtemelen geçirdiği reformülasyon sonrası iyice dengesi bozulmuş, şirazesi kaymış yapaylığıyla ona Demet Akalın şarkısı hoppalığı ve sığlığıyla şöyle sesleneceğim: "Sen kendi yoluna, ben kendi yoluma."

Değerli, dünyaca ünlü Chanel.Stop. Ne zaman gerçekten doğru düzgün bir erkek parfümü yapacaksın merakla beklemekteyim.Stop. Hep şöhretli kadın parfümlerinin mirasını mı yiyeceksin.Stop. Hazıra dağ dayanmaz diye ünlü bir Türk atasözü vardır hatırlatmak isterim.Stop. Hala Pour Monsieur'undan büyük ümidim var.Stop. Eğer o da fos çıkarsa mahalleden adam toplayıp oraya geleceğim.Stop. Gözlerinizden öperim.Stop.   Adres: Chanel CEO'su (her kimse) - Paris.

Parfüm yazarı Luca Turin, Platinum Egoiste'i iç karartıcı fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden iki yıldız vermiş. Kesinlikle çok güzel puan. Bir de Luca Turin'i beğenmezler. Cesaretinden dolayı helal olsun sana Turin! Kahrolsun korkaklar ve popülistler!


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

3 Eylül 2013 Salı

Chanel - Allure Homme (1999)


Chanel - Allure Homme (1999)  Markanın popüler erkek parfümü.

Büyük bir şans mı yoksa çok çalışmanın ve yeteneğin insanın önüne kapılar açması mı? Dünyanın en ünlü markalarından birisinin yıllardır baş parfümörü olmak sadece "şanslı adammış" klişesine indirgenebilir mi?

Oysaki çoğumuz üstesinden gelemediğimiz zorluklar karşısında fazla direnç gösteremeyiz. Genellikle o sorunun baş edemeyeceğimizden büyük olduğunu düşünür ve vazgeçeriz. Çünkü hayat zaten zordur. O zorluklara bir yenisini eklemektense geriye dönüp gitmek çok daha kolaydır.

Jacques Polge isimli Fransız, parfümlerle ilgili eğitim almamıştı. Okulunu bitirdikten sonra ünlü Grasse'ye geldi ve burada Jean Charles'ın asistanlığını yapmaya başladı. Anlaşılan Polge, kaderinin ona gösterdiği yoldan gidiyordu. Burada uzun zaman çalıştı ve bir anlamda kendi kendisine parfüm yapım tekniklerini öğrendi. Artık bu küçük şehir ona dar geliyordu.

Chanel'in parfüm biriminden teklif aldığında 35 yaşlarındaydı. Üstündeki sorumluluk büyüktü. Chanel parfümlerinin baş tasarımcısıydı artık. Bu göreve getirilen ilk parfümör Ernest Beaux'tu (1920–1961). Daha sonrasında Henri Robert (1958–1987) bayrağı devralmıştı. 1978 yılında Jacques Polge, Chanel parfüm biriminin tarihteki üçüncü temsilcisi olacaktı.

                                                                             Jacques Polge    

Kabul etmek gerekir ki Jacques Polge'un Chanel parfümlerine katkısı çok büyük. Chanel için tasarladığı şu parfümlere bakınca ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır: Antaeus, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Egoiste... Ve bu klasiklere Allure serisini de eklememiz gerekir.

İlk Allure, 1996 yılında kadın parfümü olarak tasarlandı. Dikkat çeken başarısının ardından üç yıl sonra erkek versiyonu Allure Homme piyasaya sürüldü. 2013 yılı itibariyle Allure isimli seride kadın-erkek karışık on adet parfüm var. Anlaşılan yine çok tutulan ve şöhretli parfümlerin değişik isimlerle piyasaya sürülmesi durumunu yaşamış Allure isimli arkadaşlar.

Allure Homme, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Kendi sitelerindeyse şöyle tanıtılmış: "Canlı ve temiz, sıcak ve seksi, karşı konması imkansız. Erkeğin parfümünün en güçlü ve kalıcı formu. Gündüz ve gece, erkeksi bir duruş. Vücudun her köşesindeki ferah erkeksi formül."

Allure Homme'un açılışı metalik-yapay turunçgiller ile gerçekleşiyor. Portakal, mandalina ve biraz da limon var. Çok alışılmamış değil bu turunçgil kullanımı. Hatta bir çok parfümde karşılaşacağımız gibi. Sıradan açılışa sahip ne yazık ki. Geçelim orta notalarına. Burada metalik turunçgillere canlı baharatlar ve tatlı meyveler ekleniyor. orta kısım için rahatlıkla yapay baharatlar ve şekerli meyvelerden oluşuyor diyebilirim. Allure Homme'un neden bu kadar ilgi gördüğü orta kısmında saklı anladığım kadarıyla. Başlangıcından daha yapay kokuyor ne yazık ki devamı. Alt notalarda baharatlar ve meyveler geri çekiliyor. Onların yerine yapay vanilya, yapay odunsu notalar ve yapay-parlak amber geliyor. Alt notalarda yapaylık iyice artıyor. Son kısım en kötü bulduğum tarafı. Böylece de tenden ayrılıyor.


Şimdi öncelikle kendimi tamamen geri çekip, üzerimden yayılan aromayı objektif olarak değerlendirmeye çalışacağım. Önce ismine bakalım: Chanel - Allure Homme. Bir dakika... Chanel mi? Üzerimdeki parfüm Chanel'e mi ait? Bu bir şaka mı? Şu söylediğime ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama eğer gözümü kapatıp, bu parfümü üzerime sıksaydınız ve nasıl koktuğunu bana sorsaydınız size marketlerde satılan ucuz, yerel parfümlere benzediğini söylerdim. İnanasım gelmiyor. Chanel'in bu kadar piyasa işi, sıkıcı, yapay ve sıradan bir parfüm yapacağını söyleseniz güler geçerdim. Ama durum gerçekten de kötü çünkü Allure Homme, denediğim en vasat Chanel parfümü olarak hafızamdaki yerini alıyor. Chanel'in bu kadar başarısız bir parfüme nasıl üretim izni verdiğini anlamakta zorlanıyorum.

Allure Homme'a üç ana noktadan itiraz ediyorum. Birincisi sıradan piyasa parfümleri hissi vermesi. İkincisi orta kısımdan itibaren ortaya çıkan yapaylığın, alt notalarda iyice artması ve baş ağrısı yapması. Son olarak da tatlılık oranı. Orta kısımdan itibaren artan tatlılık, bir süre sonra bıktırıcı şekerliliğe dönüşüyor. Tatlılık kullanımında ayar oldukça kaçmış bence.

Madem inanmadınız. Haydi daha detaylı inceleyelim. İlk olarak başlangıcı. Üst notalar parfümün en az yapay kokan yeri. Fakat buradaki turunçgiller, yüzlerce sıradan parfümde rastlayacağınız türde. Hiç bir özelliği, farklı tarafı yada yaratıcılığı yok. Vasat turunçgiller. Geleyim orta notalara. Bu kısımda tatlılık iyice artıyor ve karamelize edilmiş şekerlere doğru evriliyor. Garip ve sinir bozucu metalik baharatlar, şekerli meyvelere eşlik ediyor. Sanırım parfümün en cezbedici ve seksi bulunan tarafı burası. Zaten genellikle kadınlardan en övgü alan kısım. Kendi kullanım periyodunda da şahit oldum.

Evet, canlı, parlak ve pozitif orta kısım. Fakat sinir bozucu, ukala ve züppe bir erkek kokusuna benzettim her seferinde burayı. Aynı zamanda bol şekerli ve yapay. Daha ne olsun! Alt notalarda şenlik devam ediyor. Buradaki her nota baş ağrıtmaya müsait ve kalitesiz. Yapaylık had safhada. Amber en sevmediğim metalik şekilde kullanılmış. Odunsu notalarda bol tatlı olarak verilmiş. Vanilya-tonka fasulyesi ise parfümün genelini kurtarmaktan çok uzak. Onlarda bu kakafoninin kurbanı olmuşlar. Kendimi zorluyorum güzel bir yanını bulmak için. Belki orta kısımdaki baharat-şekerli meyve işbirliği için "eh işte" diyebilirim. Onun dışında kokusunun nasıl bir karakteri olduğunu pek anlayamadım. Fikri olan var mı?


Allure Homme, zengin ve kompleks yapıda. Üst-orta-alt notalar hissediliyor. Yani başından sonuna kadar aynı devam eden kokusu yok. Bu anlamda başarılı diyebilirim. Asıl hedefinin genç arkadaşlar olduğunu düşünüyorum. Bir de tabiki kadınlar. Bazı rastladığım kadın forumlarında Allure Homme, genellikle övgüler alan bir arkadaş konumunda. Bu parfümün kadınlara cazip gelmesi için tasarlanmış olabileceğini düşünüyorum. Aynı hissi bana Hugo Boss - Boss vermişti. Benim hiç beğenmediğim Boss, kadınlar tarafından çok beğenilmişti. Demek ki bazı parfümlerin böyle bir aurası var. Kabul etmek lazım.

Jacques Polge'un bu parfümü biraz aceleyle tasarladığını düşünmek istiyorum. Çünkü Antaeus ve Egoiste gibi önemli klasikleri tasarlamış birisinin Allure Homme gibi vasat parfüme nasıl imza atmış olabileceğini anlamakta zorlanıyorum. Gerçi Polge'un 2010 yılında tasarladığı Bleu de Chanel'in başarısızlığını düşündüğümde, sanırım Chanel'in yeni parfümlerini artık daha az denemek yerinde olacaktır.

Allure Homme bana üç parfümü hatırlattı. Birincisi Xeryus Rouge. Oradaki yapay meyvelere biraz benzettim orta kısmını. İkinci olarak da Dreamer. Yapay ve bol tatlılık içeren odunsu notalarda sanki Dreamer esintileri var. Üçüncü olarak da Montele - Wood & Spices. Oradaki sinir bozucu, tansiyon yükseltici metalik yapay baharatlar ve odunsular, Allure Homme'dan esinlenilmiş olabilir.  

Eğer amacınız kadınlardan övgüler almaksa Allure Homme iyi bir seçenek. Fakat parfümü başkaları için değil de kendim için kullanırım diyorsanız başka seçeneklere yönelmenizde fayda var. Çok daha kaliteli parfümlere mesela.

Parfüm yazarı Luca Turin, Allure Homme'u odunsu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine almış. Kısaca özetlemek gerekirse şöyle söylemiş: "Allure Homme, Chanel'e layık değil ve tamamen donuk."


Sonbahar-kış mevsiminde kullanmaya daha yakın. Otuz yaşın altındaki erkeklere öneririm. Üst yaş grupları için biraz fazla genç işi kalabilir. EDT formülasyonuna sahip. Denemeden almayın, pişman olmayın.

Artıları:
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.
+ Karşı cinsin ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Yapaylık can sıkıcı halde hissediliyor.
- Kokusu ucuz market parfümlerine benziyor.
- Kalite hissiyatı düşük.
- Fiyatı rakiplerine oranla yüksek.

Koku Güzelliği:10/5

14 Haziran 2012 Perşembe

Chanel – Allure Homme Edition Blanche (2008)



Chanel – Allure Homme Edition Blanche (2008) Markanın erkek parfümlerinden.

1999 yılında Chanel’in “modern klasiklerinden” birisi olan Allure Homme piyasaya sürülür. Ünlü burunlardan Jacques Polge’un tasarladığı bu parfüme Chanel severler, yoğun ilgi gösterirler. Zamanla yeni çıkan rakiplerinin de etkisiyle eski popülerliği kalmaz Allure Homme’un. Belki de bir pazarlama hamlesi olarak bu sefer 2004 yılında Allure Homme Sport piyasaya sunulur. Yine Jacques Polge imza atmıştır. Geçtiğimiz aylarda denediğim ve bende çok büyük bir iz bırakmayan parfümlerden olmuştu. Hatta Chanel’in kalitesine ve marka imajına yakıştıramamıştım Sport versiyonunu.

Bu sefer 2008 yılında yine Allure ismi kullanılarak yeni bir parfüme imza atar Jacques Polge. Sanırım bunun anlamı, çok tutan ve şöhretli parfümlerin ismini kullanarak başka ve benzer kokular üretmek. Ve satışları arttırmak.

                                    Allure serisinin en popüler üç üyesi: Sport, Homme ve Edition Blanche. 

Bugün markanın Allure serisinin bir üyesi olan Allure Homme Edition Blanche’ye yer vereceğim. Oryantal olarak sınıflandırılmış. Açılışı limon egemenliğinde gerçekleşiyor. Fakat çok doğal ve mis gibi bir limon değil. Biraz limon kolonyalarını hatırlattı bana. Nerede Annick Goutal – Eau d’Hadrien’daki nefis limon esansı. Başlangıcı ferah ve ortalama bir limon diyebilirim. Biraz abisi Allure Homme Sport'a benziyor.

Orta notalara gelindiğinde limona kremsilik ekleniyor. Muhtemelen vanilyadan geliyor bu his. Fakat limonsu-turunçgil işbirliği daha güçlü. Vanilya sadece yardımcı kuvvet anladığım kadarıyla. Bu kısımda biraz da baharatlar hissediliyor. Zencefil yada biber olabilir. Ama çok baskın değil. Orta notaları en çok sevdiğim yeri diyebilirim parfümün.

Son kısımda ise kokusu yine çok büyük değişiklikler göstermiyor. Limon-turunçgil ana yapıya yumuşak odunsu notalar ekleniyor. Eh işte diyebilirim sonları için. Yani özetle: Limon, turunçgil, kremsi vanilya, baharatlar ve odunsu notalar.


Öncelikle şunu söyleyeyim. Edition Blanche tam bir yaz parfümü. Ferah, hafif, yumuşak. Bence ana ekseni limon-turunçgil üzerine. Diğer kokular cazibe ve ilginçlik katmak için kullanılmış. Yapaylık hissedilmiyor.

Açıkçası başlangıcını pek başarılı bulmadım. Sıradan bir limon kokusu. Orta notalar ise çok daha güzel. Zaten parfümün ilgi görmesinin nedeni de sanırım bu kısım. Alt notaları da çok etkileyici değil. Bence ortalama bir kokuya sahip. Genel olarak çok değişmeyen, düz çizgide ilerleyen, basit bir kokusu var. Orta notalarındaki limonlu baharat kokusu biraz Dior Homme Sport’u andırıyor. Fakat ondan daha başarılı bence.


Şimdi burada yine “algılarımız” devreye giriyor. Chanel isminin büyüklüğüne ve prestijine böylesi basit bir parfüm yakışıyor mu? Sanırım tartışmanın zemini bu olmalı. Tarihinde efsane parfümlere imza atmış bir markadan daha iyi bir koku beklemeli miyiz? Yoksa günümüzün parfüm endüstrisinin peşine takılıp giden bir markaya mı dönüşüyor Chanel. Bence asıl soru bu.

Chanel’in yeni parfümleri oldukça eleştiriliyor. Hele ki Bleu de Chanel bence de tam bir fiyasko. Edition Blanche o kadar başarısız değil bence. Hele ki kadınlardan çok olumlu tepkiler aldım. Yani Jacques Polge, bu parfümle kadınların kalbini kazanmış gibi görünüyor. Eğer parfümleri “kadınların hoşuna gitsin” diye kullananlardansanız size güçlü bir seçenek çıkmış durumda. Luca Turin ise bu parfüme beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Fakat ben yine de bir şişesini alıp kullanma taraftarı değilim. Çok daha güzel yaz mevsimine uygun parfümler olduğu düşünülürse. 30 yaşın altındaki genç arkadaşlara tavsiye ederim. Günlük kullanıma ve spor giyime çok uyacaktır. Deneyen bir çok kişinin hoşuna gidebilecek tarzda bir kokuya sahip.

Artıları:
+ Orta notalarını beğendim.
+ Kokusunu duyan kadınlar bu parfüme oldukça ilgi gösterdiler.

Eksileri:
- Harikalar yaratan bir hali yok.
- Basit bir kompozisyona sahip.
- Rakiplerine göre yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

23 Mart 2012 Cuma

Chanel – Egoiste / L’Egoiste (1990)


Chanel – Egoiste / L’Egoiste (1990)  Markanın en önemli erkek parfümlerinden.

Uzun ve kabarık elbiseler, tüylü şapkalar, dantelli tokalar ve en önemlisi de bir erkeğin iki elinin çok rahat kavradığı bel ölçüleri yaratmak için kullanılan korseler... Hayattaki tek amaçları zengin ve saygın birisiyle evlenmek, kocalarına her daim çok güzel görünmek olan kadınlar... Asilliğin simgesi olarak beyaz ten, kadınlığın şartı olarak uzun saç. Ve bu ortamda kabarık kıyafetli kadınların arasında sade, siyah pantalonu, elinde sigarası ve kısa saçlarıyla beliren aykırı bir kadın: ‘Coco’ Chanel.

                                                                         Coco Chanel. 

Gabrielle Bonheur Coco Chanel, 1883’te Fransa’da dünyaya gelmiş. Babası onu bir yetimhaneye bırakmış. Babasının kendisini almak için hiçbir zaman dönmeyeceğini anlayan Chanel, 18 yaşına bastığında yetimhaneden çıkıp bir terzi dükkanında çalışmaya başlıyor. Bu arada şarkıcılık da yapan Chanel, söylediği bir şarkıdan dolayı “Coco” lakabını almış. Sahneye çıktığı bir akşam, varlıklı bir adam olan Etienne Balsan ile tanıştı ve onun aracılığıyla Paris sosyetesine girdi. İlk önce basit şapka tasarımlarıyla atıldığı moda dünyasına yıllar sonra Holywood’un ünlü aktrislerinin şapka tasarımcısı olarak damgasını vurdu.


Birinci Dünya Savaşı’nda kocaları savaşa giden kadınlar, tek başlarına ayakta durmayı öğrendiler. Bununla birlikte özgürlük arayışı içine giren kadınları yalnızca korseden kurtarmaya çalışmıyordu Chanel. Kadınları kafalarındaki korselerden, onları erkeklere bağımlı kılan ruhsal tembellikten kurtarmak istiyordu. “Moda, yalnızca kıyafetlerde var olan bir şey değil. O, her yerde. Moda, fikirlerle ilgili, yaşam şeklimizle, etrafımızda olup bitenlerle ilgili bir şey” (Coco Chanel)

Chanel, moda dünyasında yaptığı devrimlerin yanında özel hayatıyla da dikkat çekiyordu. Evli bir düke aşık olan ve dük karısından boşanıp kendisiyle evlenmediği için intihara kalkışan Chanel, makası tam karnına saplayacakken aynada kendisini görüyor ve saçlarını kesiyor. Bir gün ata binerken uzun, kabarık elbisesini sinirlenerek ortadan ikiye kesti ve böylece ilk kez kadınların pantolon giymesi fikrini ortaya attı. Yaşadığı dönemde yalnızca hayat kadınlarına özgü olan kırmızı ruj sürdü. Etrafındaki erkekler ne kadar onu yönettiklerini düşünseler de, onların toplumdaki baskınlığına karşı açtığı savaşını yine onları kullanarak kazandı. Bu kadar üne sahip olmasına rağmen pek mutlu olmadığı bilinen Chanel’in “Sahip olduklarım yerine düzgün bir kocam olmasını isterdim” demesi bunu kanıtlıyor. İlk defilesi ayın beşinde yapıldı ve ertesi gün basından büyük ilgi gördü. Bu yüzden uğurlu rakamı beş olarak kaldı ve her defilesi hâlâ ayın beşinde yapılıyor. Giderek ünlenen Chanel, parfüm ve kozmetik işine girdi. Bugün hâlâ çok ünlü olan “Chanel No.5” parfümünün adı da, uğurlu rakamından geliyormuş.

                                                              Coco Chanel çalışırken... 

Chanel hakkında bilinmeyen bir diğer ilgi çekici şey ise ülkemiz hakkında. 1930-1945 yılları arasında Türk askerinin kıyafetlerinde yenilikler yapmak isteyen Atatürk’ün, yaptığı araştırmalar sonunda o sıralar tasarımlarıyla tüm dünyada konuşulan Chanel’e Türk Silahlı Kuvvetleri için yeni bir tasarım yaptırması. TSK kıyafetlerinin son tasarımını yapan Arzu Kaprol da, kıyafetlerde beğendiği ve değiştirmek istemediği kısımların hep Chanel tarafından tasarlananlar olduğunu söylemiş. Buradan Mustafa Kemal’in ne kadar çağının ötesini görebilen bir entellektüel zekaya sahip olduğunu şaşırarak farkettim.


Bir moda tasarımcısından çok öte, bir tarz yaratıcısıydı Chanel. Ölümünün üzerinden 41 yıl geçmesine rağmen moda dünyasındaki etkileri hâlâ sürüyor. Bunun nedenini, kendi sözleriyle de açıklamak mümkün: “Moda geçer; kalıcı olan şey stildir.”
 
1971 yılında, 30 yıldır yaşadığı Paris’in Ritz Carlton otelindeki odasında ölmüş. Ölmeden önce son sözlerinden birisinin ise şu olduğu anlatılır:”Evet çok zenginim ve milyonlara sahibim. Ama o kadar yalnızım ki…”


Hakkında 50’den fazla kitap yazılmış ve hayatı filmlere konu olmuş bir ikon Coco Chanel. Dünya moda endüstrisini şekillendiren isimlerden birisi. Kimi kitaplarda biseksüel olduğu iddia ediliyor. Kimi kitaplarda uyuşturucu bağımlısı olduğu. Hatta Yahudi düşmanlığı bile isnat edilmiş. Chanel’in büyük başarılarla, büyük trajedilerle ve büyük hüzünlerle dolu hayatı kuşkusuz çok uzun yıllar konuşulacak.

Peki Chanel parfümleri denildiğinde aklınıza ne geliyor? Bu sorunun cevabı benim için çok açık: No.5. Aradan geçen onlarca yıla rağmen hala kadınların en sevdiği ve arzuladığı nesnelerden birisi. En çok satan listelerinde yıllardır en üst sıralarda. Sadece No.5 mı? Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Cristalle, Allure gibi ismi çok sık geçen kadın parfümlerini saymazsak haksızlık olur. Fakat Chanel’in erkek parfümleri hakkında ne düşünürsünüz dersem sanırım cevap pek parlak olmayacak. Çünkü gördüğüm kadarıyla Chanel’in kadın parfümleri, erkek parfümlerinden çok daha fazla öne çıkıyor. Her ne kadar Antaeus, Pour Monsieur, Egoiste gibi önemli klasiklere imza atmış olsalarda yine de benim kafamdaki Chanel imajı hep kadın parfümleri üzerine. Belki de sadece bana öyle geliyor.

Artık yavaş yavaş Egoiste’e geçmek istiyorum. 1990’lı yılların başında piyasaya sürülmesine rağmen, 1980’lerin erkek parfümlerine çok benzediğini söyleyemem. Zaten Egoiste’in parfümler dünyasında özel bir yerinin olmasının sebebi de bu. Egoiste erkek parfümleri arasında yeni bir sayfa açmış gibi görünüyor. Bu durum onu klasikler arasına çoktan sokmuş.


Egoiste odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Yoğun bir odunsuluk olmasada baharat kısmına kesinlikle katılıyorum. Parfümümüzün başlangıcı aromatik otlar, biraz lavanta ve tatlı turunçgil ile gerçekleşiyor. Açılışı bana turunçgil hissi verdi daha çok. Açıklanan üst notalarına baktığımda mandalina gördüm. Muhtemelen oradan geliyor bu turunçgil hissi. Biraz eski tarz bir başlangıcı var Egoiste’in. Tabiki 20 yıl önce piyasaya çıktığını unutmamak lazım.

Orta notalara gelindiğinde bu turunçgil hissi devam ediyor. Bu kısımda tatlımsı baharatlar devreye giriyor. Tarçın başrolde diyebilirim. Ayrıca erkeksi çiçeklerde hissediliyor. Üst notalarından çok daha güzel orta notalar. Zaten Egoiste’in asıl karakteri de buradan itibaren devreye giriyor. Ben gayet başarılı bulduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Son olarak alt notalara gelindiğinde sandal ağacı kendisini gösteriyor. Evet bu bölümde tam bir sandal ağacı hakimiyeti var diyebilirim. Biraz da deri kokusu aldım. Ama çok baskın değil. Yani özetle: Aromatik otlar, tatlı baharatlar, erkeksi çiçekler ve sandal ağacı.


Egoiste parfüm dünyasının en saygı duyulan eserlerinden birisi. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1990’lı yılların devrim yaratan parfümlerinden. Hatta 1980’lerin erkeksi, sert ve ödünsüz parfümlerine ilginç bir başkaldırı olarak görüyorum Egoiste’i. Başlangıcını çok sevmesemde daha sonrasında gayet başarılı buldum. Bence Egoiste’in ana gövdesini tatlı turunçgil benzeri meyveler, tatlı tarçın ve sandal ağacı oluşturuyor. Tatlılık kullanımı çok yüksek değil. Baharat ve meyveler ile iyi kombine edilmiş. İyi ayarlanmış harmanı, başarılı nota geçişleri ve beyfendi tarzıyla yaşı otuz ve üzerindeki erkekler için gözden kaçmaması gereken bir seçenek.

Egoist’in eleştirilecek yanı biraz “eski” kokması. Yani günümüzün modern parfümleri ile yarışacak yapıda değil. Ayrıca keskin baharatlar ve yoğun sandal ağacı herkesin hoşuna gitmeyebilir. Her zaman dediğim gibi almadan önce denemeniz fena olmayacaktır. Egoiste’i bir çok başarılı parfüme imza atmış olan Jacques Polge tasarlamış.

Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin kitabında Egoiste’e beş üzerinden dört yıldız vermiş. Özetle şunları söylemiş:

“Egoiste’i güzel bir parfüm olarak hatırlıyorum. Hafiften sulandırılmış şekerli meyveler ve biraz odunsu notalar. Evet benim için sürpriz oldu diyebilirim. Bütün Chanel parfümlerinin içinde en çok Guerlain’lere benzeyen parfüm. Kekik, lavanta ve otsu notalar. Guerlain – Mouchoir de Monsieur’e mükemmel bir alternatif. Ondan daha canlı ve daha az züppe. Her ne kadar kullanımı kolay bir parfüm olsa da güçlü bir yapısı var.”

       
Egoiste tam bir erkek parfümü bence. Bazı yorumcular kadınsı bulmuşlar. Pek anlayamadım neresinin kadınsı olduğunu. Otuz hatta otuz beş yaş üzeri erkeklere daha çok yakışacaktır. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuç verecektir.

Artıları:
+ Tatlı baharatlar ve sandal ağacının güzel bir kombinasyonu.
+ Şık ve kaliteli yapısı ile baygın, şekerli, vanilyalı parfümlere iyi bir seçenek.

Ekisleri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Çok büyük değişim göstermeyen kokusu.

Koku Güzelliği:10/7