odunsu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
odunsu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2019 Salı

Ephemera – Bass (2015)

“Kokuyu ve sesi bir araya getiren Ephemera, müzikal tınlama ve yankılanmaya dayalı koku oluşturma bileşimleri projesidir.” İlk duyduğunuzda kafa karıştırıcı hatta anlamsız gelen bu tanımın ardından şu soruları sorsam sizlere: Mavi renk nasıl kokar? Fa notasının tadı nasıldır acaba? Meşe yosunu kokusunun karşılığı hangi ses aralığıdır?

Daha da kafamız karışmadan Ephemera projesine kısaca bakalım. 2014 yılında elektronik müziğin önemli isimlerinin katıldığı projenin ilk aşamasında, üç müzisyen, Ben Frost, Tim Hecker ve Steve Goodman (Kode9), Berlin’li başarılı parfümör Geza Schoen’in daha sonra üç farklı koku yaratması için yeniden yorumladığı üç ham ses materyali yarattı. Bu seslerin isimleri şöyleydi: Noise, Drone ve Bass. Sonrasında devreye Geza Schoen girdi ve bu üç sesin karşılığı olarak düşünülebilecek üç parfüm meydana getirdi. Tabii ki bu yaratım sürecinde, o üç sesin, Geza Schoen’in zihninde canlandırdığı üç koku profili olarak hayata geçtiğini söyleyebiliriz.

Bu projenin küratörlüğü, Unsound’dan Malgorzata Plysa ve Mat Schulz tarafından yapıldı. İlk defa 2014 yılında New York’taki Unsound Festivalinde başlatılan fikirle, Ekim 2014’te Polonya’daki Krakow Ulusal Müzesi’nde sunuldu. Buradaki amaç bir nörolojik durum olan sinestezi yardımıyla parfüm/koku ile ses/müzik arasında bağ kurmaktı.

2014 yılında Ephemera by Unsound olarak bir niş parfüm markası benzeri oluşumla üç ayrı parfüm piyasaya sürüldü. Bass, Noise ve Drone isimli üç parfümün ardından başka bir koku piyasaya sürmediler. Bass, bu üç parfümün muhtemelen en bilineni ve başarılısı olarak gösteriliyor. Bir süredir kullandığım Bass, müzisyen Steve Goodman’ın çocukluk anılarındaki yanmış elektrikli süpürge kokusuna benzemesi için tasarlanmış. Tabii Geza Schoen, Bass’ı dumansı ağaç, rom, deri, mastik, çay, castoreum ve yosun notalarıyla zenginleştirmiş.

Bass’ın açılışı koyu, karanlık ve derimsi tarza yakın şekilde gerçekleşiyor. Hafiften hayvansılık barındıran başlangıcı dumansı ve pek benim sevdiğim gibi değil. Orta kısma geçildiğinde hayvansı kısmı geride kalıyor. Orta notalarda yeşil sayılabilecek harika tütsüyle yoluna devam ediyor Bass. Yüksek kaliteli, köksü, nemli tütsüye belki de karanlık vetiver de eşlik ediyor. Orta bölüm detaylı ve zengin kokmasa da çok doğal ve başarılı, hafiften Encre Noire’yi andırıyor. Kapanışta yine tütsü var ama bu sefer odunsu kısım öne çıkıyor. Tütsü geri planda kalmayı tercih ediyor. Yine müthiş kaliteli ve doğal odunsuluk, koklamaya doyamamayı beraberinde getiriyor Bass’ın alt notalarını.

Başlangıcıyla biraz burnu zorlayan plastiğimsi/hayvansı açılışın ardından şahane orta-alt notalara sahip eserle karşı karşıyayız. Çoğu kişinin iddia ettiğinin aksine bence Bass, çok karanlık ve koyu bir parfüm değil, başlangıcını saymazsak. Orta kısımda ilginç şekilde yumuşayan ve neredeyse yeşil-köksü kokan tütsü, bence parfümün başrol oyuncusu. Tütsüye genel anlamda en büyük desteği ağaçsı koku formu veriyor. Bu anlamda tütsü-ağaç kokusu diyebilirim Bass için.

Büyük resme bakacak olursak, müthiş bir nota zenginliği ve detaycılık yok Bass’ın kompozisyonunda. 2-3 nota üzerinden ilerleyen, sürprizsiz bir arkadaş fakat orta bölümden itibaren kalitesi ve doğallığıyla takdiri hak ediyor. Günümüzün şeker bombası berbat parfümlerine asla benzemeyen Bass, neyse ki tatlılığı olabildiğince az yansıtmış kokusuna. Yine de eski-köhne kokmuyor, gayet günümüze yakın hissettiriyor sizi.

Renkleri duymak, şekilleri tatmak, sesleri koklayabilmek… Ephemera koku projesinin amacı sinestezi denilen bu duruma gönderme yapmak ve deneysel bir iş ortaya çıkarmaktı. Bass’ın resmi tanıtımında parfümün bir süre çalışan elektrikli süpürge kokusunu andırması planlandığı söylense de sonuç pek öyle değil bence. Hangi elektrik süpürgesi tütsü ve sedir-meşe ağacı gibi kokar ki? Nörolojik bir hastalık olarak tanımlanan sinestezinin, ünlü şairler, ressamlar, yazarlar ve sanatçılarda görülen durum olduğu konusunda yazılara rastlayabilirsiniz. Sanırım henüz sinestezik olmadığım için Geza Shoen’in elektrik süpürgesi çağrışımını yakalayamadım. Yine de harika bir odunsu, yosunsu, vetiverimsi tütsü parfümü Bass. Yukarıda da belirttiğim gibi genel tarzı biraz Encre Noire’yi anımsattı bana.

EDP formundaki Bass’ın kalıcılığı gayet iyi, etrafa yayılımı fena değil. Performans anlamında sizi üzmeyecektir, tabii parfümü dünyada satın alabilecek internet sitesi bulabilirseniz. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Sonbahar-kış mevsimlerine uyacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/8

11 Nisan 2019 Perşembe

Hermes – Elixir des Merveilles (2006)

Hermes’in 2004 yılında piyasaya sürdüğü Eau des Merveilles isimli kadın parfümü, kokusever hanımefendiler tarafından oldukça beğenilmişti. İlginç hatta sıradışı nota dizilimi ve kadın parfümü olmasına rağmen erkek kullanımına göz kırpmasıyla benim de sevdiğim bir parfüm Eau des Merveilles. Ilık ilkbahar-erken yaz döneminde kullanacak parfüm bulamayan kokuseverlerin yardımına koşan Eau des Merveilles’in, yıllar içinde birçok devam parfümü piyasaya sürüldü. Limitli üretim Merveilles’lerle birlikte 15’i aşkın parfümlük seri haline geldi Merveilles çetesi.

2004 yılı çıkışlı ilk Eau des Merveilles’ten sonra serinin en sevilen ve popüler parfümü 2006 yılı çıkışlı Elixir des Merveilles oldu. Oldukça hafif ve çekingen kokan ilk Eau des Merveilles’in aksine güçlü ve dayanıklı koku imajı çizen Elixir des Merveilles, en az ablası kadar farklı ve erkek kullanımına yakın diyebilirim. Hermes’in internet sitesinde “ağız sulandıran ve şehvetli karışım” olarak tanıtılan Elixir des Merveilles’i, bizzat parfümü yaratan ünlü burun Jean-Claude Ellena “Sürpriz içeren ve sihirli, kadın için amber parfümü” olarak tanımlamış. Hermes tarafından kokusu “karamelize edilmiş portakal kabuğuna” benzetilmiş.

Parfümün açılışı tatlı turunçgillerle gerçekleşiyor. Ferah olmayan canlı, parlak ve neredeyse tatlı-tuzlu turunçgillerin bergamot, neroli ve portakal çiçeğini andırdığını söyleyebilirim. Yüksek kaliteli başlangıcından sonra orta kısma geçiliyor. Orta notalarda tatlı turunçgiller devam ederken, baharatlar yavaş yavaş oyuna giriyor. Geri planda kalmaya çalışan baharatların yanında reçinemsi sedir ağacı da yerini alıyor. Başlangıcıyla paralel ve aynı tatlılıkta ilerleyen kokusu, kapanışta da büyük değişim yaşamıyor. Odunsu tarafa biraz daha kayan alt notalar egzotik ve karanlık olmayan reçinemsi amberle son buluyor.

Elixir des Merveilles ne safkan meyveli ne çiçeksi ne oryantal ne de baharatlı, belki de hepsinin karışımı bir iksir. Baharatlar derken acaba hangisi: kimyon, zencefil hatta biber! Turunçgil derken hangisi: Bergamot, neroli, portakal çiçeği ya da portakal! Neredeyse kremsi hatta yağlımsı bir şey bu parfüm. Sedir ağacının üzerine bırakılmış ve güneşte kavrulan şekerli portakal kabuğu gibi mi kokuyor? Muhtemelen hem evet hem hayır. Tatlı reçine, köksü olmayan paçuli veya egzotik olmayan amberle bile ilişkilendirilebilir onun tarzı.

Elixir des Merveilles’e biraz önce “şey” dediğimin farkındayım ve bilinçli olarak söyledim. Çünkü onun kokusu bir konfor ya da ofis parfümü değil, garip şekilde ana akımın tematik uygulaması gibi. Aslında hem Jean-Claude Ellena’nın diğer parfümlerini (Terre d’Hermes, Voyage, Jour ve Eau des Merveilles) anımsatıyor Elixir des Merveilles, hem de üstat Ellena’nın bu kadar reçineli, sıcak baharatlı esere nasıl imza attığını da sorgulamama sebep oluyor. Çünkü Elixir des Merveilles hem onun diğer parfümlerini hatırlatıyor hem de Ellena’nın ferah, kullanımı kolay, etrafa fazla yayılmayan/inatçı olmayan sakin parfümlerine karakter olarak benzemiyor. Çelişkilerin ve arada kalmışlıkların parfümü belki de.

İnsan zihni (en azından benimki parfümleri yorumlarken) karşısına çıkan yabancı bir durumu her zaman kafasında daha önce bulunan şablona oturtmak ister. Ormanda yürürken bir hayvan görürsünüz ve daha önce bildiğiniz bir hayvanla eşleştirmeye çalışır zihniniz. Bu durum belki de hayatta kalma içgüdümüzün bilinçaltına gönderdiği mesajlardandır. Ya da bir parfüm koklarsınız ve zihninizde tartmaya başlarsınız onu. Acaba hangi parfüme benziyor, çiçeksi mi meyveli mi, yasemin mi var misk mi kullanılmış gibi… Çoğu zaman izlenimlerimiz ve geçmiş tecrübelerimiz bizi yönlendirir veya kafamızdaki basmakalıp hayaller bizi sınırlar. Elixir des Merveilles’i kokladığımda onu kafamdaki hazır şablonlardan birisine oturtamadım. Bu iyi mi kötü mü tartışmak anlamsız, önemli olan vaka… Aklıma yatan en kestirme tanım: Turunçgilli, reçineli, şekerli, yağlımsı, kekremsi, baharatlı, sıcak odunsuluğa sahip diyebilirim.

Sonuç olarak Elixir des Merveilles’in seven kitlesi olduğunu görülüyor. Bana bu parfümü ulaştıran değerli Mine hanım da o aşık olan kesimde duruyor. Ben ise bu parfümü beğenmekle birlikte aşık olduğumu sanmıyorum. Onu üzerinize sıktığınızda garip, canlı enerjisi ve yumuşak kokan hoş karakteri var ama düz çizgide ilerleyen yapısıyla ve tematik turunçgil tarzıyla sanırım onunla tanıştığıma memnun olanlar grubunda bulunacağım.

EDP formundaki Elixir des Merveilles’in performansı fena değil. Kalıcılığı gayet iyi, etrafa yayılımı yeterli. Dirençli ve ara ara kendisini size anımsatıyor saatler geçse bile. Erkekler de kullanabilir onu ama hafiften de olsa kadın parfümü olduğunu hissettiriyor. Çoğu kişi onu sıcak yaz günlerinde kullandığını söylese de bence serin ilkbahar döneminde rahatsız etmeden rahatlıkla üzerinizde taşıyabilirsiniz. Günlük kullanıma da uyum sağlayacaktır.

Koku Güzelliği:10/7

1 Nisan 2019 Pazartesi

Marni – Marni (2012)

1994 yılında Consuelo ve Gianni Castiglioni tarafından İtalya’da temelleri atılan Marni markası, lüks giyim ve aksesuar üzerine odaklanmış gibi görünüyor. Marni’nin internet sitesinde markanın tasarımlarının eklektik ve ikonik olduğu vurgulanmış. Kullanılan malzemelere ve renklere deneysel yaklaşan tarzıyla Marni, bir parça anaakım modaevlerinden farklı yerde duruyor. Hafiften premium hatta belki de niş moda dilini benimsemiş gibi.

Tabii böyle bir moda markasının parfüm işine girmemesi düşünülemezdi. Gerçi parfüm alanında pek aktif değiller. 2019 yılı Mart ayı itibariyle sadece yedi parfüme sahipler ve bazı kokularının üretimini bitirdiler. Marni’nin Estee Lauder ile işbirliğiyle piyasaya sürdüğü parfümlerin ilki 2012 çıkışlı Marni isimli kadın parfümüydü. Consuelo Castiglioni, ilk parfümü Marni’yi şöyle anlatmış: “Bu parfüm, markamızın moda anlayışını yansıtıyor: Oldukça bireysel ve biraz da eksantrik.”

Marni’nin açılışı tatlı, modern ve gül sularını hatırlatan tarzda gerçekleşiyor. Arabik olmayan gül ve bir parça leziz turunçgil meyveleriyle gerçekleşen üst notalar canlı, dinamik ve hoş. Orta kısımda güle sıcak baharatlar eşlik etmeye başlıyor. Orta bölümdeki baharatlarda biber öne çıkıyor. İkinci olaraksa kakule rahatlıkla hissediliyor. Son bölümde biber ortadan kaybolurken, kakule geri planda kalmaya devam ediyor. Kapanışın sürprizini yapay sedir ağacı benzeri odunsuluk yapıyor. Metalik alt notalar, Iso E Super’in biberimsi yapaylığını sunuyor bize.

Marni, gül-baharat-odunsular üzerine kurgulanmış gibi duruyor. Buradaki gül asla ağır ya da karanlık değil, Fransız-Avrupa tarzı gül karakterine sahip. Güle eklenen keskin ve sivri uçlu baharatlar, Marni’ye enteresan şekilde erkeksilik katıyor. Hatta sonlardaki Iso E Super benzeri parlak odunsuluk, rahatlıkla erkek parfümlerinde kullanılabilir. Diyeceğim o ki başlangıcındaki güllü kısım dışında Marni, kadın parfümü olarak piyasaya sürüldüyse de erkeklerin üzerinde taşımakta zorlanmayacağı tarza sahip.

Marni, günümüzün yeni nesil, şeker bombası, çiçeksi, ağır baharatlı kadın parfümlerine pek benzemiyor. Bir taraftan koku profili tanıdık gelse de benzerine rastlamadığımı belirtmem gerekiyor. Başlangıcı ve orta kısmı kalite anlamında idare etse de kapanışı oldukça yapay ama bu benim gibi birisi için bile sorun olmadı çünkü Marni’nin o cazibeli-yapay-parlak-sıcak odunsuluğu kimi zaman dumansı tütsüye benziyor bazen de metalik paçuliyi andırıyor. Hatta kimi kullanıcıların vetivere benzetmesi bile gayet anlaşılabilir.

Sonuç olarak bazı yorumcuların ya sev ya nefret et tarzına yakın bulduğu koku profiline aşık olmadım ama etrafa yaydığı aura gerçekten ilginç bu parfümün. Özellikle kapalı mekanda ilk sıkıldığında etrafa saldıran güllü, kuru baharatlar gerçekten sevilesi. Evet, ona aşık olmadım ama nefret etmek için de sebep göremiyorum. Sadece kimi zaman burun tırmalayan metalik yapaylığı can sıkıcı olabiliyor.

Kötü haberse üretiminin bitirilmiş olması. Onun içindir ki artık bulunması çok zor. Oldukça yüksek fiyatlara satılan dünyadaki son şişelerle birlikte bu ilginç parfüm, tarihe gömülecek.

EDP formundaki Marni’nin ilk saniyeleri güçlü ve etrafa yayılımı muazzam fakat kısa süre sonra tene yakın kalıyor. Kalıcılığı idare eder. İlkbahar-sonbahar kullanımına yakın duruyor. Günlük kıyafetlere rahatlıkla uyum sağlayacaktır. Kokusunun tasarımını Daniela Andrier yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

25 Aralık 2018 Salı

Slumberhouse – Norne (2012)

Kanada’ya yakın bir eyalet olan Oregon’da yaşayan parfümör Josh Lobb, ilginç parfümleriyle dünya parfümseverlerinin dikkatini çekmeye devam ediyor. Kendisine ait bağımsız niş parfümevi Slumberhouse, sürekli kokularının üretimlerini bitirip, yeni eserler piyasaya sürmesiyle tanınıyor. Norne, muhtemelen markanın en sevilen ve hakkında en çok konuşulan parfümü. Josh Lobb, bir söyleşisinde Norne’yi İskandinav tarzı bir black metal müzik türünden ilham alarak tasarladığından bahsetmiş. Ayrıca tamamen saf orman özütleri üzerine inşa etmiş kokusunu. Ne tek bir uçucu yağ kullanmış ne de sentetiklere başvurmuş yaratım aşamasında. Benim de bir süredir merak ettiğim Norne’yle nihayet tanıştık.

Norne’nin başlangıcı kuru talaş kokusuyla gerçekleşiyor. Yeni kesilmiş ağaç ya da atölyede biçilmiş odun kokusu olabilecek en gerçekçi ve başarılı şekilde verilmiş ki söyleyecek söz bulamıyorum. Müthiş açılıştan sonra dumansı-odunsu yapı etkisini sürdürüyor. Orta kısımda kuru baharatlar devreye giriyor ki ağırlığın karanfilde olduğunu söyleyebilirim. Orta bölümde tütsü ve dumansı tütün de geri planda kendisini göstermeye başlıyor ki kalite anlamında yine harika. Son bölümde tütsü ve paçuli var sanki. Ağaçsılık parfümün kapanışında da devam ediyor.

Norne, şimdiye kadar kullandığım en gerçekçi odunsu kokulardan birisine sahip. Dumansı tütün, mistik tütsü, kuru çam dalları, reçineler, berbat edilmemiş harika karanfil ve diğerleri. Norne’nin bu içeriklerden oluştuğunu söyleyebilirim kısaca ama bu parfümden öyle üstün körü bahsederek geçmek olmaz.

Sisle kaplı sık ağaçlardan oluşan ormanda yürürken etraftan hissettiğimiz ya sonsuz sessizlik ya edebi huzur ya da doğanın kokusudur. Karla kaplı uçsuz bucaksız orman bize çam, köknar ve sedir ağaçlarını sunar çoğu zaman. Etraftaki likenler, eğrelti otları, reçine, yosun, baldıran otu ve daha onlarca tür bitki, ormanın koku senfonisini bize koklatır. Dünyada insan eliyle yapılmış hiç bir yapı veya eser bu huzuru ve kokular armonisini bize veremez. İşte ormanlar bunun için güzeldir ve değerlidir. Norne, onu koklayana böyle bir hissiyat vaat ediyor sanki.

İskandinavya’nın, Sibirya’nın veya Kanada’nın kuzeyindeki sürekli kar altındaki çam ve yeşilliği asla kaybolmayan iğne yapraklı ormanların Norne gibi kokacağına emin olabilirsiniz. Çam ağaçlarından akan reçinelerin, yerlere düşmüş kozalakların, bir ressamın paletinden gelen terebentinin, kereste fabrikasının ve hatta Bhutan’daki Budist tapınağının, testereyle yeni ağaç kesmiş ormancının Norne gibi kokacağına eminim.

Norne bana, karlarla kaplı bir ormandaki dağ kulübesini çağrıştırıyor. Kulübenin küçük pencerelerinden dışarıya sızan ışık, içeride yanan büyük bir odun sobası, bir köşeye dizilmiş sobaya sığacak şekilde kesilmiş odunlar, o odunları taşırken yerlere az da olsa dökülen talaşlar yine Norne’nin bende hissettirdikleri. Sadece karlı kuzey ormanlarını değil, içerisindeki tütsü ve gizemli dumansılık aynı zamanda Uzak Doğu Asya’yı, Çin’i, Hindistan’ın ücra kasabalarını ve Nepal gibi inanç merkezlerini de hatırlatıyor.

Sonuç olarak Norne, olabilecek en kaliteli kuru sayılabilecek odunsu parfümlerden birisi ve kullanım döneminde onu çok sevdim. Böylesine başyapıtlar kolay kolay karşımıza çıkmıyor ve bu anlamda Josh Lobb’a ne kadar teşekkür etsek az. Bay Lobb, Norne’yi tasarlarken Edgar Allen Poe tarzı, hastalıklı, geceye ait, loş hissettiren şiirsel ve karanlık bir koku formu yaratmak istemiş ki gayet de başarılı olmuş.

Ama her şey ne yazık ki yine tozpembe değil. Norne 2012 çıkışlı ve görebildiğim kadarıyla üretimi bitmiş. Dünya üzerinde bile parfümü bulmak çok zor. Ve ne yazık ki böyle bir güzellikten parfüm dünyası artık mahrum kalacak. Neden bütün harika parfümlerin ya üretimi bitirilir ya da formülleri değiştirilip berbat edilir?

Norne, Extrait formunda ve iyi bir performansa sahip. Kalıcılığı fena değil, etrafa yayılımı ilk patlama dışında normal. Çok yoğun bir vizkositeye sahip olduğu için kıyafetlerinizde leke bırakacaktır aman dikkatli olun. Kullanım döneminde tenimde bile her seferinde koyu yeşil bir katman oluşmasını sağladı. Ten üzerinde harikalar yaratan Norne, kıyafet üzerinde biraz sıradan durdu. Onun içindir ki tende denemenizi öneririm. Uniseks olarak düşünülse de erkek kullanımına yakın duruyor. Kış parfümü Norne. Serin ilkbahar-sonbahar bile ona uymaz. Hele ki eksi derecelerdeki havada onu koklamaya doyamayacağınızı düşünüyorum.

Kimi kullanıcıların Serge Lutens’in harika parfümü Fille en Aiguilles’e benzetmesi normaldir. İki parfümün de odunsu ve reçineli tarafı gerçekten de birbirini andırıyor. Ve son olarak Norne neredeyse mükemmel bir parfüm.

Koku Güzelliği:10/9

5 Aralık 2018 Çarşamba

Azzaro – Wanted by Night (2018)

Azzaro’nun 2016 yılında piyasaya sürdüğü erkek parfümü Wanted’ın kısa süre sonra devam kokuları gelmeye başladı. 2017 yılında Wanted Freeride çıktı. 2018’de ise Wanted by Night karşımızdaydı. Serinin ilk parfümü Wanted’ı yakın zamanda kullanmış ve pek başarılı bulmamıştım. Bakalım Night versiyonu nasıl olmuş.

Azzaro’nun internet sitesinde Wanted by Night odunsu-oryantal-baharatlı koku ailesine dahil edilmiş. Parfümün açılışı ekşi ve buruk turunçgillere eşlik eden vasat meyvelerle gerçekleşiyor. Sulandırılmış hissi veren mandalina-portakal ve mahiyetini çıkartamadığım şekerli ve modern meyveleri tabii ki sevemedim. Orta kısma geçildiğinde neyse ki meyveler, baharatlara eşlik ediyor. Dinamik ve canlı baharatlar bir parça metalik ve bolca tatlılık içeriyor. Baharatlara tütün ve sedir ağacı da eşlik ediyor. Sedir ağacı tahmin edeceğiniz üzere yapay ve neredeyse Iso E Super tarzında. Kapanışta yapay sedir ağacı, kuru vetiver ve ambroxan benzeri yapıyla sonlanıyor.

Wanted by Night, son yıllarda örneğine çokça rastladığımız yapay-modern-metalik, aromatik-meyveli-baharatlı-odunsu bir vasatlık örneği diyebilirim kısaca. Evet, bu yazının tamamı bir önceki cümlede özetlenebilir sanırım. Marketlerde satılan ucuz, genç erkekleri (15-21) hedefleyen, hiçbir amacı ve çekiciliği olmayan bir deneme daha gelmiş Azzaro’dan. Ah be Azzaro, bari geçmişindeki ünlü erkek parfüm klasiklerinden biraz utansan da şöyle ucubeleri karşımıza parfüm diye çıkartmasan keşke.

Başlangıçtaki ekşi ve kötü meyveler ne yazık ki orta kısmın sonlarına kadar hissediliyor. Bir tek sıcak baharatlı orta kısım sevilesi, onun dışında direkt cinayet sebebi Wanted by Night. Absürt ve çocukça şişesinden bahsetmeme bile gerek yok sanırım.

Daha da bir şey yazasım gelmiyor Parfüm Meraklıları siz anladınız durumu. Ultra jenerik bu arkadaşın tasarımcıları Michel Girard ve Quentin Bisch. EDP formundaki Wanted by Night’ın performansı iyi değil. Etrafa yayılımı düşük, kalıcılık eh işte. Serin ilkbahar-sonbahar kullanımına uygun. Günlük kullanıma, spor kıyafetlere uyum sağlayacaktır.

Koku Güzelliği:10/4

30 Ekim 2018 Salı

Hermes – Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver (2018)

Lüks tüketim sektörünün en önemli markalarından Hermes’in 2006 yılında piyasaya sürdüğü erkek parfümü Terre d’Hermes’in dünya çapında ne kadar başarılı olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım. Jean Claude Ellena’nın elinden çıkan Terre d’Hermes, öylesine ilgi gördü ki Hermes bu duruma seyirci kalamadı anlaşılan.

2018 yılına kadar on civarında devam parfümü piyasaya sürülen Terre d’Hermes’in 2018 çıkışlı versiyonunun adı Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver oldu. Klasik Terre d’Hermes ile aynı şişeye sahip olan Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver, isminden de anlaşılacağı üzere vetiver notasını merkeze almış. Bakalım Hermes’in yeni erkek parfümü yeterince iyi mi?

Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver’in açılışı aromatik ferah turunçgillerle gerçekleşiyor. Yeşil sayılabilecek ilk saniyelerden sonra azıcık ferah biber ekleniyor kompozisyona. Orta kısımda parfüme ismini veren vetiver artık kendisini gösterip kokuyu tamamen domine ediyor. Köksü ve ferah sayılabilecek vetiverle kapanış gerçekleşiyor.

Kokunun analiz kısmının kısa olduğunun farkındayım çünkü Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver, çok basit bir parfüm. Ana gövdeyi oluşturan nemli ve odunsu vetivere eşlik eden turunçgilleri saymazsak, hemen hemen hiç değişmiyor ve fazlaca derin kokmuyor. Bu anlamda abisi Terre d’Hermes’i örnek almış sanki. İki parfüm de gayet basit, sade, kullanımını kolay ve şık.

İki parfümün benzerliği sadece minimalizm anlamında gerçekleşmiş sanki. Koku formu olarak büyük benzerlik yok Terre d’Hermes’le. Terre D’Hermes Eau Intense Vetiver, tamamen ıslak, yeşil ve köksü vetiver kokuyor ve turunçgillere büyük yer vermiyor. Klasik Terre d’Hermes ise turunçgil parfümü ve vetiveri oldukça kuru/tozlu veriyor. İsimleri ve şişeleri benzer olsa da iki parfüm farklı yapıda diyebilirim.

Fotoğraf fragrantica sitesinden alınmıştır.

Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver, tabii ki bir Hermes parfümü olduğunu kalitesiyle size hissettiriyor. Olabilecek en kaliteli ve pürüzsüz vetiver kullanımıyla sizi üzmüyor ve Hermes’in şık karakterini yansıtıyor. Evet, parfüme özenilmiş ve piyasa işi yapaylıktan uzak durulmuş. Bu anlamda Hermes zaten çoğu zaman şaşırtmıyor bizi.

Fakat… Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver, ne yazık ki o kadar basit ve tek düze kokuyor ki vetiver sevenler dışında çoğu kişinin bir süre sonra sıkılabileceği kadar cansız, durağan, sürprizsiz. Belki de vetiver merkezli parfümler bana hep aynı geliyor bilemiyorum.

Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver’i iki parfüme benzettim. Birisi Tom Ford’un Grey Vetiver’i, diğeri Guerlain’ın ünlü klasiği Vetiver. Zaten bu üç parfümün birbiriyle rekabet edeceğini düşünüyorum ve bu üç kaliteli vetiver parfümü, bu tarz kokuları sevenler için önemli örnekler. Yine de yüksek fiyatına istinaden denemeden almanızı her zaman ki gibi önermem.

Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver’in kokusunu ilginç bir şekilde Jean Claude Ellena değil de sektörün tanınan isimlerinden Christine Nagel yapmış. EDP formundaki Terre d’Hermes Eau Intense Vetiver’in kalıcılığı gayet iyi. Etrafa yayılımı ilk bir saat fena değil. Erkek kullanımına yakın dursa da vetiver seven kadınların kullanmasında hiç sakınca yok. Soğuk kış mevsimi dışında her zaman kullanılabilir.

Koku Güzelliği:10/7

12 Eylül 2018 Çarşamba

Thierry Mugler – Aura (2017)

“Thierry Mugler’in en son kadın parfümü Aura, sizi iç doğanızla yeniden bağlantı kurmaya, tüm kadınlığınızı, auranızı ortaya çıkarmaya davet ediyor. Kadınlar duygularını araştırdıklarında kendi içlerinde gizemli, kederli bir duygusallık bulurlar. Yeni ufuklara açılırlar.

Aura, oryantal, çiçeksi, şehvetli bir parfümdür. Etrafa botanik bir ferahlık yayan Aura, çarpıcı ve hayat doludur.”

Birbirinden ilginç ve çarpıcı şişe tasarımlarıyla rafları süsleyen Thierry Mugler’in kadın parfümlerine 2017 yılında yeni üye eklendi. Yeşil kalbi andıran ve bilim-kurgu filmlerindeki uzaydan dünyaya düşmüş yaratıklara benzeyen şişe tasarımıyla yine iddialı bir parfüm ortaya çıkarmaya çalışmış Mugler. Özellikle Angel ve Alien gibi sevilen kadın parfümleriyle hanımefendilerin dikkatini çeken Thierry Mugler, Aura’yla aynı başarıyı yakalayabilecek mi önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Aura’nın açılışı oldukça garip şekilde gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında rhubarb meyvesi yaprağı bulunuyor. Muhtemelen buradan gelen üst notalar garip ve tematik. Orta kısımda yine ilginç bir tema karşımıza çıkıyor. Çoğu kişinin nane-mentole benzettiği orta bölümün başlarında bir miktar vanilya kendisini gösteriyor. Orta notalarda vanilyalı tatlı mentole dönüşen Aura’nın son kısmı en güzel bölümü. Kapanışta ne nane-mentol var ne de rhubarb yaprağı. Alt notaları harika çikolatalı vanilyayla gerçekleşiyor ki tenimde koklamaya doyamadım fakat oldukça zayıflayan son bölüm varla yok arasında denebilir.

Aura’yı kimilerinin naneli diş macununa kimisinin donmuş sebzeye ve başka değerli bir parfümsever olan ve bu parfümü bana ulaştıran dünya tatlısı Mine hanımın zeytinyağlı Akdeniz salatasına benzettiğini söyleyebilirim. Bazı parfümseverlerin yeşil şişesine bakarak onun yeşil koktuğunu söylemesini de anlayabiliyorum fakat ben mentollü vanilyaya eklenmiş kremsi-pudralı tarafa yakınım. Yeşil kokan parfümleri severim fakat burada ferah ve bariz yeşillik yok sanki. Tabii bunları söylüyorum ama bir süredir bol bol kullandığım Aura’yı hala kafamda tam oturtabilmiş değilim.

Aura, birçok Thierry Mugler parfümündeki gibi vanilyayı ve modern tatlılık-şekerliliği merkeze almış gibi görünüyor. Çikolatamsı tatlı vanilyayla türevleri adeta Mugler parfümlerinin imzasıdır ve ana gövdeyi oluşturur. Aura için de bu durum değişmiyor. Parfümün başlangıcındaki o garip nanemsi meyveli yapının ne olduğunu anlayabilmek zor. Tam olarak meyveli de değil çiçeksi de değil. Rahatsız edici üst notalar ve orta notaların bir bölümü tahammül sınırını zorluyor. Her ne kadar Mugler, Aura’nın cezbeci olduğunu iddia etse de ilk iki saatlik kısımda cazibenin c’si yok. Neyse ki son bölüm oldukça leziz ve güzel ama başlangıç bütün o duyguları bastırıyor adeta.

Aura anlamsız/ütopik şişesiyle ve acayip kokusuyla bir parfüm ucubesi mi yoksa yaratıcı bir deneme mi? Muhtemelen Thierry Mugler, farklı ve çarpıcı konsepte imza atarak rakiplerini şaşırtmak istemiş ama bence sonuç pek başarılı olmamış. Aura sıradışı bir parfüm ama bu durum onun güzel kokmasını sağlamamış ne yazık ki. Onun kadınlar için piyasaya sürüldüğünü biliyoruz fakat tuhaf şekilde feminen de kokmuyor. Erkeklerin rahatlıkla kullanabileceği Aura, denemeden almanın riskli olabileceği parfümlerden denebilir.

Benim kullandığım parfümün ilk çıkış konsantrasyonu olan EDP’ydi. Daha sonra EDT’si de piyasaya sürüldü. Tam bir kış parfümüne benziyor. Kalıcılığı diğer Mugler parfümleri gibi iyi, etrafa yayılımıysa ortalamanın biraz altında. Kokusunun tasarımını Daphne Bugey, Amandine Clerc-Marie, Christophe Raynaud ve Marie Salamagne birlikte tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/5

28 Ağustos 2018 Salı

Christian Lacroix – Noir (2007)

2007 yılında dünyanın en büyük doğrudan kozmetik pazarlama firmalarından Avon ile ünlü Fransız tasarımcı Christian Lacroix arasında işbirliğine gidildi. Bu birliktelik iki parfüm olarak ürünlerini verdi kısa süre sonra. Christian Lacroix Noir ve Christian Lacroix Rouge isimli iki parfüm 2007 yılında dünya piyasalarına sürüldü. Tabii Christian Lacroix gibi ünlü bir tasarımcının isminin olması sebebiyle Avon bu parfümleri kendi içindeki lüks ürün kategorisinde müşterilerine sundu. Fiyat anlamında diğer Avon parfümlerinden daha yüksek etikete sahipler.

Noir ve Rouge’yi dünyanın önemli parfüm tasarım firmalarından IFF hayata geçirdi. Bugünkü yazı konum Noir, bu ikiliden erkekler için olanı. Rouge ise kırmızı şişesiyle kadın kullanımı için yaratılmış. Noir, ferah fujer olarak sınıflandırılmış. Noir’in açılışı ferah ve canlı turunçgillerle gerçekleşiyor. Pozitif ve hoş turunçgillerden portakal ya da greyfurttan bahsedebilirim sanırım. Orta kısma geçildiğinde turunçgiller geride kalırken aromatik baharatlar karşımıza çıkıyor. İlk dikkat çeken zencefilin başrolü kolaylıkla ele geçirmesi. Aromatik meyvelerle yumuşatılan zencefil aynı başlangıcı gibi dinamik. Son kısımda yapay odunsu notalar ve şekerli misk var. Sedir ağacına benzeyen kapanışındaki ağaçsılığa eklemlenen miskle gayet sıradan ve yapay kapanış yapıyor.

Noir, ismindeki ve şişesindeki koyu-karanlık göndermelere rağmen gayet açık ve aromatik kokuyor. Genel olarak meyveli-baharatlı-odunsu tarza yakın duruyor. Günümüzün erkeksi ve tatlı parfüm örneklerinden birisi adeta. Tabii burada vanilyadan bahsedemeyiz. Belki tatlılık için biraz tonka fasulyesi kullanılmış ama ana yapı zencefil-turunçgil-sedir ağacı üzerinden ilerliyor. Malzeme kalitesi ortalamanın hafiften altında. Ne yazık ki müthiş bir eserle karşı karşıya olduğumuzu söyleyemem.

İyi de ne var bu Noir’de. Bir kere 15-25 yaş arası genç erkeklere ve parfümlere başlangıç seviyesinde meraklı delikanlılara rahatlıkla uyabilecek, kullanan çoğu kişinin kolaylıkla sevebileceği, burnu zorlamayan, basit, erkeksi ve günlük kullanım için gayet elverişli koku formuna sahip. Onun kokusunu algılayan genç hanımefendilerin bu temiz, iyi aile çocuğu tarzına sahip Noir’i beğeneceğini düşünüyorum.

Noir, kimi zaman neredeyse sucul kokarken, bir anda baharatlı bir velede dönüşüyor, ardından ağaçsı yönünü ortaya çıkarıyor. Yüksek kaliteli olmayan ve bir yerlerden sürekli tanıdık gelen kokusu hem garip şekilde dikkat çekici hem de yapaylık sınırını aşıyor.

Sonuç olarak orta-alt fiyat etiketine sahip bir parfümden harikalar beklemek çoğu zaman hayal kırıklığı yaratabilir. Noir’i bu bağlamda düşünmek daha doğru olur.

EDT formundaki Noir’in performansı sınıfta kalıyor. Kalıcılığı az, etrafa yayılımı ilk beş dakika dışında oldukça zayıf. Ilık-serin ilkbahar-sonbahar dönemi için uygun sanki. Kokusunun tasarımını Pascal Gaurin ve Yves Cassar birlikte yapmış.

Koku Güzelliği:10/6

23 Ağustos 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Odeur 71 (2000)

Buzdolabı ya da fotokopi makinesi nasıl kokar? Floresan lambasının kokusu neye benzer? Son sorum şu olsun: Tost makinesi gibi kokmak ister misiniz?

Comme des Garçons, gerek konsept gerekse pazarlama anlamında tabuları yıkmaya kararlı gibi görünüyor. Sadece ilginç şişe tasarımlarıyla değil, parfümlerinin içerikleriyle de rakiplerinden farklı yerde durmaya çalışıyor. Bugünkü konuğum markanın iki parfümden oluşan “Odeur” serisinin ikinci üyesi. İyi de nedir bu Odeur isimli parfümler?

Comme des Garçons’un “anti-parfüm” konseptiyle piyasaya sürdüğü Odeur serisinin ilki 1998 yılında çıkan Odeur 53’tü. İkincisi de 2000 yılında piyasaya sürülen Odeur 71. Peki anti-parfüm ne demek? Comme des Garçons burada biraz muhalif tavır sergileyerek parfüm karşıtı parfümler piyasaya sürüyor. Yani bir tarafıyla kendisiyle çelişirken, bir taraftan da parfüm dünyasına mesaj gönderiyor büyük ihtimalle: “Parfümlere karşı olan bir parfüm üreticisi.”

Anladığım kadarıyla anti-parfüm mottosu, günümüzün modern parfüm endüstrisine bir gönderme. Zaten Odeur 71’i test süresince kafa karışıklığı yaşamadım dersem yalan olur. Hatta parfümün açıklanan resmi notalarını gördüğümde nasıl bir şeyle karşılaşacağımı az çok anlamıştım.

Genellikle parfüm notaları şöyledir: Turunçgiller, limon, bergamot, çiçekler, baharatlar, gourmand elementler, amber, misk vb. Bir de Odeur 71’in marka tarafından açıklanan notalarına bakalım: Elektrik, metal, ofis, mineral, ampulün üzerindeki toz, fotokopi kartuşu, yeni kaynak yapılmış alüminyum, tost makinesi, dolma kalem mürekkebi, yeni açılmış kurşun kalem, bambu, salata sosu, sümbül, yosun, tütsü, odunsu notalar…

Şaka yapmıyorum. Odeur 71’in resmi olarak açıklanan notaları böyle. Zaten Odeur serisi için “Laboratuvar ortamında, mikro teknoloji ile çoğaltılarak oluşturulan inorganik elementler ile doğal elementlerin karışımı” diyebiliriz. Bu uzun sayılabilecek girişten sonra geçelim parfümümüze.

Odeur 71’in açılışında garip çiçekler sizi karşılıyor. Hafiften tatlı, biraz plastiğimsi. Tamamen yapay başlangıca sahip. Anlatması zor. Pek sevilesi değil üst notaları. Bir süre sonra tuhaf çiçeksiler devam ediyor ve yine alışılması zor bir koku ortaya çıkıyor. Hastaneye girdiğinizde muhtemelen antiseptiklerden gelen bir koku vardır. İşte orta notalar o kokuya çok benziyor. Hatta dişçi koltuğuna oturduğunuzda etraftan gelen ilaç kokuları olur. Onu da andırıyor. Ne hastaneleri ne de dişçi koltuğunu sevmediğim için hoşuma gitti diyemem. Neyse ki alt notalarından itibaren biraz güzelleşiyor. Bu kısımda tanıdık bir şeyler algılanabiliyor. Biraz tütsü, odunsu notalar ve misk. Üst ve orta kısımdaki plastiğimsi his burada da var. Daha fazla anlatmak gerçekten zor.

Şu bir gerçek ki Odeur 71 tam bir konsept. Yani parfümden öte bir şey. Bir deneme. Belki de parfümlerle dalga geçme. İşte niş markaları biraz da bunun için seviyorum. O anlı şanlı isimleri olan moda markalarının ürettiği parfümler mutlaka belli bir kitleye hitap etmesi gerekir. Parfümleri sanat eseri değil de ticari meta olarak görürler. Oysa butik markalar yaratım sürecinde daha özgürler. Genellikle büyük kitlelere ulaşmak gibi dertleri yoktur. Parfümlerini herkese beğendirmek gibi de çabalara girmiyorlar. Daha önce denediğim hiçbir parfüme benzemiyor. Plastiğimsi, hastane gibi kokan bir parfüm ne kadar sevilebilir ki. Tarzı hiç bana göre olmasa da onun benzersiz, sıradışı ve şaşırtıcı kokusu, bazı garip modern sanat heykellerinin veya enstalasyonlarının yarattığı hissiyatı andırıyor kullanan kişide. Genel olarak herkesin hoşuna gitmeyecek, rahatsız edici, yapay kokusu olmasına rağmen, geleceğin parfümlerinin belki de ilk prototiplerinden olan Odeur 71’i yine de denemenizi tavsiye ederim fakat büyük boy şişesini alır mısınız bilemem.

Odeur 71’i kimler mi kullanır? Hastane çalışanları, diş hekimleri, Nasa’nın astronotları ya da ünlü bilim-kurgu dizisi Battlestar Galactica’nın karakterlerine rahatlıkla uyum sağlayacaktır. Belki de çılgın bilim adamları onu sever. Albert Einstein, Odeur 71’i severek kullanır mıydı emin değilim.

Bu fotoğraf parfumo sitesinden alınmıştır.

Kalıcılığı çok yüksek değil. Parfümün etrafa yayılımı zayıf. Genel olarak hafif ve tene yakın kalıyor. Belki de böyle olması daha iyi. Kadın-erkek herkes kullanabilir. Dört mevsime uyabilecek garip bir yapısı var. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

EDT formundaki Odeur 71’in kokusunu Anne-Sophie Chapuis ve Martine Pallix birlikte tasarlamış.

Koku Güzelliği:10/6

14 Ağustos 2018 Salı

Serge Lutens – Ambre Sultan (1993)

“Ambre Sultan benim için en fazla duygusal çağrışımlar yapan parfümümdür çünkü o oryantal parfüm serimizin ilk kokusudur. Gerçi Ambre Sultan benim için seçkin bir Arap temalı kokudan fazlası değil. 1960’lı yılların sonlarında gittiğim Marakeş’in eski şehir tarafında bir parça amber buldum. Amberin kokusu beni baştan çıkardı ve o andan itibaren amber kokusu yaratmayı hayal ettim.

Feminite du Bois’ten sonra Ambre Sultan ile başka bir koku yolu açtım kendime. Bu yol Arap dünyasına giden yolumdu. Her ne kadar anne-babam Fransız olsa da bir çocuk gibi Arap bedenine sahip olduğumu hissettim. Ambre Sultan bizim en çok satan parfümümüzdür.”

Yukarıdaki sözleri söyleyen Serge Lutens, aynı zamanda Ambre Sultan parfümü hakkında bize ipuçları veriyor. Bir söyleşisinde Ambre Sultan’ı ara ara kullanmaktan zevk aldığını söyleyen Serge Lutens, internet sitesinde onun aslında bir oryantal olmadığını bir Arap ve Lutens olduğunu vurguluyor. Görüleceği üzere Ambre Sultan büyük ölçüde Araplardan ve Arap kültüründen ilham almış diyebiliriz. Zaten ismindeki sultan göndermesi onun doğuya ait köklerini işaret ediyor.

Ambre Sultan’ın başlangıcı reçineli amberle gerçekleşiyor. Tabii ilk saniyelerde yüksek kaliteli karanlık aromatik otları da atlamamak gerekiyor. Üst notaları çok iyi. Orta bölümde otsular geriye çekilirken parfüme ismini veren egzotik, karanlık ve koyu amber kompozisyona iyice hakim oluyor. Ambere karanlık kuru baharatlar eşlik ediyor ki gayet güzel orta bölüm. Alt notalarda amberin etkisi azalsa da devam ediyor. Son kısımda şekerli olmayan vanilyayla kapanış yapılıyor ki koklamaya değer.

Ambre Sultan ismindeki amberin hakkını fazlasıyla veriyor. Parfümün başından sonuna kadar karanlık amber her daim başrol oyuncusu gibi davranıyor. Ambere en büyük desteği keskin reçineler ve baharatlar veriyor. Koku karakterinde hep bir ağır-koyu taraf var ki, Ambre Sultan’ı gizemli ve mistik hale bürüyüveriyor bu durum.

Amber merkezli parfümlerin en önemli örneklerinden olan Ambre Sultan, size doğunun gizemli şehirlerini, Arapların antik egzotizmini ve bir Ortadoğu geleneği olan rakkaselerin daracık Fas sokaklarındaki büyülü danslarının coşkusunu vaat ediyor muhtemelen.

Olabilecek en kaliteli amber parfümlerinden olan Ambre Sultan, aynı zamanda bir mistik olan Serge Lutens’in ruhunun karanlıklarını, derinliklerini ve belki de en ayıp günahlarını simgeliyor. Ambre Sultan için amber parfümlerinin kutsal kasesi bile diyebiliriz.

O devrimci ve çarpıcı bir eser. Bundan yaklaşık yedi yıl önce Ambre Sultan’ı kullandığımda zihnimde şu hisleri uyandırmıştı:

Ambre Sultan’ı kullandığım zaman kendimi dar ve gizemli Mısır sokaklarında geziyormuş gibi hissediyorum. Yürümekten yorulmuşum. Bir nargile kafe görüyorum. İçeride nargile içip, sohbet eden kızlı erkekli masalar var. Bazıları yer sofraları gibi minderlerde oturuyorlar. Bende bir köşeye geçiyorum ve nargilemi söylüyorum. İçerisi nargilelerin yoğun dumanıyla dolu. Garip bir şekilde rahatsız etmiyor beni bu koku. Gözüm duvarlara takılıyor. İslam sanatında sıkça kullanılan çiniler duvarları süslemiş. Batı medeniyetinin doğu kültürlerini ve felsefelerini neden bu kadar merak ettiklerini biraz daha iyi anlıyorum.

Ambre Sultan’ı giydiğim zaman Cezayir’in kapalı çarşısında yolumu kaybetmiş gibiyim ya da Yemen’in sonu gelmeyen çöllerinde gece ateşin başında bedevilerle çay içiyorum. Çöllerde gündüzler ne kadar sıcaksa gecelerde bir o kadar soğuktur. Ambre Sultan tam da o soğuk çöl geceleri için tasarlanmış sanki. Pakistan’da baharat satan bir dükkanın kapısından içeriye girdiğinizde burnunuza gelen o tarif edilemez kokuların bir karışımı gibi Ambre Sultan. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

EDP formundaki bu şaheseri Christopher Sheldrake gibi bir usta yaratmış. Kalıcılığı gayet iyi, etrafa yayılımı idare eder. Tam bir kış parfümü Ambre Sultan. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına yakın duruyor. Herkesin sevemeyeceği, her ortama uymayacak oldukça tematik bu arkadaş, yaş ve koku deneyimi istiyor, benden söylemesi.

Koku Güzelliği:10/8

31 Mayıs 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Avignon (2002)

Günümüz Fransa’sında Marsilya ile Montpellier arasında yer alan Avignon bölgesinin önemli bir tarihi olduğunu biliyoruz. Özellikle 14. yüzyılda Katolikliğin dünyadaki merkezlerinden olan Avignon bölgesinin, yedi ayrı Papa’ya ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Gotik katedralleri ve surlarla çevrili büyük sarayı ile klasik Ortaçağ şehri havasını hala yaşatan Avignon’u tabii ki böylesine başarıyla koruyan Fransızların, tarihine sahip çıkma bilincine de teşekkür etmek gerekiyor.

Avignon sadece tarihi değil, ruhsal anlamda da önemli bölgelerden birisi. Hristiyanlığın muhafazakar kanadını temsil eden Katolikliğin, Avignon bölgesiyle sıkı bağları mevcut. Bu durum ünlü moda markası Comme des Garçons’un gözünden kaçmamış ve Avignon isimli parfüme ilham vermiş. Comme des Garçons’un 2002 çıkışlı Incense serisinin en popüler üyesi olarak hafızamızdaki yerini almıştı Avignon parfümü. Markanın Incense serisinde tütsüyü merkeze aldığı, her parfümde tütsüyü ve farklı dini inançları birbiriyle harmanladığını gördük. Mesela Incense serisindeki Kyoto Budizmi temsil ederken, Ouarzazate İslam’la bağdaştırılmış. Avignon parfümü, önemli bir Katolik bölgesi Avignon şehriyle betimlenmiş. Bakalım sadece Incense serisinin değil Comme des Garçons’un en popüler eserlerinden Avignon nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı koyu ve karanlık tütsüyle gerçekleşiyor. İlk dakikalarda sağlam, yoğun ve kuru tütsüye bir süre sonra odunsular eşlik etmeye başlıyor. Parfümün karanlık kısmı orta bölümde de devam ediyor. Tatlılığın neredeyse olmadığı orta notalarda Avignon bildiğimiz çıra gibi kokuyor. Yüksek kaliteli ağaçların eşlik ettiği tütsü bir parça geride kalırken, arka plana ilginç konuk yerleşiyor: Papatya. Evet, baskın olmasa da kesinlikle papatya kokusu var orta kısımda fakat ağır tütsü-ağaçların arasında kendisini gösteremiyor. Son bölümde kuru odunsular iyice etkisini arttırıyor. Bir parça yumuşayan koku formu, hala kuru ve yüksek kaliteli. Kapanışı hiç fena değil ama alt notalarda kokusu o kadar zayıflıyor ki algılamak zorlaşıyor.

Avignon, bana göre dumansı ağaç-tütsü-reçine-orman kokuyor. Çok yoğun çam ormanında, sonbahar mevsiminde küçük bir ateş yakarsınız ve etraftaki çam kozalaklarının, kuru çıraların, ağaçlardan akan yapış yapış reçinelerin dumansı kokusu etrafa yayılır işte bu tema aynen Avignon’a aktarılmış. Tabii parfümün açılışı tütsü hatta yabancıların frankincense dedikleri ve Türkçeye buhur olarak çevrilen kokuyla gerçekleşiyor. Olabilecek en karanlık tütsü-buhur ikilisinin ilk dakikalardaki burnu zorlayan acımsı dansı parfümün ilerleyen saatleri için bir parça karamsarlık yaratsa da kalitesi ve orta bölümde ağaçsılığın sazı ele almasıyla biraz rahatlıyorsunuz. Sonlarda kimi yorumcular vanilyadan bahsetmiş ama tenimde dikkat etmeme rağmen vanilya kokusu algılayamadım.

Avignon kesinlikle harika bir tütsü-ağaç kokusu. Belki beklediğim kadar detaylı ve zengin kokmuyor ama derinliği, kalitesi ve gerçekçiliği takdire şayan. Genel olarak tekdüze ilerliyor ve büyük değişimler yaşanmıyor. Tatlılık neredeyse yok ve günümüzün modern parfümlerinde bıktığımız şekerli yapıdan oldukça uzak. Anlaşılacağı üzere koku trendleri onun umurunda değil.

Farklı bir konuya değineyim. Avignon’un yurtdışında büyük bir seven kitlesi var. Onun hakkında parfüm platformlarında onlarca yorum bulabilirsiniz. Bu yazılanlara bakıldığında genellikle Avrupa merkezli parfümseverlerin Avignon’u, kiliselerde pazar ayinleri sırasında yakılan tütsü ve buhurlara benzettiklerini anlıyoruz. Onun içindir ki Hristiyan bilinçaltında Avignon direkt kilise kokusu olarak yerleşiyor muhtemelen. Tabii bizler Müslüman bir coğrafyada yetiştiğimiz için ve çoğumuz hayatında hiç kiliseye gitmediği için onlarla empati kurmakta zorlanabiliriz. Bu anlamda Avignon’un Hristiyani ruhsallık çağrışımları yaptığını düşünüyorum. Zaten Comme des Garçons’un parfüm için seçtiği isim (Avignon şehrinin Katolikler için önemi) ve kokuda kullandığı içerikler gayet bilinçli tercihlere benziyor.

Oldukça tematik kokan Avignon, günlük kullanım için, spor kıyafetlere ya da AVM gezmelerine uyar mı emin değilim. Konforlu olmayan sıradışı kokusu çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir. Onu sanki akşam gidilen klasik müzik konserlerinde ya da yoga-meditasyon seanslarında kullanmak iyi fikir. Garip şekilde ciddi, soğuk, karamsar, mesafeli ve entelektüel bir parfüm Avignon. Belli bir yaş, parfüm deneyimi ve doğru zamanı arayan tarzını beğenir misiniz bilemiyorum.

Kokusunu beğendim ama hayat her zaman toz pembe değil. Avignon’un eksi yönlerinden birisi performansının zayıflığı. EDT formundaki Avignon’un hem kalıcılığı hem de etrafa yayılımı ne yazık ki başarısız. Bu durumu sık sık yeniden kullanarak bir parça giderebilirsiniz fakat etrafa saldıran bir performans bombası değil. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak pazarlansa da erkek kullanımına yakın duruyor. Kokusuna ünlü burunlardan Bertrand Duchaufour imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7.5

19 Şubat 2018 Pazartesi

Issey Miyake – Nuit d’Issey (2014)

Başarılı Japon modacı Issey Miyake’nin 1994 yılında piyasaya sürdüğü müthiş erkek parfümü L’Eau d’Issey Pour Homme’nin altından çok sular aktı. 25. yaşına doğru ilerleyen L’Eau d’Issey Pour Homme’nin harika kokusu, kendisinden sonra gelecek Issey Miyake parfümlerine ilham vermeye devam ediyor. Hemen hemen aynı şişe tasarımı ve benzer isimle 2014 yılında yeni üye katıldı aileye.

Nuit kelimesine yapılan vurguyla beraber, Nuit d’Issey’in pazarlanma aşamasında derili, odunsu ve ferah tarafı öne çıkarılmış. Parfümün gece/akşam/karanlık gibi öğelerle birlikte anılması, onun çok da ferah kokmayacağının habercisi gibi adeta. Zaten koyu renkli şişesinden bir yaz kokusu çıkmayacağını tahmin ediyordum. Bakalım Issey Miyake’nin yeni sayılabilecek erkek parfümü Nuit d’Issey nasıl kokuyor?

Parfümün açılışı ferah sayılabilecek turunçgillerle gerçekleşiyor. Limon ve greyfurdun önderliğindeki turunçgiller canlı, dinamik ve çarpıcı. Açılışı gayet güzel. Orta kısma doğru ilerlediğimizde turunçgillerin yerini aromatik otların ve şekerli baharatların aldığını görüyoruz. Orta notalarda tatlı portakal da algılıyorum. Orta kısmın sonlarına doğruysa ilginç iki sürprizle karşılaşıyoruz: Deri ve tütsü. Karanlık, koyu ve dumansı verilmemiş tütsü sanki bir adım önde. Kapanışta yine değişim var. Yumuşak ve tatlı odunsu notalar alt notalara hakim olurken, koku epey zayıflıyor son kısımda. Ortalama bir kapanışa sahip denebilir.

Nuit d’Issey, ilk sıkıldığı andan itibaren sürekli bir parfüme benzediği hissiyatı veriyor. Çok tekrar edilen modern, aromatik, odunsu baharatlı tarza yakın diyebilirim. Zaten parfümün iki ünlü tasarımcısı Dominique Ropion ve Loc Dong parfümün, odunsu ve baharatlı notaların üzerini saran deri kullanımından bahsetmişler ki haklılar. “Geceye ışık eklemek” olarak tanımladıkları Nuit d’Issey bence pek de koyu-karanlık bir arkadaş değil. Hatta tersine gayet aromatik (asla ferah değil), yumuşak, tatlı ve pozitif bir esere benziyor.

Nuit d’Issey, çarpıcı, sıra dışı ve yaratıcı bir parfüm olmasa da herkesin benimseyebileceği, makul oranda erkeksi, günümüzün koku trendlerine tamamen uyumlu görüntüde. Üst-orta-alt nota değişimleri algılanabiliyor ki bu da parfümün yeterince zengin ve katmanlı olduğunu gösteriyor ama her zengin parfüm güzel kokar mı?

Nuit d’Issey, içeriğinde her şeyden biraz barındıran piyasaya işi ortalama bir parfüm. Pek riskli olmayan genel yapısı eş-dost-akrabalardan güzel geri dönüşler sağlayacaktır size. Yine hanımefendilerin bu parfümü oldukça beğeneceğini düşünüyorum. Fakat geneline baktığımda kalite anlamında harikalar yaratmayan, pek öyle kendine özgü karakteri olmayan, temiz, hoş kokan tatlı bir parfüm. Uzun süreli kullanımda ondan sıkılacağımı söyleyebilirim.

Benim kullandığım ilk formülasyon olan EDT versiyonuydu. 2015 yılında EDP formundaki Parfum sürümü raflardaki yerini aldı. Kalıcılığı idare eder, etrafa yayılımı ilk patlama dışında ortalamanın biraz altında. Ilık ilkbahar aylarına uyacağını düşünüyorum Nuit d’Issey’in. Her yaş grubundan erkeğe rahatlıkla önerebilirim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

21 Aralık 2017 Perşembe

Mona di Orio – Cuir (2010)

Kakule, absent, deri, yabani ardıç, reçine, opoponax ve kunduz yağı.

Yukarıdaki notalar, Mona di Orio’nun Cuir parfümünün resmi olarak açıklanan içerikleri. Mona di Orio’nun Les Nombres D’Or serisinin üyesi Cuir, ismindeki deri vurgusunu, ilan edilen notalarında da belirtmiş. Daha önce yine Les Nombres D’Or serisinin popüler iki üyesi Vanille ve Vetyver’i kullanmıştım. Şimdi sıra Cuir’e geldi anlaşılacağı üzere.

Cuir’in açılışı karanlık ve tozlu gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında bulunmasa da vetiver algılıyorum başlangıçta. Buradaki karanlık ve kuru vetiver oldukça alışılmamış denebilir. Orta bölümde parfümün depresif hali devam ediyor. Aynı karanlık ve tozlu yapı devam ediyor. Orta kısımda parfüme ismini veren deri ortaya çıkıyor. Buradaki deri oldukça soyut davranıyor ve deri ceketler gibi kokmuyor. Hafiften plastiğimsi mi desem ayakkabı boyası tarzında mı desem öyle bir deri var. Deriye bir parça tütsünün de eşlik ettiğini sanıyorum. Ve kapanışa geleyim. Oldukça zayıflayan alt notalarda büyük değişim yok. Yumuşak derinin yanında bir parça odunsular bulunuyor. Üst ve orta kısma nazaran daha sevilesi kapanışa sahip.

Cuir için karanlık mı demeliyim yoksa dumansı mı demeliyim karar veremedim. Sanırım ikisi de var. Buradaki dumansılık pipo tütünü gibi değil de deriden gelen dumansılığı çağrıştırıyor. Hatta hafiften kirli bile kokuyor deri ve doğallık hissiyatı vermiyor. Yapaylığın sınırlarında gezinen ve köksü vetiver-tütsüyle dans eden bir deriye sahip Cuir.

Muhtemelen Cuir’in kokusunun doğada pek karşılığı yok. Yani onu zihninizde neye benzeteceğinizi ve nasıl kelimeye dökeceğinizi bilemiyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim resmi olarak açıklanan notalarına bakıyorum. Deri dışında diğer notaları algıladığımı söyleyemem. Acaba Mona di Orio bizi ters köşeye mi yatırmak istiyor bu notaları açıklayarak. Çünkü kunduz yağının bulunduğu parfümlerin genellikle hayvansı yönü ağır basar ama Cuir hayvansı değil daha çok plastiğimsi. Ayrıca kakule veya başka bir baharat da dikkatimi çekmedi kompozisyonda. Sanki Cuir daha odunsu-vetiversi-tütsümsü deri vaat ediyor bize. Tabii her daim karanlık ve dumansı.

Cuir, içine kapanık, depresif bir parfüm. Bir şekilde derin ve gizemli olmayı başarıyor, diğer taraftan da doğal kokamıyor. Kullanması ve sevmesi zor bir esere benziyor. Peki Cuir’i sevdim mi sevmedim mi? Tabii papatya falı bakacak değilim bu sorunun cevabı için. Genel tarzının bana yakın olmadığını söyleyebilirim. Kokusu biraz, araba tamirhanelerine gittiğinizde oradan gelen motor parçalarının ve yağlarının kokusuna benzerken diğer yandan dumansı ve karanlık yanıyla farklı olduğunu haykırıyor. Herkese uymayacak, konforlu olmayan, tam anlamıyla deri parfümüne benzemeyen, oldukça tematik ve garip bir çalışma olmuş Cuir. Rahatsız edici derecede itici değil ama kullanmaktan da zevk alamıyorsunuz.

Çok uzatmayayım. Sonuç olarak Cuir, sıradışı, dumansı, koyu deri parfümü olarak sınıflandırılabilir. Tatlılık az. Bu anlamda günümüz koku trendlerine uzak ama çok da eski ve babanne kokusu gibi de değil. Günlük kullanıma uymayacak, belli bir yaş (30 üzeri) ve parfüm deneyimi isteyen, erkek kullanımına yakın (uniseks olarak piyasaya sürülmüş), olgun ve soğuk bir eser. Denemeden almanın riskli olacağını sanırım söylememe gerek yok.

Kokusunun tasarımını Mona di Orio yapmış. EDP formunda. Kalıcılığı yeterli, fark edilirliği ortalama seviyede. Tam bir kış parfümü. Soğuk havalarda kendisini daha iyi göstereceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2017 Çarşamba

Andree Putman – Tan d’Epices (2015)

“Andree Putman 1925 yılında Paris’te doğmuş, kendi tanımıyla “ilginç bir ailenin kızı”. Annesi piyanist, babası yedi dil bilen, mesleği olmayan bir entelektüel olarak Fransa’nın neredeyse soylu sayılabilecek, yüksek burjuva sınıfının geleneği içinde bir sülalenin “kara koyun”u olarak kabul ediliyor. Kendisinin ise bu ailenin içinde daha da ileri düzeyde bir kara koyun olduğunu söylüyor. Henüz 10 yaşındayken annesini evdeki yaldızlı mobilyaları ve şaşaalı resimleri atarak yerine, aile çevresinin hayret dolu tepkilerine neden olan, Art Deco mobilyalar ve soyut sanat eserleri almaya ikna eder.

1972 yılında Didier Grumbach ile birlikte “Créateur et Industriels” adlı mekânı kurarlar (Grumbach şimdi Haute Couture Federasyonu Başkanı). Bu grupta Issey Miyake, Jean Charles Castelbajac, Thierry Mugler gibi genç moda tasarımcıları tanıtılmaktadır. Böylelikle Putman, modern sanat, moda ve seri üretim arasında kurmayı arzu ettiği ilişkiyi de sağlayabilecektir.”

Açık Radyo’nun internet sitesindeki detaylı Andree Putman yazısı okunmaya değer. Yukarıda bu yazının bir bölümünü alıntıladım. O yazı anladığım kadarıyla Almanca bir yayından tercüme edilse de Andree Putman gibi önemli izler bırakarak bu dünyadan yakın zamanda ayrılmış bir başarı abidesi olarak saygıyı hakediyor. Özellikle iç mimari alanında ismini dünyaya duyurmuş bir tasarımcı olan Andree Putman, 2001 yılında ilk ve tek parfümü olan Preparation Parfumee’nin müthiş etki yaratmasına rağmen koku koleksiyonunu genişletmedi. 2013 yılında ölen Andree Putman’ın ardından kızı Olivia annesinin kişisel anılarını hatırlatacak bir parfüm serisi için Intertrade Group’un sahibi Celso Fidelli ile işbirliğine gitti. Andree Putman’ın ilk parfümünden on dört yıl sonra altı parfümlük yeni seri piyasaya sürüldü. Tan d’Epices, 2015 çıkışlı yeni serinin ilgi çeken parfümlerinden oldu. Kendi sitelerinde parfümleri hakkında bilgi bulunmayan Tan d’Epices’in isminden dolayı baharat merkezli olacağını tahmin edebiliriz.

Tan d’Epices’in açılışı keskin ve tatlı baharatlarla gerçekleşiyor. Tarçın ve zencefilin baskın olduğu başlangıcı gayet modern, leziz, meyvemsi ve yüksek kaliteli. Üst notaları gayet güzel. Orta bölümde büyük değişim görünmüyor. Tatlı baharatlara orta kısımda sıcak reçineler ekleniyor. Orta bölümde güzel bir sürpriz olarak dumansı sayılabilecek tütsü mevcut. Tütsünün yanında sıcak reçineler epey etkili orta kısımda. Kapanışta odunsular dikkatimi çekiyor. Keskin baharatların geri çekildiği alt notalarda biraz vanilya ya da balsamik benzoin bulunuyor.

Tan d’Epices, ismindeki baharat temasının hakkını sonuna kadar veriyor. Oldukça sağlam ve dolgun baharatlar gayet net ve başarılı şekilde verilmiş. Güzel tarafı baharatların çok yerinde tatlılıkla ve meyvemsilikle verilmiş olması. Böylece hem burnu zorlamıyor baharatlar hem de leziz ve modern hissiyat veriyor. Sevdiğim tarzda kokusu var Tan d’Epices’in. Sanırım onunla tanıştığım için şanslıyım.

Tabii parfümün önemli ayaklarından birisi sıcak baharatlara eşlik eden sıcak reçineler. Zaman zaman ağaçsı hissiyat veren bu reçinemsilik gayet dengeli verilmiş. Kimi niş parfümlerde abartılı verilen reçineler genellikle baş ağrısı yapıyor. Buradaki reçineleri beğendim. Geri plandaki odunsuluk ve vanilyamsılık fena değil.

Bence parfümün en ilginç tarafı dumansı tütsü-tütün benzeri yapı. Kimi zaman meyveli pipo tütünlerine kimi zaman dumansı sandal ağacı tütsülerine benzeyen orta notalar hem yüksek kaliteli hem de koklaması keyifli. Bu anlamda iyi iş çıkarılmış.

Tan d’Epices’taki Serge Lutensvari meyvemsilik ve baharat kullanımını beğendim. Bir parça Fille en Aiguilles tarzını anımsatıyor. Tabii Lutens’in eseri daha üst düzey denebilir. Kullandıkça bir parfüme daha çok benzettim Tan d’Epices’i. Ve sonunda aklıma geldi. Geçtiğimiz haftalarda kullandığım Rundholz’un 03. Apr. 1968 isimli parfümüne benzettim. İkisinde de meyvemsi baharatlar, reçineler ve tütsü var. Umarım yanılmıyorumdur.

Tan d’Epices bu haliyle çok soğuk günlerde kullanılabilecek sıcacık baharatlı reçineli bir eser. Dumansı tütsünün apayrı hava kattığı Tan d’Epices’i sevdim. Her ne kadar tekdüze koksa da ve büyük değişim göstermeden devam etse de bu tarzı seviyorsanız deneme listenize almanızı öneririm.

EDP formundaki Tan d’Epices’in performansı yeterli. Farkedilirliği yüksek olmasa da kalıcılığı iyi. Uniseks olarak piyasaya sürülmüş ama erkek kullanımına daha yakın sanki.

Koku Güzelliği:10/7

9 Aralık 2017 Cumartesi

Bulgari – Man in Black (2014)

Ne yalan söyleyeyim Man in Black ismini ilk gördüğümde aklıma başrollerinde Tommy Lee Jones ve Will Smith’in olduğu film aklıma geldi. O absürd ve kötü Will Smith filminin müziğiyse uzun zaman radyolarda yankılanmıştı. Bugün hala nerede Man in Black tabirini görsem aklıma o film geliyor. Artık aklımda nasıl bir yer edindiyse…

Bulgari’nin 2014 çıkışlı erkek parfümünün isminin Man in Black olduğunu farkettiğimde yine Will Smith aklıma geldi. Oysa Man in Black parfümü, o filmden ilhamını almadı bildiğimiz kadarıyla. Aralarında sadece isim benzerliği var. Bulgari’nin 2010 yılında piyasaya sürdüğü erkek parfümü Bulgari Man’ın devamı olarak düşünülebilir Man in Black. Bu arada Bulgarinin “Man” serisi 2017 yılı itibariyle dokuz parfüme ulaşmış durumda. Artık farklı konseptte yeni parfümlere yönelseler daha iyi olacak belki de.

Kendi sitelerinde Man in Black şöyle tanımlanmış: “Şehvetli, neo-Oryantal bir EDP’dir. Bu cesur karizmatik parfüm, yeni bir erkeklik ifadesi dile getiriyor. Baştan çıkarıcı erkeklere ithaf edilmiştir. Koku ailesi olarak oryantal-amber-çiçeksidir.” Bu neo-Oryantal’in nasıl bir akım olduğunu merak ettim. Bakalım Man in Black bu iddialı tanıtımının hakkını verebilecek mi?

Man in Black’in açılışı pudralı-şekerli baharatlarla gerçekleşiyor. Tonka fasulyesinin verdiği abartılı tatlılığa eşlik eden biber, kakule ve diğer baharatları ne yazık ki sevemedim. Orta bölümde o garip ve bıktırıcı pudralı hissiyat devam ediyor. Orta notalarda iris çiçeği devreye giriyor. Bu andan itibaren pudralı odunsular da hissediliyor. Orta notalar da pek bana göre değil. Kapanışı nispeten en başarılı yeri. Bir parça tütüne eşlik eden leziz meyveler ve azıcık vanilya alt notaları güzelleştiriyor.

Man in Black, 2000’li yıllarda başlanan bol tatlı, baharatlı, hafiften karanlık, azıcık tütün barındıran piyasaya işi popüler parfümlerin tipik örneği. Farklı yanı olmayan ve rakiplerini taklit eden Man in Black, koku anlamında da en sevmediğim haliyle vermiş pudrayı. O sinir bozucu pudramsılığı ne baharatlar geri plana atabiliyor ne de içki-meyve-tütün notaları.

Man in Black, dumansı olmayan şekerli tütün, lezzetli baharatlar, tatlı meyveler, egzotik olmayan amber ve iyi sayılabilecek vanilya üzerine kurgulanmış. Parfümdeki tatlılık baştan sona kadar devam ederken, üst-orta notalarda pudramsı tonka fasulyesi tarafından sağlanan tatlılığı, alt notalarda vanilya veriyor sanki.

Man in Black şu parfümlere epey benziyor: Spicebomb, CK One Shock. Şu parfümleriyse andırıyor: Valentino Uomo, La Nuit de L’Homme, Midnight in Paris. Şu parfümlereyse pek benzemiyor: Dior Homme, Dior Homme Intense, Gucci Pour Homme II.

Yukarıda listelediğim parfümlerden en çok Spicebomb’a benziyor Man in Black. Özellikle başlangıcı Spicebomb’ın kopyası. Bulgari gibi saygıdeğer bir marka neden kendisinden iki yıl önce piyasaya sürülmüş rakibini kopyalar, anlamak zor. Oysa Bulgari iyi-kötü parfüm geleneği olan bir marka. Çok daha farklı ve iyi bir parfüm yapmak için neden uğraşmamış da Spicebomb gibi vasat bir arkadaşı taklit etmekle yetinmiş? Bir Bulgari yöneticisi bulsak da sorsak keşke.

EDP formunda Man in Black. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ilk yarım saat iyi, sonrasında tene yaklaşıyor. Tam bir kış parfümü. 15-25 yaş arası erkekleri hedefleyebilir. Günlük kullanıma uyabilecek yapısı sayesinde her yerde rahatlıkla giyilebilir. Genellikle olumsuz yorum almayacağınızı düşünüyorum, benim dışımda.

Koku Güzelliği:10/5

27 Kasım 2017 Pazartesi

Divine – L’Homme Sage (2005)

Yvon Mouchel’in 1986 yılında Fransa’nın Dinard şehrinde temellerini attığı Divine isimli niş parfümevi, hala bağımsız olmayı sürdürüyor. Ana işkolu olarak parfümeriyi seçmiş kendisine bay Mouchel. Onun parfümlere olan tutkusu Divine markasının devamlılığını sağlamış. İlk parfümleri 1986 yılında Divine ismiyle kadınlar için piyasaya sürülmüş. Divine’den sonra bir süre ara verdiği parfüm üretimine 2000’li yıllarda hız vermiş durumda Yvon Mouchel. 2017 yılı Kasım ayı itibariyle on iki kokuluk koleksiyona sahipler.

Markanın 1986 çıkışlı ilk parfümü Divine ile birlikte en popüler eseri kuşkusuz ki L’Homme Sage. Özellikle yurtdışı merkezli platformlarda epey seveni olan ve çokça konuşulan erkek parfümü L’Homme Sage sık sık karşıma çıkıyordu fakat tanışmak bir türlü nasip olmamıştı. 2005 yılı çıkışlı L’Homme Sage’yi bir süredir kullanıyorum ve bakalım bu küçük sayılabilecek niş parfümevinin en popüler kokusu bende nasıl izlenim bırakacak.

Parfümün açılışında ne turunçgiller ne de çiçekler var. Üst notalarda kuru ama aynı zamanda tatlı-modern baharatlarla karşılaşıyorum. Yumuşak ve rahatsız edici olmayan baharatlar yüksek kaliteli. Açıklanan üst notalarında kakule, safran, mandalina ve liçi isimli tropikal meyve var. Başlangıçta mandalina değil de liçi olabilir. İlk izlenimim liçi ve kakule olduğu yönünde. Başlangıcını sevdim. Orta bölüme geçildiğinde koku karakteri oldukça değişiyor. Artık meyveler ve tatlı baharatlar geride kalırken ortaya pudramsı odunsular ve plastiğimsi deri çıkıyor. Her ne kadar açıklanan notalarında deri olmasa da bence var. Kimi yorumcuların bahsettiği pudralı odunsuları da algılayabiliyorsunuz. Orta bölüm oldukça farklı ve herkesin sevebileceği gibi değil. Yapaylık sınırında dolaşan orta kısım için eh işte diyebilirim. Son bölümde yine değişim var. Kapanışta az da olsa meşe yosunu ekleniyor. Kuru odunsular alt notalarda da etkili. Son bölümü sevdim.

L’Homme Sage, sıcak baharatlı yumuşak odunsulara sahip. Resmi tanıtımındaki erkeksilik vurgusu da üstüne eklenince epey bir maskülen koku formuyla karşılaşacağımı düşündüm. Açıkçası öyle bir yönüne rastlamadım. Evet, kadınsı nüanslar taşımasa da 1980’li yılların sert erkeksi parfümleri havası asla yok L’Homme Sage’de. Günümüze yakın ve modern kokuyor ama yeni nesil bol şekerli vanilya bombalarına da benzemiyor.

Divine’nin küçük bir niş parfümevi olduğunu ve bağımsızlığını korumaya çalıştığını biliyoruz. Yüksek sayılabilecek fiyatlara satılan Divine’nin parfümlerinin belli bir kalitenin üstünde olması gerektiğini varsayabiliriz. L’Homme Sage bana o kadar da çarpıcı ve sıradışı gelmedi. Benim için ortalama bir arkadaşa benziyor. Tabii açılışını oldukça sevdiğimi hatta parfümün en beğendiğim yeri olduğunu söylemeliyim. Orta kısımdan itibaren o tuhaf plastiğimsi-pudramsı deri-odunsu yönünü kendime yakın bulamadım. Kötü koktuğunu söylemek haksızlık olur ama sanırım pek bana göre değil.

EDP formundaki L’Homme Sage’nin performansı çok iyi değil. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği ortalamanın altında. Sonbahar-kış kullanımına yakın duruyor. Kokusuna Yann Vasnier ve Richard Ibanez imza atmış. Divine için başka parfümler de tasarlayan Yann Vasnier bir söyleşisinde şunları söylemiş:

“Çocukken sanırım on yaş civarındaydım. Her gün plaja giderdim. Plajdan sonra Saint Malo ve Dinard’daki Divine’nin parfüm butiklerine uğrardım. Tabii Annick Goutal ve Serge Lutens’i de unutmamak gerekir. İlerleyen yıllarda, bir gün kaderin cilvesi olarak Divine parfümevinin kurucusu Yvon Mouchel’le tanıştım. Onun için altıdan fazla parfüm meydana getirdim.”

Koku Güzelliği:10/6

2 Ekim 2017 Pazartesi

Nishane – Hacivat (2017)

İstanbul merkezli niş parfümevi Nishane’nin 2017 yılında tanıtımını yaptığı yeni parfümler ilgi çekmeye devam ediyor. Eski Türk ve Osmanlı kültüründe önemli yer tutan öğelerden gölge oyunundan ilhamını almış yeni kokular. Karagöz, Hacivat ve Zenne, markanın kurucuları Murat Katran ve Mert Güzel’in deyimiyle “bu parfümlerle bu toprağın hikayelerini anlatmaya başladık” demişler ki çok haklılar.

Birçok niş markanın kendi ülkelerinin kültürel öğelerini parfümlere yansıttıklarını düşünürsek, Nishane’nin Karagöz, Hacivat ve Zenne’yi konu alması tutarlı ve dışarıdan bakan gözler için gayet ilginç ve otantik.

Bir süredir kullandığım Hacivat’a odaklanmak istiyorum. Söylenceye göre Karagöz ve Hacivat’ın Bursa’da yaşadıkları ve cami inşasında çalışan iki işçi olduğu iddia ediliyor. Hacivat’ın asıl adının Hacı İvaz olduğu ve Karagöz’e göre daha nüktedan ve uyanık olduğu söylenir. Nishane’nin kendi sitesinde bu üç parfümün resmi tanıtımlarının henüz olmadığını farkettim veya ben bulamadım.

Hacivat’ın açılışı güçlü turunçgillerle gerçekleşiyor. Açılışta tropikal meyveleri andıran yapıya eşlik eden turunçgiller fena değil. Bence portakaldan ziyade mandalinaya yakın duruyor açılışı. İlerleyen dakikalarda mandalinamsı his geri çekilirken parfümün başrol oyuncusu metalik ananas ortaya çıkıyor. Buradaki ananas, turunçgillerle harmanlanmış. Kremsi ve yumuşak değil orta bölüm. Kapanışta büyük değişim yok. Tek fark yumuşak odunsular. Sedir ağacını andıran odunsulara yine ananas destek veriyor. Biraz da paçuli var alt notalarda.

Hacivat’ı kimi yorumcuların şipre olarak tanımlaması anlaşılabilir. Hacivat’ı ilk kullandığımdan itibaren içerisinde elma, portakal, kivi, nar ve ananas bulunan karışık meyve sularını hatırlıyorum. Tatlı (içinde fruktoz şurubu bulunan) endüstriyel meyve sularını andıran parfümün geneli, modern ve leziz denebilir. Bence meyveli-odunsu tarafa yakın Hacivat. Meyve derken kimi zaman leziz portakal-mandalina benzeri narenciyeleri kimi zaman enteresan tropikal meyveleri anımsatıyor. Buradaki meyveler gayet canlı, pozitif, tek düze, uyumlu fakat hafiften pürüzlü, özgün değil ama eğlenceli denebilir. Meyveler ne erkek ne de kadın kullanımına yakın. Parfümün unisekse yakın duran hoş bir dengesi var. Her ne kadar sonlardaki ağaçsılar ve bir parça paçuli hafiften erkek kullanımını çağrıştırsa da kadınların sevebileceğini düşünüyorum Hacivat’ı.

Şimdi ananas ilginç bir meyve. Hem o garip ve sevimli dış görünüşü hem kabuğunu soyup meyvesine ulaşmanın zorluğu hem de ekşimsi tadı pek Türk halkının alıştığı gibi bir meyve olmadığı izlenimi veriyor. Zaten tropik bir meyve olan ananasın parfümlerde verilen kokusu genellikle Hacivat’taki gibi metalik ve parlak karşımıza çıkıyor. Hacivat, bu anlamda klasik bir ananas kokusunu narenciyelerle karıştırıp sunuyor. Çok ilginç mi kokusu? Değil. Yaratıcı bir koku formu mu var karşımızda? Pek sanmıyorum. Yüksek kaliteli mi? Eh işte. Herkes sevip, kullanabilir mi? Şüphe yok.

Tabii önemli bir durumdan daha bahsedeyim. Biliyorsunuz Creed’in fenomene dönmüş durumdaki Aventus’u, ananas kokusunu merkeze alıyor ve dünya çapında büyük başarı sağladı. Bir türlü neden bu kadar popüler olduğunu hala anlayamadığım Aventus, ananas denildiği zaman akla gelen ilk parfüm artık. Ve doğal olarak ananas temalı parfümler özellikle niş segmentindeyse hemen Aventus’la kıyaslanıyor. Şimdi kimi yorumcuların Hacivat ile Aventus’u birbirlerine benzer bulmaları gayet doğal. Bence de başlangıçları ve orta kısımları benzerken, sonlarda epey ayrışıyor iki parfüm. Aventus birch denilen dumansı garip bir ağaçsılıkla son bulurken Hacivat, sedir ağacı benzeri odunsuları az kullanıyor ve kapanışta meyvemsiliğe daha çok yer veriyor. Yani birbirinin aynısı iki parfüm olmadığını dikkatli parfümseverler farkedeceklerdir.

Sonuç olarak basit, barışçıl, derinliği olmayan, dünyayı yerinden oynatma gibi iddiası bulunmayan, kullanan çoğu kişinin hoşuna gidecek, günlük kullanıma rahatlıkla uyum sağlayabilecek, yaz sıcaklarında hatta plajlarda bile kullanılabilecek bir arkadaş.

Kokusunun tasarımını Jorge Lee yapmış. Hacivat’ın enteresan tarafı Extrait formunda olması. Kalıcılığı yeterli, farkedilirliği ortalama seviyelerde. Tabii bir Extrait’ten harikalar beklemek gibi eğilimimiz var ama hayatın her alanında olduğu gibi beklentiyi hiçbir konuda abartmamak gerekiyor. Yaş sınırı olmaksınız herkes kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/6

28 Eylül 2017 Perşembe

Donna Karan – Be Delicious Men (2004)

Be Delicious’un elma şeklindeki yuvarlak ve harika şişesini her zaman için çok sempatik bulmuşumdur. Donna Karan’ın 2004 yılında piyasaya sürdüğü elma temalı parfümleri hem erkekler için hem de kadınlar için ayrı ayrı sunuldu. Erkek versiyonundan ziyade kadın olanı daha çok ilgi çekti. Her ne kadar ilk çıktığındaki popülerliğini kaybetse de hala üretimi devam ediyor Be Delicious Women’in.

Erkek olanı ise elma şeklindeki kahverengi şişesiyle biraz daha geri planda kaldı. Kendi sitelerinde bile artık yer verilmeyen Be Delicious Men’de dikkat çeken bir nota yer alıyor: Kahve. Genellikle gourmandlarda karşılaştığımız kahve, anladığım kadarıyla burada turunçgillerle ferah bir şekilde verilmeye çalışılmış. Bakalım durum tam olarak böyle mi?

Be Delicious Men’in açılışı ferah turunçgillerle gerçekleşiyor. Portakaldan ziyade sucul bergamota benzettiğim üst notalarda yeşil elma da bulunuyor. Üst notaları yeşil turunçgillerle gerçekleşiyor. Orta bölümde yeşil ferah yapı devam ediyor. Yeşil elma parfümün başrolüne geçerken bir parça yapay odunsular eşlik etmeye başlıyor. Kapanışta ağaçsılar daha etkili. Vasat bir sedir ağacını andıran odunsu notalar pek umut vaat etmiyor.

Be Delicious Men’in içeriğinde yeşil elma olması tabii ki şaşırtıcı değil. Zaten şişesi elma şeklinde ve bu tema bir şekilde parfümde kullanılmış. Burada bir sorun yok ve tutarlılık var. Açılışı epey tanıdık, rahatsız etmeyen, modern turunçgillerle gerçekleşiyor. Bence parfümün en güzel yeri başlangıcı. Leziz ve herkesin sevebileceği güvenli üst notaları ilk intiba olarak olarak iyi iş çıkarıyor. Orta bölümdeki yeşil elma bir parça yapaylık sınırında dolaşıyor. Elmaya eklemlenen odunsularıysa pek başarılı bulmadım.

Be Delicious Men, ferah turunçgilli yeşil elma ve odunsulardan oluşan çok basit, sıradan, tek düze ve pek numarası olmayan bir arkadaş. Tabii şimdi aklıma hemen kahve notası geliyor. Açıklanan notalarında bulunan kahve bence parfümde pek yer almıyor. Varsa bile çok gerilerde. Hani kahve ferah verilmiş desem yine de kahve kokusunu bir türlü algılayamadım. Oysa iyi verilmiş kahveyi severim parfümlerde ama burada oldukça sınırlı kullanıldığını düşünüyorum.

Sonuç olarak hakkında uzun uzun yazılacak bir parfüme benzemiyor. Başlangıcı dışında vasat olduğunu söylemek yanlış olmaz. Pek derinliği olmayan, genç erkekleri hedefleyen, başlangıç seviyesindeki arkadaşlara yönelik olarak düşünülebilir.

Fotoğraf parfumo.net sitesinden alınmıştır.

EDT formundaki Be Delicious Men’in performansı hayal kırıklığı yaratıyor. İlk patlama dışında etrafa yayılımı az, kalıcılığı düşük. İlkbahar-yaz mevsimine yakın duruyor. Günlük kullanıma uyabilecek, her kıyafete uyum sağlayabilecek, gündüz gezmeleri ve ofis kullanımı için rahatsız etmeyecek yapısı artıları diyebilirim.

Kokusunun tasarımını Olivier Gillotin ve Pierre Negrin yapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

31 Ağustos 2017 Perşembe

Maison Francis Kurkdjian – Amyris Homme (2012)

Fransa merkezli havalı niş parfümevi Maison Francis Kurkdjian, 2012 yılında piyasaya sürdüğü Amyris Homme ile hem epey ilgi gördü, sonrasındaysa oldukça eleştiri aldı. Hem erkek hem de kadın versiyonları piyasaya sürülen Amyris’lerden beklenti büyüktü fakat gördüğüm kadarıyla hayal kırıklığı yaşanıyor bu eserlerle ilgili. Parfüme ismini veren Amyris ağacının kokusunun sandal ağacına benzediği söyleniyor. Küf gibi koktuğu ve sabun, tütsü, mum yapımında kullanıldığını bildiğimiz Amyris ağacını merkeze alan bir parfümle ilk defa karşılaşıyorum.

Maison Francis Kurkdjian’ın Amyris Homme’sinin resmi tanıtımı şu ifadelerden oluşuyor: “Modern odunsular, Brezilya Tonka ağacının özütü, Floransa irisi, Jamaika Amyris’i, Sicilya mandalinası, Fas biberiyesi… Nadir bulunan Floransa süsen çiçeği ve Jamaika Amyris ağacının karşılaşmasıyla doğan, ışık saçan bir eau de toilette…”

Amyris Homme’nin açılışı buruk ve şekerli turunçgillerle gerçekleşiyor. Fazlaca tatlı, ferah olmayan mandalina ve ona eşlik eden şekerli biberiye üst notaları oluşturuyor. Ucuz berber parfümlerini andıran başlangıcı hiç bana göre değil. Orta bölümde benzer yapı devam ediyor. Orta kısımda tonka fasulyesi güçlü şekilde kendisini gösteriyor. Tabii bu durum parfümün tatlılık eşiğini daha da yukarı taşıyor. Bir parça da vanilya var sanki orta kısımda. Benim için hala vasat Amyris Homme. Kapanışta tatlılık azalırken odunsular ortaya çıkıyor. Vanilya sanki etkisini arttırıyor. Bana göre en sevilesi yeri alt notalar.

Amyris Homme, “garip erkeksi fujer” diye bir gruplandırma olsa muhtemelen oraya çok yakışırdı. Yukarıda da bahsettiğim gibi kokusunu genel olarak değerlendirdiğimde erkeklerin iyi bileceği bir koku formuyla karşı karşıyayım. Hani erkek berberlerine girdiğinizde sizi anlatılması zor bir koku karşılar. Ucuz ve berbat kokan, acayip isimli, şekerli erkek parfümleriyle, yeni fön çekilmiş saçın birleşimiyle oluşan kokuyu nasıl tanımlayabilirim bilemiyorum çünkü benim kelimelerim yetersiz kalıyor.

Genellikle şöyle olur. Berberiniz saç kesiminizi bitirdiğinde ve siz artık koltuktan kalkmak üzereyken, sizi memnun etmek adına hemen hamle yapar ve daha önce ismini hiç duymadığınız siyah şişeli bir parfümü üzerinize sıkmaya başlar. İşin komik tarafı o gün belki de üzerinizde oldukça pahalı bir niş parfüm vardır ya da çok sevdiğiniz bir kokuyu sürmüşsünüzdür. Daha “dur sıkma” demeye kalmadan berberiniz o garip ve burun sızlatan şekerli vanilyalı kokuyu üzerinize sıkıverir. İşte Amyris Homme’yi kullandığımda her seferinde böyle hissettim. Ve o berberlerde rastladığım siyah şişeli tuhaf isimli bir parfüme benzettim kokusunu.

Fakat yurtdışında “berber salonu kokusu” olarak kalıplaşmış koku formu veya hafızası vardır. Daha çok Azzaro Pour Homme gibi eserleri berber salonu kokusu olarak tanımlar batı dünyası. Oysa bizim berber salonu kokularımız Amyris Homme gibidir. Acaba neden?

Sonuç olarak Amyris Homme, şekerli ferah olmayan turunçgiller, tatlı ve buruk aromatik otlar, tonka fasulyesi ve odunsulardan oluşuyor. Bence parfümün ana öğesi Tonka. Oldukça şekerli ve rahatsız edici koku formu bazı parfümleri andırıyor. Özellikle bir tanesini sonunda buldum. Tom Ford’un Oud Wood’una benzettim Amyris Homme’yi. Tabii birebir aynı değiller ama o garip fujer karakteri ikisine de sirayet etmiş sanki. Ha bir de Scentstory’nin 24 Classic’ine de benziyor Amyris Homme. Tabii kalite anlamında ikisinden de iyi.

Benim sevmediğim bir koku formu. Dünyanın en iyi ve kaliteli içeriklerini kullansalar da sevemiyorum. Onun içindir ki Amyris Homme’la tamamen ayrı dünyalara aidiz. Amyris Homme, çoğu deneyimli parfümsever tarafında da epey eleştiriliyor. Kimileri kokusunu beğenmezken bazıları da basit ana akım parfümlere benzediğini söylüyorlar ki haklılar. Böyle bir niş marka, çok daha yaratıcı ve farklı kokulara imza atmaya neden üşenir acaba?

Parfümün tasarımcısı, markanın da kurucusu Francis Kurkdjian. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği orta seviyede. İlkbahar-sonbahar kullanımına yakın duruyor. Günlük kullanımda sırıtmayacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/4

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Donna Karan – DKNY Men (2000)

Ahhh anılar… Hayatımın Ankara yıllarında, bir açık parfümcü hatırlıyorum. Kızılay meydanının biraz ilerisindeki bir yeraltı çarşısına indiğimizde, şişelere parfüm dolduran bir yer vardı. Sınıf arkadaşımızın sevgilisi için oraya gidip, bir parfüm doldurtmuştuk. Arkadaşımız çantasından uzun, şeffaf bir şişe çıkarıp mağazaya girmişti. Bense diğer arkadaşımla dışarıda beklemiştim. O mağaza hangi çarşısının içindeydi kesinlikle hatırlamıyorum ama o sahnede aklıma kazınan o ince, uzun şişe olmuştu.

İlerleyen yıllarda parfüm merakım sayesinde o şişenin Donna Karan’ın erkek parfümü olduğunu öğrendim. 2000 yılında, yeni milenyumda piyasaya sürülen DKNY Men’in şişesini, Amerika’daki gökdelenlere benzetirdim. Pek yanılmış sayılmam çünkü Donna Karan’ın resmi tanıtımında bu parfümün modern şehir hayatının ritminden, iş merkezlerinin hareketliliğinden ilham aldığını gördüm. Şehir hayatının enerjisini ve elektriğini yakaladığı iddia edilen bir parfüm olarak karşımıza çıkıyor DKNY Men.

Tabii aradan geçen on yedi yılın ardından ilk çıktığı zamanki popülerliği kalmayan DKNY Men’i birazda nostalji olması bakımından kullanmaya karar verdim. Parfümün açılışı tatlı turunçgillerle gerçekleşiyor. Mayhoş mandalina ya da portakaldan bahsedebilirim. Orta kısımda bu leziz meyvelere yumuşak ve tatlı baharatlar ekleniyor. En öne çıkan baharat zencefil bence. Kapanışta meyveli baharatlar devam ederken bir parça sandal ağacı ve ağaçlar eşlik ediyor.

DKNY Men, anladığım kadarıyla mayhoş meyveler (ardıç, erik, mandalina), şekerli baharatlar (zencefil) ve odunsuların birleşiminden oluşuyor. Genel tarzını aromatik fujerlere benzetiyorum. Çok az da olsa Burberry For Men’i andırıyor.

Düz çizgide ilerleyen, derinliği olmayan, yumuşak, kullanması ve sevmesi kolay bir arkadaş. Özellikle genç erkeklere hitap eden, garip bir ferahlık barındıran, kadınların seveceği, modern bir yapaylığa sahip DKNY Men, kullanım döneminde beni rahatsız etmedi. Aşık olamasam da fena bulmadım. “Hoş meyveli fujerler” diye bir kategori olsa, rahatlıkla yerini hazırlardım onun. Dünyanın en pahalı niş parfümlerini beğenmeyip, burun kıvıran evin ablasıysa çok sevdi DKNY Men’i ve “Aaaa ne kadar güzelmiş bu parfüm, adı ne” diyerek beni bir kere daha şaşırtmayı başardı.

Sonuç olarak beğendim DKNY Men’i. Aslına bakılırsa kokusundan umudum yoktu ama beklediğim kadar başarısız çıkmadı. Tabii uzun süreli kullanımlarda sıkılacağımı biliyorum. Elimdeki koca şişe muhtemelen pek kullanılmadan sihirli dolabımın derinliklerinde duracak. Yine de pişman değilim onu deneyimlediğim için.

EDT formunda. Kötü haber şu ki performansı çok kötü DKNY Men’in. Kalıcılığı ortalama seviyede ama fark edilirliği oldukça düşük. Etrafa yayılımı neredeyse yok. Bu anlamda hayal kırıklığı yaratıyor. Ilık ilkbahar-sonbahar ve yaz akşamlarında kullanılabilir.

Koku Güzelliği:10/7