27 Ekim 2013 Pazar
İlk çekilişin kazananı belli oldu!
İşte oldu. Çekiliş tamamlandı. Kazanan belli oldu. Parfüm Merakı sitesinin ilk çekiliş talihlisi, yeni üyelerimizden birisi.
Kazanan: Fuat Kaynak
E-posta adresi: fuatkaynak85@gmail.com
Eğer herhangi bir sebepten ötürü Fuat Kaynak'tan cevap alamazsam, yedek talihliye göndermek zorunda kalacağım hediyeyi.
Yedek: İlker Sarıaydın
E-posta adresi: isariaydin@gmail.com
Fuat arkadaşımıza bir kaç dakika sonra mail adresi aracılığıyla ulaşacağım ve adres bilgilerini alacağım. Sonrasında da en kısa zamanda, içinde beğeneceğini düşündüğüm küçük sürprizlerle beraber hazırladığım paketi adresine göndereceğim. Tebrikler Fuat Kaynak. Ömrünün sonuna kadar şansının böyle olması dileklerimle...
Çekilişe katılan ve mesaj gönderen herkese teşekkür ederim. Önümüzdeki haftalarda yeni çekilişlerde, elimdeki parfümleri bu şekilde sizlere ulaştırmaya devam edeceğim. Unutmayalım: "Paylaşmak güzeldir..."
26 Ekim 2013 Cumartesi
Robert Piguet – Calypso (2010)
Robert Piguet – Calypso (2010)
"Yunanlılar Troya’yı
yakıp yıktıktan sonra ülkelerine dönerken fırtınaya tutulurlar. Çok zarar
görürler. Odysseus ise tam 10 yıl denizler üzerinde sürüklenip durur. Bu sürüklenmelerin
bir durağı güneş tanrısı Helios’un sığırlarının otladığı Thrinakie adasıdır.
Açlıkla karşı karşıya kaldıkları bu adada Odysseus’un dokunmayın demesine rağmen
arkadaşları bu kutsal sığırlardan birkaçını keserler. Helios’un sığırlarına
dokunan kimse bir daha yurdunu göremeyecektir. Yola çıkan gemileri güneş tanrısının
kışkırtmasıyla, Zeus’un yolladığı şimşeklerle parçalanır. Sadece Odysseus
kurtulur. O da Calypso adasına çıkmayı başarır. Bu sırada Odyssus’un
Telemakhos’da bulunan eşi Penelope ile evlenip onun zengin krallığını da ele
geçirmeyi amaçlayan birçok kişi bulunmaktadır. Calypso ise Odysseus’la evlenmek
isterken Odysseus’un da tek isteği yurduna dönmektir. Bunu gören tanrılar
Odysseus’a acırlar ve Calypso’dan onu bırakmasını isterler. Calypso bu teklife
çok sinirlense de sonra ikna olur ve Odsseus’un yurduna dönmesi için gereken
yardımı yapar. Odysseus, büyük mücadeleler vererek Penelope’ye kavuşur."
(Bedrettin Cömert)
Calypso, Homeros'un
Odysseia destanında adı geçen gizemli tanrıçadır aslında. Adı Yunanca gizlemek
anlamına gelen kalyptein'ten türetilmiş. Ayrıca, Olympos’a saldırdığı için Zeus
tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılan Atlas'ın kızı
olarak geçiyor kaynaklarda.
Benim de okumakta
zorlandığım Yunan Mitolojisindeki bu karmaşık olaylar ağına daha fazla
sokmayayım sizi. 1978’de Hacettepe Üniversitesinde görevliyken, henüz 38
yaşında siyasi bir suikaste kurban giden Bedrettin Cömert’in, Türkiye'nin hala
en kapsamlı mitoloji kitabı olarak kabul edilen Mitoloji ve İkonografi'sini ne
kadar okusanız da sonuç değişmeyecektir.
Onlarca tanrı ve tanrıça, onların
genellikle tuhaf ilişkilerinden doğan çocukları ve bir sürü farklı karakterle
birlikte, Yunan Mitolojisi tam da dönemin ruhunu uygundu belki de. Bugün
okuduğumuzda anlamsız gelen bu mitolojik hikayeler, Antik kültürün en önemli söylenceleriydi.
Homeros'un ünlü İlyada ve Odysseia'sı bunun en bariz kanıtı olarak sunulabilir.
Antik dönem Anadolu ve Yunanistan'da halk İlyada ve Odysseia'yı ezbere bilirmiş.
Askerlik, tıp, teknoloji, hukuk, din bilgilerinin tamamının kaynağı bu
kitaplardı.
Antikite, yüzlerce yıl
öncesinde kalmış olsa da, Avrupa kültürünü önemli ölçüde etkilemiş. Özellikle
İtalyan ve İngiliz edebiyatına etkilerinden söz edilebilir. Sadece edebiyat
alanında değil, toplumsal hayatta bile mitolojinin etkileri hala görülür Batı
kültüründe. Bazı şehir isimleri, özel şirketler hatta çocuk isimleri bile
mitolojiyle ilintilidir zaman zaman. Bu anlamda derin izlere sahiptir Yunan
Mitolojisi, günümüzün kıta Avrupasında.
Bu izleri hayatın farklı
alanlarında da takip edebiliriz. Bizi ilgilendiren kısım olan parfümlerde de
karşımıza çıkar mitolojik kahramanlara ait isimler. Mesela Chanel'in ünlü Antaeus'u,
Givenchy'nin Xeryus'u, Versace'ın yeni parfümü Eros'u ilk aklıma gelen
örnekler. Ve 1950'li yıllardan kaynağını almış bir başka mitolojik isme sahip
esere göz atmanın vakti geldi artık.
1940'lı yıllara kadar
gider Robert Piguet'in parfüm macerasının başlaması. Kıyafet tasarımcısı ve
günümüz deyimiyle modacı Piguet, dönemin Fransız aristokratlarına hizmet verir.
İsmi en çok geçen tasarımcılardan birisiyken, güzellik ürünlerine el atar.
Ortaya müthiş bir parfum koleksiyonu çıkar. Bandit, Visa, Fracas, Baghari
parfümleri çok büyük ilgiyle karşılanır Fransa'da. Fakat markanın ömrü fazla
olmaz ve 1950'li yıllarda üretime son verilir.
2000'li yıllar Robert Piguet parfümleri
için hayata dönüş anlamına gelir adeta. İşte ismini mitolojiden alan Calypso'da
bu yeniden dirilişten nasibini alır. 2010 yılında parfümör Aurelien Guichard
tarafından tekrardan formüle edilerek, koku bağımlılarının beğenisine sunulur.
Böylece Calypso isimli klasik, uzun yıllar sonra tekrardan karşımıza çıkıverir.
Bize de onu koklamak, anlamak ve elimizden geldiğince yazmak düşer.
Calypso, kendi
sitelerinde kısaca şöyle tanıtılmış: "Büyüleyici ve romantik. Calypso, ateşli
ve yeşil çiçeksi yönleriyle büyüleyici bir karışımdır."
Fragrantica'da oryantal çiçeksi
olarak sınıflandırılmış Calypso'nun başlangıcı bir paça turunçgiller (bergamot
ve mandalina) ve sardunya ile gerçekleşiyor. Çok temiz, pürüzsüz, yüksek
kaliteli güzel bir açılışı var Calypso'nun. Üst notalarını sevdim. Orta kısma
geçildiğinde gül bütün ağırlığıyla baş role geçiyor. Turunçgiller ortadan
kayboluyor. Sardunya gerilerde kalırken, güle nefis bir süsen (iris) ekleniyor.
Orta kısımda gül ve süsen ağırlıklı diyebilirim. Hala çok temiz, kaliteli ve
güzel. Orta kısımda çok başarılı. Alt notalara geçildiğinde gülün ağırlığı
hissediliyor. Süsen gerilerde kalırken, bu sefer de paçuli, misk ve biraz da
süet kokusu ekleniyor. Sonları çok ilginç gelmedi bana. Başlangıcını ve orta
kısmını düşündüğümde ortalama bir kapanışa sahip. Böylece de tenden ayrılıyor.
Calypso, gördüğüm
kadarıyla tam bir gül kokusuna sahip. Gülden sonra en öne çıkan nota süsen
(iris). Başlardaki turunçgil-sardunya işbirliği tam olması gerektiği gibi.
Fakat sonları beklentilerimin biraz altında.
Calypso, çok güzel bir
gül parfümü. Yüksek kaliteli, sakin, saldırgan olmayan, hüzünlü, modern,
yapaylık barındırmayan ve doğal kokan yapısıyla dikkat çekiyor. Bu aralar
şansıma mıdır nedir, hep çok hoş gül parfümleri ile karşılaşıyorum. İşte yine
öyle oldu ve Calypso'yu sevdim.
Kısa süre önce
kullandığım Histoires de Parfums'ün 1876'sına benzettim genel halini. 1876 daha
baharatlıyken, Calypso, daha çiçeksi. Fakat 1876 daha detaylı ve kompleksken,
Calypso biraz düz çizgide ilerliyor. Yine de kalitesi ve size yaşattığı
duygular bakımından ikisi de birbirinden güzel deneyimler oldu benim için.
Calypso, kadın parfümü
olarak sunulmuş. Bence öyle yoğun kadınsılık barındırmıyor. Mis gibi kokan gül
parfümü arayan erkeklerin denemesi gereken seçeneklerden birisi olduğunu
düşünüyorum. Muhtemelen pişman olmayacaksınız.
Kabul etmek gerekir ki
Calypso, çok yaratıcı, farklı yada benzersiz bir kokuya sahip değil. Onu
piyasadaki bir çok niş parfümde kullanılan güle benzetebilirsiniz. Fakat gül
kokusu, zaten baskın olduğundan, artık bana bir çok gül temalı parfüm,
birbirine benzer geliyor. Calypso, bu anlamda ünik değilse de kokusunu tecrübe
etmeye değer.
Eau de Parfum ve Parfum
Extrait olarak iki versiyonu bulunuyor Calypso'nun. Benim denediğim Eau de
Parfum (EDP) olanıydı. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun olacağını
düşünüyorum. Özellikle hüzünlü ve serin sonbahar günlerine çok yakışacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta kısmı da çok
güzel.
+ Yüksek kaliteli ve duru
kokusu, denenmeye değer.
Eksileri:
- Sonları enterasan
değil.
- Fark edilirliği zayıf.
- Fiyatı biraz yüksek.
Koku Güzelliği:10/7.5
22 Ekim 2013 Salı
Lalique – White (2008)
Lalique – White (2008)
Bugün küçük bir oyun
oynayalım sizinle. Dolabınızda yada çekmecenizde duran parfüm şişelerinden
birini alın elinize. İyice inceleyin onu. Hiçbir detayını atlamadan, acele
etmeden, anlamaya çalışarak. Altına, üstüne, kenarına, şekline, rengine ve size
vermek istediği mesajı düşünün. Neden bu şişe böyle? Neden başka şekilde değil?
Buna kim karar veriyor? Ve daha da önemli soru: Parfüm şişesi önemli midir?
Parfüm denen sıvının
tarihi kadar eskiye gider parfüm şişelerinin tarihi. Aslında ikisinin kaderi
ortaktır bir anlamda. Birinin olmadığı yerde diğeri de anlamsızlaşır. Birbirlerini
biraz zevkle biraz da mecburiyetten tamamlarlar. Meşhur Uzak Doğu felsefesi
Yin-yang gibidir parfümlerle şişeleri arasındaki ilişki. Kopması imkansızdır.
En azından yüzyıllardır böyledir durum.
Parfüm denen kokulu
sıvıyı en iyi koruyan nesne, şu ana kadar hala camdır. Parfüm üreticileri de bu
kurala sessizce ve kabullenmişlikle boyun eğerler. Hatta parfüm gibi önemli bir
sıvıyı koyacakları şişeleri, sanat eserlerine çevirmeye çalışırlar. İşte burada
tasarım öne çıkar. Çünkü sanat eseri sayılabilecek bir parfüme ancak sanat eseri
bir şişe yakışacaktır.
1860 yılında doğmuş Rene
Lalique isimli bir adam kariyerine mücevher tasarımcısı olarak başlar.
İlerleyen yıllarda cam tasarımları da yapar. Fakat en büyük sükseyi 1900'lü
yılların başında Paris'te düzenlenen Uluslararası Büyük Sergi'de
gerçekleştirir. Japon sanatından ve sembolistlerden esinlenerek yarattığı
mücevherlerle sanatını duyurmayı başarır. Camı kalıplara dökerek biçim verme
tekniğini kullanan ve bazı mekanik yöntemlerden yararlanarak işçiliği oldukça
basitleştiren bu sanatçı, camcılık alanına büyük yenilikler getirmiştir.
Dönemin sanat akımı olan
Art Nouveau tarzında tasarımlara ağırlık verir Rene Lalique. Vazolar,
heykeller, kaseler, kristal panolar yapar. Bu arada Lalique markası hayata
geçmiştir. Art Nouveau tarzında tasarladıkları mücevherler, takı sanatında
çığır açar adeta. Farklı hayvanlar, bitkiler, birbirini izleyen geometrik akıcı
biçimler, Art Nouveau akımının konusunu oluşturur. Lalique'in de bu yönde bir
çok eseri vardır zaten.
Bizi ilgilendirense
markanın cam şişe tasarımları. Anlaşılacağı üzere Lalique başlangıçta
"Cama hayat veren" marka olarak bilinse de ilerleyen yıllarda parfüm
şişeleri de tasarlamışlardır. Sürekli gelişen ve büyüyen parfüm endüstrisinde
ilginç, lüks, zarif ve kaliteli şişe ihtiyacı gittikçe artıyor. Parfüm üreticileri,
ürünlerini kimi zaman en çarpıcı şişelerle kimi zamansa sade şişelerle
müşterilerinin beğenisine sunuyorlar.
Enterasan olansa parfüm
şişeleri ve cam tasarımcısı bir markanın, parfüm üretmeye de başlaması. Aslında
kendi uzmanlıklarına yakın sayılabilecek bir iş onlar için. 2006 yılındaki
parfümleri Encre Noir ile koku severlerin gönlüne taht kurmuş durumda Lalique.
Oysaki diğer parfümlerini de Jean-Claude
Ellena, Bertrand Duchaufour, Mathilde Bijaoui, Dominique Ropion, Maurice Roucel
gibi çok önemli parfümörlere tasarlatmışlar. Yani parfümler konusunda
iddialılar anladığım kadarıyla.
2008 yılındaysa bugünkü
yazı konuğum olan White’ı piyasaya sürdüler. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış
White:
"Baharatlı, miskli,
rafine dünyasal bir parfüm. Şık erkeğin gerçek imzası. Gümüş krom halka ve
metalik parlaklık eklenmiş kapağı sayesinde
"Beyaz" imza gerçekleşmiş olur."
Parfümü üzerime ilk
sıktığımda ferah limon ve bergamot beni karşılıyor. Limon biraz daha ön planda.
Modern, canlı, temiz ve yüksek kaliteli. White'ın açılışı nefis diyebilirim.
Orta notalara geçildiğinde limon geride kalıyor. Onun yerine ferah ve buruk
baharatlar ortaya çıkıyor. Biber baş role geçiyor. Fakat buradaki baharat
kullanımı keskin ve yoğun değil. Biraz meyvemsi ve ekşimtrak. Sanki arkalarda
fesleğen gibi aromatik otlar var. Başlangıcı kadar başarılı gelmese de "eh
işte" orta notaları. Son kısımda orta notalar ekseninde devam ediyor.
Büyük değişim geçirmiyor. Ekşimsi baharatlara bu sefer odunsu notalar
ekleniyor. Muhtemelen sedir ağacı. Böylece de tenden ayrılıyor.
White, başlangıcı dışında
çok değişmiyor ve tek düze ilerliyor. Parfümün geneline ilginç bir baharat
kullanımı hakim. Ferah ve yumuşak sayılabilecek baharatlar, bana aromatik
fujerları hatırlattı. Başlarda limon, orta kısımda buruk baharatlar ve sonlarda
odunsu notalar. Evet White bu üç ana öğeden oluşuyor. Bu anlamda basit sayılabilecek
bir formüle sahip.
Başlangıcını çok
sevdiğim, orta kısmını biraz garip bulduğum ve sonlarını ise ortalama olarak
nitelendirebileceğim bir arkadaş White. Yüksek kaliteli, yapaylık hissedilmeyen,
canlı bir kokusu var. Zaman zaman hüzünlü (belki de bu parfümü sonbahar
günlerinde kullandığım içindir) hissetmeme sebep oldu. Bir çok kişi onun yaz mevsimine
uygun olduğunu söylemiş ama bence ilkbahar-sonbahar aylarına daha uyacak gibi
duruyor.
Genel olarak baharatların
kullanıldığı parfümler, ağır, yoğun, keskin oluyor. Onun içindir ki baharatlı
parfümleri kış mevsimine çok yakıştırıyorum. Fakat White'ta ferah kullanılan
baharatlar, onu sıcak günlerde kullanmaya uygun hale getirmiş. Örneğine çok
rastlanmayan baharatlı ferah kokulardan birisi olarak değerlendirilebilir.
İsminin White olması ve
şişesinin bembeyaz tasarlanması, kullanmadan önce temiz, akuatik, sabunsu,
miskli bir koku olacağını düşündürttü bana. Fakat hiç de beklediğim gibi
çıkmadı. Ne sabunsuluk ne pudra efekti ne de bolca misk algılamadım. Bu anlamda
kokusu ile konsepti arasında biraz uyumsuzluk sezinledim.
White, bu tür kokuları
sevenler için çok iyi bir seçenek. Fakat kullanım sürecinde benim açımdan
harika hislere ulaşmamı sağlayamadı. Özellikle orta kısımdaki o ekşimsi
baharatlara bir türlü ısınamadım. Bu da kokusunu kendime yakın bulamama sebep
oldu. Güzel başlayan ama beklediğim gibi bir bağ kuramadığım parfümler listesine
alıyorum onu. Luca Turin'in "En iyi erkek parfümü" gibi listeleri
varsa benim de böyle hayali listelerim var işte.
Madem söz Luca Turin'den
açıldı, onunla devam edelim. Turin, White'a beş üzerinden üç yıldız vermiş ve
onu kremsi çam olarak sınıflandırmış. EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı
kıyafet üzerinde çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek oldu. Sonradan tene
yakın kaldı. Kokusunun tasarımını
Christine Nagel yapmış.
Not: Bu parfümü bana
ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Yüksek kaliteli,
pürüzsüz ve şık bir kokusu var.
Eksileri:
- Orta kısmını sevemedim.
- Sanırım genel olarak
kendime yakın bulamadım.
Koku Güzelliği:10/6.5
19 Ekim 2013 Cumartesi
Veee kazanannnn...
Merhabalar sevgili parfüm severler,
Malum sonbahar geldi, havalar soğur gibi oldu. Burnumuz ufaktan tıkanır gibi yapıp, hafiften grip bile olduk. Yine de şikayet etmek yok, hastalıklarda hayatın küçük ve güzel oyunları bize.
Evlerde sonbahar hazırlıkları yapılıyor muhtemelen. Turşular kuruluyor, kestaneler derin donduruculara koyuluyor, detaylı ev temizlik harekatlarına girişiliyor evlerin değerli hanımları tarafından. (Ev temizliğinde hanımına yardım eden bir sürü erkek tanıdığım var ama çaktırmayalım)
Madem temizlik zamanı, bende trende uyayım. Çağın gerisinde kalmamak lazım. Onun içindir ki elimde hayli biriken parfümleri ve küçük deneme boy numuneleri blogumun takipçilerine hediye etmeye karar verdim. (Kararımdan dönersem Melih Gökçek gibi olayım) (Brrr Allah Korusun:))
Benim göndereceğim paket bu kadar janjanlı olmayacak tabiki :)
Kullanmadığım ve kullanmaya da sıra gelmeyecek parfümleri zaman zaman burada ilan ederek hiç bir ücret talep etmeden sizlerin adresine göndereceğim. Tabiki öncelikle çekilişte kazanmak lazım. Onun yolu da çok basit. Bu başlığın altına "sadece blogger takipçilerime özel" çekilişe katılmak istediğinizi belirten bir mesaj yazmanız ve mail adresinizi de eklemeniz yeterli olacaktır. Yani bir blogspot üyeliği açıp, oradan beni takip etmeniz gerekmekte öncelikle.
Çekilişi hiç bir şeyden haberi olmayan annem yapacak, onun söylediği rastgele bir kişi Ulric de Varens'in UDV Night parfümünü kazanacak. Ayrıca yanında bazı denemelik sürpriz numunelerde ekleyeceğim. (Kimbilir Dior, Chanel ve Guerlain'ler olabilir)
UDV Night, önümüzdeki soğuk kış günlerinde kullanmaya uygun, tatlımsı bir oryantal. 60 ml. şişenin üstteki kendi çektiğim resimde de göreceğiniz üzere 50 ml. civarı dolu. Kutusuyla beraber göndereceğim. Erkek parfümü olsa da, kızlar sevdikleri birisine hediye edebilir. Fakat önemle belirteyim ki "Kargo ücreti bana ait değil, parfümü kazanan kişiye ait olacaktır." Zaten en çok 9-10 TL tutar.
Çekilişi kazanan Maria Sharapova kadar sevinecek gibime geliyor :)
Tekrar hatırlatayım. Sadece blogger üyesi olan ve benim blogumu, blogger'dan takip edenler çekilişe dahildir. Onun için blogumu takip etmiyorsanız hemen takip etmeye başlayabilirsiniz. Başlığın altına çekilişe katıldığınızı yazan bir mesaj ve mail adresiniz yeterli olacaktır. Kazanan kişinin adres bilgilerini o mail aracılığı ile alacağım. Yani başlığa adresinizi yazmanıza gerek yok. Ben size ulaşacağım.
Bir hafta sonra kazananı ilan edeceğim buradan. Herkese bol şanslar...
18 Ekim 2013 Cuma
Histoires de Parfums – 1876 (2001)
Histoires de Parfums – 1876 (2001)
Bir kadın ve onun
inanılmaz hikayesi. Hayatı kitaplara ve filmlere taşınacak kadar dolu dolu
yaşanmış 41 yıllık hüzünlü ve enteresan bir öykü. Muhtemelen yakın dönem Avrupa
tarihinin hakkında en çok konuşulan kadınlarından birisi o.
Zamanın yüksek
sosyetesinde söylenenlere göre Mata Hari, Hindistan'ın güneyinde, Malabar
sahilinde doğmuştu. Babası Brahman sınıfından bir din adamı, annesiyse dansçıydı.
Kanda-Swany tapınağının mahzenlerinde küçük yaşından itibaren kendisine kutsal
danslar ve ritüeller öğretilmişti. Baş dansçı, Mata Hari'de olağanüstü yetenekler
sezdiği için onu Tanrı Siva'nın hizmetine adamayı kararlaştırmıştı. Fakat
gerçekler hiç de oryantalizmin etkisindeki Avrupalılara anlatıldığı gibi
değildi.
1876 yılında Hollanda'da
doğan Margaretha Geertruida Zelle'in babası tüccar, annesiyse kibar ve görgülü
bir kadındı. Küçük yaşlarında rahibe okuluna gönderildiği söylenen Zelle'in
babası, o, 18-19 yaşlarındayken iflas etmişti. Çok büyük maddi sorunlarının
karşısında çözüm yolu arayan Zelle'in hayatı ilginç bir rastlantı sonucu değişecekti.
Üstelik bir gazete ilanı sayesinde.
Zelle, bir Hollanda
gazetesindeki ilanlara bakarken, kaderinin ördüğü ağlara kendisini bırakacaktı.
Bu gazetede, Hollanda'nın sömürgesi Endonezya'da görevli olan ve iznini La
Haye'de geçiren bir yüzbaşının evlenmek istediğine dair ilan vardı. Bugün için
garip gelen bu uygulama, o dönemler için normal sayılabilirdi. Fakat bu ilan aslında
şakadan ibaretti. Yüzbaşı Rudolf Mac Leod, arkadaşlarıyla konuşurken son derece
sıkıntılı bir hayat geçirdiğini söylemiş, onlar da gülerek evlenmesini tavsiye etmişti.
Yüzbaşının dostlarından bir gazeteci de bu evlenme ilanını uydurarak gazetesine
koyuvermişti.
Yüzbaşının ilanına on beş kadından cevap gelmişti. Fakat
bu mektuplardan birisi çok dikkatini çekti. O mektubu gönderen de tahmin edebileceğiniz
gibi Margaretha Geertruida Zelle idi. Mektubun içine resmini de koymuştu. İlk
görüşmeleri 1895'te Amsterdam'da gerçekleşti. İki genç birbirlerini görür
görmez aşık olmuşlardı. Aynı yıl hemen evlendiler.
1897 yılında kocasının
tayini Güney Doğu Asya'daki Cava adasına çıkmıştı. Tabiki "görev
beklemez" diyerek gittiler. Bu arada iki çocukları olmuştu. Fakat çok
trajik bir olay Margaretha Geertruida Zelle'in hayatının ikinci kırılma
noktasını oluşturacaktı. Küçük oğulları Norman, Cava'da zehirlenerek ölmüştü.
Bu büyük şoku kocası kolay kolay atlatamadı ve kendisini alkole verdi.
İlerleyen yıllardaysa artık evlilikleri çekilmez hale gelmişti. Çok geçmeden
tekrar Hollanda'ya döndüler ve boşandılar. Bir yıl sonra Margaretha Geertruida
Zelle, Paris'e gelerek buraya yerleşti. Hayatıyla ilgili vereceği yeni bir
kararın aşamasındaydı. Bundan sonra çok sevdiği dansçılığı profesyonel olarak
yapacaktı Paris'te.
Zelle, Paris'teki ilk
yıllarında farklı bir yol izledi hayatıyla ilgili. Hollandalı olduğunu
gizleyerek Güney Hindistan’ın Malabar kıyısında doğduğunu, annesinin de
kendisini doğururken ölen bir dansöz olduğunu söylüyordu herkese. «Şafağın
Gözü» anlamına gelen Mata Hari adını aldı daha sonra. 1905 yılında, Guimet
Müzesi'nde düzenlenen ve seçkin davetlilerin hazır bulunduğu bir topluluk
karşısında Hintlilerin kutsal sayılan egzotik ve gizemli danslarını canlandırdı.
Gösterinin sonunda dayanamayıp bayılması, ilerleyen günlerde Paris'te kulaktan
kulağa herkese yayılmıştı. Paris'in eğlence hayatına çok hızlı giriş yapan Mata
Hari'nin dansları merakla bekliyordu artık. Ama o, siyasi olarak güçlü
kişilerin karşısında, kendi erotik danslarını özel programlar halinde sunmayı
tercih etti. Böylece hükümetin ileri gelen kişileriyle tanışarak onlarla samimi
ilişkiler kurdu. Artık Paris'in en tanınmış simalarından ve isimlerinden
birisine sahipti Mata Hari.
Birinci Dünya Harbinin
devam ettiği yıllarda Almanya ile Avrupalı müttefikler savaş halindeydi. Ayrıca
iki düşman blok arasında amansız bir istihbarat rekabeti yaşanıyordu.
Almanların çok güçlü istihbarat teşkilatı, Avrupanın geri kalanında korkuyla
karşılanıyordu. Mata Hari'nin bu şöhreti Paris'te yaşayan Alman elçisi Prens Radolin'in
de dikkatini çekmişti. Almanlar, Paris'in gözdesi ünlü dansçı Mata Hari ile
iletişim kurmakta gecikmediler ve ona ajanlık teklif ettiler. Mata Hari bu
teklifi kabul etti. Tanıştığı önemli Fransız siyasetçilerden bilgiler sağlayıp,
bunları Almanlara veriyordu. Tabiki karşılığında yüklü ödemeler alıyordu. Fakat
Fransız istihbarat örgütü çok geçmeden bu durumu fark etti.
Uzun süre Fransızlar
tarafından takip edilen Mata Hari'nin hakkında Almanlara çalıştığına dair bir
çok bilgi geliyordu. İlerleyen aylarda Fransızlar, Mata Hari ile ilgili somut
kanıtlara ulaştılar ve 1917 yılında onu tutukladılar. Yargılandığı mahkemede
hakkında idam kararı çıkan Mata Hari için sonun başlangıcı yaklaşıyordu. Yine
aynı yıl kurşuna dizilerek henüz 41 yaşında öldürülecekti.
İşin ilginç tarafıysa
Mata Hari'nin kurşuna dizilmeden önce "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne
kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" dediği söyleniyor. Hatta kurşuna dizilme anında
gözlerinin bağlanmasını reddetmiş. Onun bu cesaretinin herkesi şaşkına
çevirdiğine eminim. Onu öldürmekle görevli on beş askerden sadece birisinin
ateş ettiği, diğerlerininse ona ateş edemedikleri rivayetinin ne kadar doğu
bilemiyorum.
Mata Hari'nin hayatı
ilerleyen yıllarda sinemacılara ve edebiyatçılara ilham kaynağı olmuştu. Onun
hakkında kitaplar yazılmış, 1931 yılında da başrolünü Greta Garbo'nun oynadığı
filmi çekilmişti. Bu sayede geniş kitleler, Mata Hari'nin hayat öyküsünü
öğrenme şansına erişmişti.
2001 yılına
gelindiğindeyse Fransa merkezli niş parfüm evi Histoires de Parfums, onun
hayatından esinlenerek 1876'yı meydana getirdi. Her ne kadar Hollanda doğumlu
olsa da, hayatının büyük bölümü Paris'te geçmişti Mata Hari’nin. İsmini, Mata
Hari'nin doğum tarihinden almış 1876. Kokusu da onun kısa sayılabilecek enterasan
ve dramatik yaşamına ithaf edilmiş.
1876, kendi sitelerinde
şipre/çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı tatlımsı
modern kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli bu meyveler ne
olabilir diye düşünürken, kendi sitelerinde üst notalarında litchiyi fark
ettim. Sanırım bu kırmızı meyve kokusu ondan geliyor. Biraz kadınsılık
hissetsem de başlangıcı çok güzel diyebilirim. Orta kısma geçildiğinde tatlı
meyvelere enfes bir iris (süsen) ekleniyor. Ayrıca tatlımsı baharatlar ve gül
de artık kendisini hissettiriyor. Başlangıçta süsen öndeyken sonrasında gül
daha dominant. Bence orta notalar baharatlı gül şeklinde gerçekleşiyor. Orta
notaları gayet başarılı. Son kısımda yine değişiyor kokusu. Kuru bir paçuli ve
odunsu notalar algılıyorum. Biraz da misk. Bence parfümün en sıradan kısmı alt
notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.
1876, bence dört ana
öğeden oluşuyor. Kırmızı meyveler, gül, baharatlar ve sandal ağacı. Genel
olarak yüksek kaliteli ve zengin diyebilirim. Zaten markanın diğer parfümleri
de aynı minvalde. O anlamda denediğim Histoires de Parfums kokuları gayet
başarılı. Üst-orta-alt notalar kuralına harfiyen uyuyorlar. Düz çizgide ilerleyen,
sıradan parfümler değil hiç birisi. Çok katmanlı ve derinler. 1876’da
koleksiyonun diğer parçaları gibi kompleks, detaylı ve yüksek kaliteli.
1876’ya dışarıdan bir
gözle bakmaya çalıştığımda onun baharatlı gül parfümü olduğunu fark ediyorum.
Diğer öğeler (süsen, paçuli, meyveler) kokusunu zenginleştirmek için
kullanılmış sanki.
Baharatlı gül demişken,
bu yolda onun yalnız yürümediğini bilmeliyiz. Rakipleri arasında Le Labo – Rose
31, Amouage – Lyric Man, Frederic Malle – Noir Epices ve The Different Company
– Rose Poivree sayılabilir. Görüleceği üzere çok güçlü rakiplerle mücadele
etmek durumunda. Peki 1876’yı diğerlerinden ayıran yanları neler?
Bence üç öğe 1876’yı
diğerlerinden farklı kılıyor. Birincisi başlangıçtaki meyveler. İkincisi orta
kısımda şöyle bir kendisini gösterip sonra kaybolan süsen (iris). Üçüncüsü orta
notaların sonlarına doğru başını kaldıran ve size selam veren paçuli. Onun
dışında diğer baharatlı gül parfümlerinden çok çok büyük farkları yok.
Başlangıcıyla orta
kısmını çok sevdiğim 1876’nın, sonları biraz sıradan geldi bana. Muhtemelen
notumun düşmesinin sebebi alt notaları olacak. Yoksa çok daha yüksek not
alabilecekti benden. Fakat bu haliyle bile çok güzel. Eğer derin ve zengin bir
gül kokusu arıyorsanız, 1876’yı muhakkak listenizin üst sıralarına ekleyin.
1876, bir kadının
hayatından ilham aldığı için kadın parfümü olarak değerlendiriliyor. Bence
başlangıcı dışında yoğun kadınsılık barındırmıyor. Erkeklerde rahatlıkla
kullanabilir. Luca Turin’in erkeksi gül sınıflandırmasını yerinde görünüyor.
Aslına bakılırsa,
1876’nın kokusuyla Mata Hari’nin hayatı arasında bağ kurulabilir. 1876’nın dramatik,
gizemli, egzotik ve hüzünlü kokusunun, ilhamını aldığı Mata Hari’yle çok büyük
benzerlikler taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda Gerald Ghislain fena iş
çıkartmamış.
Markanın kurucusu ve
sahibi Gerald Ghislain, 1876 için kısaca şunları söylemiş:
“1876’da bir değil,
birden fazla gül var. Ama klasik parfümlerde sıkça rastlanan kırılgan ve
çocuksu bir gül kokusu kullanmadım. Mata Hari’nin kişiliğine uyacak şekilde
büyülü, hayran bırakan, baharatlı gül kokusu kullandık. Oldukça kasvetli ve
odunsu koktuğu için Moldova gülünü tercih ettim. Vetiver, kimyon, sandal ağacı,
bergamot, lichee, tarçın gibi notaları vurguladım. Gülün şehvetini, yeni bir
gül kokusuna dönüştürmek istedim. Gerçek bir oryantal çiçeğe…”
Parfüm yazarı Luca Turin,
1876’yı erkeksi gül olarak sınıflandırmış ve beş üzerinde dört yıldız vererek
oldukça başarılı bulmuş. Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış
mevsimlerinde kullanmak iyi fikir. Yaş olarak sanki 25 ve üzerindeki
arkadaşları hedefliyor.
Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Orta kısmını da sevdim.
+ Genel olarak yüksek
kaliteli ve zengin.
Eksileri:
- Sonları çok başarılı
gelmedi bana.
- Fiyatı biraz yüksek.
Koku Güzelliği:10/8
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)