17 Aralık 2011 Cumartesi

Chanel – Bleu de Chanel (2010)


Chanel – Bleu de Chanel (2010) Markanın yeni erkek parfümü.

Uzun zamandır bana en çok sorulan parfüm hangisi derseniz cevabım net bir şekilde Bleu de Chanel olacaktır. Gerek blog üzerinden, gerekse mailimden gelen ve ne zaman Bleu ile ilgili yazacaksın mesajlarından anladığım kadarıyla almayı düşünen çok bu parfümü. Artık benim klasikleşen “denemeden kesinlikle parfüm almayın” uyarımı yapmayı bile gerek görmüyorum. Çünkü Bleu, oldukça merak edilen bir parfüme dönüşmüş durumda.

Peki bu durumun sebebi nedir? Tarihinde önemli parfümlere imza atmış bir marka olmanın getirdiği cazibe mi? Başarılı pazarlama kampanyaları mı? Yoksa kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi marifeti mi? Sebebi her ne olursa olsun benim de merakımı cezbetmiş durumda Bleu. Madem bu kadar ilgi çekiyor o zaman bu parfümün bende neler hissettirdiklerine geçeyim.

Öncelikle isminden başlamak istiyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi ismi ve şişesi “mavi” olan parfümlerin büyük çoğunluğu (tabiki birçok istisnası olacaktır) “Aquatic” denilen su yada deniz gibi kokan parfümler oluyor. Örnek olarak Polo Blue, Nautica – Blue, Dolce & Gabbana – Light Blue, Antonio Banderas - Blue Sediction, Avon – Blue Rush vb. Burada anladığım kadarıyla deniz tabanlı kokulara bir “mavi” teması yakıştırılıyor. Yani bir anlamda deniz yada okyanus gibi kokan denilmek isteniyor. Deniz mavi ile özdeşleştiriliyor bir anlamda. Bleu de Chanel’de ünlü markanın akuatik diyebileceğim temaya sahip kokusu.


Özellikle 1990’lardan itibaren parfüm üreticileri yaz mevsimine uygun parfümler için sık sık akuatik limanına sığınıyorlar. Bu durum geçiçi bir akım mı yoksa geleceğin yazlık parfümleri akuatik kokular üzerine mi inşa edilecek hepimiz göreceğiz. Anladığım kadarıyla Chanel gibi bir dünya parfüm devi bile bu akımın dışında kalamamış. Girişten anlaşılacağı üzere Bleu de Chanel aromatik odunsu ve akuatik yapı üzerine kurulmuş bir kokuya sahip. Geçelim detaylara.

Bir süredir kullanıyorum Bleu’yu. Açılışı çok basit bir turunçgil ve limon ikilisi ile gerçekleşiyor. Fakat turunçgil daha ağır basıyor. Açıkçası büyük bir hayalkırıklığı oldu başlangıcı benim için. Marketlerde satılan Adidas parfümleri gibi basit ve ucuz bir koku. Gerçekten şaşkınım. Oysaki Chanel’in bir parfümü değilmiydi Bleu. Neyseki bir süre o ucuz ve sıradan turunçgil biraz geri çekilirken aromatik baharatlar devreye giriyor. Fakat öyle keskin ve sert değil. Oldukça yumuşatılmış. Burada biber biraz öne çıkıyor. Hatta hafiften de kendisini hissettiriyor. Bu bölüm için “eh işte” diyebilirim. Son kısım en beğendim yeri. Aromatik odunsu notalar ile tenden ayrılıyor. Yani özetle, akuatik, meyvemsi baharatlar, yumuşak odunsular.


Bleu de Chanel, beni oldukça ikilemde bırakan parfümlerden birisi oldu. Bir tarafım vasat bir akuatik temalı koku derken diğer tarafımda aromatik baharatlar ve odunsular o kadar da kötü değil diyor. Kararımı ise veriyorum. Bu parfümü pek sevemedim. Özellikle başlangıcındaki o ucuz ve traş kolonyası benzeri açılışa nasıl izin verdiler anlamak zor. Hiçbir yaratıcılığı olmayan, yeni bir şey söylemeyen, piyasada bir sürü benzerine rastlayabileceğimiz tarzı, vasat kalitesi bu fikrimin oluşmasındaki nedenler olarak sayabilirim. Genel olarak biraz Versace Pour Homme’u hatırlattı kokusu bana. Hatta azda olsa Dolce & Gabbana – Light Blue Pour Homme’a yakın diyebilirim.


Bleu’yu sevenler biraz acımasız olduğumu düşünebilirler. Ama burada sıradan bir markadan bahsetmiyoruz. Yüzyıllık bir tarihi devirmiş, No.5, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Pour Monsieur, Egoiste, Allure, Antaeus gibi önemli parfümlere imza atmış bir çınar Chanel. Peki böylesi bir markadan çok daha ilginç, yaratıcı, rafine ve üzerinde çalışılmış bir parfüm beklemek hata mı? Bence hiç de değil. Zaten yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda epey eleştiriliyor Bleu de Chanel. Muhtemelen birçok kişide bu durumun hayal kırıklığını yaşamış. Bu kervana bende tereddütsüz katılıyorum. Neredeyse ucuz kokan market parfümlerinden çok büyük farkı olmayan kokusu ile bu kadar yüksek bir fiyatı hakediyor mu şüpheliyim. Gerçekten şaşkınım. Parfümün yaratacısı ise Chanel’in birçok eserine katkıda bulunan Jacques Polge.

Kalıcılığı ferah sayılabilecek bir akuatik parfüme göre gayet iyi. Bleu’nun öne çıkan taraflarından birisi de bu. Farkedilirliği başlarda iyi. Hatta biraz burnu zorlayan cinsten diyebilirim. Daha sonra normale dönüyor. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye ederim.



Artıları:
+  Son kısımdaki aromatik odunsu kısım en sevebildiğim yeri.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Yapaylık sınırında dolaşan vasat kokusuyla tercih edeceğim bir seçenek değil.
- Diğer rakiplerinden hiçbir farklı yanı olmayan kokusu.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6

13 Aralık 2011 Salı

Amouage – Jubilation XXV (2008)


Amouage – Jubilation XXV (2008) Markanın erkek parfümü.

Bugün sizlere küçük bir Ortadoğu ülkesinden bahsedeceğim. Arap yarımadasının en ucunda bulunan Umman, topraklarının büyük çoğunluğu çöl olan bir ülke. Nüfusu ise İstanbul’dan az. Bir ülke için Allah tarafından verilebilecek en güzel hediye topraklarının altında bulunuyor. Tahmin ettiğiniz gibi büyük miktardaki petrol ve doğalgaz bu küçük ülkenin kaderini diğer Arap ülkeleri gibi değiştirmiş. Bize halen tuhaf gelen bir şekilde krallıkla yönetiliyor Umman. Batı pazarlarına akan petrolü sayesinde zenginleşen bu şanslı ülkenin sultanı, 1983 yılında ilginç bir karar alıyor.

Umman sultanı Kabus bin Seyit el Ebu Seyd, 1983 yılında hem kendi iktidarını hem de ülkesinin itibarını arttırmak için yardımcılarına bir parfüm markası oluşturmaları emrini verir. Üretilecek parfümler için hiçbir masraftan kaçınılmamasını ister. Ayrıca ortaya çıkacak kokuların Umman’da yetişen, gül, tütsü, mür ve amber ağırlıklı olmasını özellikle belirtir. Hatta bu bitkilerin çoğunun Umman’ın dağlarından toplanmasını emreder.

Böylece 1983 yılında Amouage markasının temelleri atılır. Tabiki böyle üst düzey parfümler yapabilmek için dünyanın en önemli parfüm tasarımcıları araştırılır. Sonuç olarak Hermes, Dior, Rochas gibi markalar için parfümler tasarlayan Guy Robert’e ulaşılır. Böylece Amouage – Gold 1983 yılında üretilir. Daha sonra da başka parfümler tabiki. Tarihler 2008 yılını gösterdiğinde Jubilation XXV ortaya çıkar. Markanın kuruluşunun 25. yılı kapsamında bu isimle piyasaya sunulur. Adeta bir zafer kutlamasıdır Jubilation 25.

Parfüme geçmeden önce kısa bir Amouage bilgilendirmesi yapmalıyım. Çünkü bu kullandığım ve incelediğim ilk Amouage. Bu marka ultra-lüks diyebileceğimiz bir kategoride. Peki bu ne demek? Özellikle fiyat ve kalite anlamında dünyanın sayılı markalarından birisi. Gerek parfümlerinin içerikleri, gerek kullandıkları malzeme kalitesi, gerekse fiyatları ile dünya parfüm endüstrisinin en uç birkaç örneğinden birisi. Daha anlaşılır olması açısından şöyle örneklendireyim.

Bir Calvin Klein parfümü 30-50 dolarlık fiyatıyla ortalama bir yerlerde durur diyelim. Serge Lutens ise 90-150 dolar fiyat seviyesi ile lüks bir marka olarak sınıflanır. Amouage ise 200-300 dolarlık fiyatı ile en üst düzey birkaç markadan birisi. Zaten kendi internet sitelerinde Amouage parfümlerini devlet başkanlarının, kralların, ünlü sanatçılar gibi gelir düzeyi çok yüksek olan kişilerin kullandıklarına vurgu yapılıyor. O meşhur logolarının altındaki “The Gift Of Kings” ibaresi sanırım bir çok şeyi anlatıyor. Unutmadan bir not daha. Amouage, Umman devletinin resmi parfümü olarak da geçiyor. Hatta Umman kralı birçok yurtdışı gezisinde devlet başkanlarına hediye olarak Amouage parfümlerini hediye ettiği söyleniyor.

Geçelim parfümümüze. Markanın en sevilen, en çok ilgi gören, en çok konuşulan modeli olarak dikkati çekiyor Jubilation XXV. Tarz olarak oryantal-fujer olarak sınıflandırılmış. Koluma ilk sıktığımda burnuma gelen kokuyu anlamaya çalışıyorum. Oldukça tatlı bir portakal mı? Tatlı kırmızı meyveler? Tütün? Bizim ev ahalisine göre gelen koku tütün kolonyaları ve mentollü Vicks Vaporub karışımı gibi. Evet başlangıç biraz hacıyağlarını andırıyor. Ortadoğu merkezli bir parfüm evinin kokusunun biraz böyle etkiler taşıması kuşkusuz normal. Derin ve anlatması zor bir başlangıç. Daha ilk kısımda çok yüksek kaliteli bir kokuyla karşılacağımı anlıyorum. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Bu koku muhtemelen tatlı kırmızı meyveler, tütsü ve odunsulardan geliyor. Çok güçlü bir açılışı var. Zaten genel olarak agresif diyebileceğim bir yapıda.

Bir süre sonra neyseki biraz sakinleşiyor kokusu. Orta notalarda tatlı meyveler biraz daha öne çıkıyor. Ona tatlı baharatlar ve tütsü eşlik ediyor. Ama geri planda baharatlar. Asıl süpriz reçinemsi kokudan geliyor. Meyveli baharatların üzerinde sürekli reçinemsi odunsular bir hayalet gibi kokunun üzerinde dolaşıyor. Ara ara kendisini gösteriyor. Sonra kayboluyor. Orta notalarda gül de hissediyorum derinlerden. Bu kısım zaten tam bir şölen. Resmi geçit töreni gibi. Çok detaylı. Son bölümde gayet kompleks. Bu sefer başrole tatlımsı tütsü, odunsular ve amber geçiyor ve böylece tenden ayrılıyor. Genel olarak başından sonuna kadar abartılmamış bir tatlılık hakim.  

Günümüzün modern, tatlı, baharatlı, odunsu oryantallerinin güzel örneklerinden birisi. Derin, çok katmanlı, gizemli ve çok lüks. Chergui ile birlikte bu tarzın en önemli temsilcilerinden birisi şüphesiz. Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin bu parfüm için “Gucci Pour Homme ile Gucci – Envy For Men arasında bir yerlerde” demiş. Aslına bakılırsa son bölümleri bana da Gucci Pour Homme’u anımsattı. Muhtemelen her iki parfümdeki tütsü ve odunsuların kullanılış şekli böyle bir izlenim yaratıyor. Fakat Jubilation XXV gerek kalite gerekse koku güzelliği anlamında Gucci Pour Homme’dan 1-2 gömlek üstün.

Jubilation XXV, bana kraliyet ailesinin ihtişamını hatırlatıyor. Karşımda çok gösterişli (sanırım bu parfüm için anahtar kelime gösteriş), detaylı, derin ve lüks bir parfüm var. Kendimi Umman kralının davetlisi olarak hayal ediyorum ister istemez. Sarayın şatafatlı bir odasında kalıyorum. Petro-dolarlar ile gelen zenginlik ve abartılı bir mimari. Odadaki birçok eşya altından yapılma. Bir taraftan odadaki birçok eşyanın altın olmasının ne anlamı var diye düşünürken buluyorum kendimi. Yoksa bu gösteriş aslında yüzyıllardan gelen ezilmişliğin dışavurumu mu? Yok bu kadar haksızlık etmemeliyim sanırım. Pencereyi açıyorum. Batmakta olan güneşe bakıyorum. Kıpkırmızı bir ufuk. Çölde batan güneşi seyretmek ne büyük bir zevk.

Şimdi de Hindistan’dayım. Gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Bu durum kapitalizmin doğal sonucu muhtemelen. Bir tarafta devasa gökdelenler. Pahalı takım elbiseli işadamları Cartier mağazasından metresleri için hediye beğeniyorlar. Bir elbise 2000 dolar. Diğer tarafta ayda 100 dolar ile geçinmeye çalışan milyonlar. Aklına geçtimiz yıllarda Oscar ödüllerini silip süpüren “Slamdog Millionaire” filmi geliyor. O küçük yaştaki çocukların çaresizliği. Bunları düşünürken daldığı hayallerden müdürünün sesiyle uyanıyor Cartier mağazasının kapı görevlisi. En paralı müşterilerinden birisi geliyor karşı kaldırımdan. İnşallah bu sefer iyi bahşiş verir diye düşünüyor. Gülümseyerek kapıyı açıyor. Adam kendinden emin bir şekilde içeri giriyor. Girmesiyle de o müthiş parfüm kokusu başını döndürüyor kapı görevlisinin. O zaman bir parfümün insanları nasıl bu kadar etkileyebileceğini anlıyor.       

Jubilation XXV’i kimler mi kullanır? Son on yılda zenginleşen Rus milyarderler. Belki de Chelsea kulübünün sahibi Roman Abramovich. Yada Suudi Arabistan kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud. Dünyanın en zengin kişilerinden Hintli demir-çelik kralı Lakshmi Mittal’ı da unutmamak lazım. Kimbilir belki de HSBC bankasının CEO’su.

Özellikle son yıllarda doğu kültürlerini merak eden batılılar, Amouage ve Montale gibi Ortadoğu kökenli parfüm markalarına büyük ilgi gösteriyorlar. Hemde çok yüksek fiyatlarına rağmen. Bizim gibi doğu ile güçlü bağları olan ülkelerin insanları bu parfümleri “hacıyağlarına” benzetebilirler. Şu da unutulmamalı ki batı ülkelerinde bizdeki gibi “hacıyağı” diye birşey yok. Onun içindir ki bu tür kokuları çok gizemli ve ilginç buluyorlar. Benim düşüncem bu yönde. Bunun için bizim ülkemizde çok sevilebilecek bir marka olduğunu sanmıyorum Amouage’ın. Parfümün tasarımcısı ise L’Artisan, Acqua di Parma, Comme des Garçons, Eau D’Italie, Penhaligon’s gibi niche markalar için bir sürü parfüm tasarlamış olan Bertrand Duchaufour olduğunu belirtmeliyim.  

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığını arttıran bir unsur. Tenimde 1-1.5 gün kadar kalarak bu konuda da iddialı olduğunu gösteriyor. Farkedilirliği ise başlarda çok yüksek. Fazla kullanmamak lazım. Yoksa boğucu olabilir. Oldukça güçlü ve yoğun bir yapısı olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Erkek parfümü olmasına rağmen unisex kullanıma da uyacaktır. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın kullanmak ağır kaçacaktır. 3-4 fıstan fazla kullanmanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Kendinizi kraliyet ailesinin bir üyesi gibi hissetmenin en ekonomik ve kestirme yolu bu parfümü kullanmak.
+ Çok kaliteli, çok lüks ve çok gösterişli. Parlayan bir yıldız adeta.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi. Bu konuda sizi üzmeyecektir.
+ Derin ve gizemli kokusu sizi kendinizden geçirebilir.

Eksileri:
- Orta notalardan itibaren ortaya çıkan reçine kokusu olmasa çok daha iyi olabilirmiş.
- Astronomik fiyatı.

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/8

                                                 Bir Amouage satış mağazası

5 Aralık 2011 Pazartesi

Bulgari – Black (1998)


Bulgari – Black (1998)  Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Yuvarlak kara mayınlarına benzeyen bir şişe. Üzeri siyah bir lastikle kaplı. Biraz araba lastiklerine benzemiyor da değil şişesi. Bugün Bulgari’nin en ilginç parfümü Black karşımızda. Farklı şişesi ve tuhaf kokusuyla ana akım parfüm markalarının en benzersiz örneklerinden birisi hiç kuşkusuz Black. Parfümün yaratıcısı ise Azzaro (Visit Men), Boucheron (Jaipur Homme), Christian Dior (Hypnotic Poison), Giorgio Armani (Attitute, City Glam), Givenchy (Xeryus Rouge), Guerlain (Bois d’Armenie), Hugo Boss (Boss Bottled), Jil Sander (Jil Sander Men), Lacoste (Red), Lolita Lempicka, YSL (Body Kouros) gibi popüler işlere imza atmış olan Annick Monerdo. Geçelim detaylara.

Black oryantal-odunsu olarak sınıflandırılmış. Öncelikle belirtmeliyim ki başından sonuna çok büyük değişimler göstermiyor. Başlangıcında oldukça çekimser bir pudralı vanilya sizi karışılıyor. Yani adeta sizinle saklambaç oynayan bir çocuk gibi. Sanki yaramazlık yapmış da bahçedeki kocaman meşe ağacının arkasına saklanmış. Bir süre sonra vanilyaya plastiğimsi bir deri ekleniyor. Bu andan itibaren eşsiz bir yapıya bürünüyor. Bu kısım Black’in en tartışılan ve en beğenilen tarafı muhtemelen. Son olarak da tatlı vanilya ve biraz da misk ile son buluyor. Yani özetle plastiğimsi bir deri ve pudralı tatlı vanilya kombinasyonu.

Black muhtemelen Bulgari’nin en eğlenceli kokusu. Yenilikçi, yaratıcı, benzerine pek rastlanmayacak cinsten. Evet biliyorum lastik ve vanilyanın karışımından güzel bir koku çıkar mı diyebilirsiniz. Kulağa hoş gelmiyor da olabilir. Fakat Black şaşırtıcı derecede güzel bir koku. Cazibeli, baştan çıkarıcı, sıcacık, yaramaz ve etkileyici. Belki de vanilyayı çok sevdiğim için bana bu kadar güzel geliyordur. Bir süredir kullandığım Black’e bayıldım dersem abartmış olmam. Gayet iyi dengelenmiş, yapaylık hissedilmeyen, hiçbir rahatsız edici yanı olmayan bir tarzda. Genel olarak kullanan birçok kişinin seveceği bir yapısı var. Eşine zor rastlanabilecek kokusuyla Black herkesin en azından denemesini tavsiye ettiğim bir eser. Bütününe baktığımda ise insanı rahatsız etmeyen bir tatlılık hakim.

Black unisex olarak piyasaya sürülmüş. Şimdi neden böyle bir karar verildiğini anlamış durumdayım. Plastiğimsi deri erkeksilik katarken, çok güzel kullanılmış vanilya da kadınsılık katıyor. İkisinin dengesi çok iyi kurulmuş. Ama yine de bence bir erkeğe daha yakın kokusu. Karar sizin.

Black’in iki önemli eksiğinden bahsedeyim. Birincisi çok düz çizgide ilerleyen kokusu. Fazla değişim göstermiyor. Çok stabil. Yani derin, kompleks bir yapısı yok. İkinci olarak çok çekingen ve zayıf. Neredeyse kokusu hissedilmiyor. Tene yakın kalıyor. Kendisini gösteremiyor. Bu anlamda daha çok ofis veya ev kullanımında iyi sonuç verecektir. Sokaklarda günlük kullanımdan ziyade konfor kokusu olarak düşünülebilir. Bana biraz Emporio Armani – He’yi anımsattı genel olarak.

Kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde. Bence başarılı. Fakat farkedilirliğe geldiğimiz zaman işin rengi değişiyor. Zayıf yapısından dolayı farkedilirliği düşük. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Kadın-erkek herkese uyacaktır. Ama erkek kullanımı biraz daha ağır basıyor.

Artıları:
+ Vanilya kullanımına bayıldım.
+ Seksi, cezbeden kokusuna çoğu kişi karşı koyamayacaktır.
+ Çok benzeri olmayan ilginç kokusuyla almasanız bile denemenizi tavsiye ederim.

Eksileri:
- Düz çizgide ilerleyen, fazla değişmeyen kokusu biraz hayal kırıklığı yarattı bende.
- Farkedilirliği düşük. Eğer buram buram etraftan kokum duyulsun istiyorsanız Black pek size göre değil.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/5

27 Kasım 2011 Pazar

Dolce & Gabbana Pour Homme (1994)


Dolce & Gabbana Pour Homme (1994) Markanın erkek parfümlerinden.

Dolce & Gabbana ismini duyunca nedense aklıma şöyle bir tablo geliyor. Fashion TV, yine bir defile yayınlıyor. Ekranda adeta asker disiplini ile yürüyen mankenler. Sıfır beden kadınlar. Neredeyse kemikleri sayılacak zayıflıktan. Erkek mankenler ise çarpık bacaklı ve bol kaslı. Sergilenen  kıyafetler ise günlük kullanımdan ziyade Haute Couture. Yada uç diyebileceğimiz aksesuvarlar. En çarpıcı erkek aksesuvarı olarak da bir çanta dikkatimi çekiyor. Bildiğimiz kadın çantalarından bir farkı yok. Acaba moda yaratıcıları erkekleri kadınsılaştırmaya yada kadınları erkeksileştirmeye mi çalışıyorlar. Yoksa ortaya üçüncü ve tuhaf bir cins mi çıkartmak istiyorlar. Kimbilir gelecekte belki de cinsiyet diye bir şey olmayacak mı? Bu düşüncelerden uzaklaşıp elimdeki Dolce & Gabbana Pour Homme parfümünü kullanıyorum.

Tarz olarak aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında turunçgil patlaması size merhaba diyor. Belki biraz da limon. Hafif ekşiliği muhtemelen üst notalarında kullanılan limon veriyor. Başlangıç çok özel değil diyebilirim. Çoğu parfümde kullanılan turunçgil açılışa benziyor. Bir süre sonra turunçgil geri çekilirken ortaya pudralı, hafif tatlı baharatlar (ağırlık biberde) ile biraz tatlımsı çiçekler kendisini gösteriyor. Bildiğimiz anlamda bir tatlı baharatlı bir yapısı yok. Daha çok turunçgiller ile desteklenmiş erkeksi çiçekler diyebilirim. Son kısımda neyse ki pudralı his azalıyor. En sevdiğim bölüm de buradan itibaren başlıyor. Hafif tatlımsi bir tütün ve odunsular. Böylece de tenden ayrılıyor. Parfümün genelinde rahatsız etmeyen bir tatlılık hakim. Alt notalarında kullanılan tonka fasulyesi bu tatlılığı veriyor büyük ihtimalle.

D&G Pour Homme 1990’lı yılların ortalarında üretimine başlanmış bir fujer. Güçlü, yoğun, erkeksi. Aynı zamanda biraz ferah bile denebilir. Zaten parfümlere meraklı olanların yakından bileceğini düşünüyorum. Çünkü markanın en bilinen ve en çok satılan modeli muhtemelen. Unutmadan söylemek isterim ki 1995 yılında “En iyi erkek parfümü” ödülünü almış. Ayrıca 1996 yılında da Fransa’dan bir ödül almış. İlgimi çeken diğer bir nokta da kadınların bu parfümü sevmeleri. Birçok kadının D&G Pour Homme ile ilgili olumlu izlenimlerini okudum. Bunu da bir not olarak belirteyim.

Biraz da parfümün hoşuma gitmeyen taraflarından bahsedeyim. Başlangıcından sonuna kadar çok büyük değişim göstermiyor. Yani ne bir süpriz yapıyor ne de size küçük oyunlar oynuyor. Çok düz bir kokusu var. Bu durumda bir süre sonra sıkıcı olmasını beraberinde getiriyor. Eğer bir parfümden derinlik ve kompleks bir yapı bekliyorsanız D&G Pour Homme sizi tatmin edemeyecektir.

İkinci olarak orta notalarından itibaren ortaya çıkan pudralı kısım. Pudra abartılmadan ve hafifçe kullanılırsa eyvallah. Ama ayar biraz kaçınca pek hoş olmuyor. Burada da muhtemelen pudramsı yapı kokuyu sabunsu hale getiriyor. Fakat mis gibi bir sabun değil. Daha çok şampuanımsı bir sabunsuluk. Bu da hiç sevemediğim bir durum. Bu sebepten dolayı da pek tavsiye edebileceğim bir parfüm değil. Çok daha iyi seçenekler varken D&G Pour Homme ortalama bir ana akım parfümü olarak yerini alıyor hafızamda. Ayrıca parfümün detaylı bir reformulasyon geçirdiği söyleniyor bloglarda. İlk formulasyonu çok daha başarılı bulunurken, yeni formulasyonun oldukça yapay koktuğuna dair şikayetler var. Büyük ihtimalle benim kullandığım da yeni formulasyon. Artık günümüzde neredeyse moda halini alan ve bütün güzelim parfümlerin içeriklerinde oynama yapıp, onları kuşa çevirme geleneği uzun bir süre daha devam edecek anlaşılan.

Kalıcılık ve farkedilirlik gayet iyi. Bu iki kriter konusunda can sıkıntısı yaşamazsınız büyük ihtimalle. Genel olarak erkeksi bir yapısı var. Bir kadına pek yakışacağını düşünmüyorum. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. Yazın biraz boğucu olabilir. Denemeden almamak lazım.

Artıları:
+ Sonlara doğru ortaya çıkan tütünsü koku gayet güzel.
+ Kalıcılık ve farkedilirlik durumları fena değil.
+ Genel olarak kadınların sevdiği parfümlerden birisi.

Eksileri:
- Ah o pudramsı sabunsuluk yok mu!
- Çok düz çizgide ilerliyor. Uzun kullanımlarda sıkılma ihtimaliniz yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/7